Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi D4 Öğrencilerinin çıkardığı AYRAÇ dergisi ile söyleşi..
Dostlar,
AÜTF (Ankara Üniv. Tıp Fak.) D4 öğrencilerimizden Güler Gözüdeli ve Mehmet Dinçay Yar 28.12.2018’de bizimle bir söyleşi yaptılar (aşağıdaki fotoğrafta AÜTF’deki odamızda Dinçay ile). Çıkarmakta oldukları AYRAÇ adlı derginin 4. sayısında, 2019 başında yayınladılar. Dergi satışını olumsuz etkilememesi bakımından birkaç ay erteledikten sonra bu söyleşiyi paylaşmak istiyoruz..
Bu gün 7 Nisan 2019..
Dünya Sağlık Örgütü 72 yaşını bitirdi..
Bir hekim, koruyucu hekimlik Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği alanında uzmanlaşmış ve yaşamını bu alana adamış bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak, bu söyleşinin ve vermeye çalıştığımız iletisinin Ulusumuza bir “çam sakızı – çoban armağanı” olarak kabulünü dileriz.
Asla unutulmasın ki, Sağlık doğuştan kazanılmış bir insanlık hakkıdır!
Bizler, piyasalaştırılmış sağlık hizmetlerinin sömürülerek aşağılanan “müşterisi” olmayı reddediyoruz!
Sosyal devlet sorumluluğu ile herkese eşit ve nitelikli, kamusal, önceliği kesin olarak koruyucu sağlık hizmetlerine veren bir sağlık sistemi hepimizin hakkıdır.
Yine unutulmasın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtarıcısı ve kurucusu eşsiz önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün sözleri ve buyruğu herkese rehber olmalıdır :
-
- Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevi halkın sağlığıdır!
Öğretim üyeliğinde 31 yılı tamamlamış olmanın gururu ve süren – artan sorumluluğu ile..
Sevgi ve saygı ile. 07 Nisan 2019, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
================================================
Söyleşinin başlığı aşağıdaki gibi :
-
Türkiye’de Aydın Hekim Olmak :
Prof. Dr. Ahmet SALTIK ile Röportaj
Ocak 2019, sayı 4 Güler Gözüdeli ve Mehmet Dinçay Yar
Ayraç: Kendi sözlerinizle akademisyen nedir, aydın nedir tanımlayabilir misiniz? Akademisyen ne yaparsa aydın tutum (tavır) sergilemiş olur?
Ahmet Saltık: Bu sorunuzdan anladığım ölçüde her akademisyen aydın olamayabiliyor gibi bir çıkarımınız var. Bu varsayım üzerinden gidersek gerçekten de aydın olmak bambaşka bir şey. Gelişmekte olan ülkelerde ateşten gömlek!
Akademisyen o ülkenin yasal yapısına göre birtakım akademik unvanları alabilmek için bilimsel gereklilikleri yerine getiren, bildiri sunan, makale – tez yazan, sınavlar geçen kişidir.
Akademisyen unvanını kazanmak a fortiori (zorunlu) olarak aydın olmanızı sağlamaz. Aydın olmanın ilk koşulu, salt kendi beklentileriyle uğraşmayıp yaşadığı çağda, coğrafyada, giderek tüm dünyada insanlara karşı sorumluluk duymaktır. Bu sorumluluğun gereği olarak daha gönençli, mutlu, adaletli, barışçı… bir toplum düzeni kurmak için gözlemcilik eder ve çaba içinde olur aydın (filantropik insan aşaması).
İkinci koşul “aklını inançtan – bilimi dinsel takıntılardan özgürleştirmek“tir. Aydınlanma’nın evrensel tanımı budur. Bu, akademisyenin inançsız olması anlamına gelmez ancak laboratuvarın, kütüphanenin ve ders vereceği amfinin.. kapısında tüm inançlarını dışarıda bırakmalıdır. Bilimsel bilginin ve akıl yürütme sürecinin önüne hiçbir önkoşul koymamalıdır. Somut örnek vermek gerekirse Nobel Tıp ödüllü Prof. Aziz Sancar Hocamız
- “Ben Evrime de Tanrı’ya da inanıyorum. Evrim bilimsel bir gerçektir.” sözlerini etmişti.
Ama günümüzde Türkiye ve Dünya’da giderek tırmandırılan post-modern öğretiler; toplumsal yaşamı dünyevi – laik olmaktan çıkarıp dincileştirme çıkmazına sokuyor. Bu da doğru değil, örneğin Türkiye’de çok farklı inanç kesimleri ve heterojenlik varken, şu veya bu toplum kesiminin seçimlerini bir başka kesime dayatmak akılcı, adaletli ve olanaklı değil. Dolayısıyla aydın, günümüzde laik – seküler bir yaşamdan yana olmak zorundadır; kendi inançlarını iç dünyasında elbette ki saygınlıkla, dinginlikle yaşayabilir. Buna engel olunmaması da seküler düzenin gereğidir.
Özetlemek gerekirse aydının etnisite, inanç temelli çatışmaları kökten çözecek biçimde seküler (laik) tutum alması beklenir. İnsanlar hem akademinin getirdiği bilgi ve beceriye sahip olur hem de aydın tutum alırsa, uygarlığın daha az sancı ile gelişimine çok büyük katkı sunarlar kanısındayım.
Ayraç: Tıpta Halk Sağlığı Uzmanlığınızın üzerine 2016’da SBF – Mülkiye’de Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümünden de diploma aldınız. Türkiye’deki tek Tıbbiyeli ve Mülkiyeli’siniz. Bu iki okulu da seçmenizin nedenini öğrenmek istiyoruz.
Ahmet Saltık: Annem ev kadını, babam küçük bir memurdu. Bu nedenle beni entellektüel olarak geliştirici bir ortamda büyüdüm diyemem ancak zor yaşam koşullarının bende uyandırdığı sorumluluk bilinci, bir şeyler yapmam gerektiğini düşündürdü. Van Atatürk Lisesini hiçbir dersane, laboratuvar, deney.. görmeden bitirip 1971’de Hacettepe Tıp’ı kazandım. 2 yıl okuduktan sonra ailem İstanbul’da olduğu ve Ankara’da maddi olarak sıkıntı çektiğim için İstanbul Tıp Fakültesi’ne geçtim ve okuduğum yıllar harçlığımı çıkarmak için çalıştım. Türk Tıp Derneği üyelerinden ödentileri topluyordum ve % 20’sini bana veriyorlardı. 4. sınıfta İstanbul Hukuk Fakültesi’nden Prof. Edip Çelik Hoca Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi dersimize girdi. Edip Hoca çok karizmatikti, beni çok etkiledi, hukuka ilgimi uyandırdı. Aynı zamanda hukuk da okumak istedim ama tıp fakültesini bırakamazdım. Sınava girerek hukuk fakültesine de kayıt yaptırdım Tıbbın son 2, hukukun ilk 2 yılını orada tamamlamış oldum. Ancak sonraki yıllarda hukuku bitirmek olanaklı olmadı.
Anadolu’da bir yıl çalıştıktan sonra Hacettepe’ye dönüp Toplum Hekimliği dalında uzmanlık eğitimine başladım. Bu kararımda, 1. sınıfta Sosyal Tıp derslerimize giren Prof. Nusret Fişek’in 1971-72’de bende bıraktığı derin etki vardır. Uzmanlık eğitimim sürerken Türkiye’nin örgütlenme ve politik yapısına, kamu yönetimine ilgim büyüdü; bu nedenle Siyasal Bilgilerin Hukuk okumaya göre daha uygun olacağını düşündüm. Ankara SBF’yi kazandım ancak uzmanlık eğitimi bitince Ankara dışına gitmem gerektiğinden bu Okulu bitiremedim. 2011’de Af Yasasıyla Mülkiye’ye kaydımı yeniledim. Ak saçlarımla, çocuğum yaşındaki gençlerin ara-sında çok sınırlı sayıda derse katılarak 4 yıllık lisans eğitimimi tamamladım. Bu eğitimin beni çok olgunlaştırdığını ve tamamladığını düşünüyorum. Son olarak da Sağlık Hukuku alanında master (yüksek lisans) yaptım (2018).
Ayraç: 2 fakülte bitirdiniz ve her dakikanızda okuyorsunuz. Bizim kuşağımızın “Tıp okuyorum başka bir şeye zaman bulamıyorum” içerikli kendini sınırlandıran bir kaygısı var. Bu konu hakkında biz genç meslektaşlarınıza bir öneride bulunmak ister misiniz?
Ahmet Saltık: Tavsiye etmek hakkım yok belki ancak deneyimlerimi paylaşıp yüksek sesle düşüncelerimi söyleyebilirim. Bu noktada aklıma zaman yönetimi geliyor ki günümüzde Bilgi’nin elektronik ortamda olması sayesinde zaman yönetimi çok daha kolay. Örneğin yü-rürken, dolmuşta.. cep telefonumdan okuma olanağı bulabiliyorum önceki yıllarda yürürken kitap – gazete – dergi okurdum. Bir tıp öğrencisinin bu fakülteye girmesi, yüksek zeka düzeyini kanıtlar dolayısıyla tıp eğitimi yanında güzel sanatlara, başkaca ilgilere zaman ayırması olanaklıdır. Ne olur; biraz daha az uyur ve zamanınızı daha iyi yönetirsiniz.
Ayraç: Sağlık Hukuku yüksek lisansınızdan söz etmiştiniz hocam, bu çabanızı anlatır mısınız?
Ahmet Saltık: Anayasa Mahkemesi, Kasım 2015’te “Ben çocuklarıma aşı yaptırmak istemiyorum” içerikli 2 bireysel başvuruyu “Evet, yaptırmayabilirsiniz” yönünde onaylayan kararlar aldı ne yazık ki. Ben Toplum Hekimiyim, temel görevim daha sağlıklı bir topluma erişmeyi sağlamak; ancak aşı yapılmayan toplumda bu olası değildir. Bu sorunu incelemek istedim ve Sağlık Hukuku master programına kayıt oldum, bir tez yazdım:
Ayrıca İstanbul Hukuk kaydımı da 2018 af yasasıyla yeniledim ve şu anda Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenciyim, çok sınırlı sayıda da olsa lisans eğitimi derslerine gidiyorum. Emekliliğime az kaldı, umarım daha az yoğun bir yüküm söz konusu olunca sağlık hakkını hem tıbbi hem de hukuksal bağlamda yazmak, kitap, makale.. üretmek, savunmak isterim. Bundan sonraki yıllar için de tasarımım böyle.
Ayraç: Türkiye’de hekim olmanın özellikle aydın bir hekim olmanın sorumluluğu ve karşılaşılan zorluklar nedir?
Ahmet Saltık: Zor bir konum ve rol bu. Daha dün TTB Merkez Konseyi üyesi meslektaşları-mız Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandı. Yargılamanın gerekçesi “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” tümcesi oldu. Ben dün web sitemde de yazdım, bu sözü yineliyorum.. dedim. Savaş bir Halk Sağlığı sorunudur; çünkü bu net bir bilimsel gerçektir. Türkiye’de bir biçimde kimi hukuk insanlarının bunu suç olarak görmeye çalışmaları hatta mahkemelerden suç işlendiği yönünde karar çıkması, hatta bu kararların üst yargı organlarında onaylanmış olması bile yalın bilimsel gerçekliği değiştirmez. Bu suç değildir bilimsel gerçekliktir. Bunu söylemek bir aydın tutumudur ve yükümüdür, altında başka şey aramak bilimsel akılcılıkla örtüşmüyor. Meslektaşlarımızın aklanacağını düşünüyorum. En son AİHM’ye gittiğinde kesin olarak – daha önce verilmiş benzer kararlar var– döneceğini düşünüyorum.
Ben hekimim, öncelikli görevim insanı –sağlıklı– yaşatmak!
Kadim Hipokrat’tan beri Hekimler buna yemin eder. Savaşlar insan sağlığını, gönencini en çok olumsuz etkileyen olgudur. Gencecik insanlar ölüyor, engelli kalıyor. Çok tipik örnek bizim Kurtuluş Savaşımız, ne denli çok yitik verdik; ancak Kurtuluş Savaşımız bütünüyle meşru bir savaştı. Çünkü Batı emperyalizmi tarafından işgal edilmişlik ve parçalanmışlığa başkaldırmamamız düşünülemezdi. Bunu yaptık, kanımızla canımızla milyonlarca yitik (şehit) vererek özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı kazandık. Bunun tersini düşünmek bile istemiyorum, dolayısıyla Büyük Atatürk’ün sözüyle bağlarsam;
- “Savaş bir milletin yaşamı tehlikeye girmedikçe cinayettir.”
buyurmuştu. Ben de aynı şeyi yineliyorum. Savaş, insanımızın yaşamı tehlikeye girmedikçe cinayettir. Dolayısıyla Türk insanının yaşamının tehlikeye girdiğini, Türkiye’yi savaşa sokmak isteyenler veya bu söylemi suç olarak öne sürenlerin tezlerini kanıtlaması gerekir. Neden Türkiye insanının yaşamı tehlikeye girmiştir, kamuoyunda yaygın bir ortak kanı oluşmalıdır. Bu kanı oluşmadığı ve paylaşılmadığı takdirde elbette itiraz edenler de olacaktır ki demokratik bir rejimde bunu da hoşgörüyle karşılamak zorunludur.
Aydın tutumuna başka bir örnek daha vermek isterim. 80’li yıllarda Hacettepe’de Nusret Fişek Hocamız, Türkiye’de modern Halk Sağlığını kuran, beni de bu alana yönlendiren bilge insan, 80’li yıllarda idam sırasında hekimlerin bulunmaması gerektiğini savunmuştu. Yasalarımız idam edilecek kişinin hekimce muayene edilmesini ve “İdama elverişlidir, idamına tıbbi bir engel yoktur.” (!) içerikli rapor verilmesini öngörüyordu! Arkasından idam edilen kişinin muayenesini yapması ve “Öldü.” raporu düzenlemesi isteniyordu! Bu uygulama, bizim bir numaralı meslek ilkemiz olan “İnsanı yaşatmak” buyruğuna aykırı düştüğü için, Nusret hoca da bir aydın tutumu sergileyerek hekimlerin bu görevlere katılmaması gerektiğini bildirmişti. Bu sırada Nusret Hoca TTB (Türk Tabipleri Birliği) başkanı idi. O dönemde ne yazık ki yargılandılar ve aklandılar. Günümüzde hiçbir hekim arkadaşımızın böyle bir “görevi” (!) yok; çünkü bunlar aydın tutumuyla savaşımlarla kazanılmıştır. Son olarak bu bağlamda aydın hekimin her durumda yaşam hakkını savunması gerektiğini düşünüyorum.
- Sağlık hizmetlerinin piyasaya konu hizmetler değil, devletin yükümlülüğü altında herkese doğuştan kazanılmış bir hak olarak sunulması gerektiğini savunur aydın hekim.
O halde Türkiye’de aydın sorumluluğu, sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılmasına açık, net, köktenci bir tutum almayı gerektirir. Benim tıpta Toplum Hekimliği uzmanlık alanını seçişim de bundandır. Yapıp ettiklerimiz, yalnız varsıl kişilerin değil, tüm toplumun sağlık haklarını savunmayı gerektirir. Ve dahası, bu hizmetin insanlar hastalanmadan önce yapılması ilkesine dayanır.
21. yy’da aydın hekim, hasta – hekim ilişkisini ticarileştirmeyen, giderek en sağlıklı topluma erişmenin kolektif çabası içinde olan hekimdir diye düşünüyorum.
Ayraç: Son olarak öğrencilik yaşamınızı merak ediyoruz hocam, biraz anlatabilir misiniz?
Ahmet Saltık: Hacettepe Tıp 1. sınıfta, Tuzluçayır’da ailemle bir gecekonduda kalıyorduk.
2. yıl ailem İstanbul’a gitti ben yurtta kalmak zorundaydım. Babam beni polis yurduna yerleştirdi. Burası polis çocuklarının ve polis akademisinde okuyan öğrencilerin kaldığı bir yerdi. Bir apartman dairesi salonunda 8 ranzada 16 kişi kalıyorduk ve sigara da içiliyordu o zaman. Küçük bir çalışma salonumuz vardı oraya taşınırdım hep. Bu koşullarda Hacettepe 2. sınıfta, ağır derslerime çalışma ortamı bulamadım.
Dönemin başbakanı Ferit Melen Van milletvekili ve Başbakandı. Ben de Van Lisesini birincilikle bitirmiştim. Bir tıp öğrencisi olarak gittim, kapısını çaldım. Beni kabul etti ve yurt koşullarımın iyi olmadığını, özel yurtlara paramın yetmediğini, Vehbi Koç Öğrenci Yurdunu istediğimi aktardım. 2. yarıyılda Vehbi Koç Yurdunda kalmama karşın, maddi olarak zorlandığım için, yatay geçişle ailemin yanına, İstanbul’a gitmek zorunda kaldım.
Üniversitede okurken çalıştım. Genel cerrahi hocamız Prof. Ünal Değerli’ye gitmiştim “Hocam geçim sıkıntım var, ne yapabilirim?” diye. Kendisi Türk Tıp Derneği’nin başkanıydı, bana derneğin ödentilerini toplama görevi (işi) verdi. Hiç unutmuyorum, yıllık ödenti 150 TL idi, bunun 30 lirasını bana veriyorlardı. Zaman zaman tüm gün derse gidemediğim oluyordu sabah çıkıyordum, tüm İstanbul’da derneğe üye hekimlerin yanlarına gidiyordum. Böylelikle tıp eğitimimi tamamladım.
Bir de tıp eğitimi hakkında öğrencilerime sürekli önerim; klasik kaynak kitapları izlemeleridir. Ders notları ile asla yetinmeyip İngilizce textbook okumalarıdır. Derslere de olanak ölçüsünde girmelerini öneririm; çünkü ben çalışmaktan dolayı derslere istediğim oranda giremedim tıp eğitimimin son yıllarında. 40 yıl sonra, katıldığım derslerden belleğimde yer edinen çokça şey varken, katılamadıklarımda yeterince iz yok. Kalıcı öğrenme sağlamak bakımından derse devam, hocayla etkileşim ve meslektaşlarla tartışmanın çok verimli ve gerekli olduğu kanısındayım.
Van Lisesinin son sınıfında biz 3 arkadaştık ve ağır koşulları görmüştük. Olağanüstü çalışmaz-sak hiçbir çıkışımızın olmadığını kavramıştık. Üçümüz de tıbbiyeye girdik. Vahit Özmen bugün İstanbul Tıpta genel cerrahi hocasıdır. Ahmet Arvas Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde sosyal pediatri hocasıdır. Dolayısıyla azmedilirse birçok şeyin başarılabileceği inancını taşıyorum.
Son tümcem şöyle olsun: Bu söyleşiyi siz istediniz; ben, kendimden söz etmekten utanan bir terbiye aldım. Anlattıklarımın yalnızca bir insanın deneyimleri, zor koşulları, neler başarabileceği olarak görülmesini dilerim.
İşte SOSYAL DEVLET, böylesi derin eşitsizlikleri kaldırmak içindir. Türkiye’de ve dünyada bunun için çaba göstermeliyiz.
- Adil, eşitlikçi, barışçı, seküler (laik), insan onuruna dayanan, bilimsel, demokratik – hukuk temelli, sömürüsüz ama dayanışmacı bir toplum, devlet ve giderek dünya..
Bu söyleşi için AYRAÇ’a ve size çok çok teşekkür ederim.
***