Etiket arşivi: aydınlanma

ESFENDER KORKMAZ : BİR GECEDE NASIL YOKSULLAŞTIK

BİR GECEDE NASIL YOKSULLAŞTIK

Esfender KORKMAZ

Prof. ESFENDER KORKMAZ
esfender@esfenderkorkmaz.com  Yeniçağ – 19.08.2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Doların 7 liraya çıkıp sonrada 6 liranın altına düşmesini bazı yetkililerin piyasa ekonomisinde bir işleyiş olarak yorumladıkları anlaşılıyor.

Piyasa ekonomisi“Yatırım, üretim ve dağıtım ile ilgili kararların arz ve talebe dayalı olduğu, mal ve hizmet fiyatlarının serbest fiyat sistemi içinde belirlendiği ekonomidir.” Ancak piyasanın kendi halinde bırakılması piyasa anarşisi doğuruyor. Zira sermaye karını maksimize etmek için tekelleşme, kartelleşme ve spekülasyon yapma eğilimindedir. Bu nedenle devletin asıl işi gerektiğinde piyasaya müdahale etmek ve rekabet kurallarını çalıştırmaktır. Bizim Anayasamızda da Devlete bu görev verilmiştir.

Bu nedenle eğer dövizde bir spekülatif hareket oluyorsa bunun suçunu spekülatörlere iç ve dış güçlere atmak yanlıştır. Eğer bizim bilmediğimiz tersine bir müdahale yoksa, bu sorun devletin işlevsiz kalmasından kaynaklanan bir sorundur. Hükümet edenlerin kur politikası, faiz politikası, bütçe politikası ve devlet anlayışlarındaki yanlışlar spekülasyona izin vermiştir.

Spekülasyon, bir kısım insanların spekülatif kar elde etmesine, buna karşılık diğerlerinin aynı oranda kayıp vermesine neden olur. Kur hareketinde iki türlü sorun var; Birisi TL’nin düşük değerde olması diğeri de bir gecede kur artışından yüksek para kazananlar ve kaybedenlerdir.

  • TL, Dolara göre %40 daha düşük reel değerdedir. TL / Dolar kurunun 3.80 dolayında olması gerekir. Dolar 6 lira ise 2.20 lira daha pahalı demektir. Kamu kesiminin 142 milyar $ dış borcu var. TL bu değerde kaldığı sürece kamunun TL olarak dış borç karşılığına bugünkü değerle 312 milyar ek yük geldi demektir. Bu fark bütçeden yani halkın vergileri ile ödeneceği için, sonuçta yük topluma yayılmış oluyor.
  • Özel sektörün 217.3 milyar $ döviz pozisyon açığı var. Kazancı TL olduğu için bu kesimin TL karşılığı dış borç yükü de TL’nin düşük değerde kalması halinde % 40 artmıştır.
  • Dünyada yap- işlet – devret modeline göre özel sektöre yaptırılan kamu altyapı yatırımlarında risk, özel sektöre aittir. Bizde ise, rasyonel hiçbir esasa dayanmayan risk paylaşımı söz konusudur. Devlet talep garantisi vermiş ve ayrıca özel sektörün dış borçlarına kefil olmuştur. Üstelik Türkiye’de dolarla talep garantisi vermiştir.

2005 – 2017 Kamu – Özel İşbirliği projeleri yatırım tutarı 48 milyar dolardır. Bu yatırımdan beklenen gelirlerin bugünkü değeri, yani sözleşme değeri 115 milyar dolardır. Bunlar içinde çoğunluğu risk paylaşım yöntemiyle yapılmıştır. Kalkınma Bakanlığı kayıtlarında bu ayırım proje sayısı olarak yapılıyor ve fakat maalesef yatırım değeri olarak yapılmıyor.

Devletin riski paylaşması nedeniyle:

Yatırım pahalıya çıkmıştır. Devlet borç alarak bu yatırım yapsaydı % 15 kar payı ödemeyecekti ve bu nedenle yatırım 7.2 milyar $ daha ucuza çıkacaktı. Devletin talep garantisi her yıl değişir. Genel olarak projenin yarısı kadar dersek takriben 57 milyar $ bütçeden para ödenecektir.

Devlet ayrıca bu projelerin toplam 115 milyar $ gelirinden yoksun olacaktır. Eğer bu yatırımları Devlet borçlanarak yapsaydı, bu borcu yatırım gelirleri ile geri öderdi. Proje geliri Dolarla hesap edildiği için de ek olarak geliri artardı.

Bu haliyle devletin kaybı bütçeden ödenen 57 milyar $ talep farkı ile 7.2 milyar $ yatırım maliyet farkı olarak toplam 64.2 milyar Dolardır. Başka bir ifade ile devletin risk paylaşımına girmesi gibi yanlış bir kararı halka 64.2 milyar dolara mal olmuştur. TL düşük kaldığı sürece bu farkın TL maliyeti de daha yüksek olacaktır.

  • Doları bir gecede 7 liraya çıkarıp o gün dövizini bozduranlar, yüksek spekülatif karlar elde ettiler. Muhtemeldir ki, bu karlarla şimdi zora düşecek şirketleri satın alacaklardır. Söz gelimi bir bankanın 100 olan hisse senedi, şimdi 40 geriledi. Hisselerini kim toplar, bakmak gerekir.

Kesin sonuç “kim olursa olsun manüpülasyon yapanlar, spekülatörler kazandı hepimiz kaybettik şeklindedir.
================================================
Dostlar,

AKP DEVALÜASYONU HAKKINDA
YURDUM İNSANINA 10 SORU ve….

Çok kıdemli ve yetkin Ekonomi hocası, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi önceki Dekanlarından Sn. Prof. Korkmaz’ın bu irdelemesi son derece önemlidir, net ve muazzzam büyüklükte sayısal verilere dayalıdır.

Halkın cebinden en azından 64,2 milyar $ servet çalınmıştır. 

Hırsız kimdir ?

Peki Devletin – Hükümetin temel görevlerinden, varlık nedenlerinden değil midir halkın refahını, can ve mal güvenliğini sağlamak!??

Bu görev yerine getiril(e)memiştir. Görevini yapmayan siyasal iktidar, halk yığınlarının kitlesel olarak yoksullaştırılmasından sorumludur ve bu suçunun yasal – siyasal hesabını vermelidir.

Alman basınında bu hazin tablodan doğrudan Erdoğan sorumlu tutulmaktadır..

Yaşananların, olağanüstü yanlış ekonomi politikaları yüzünden zorunlu duruma gelen yüksek oranlı devalüasyon için bir mizansen olduğu yaygın kabul görmektedir.

İlk iş istifadır!

Ayrıca şu soruların mutlaka yanıtlanması zorunludur       :

  1. AKP – Erdoğan iktidarı gene kandırılmış mıdır?
  2. Kandırıldı ise bu kaçıncı kandırılmadır?
  3. AKP – Erdoğan, kandırılmak için mi iktidar olmuştur?
  4. Yeryüzünde kandırılmak için iktidara gelen hükümeti olan başka ülke var  mıdır?
  5. AKP = Erdoğan, ülke yönetiminin 16. yılında ustalık döneminde bu ”oyuna” (!) nasıl gelmiştir?
  6. Ha bire kandırılan ehliyetsiz – basiretsiz kadroların görevi bırakması ve halka hesap vermesi ülkenin bekası açısından zorunlu değil midir?
  7. AKP = Erdoğan; dış güçler, ekonomik savaş, bayrağa – ezana saldırı.. retorikleri (gerçek dışı laf kalabalığı) ile nereye dek halkı oyalayabileceği / kandırabileceği kanısındadır?
    İlk etapta yerel seçimlere dek mi?
  8. İktidarın ekonomideki yangın ve çökmeyi halka anlamak için bulabildiği en ”akıllıca” (!) yol, damardan hamaset ile  7. sorudaki masallar mıdır?
  9. AKP yandaşı ve soyguna – talana ortak olanlar, Müslüman ve bu ülkenin yurttaşı değil midir?
  10. İktidar; bu muazzam çapta, onlarca milyar $ düzeyinde halkın soyulması zulmünde gerçekten çaresiz durumda mıdır; yoksaaaaa ??????
    Bugün değilse bile bu soruların yanıtları yakın – orta – uzun erimde verilecektir.Demokrasiye yaraşır, onu hak eden bir toplum, millet olmak, sürü – mürit – talancı bir güruh olmaktan çıkabilmek, görüldüğü gibi, ne yazık ki, çoooook dayak – kazık yemek, soyulmakla öğrenilebiliyor.. Bedel çook ağır. Avrupa’da da Rönesans, Reform, Aydınlanma çooook kanlı oldu ve çoook uzun yüzyıllar sürdü. Ama bizim önümüzde hiç yoktan bu acı ve dev deneyim var.. Aynı yollardan birebir geçmek zorunda değiliz..

Eyyyy Yurdum insanı;

  • Bu son dinci – kinci çatal mı çatal kazıktan sonra, zangır zangır titre ve artık tebaa – kul olmaktan çık; Kant‘ın altın öğüdünü anımsa, ‘‘AKLINI KULLAN” (Sapere aude!) in-san-laş!
  • Ülkede bağımsız – tarafsız  yargı, Sayıştay, etkin TBMM, özgür basın, demokrasi olsaydı; yani kadir-i mutlak TEK ADAM rejimi olmasa idi; bu muazzam kazığı sana kim atabilirdi??!!

Kadim Socrates‘e saygı ile..
O, sorular sorarak insana kendi gerçeğini buldurma yolunda egemenlere canını verdi..

Sevgi, saygı ve ENDİŞE ile. 22 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Kâbus bitiyor gibi…

Kâbus bitiyor gibi…

Ataol Behramoğlu
23.6.2018, Cumhuriyet

Kâbus, istenmeyen, kötü, karanlık, boğucu bir rüya demektir… 
Eninde sonunda biter.
Kan ter içinde uyanır, gördüğüm gerçekten bir düş müydü diye kendi kendinize sorarsınız… 
Kâbus, sona erdikten sonra da etkisi bir zaman devam eder… 
Toplumca on yılı aşkın bir süredir bir kâbus yaşıyoruz… 
Rüya değil, gerçek olarak… 
Bir adamın görüntüsü, beynimize kazınmışçasına, gözlerimizin önünden, kafamızın içinden çıkıp gitmiyor… 
Çünkü her yerde karşımızda… 
Bütün duvarlarda, bütün apartman cephelerinde, bütün direklerde, her köşede, her sokakta, her caddede, afiş asılabilecek her yerde, gözümüzün içine girercesine karşımızda… 
Saçlarının şeklini, bıyıklarını, bakışlarını, gözlerini, kaşlarını, bazı afişlerinde yüzündeki tebessüme benzer şeyi, kibrini, kasıntısını, özentisini ezberledik… 
Ezberlemekten öte kanıksadık, bıktık, usandık; akıl sağlığımız, sinirlerimiz, ağzımız hiç olmadığı ölçüde bozulacak kadar çileden çıktık. 
Ben öyleyim… 
Tanıdığım, tanımadığım, rasgele karşılaştığım kimselerden de, bir nedenle ve konu açıldığında benim aklımdan geçenlerin, dilimin ucuna gelenlerin, kendimi tutamayıp dile getirdiklerimin, buraya yazılamayacak kadar ağırlarını, bin beterlerini, her gün, her an, her yerde duyup işitiyorum… 
Ben bütün hayatımda böyle bir şey görmedim… 
En erken çocukluğumda dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü, sonra MenderesCelal Bayar vardı… Derken 27 Mayıs, ardından tekrar İnönü, EcevitDemirel, yine darbeler, sonra ÖzalErbakan, aklıma şu anda gelmeyen ve zaten gelmesine de gerek olmayan pek çok siyasal figür, parti lideri, vb… 
Bugünkü gibi bir şeye hiçbir zaman, hiçbir yerde tanık olmadım… 
Sadece bizde değil, hiçbir yerde… 
Stalin Rusya’sında, Hitler Almanya’sında, Musolini İtalya’sında bulunmadım… 
Fakat Brejnev SSCB’sinde böyle bir şey görmedim. Moskova’da, bırakın o günlerin yöneticilerini, Lenin’in heykeliyle bile karşılaşmadım diyebilirim… 
Jivkov Bulgaristan’ında diktatörlüğü kuşkusuz Jivkov’un tek bir afişini gördüğümü anımsamıyorum… 
Esad Suriye’sinde baba ve oğul Esad’ın bazı meydanlarda bir iki afişi vardı… 
Küba’ya gitmek kısmet olmadı… Fakat anlatılanlardan Fidel’in hiçbir yerde afişinin, anıtının olmadığını biliyorum… 
Batı ülkelerinden söz etmeye zaten gerek görmüyorum… 
Oralarda bugünkü yöneticilerin afişleri değil, gerçekten büyük devlet adamlarının, yazarların, sanatçıların heykelleri vardır…
Çok açıkça ve net olarak soruyorum: 
Afişleri, gazetelerin birinci sayfalarında fotoğrafları, ekranlarda bitmez tükenmez görüntüleri; tehditkâr, soğuk, sevimsiz, kibirli, inişli çıkışlı, mizahtan ve sevgiden yoksun ses tonu ve birbirini tutmaz laflarıyla hayatlarımızı istila eden bu adam kimdir?
Bütün milletin ekmeğinden çalınan paralarla yapılıp yeri göğü donatan bu afişleri ve neredeyse her metrekarede karşımıza çıkan bu bıktırıcı portreleri gören bir yabancı, kim bu adam diye sorsa, ne cevap vereceğiz? 
Bir savaş kahramanı mı? 
Hayır. 
Bir mucit, büyük bir yaratıcı, ülkesini bulunduğu yerden çok yükseklere taşımış bir devlet adamı mı? 
Yok canım… 
Kimdir peki? 
Şu anda iktidardaki bir partinin başkanı ve şaibeli olduğu herkesçe bilinen bir seçimle cumhurbaşkanı olmuş biri
Memleketi şirket olarak gördüğünü kendi ağzıyla söyleyen; paraya, mala mülke olan tutkusu, zamanında en yakınında olmuş dava arkadaşlarınca da dile getirilen; dün söylediğini bugün yalanlayan; ülkeyi devraldığından bu yana her alanda ve her anlamda çok daha darboğazlara sokmuş olan; İslamcı Hikmetyar’ın önünde diz çöküp diktatör Evren’in yanında esas duruşta bekleyen; terörist başı dediği kişinin yanına ulaşabilmeye can attığı fotoğraflarla belgelenen; hiçbir anlamda güvenilemeyecek biri… 
Öyleyse? 
Öyleyse bu kâbus artık sona ermelidir… 
Sona ermeli ve Türkiye Cumhuriyeti yüzlerce yılık birikiminin yönlendirdiği Aydınlanma yolunda yürüyüşünü, gerilere çekildiği noktadan ilerilere doğru sürdürmeye devam etmelidir…

ŞEYHİM NE DERSE DOĞRUDUR!

ŞEYHİM NE DERSE DOĞRUDUR!

Zeki Sarıhan
04.05.2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ülkemizde çok kullanılan, fakat bir türlü düşünme yöntemi haline getiremediğimiz AYDINLANMA’ya ne kadar çok ihtiyacımız olduğu her gün biraz daha ortaya çıkıyor. Size söylenenleri akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden kabul etmeyeceksiniz. Düşüncelerinizin maddi bir temeli olacak. Bir görüşe saplanıp kalmayacaksınız. Bir partiye mensup olsanız da kendinize özgü düşünceleriniz olabilecek. Farklı düşünen insanları dinleyebilecek, değişik gazeteler, kitaplar okuyabileceksiniz.

Dogmalar, genellikle din alanında aranır ama din dışında da dogmaların sayısı az değildir.
Bu tip dogmalara sahip olanların, “Benim şeyhim ne derse doğrudur” diyenlerden bir farkı yoktur. Bu kişiler başkalarından öğrenme ve farklı görüşlere hoşgörüyle bakma kapılarını kapatmışlardır. Geçtiğimiz seçimlerden birinde İşçi Partili bir arkadaş, partinin propagandasıyla o kadar uçmuştu ki, facebooktaki sayfasında “İP’e oy vermeyecek olanlar beni arkadaşlıktan silsin” diye yazmıştı.

Bundan önceki yazımın başlığı “1 Mayıs’ta Oluşan İki Cephe” idi. İşçi ve memur sendikalarının 1 Mayıs kutlamalarını başka başka yerlerde yaptığını anlatmış, Tandoğan’daki iktidar destekçisi Türk-İş mitinginde yer alan Vatan Partisi’nin, Kolej Meydanında miting yapanları vatansız olarak suçlamasını haksız bulduğumu anlatmıştım. Yazımı okuyamayanlar veya yeniden hatırlamak isteyenler, 2 Mayıs tarihli gelen e-postalarına bakabilirler. Yazımı e-posta adresinde okuyan eski bir arkadaş, aynen şu tepkisini gönderdi:

“Gözlerinin kör olduğunu düşünüyorum. CHP yandaşlığı ve sırf Şenal’ı milletvekili yapma yoluna bunları yazmanı anlamıyorum, yuh olsun sana. Seni siliyorum. Artık benim için yoksun.”

Benim gibi 2-3 günde bir yazı paylaşanlar ve ikide bir ister istemez siyasi konulara değinenler, bu tip tepkileri göze almalıdırlar. Gazete köşe yazılarına kim bilir ne hakaretler geliyor,
onların da canı var! Serçeden korkan darı ekmez. İlgi duyduğum konularda tartışmayı severim. Hem öğrenmeye çalışırım, hem de bildiklerimi başkalarına aktarmanın yararına inanırım. Aydınlanma devrimimizin ilk kahramanlarından Namık Kemal,
“Fikirlerin çarpışmasından gerçeğin şimşeği doğar” demiş.
(AS:”Barikayı hakikat, müsademeyi efkârdan doğar.”)

Arkadaşıma yanıt vermedim. Cevabının bir çıktısını alarak hatıra kabilinden dosyama koydum. Zaten beni “sildiğine” göre yanıtımın ona ulaşma yollarını kapatmış bulunuyor. Yazımdaki yanlışlıklar nelerdir? Hangi yargımda yanılıyorum? TÜRK-İŞ yönetiminin iktidar yanlısı sarı sendikacılık yaptığında mı? Mitingi onunla birlikte yapan Vatan Partisi yönetiminin Erdoğan hayranı olduğunda mı?

  • DİSK, CHP, Halkevleri, Haziran Hareketi gibi Kolej Alanında 1 Mayıs için bir araya gelenleri vatansız olarak nitelemesinin yalan mı olduğu? Bunların hiçbiri yok.

EŞİMİ MİLLETVEKİLİ YAPAN BEN DEĞİLİM

Gelelim, yanıtında kullandığı ifadeye: Beni CHP yandaşı olarak suçladığı gibi, o yazımı sırf (AS: salt) eşimi milletvekili yapmak için yazdığımı ileri sürüyor ve sonunda da bir yuh çekiyor!
Önce onun gibi düşünenler varsa bir kez daha açıklamalıyım: CHP’li değilim. Altı yıl önce İşçi Partisinden, gerekçelerimi yayımlayarak istifa ettim. Zaten aynı süreçte parti de usulsüz bir biçimde beni ihraç etti. Bu partinin üyesi iken de sosyalist görüşlerimi korudum ve katıldığım parti organlarında genel merkezin politikalarına aykırı görüşlerimi dile getirmekten kaçınmadım. İstifa ettikten sonra da başka bir partiye üye olmadım. Bütün partiler için olduğu gibi CHP’nin izlediği politikalar hakkında da yeri gelince eleştirilerimi yazdım. Beni daha yeni “silen” arkadaş, yıllardır bu yazılarımın hiç değilse bazılarını okumuş olmalı. Buna rağmen hakkımda neden gerçek olmayan şeyler yazıyor? Benim için “Karısının milletvekili olması için CHP lehine yazı yazan adam” imajının belki de tutacağını sanıyor.

Oysa O’nu milletvekili yapan ben değilim. Zaten kim benim tutumuma bakarak eşime milletvekilliği armağan eder ki? Ben üstelik aktif politikadan hoşlanan biri değilim. Eşim, öğretmenlik, avukatlık ve kadın mücadelesinin sağladığı birikim sonucu ve arkadaşlarının ısrarlı çabalarıyla milletvekili oldu. Sevgili arkadaşımızın bizi kendi inisiyatifleri olan bireyler olarak değil, bir aile şirketi olarak görmesi de çok yanlış. Eşimin milletvekilliği hikâyesini (AS: öyküsünü) geçmişte yarı şaka, yarı ciddi bir üslupla anlatmıştım. Benim O’na başarılar dilemekten başka elimden ne gelirdi? Arkadaşımız kadınların ancak kocalarının çabalarıyla bir yerlere gelebileceğini sanıyorsa ülkemizdeki yükselen kadın gücünü anlamamış.

Hem bu arkadaşlarda yeminli bir CHP düşmanlığının nedeni nedir? Rekabet duygusu mu? Kıskançlık mı? CHP’yi bölerek bir bölümünü yanına çekmek mi?

  • İçinde bulunduğumuz koşullarda aklı başında hangi devrimci, sosyalist, demokrat,
    enerjisini CHP düşmanlığına ve Tayyip Erdoğan’ı müttefik yapmaya harcar?

Keşke benim yazıma ağırbaşlı bir yanıt verseydi. Oturur tartışırdık.
Ancak “Benim şeyhim ne söylerse doğrudur” mantığı onu bana hakaret etmeye sevk etmiş. Dogmatizme saplanmanın bir sonucudur bu. Gene de sabırlıyım. Gelişmelerin ve ülkemizin ihtiyaçlarının pek çok kişiye doğru yolu göstereceğini düşünüyorum. (4 Mayıs 2017)
=================================
Dostlar,

Sn. Sarıhan’ı savunmak üstümüze görev değil, kaldı ki O’nun buna gereksinimi de hiç yok.

Değerli yazar, düşünür, eylem insanı, örgütçü ve doğrultu tutarlığını nerdeyse 50 yıldır koruyan Sn. Zeki Sarıhan’ın ağırbaşlı yazısını yukarıda sunduk. Sn. Sarıhan’ı 20 yılı aşkın bir zamandır tanırız. Ülkemizde Devrimci Öğretmen Hareketine ciddi katkıları olmuştur. Kuruculuğunu üstlendiği ve ÖĞRETMEN DÜNYASI adlı dergi, yayın yaşamını 35 yıldır sürdürüyor. Küçümsenecek başarı değildir.

Ayrıca yine Sn. Sarıhan’ın kurduğu ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ (biz de üyesiyiz) 15 yıla yakın zamandır önemli bir Aydınlanma hizmetini yayınlarıyla, konferanslarıyla, bilimsel toplantılarıyla… ülkemize sunuyor. Fatsa’nın yoksul köylerinden çıkan Zeki ve Av. Ayhan Sarıhan kardeşler sosyalizme gönül veren bir tutarlıkla yaşamlarını özveri içinde ve son derece mütevazi olarak sürdürüyorlar. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde hapislerde yatarak.. Zeki beyi, ADD Edirne Şubesi Başkanı olduğumuz yıllarda (1996-2000) davet etmiş, çok başarılı konferansını dinlemiş ve ETV’de (Edirne TV) çok izlenen bir de söyleşi yapmıştık. Kendileri Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanlığı dönemlerinde bizi birçok kez konferanslara, etkinliklere çağırmıştı. O göreve çakılı kalmadan, görevini olgunlukla, şimdiki Gn. Bşk. Sn. Nazım Mutlu’ya bırakmayı da bildi ki bu davranışı da çok yerinde oldu; Sn. Mutlu bu görevi son birkaç yıldır ustalıkla, bağlılıkla yürütüyor..

Sn. Sarıhan ile bir açıkoturumda birlikte konuşmacılardık ve Türkçe’nin tek “resmi” dil olması noktasında görüş ayrılığına düşmüştük (http://ahmetsaltik.net/2014/10/18/anadilinde-egitim/). Ancak uygar ilişkilerimiz elbette sürüyor ve Sn. Sarıhan’ın yazdığı 20 dolayında değerli kitaptan ve söyleşilerimizden öğrenmeye devam ediyoruz. Bileğinin hakkıyla CHP Ankara milletvekili seçilen Av. Şenal Sarıhan‘ın AYDINLANMA savaşımını da çok değerli buluyor ve saygı ile, teşekkür ile selamlıyoruz.

Emekli öğretmen Sn. Zeki Sarıhan’ın seçim kampanyasında (2015) eşine mütevazi birikimini ödünç verdiğini ve hala geri alamadığını / alamayacağını da, -hoşgörüsüyle- paylaşmak istiyoruz… Adam gibi çalışınca, Milletvekili ödeneklerinin yetmediğini / yetmeyebileceğini öğreniyoruz..

Sarıhan ailesine selam olsun..
Ülkemize kattıkları ve katacakları için onlara şükran borçluyuz..

Sevgi ve saygı ile. 04 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Vatan Partisi ve Sn. Dr. Doğu Perinçek‘i son zamanlarda anlamakta zorluk çekiyoruz. Herhangi bir siyasal parti üyesi olmadığımızdan, daha özgür ve nesnel olabiliyoruz sanırız.
03 Mayıs 2017 günü AYDINLIK Gazetesinin manşeti “CHP 5 parça” idi.. Başka haber bulamadı herhalde gazete yönetimi ve abartarak manşetine öyle bir haber koydu.. Ne denli doğru olduğu ayrı bir tartışma konusu.. Zaman, tüm yanlışlarına karşın CHP’yi, toplumsal muhalefetin merkezi – motoru yapma yükümü yıkıyor herkesin omuzlarına kanısındayız.. Ulusal Kanal, AYDINLIK ve Sn. Perinçek’in kimi somut ağır yanlışlarına bu yazıda değinmeyeceğiz..

Şahin Mengü : LAİKLİK DEMOKRASİ ve ANAYASA

LAİKLİK DEMOKRASİ ve ANAYASA

Dostlar,

Yüksek Ticaretliler Derneği yönetici dostlarımız,
Ankara Şubesi olarak düzenli Çarşamba konferanslarını sürdürüyorlar..
Bu kez Cumhuriyet Kadınları Derneği ile birlikte konferans düzenliyorlar.

Tarih : 10 Şubat 2016 Çarşamba günü, saat 16:00

LAİKLİK DEMOKRASİ ve ANAYASA

konulu konferans verilecek..

Konuşmacı, CHP önceki dönem Manisa Milletvekili Sayın Av. Şahin MENGÜ..

portres_yakisikliŞube Başkanı dostumuz Sn. Davut Özdemir ve çalışma arkadaşlarına AYDINLANMA çabaları için teşekkür borçluyuz..

Bu toplantıya geniş katılım sağanması çok yerinde olacaktır.
AKP – RTE kamuoyunu yönlendirmek üzere ellerinden gelen
tüm olanakları seferber ettiler..  Devlet gücüyle üstelik..

Yandaş basın, kamuoyunu koşulandırıcı, mide bulandıran, gerçek dışı çaba içinde..

Bu bakımdan, yeni Anayasa tuzağına düşmemek üzere,
CHP’nin ve MHP’nin masadan çekilmesini sağlamak üzere bu bağlamdaki çalışmalara mutlaka etkin destek verilmeli..
Daha önceki sözde “Yeni Anayasa” salvosu halkımızın direnci ile kadük edildi.
Bu kez de başarabiliriz ve başarmalıyız..

VATAN PARTİSİ, bu kez de öncekinde olduğu (o zaman İşçi Partisi idi) ciddi ve özverili bir çalışma başlattı. Ona da mutlaka omuz vermek gerek..

Sayın Av. Şahin Mengü‘nün değindiğimiz konferansını yer ve zaman bilgisi :

– 10 Şubat 2016 Çarşamba, saat 16:00, Mithatpaşa Cd. 16, Kat 2

Bize ulaşan SMS’te;

  • Katkı ve katılımlarınızla KARANLIKLARI AYDINLATALIM… denmekte..İlgi ve bilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile.
7 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Rıza Zelyut : Aleviler HDP’ye oy vermez

Aleviler HDP’ye oy vermez

Aleviler HDPye oy vermez

Rıza Zelyut
rizazelyut@gmail.com

AYDINLK, 01 Nisan 2015

Uluslararası emperyalist güçlerin içimizdeki uzantıları, Türkiye’yi parçalayacak olan
Çözüm Süreci’ne 7 Haziran seçimleri ile bir yasallık kazandırmaya çalışıyor.
Bunun için de HDP’ye baraj atlatarak, “Bakın millet bunların arkasında!” demek istiyorlar. Büyük sermaye medyası bu iş için kolları sıvadı. Bunlar Alevileri HDP’ye yönlendirmek için yalan haberler üretip programlar yapıyor.

Herkes biliyor ki, şu sıralarda devrimci gibi gösterilen HDP, PK0K terör örgütünün siyasetteki elidir.

PKK ise 1970’lerin ortalarından itibaren Türk ve Kürt devrimcilerini bölmek üzere
ortaya çıkartılmış bir proje olmuştur.

HDP devrimci ilkelere göre değil Kürtçülük üzerinden siyaset yapan bir partidir.

Kürtleri Türklere ve Türkiye’ye düşman etmek temelinden yürüyen bu tür partilere Kürt kökenli yurttaşlarımızın çoğu oy vermemiştir.

Tarihleri boyunca barışı ve insan sevgisini temel alan Alevilerin şiddet üzerinden
siyaset üreten bir anlayışa oy vermesi düşünülemez.

OSMANLI’NIN KILICI OLDULAR

Alevilerin HDP zihniyetinden uzak durmasının bir de tarihsel sebebi vardır.
HDP’nin işbirliği yaptığı Kürt egemen kesimi, tarihte Osmanlı Devleti ile birlik olarak Alevilerin katledilmesinde görev yapmıştır. 1514’teki Çaldıran’da ve sonrasında

Kürt egemenleri Yavuz Sultan Selim ile birlikte Kızılbaş diye kötüledikleri Türkmen Alevileri katlettiler.

Bunların zulmünden kaçan Aleviler Tunceli dağlarına sığındılar. Bugünkü Tunceli Alevileri, büyük ölçüde işte Osmanlı-Kürt katliamından kaçan o Türkmenlerin torunlarıdır.
Bu işbirliği Kanuni Sultan Süleyman zamanında ve sonraki padişahlar döneminde de devam etti.
Osmanlı adına Alevilere kılıç çalan Kürt derebeyleri ile ilgili belgeleri kitaplarımda yayımladım.

İSLAM BAYRAĞI İSTEDİLER

Bugün HDP’nin de başı sayılan Abdullah Öcalan, 2013 Nevruz mektubunda AKP’ye,
“İslam bayrağı altında birleşelim!” diye mesaj göndermedi mi?

Aynı şeyleri 1514’te Kürt derebeylerinin temsilcisi Bitlisli Şeyh İdris de bir çırpıda
40 binden fazla Alevi’yi katlettiren Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim’e teklif etmedi mi?

Bugün AKP ile HDP arasında kurulan ittifakın 500 sene önce Alevilere karşı
Osmanlı Padişahı Yavuz ile Kürtler arasında kurulan ittifaktan ne farkı vardır?

Boğaz’a yapılacak 3. Köprü’ye Yavuz Sultan Selim adının verilmesi boşuna mıdır sanıyorsunuz? PKK’nın Kandil’deki elebaşıları “AKP’yi biz iktidar yaptık!” diye
günümüzün Yavuzlarını desteklemekle övünmüyorlar mı?

TARİKATÇILARLA EL ELE

Bugün sahte devrimciler ve siyasette bir köşe kapmak için olmadık taklalar atanlar tarafından HDP, devrimci bir parti gibi gösteriliyor. Herkes bilir ki, Devrimci teoride temel çelişki
emek-sermaye çelişkisidir. Halbuki HDP’nin baş teorisyeni Öcalan bu çelişkiyi aldı Kürt-Türk çelişkisi haline getirdi. Böylece Öcalan bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğini yıkmaya uğraştı, uğraşıyor. HDP işte bu sakat teorinin ürünlerinden sadece birisidir.

HDP şimdi Doğu’daki Nakşibendiler ve Nurcularla işbirliği başlattı.

Bunlar Alevilerin kanını içmeyi ibadet sayan gerici ortamlardır.

Aynı HDP’liler, Cumhuriyet’e kafirlik diyen, bu rejime bağlı olanları kâfir ilan edip
onların canını bile helal sayan Şeyh Said’in heykellerini dikmeyi namus borcu belliyorlar.

Şimdi bu gerici ideolojinin üstünü kapatmışlar;
Alevilere HDP ve Selahattin Demirtaş üstünden şirin göstermeye çalışıyorlar.

KESTİĞİNİ YEMEDİLER

Bu anlatacağımı Tunceli halkı iyi bilir            :

HDP’lilerin heykelini diktiği Şeyh Said, Cumhuriyet rejimine isyan etmeden önce üç adamını Tunceli’nin o zamanki en güçlü derebeyi olan Seyit Rıza’ya yolladı.
Bu elçiler; Seyit Rıza’yı da isyana katılmaya davet ettiler. Seyit Rıza, bunlarla konuşup anlaştı ve misafirlerine koyun kestirip sofra çıkardı. Ama Şeyh Said’in adamları gelen yemeklere ellerini sürmediler; izin isteyip gittiler.

O gizli toplantıdaki aşiret reisleri bu duruma içerlediler.
“Bunlar bizim kestiğimizi yemediklerine göre yarın öbür gün başımıza gör ki ne işler açarlar!” deyip Şeyh Sait ayaklanmasına katılmaktan vazgeçtiler.

İşte HDP; “Alevilerin kestiği yenmez!” diyenlerin heykelini dikiyor.

GEZİDE NEREDEYDİLER?

AKP’nin ağır zulmüne ve ülkeyi geriye götürmesine tepki olarak dalga dalga yayılan
Gezi eylemleri sırasında HDP neredeydi?
Şu devrimci Selahattin Demirtaş, gezi eylemlerini darbecilerin işi göstermedi mi?
“Buradan bir darbe çıkarmak isteyenlerle birlikte olmayız biz..” diyerek
tam Tayyip Erdoğan ağzı ile konuşmadı mı? Bu sözü ile, Gezi eylemlerinde ölen
Alevi gençlerini açıkça karalamadı mı? Böyle bir politikacı aldığı Alevi oylarını yarın
Tayyip Erdoğan’ın saltanatı için kullanırsa kim engelleyebilir ki?

Peki bu HDP Tayyip Erdoğan’ın mezhepçi politikasına, Alevileri hedef göstermesine
bir tepki verdi mi?

Alevilerde kaç-göç, yani kadın-erkek ayrımı yoktur.
İyi de bu HDP; kadınların cariyeleştirildiği şu sürece tek eleştiri getiriyor mu?

Okullarda tek mezhepçi eğitime hiç eleştiri getirdi mi HDP?
Devrimlerin temel hedefi olan laik düzene ve laik eğitime sahip çıkıyor mu?

Cumhuriyeti hep kötülerken Alevileri kılıçtan geçiren Osmanlı dönemine neden tek laf etmiyor bu HDP ve devrimci (!) Selahattin?

ABD emrindeki medyanın propagandası boşunadır…

Osmanlı zulmünden kurtularak eşit vatandaş olmasını
Kemal Atatürk’e ve Cumhuriyet rejimine borçlu olduğunu iyi bilen Aleviler

bu iki temel değere kökten düşman olan HDP’ye asla oy vermeyecektir.

==================================

Dostlar,

Sayın Rıza Zelyut‘un yukarıda yazdıklarını bütünüyle paylaşıyoruz..

Barış, kardeşlik, AYDINLANMA, eşitlik, özgürlük, ATATÜRK DEVRİMLERİ IŞIĞINDA insanca bir yaşam bu topraklarda yaşayan herkesin vazgeçilmez temel hakkıdır.

İnsanlar arasında hiçbir ayrımcılık yapılmasın istiyoruz..

Emperyalizmi lanetliyor ve asla ona alet olmamak için çoook ama çok özenli olmaya çağırıyoruz insanlarımızı, yöneticilerimizi..

Sevgi ve saygı ile.
02 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

21 Mart Yeni Bahar Bayramı Kutlaması…

21 Mart Yeni Bahar Bayramı Kutlaması…

Dostlar,

Bu gün 21 Mart..
3. Cemre havaya düştü ve İlkyaz (Bahar) mevsimine girdik.
Gece ve gündüz zaman bakımından eşit oldu (Ekinoks durumu) .
21 Haziranda en uzun gün ışığı süresi yaşanacak ve Yaza girilecek.
21 Eylül’de yine Ekinoks durumu gerçekleşecek ve gece – gündüz süre bakımından
2. kez eşit olacak.
21 Aralık’ta ise en kısa gün ışığı süresi, en uzun gece gerçekleşecek, kışa gireceğiz.

Tüm bunlar, Kilise’nin uydurduğu gibi Dünya düz tepsi gibi olmadığından kaynaklanıyor.
Ya da öküzün boynuzlarındaki Dünyanın hüneri de değil..
Hani şu öküz kafayı salladığında deprem olan Ortaçağın dünyası..
Ortaçağ ve Skolastik düşünce karanlığı gerilerde kaldı.

Bu AYDINLANMA’yı akla ve deneysel – gözlemsel bilime borçluyuz.
Aristo’nun metafiziğini aşarak evrenin gerçeğini “derin derin” (!) düşünmeyle
(Tavukları kuluçkaya oturmasını çağrıştırıyor bize… oysa keramet sabit ısıda yumurtaları tutmak! Günümüzde kuluçka makinelerinde yapılıyor bu inkübasyon işi..)
bulunamayacağını savlayan Galile’ye, Kopernik’e, Batlamyus’a, Bruno’ya vd. ne borçluyuz.

Tüm insanlığın Bahar Bayramı kutlu olsun..

Bu vesile ile Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamız nefis bir sunu yollamış.
Kendisine teşekkür ederiz..
Seyrine doyum olmayan doğa manzaraları ve eşlik eden müzik..
Kendi akışında izlemeli..

Lüfen tıklar mısınız???

Baharda_ciçekler_æ_21.3.15

Sevgi ve saygıyla.
21.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Rennan Hoca’ya yazalım… 113. Sessiz Çığlık eyleminde söylediklerimiz


Rennan Hoca’ya yazalım…
Kart gönderelim..

113. Sessiz Çığlık Eyleminde Söylediklerimiz YouTube’da..

son_ders_27.11.14


Dostlar,

Artık gerçekten “pek ünlü” olan Saygın ve yürekli bilim insanı
Prof. Dr. Rennan Pekünlü,
dün, 28.11.2014 günü Foça açık cezaevinde 2 yıl 1 aylık “cezasını” (!?) çekmeye başladı..

Aydınlık insanlar O’na eşlik ettiler..
Adeta bir “şenlik” havasında, insanlık tarihine not düşecek bir “Ders” ten sonra
O’nu Foça Cezaevi‘ne dek geçirdiler..

Rennan hoca bir kez da Evrim’i, Evren’in oluşumunu, gökyapıyı anlattı Türkiye’nin
pek çok yöresinden gelen dostlarına..

Yakın dostu, Ege Üniv. öğretim üyelerinden ve TÜMÖD İzmir Şubesi Başkanı
Sn. Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, 2 yılı aşkın bir zamandır vargücüyle olayı
Türkiye’ye duyurdu ve kamuoyu oluşturdu, Rennan hocaya destek verdi..

Yorulmadı… Şimdi ise “Hapiste” Rennan hocaya arka vermeyi sürdürüyor..

O’na yazmamızı, destek iletileri yollamamızı istiyor..

Ne denli yerinde ve insan duyarlığı ile dolu bir istem ve girişim..

Tam da zamanı.. Rennan hoca çoook güçlü, her devrimci gibi..
Kendini, Yüce ATATÜRK’ün Bursa Söylevi’nin gereğini doğrudan yapmak ile yükümlü sayacak ve gereğini yapacak denli güçlü ve öncü, örnek..

O görevini yaptı..

Şimdi bizler O’na hiç olmazsa iletilerimizle omuz vermeliyiz.

İlk günler önemlidir, uyum sağlayana dek hoca depresyona girmesin..
Ne de olsa insanoğludur ve de bir hekim olarak söyleyelim;
DEPRESYON BİR İNSANLIK HAKKIDIR..

Posta Adresi    : Foça Açık Tarım Ceza İnfaz Kurumu
Yenibağarası Foça İzmir, 35680 Foça / İzmir
TEL: 0 232 827 10 02
FAKS: 0 232 827 10 01
CEP : 0506 600 62 54
FOÇA AÇIK CEZA EVİ WEB SAYFASI
http://www.focaacik.adalet.gov.tr/

Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
TÜMÖD İzmir Şb. Başk.
e-mail: kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473
************Meslektaşımız Dr. Aytekin Ertuğrul şu notu paylaşıyor :

  • “Prof. Dr. Rennan Pekünlü Türk Milletinin 1071 den bu yana Anadolu’da dahili ve harici bedhahlara karşı verdiği olum kalım savaşlarının onurlu en son gazilerinden biridir. Şahsi menfaatlarını müstevlilerin siyasi emelleri ile birleştirme gafletinde olmayan Tüm Türk milletinin gönlündeki yerini almıştır…”
Bu gün (29.11.14) biz de 113. SESSİZ ÇIĞLIK Eyleminde Ankara’da konuyu işledik.
Video kaydını YouTube’a şu dakikalarda yüklüyoruz..21. yy’ın Galileo Galilei’sini yarattı AKP iktidarı akıl dışı yönetimiyle.Rennan hoca kendi deyimiyle “hiç teslim olmadı” ki!
4,5 aylığına hapse girdi..
Çıkacak ve kaldığı yerden ANADOLU AYDINLANMASI‘na çok değerli katkılarını sürdürecek.Tarih boyunca olduğu gibi gene AYDINLANMA kazanacak..

Karanlıkların yaratıcısı yarasalar hesap verecek / tarihin derinliklerinde
çürüyüp gidecekler.. Adları bile anımsanmayacak ya da lanetle – nefretle anılacaklar..

İnsanlık, insan aklı iyice “olgunlaşana” de bilmeyiz kaç vakit daha,
şiddeti giderek azalacak da olsa, benzer acıları çekmeye devam edeceğiz..

Elbette dayanacak ve yaşamı daha onurlu, daha barışçı, daha adil…
bir düzene dönüştürmeyi sürdüreceğiz.. Akıl ve bilimle, örgütlü toplumla..

Aydın sorumluluğu tam da bu değil mi??

113. Sessiz Çığlık eyleminde bu bağlamda söylediklerimizi izlemek için
lütfen tıklar mısını?? http://youtu.be/JTY2goA4xFY (yaklaşık 8 dakika)

Sevgi ve saygıyla.
29.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

HALKÇI – DEVRİMCİ ÖNDERİMİZ ATATÜRK’Ü SAYGIYLA ANIYORUZ!

 

HALKÇI – DEVRİMCİ ÖNDERİMİZ ATATÜRK’Ü SAYGIYLA ANIYORUZ!

..Kalpaklı ve papyonlu

Laik cumhuriyetimizin kurucusu, devrimlerin yapıcısı önderimiz
Mustafa Kemal Atatürk’ü,
aramızdan ayrılışının 76. yılında özlemle, saygıyla anıyoruz.

Ülkemiz kıldan ince bir köprüden geçiyor. Mustafa Kemal Paşa, 1920’lerde
bugünü görmüş, 1927 Ekiminde ulusa seslendiği Söylev’de şöyle demişti:

“Baylar, bizim yüzümüz her zaman ak ve temizdi, her zaman da ak ve temiz kalacaktır. Yüzü çirkin ve gönlü çirkinliklerle dolu olanlar, bizim yurtseverce, insanca ve namusluca davranışlarımızı, bayağı ve çirkin tutkuları yüzünden,
çirkin göstermeye kalkışanlardır. (…) Siyasa alanında birçok oyunlar görülüyor. Ama kutsal bir ülkünün belirtisi olan Cumhuriyet yönetimine karşı,
çağ­daşlaşmaya karşı bilisizlik, bağnazlık ve her türlü düşmanlık ayağa kalktığı zaman; özellikle ilerici ve cumhuriyetçi olanla­rın yeri, gerçek ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır; yok­sa gericilerin umut ve çalışma kaynağı olan yer değil.”

Mustafa Kemal Paşa, kendi halkına, bütün ezilen uluslara örnek olmuş
bir önderdir. Yıllar yılı, “Atatürk tabu değildir” masalına tutunanlar,
O’nu “tabulaştırarak” unutturmaya çalıştılar. “Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyerek “tabulaştırma” eylemini kökleştirdiler. Devrimleri eğitimle içselleştirmek yerine yasalarla koruma altına aldılar. Atatürk’ü tartışma konusu yapmayı “demokratik hak” saydıkları için O’nun yaptıklarından çok, devlet kurucusu olarak “yanlışını, yanılgısını” bulmaya; özel yaşamında “ayıp” aramaya giriştiler.
Kurtuluş Savaşını, nedenlerini ve nasıl kazanıldığını, halkın direnişini
göz ardı ederek, şehitlerin anısına saygısızlık yaparak, savaşa karşı çıkan, savaştan kaçan, yayılmacıyla işbirliğinden utanmayanların yalanlarıyla
yakın tarihi kirleten söz ve eylemlere hız verdiler. Amaç, ulusun gözünden
Mustafa Kemal Atatürk’ü düşürmek, Türk Devriminin içini boşaltmaktı.
Her türlü yalana dolana karşın başarılı olamadılar; olamayacaklar!

Bugün ülkenin ve ulusun genel görünümü, Mustafa Kemal’in
Samsun’a çıktığı günleri anımsatmaktadır; ulus yoksul ve yorgun durumdadır.
“Yurtta barış – dünyada barış” ilkemiz ve laiklik yara almıştır.
Ülkenin bir yanında ateşler yanmakta; her yanında emekçiler can vermekte; kadınlar toplumsal yaşamın dışına itilmekte; eğitim ve yargı dinselleşmekte;
söz ve eylemi yeşerenler, yeşil alanları karartmakta;
gençlerin geleceğe ilişkin umutları köreltilmektedir.

Atatürk, Avrupa’da eli kanlı diktatörlerin, halkın sırtından lüks içinde yaşayan krallıkların egemen olduğu bir dönemde, “halk egemenliği”ni kuran bir devrimcidir; gerçek bir devlet adamı, namuslu bir aydındır. Yüzü yaşarken “tertemiz”di; sonsuza dek “ak ve temiz” kalacaktır. Ulusa hiçbir zaman
yalan söylememiş, arkasında en küçük bir “yolsuzluk, haksızlık” lekesi bırakmamıştır. “Yüzü çirkin ve gönlü çirkinliklerle dolu olanlar” onun,
“yurtseverce, insanca ve namusluca” 
yaptıklarını,“bayağı ve çirkin tutkuları yüzünden, çirkin göstermeye kalkışanlardır.”

Bizim yerimiz, bugün de yarın da ulusumuz için“yurtseverce, insanca ve namusluca” çalışan devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün yanıdır;
yönümüz, O’nun gösterdiği gibi ussal, bilimsel, sanatsal olanla
Aydınlanmadır!

Sevgi Özel
Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
10 Kasım 2014, Ankara

Prof.Dr. İzzettin Önder : “Dinsel referans” eleştirisine yanıtımdır


Dostlar
,

Prof. İzzettin Önder hoca (Robert Kolej mezunu), İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü öğretim üyesi idi ve yakın yıllarda emekli oldu (2007). Türkiye’nin yetiştirdiği en nitelikli ve yurtsever aydınlardan biridir.
Yıllarca Cumhuriyet‘teki köşesinde bizleri eğitmiştir.

Türk Tabipleri Birliği’nin Prof. Dr. Nusret Fişek adına verdiği “BİLİM ÖDÜLÜ” ne yaraşır bulunmuştur (2005; belleğimiz bizi yanıltmıyor ise biz de jüri üyesiydik..).

Yıllar önce, “Faiz dışı fazla” kavramını sorduğumuz birkaç iktisatçıdan doyurucu yanıt alamamış (bizim kabahatimiz elbette!), ancak İzzetin hocadan bir çember üzerinde çizimle ne olduğunu kavramıştık. Ülkenin bütçesinden öncelikle borçlarının faizi ayrılacaktı. Kalan bölümden de taştan kan çıkarırcasına tasarruf (!?) edilecek ve borçların takvimlenen bir bölüm ana parası da ödencekti. 2014 bütçesi için bu rakamlar biraz çaba ile bulunabilir ve iktisadi durumumuzun gerçekte ne denli ürkünç (vahim) olduğu görülebilir. Biz yıllarca bu rakamları da vererek konferanslarımızda halkımızı aydınlatmaya çabaladık. “Devlet büyük, küçültülsün..” diyen gafil ve sapkınlara,
hatta kimi hainlere, bu 2 kalemi düştükten sonra devletin bütçesiyle denetlediği fonların
ulusal gelirin 1/4’ünü bile bulamadığını açıkladık. Oysa OECD ülkeleri için bu oran ortalama %45-46 dolayında idi. Türkiye’de ise hemen hemen yarısı.. Bu çarpıcı gerçeği bilmeden iktisatçı olunabilir mi? Ekonomi yazarlığı yapılabilir mi??

Prof. İzzettin Önder’in aşağıdaki yazısı da tam bir beyefendilik ve derinlikli bir entellektüellik örneğidir.

(http://www.odatv.com/n.php?msg=commentsaved&n=ne-akp-ne-cemaat-hicbirine-hakkimi-helal-etmiyorum-2707141200)

İyi ki varsınız Prof. İzzettin Önder hocamız..

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

===================================================

“Dinsel referans” eleştirisine yanıtımdır  

portresi

 

 

Prof.Dr. İzzettin Önder
Odatv.com, 13.7.14

 

Geçen haftaki “Helal Etmiyorum” başlıklı yazıma bir dosttan, dini referanslar kullandığım iddiası ile fevkalade nazik ifadeler de içeren, bir itiraz geldi. Bu dostu, tatilde olduğumdan teşekkürlerimle ancak kısa olarak yanıtlayabildim. Ancak, hem yanıtımı biraz daha genişletebilmek, hem de itirazı ve yanıtımı diğer dostlarla da paylaşabilmek için bugün yukarıdaki başlıkla bir yazı yazmaya karar verdim. İtiraza konu olan
“Helal Etmiyorum” başlıklı son yazımı, sanırım, burada tekrarlamaya gerek olmadan, doğrudan yanıtıma geçeceğim.                                                                
 
Medya bir iletişim aracı olması hasebiyle, tüm kesimlere hitap edebilmeli, tüm kesimlere ulaşabilmelidir, diye düşünürüm. Böylece, toplum kesimleri arasında fikir alış verişi olur ve bu yolla toplumun parçalara ayrışması ve kutuplaşması önlenebilir. Bunun anlamı,
her fikre eğilmek değil, fakat her fikirdeki insanlarla iletişim kurmaya hazır olmaktır. Bunun aksi tam da AKP zihniyetinin yapmaya çalıştığının bir benzeridir. Farklı kesimlerle iletişime girmeyi reddetmek, bir anlamda onları baskılamakla eş anlamlıdır. Belki de bundan dolayıdır ki, İdris Küçükömer hocanın “Düzenin Yabancılaşması” adlı eserinin çarpıtılarak, bir solcu öğretim üyesinin hangi siyasi grubu sol hangisini sağ olarak nitelediğini yalan-yanlış anlatımlarla toplumun zehirlediğine tanık olmaktayız.

 
Toplumun bir tanımı da kültür(ler) yığını olduğudur. Bir grubun başka bir grupla temas kurması kültürlerin barikatlar olarak kullanılmaması koşuluna bağlıdır. Kültürler barikatlaştıkça toplumlar zıtlaşma ve/veya parçalanma yaşar, bir kesim, diğerini ezer, toplumsal sembiyotik yaşam gerçekleşemez. Bu bağlamda bir noktayı aydınlığa kavuşturmalıyım. “Başörtüsü” sözcüğüne yüklenen anlamla başörtüsüne bu mantıkla karşıyım. Şöyle ki; başörtüsü kavramı, kafaya koyulan eşarp vb. gibi örtü anlamında olmayıp, beynin düşünce kanallarının önündeki engel olarak alındığında, fikirlerin engellenmesi yaşanacağından buna karşı olmak gerekir, diye düşünmekteyim. Beyni baskı altına alan böylesi yasaklayıcı ideoloji, kendisine dogma olarak aşılanan fikirler dışında hiçbir farklı düşünceye açık olamaz. Bu ideolojiye karşı olmalıyız, çünkü bu yöntemle emre itaate hazır kurşun askerler yetiştirilir; bunlar tüm mekanik becerilere sahip olabilmekle beraber, ruhu olmayan askerlerdir!    
 
BİR SİLAHA KARŞI AYNI SİLAHLA MUKABELE EDİLİR    
 
Evet, son yazımın dinsel referans içerdiği iddia edilebilir. Ama biraz dikkatlice okununca, yazıda ele alınan konu dinsel tema ile teğette tutulurken, aslında Aydınlanma ve kişisel sorumluluklara ağırlık verilmiş olduğu görülür. Bir silaha karşı aynı silahla mukabele edilir. Erdoğan devamlı olarak dinsel referanslarla yolunu açmaya çalışırken, yaptığının yanlış olduğu kendi referansları ile anlatılmalı, diye düşünürüm. Bunun da ötesinde, hak ihlali konusu salt dini referans olarak görülmemelidir. Liberalizmin ana kurucularından John Locke, daha 17. yüzyılda bu konuyu piyasa adaleti temelinde incelemiştir. Günümüzde AKP kadrolarının üst kademesi “insan hakkı” yiyerek dünyalığını yaparken, belediye kademelerinde alt-orta kademe elemanları ise, muhtemelen henüz gereği kadar kapitalistleşmemiş ve gözü açılmamış olduğundan olacak, insan hakkı yemiş olmamak için vatandaşa bire-bir hizmette kusur etmemeye çalışmakta ve maalesef, AKP buradan oldukça paye almaktadır.        
 
Yazımdan iki pasaj alarak, hafızamızı tekrar yenilersek, yazının salt dinsel içerikli olmadığı (kaldı ki, akademik anlamda olabilirdi de!) ve işi “vicdan” a bağlayarak,
dinsel söylemle halkı kandırmaya çalışmada dahi nasıl ciddi hata işlendiğini
anlatmaya çalıştığımı göstermek isterim.          

 
Helallik siyasi bir manevra aracı değildir; ciddi bir hesaplaşmadır: Bu hesaplaşmada, karşıtlarla olduğu kadar, hatta ondan da öte, insanın kendi vicdan ve kutsal duyguları ile yapılır. Acaba topluma saçılan bunca usulsüzlük ve telefon konuşmalarının vicdani ve duygusal hesaplaşması nasıl yapılabilir? Hak ihlalini bu denli sık gündeme getirmenin tek mantıklı açıklaması, vicdanların kaynıyor olması ve derin korku ve dehşet algılamasıdır: İktidardan düşersek başımıza ne gelir?”         
 
Vicdan kaynaması ancak tek şekilde sonlandırılır. Bir insanın, kim olursa olsun,
ister cumhurbaşkanı, ister başbakan vicdanını rahatlatmanın tek yolu 
YARGIYA GİTMEKTİR! Yargıyı çeşitli siyasi oyunlarla atlatmak ya da yargıyı vicdanından soyutlamak belki o insana zaman kazandırır, ama vicdanı cehenneme sokar.”      
 
Toplumda sembiyotik yaşam koşulu karşılıklı saygı ve anlayıştır. Ancak bu yöntemle, laiklik ve herkesin duygu ve inancına göre yaşama koşulları garantiye alınmış olabilir.
Bu anlayışta din olgusu, ne farklı çıkar sınıflarından oluşan toplum kesimlerini Thomas H. Marshall’ın 
“yurttaşlık” bilinci benzeri dokusal yapı içinde birleştiren, ne de Marksist yaklaşımda verildiği şekliyle bireylere ve toplumlara narkoz olarak aşılanan bir ideolojik doku olarak değil, daha çok Carl G. Jung’un “Psikoloji ve Din” başlıklı kitabında anlatımı çerçevesinde yorumlanarak ele alınmıştır. Umuyorum değerli eleştirel dostumuzu ve muhtemel diğer eleştirel yaklaşım yapan dostları tatmin edebilmişimdir.

Sivas Katliamı 21. Yılını Doldurdu..


Sivas Katliamı 21. Yılını Doldurdu..

Unutmadım, Unutmayacağım!

Dostlar,

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uzun yıllar birlikte çalışmaktan büyük keyif aldığımız meslektaşımız Sn. Prof. Dr. Muzaffer ESKİOCAK,
aşağıdaki kısa iletisini paylaşıyor..

Biz de çağrışımlarımızı koyalım:

********

Muzaffer kardeşim

Bu gün, Sivas – Madımak’ın yangınıyla içim kavruluyor..
HASUDER ortamındaki iletin için sağolasın..

Benzerlerinin “asla ve kat’a” olmayacağı bir kurumsal yapılaşmayı çok büyük bir hızla inşa etmek zorundayız. Tek 1 “Can” ı bile kurban vermeye zerre dayancımız kalmadı!

Ne ki, değişik ölçekte Madımak “provaları” bile yapılmakta ülkemizin değişik yerlerinde..

Çorum ve Maraş’ta kurbanlar Sivas – Madımak’ın belki 3-15 katına varıyordu sayıca..

Onların hemen ardından “caydırıcı yapılanma” sağlansaydı,
Sivas ve biraz daha küçük ardılları yaşanır mıydı?


Hıristiyan Avrupa’sının Engizisyon Ortaçağı‘nı Türkiye’de
(ve tüm Müslüman coğrafyada!) ha-la yaşamak ne acı!

Demek oluyor ki, AYDINLAR olarak daha yapacak çoooook işlerimiz var çok..İnsanı insanlaştırmak : AYDINLANMA Devrimi..

  • Egemenliğin kaynağını sözde gökten “Yer” e indirip
    asıl sahibi “İnsan” a vermek..

AYDINLANMA‘nın ruh-u revanı ve devrimlerin en büyüğü, en şanlısı, en görkemlisi
ve en özlenesi..

DEVRİMLERİN DEVRİMİ, Devrimlerin Şahı!

  • Aklı kör inançtan, bilimi de bağnaz dinden özgürleştirmek..
Özlemimizdir, her nefes alıp verişimizin gerçek amacıdır.
Yüreğimizin dinmeyen yangınıyla..

Sevgi ve saygı ile.
02 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================================

Sivas Katliamı 21. Yılını Doldurdu..
Unutmadım, Unutmayacağım!

portresi

 

Dr. Muzaffer Eskiocak

 

 

Sivas Davası düştü!

Sivas’ta, 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nin yakılması ve 37 kişinin ölümüne ilişkin ana davadan dosyaları ayrılan 7 sanık hakkındaki davanın, 2 sanık yönünden ölmeleri, 5 sanık yönünden ise zaman aşımı nedeniyle düşürülmesine karar verildi.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada, avukatların
son söylemlerinin dinlenmesinin ardından karar açıklandı.

Mahkeme, sanıklar Cafer Erçakmak ve Yılmaz Bağ‘ın ölmeleri; Şevket Erdoğan,
Köksal Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca ve Necmi Karaömeroğlu yönünden ise zaman aşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesine karar verdi.

Başbakan Erdoğan                       :

Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyorlar…
Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı.

Bilemiyorum tabii onlar da var…”