Etiket arşivi: Prof. Dr. Rennan Pekünlü

UĞURSUZ ÜNİVERSİTE

UĞURSUZ ÜNİVERSİTE  (*)

portresi

 

Suay Karaman

 

 

Değerli katılımcılar,

Adalet ve Demokrasi Haftası olarak adlandırılan 24-31 Ocak arasında başta Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy olmak üzere yitirdiğimiz tüm yurtsever aydınlarımızı anmaktayız. Yitirdiğimiz tüm değerlerin ışıklar içinde yatarak, bizleri aydınlattığı inancıyla hepinizi dostlukla selamlayarak sözlerime başlıyorum.

Cumhuriyet yönetimi, eski tüzükle yönetilen Darülfünun’u Cumhuriyet Devrimlerine uygun bir şekle getirerek, 1 Nisan 1924’te 493 sayılı yasayla İstanbul Darülfünunu’nu kurmuştur. Genç Cumhuriyet yöneticileri, Darülfünun’dan çok şey beklemişler ancak beklediklerini bulamamışlardır. İstanbul Darülfünunu, genç cumhuriyet aydınlanmacılarının beklediği iyileşmeye, gelişmeye ve ilerlemeye ulaşamadığı gibi, yapılan pek çok devrime ya sessiz kalmış ya da karşı çıkmıştır. İşte uğursuz üniversite böylece ortaya çıkmaya başlamıştır.

Bu yüzden eğitim alanında köklü değişiklikler yapılarak, 1 Ağustos 1933’te İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. 1933 Üniversite Devrimi ile yeniden kurulan üniversite, özerk bir yapıya kavuşmamasına karşın belirli dönemlerde atılımlar yaparak, bilimsel niteliğini ve devrimci çizgisini yükseltmiştir.

18 Haziran 1946’da 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkarılarak, üniversiteler hem bilimsel, hem de yönetsel özerkliğe kavuşmuş ve yönetimde katılımcılık ilkesi getirilmiştir. 27 Mayıs 1960 Devriminden sonra 28 Ekim 1960’ta çıkarılan 115 sayılı yasa ile 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu’nun bazı maddeleri özerkliği genişletici şekilde değiştirilerek, katılımcı yönetimi ve demokratikleşmeyi artırıcı nitelikler sağlanmıştır. Üniversitelerin özerk oluşları da, ilk kez 1961 Anayasası’nın 120. maddesinde açık ve net biçimde yazılarak güvence altına alınmıştır. 12 Mart 1971 muhtırasının ardından 7 Temmuz 1973’te, hem antidemokratik, hem demokratik hükümler içeren 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkarılmıştır. Antidemokratik hükümler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilince, önceki yasalara göre en özgürlükçü yasa konumuna gelmiştir.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra 6 Kasım 1981 tarihli 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu (YÖK) çıkarılmıştır. Bu yasa, Ocak 1981’de Şili’deki faşist cuntanın çıkardığı yasanın kötü bir kopyasıdır. Bu yasayla çağdaş, demokrat ve özerk üniversite yok edilmiştir. Üniversitelerimiz 35 yıldır bu yasayla yönetilerek, uğursuz üniversiteye kalıcı geçiş sağlanmıştır. Bu YÖK dönemini uğursuz üniversite olarak anmak yanlış sayılmaz. YÖK yasasıyla birlikte üniversitelerde toplu tasfiyeler başlamış, akademisyenler susturulmuş, öğrencilere disiplin cezaları verilmiştir. Özerklik tümden ortadan kaldırılmış, yöneticiler atamayla gelmiştir. Üniversite harçları artırılmış ve eğitimin özelleştirilmesinin yolu açılmıştır. Şimdi bu uğursuzlukların bazılarını yakından görelim.

YÖK’ün kurucusu ve 1981-92 arasında on bir yıl YÖK Başkanı olarak görev yapan Prof. Dr. İhsan Doğramacı döneminde üniversiteler açık açık doğranmıştır ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası gerekçe gösterilerek yüzlerce ilerici akademisyenin görevine son verilmiştir. İhsan Doğramacı, üniversitelerden özgür düşünceyi kovmak için pek çok şey yapmış, bilimden ve aydınlanmadan yana olan her şeye savaş açmıştır. İstediği kişilerin, sahte jüri kurarak doçent olmasını bile sağlamıştır. Bir devlet kurumunun başındaki kişi olarak, Bilkent Üniversitesi adıyla ilk özel üniversiteyi kurmuştur. Böylelikle eğitimin piyasalaşması adına önemli bir adım atılmıştır.

Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın ilk basımı 1952’de 14. ve son basımı 2000 yılında yapılan “Annenin Kitabı” başlıklı bir çocuk bakım kitabı bulunmaktadır.  Bu kitabında ABD’li bilim insanı Dr. Benjamin Spock’un (1902-98) ilk baskısı 1946’da yapılan “Çocuk Bakımı ve Eğitimi” (Baby and Child Care) adlı dünyaca ünlü kitabından, kaynak göstermeden alıntılar (aşırma/intihal) yaptığı, ilk kez 29 Kasım 1981 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Uğur Mumcu tarafından yazılmıştı. Bu olayın hukuksal süreci 10 Mayıs 2006 tarihinde Doğramacı lehine sonuçlanmıştır ancak vicdanlarda Doğramacı aklanmamıştır. Bu işin peşini bırakmayan Prof. Dr. Hasan Yazıcı, 15 Nisan 2014’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açtığı davayı kazandı ve İhsan Doğramacı’nın aşırma (intihal) yaptığına karar verildi. İşte böyle bir kişinin üniversitelerin başına geçmesi, uğursuzluk olarak değerlendirilmelidir. Bu olaydan cesaret alarak, günümüzde de birçok akademisyen aşırma yapmaktadır ve uğursuz üniversitede artık aşırma olağan sayılmaktadır.

Gericiliğe ve tarikatlara bırakılan üniversitelerde imamların da içinde olduğu bazı gruplar, etkinliklere katılmaya başlamıştır. 1994’te Erciyes Üniversitesi’nin açılışını Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz yapmış ve şunları söylemişti: “İlim ve akıl, dini teyit eder. İlmi öğrenin, yayın; gizleyip günaha girmeyin.” Gelinen bu nokta bilimi ve üniversiteyi derinden yaralamış ve küçük düşürmüştü. Ancak tepki veren olmaması, uğursuz üniversitenin hızla yayılmasını sağlamıştır.

Şimdi sizinle ilginç bir örnek paylaşacağım. 2006 yılında TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Tarih Bölümü’nde Prof. Dr. unvanıyla işe başlayan, Çin Halk Cumhuriyeti, Sincan Uygur özerk bölgesinden gelen Alimcan Ziyai adlı bir kişi aynı zamanda üniversitede rektör danışmanı oldu. Bu unvanlarıyla birçok yerde konferanslar veren bu kişinin, Urumçi Üniversitesi ile yapılan yazışmalar sonucunda, lisans eğitiminin bile olmadığı ortaya çıktı. Bu yüzden TOBB ETÜ Rektörlüğü tarafından 2008 yılında görevine son verildi. Bu kişi daha sonra Nisan 2009’da Gazi Üniversitesi, Yabancı Diller Yüksekokuluna, Eski Çince Eğitimi için Yrd. Doç. kadrosuyla alınmak istendi. Ancak jüride bulunan Çin’in Sincan Uygur özerk bölgesinde doğmuş ve Xinjiang Üniversitesi Tarih Fakültesinden mezun olan Doç. Dr. Varis Çakan, Urumçi Üniversitesi ile yazışarak, Alimcan Ziyai’nin makale ve evraklarının sahte olduğunu ve diploması olmadığını belgeleyerek, geçer not vermedi. Bunun üzerine Doç. Dr. Varis Çakan jüriden çıkartılarak, yerine Konya Selçuk Üniversitesi Türk Dili Bölümünden Yrd. Doç. Dr. başka bir akademisyen atandı. Böylece Alimcan Ziyai, Mart 2010’da Gazi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu Çince bölümünde Yrd. Doç. Dr. olarak göreve başlatıldı, hem de hiçbir belgesi olmadan! Üstelik 2547 sayılı YÖK yasasına göre, profesör olarak atanan bir kişi, başka bir üniversiteye yardımcı doçent olarak atanamazken…

Günümüzde uzmanlık alanının dışında ders veren, bilgisiz ve yetersiz birçok akademisyenlerin olduğu uğursuz üniversitelerde, sahte diplomaların ve unvanların uçuştuğu, merkezi sınavlarda sahteciliklerin yapıldığı, bilimin nasıl film haline getirildiği, tüm değerlerin para ile ölçüldüğü bir ortamda öğrencilerin bilgi ve kültür düzeylerinin en alt düzeylerde yetiştirildiği tüm açıklığıyla görülmektedir. Aile şirketi gibi olan üniversiteler de vardır; ailenin tüm bireyleri aynı üniversitede akademisyen olarak ya da idari kadrolarda görev yapmaktadırlar.

Sabancı Üniversitesi’nde Prof. Dr. Cemil Koçak, velilere verdiği konferansta “Aslında onbaşı bile olamaz” dediği büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk için şunları söylemişti: “Yarbay Mustafa’nın Çanakkale zaferiyle uzak yakın bir ilişkisi yoktur. Zafer; Alman generali Liman von Sanders’e aittir. İstanbul hükümeti ve Alman generali, Yarbay Mustafa’yı 5-10 kişiyi bile yönetmekten aciz bularak gözden uzak kalsın diye Gelibolu’ya göndermiş. Yarbay Mustafa döneminin en yeteneksiz askeriydi. Tesadüfler ve şansı yaver gitmeseydi, emekli olacak, kahve köşelerinde sürünüp gidecekti.” Ülkesinin yakın tarihini bilmeden tarih konferansı vermeye kalkan böyle bir profesör ile bu akademik unvanları böylelerine verenler, uğursuz üniversitenin görüntüsüdür.

Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fikret Adanır, Hamburg’daki bir panelde sözde Ermeni soykırımını kabul ettirmek için tarihimizi ve arşivlerimizi kirleterek, Türkiye’ye, Osmanlı’ya ve Türkler’e iftira kusarak; “Türkler soykırımı yapmasalardı ulus olamazlardı..” gibi gerçek dışı söylemlerde bulunmuştu.

Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bertil Emrah Öder, “Yeni Anayasa’dan Türklük kalkmalı. Anayasa’nın temeli din olmalı” demişti. CHP parti meclisinin eski üyesi ve Anayasa Hazırlık Komisyonu çalışma grubunda olan Bertil Emrah Öder, laiklik kavramının tartışmaya açılmasıyla özgürlükler alanının genişleyeceğini ileri sürmüştü.

Koç Üniversitesi’nin düzenlediği “Öz yönetim nedir?” konulu panelde konuşan HDP milletvekili Sabahat Tuncel, PKK teröristlerinin kazdıkları hendekleri savunarak, bu hendekleri neden kazdıklarını ve bu bölgelerde öz yönetimin nasıl geliştirildiğine ilişkin fikirlerini aktardı.

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ, İnsan Hakları Haftası dolayısıyla düzenlenen paneldeki konuşmasında; “Hendekler yeni mücadele mekanizmalarıdır. Özyönetim öz savunmayla gelir” ifadesini kullanarak, teröristlerin kazdığı hendeklere övgüler yağdırdı. Bu gibi panellerin olduğu uğursuz üniversitelerden ve diğer uğursuz üniversitelerden bazı uğursuz akademisyenler de, yayınladıkları bildirilerle, PKK terör örgütüne desteklerini sunmuşlardır.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı’nın, Tayyip Erdoğan’ın elini öpmek için yerlere kadar eğilmesi, üniversitelerin ortaçağ karanlığındaki medreselere doğru kayarak, uğursuzlaştığını göstermesi açısından önemlidir. Muş, Alpaslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat İnanç; “Düşünebiliyor musunuz, amfide film gösterimleri, tiyatrolar, konserler düzenliyorlar..” diyerek ODTÜ yönetimini hedef alan söylemleri de uğursuz üniversite içinde değerlendirilmelidir.

Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Sarıoğlu’nun, çocuk pornosu arşivlediği ortaya çıkarılmıştı ve bu akademisyenin yabancı dergilerde tek bir yayını olmadan Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üyeliğine atandığı belirlenmişti. Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker’in söylemleri insanın kanını donduracak niteliktedir: “Kadın yüzünü de kapamalı, Kadının evden çıkması caiz değil, Saç boyama caiz değil, Parfümlüye cennet haram, Dekolte giyinen, tahrik eden kadının tecavüze uğraması sürpriz değil.”

Şimdi Diyanet İşleri Başkanı ki kendisi de akademisyendir, uğursuz üniversitelerde bir moda başlattı: her üniversiteye cami yapımı kampanyası. Bilim yuvalarına, ibadet yerleri yapılması için düğmeye basıldı ve uğursuz üniversiteler cami yapma yarışına başladılar. Hatta Ege Üniversitesi kampüsünde cami yapılabilmesi için imar planında değişiklik bile yapıldı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in; “Sekülerizm dinlerden kaynaklanan şiddeti de geride bırakarak dünyayı topyekün bir savaşın içine soktu.” söylemi, aklı örümcek ağıyla sarılmış bir ilahiyat profesörü için normal görülebilir. Aydınlanma Devriminden payını alamayanların bulunduğu uğursuz üniversite, ülkemizi hızla ortaçağ karanlığına sürüklemektedir.

Son günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan insanlıkla, vicdanla, ahlakla bağdaşmayacak açıklamalar gelmektedir. Laik ülkede fetva adı ile topluma yutturulmak istenen bu saçmalıklardan bazıları şunlardır:

  • Nişanlılar el ele tutuşamaz,
  • Müslüman bir kişi Alevi bir kızla evlenemez,
  • Babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir.Ülkemizde 196 kamu ve özel üniversite bulunmaktadır ve içlerinde 86 ilahiyat fakültesi vardır. Bu fakültelerde üç binin üzerinde akademisyen çalışmaktadır. Ama hepsi uğursuz üniversite üyesi olduğu için, bu saçmalıklara seslerini çıkartamamaktadırlar.

Uğur Mumcu’nun 27 Haziran 1975’te Kanıksamak” adlı yazısında “Demokratik bir toplum için en büyük tehlike, yolsuzluklara, karanlık cinayetlere ve haksızlıklara karşı kamuoyunun duyarlığını yitirmesidir. Yaşadığımız olaylar demokrasimiz için bir utanç sayfasının kanlı satırlarıdır. Unutmayalım ki bazı insanlar cinayetlere, haksızlıklara ve yolsuzluklara susarak da katılmış olurlar.” sözlerini anlayamayan uğursuz üniversite ve akademisyenleri ile sorunları aşmak olanaksızdır.

Anayasa Mahkemesi kararlarına göre siyasal İslam’ın simgesi olan türban ile bugün yükseköğretimde derslere girmek yasaktır. Bu konuda Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da, siyasal İslam’ın simgesi olan türbana geçit vermemektedir. Ancak Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Rennan Pekünlü, türbanlı öğrencileri sınıfa almadığı gerekçesiyle açılan davada, iki yıl bir ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Öbür benzer davaları da sürmektedir. Uğursuz üniversite budur işte.

YÖK’ün ağır baskısı sonucunda, üniversite personeli suskun duruma getirilmiştir. Ülkemizde hukuk yok edilirken, hukuk fakültelerinden ses çıkmamaktadır. Sanat katledilirken, güzel sanatlar fakültelerinden ve konservatuvarlardan ses duyulmamaktadır. Buna benzer daha birçok örnek sıralanabilir. Her şeyin para karşılığı olduğu bu uğursuz üniversitelerle, ülkemizin aydınlığa kavuşacağına inananlar, en basit deyimle saftırlar.

Üniversite, gençlere yalnızca bilgi veren yer değil, yaşamda doğru davranış yolunu bulmaya çalıştıran, bunun için de düşünme alışkanlığı veren yerdir. Uğursuz üniversiteler, Uğur Mumcu’nun fikirlerini özümseyen yurtsever akademisyenlerle aydınlanacak, uğurlanacaktır. Bundan hiç kuşkunuz olmamalıdır, Atatürk’ün ilke ve devrimleri yolumuzu aydınlatacaktır. Uğurlu, aydınlık ve çağdaş üniversitelerde buluşmak üzere hepinize saygılarımı sunuyorum.

İlk Kurşun Gazetesi, 1 Şubat 2016.
(*) 23. Adalet ve Demokrasi Haftası çerçevesinde 28 Ocak 2016’da TÜMÖD’ün düzenlediği “Uğur’suz Üniversite ve Gençlik” adlı etkinlik konuşması.

======================================

Dostlar,

23. Adalet ve Demokrasi Haftasını dün kapatmıştık.. Ancak çok değerli dostumuz, düşün ve eylem insanı, 27 Mayıs Devrimcilerinden Suphi Karaman‘ın oğlu Gazi Üniversitesi Öğr. Gör. sevgili Suay Karaman‘ın yukarıdaki yazısını paylaşmadan edemezdik. Bize bu gün ulaştı ve bu çok önemli derlemeyi mutlaka site okurlarımıza sunma gereği duyduk. Bu yazı, tarihçileri açısından önemli bir not düşeüme işlevi de taşıyor. Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD’ün Genel Yazmanı olan Sayın Suay Karaman’a salt yüreklilikle konuşmakla kalmayıp bir de konuşma içeriğini yazılı metne dönüştürdüğü ve yayımlayarak paylaştığı için teşekkür etmeliyiz ve ediyoruz..

Biz de bu sürece yakından tanıklık ettik. 1971’de 4936 sayılı Üniversiteler yasasına göre tıp öğrencisi olduk. 1973’te 1750 sayılı Üniversiteler yasası sürecinde tıp eğitimimizi tamamladık ve asistanlığımızda Ankara’da TÜMAS üyesi olduk.. 12 Eylülcüler 2547 sayılı YÖK düzenini getirdikten sonra (6 Kasım 1981) 1988’de İdari Yargı kararıyla Üniversite’ye atanarak öğretim üyesi olduk.. Sistemle boğuşa boğuşa ilerledik.. Doçentliğimiz de yargı kararıyla alınabildi.. Bu 2 süreci değişik zamanlarda sitemizde yazdık. Doğramacı biz Hacettepe’de öğrenci ve asistan iken rektör idi.. Öğretim üyeliğine başladıktan sonra  da yıllarca YÖK başkanı olarak gene “patronumuz” (!) idi.. Tanık olduğumuz öyle çok olay var ki.. Zaman zaman bu sitede yansıttık. Emekliliğimiz yaklaştı (Kasım 2020) ama özerk – özgür bir üniversitede keyifle çalışamadık. Özgürlük alanımızı, dğerlerimizi bizler yaratmaya, genişletmeye çabaladık hep..

Yitiren ülke ve kuşaklar olmuştur ve giderimi (telafisi) neredeyse olanaksızdır.
Ancak AYDINLANMA kazanacaktır yine de.. Bizler, Mustafa Kemal’in çocukları olarak;

15 Temmuz 1921, Sakarya Savaşı sürerken Ankara’da Maarif Kongresi toplayan Mustafa Kemal Paşa’nın şu yönergesi (direktifi) rehberimiz oldu, olmayı sürdürecek :

  • “Ulusal bir eğitim programından söz ederken, eski devrin bütün hurafelerinden sıyrılmış, Batı’dan ve Doğu’dan gelen yabancı etkilerden uzak ve ulusal yapımızla uyumlu bir kültür kastediyorum.”

    Büyük ATATÜRK‘ün 1 Kasım 1937 TBMM konuşmasındaki sözleri de :

  • “..Büyük Davamız, en uygar ve en kalkınmış Millet olarak varlığımızı yükseltmektir.
    Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde köklü, bir inkilap yapmış olan Büyük Türk Milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa zamanda başarmak için fikir ve hareketi beraber yürütmek zaruriyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı, ancak türeli bir planla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir. Bu nedenle, okuyup yazmak bilmeyen tek vatandaş bırakmamak; memleketinin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanı yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda sağlamak, Kültür Bakanlığının üzerine aldığı ağır zorunluluklardır.

    İşaret ettiğim ilkeleri, Türk Gençliğinin beyin yapısında ve Türk Milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksekokullarımıza düşen başlıca görevdir..”

Sevgi ve saygı ile.
1 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Dr.Rennan PEKÜNLÜ : Berkeley ve Harun Yahya kardeşliği


Berkeley ve Harun Yahya kardeşliği

portresi

 

Prof. Dr.Rennan PEKÜNLÜ
Foça Cezaevi
AYDINLIK 
gazetesi portalı, 8.2.15

 

Subjektif idealizm evreni bir algılar bütünü olarak betimler. Algıları tanrı yaratmıştır.
İnsanın nesnel gerçekliği yoktur; beyinin kendisi bir algıdır. Algılanan dış dünyadaki he rşey tanrı tarafından yaratılmıştır. Algılayan ise ruhtur. Evren denen bütünsel olgu içinde bir olayı
bir başka olayın izlemesi Tanrının istemi doğrultusunda gerçekleşir.
Tanrı sürekli yeni algılar yaratır.

Günümüz Türkiyesinde subjektif idealizm yükselişe geçme çabasında!
Kullandıkları genel yöntem astrolojide ve doğal teolojide kullanılan yöntemdir: bilim alanındaki son bulguları dizgelerine yamayarak, bilimin saygınlığından yararlanmak, bilimsel bulguları tanrının varlığını, iyiliğini ve gücünü kanıtlamada kullanmak, mistisizmi ve okültizmi yaygınlaştırarak kitleleri uyutmak.

SUBJEKTİF İDEALİZME GEÇİT YOK !

Bu felsefede nesnel evrenin gerçekliği yadsınır; özdek yadsınır. Subjektif idealizm evreni
bir algılar bütünü olarak betimler. Algıları tanrı yaratmıştır. İnsanın nesnel gerçekliği yoktur; insanın algılayıcı organı beyindir ama onun da nesnel gerçekliği yoktur. Beyinin kendisi bir algıdır. Algılanan dış dünyadaki her şey tanrı tarafından yaratılmıştır. Algılayan ise ruhtur. Evren denen bütünsel olgu içinde bir olay bir başka olayı izler. Ancak bu olaylar dizisi nedensellik ilkesi bağlamında değil, Tanrının istemi doğrultusunda gerçekleşir. Tanrı sürekli yeni algılar yaratır. Bu açıdan bakıldığında, subjektif idealist dizgede evren “açık” sanılır.
Oysaki yeni algıları sunanlar özgür istençlerinin güdüsüyle etkinliklerde bulunan insanlar değildir, “rahman ve rahim olan tanrıdır”!

Spinoza’dan, Leibniz’den, Berkeley’den, Hume’dan, Avenarius’dan Mach’dan ve biraz da günümüz protestan teologlarından olan Conrad Hyers’den derlenen savlarla oluşturulan
bu eklektik felsefi dizgenin omurgasını Berkeley’in görüşleri oluşturmaktadır. George Berkeley (1685 – 1753) özdeğin varlığını yadsıyan felsefi dizgesiyle ünlüdür. 1734 yılında Cloyne bişopu olan bu filozof – din adamının özdeğin varlığına karşı geliştirdiği savlar,
The Dialogues of Hylas and Philonous adlı kitapta yayınlanmıştır.

BENZERLİK ÖTESİNDE AYNILAR 

Bir 17. – 18. yüzyıl bişopuna görünen “gerçeklerle” Harun Yahya ve Bilim Araştırma Vakfı (BAV) yazarlarına görünen “gerçeklerin” bu denli benzeşmesi oldukça şaşırtıcı.
Harun Yahya ve BAV yazarlarının herbiri sanki “reenkarnasyona” uğramış Berkeley!
İlgili okura, Bertrand Russell’ın Türkçeye de çevrilmiş olan “The History of Western Philosophy” adlı kitabının Berkeley bölümünü okumalarını salık veririm. Berkeley ve
BAV yazarlarının savlarının, benzerliğine demeyeceğim, aynılığına dikkat ediniz!
Bu savların hepsinin yanlışlığı ( fallacies) gösterilmiş, idealist dizgeler yadsınmıştır.
Popper’ın dediği gibi, “Tüm idealist dizgeler kendi kendini çürüten felsefi dizgelerdir”. Okuyucunun, bu antik değeri olan ancak yeniymiş gibi sunulan çürütülmüş felsefi dizgelere karşı savunmasız kalmaması gerekiyor.

BAV bildirilerinin hepsinde, Evrim Kuramı‘na karşı geliştirilen bir sav ön plana çıkmaktadır:

“Bir kuram, hipotez veya varsayım gözlem, deney veya bulgularla kanıtlanmadıkça doğru değildir”. Bu sav biraz düzeltmeyle doğru bir biçem kazanabilir. Kanıt sözcüğü bilim dünyasının değil matematik dünyasının bir sözcüğüdür. Matematik bir bilim dalı değildir. Hem matematiğin hem de bilim dünyasının kullandığı ortak kavramlar vardır; ancak bilim dünyasında matematik dünyasının bir kavramı olan kanıt pek kullanılmaz. Matematikte doğruluğunu kendi içinde barındıran hipotezlerden yola çıkarak bir teoremi kanıtlarsınız ve dosya “kapanır”. “Kapalılık” felsefi anlamda kapalılıktır. Zaman içinde o teoreme yeni aksiyomlar, türetimler girmez;
ondan yeni bilgiler, öngörüler çıkmaz. O teorem, tüm zamanların kusursuz bir yapısıdır artık. Matematiğin kötü ellerde hortlayan ve doğa bilimlerini olumsuz yönde etkileyen yanı da burada, “kusursuzluğunda” yatmaktadır.

KÖLE SAHİBİNİN GÖRÜŞÜ

Yukarıda adı geçen kitapta Bertrand Russell, “Matematik, hem tanrısal ve ‘tam gerçeğe’ olan inancın hem de süper duyusal ve düşünsel dünyaya olan inancın kaynağıdır.”
saptamasını yapıyor. Matematik, usa vurmadaki “kusursuzluğun” duyu organlarımızla algıladığımız cisimlere değil, yalnızca ereksel olana uygulanabileceğini söyler. Bu ilkeden yola çıkanlar, düşüncenin daha asil, düşüncedeki nesnelerin duyu organlarınca algılanan nesnelerden daha gerçek olduğunu savunmaktadırlar. Savundukları görüş platocu düalist görüştür:
Bu evreni ancak salt usa vurma yeteneği gösterebilenler anlayabilir. Bu nedenle bu kişilerin diğerleri üzerine baskı kurmaya hakkı vardır; tıpkı ruhun beden, cennetin Yer, köle sahibinin köle ve tarikat şeyhinin de cemaati üzerinde hakkı ve üstünlüğü olduğu gibi!
Bu görüş, köle sahibinin dünya görüşüdür.

Evet, bir bilim dalı olmayan matematikte doğruluğunu kendi içinde barındıran önermelerden yola çıkılır; bunlara aksiyom denir. Bu önermelerin usa yatkın olmaları, nesnel gerçekliğin herhangi bir öğesiyle örtüşüyor veya benzeşiyor olması gerekmez. Önemli olan öncül ile kanıtın çelişmemesidir. Fizik, kimya, dirimbilim, gökbilim, vb. bilim dallarındaysa, gözlem veya deneylerden türetilen ilk ilkelerden, hipotez veya varsayımlardan yola çıkılır. Bir kuramı oluştururken kullanılan ilk ilkelerin, hipotezlerin gözlemlerden türetilmiş olması istenen
bir durumdur. Ancak özellikle evrenbilim ve parçacık fiziğinde bugün bu ilke ne yazık ki çiğnenmiş, bu iki bilim dalı metafizik öğelerle, hayaletlerle dolmuştur. Aşağıda ayrıntılarıyla değineceğiz.

Bilimde ‘son bilgi’ yok!

Gözlem ve deneylerden türetilmiş olan hipotezler temelinde yükselen kuramlar birçok fiziksel süreci açıklamanın yanı sıra bir dizi öngörülerde de bulunmalıdır. Bu öngörülerin doğruluğunu sınayacak olanlar yine gözlem ve deneylerdir. Gözlem ve/veya deneyler öngörüler doğrultusunda sonuçlar verirse, “kuram kanıtlandı” denmez, “kuram gözlemlerle tutarlıdır” denir. Çünkü yukarıda da değindiğimiz gibi, kanıt sözcüğü felsefi anlamda kapalılığı anlatır.
O alanda “doğruyu” bulmuş olan bilim dalı daha fazla ilerleyemez; “son bilgiye” ulaşmıştır, kapalıdır; yeni bilgilere, olaylara, süreçlere yer yoktur. Hem mantığımız hem sağduyumuz
hem de deneyimlerimiz “son bilgi” saplantısına kapılmanın doğru olmadığını söylüyor.

Evet, evrenin yeni bilgilere, olaylara ve süreçlere “açık” olduğu ilkesi bilimin onadığı bir ilkedir. Bu nedenle bilimsel kuramlar, soyut bir kavram olan “mutlak doğru”ya yaklaştırmalar dizisi olarak alınır. Dizinin bir sonraki öğesi bir öncekinden daha “iyidir”. İyiliği, hem daha çok olayı açıklamasında hem de daha ayrıntılı gözlemlerle tutarlı olmasında yatar.

ESKİ SINANACAK YENİSİ DOĞACAK

“Mutlak doğru”ya giden bir dizinin öğesi olmak, o kuramı kanıtlanmış olarak değil “yanlışlanabilir” olarak betimlememizi dayatır. Bir kuramın yanlışlanabilirliği o kuramın olumsuzluğuna, işe yaramazlığına değil, tam tersine verimliliğine, doğurganlığına işaret eder. Çünkü dizinin en yeni ve en iyi öğesi olan kuram, onu doğuran eskisinin öngörülerinin sınanmasıyla gerçekleşir. Dizinin bir önceki öğesi olan eski kuramın öngörülerinin sınanması için geliştirilen ve yeni teknolojiyle donanmış olan bilimsel aygıtlar yeni süreçlerin, olayların ve ilişkilerin ortaya çıkmasına neden olur. Yeni ilişkiler yeni hipotezlere ve bu hipotezler temelinde yükselen yeni kuramlara götürür. Yanlışlanan kuramın doğurganlığı burada yatar.
Karl Popper’ın geliştirmiş olduğu yanlışlanabilirlik ilkesi materyalist felsefenin yadsımanın yadsıması ilkesini andırmaktadır.

===================================

Dostlar,

“Betz hücrelerine” sağlık Rennan hoca...

Karl Popper Alman kökenli bir ABD’li felsefecidir.
1930’larda “YANLIŞLAMACILIK Kuramı”nı geliştrmiştir.
Buna göre, bir Hipotez, kural olarak, incelenen 2 değişken arasında
(Bağımlı ve Bağımsız değişkenler) bir “bağ-ilişki olmadığı” biçiminde kurulmalıdır.
“Ho Hipotezi” nin Evrensel şablonu;

“2 Değişken ilişkisizdir” biçimindedir.

Hipotez kurulacak, deney – gözlem ile sınanacak ve bir yargıya varılacaktır.
Araştırıcılar, tüm çabalarına karşın bu Ho Hipotezini (Farksızlık Hipotezi)
“Yanlışlayamazlar ise”, çaresiz kaldıklarında,
“Eh ne yapalım, 2 Değişken ilişkiliymiş..” yargısına dolaylı olarak varacaklardır.

Bu yaklaşım, 2 değişken arasında bağ – ilişki kurmaya baştan (a priori) yatkınlığımız nedeniyle bizi bilimsel yanılgıdan (Bias) koruyucu işlev görecektir.

Böylelikle, gerçekte Evren’de (Dünyamızda..) olmayan bir ilişkiyi – bağı incelenen değişkenler üzerinden yanılarak kurma gibi bir hataya “Tip 1 hata, alfa hata)” düşülmemiş olacaktır.

Gerçekte Evren’de, o modelde sınanan 2 değişken arası bağ var ise,
bu da Ho hipotezi reddedildiğinde, Seçenek (Alternatif) hipotez kabul edilerek kanıtlanacaktır. Böylelikle Evren’de gerçekte varolan bir ilişkiyi bilimsel hata ile atlama – yakalayamama yanılgısından da sakınılmış olacaktır (Tip 2 Hata, Beta Hata).

Bu çok değerli katkılar, günümüzde de Çıkarımsal İstatistik’te (Inferential Statistics)
temel akıl yürütme araçları olarak nerdeyse 80 yıldır kullanılagelmektedir.

Felsefe‘nin Matematiğe, İstatistiğe, Bilimsel yöntem ve araçlara paha biçilmez bir katkısıdır.

Karl Popper ve benzeri tüm bilim emekçilerine;
O arada Foça Cezaevinde 27 Kasım 2014’ten bu yana 74 gündür Türban bahanesiyle
laiklik karşıtı gerici anlayışça tutsak alınan Prof. Rennan Pekünlü Hoca’ya
saygı ve sevgi dolu selam olsun.
.

Not : Daha fazla bilgi için

“Well-known, So Called “p” Value / Şu Ünlü “p” Değeri”(http://ahmetsaltik.net/2012/06/01/well-known-so-called-p-value-su-unlu-p-degeri/)

Ve Halk Sağlığı Açısından Temel Biyoistatistik İlke ve Kavramlar
(http://ahmetsaltik.net/?s=Biyoistatistik+Kavram+ve+Ilkeler)

başlıklı dosyalarımızı çağırabilirsiniz.

Sevgi ve saygı ile,
08.02.2015

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Pekünlü Komitesi göreve başladı


Pekünlü Komitesi göreve başladı

Cezaevinde bulunan Prof. Dr. Rennan Pekünlü için İzmir’de akademisyenlerden siyasilere, sanatçılara kadar geniş bir katılımla ‘Rennan Pekünlü Komitesi’ kuruldu.

Pekünlü Komitesi göreve başladı

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’nde öğretim üyesi olduğu dönemde yasaları uygulayıp
türbanlı öğrencileri okula almadığı gerekçesiyle
, ‘eğitim hakkını engellemek’ suçundan
dava açılan Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye, 2 yıl 1 ay hapis cezası verildi. Bu süreçte emekli olan Pekünlü, Yargıtay’ın kararı onamasının ardından Foça Açık Cezaevi’ne girdi. Pekünlü için, akademisyenlerden siyasilere, sanatçılardan, sivil toplum örgütü temsilcilerin bir araya gelmesiyle, “Rennan Pekünlü Komitesi” kuruldu. Pekünlü’nün eşi Belma Pekünlü’nün de destek verdiği komiteyi tanıtmak için basın açıklamasını komite sözcüsü Av. İrfan Koçana yaptı.

Rennan Pekünlü ile birlikte laiklik, hukuk devleti, aydınlanma, bilim ve üniversite kavramlarını da mahkum ettiğini sanan zihniyetle mücadele için komiteyi kurduklarını belirten Koçana,
şöyle konuştu:

Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararlarıyla hareket eden Rennan Pekünlü,
hapis cezası almıştır. Bu dava, son zamanlarda örneklerini sıkça gördüğümüz hukukun ayaklar altına alınmasından birisidir. Pekünlü davasındaki ağır haksızlıkları gündemde tutmak, Pekünlü’nün eyleminin suç olmadığını toplumun geniş kitlelerine anlatmak, Pekünlü davasında, hukuka aykırılıkları uygulayan kişileri ortaya çıkarmak için komiteyi kurduk. Pekünlü davasının takipçisi olacağız. Siyasal iktidar ve yargıya egemen olduğunu düşünen güçler,
tarihin karanlık dönemlerinde olduğu gibi hukuku, yargıyı bir zulüm aracı olarak kullanarak bir yere varabileceklerini, kitleleri sindirebileceklerini zannediyorlarsa büyük bir yanılgı içindedirler. Cezalar bizi korkutmayacaktır.”

Komite dönem sözcülüğüne İzmir Barosu Temsilcisi Av. İrfan Koçana seçildi.
Yürütme kurulu ise şu adlardan oluşuyor;

Rennan Pekünlü’nün Avukatı  M. Fatih Ülkü, TÜMÖD İstanbul Şubesi Başkanı Prof. Dr. Kürşat Yıldız, TGB İzmir İl Başkanı Meltem Ayvalı, Ege Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Can Ceylan, Eğitim-İş İzmir 2 No’lu Şube Başkanı Ömer Lütfi Değirmenci,
Cumhuriyet Kadınları Derneği İzmir Şube Başkanı Zuhal Of, Aydınlık Gazetesi Editörü
Füsun İkikardeş, Bilim ve Ütopya Kooperatifi Başkanı Prof. Dr. Semih Koray, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, TÜMÖD Genel Sekreteri Suay Karaman, İzmir Tabip Odası,
Atatürkçü Düşünce Derneği. (http://www.aydinlikgazete.com/egitim/pekunlu-komitesi-goreve-basladi-h59612.html, 28.12.14)

=====================================

Dostlar,

Çok sevindik bu Kurulun oluşmasına..
Rennan hocanın hapse atılmasını izleyen günlerde, TÜMÖD İzmir Şb. Başkanı ve
Pekünlü hocamızın yakın arkadaşı Sn. Prof. Dr. Kayhan Kantarlı ie telefon görüşmemizde böylesi bir fikri ortaya atmış ve biz de katılmak istediğimizi belirtmiştik…

Her neyse.. arkadaşlar yol almışlar (3 sayın üye ile doğrudan dostluğumuz var…)..
Bize düşen ne görev olursa katkı vermeye hazırız..

27 Aralık 2014 günü TGB (Türkiye Gençlik Birliği) öncülüğünde Güven Park’ta Devrim şehidi
Kubilay’ın katlinin 84. yılında ve Yüce ATATÜRK‘ün Ankara’ya gelişinin 95. yılında
mitingde ve Anıtkabir’e yürürken

  • “Dün Galile bugün Pekünlü; kahrolsun AKP diktatörlüğü”

diye gümbür gümbür ilerliyorduk.. Gazi Mustafa Kemal Bulvarı tarihsel bir gün daha yaşamıştı.

Rennan hocanın kulağına mutlaka gitmiştir..
3,5 ay kaldı şunun şurasında..
Dayan Rennan hoca, bu akıl dışı AKP operasyonu Bumerang gibi sahiplerine dönecek, dönmekte..

Daha güzel bir 2015 diliyoruz sevgili Rennan hocamıza ve ailesine, insanlığa..
Koğuş arkadaşları ile birlikte 2015’i umut ve bilenme ile karşılamasını da bekliyoruz Rennan Pekünlü’den..

YeniYil 2011

Sevgi ve saygıyla.
29.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

PEKÜNLÜ KOMİTESİ İÇİN İLK ADIM ATILDI


PEKÜNLÜ KOMİTESİ İÇİN İLK ADIM ATILDI


Dostlar,

Rennan hoca birkaç gündür Foça cezaevinde “onur hükümlüsü”..
Dilimiz varmıyor söylemeye ama, kimi kez bir musibet bin nasihatten iyi mi?
Rennan hocanın hapis cezası gümbür gümbür geldi..
Gerekli girişimleri yapabildik mi??

Rennan_Pekunlu'ye_destek

Sayın Prof. Kayhan Kantarlı hoca vargücüyle, tek başına bir ordu gibi didindi.
Olmadı.. Tanrılar gazapta idi..

Türkiye’de Sünni İslamın baronları kurban istiyordu ve aldı da!

Fakat hesap bitti mi??
Diyalektik bu mu? Yoksa orta – uzun erimde mi takke düşüp kel görünecek
ve hesap öyle mi görülecek?

Kilise, Ortaçağ’da etmedik zulüm ve rezillik bıraktı mı?
Yüzyıl boyunca çoook kanlı mezhep savaşlarının ardından havlu atıp
seküler – laik devlet düzenine boyun eğmek zorunda kalmadı mı?
Kılıç zoruyla dize getirilip Engizisyon kepazeliğinden soyutlanmadı mı?
Yenilgisi Galileo engizisyonu, Giardano Bruno’nun yakılması, Cennetten tapu satılması sefillikleri ile adım adım örülmedi mi?

Günümüz Batı demokrasilerinin temeli böylece atılmadı mı?

İslam dünyasında farklı mı olacak? Niçin ders almaz ilgilileri?

  • Rennan hocaya yapılanın Post-modern engizisyondan ne farkı var??

Bu utanç, tüm Türkiye dinci fanatiklerinin boynundadır ve Kuran – Muhammet İslamının dışına düşmüşlerdir. Vahhabi kültürü tutsaklığından ve gericiliğinden kurtulamamışlardır.

İnsanların özgürlük ve akla uygunluk istemlerini Sünni – Vahhabi İslam daha ne denli engelleyebilir?? Hangi din akla – vicdana – özgürlüğe karşı olabilir ve direnebilir??

Muhammedin İslamı, İsa’nın Hristiyanlığından 600 yıl kadar sonra..
Olsa olsa bu zaman / faz farkına oynayabilir ülkemizdeki Din tacirleri ve simsarları..

Zaman insanların gönüllerini aydınlatacak ve sözde İslam adına dayatılan tüm hurafeler ve özneleri tarihin çöplüğüne atılacaktır. İslam dini de kaçınılmaz – zorunlu – tarihsel reformunu yaşayarak kutsal mekanlarına çekilecektir.. Direnme bunadır ve nafiledir..

Rennan hoca yalnız değildir ve O’na yapılan yüzkızartıcı insanlık suçu hepimizedir.

PEKÜNLÜ KOMİTESİ İÇİN İLK ADIM ATILDI..

Kurula başarı dileriz.. Elimizden gelen tüm desteği vereceğiz..

Sevgi ve saygı ile.
01 Aralık 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================================

PEKÜNLÜ KOMİTESİ İÇİN İLK ADIM ATILDI

Prof. Dr. Rennan Pekünlü için kitle örgütleri, odalar, sendikalar, öğrenciler,
bilim insanları ve sanatçılar Türkiye çapında seferberlik ilan etti. Rennan Hoca için
İzmir Barosu’nda düzenlenen dayanışma toplantısında komite kurma kararı alındı. Komitenin görevi, Rennan Hocaya düzenlenen tertibi tersine çevirmek.

Bilim ve Ütopya Kooperatifi, TÜMÖD ve TGB’nin çağrısıyla öncüler İzmir Barosu’nda toplandı. Bilim ve Ütopya Kooperatifi Başkanı Prof. Dr. Semih Koray başkanlık yaptı.

Önümüzdeki sürecin görevleri, ülke çapında yürütülecek bir aydınlatma seferberliği ile O’na karşı sahneye konmuş olan tertibin kamuoyunun gözünde açıklığa kavuşturulması, tertibi düzenleyen, uygulayan ve uygulanmasına alet olanların
yargı önüne çıkarılmasının sağlanması olmalıdır. O zaman, Pekünlü’nün kişiliğinde, bilime, lâikliğe ve Atatürk Devrimi’ne kesilmiş olan bu “ceza”nın altında kalan gericiliğin kendisi olacaktır.

Koray konuşmasına,

  • “Rennan Pekünlü’ye verilen ceza, aslında üniversitelere, laikliğe, bilime, Cumhuriyete, Atatürk İlke ve Devrimlerine verilmek istenen cezadır.’
    diyerek başladı.

Aslında komitenin Pekünlü’ye dava açıldığında kurulması gerektiğini, sürecin,
tavır alınmadığında; Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davalarında olduğu gibi,
öbür öğretim üyelerini kapsayacağına dikkat çekti.

Komitenin işlevinin, Rennan Pekünlü’ye tezgah kuranlar ve tezgaha hizmet edenler yargı önüne çıkartılana dek süreceğini belirten Koray, Komite yürütmesinin,
çağrının öbür demokratik kitle örgütlerine yapılması ardından, 15 gün sonra belirleneceğini açıkladı.

Video Haber: http://www.ulusalkanal.com.tr/…/rennan-hoca-icin-bulustular…

TÜMÖD – Suay KARAMAN – Türkiye’yi bu duruma getiren her…

VİDEO HABER:

http://cagdasulusalcizgi.web.tv/video/tumod-suay-karaman-turkiyeyi-bu-duruma-getiren-herkes-sucludur__6vezlskg3fo

SUÇLULAR

http://www.ilk-kursun.com/haber/208354/suay-karaman-suclular/

Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
e-mail: kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473

Rennan Hoca’ya yazalım… 113. Sessiz Çığlık eyleminde söylediklerimiz


Rennan Hoca’ya yazalım…
Kart gönderelim..

113. Sessiz Çığlık Eyleminde Söylediklerimiz YouTube’da..

son_ders_27.11.14


Dostlar,

Artık gerçekten “pek ünlü” olan Saygın ve yürekli bilim insanı
Prof. Dr. Rennan Pekünlü,
dün, 28.11.2014 günü Foça açık cezaevinde 2 yıl 1 aylık “cezasını” (!?) çekmeye başladı..

Aydınlık insanlar O’na eşlik ettiler..
Adeta bir “şenlik” havasında, insanlık tarihine not düşecek bir “Ders” ten sonra
O’nu Foça Cezaevi‘ne dek geçirdiler..

Rennan hoca bir kez da Evrim’i, Evren’in oluşumunu, gökyapıyı anlattı Türkiye’nin
pek çok yöresinden gelen dostlarına..

Yakın dostu, Ege Üniv. öğretim üyelerinden ve TÜMÖD İzmir Şubesi Başkanı
Sn. Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, 2 yılı aşkın bir zamandır vargücüyle olayı
Türkiye’ye duyurdu ve kamuoyu oluşturdu, Rennan hocaya destek verdi..

Yorulmadı… Şimdi ise “Hapiste” Rennan hocaya arka vermeyi sürdürüyor..

O’na yazmamızı, destek iletileri yollamamızı istiyor..

Ne denli yerinde ve insan duyarlığı ile dolu bir istem ve girişim..

Tam da zamanı.. Rennan hoca çoook güçlü, her devrimci gibi..
Kendini, Yüce ATATÜRK’ün Bursa Söylevi’nin gereğini doğrudan yapmak ile yükümlü sayacak ve gereğini yapacak denli güçlü ve öncü, örnek..

O görevini yaptı..

Şimdi bizler O’na hiç olmazsa iletilerimizle omuz vermeliyiz.

İlk günler önemlidir, uyum sağlayana dek hoca depresyona girmesin..
Ne de olsa insanoğludur ve de bir hekim olarak söyleyelim;
DEPRESYON BİR İNSANLIK HAKKIDIR..

Posta Adresi    : Foça Açık Tarım Ceza İnfaz Kurumu
Yenibağarası Foça İzmir, 35680 Foça / İzmir
TEL: 0 232 827 10 02
FAKS: 0 232 827 10 01
CEP : 0506 600 62 54
FOÇA AÇIK CEZA EVİ WEB SAYFASI
http://www.focaacik.adalet.gov.tr/

Prof. Dr. Kayhan KANTARLI
TÜMÖD İzmir Şb. Başk.
e-mail: kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473
************Meslektaşımız Dr. Aytekin Ertuğrul şu notu paylaşıyor :

  • “Prof. Dr. Rennan Pekünlü Türk Milletinin 1071 den bu yana Anadolu’da dahili ve harici bedhahlara karşı verdiği olum kalım savaşlarının onurlu en son gazilerinden biridir. Şahsi menfaatlarını müstevlilerin siyasi emelleri ile birleştirme gafletinde olmayan Tüm Türk milletinin gönlündeki yerini almıştır…”
Bu gün (29.11.14) biz de 113. SESSİZ ÇIĞLIK Eyleminde Ankara’da konuyu işledik.
Video kaydını YouTube’a şu dakikalarda yüklüyoruz..21. yy’ın Galileo Galilei’sini yarattı AKP iktidarı akıl dışı yönetimiyle.Rennan hoca kendi deyimiyle “hiç teslim olmadı” ki!
4,5 aylığına hapse girdi..
Çıkacak ve kaldığı yerden ANADOLU AYDINLANMASI‘na çok değerli katkılarını sürdürecek.Tarih boyunca olduğu gibi gene AYDINLANMA kazanacak..

Karanlıkların yaratıcısı yarasalar hesap verecek / tarihin derinliklerinde
çürüyüp gidecekler.. Adları bile anımsanmayacak ya da lanetle – nefretle anılacaklar..

İnsanlık, insan aklı iyice “olgunlaşana” de bilmeyiz kaç vakit daha,
şiddeti giderek azalacak da olsa, benzer acıları çekmeye devam edeceğiz..

Elbette dayanacak ve yaşamı daha onurlu, daha barışçı, daha adil…
bir düzene dönüştürmeyi sürdüreceğiz.. Akıl ve bilimle, örgütlü toplumla..

Aydın sorumluluğu tam da bu değil mi??

113. Sessiz Çığlık eyleminde bu bağlamda söylediklerimizi izlemek için
lütfen tıklar mısını?? http://youtu.be/JTY2goA4xFY (yaklaşık 8 dakika)

Sevgi ve saygıyla.
29.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Prof. Dr. D. Ali ERCAN : Laikliğin grafiği..


Dostlar,

Değerli bilim insanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan önemli bir çalışmasını paylaştı bizimle..

Laikliğin grafiği..

Az önce uzun uzun “Türkiye’de laikliğin grafiği” ni konuştuk.
Eğimleri (slope) ampirik öngördüğünü düşünmüştük.
Sorduk doğrulamak üzere ama çok şaşırdık; Ali hoca her dönemde eğrinin (trend) eğimini (slope) hesaplamak üzere 2 sayısal ölçüt kullanmıştı!

Hayranlıkla dinlerken bu parametreleri sorduk, yanıtladı :

1. O dönemde açılan İHL sayısı
2. O dönemde çıkarılan laiklik karşıtı yasal düzenlemelerin sayısı..

Gerçekten çok şaşırmıştık.. İlki neyse de 2. ölçüt çok ama çok zaman alacak bir mevzuat kronolojisi ve içerik taraması gerektiriyordu. Uzun sağlıklı – onurlu – üretken ömürler olsun, 74 yaşında, sekretersiz – asistansız bir kıdemli hoca bu çok emekli işi nasıl başardı ki?

Yanıt daha da çarpıcı idi.

Saltık, 1 yansı için gerekli veri toplamak kimi kez birkaç ay alıyor..

O’nu çok iyi anlıyorduk, çünkü biz de benzer durumda idik. Bir yansı hazırlamak,
2 satırlık bir not kimi kez birkaç yüz sayfa (Türkçe – İngilizce) okumayı, internette,
basılı kaynaklar arasında  saatler geçirmeyi gerektiriyordu. Birkaç gün önce
SAĞLIK DÜZEYİ ÖLÇÜTLERİ konulu dersimizin salt güncellemesi 9 saatimizi almıştı (sitemizde yayımladık..)

İleri matematik bilenler hemen değerlendirecektir, Sn. Ercan eğriyi en iyi uyan
(best fitting) kılmak üzere bir de “yumuşatma” (smoothing) işlemi uygulamıştı.
Biz de Hacettepe Tıp ilk sınıfta (İngilizce bağışıklığı sonrası 1971-72) 2 yarıyıl yüksek matematik eğitimi almış olmanın ve sonraki yıllarda Biyoistatistik ile epey uğraşmamızın (Hacettepe’de master programı derslerini tamamlamış olmanın) avantajı ile bu emeğin matematiksel ardalanını (background) değerlendirebiliyorduk..

******
Üzerinde birkaç saat konuşulabilecek bir eğri..
Bir Nükleer Fizik hocasının siyaset bilimine paha biçilmez katkısı..

  • Evet dostlar, 2015 Türkiye için gerçek bir milat!

Eğri henüz x eksenine değmiyor.. Hala umut var..
Biz de Ali hocaya takılarak,

– Uğursuz eğri asimptotik olarak gidecek ve ancak sonsuzda değecek galiba…
diye takıldık. “Bunca az laklik” ortamında yaşanabilir miydi??

Evet, Türkiye halkı 2015 seçimlerinde ya bu dinci kadroları tasfiye edecek, en azından tek başına iktidar yapmayacak ya da tersi durumda

  • 2023’te tam tekmil ANADOOLU FEDERE İSLAM CUMHURİYETİ KAÇINILMAZ..

Ufukta görünen kayda eğer başkaca bir nesne – olgu -süreç – devinim… vb. yok!

Türkiye’nin 1 numaralı 2015 Nisan – Haziran arasındaki (daha öne alınmazsa) genel seçimlerdir. Her-kes ama her-kes bu kritik tarihsel gündeme kilitlenmek zorundadır.

“Laikliğe karşı eylemlerin odağı” olan iktidar partisi AKP (Anayasa Mahkemesi kakarı!) ilk genel seçimde iktidardan nasıl indirilecektir??

Başta anamuhalefet CHP olmak üzere sırasıyla MHp belki – hatta HDP, sayıları 60’ı geçen siyasal particikler, dernekler, barolar, meslek kuruluşları, medya, sermaye, üniversiteler, vakıflar, cemaatler, sadaka kültürünün müritleri milyonlar….

Yaşmsal önemdeki bu seçimde ne yapacaklarını hatasız kararlaştırma ve uygulamak zorundadır.

Görünen odur ki, merkez sağda ulusalcı -vatansever – halkı ATATÜRK’te birleştirecek yeni bir siyasal parti, en büyük parti durumuna gelen kararsızların oylarını toplayarak AKP’yi tek başına iktidar olmaktan alıkoyabilecektir.

Bu arada CHP – MHP akıllarını başlarına almazlarsa baraj sorunu bile yaşayabilirler.

Sevgi ve saygı ile.
2.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Değerli arkadaşlar,

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

Yakınlarda yaptığım bir söyleşide kullandığım bir yansıyı da ekliyorum aşağıdaki iletiye.

Laikligin_grafigi_Ali_Ercan_2.11.14

 

 

 

 

 

 

 

 

Köhne orta çağ toplum yapısından çıkıp, çağdaş Medeniyet ufkunda bir yıldız gibi yükselen Türkiye Cumhuriyetinde, bilimin rehberliğinde olması ve bilimin rehberliğinde işlemesi gereken (Laik!) Devlet yapısının inişli çıkışlı serüvenini anlattığım bölümde kullandığım bu grafik yansı, Cumhuriyetimizin Mustafa Kemal Atatürk zamanında
doruk yapan Laiklik özelliğinin, kuruluşundan doksan yıl sonra, yeniden çıkış noktasına nasıl inişe geçtiğini gösteriyor.

Soru; Laiklik uygulaması bakımından şimdilerde dibe vurmuş olan Türkiye’de
bir mucize gerçekleşecek ve yeniden bir yükseliş yaşanacak mı,
yoksa Mısır gibi, İran, Afganistan, Pakistan gibi, Arap Ülkeleri gibi
şeriat karanlığına dalacak mı? æ

*****

HAL VE GİDİŞ SIFIR

BASINDAN

1 “…  Anayasa gereği Türbanlı öğrenciyi derse almayan Prof. Esat Rennan Pekünlü‘ye ‘eğitim hakkından yoksun bırakmak’ suçundan dolayı mahkemenin kararlaştırdığı 4 yıllık hapis cezası Yargıtay tarafından onaylandı…”

2 “…Fazıl Say’ın eserleri Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının repertuvarından çıkartıldı…” 

Değerli arkadaşlar,

Elhamdülillah Şeriata doğru dört nala koşturan “görüntüde laik” bir devletimiz var artık…

Yargısıyla, Yürütmesiyle, Bürokrasisiyle, Yerel yönetimleriyle Şeriat sempatizanı bir sosyal yapıyla, karanlık ve kargaşa dönemine gidişin işaretleri ortada…

Ortaçağ’da takılı kalmış beyinlerin çağdaş bilime ve Çağdaş Sanata düşmanlığını sanatçılara ve bilim adamlarına karşı kindar davranışlarında görüyoruz.

Avrupa’daki Hristiyan şeriatının meydanlarda bilim insanlarını yakışından 4 yüzyıl sonra tarihten ders almayan ve benzer ilkellikleri sürdürenlerin ibretlik halini üzüntü ve kaygıyla seyrediyoruz.

Sevgilerimle. æ

Fazil_Say_portresi

 

 

Piyanist Fazıl Say

 

 

Rennan_Pekunlu'ye_destek

 

 

 

 

 

portresi

 

Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü

 

 

Prof. Rennan Pekünlü’ye : Esaretin özgürlüğü…

Prof. Rennan Pekünlü’ye : Esaretin özgürlüğü…

Dostlar,

Üniversite Konseyleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı sevgili arkadaşımız
Prof. Dr. Nurettin ABACIOĞLU dostumuzun (nuriabaci@gmail.com)
tarihe not düşen ve içimii acıtan hüznlü yazısını paylaşmak istiyoruz.
(http://haber.sol.org.tr/yazarlar/nurettin-abacioglu/esaretin-ozgurlugu-80823,
10 Ekim 2013)

Bu yazı, aydın yiğitliğiyle gümbür gümbür hesap soran bır cesur çıkıştır,
Saygınlığına sınır yoktur.
Tarafımızdan da paylaşılmaktadır.

Sayın Prof. Dr. Rennan Pekünlü, AYDINLANMA tarihinde başeğmez bir akademia üyei olarak yerini şimdiden almıştır.

Ege Üniv. Astronomi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü, "türban" gazabına uğradı.. Türkiye'de artık ayaklar baş, başlar da ayak..  İslami faşizmin rap rap rap ayak sesleridir kulakları tırmalayan.. Duyurulur..

Ege Üniv. Astronomi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü, “türban” gazabına uğradı.. Türkiye’de artık ayaklar baş, başlar da ayak..
İslami faşizmin rap rap rap ayak sesleridir kulakları tırmalayan.. Duyurulur..

“Kurban” bayramından (!?) önce ya da sonra zerre fark etmez..

Bu süreçte mücadeleye omuz veren herkese selam olsun..

Özellikle Prof. Dr. Kayhan Kantarlı‘ya..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 11.10.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================================

Esaretin özgürlüğü…

portresi

 

Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu

 

“Kendi vatandaşını öldüren teröristtir…” diye buyurmuş başbakan.

Duyan da, bu ülke ahalisi üzerinde sinek vızıldamaz sanır. İş politik bir saldırı
ve Esad’ı kötülemek olursa, dilin kemiği yok ki sözün vardığı bir menzil olsun.
Oysa, şunun şurasında ve Haziran direnişi sırasında, kolluk gücü marifetiyle katledilen vatandaşların adı, sokakta düştüğü yerde kalmıştır.
Şimdi, bu unutulayazıp Esad’a terörist diye buyurmak, “merdi kıpti şecaat arzederken siraktin söyler” demeden öteye, başka bir kapıya varmamıştır…

Çaresizliğin aczi, adeta ağızdan çıkanın kulakla duyulmadığı ağır bir tablo yaratıyor. Bu çıkışın 2 nedeni olsa gerek.

İlki, ekonomide daralmaya iyi gelebilecek bir savaş iktisadı bugün artık uzak ihtimaldir.

İkincisi ise, bölge fatihi olma hülyası başka bahara kalmıştır.

Sonuç olarak karında şiddetle biriken gaz,
frensiz ve izansız bedenden böyle çıkış yapmaktadır…

Bunu bir yere bağlayacağım; öyleyse devam edelim…

***

Havada kan kokusu, bayram, yaklaşıyor…

Rennan’ın bavulu hazır; kapı ardında.
Yargıtay’ın onadığı mahkumiyet kararı ise infaz savcısının önünde.
Bugün değilse yarın; yoksa en geç bayram sonrası,

 

  • Pekünlü, esaretin özgürlüğüne teslim olmak üzere hazır.

Gidecek, kodese girecek ve meşruiyetlerini sağladıkları anayasayı ‘tağyir, tebdil
ve ilga etmede’ hiçbir beis görmeyen bu diktatörlüğün, şimdi kendine yonttuğu
yargı kararıyla “türban davasından” iki yıl-bir ay hapis yatacak.

 

  • AKP’nin ileri demokrasisinde,
    yeni cumhuriyete geçiş çok sancılı tecelli etmektedir.

Neredeyse, her adı bilinenin, bir biçimde karıştırıldığı davalar, hep siyasal dava olup çıkmıştır. Ayar ve mizan verme, halkı yeni cumhuriyete terbiye etme ve ehlileştirme bu süreçte ve halen adım adım devam etmektedir.

Yazdım ama olsun; uzun lafın kısası, 

  • Rennan Pekünlü davası;

Bu memleketin bir Dreyfus vakasıdır. Anayasa hükmü ve mahkeme kararları ortada dururken, bunu öğrencilerine “üniversite kararı” olarak da hatırlatmaya kalkan Rennan, besleme medyanın ateş hattına alınmış ve önce tecavüzcü sonra hedef ilan edilerek, bilâhere Ege Üniversitesi rektörü de hadiseye ortak ve yatak kılınmış ve gereken yargı kararı, ele güne şan olsun hesabı Rennan için kestirilmiştir.

Rennan hadisesinin önemi şu sıralar daha iyi anlaşılmaktadır. Kamuda türban yasallaşmakta ve iktidar milletvekilleri ilkokul bebesinin kafasını dahi örtmeye hazırlandıklarını ilân etmektedir.

Yani Rennan, türban ikonografisine kurban olarak seçilmiş bir örnektir. Yoksa Rennan’ın yaptığı değil, ona reva görülenin hesabıdır bugün ortalık yerde duran. O gider, şimdi hapisliğini yatar; ne var ki gün olur, bu deli donunu kafaya biçenlere birgün bunların hesabı sorulur…

Rennan’a beraat yolunun açılması için, hukuka değil davanın emredilen sonucuna yataklık yapan bir üniversite yönetimi, davalının talep ettiği evrakları gizlemiştir.
Anayasa ve mahkeme hükmüdür diye önceleri oraya, buraya astığı yönetmelik,
hukuk ve üniversite senato kararlarını sonra inkâr da etmiştir.

Bir cümlede özetlenen bu süreç, daha önce de ve defalarca çok yazılmış çizilmiştir. Oysa adaleti, diktatörlüğün isteklerine tutsak kılan bu aparatın hal-i pür meali, defter-i kebire ve günah mizanına kaydolduğundan, artık burada bu hikayenin ayrıntılarına bir daha şerh düşülmeyecektir.

  • Kurban Rennan,

Kurban Bayramı arefesinde yahut bitiminde kodese konacaktır.
Adamın bedeni tutsak alınabilir. İşkencelerde, esaretlikte bedenler yapılan zulüm
ve zalimliğe dayanamayadabilir. Oysa insan aklının tutsak alınamadığına,
dünya diktatörlükler tarihi yüzlerce kez tanık olmuştur.

Pekünlü bedenen tutsak kılınsa bile aklı ve bilinci artık daha da özgürleşmiştir…

Şimdi belki sıra ve kâbusa yatma, üniversitesini bu kara ayıba ortak eden akademi yönetimine gelmiştir. Düşünsenize Anayasa cürmü işleyen bir siyasi iradeden gün olup hesap sorulursa, çorabın söküğü, ilk ilmekte üniversite yönetimine denk düşecektir. Bu kabusun içinde Rennan bütün aydınlık yüzü ile demirparmaklıklar ardından kendi cellatlarına gülümseyecektir…

  • Pekünlü demirparmaklıklar ardında yanlız değildir. 

Akademinin, kendini diktatörlüğe esir etmeyen öteki yüzü O’nunla beraberdir. Öğrencileri de, mezuniyet gününde O’nu unutmamıştır.
Bez afişe “her yer direniş, her yer Pekünlü” yazıp, üniversite yönetiminin
suratına asmıştır…

  • Esaretin özgürlüğünü, özgürlük mücadelesi yapanlar, tadanlar iyi yaşar.
  • Zor olanı, dışarda olup da, aklını tutsak kıldığının farkında olmadan yaşamaktır

Doğrusu başta Rennan’ın kendisi, savunmanı ve etrafında bir avuç insan,
sıkı bir mücadele vermiştir. “Daha iyisi olmalıydı” diyene, “sen neredeydin?”
demek gerekebilir…

Diktatörlüğün karanlığını yıkacak bir halk iradesi olmadığında,
nihayet hukuk da esaretin zincirindedir.

Yol buraya kadar yürünebilmiştir. Kendi vatandaşını öldüren teröristse,
akademinin özgürlüğünü itlâf edenler daha da katmerlisidir…

Ancak duruşundan santim taviz vermeyen Rennan,
bu süreçten akademinin aklı, vicdanı ve özgürlüğü olarak çıkmıştır.

  • Demir kapı, kör pencere, yastık, ranza ve zincir bundan böyle teferruattır…

Şimdi O, Prof. Dr. Rennan PEKÜNLÜ artık onurumuzdur…

Tıpkı, 26 yıl önce bu gün (AS : 10.10. 1987) yitirdiğimiz Behice Boran gibi…

ASIL YARGILANMASI VE MAHKUM EDİLMESİ GEREKENLER EGE ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ VE SON İKİ YÖK BAŞKANIDIR !

Dostlar,

Ege Üniversitesi’de süren dramda bir iyileşme yok..

Sorumlu taraflardan (YÖK, Ege Üniv. Rektörlüğü…) olumlu adım atılmıyor..

Sayın Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün 25 aylık hapis cezasının infazına geçilek üzere..

Sayın Prof. Kantarlı’nın bu iletisini de paylaşma istiyoruz.

Cumhurbaşkanı Gül’ü göreve çağırıyoruz..

Yargılamanın yenilenmesi için hukuksal olanakların kullanılmasını istiyoruz.

Önce Sayın Prof. Pekünlü mağdur edilmemeli, sonra da Ege Üniv. Rektörü hakettiği cezaya çarptırılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
15.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Değerli
Basın Mensupları, Baro Başkanları ve Öğretim Üyesi Örgütlerinin Başkanlarına

ASIL YARGILANMASI VE MAHKUM EDİLMESİ GEREKENLER EGE ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ VE SON İKİ YÖK BAŞKANIDIR !

Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararları ile bunların uygulanması için YÖK ve Rektörlük tarafından verilen talimatların gereğini yaptığı için Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye verilen iki yıl bir aylık hapis cezası Yargıtay’da onaylandı (http://www.radikal.com.tr/turkiye/turban_sikayetinde_ceza_onandi-1143254, http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/turban-yuzunden-hapis-yatacak-prof-dr-pekunlunun-cezasi-onandi-haberi-76951).
Prof. Pekünlü’nün fakültesinde sergilenen laiklik karşıtı ekteki tabloya (http://www.zaman.com.tr/gundem_dekandan-ozgurluk-adimi_1121125.html) karşın, kendisine verilen talimatların gereğini yerine getirmeye devam ettiği için hapse girecek olması Laik Cumhuriyet’in sona erdiğinin kanıtıdır!
Asıl yargılanması ve mahkum edilmesi gerekenler;
1)
· Fakülte dekanlıklarına gönderdiği 5 Nisan 2011 tarihli gizli yazıda “2008 de AKP tarafından çıkarılan fakat aynı yıl Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen 5735 sayılı yasayı yürürlükte göstererek öğretim üyelerine yasağın uygulanmaması talimatını verip hem öğretim üyelerini hem de öğrencileri anayasa ve yargı kararlarna karşı suç işlemeye yönlendiren” ve arkasından Fen Fakültesi Dekanının dekanlık binası önünde türbanlı öğrencilerle Anayasa ve yargı kararlarına meydan okurcasına verdiği poza göz yuman (http://www.zaman.com.tr/gundem_dekandan-ozgurluk-adimi_1121125.html)
· Prof.Dr. Rennan Pekünlü hakkında üniversiteden izin alınmadan açılan 2. davanın hazırlık soruşturmasında Cumhuriyet Savcısı’nın sorularına cevaben gönderdiği 21/11/2012 tarihli yazıda, yıllardır uygulanan ve yargı kararları gereğince halen de uygulanması gereken türban yasağını ve buna ilişkin arşivler dolusu belgeleri bilerek yok gösterecek şekilde
1- Rektörlük tarafından Prof. Dr. Esat Rennan PEKÜNLÜ’ye konu
ile ilgili bir görev verilmemiştir.
2- Üniversite yetkili kurullarınca öğrenciler hakkında türbanlı bir
şekilde üniversite içine girme ya da derslere katılma yasağına
yönelik alınan herhangi bir karar bulunmamaktadır.
3- Yüksek Öğretim Kurulu tarafından Üniversitemizde uygulanmak
üzere konu ile ilgili bir yasaklama kararını içeren yönerge ve talimat gönderilmemiştir.

diyerek , yargıyı etkilemeye yönelik gerçek dışı beyanda bulunup Pekünlü’yü kafasına göre yasak uydurup uygulayarak üniversitede kargaşa çıkaran kanunsuz biri olarak göstermeye çalışan Ege Üniversitesi Rektörü’dür.
2)
Anayasa ve yargı kararlarını tanımayarak rektörlere medya yoluyla verdiği emirlerle fiili türban serbestliğini başlatarak öğretim üyeleri ve öğrencileri suç işlemeye yönlendiren önceki YÖK Başkanı ile Ege Üniversitesi rektörünün iptal edilmiş anayasa fıkrasını yürürlükte göstererek öğretim üyelerine “türban yasağı uygulanmayacak” talimatı verdiği söz konusu gizli genelgeyle işlediği suçla ilgili olarak Üniversite Konseyleri Derneği (ÜKD) tarafından İzmir Cumhuriyet savcılığına yapılan suç duyurusuna (http://www.milliyet.com.tr/eu-rektor-u-icin-suc-duyurusu/ege/haberdetay/13.06.2012/1552920/default.htm) ilişkin ceza soruşturmasını bir yıldır sonuçlandırmayan şimdiki YÖK Başkanıdır.

Anayasa ve Yarg kararlarına karşı anayasa suçu işleyen Ege Üniversitesi Rektörü ve eski/yeni YÖK başkanları derhal görevinden istifa etmeli, ya da görevden alınmaları sağlanmalıdır.

CUMHURİYET SAVCILARI’nı, yukarıda özetlenen eylemleriyle Anayasa suçu işledikleri çok açık olan Ege Üniversitesi Rektörü ile Eski ve yeni YÖK başkanları hakkında soruşturma açmak üzere göreve davet ediyorum.

Eğer Türkiye’nin hukuk devleti olması gerektiğine inanıyorsak bu çağrıyı sorumlulara yönelik istifa yapmanın bir yurttaş olarak benim olduğu kadar sizlerin de kutsal bir görevi olduğuna inanıyorum.

Saygılarımla.
Prof. Dr.Kayhan KANTARLI
Ege Üniversitesi Emekli öğretim üyesi
Tel: (0532)-6301473

4 attachments — Download all attachments (zipped for English (US)Filename encoding menu)
GİZLİ GENELGE suç belgesi.pdf GİZLİ GENELGE suç belgesi.pdf
273K View Download
ÜKD EGE ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ HAKKINDA SUÇ DUYURUSU.pdf ÜKD EGE ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ HAKKINDA SUÇ DUYURUSU.pdf
340K View Download
ÜKD SAVCILIK DİLEKÇESİ EÜ REKTÖRÜ HAKKINDA Suç Duyurusu (1).doc ÜKD SAVCILIK DİLEKÇESİ EÜ REKTÖRÜ HAKKINDA Suç Duyurusu (1).doc
142K View Download
ANAYASAYA MEYDAN OKUYAN TABLO ZAMAN 14 NİSAN 2011.pdf ANAYASAYA MEYDAN OKUYAN TABLO ZAMAN 14 NİSAN 2011.pdf
251K View Download

Prof. Rennan E. Pekünlü’nün hapsi hakkında Nature News Blog’da yayınlanan yazı

Dostlar,

Sayın Kantarlı hocamızdan, Prof. Rennan E. Pekünlü hakkında Nature News Blog‘da yayınlanan yazıyı aldık..

Paylaşalım ve Sayın Pekünlü’ye sahip çıkalım..

Hukukçular, bu göz göre göre yanlışı düzeltme yolu arasınlar…

Örn. Adalet Bakanı’nın “kanun yolu” aracı…

Sevgi ve saygı ile.
26.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

Prof. Dr. Rennan Pekünlü‘nün Yargıtay Kararıyla kesinleşen 25 aylık hapis cezasına ilişkin olarak Prof. Dr. Ferhan Sağın’ın girişimiyle Nature News Blog‘da yayınlanan

yazı bilgilerinize sunulur

http://blogs.nature.com/news/2013/07/conviction-upheld-for-turkish-scientist-opposing-headscarves.html, 26.7.13

Kayhan KANTARLI
Ege Ü. Emekli Öğretim Üyesi

===========================================

NATURE NEWS BLOG

Conviction upheld for Turkish scientist opposing headscarves

 | Posted by Davide Castelvecchi | Category: http://blogs.nature.com/news/2013/07/conviction-upheld-for-turkish-scientist-opposing-headscarves.html, 26.7.13)

Posted on behalf of Michele Catanzaro.

A Turkish astrophysicist faces two years of jail for forbidding access to a university building to a student wearing a headscarf. On Thursday, Ankara’s Supreme Court of Appeals upheld a lower court’s verdict against Esat Rennan Pekünlü, an astronomer
at Ege University in Izmir.

Pekünlü was first sentenced in September 2012, after student Fatma Nur Gidal accused him of violating her right to education by barring her access to the university building. She also said he had violated her right to privacy, by taking pictures of her and other students who were wearing headscarves on campus. Pekünlü was fined by
Ege University, and after the first conviction, four more students filed similar complaints about him.

A group of eight academic organizations released a statement in support of Pekünlü, raising concerns about the fairness of the trial and framing it as an attack against secular academicians. They wrote that his case should have been handled by an administrative rather than a criminal court. Moreover, Pekünlü cannot avoid prison by paying a caution, since he has been sentenced to 25 months of jail.
Under Turkish law, sentences of up to 24 months can be avoided by paying a fine.

In 2010, Turkey’s Higher Education Board ordered university administrations to lift
a ban over headscarves on university campuses, although Turkish law still forbids the display of religious symbols on the premises of government institutions.

Prof. Dr.Rennan Pekünlü ile TÜRBAN Hakkında Söyleşi


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Rennaan Pekünlü hk. bu sitede birkaç dosya var..

http://ahmetsaltik.net/hepimiz-rennan-pekunluyuz/

http://ahmetsaltik.net/prof-pekunlu-turbanli-ogrenciyi-derse-almadi-hapse-mahkum-oldu/

……

Şimdi ise tarihsel değeri olan bir söyleşiyi paylaşmak istiyoruz.

Metin aşağıda..

Ayrıca pdf olarak da erişim veriyoruz.

Rennan_Pekunlu_ile_Turban_Soylesis

Türkiye AYDINLANMASI‘nın daha alacağı çok yol var..

Teşekkürler Sayın Prof. Dr. Rennan Pekünlü hocaya..

Sevgi ve saygı ile.
8.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================

Aylık Bilim, Kültür, Politika Dergisi
BİLİM VE GELECEK DERGİSİ’ MAYIS 2013 SAYISINDA YAYINLANAN

Prof. Dr.Rennan Pekünlü ile TÜRBAN Hakkında Söyleşi

Prof. Dr. Rennan Pekünlü: “Benim üzerimden korkutma ve sindirme politikası uygulanıyor.”
Türban, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda muhtelif kararlarla siyasal İslâm’ın simgesi olarak tarif edilmiş, üniversitelerde ve kamu kurumlarında kullanımı yasaklanmıştır. Bu kararlar ve dayandıkları yasalar hâlâ yürürlüktedir ve türbanın üniversitelerde kullanımı hukuki olarak hâlâ yasaktır. Kısacası kamu görevlisinin müdahale etmesi değil etmemesi suçtur.
Söyleşi: Osman Altun
Ege Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Rennan Pekünlü hakkında “öğrenimi engelleme” gerekçesiyle açılan dava ve Pekünlü’nün 2 yıl 1 ay ceza alması kamuoyunda biliniyor. Yandaş medyanın yoğun karalama kampanyası ile Pekünlü hedef gösterildi. Biz de dergimizin sürekli yazarı olan Sayın Pekünlü’ye işin içyüzünü sorduk.
İşte hukuksal, siyasal ve toplumsal gerçekler. Söyleşiyi İzmir Temsilcimiz
Osman Altun gerçekleştirdi. 
********************
Hocam öncelikle Bilim ve Gelecek çalışanları ve okurları adına size geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz. Bizler konudan öncelikle inanılırlığı herkes için son derece tartışmalı, “yandaş basın” olarak tabir edilen gazetelerden bilgi sahibi olduk. Hakkınızda bir karalama kampanyası başlatıldı ve arkasından takip edebildiğimiz kadarıyla YÖK ve adli soruşturma süreçleri gelişti. Olayın içyüzünü sizden dinlemek istiyoruz. Öncelikle basına yansıyan fotoğrafların arka planını anlatmanızı
rica ediyoruz.
R. Pekünlü : 16 Mayıs (2011) günü Ege Üniversitesi Rektörlüğünün, Hukuk Müşavirliğinin ve Güvenlik Birimlerinin izniyle olduğunu düşündüğüm bir provokasyon olayı yaşandı. O gün öğrenciler öğleden sonraki derslere girmiş, öğretim üyelerinin gelmesini beklerken ve ben de alt kattaki odada oturan doktora öğrencimle yaptığımız çalışmanın ayrıntılarını tartışmak üzere buluşmuşken, C Blok dışında ellerinde kamera ve mikrofon bulunan 2 erkek ve türbanlı öğrencileri etrafına almış onlara bir şeyler anlatırken bir kadını gördüm. Bunun üzerine C Blok kapısına gidip olanları anlamaya çalıştım. Çevrede güvenlik görevlileri yoktu. Oradaki bir öğrenciden Astronomi Bölüm sekreterini arayıp C Blok önüne gelmelerini istediğimi söylemesini rica ettim. Bu arada, Cihan Haber Ajansı muhabirleri olduklarını sonradan öğrendiğim 2 erkek kameralarını çalıştırarak binaya doğru yürümeye başladılar ve ardından da 6-7 türbanlı öğrenci ve onlara danışmanlık yapan kadın da binaya doğru gelmeye başladılar. Bu arada dersler başlamış, eğitimin huzur ve güveninin sağlanması sorumluluğu da bana düşmüştü. Kapıya yüklenen muhabirler ellerindeki mikrofonu da kapı aralığından uzatarak,
“Türban yasak mı?” gibi sorular sormaya ve kapıyı iterek açmaya çalıştılar.Bu olaylara Astronomi Bölümünün birisi profesör ikisi doçent olan üç öğretim üyesi de tanık olmuşlar ve Cihan Haber Ajansı muhabirlerinin öğrencilere verdiği direktifleri duymuşlardır. Bu olaylar yaşanırken güvenlik görevlileri gelmiş, muhabirleri C Blok kapısından 15-20 m öteye uzaklaştırmışlardır. O sırada ben de kapının önüne çıkarak muhabirleri, türbanlı öğrencileri değil, görüntüledim. Basına yansıyan, beni fotoğraf çekerken gösteren fotoğraflar böyle bir provokasyonun ürünüdür.

Soru : Fakültenin kapısında beklediğiniz, öğrenciler hakkında tutanak tuttuğunuz, fotoğraflarını çektiğiniz iddia ediliyor. Bu iddialar hakkında ne söylemek istersiniz?

R. Pekünlü : Matematik ve Astronomi Bölümleri C Blok zemin kattaki 4 dersliği ortak kullanıyor. Benim hem güz hem de bahar yarıyıllarında bu dersliklerde derslerim oluyor. Ayrıca, yine zemin katta ve dersliklerin ortasındaki odalardan ikisinde Yüksek Lisans ve doktora öğrencilerim bulunuyor. Ben hem lisans dersleri için hem de Yüksek Lisans ve doktora öğrencilerimle yaptığımız çalışmalar nedeniyle müştekilerle (yakınmacılarla)
sık sık karşılaşıyorum. Ancak onlar bu karşılaşmaları kendilerini beklediğim biçiminde yorumluyorlar! Ben Matematik bölümü öğrencilerine derse girmiyorum, onları sınıfa almamam söz konusu olamaz! Ayrıca sınıf içnde türbanlı olarak bulunduklarını itiraf ediyorlar.

  • Danıştay, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve AİHM’nin yerleşik içtihatlarıyla türban üniversite yerleşkelerinde, binalarında ve dersliklerinde yasaklanmıştır.

Yalnızca FNG ve BU’nun izinlerini alarak fotoğraflarını çektim. İzin aldığıma ilişkin 3 tanığım var. 4. Asliye Ceza Mahkemesinde bu tanıklarım fotoğrafları izinli çektiğim konusunda tanıklık ettiler. Bu fotoğrafları kötü niyetle kullanmadım, Rektörlük ve Dekanlık makamına ileterek yönetimi görevlerini yapmaları için uyarmak amacıyla çektim. Çektiğim fotoğrafları görsel ve/veya yazılı basına sızdırmadım, yalnızca İlk Soruşturma Komisyonuna kanıt olarak sundum. Soruşturma Komisyonundan bu tanıklarımın dinlenmesini istemiş olmama karşın bu isteğim yerine getirilmeyerek yanlı, hukuka aykırı bir soruşturma geçirdim. Niçin fotoğraf çektiğimi geçmişte yaşadığım bir olayla açıklamak istiyorum.

7 Aralık 2001 tarihinde YÖK Başkanlığına bir dilekçe sundum. Bu dilekçede,
türban yasağına karşın üniversitenin her bir biriminde türbanlı öğrencilerin varlığından, Fen Fakültesi Dekanlığının aymazlığından söz ederek gerekli önlemin alınmasını talep ettim. YÖK’ten aldığım yanıt yazısında Dekanlık tarafından “türban ve diğer irticai faaliyetler konusunda büyük bir duyarlılık gösterildiği, öğrencilerin dersliklere, laboratuvarlara ve binalardaki öbür kapalı alanlara kesinlikle türbanla giremedikleri, türban yasağı konusundaki kararların bölüm başkanlıklarına, öğretim üyelerine ve öğrencilere duyurulduktan sonra bu yöndeki tutumlarının dikkatle izlendiği” söyleniyordu.

Bir bilirkişiyle veya bilirkişi heyetiyle olayı yerinde incelemeyen YÖK’ün bu yanıtı üzerine, kampüs içinde, medikososyal binası içinde, merkez kütüphane içinde,
Fen fakültesinin binaları içinde yüzleri belli olmayacak şekilde çektiğim türbanlı öğrenci fotoğraflarını bu kez Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e gönderdim. O dönem Genel Sekreter Yardımcısı sayın Bülent Serim’den gelen yanıtta, dilekçemin E.Ü. Rektörlüğüne, gereği yapılmak üzere gönderiliğini öğrendim. Yine değişen bir şey olmadı!

Yönetmelik ve Danıştay kararlarını kendilerine hatırlatmış olmam tümüyle iyi niyetimden kaynaklanıyor. Geçmişte, Leyla Şahin, Z.T., H.B., N.K. üniversiteden uzaklaştırıldılar; avukat E.A. Barodan atıldı…Kendilerine bunları hatırlatmam benzer bir durumla karşılaşmamaları içindi. Anımsatmayı onlar tehdit ve zorlama olarak algılayıp yorumluyorlar.

Soru : Üniversitelerde türbanın yasaklanması sürecini kısaca özetleyebilir misiniz? Mücadelenizde hangi yasalara, hangi mahkeme kararlarına dayanıyordunuz?

R. Pekünlü :

  • Türban, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda çeşitli kararlarla siyasal İslâm’ın simgesi olarak tarif edilmiş, üniversitelerde ve kamu kurumlarında kullanımı yasaklanmıştır.

Çok sayıda karar örnek verilebilir ama örneğin Anayasa Mahkemesi’nin 7.3.1989 tarihli kararında;

  • “Devlet kuruluşlarında dini inanç ve düşünce sebebiyle belli kişilere örtü veya türban örtme hakkının tanınması, Anayasanın 24. maddesinde belirlenen din ve vicdan hürriyeti sınırlarını aşan ve laiklik ilkesiyle tamamen çatışan bir durum
    arz etmektedir.” denilmektedir.

AİHM de yapılan itiraz üzerine 3.5.1993’te

  • “Yüksek öğrenimi laik bir üniversitede yapmayı seçen bir öğrencinin
    bu üniversitenin düzenlemelerini kabul etmiş sayılacağını, laik üniversitelerin, öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin kurallar koyabileceğini, bunun din ve vicdan özgürlüğüne müdahale sayılamayacağını..”
    söylüyor.

Bu kararlar ve dayandıkları yasalar hâlâ yürürlüktedir ve türbanın üniversitelerde kullanımı hukuki olarak hâlâ yasaktır.
Soru : Bu kararların uygulanması veya uygulanmaması noktasında kamu görevlilerine herhangi bir görev düşmekte midir? Kamu görevlilerinin buna müdahale etmesi gerekmekte midir?

R. Pekünlü : TCK madde 279 açıktır:

“Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya
bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bülent Serim de bu konuya dikkat çekerek Odatv’deki yazısında,

“Anayasal kurallar ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı, özellikle
kamu görevlileri yönünden ‘gereğini yapmak’ zorunluluğunu getirir. Tersini öngören yazı, genelge, yönergeler (idari işlemler), ‘kanunsuz emir’ kategorisine girer ve bu emirlere uyulması kamu görevlisini sorumluluktan kurtarmaz. Çünkü

  • Anayasa’nın 137. maddesinde, Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. diyor.” diye yazdı. Kısacası kamu görevlisinin müdahale etmesi değil etmemesi suçtur.

Aslında bu da daha önce Türkiye mahkemelerine taşınmış, karara bağlanmış bir konu. Öğrencilerin hakkında yakınmacı olduğu Abant İzzet Baysal Üniversitesi araştırma görevlisi Aygül Oktay, “bazı öğrencilerin yakınmada bulunmaları nedeniyle dersi
terk ettiği ve yetkisi olmadığı halde başka bir derslikte bir grup öğrenciyle ders yaptığı” gerekçesiyle idari yargı tarafından uyarı cezası onanmış. Danıştay 4. Hukuk Dairesi 27.06.2007 tarihinde verdiği kararda “görevini Anayasal ilkelere uygun olarak yerine getirmek isteyen davacı hakkında uyarma cezası verilmesinde hukuka ve mevzuata uyarlık görülmediği gerekçesiyle davacı hakkındaki uyarma cezasının iptaline karar verildiği anlaşılmıştır. (…) Dava konusu olaylar nedeniyle yapılan öbür idari işlemler de idari yargı kararları ile iptal olunmuştur. (…) Şu durumda davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.” denilmektedir. Kısacası araştırma görevlisinin Anayasal ilkelere uygun davrandığı tescil edilmiştir.

Soru : Mahkemenin hakkınızda 2 yıl 1 ay, para cezasına çevrilemeyecek veya hükmün okunmasının geri bıraktırılamayacağı bir ceza vermiş olmasının sizce
nasıl bir anlamı olabilir? Mahkeme neden böyle bir ceza vermeyi tercih etmiş olabilir?

R: Pekünlü : Belirttiğim gibi türban yasağıyla ilgili bütün iç ve dış hukuk yolları kapanmış, Türban yasağı kesinleşmiştir. 1990 yılında çıkarılan 2547 sayılı kanuna eklenen 17. madde ile “Yasalara aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretimde kılık kıyafet serbesttir.” düzenlemesi yapılıyor. Anayasa Mahkemesi 1991 yılında açılan dava üzerine, 1989 yılında aynı mahkemenin verdiği kararda türbanın anayasal kurallar tarafından yasaklandığı, “kanunlara aykırı olmama” koşulundaki “kanunlar” sözcüğünün Anayasa’yı da kapsadığını belirtiyor. Dolayısıyla, Anayasa değişmediğine göre
türban yasağı sürmektedir.

Burada yapılmak istenen, değişen siyasal iklim nedeniyle, TCK’nın 112. maddesindeki “Cebir ya da tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla eğitim hakkının engellenemeyeceği” yönündeki maddeyi işleterek
benim üzerimden korkutma ve sindirme politikası uygulamaktır. Kanunlara göre
var olan türban yasağını, kamu otoritelerine gözdağı vererek fiili olarak kaldırmaktır. Bunun için benim cezaevinde yatmam gerekiyor, bunun için ceza 2 yıl 1 ay olarak verilmiştir.

Soru : Bu süreçte çalıştığınız kurum olan Ege Üniversitesi Rektörlüğü nasıl bir tutum aldı?

R. Pekünlü : Ege Üniversitesi Rektörlüğü’ne savcılıktan yazı gönderilerek bana bu konuyla ilgili herhangi bir görev verilip verilmediği, türbanın Ege Üniversitesi’nde yasak olup olmadığı soruldu. Öncelikle rektör Candeğer Yılmaz’ın imzasının bulunduğu yazıda hakkımda “Astroloji ve Uzay Bilimleri Öğretim Üyesi” denilmektedir. Rektörlük yazısında “Astronomi” yazılacağına “Astroloji” yazılması, rektörlüğün ne kadar okültizmin etkisi altında olduğunun göstergesidir.

Türbanın üniversitelerde yasak olduğuna dair, YÖK, rektörlük ve dekanlık makamları tarafından yayınlanmış birçok belge bulunmaktadır. Bir örnek olması adına, eski rektör Prof. Dr. Ülkü Bayındır’a verdiğim dilekçe üzerine gelen yanıt yazısında;

  • “Başörtülü bir öğrencinin Fakülteye alınmaması işleminin hukuka ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırı olmadığına karar verildiğinden, başörtü takarak Üniversitemize gelen öğrenciler hakkında gerekli ve yasal işlemlerin yapılması gerektiği hususunda ısrarlı ve kararlı olduğumuz konusunda bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” denilmektedir.

Rektör bana yazdığı yazıda gereğini rica ederim derken neyi kastediyor acaba?

Oysa E.Ü. Rektörü Cumhuriyet Savcısı’na verdiği yanıtta;

“Üniversitede türban yasağının titizlikle uygulanması talimatının verildiği arşivler dolusu belgelerin varlığını gizleyerek” türban yasağı diye bir yasak olmadığını söylemiştir.
Bu da E.Ü. Rektörü’nün gerçek dışı beyanla beni yasal bir yasak yokken kafasına göre yasak koyup “eğitim hakkını engelleyerek üniversitede anarşi yaratan kanunsuz biri” gösterdiği anlamına gelmektedir. Savcı da bu bildirime dayanarak davayı üniversiteden izin almadan açmıştır.

Nitekim İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi, adıma açılan ikinci davanın, “dava şartı yerine getirilmeden açılmış olması” gerekçesiyle, yani E.Ü. tarafından lüzumu muhakeme ve CMK 223/8 maddesi gereğince durdurulmasına karar verdi.

Ege Üniversitesi Rektörlüğü tarafından lüzumu muhakeme kararı verilerek açılan birinci dava ise Yargıtay’da halen görüşülmektedir.