Etiket arşivi: Dr. Doğu Perinçek

Görsel Konferansımız : ERMENİ SOYKIRIMI EMPERYALİST İFTİRA!


ERMENİ SOYKIRIMI :
EMPERYALİST İFTİRA!

Güncelleme             : 25 Nisan 2021
ABD Bşk. Joe Biden dedi ki;

  • “24 Nisan 1915’ten itibaren Konstantinopolis’teki Ermeni aydın ve cemaat liderlerinin Osmanlı yetkilileri tarafından tutuklanmasıyla bir buçuk milyon Ermeni tehcir edildi, katledildi, imha politikasıyla öldürüldü. Meds Yeghern’in (Büyük Felaket) kurbanlarını onurlandırıyoruz, böylece olanların dehşeti tarihte asla kaybolmasın.
    Nefretin tüm yıpratıcı etkisine karşı daima tetikte kalmamız için hatırlamalıyız.”

    ******
    Dostlar,

Aşağıda duyurusunu yaptığımız konferansımız 3 Mayıs 2013 günü 18:00 – 20:00 arasında
CHP Altındağ İlçe Merkezinde gerçekleşmişti. 85 yansı ile 1,5 saat süren kapsamlı sunuşumuzu katılımcılar sabır ve ilgiyle izlediler. Ardından da epey soru ve katkı..
Bu sunuyu power point olarak sitemizde sizlerle paylaşmak istiyoruz

Tarihsel ve bilimsel gerçeklere dayalı bu sunu içeriğinin yararlı olmasını dileriz.

Ermeni_Soykirimi_Emperyalist_iftira_Altindag_CHP

Büyük ATATÜRK‘ün SÖYLEV‘inde soruna epey yer ayırdığı yansılarda görülecektir.
Ayrıca Kemal Paşa’nın Amiral Bristol‘e konuya ilişkin mektubu da tarihsel gerçekleri
apaçık ortaya koyuyor. O önemli mektuptan bir alıntı (7 Mart 1920) :

  • “…Müttefikler insanlara eşit davransa,
    Ermenileri kimi görevlere atayıp silahlandırmasa,
    çatışmalar çıkmazdı. Müttefik ordularına ve Amerikan yönetimine Ermeni katliamı propagandasıyla ilgili gerçek konusunda Dünya kamuoyunu aydınlatma ve
  • Türk halkının adını alçak ve iğrenç suçlamalardan temizleme çağrısında bulunuyoruz…”

Ermenistan’ın ilk başbakanı Kaçaznuni’nin itirafları da belgelerle ortada..
Asıl kırıma uğrayanlar Türkler!..

AKP hükümetinin sözde Ermeni soykırımı suçlamasını reddetmeye çabalarken bin dereden su getirme kıvranışı ne denli hazin..

Oysa elde kapı gibi bir AİHM kararı var…
Haydi Sayın. Dr. Doğu Perinçek‘ten ve O’nun genel başkanı olduğu eski İşçi Partisi şimdi
Vatan Partisi’nde hoşlanmıyorsunuz.. O’nun ve partisinin adını anmadan bu paha biçilmez değerdeki karara sahip çıkmak da mı yok?? Bu ne duygusal ve ölçüsüz kindir? Olsa olsa,
Bay RTE’nin dediği gibi “..dinini ve kinini ve eksik etme!..” takıntısının – kör inadının ürünü olabilir. Devlet adamlığı ile zerrece bağdaşmadığı ortadadır ve bu ilkel tutum ülkemize çok zarar vermektedir.

Türkiye’nin haklı davasında, kocaman ve utanmaz – ikiyüzlü bir emperyalist yalana ülkemizin onuru – çıkarları feda edilemez. AİHM’nin Perinçek kararından bu yana (15 Ekim 2015) 6 ayı aşan zaman geçti. Ulusal çıkarları duygusallıktan uzak serinkanlı, akılcılıkla çözmek zorunda olan Hükümet, şimdiye dek başta Yunanistan, Ermenistan, G. Kıbrıs Rum Yönetimi, İsviçre ve Fransa olmak üzere çok sayıda ülke ile diplomatik ilişkiye geçmeli ve AİHM kararına uygun girişimler yapmalarını istemeliydi. Kolay mıdır AİHM kararını görmezden gelmek bu ülkeler için?

Gerçekten acı verici AKP – RTE’nin izlediği zavallı dış politika..
Ülkemize zarar vermeye kimin hakkı olabilir??
Bütün iyimserliğimizle “AKP – RTE hükümeti”ni olağanüstü önemli ve değerli AİHM’nin kararınınn gereğinin yerine getirilmesi için muhatap devletlerle diplomatik ilişkiye geçmeye çağırıyoruz.

(Not : Dün yolculuk durumu nedeniyle sizlerle paylaşamadığımız bu yazımızı,
24 Nisan 2016 yerine 25 Nisan 2016’da yayımlıyoruz…)

24 Nisan 2016, Ankara.
Sevgi ve saygı ile.

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

ERMENI_SOYKIRIMI_Konf._Altindag

CHP Altındağ İlçe örgütüne ve katılımcılara teşekkür borçluyuz..
Bu nazik, Türkiye için büyük önem taşıyan kritik konuda halkımızın yaygın olarak gerçekleri öğrenmesi gerek. Sunumuzun sanal ortamda yaygın dağıtılacağını umarız.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 1.5.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com 

===========================================

Dostlar,

Konferansa çağrı.. 3 Mayıs 2013 Cuma günü akşam 18:00’de..

CHP Altındağ İlçe Başkanlığının çağrısıyla

3 Mayıs 2013 Cuma günü akşam saat 18:00’de bir konferans sunacağız:

Konu; ERMENİ SOYKIRIMI : EMPERYALİST İFTİRA..

Duyuru_sablonu

Katılımınızı bekleriz.. Özellikle gençlerin..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 1.5.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Ermeni Soykırımı Toplantısı Yapmak Bilimsel midir?

Ermeni Soykırımı Toplantısı Yapmak Bilimsel midir?

(AS : Bizim kısa katkımızın ardından Vatan Partisinin kapsamlı basın açıklaması aşağıdadır..)

Almanya’da yapılacak bir toplantı vesilesiyle yine Ermeni Soykırımı tartışması ateşlendi. Bu tür toplantılara ihanet, hıyanet vs. gibi yapıştırılan etiketi bir kenara bırakıyorum çünkü bu değer yargıları, toplantıya engel olmadığı sürece ciddiye alınmayacak değerlendirmeler.

keremaltıparmaksonAncak bir de Ermeni Soykırımıyla ilgili toplantıların bilimsel olmadığını ileri süren ve bunu hukuki gerekçelerle de destekleyen bir yaklaşım var. Bu iddialar kendi içinde çok çelişik ve kısa bir kelamı hak ediyor. 3 temel argüman görüyorum bu kapsamda:

  1. Toplantı soykırımın olmadığını söyleyen kimseyi davet etmediği veya soykırımın olmadığını söyleyen ve katılmak isteyen kişileri de reddettiği için bilimsel değil.
  2. Soykırım “BM yasaları” ve AİHM kararına göre ancak mahkeme kararıyla saptanabilir bir suç tipidir ve bu nedenle mahkeme kararı olmadan bu ifade kullanılamaz.
  3. AİHM Perinçek/İsviçre kararıyla soykırım olmadığına karar vermiştir, aksini söyleyen bir toplantı bilimsel olamaz.

Bu gerekçelerin her biri ayrı ayrı ciddi sorunlar içerdiği gibi kümülatif (AS: birikimli) olarak daha da saçma bir hale geliyor. Kısaca bakalım.

  1. Bir toplantının bilimsel olması için mutlaka karşı görüşün de olması gerektiği çok boş bir iddia. Örneğin Evrim’i tartışmak için mutlaka Evrim karşıtlarını davet etmeniz gerekiyor mu? Ya da Türkiye’de yapılan Ermeni sorunu ile ilgili toplantılara kaç tane soykırım vardır diyen bilim insanı davet ediyorsunuz gibi sorularla kolayca çürütülebilir. Bir toplantıyı bilimsel yapan, bilimsel metotlara ve etiğe bağlı kalınıp kalınmadığıdır. Burada yapılan sunumlarda ve sonrasında yapılan yayınlarda bu açıdan sorun görürseniz, çalışır ortaya koyarsınız. Ama sadece bir görüşü destekleyenlerin çalışmalarını sunmaları, karşı görüşün yer almaması o toplantıyı bilimsel olmaktan çıkarmaz. Zaten çıkarıyorsa bugüne kadar Türkiye’de yapılan sadece devlet tezinin işlendiği yüzlerce toplantının tamamı için kolaylıkla aynısı söylenebilir.
  2. İkinci iddia hem kendiyle hem de birinci iddiayla çelişiyor. Hem aksi görüşün olmadığı toplantı bilimsel değildir diyeceksiniz hem de mahkeme kararı yoksa karşı görüşü dillendiremezsiniz diyeceksiniz. Ne zamandan beri hakikatin yerini mahkeme kararları aldı? Bu zihniyete göre Galileo’yu veya Bruno’yu cezalandıran mahkemeler de haklı olabilir o zaman. Hakikatin farklı olduğunu bilimsel olarak tespit etseniz bile mahkeme kararı yok diye susacaksınız sonra da
    buna bilim diyeceksiniz öyle mi? Bunun ne kadar saçma olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Yine de şunu ekleyelim: Ermeni soykırımı diyemezsiniz diyen ne BM Yasası (Yasa lafı iddia sahiplerine ait, sanıyorum Soykırım Sözleşmesini kast ediyorlar) ne de AİHM kararı var.
  3. Nihayet gelelim Perinçek/İsviçre kararına.

    – Perinçek’in kendisi ve Vatan Partililer AİHM’in soykırım yoktur dediğini iddia ediyorlar.

    Daha önce bu kararı kısaca analiz etmiştim hatırlayacaksınız. Karar böyle bir şey demiyor. Karar kimse bu iddiayla bilimsel veya başka bir nitelikte toplantı yapamaz da demiyor. Hatta karar böyle bir toplantıya soykırım yoktur diyenleri davet etmek zorundasınız falan da demiyor. Sadece ve sadece Perinçek’in İsviçre’de soykırım yoktur dediği için cezalandırılması ifade özgürlüğünü ihlal eder diyor. Bu da sadece İsviçre ile ilgili, koşullar değiştiğinde başka ülkede böyle bir cezalandırmayı meşru da görebilir. Bu gerekçeden yola çıkarak, özgürlüğü savunan bir kararı başkalarının bilim özgürlüğünü engellemek için kullanmanın ne kadar sakat bir yaklaşım olduğunu açıklamaya gerek yok sanırım.

Tüm bu söylenenler içinde bilime aykırı olan bir şey var ama. Bir Üniversite, bilimsel olduğunu düşündüğü bir toplantıya devletin ideolojisi ile çelişse bile destek olabilir. Sabancı Üniversitesi ne kadar düşünerek bunu yaptı bilmiyorum tabii. Ama terörize edildiği için adını toplantıdan çekmek zorunda kalmış. Bilim dene dene yine özgür düşünce karartılmış oldu bir kez daha.
==================================
Dostlar,

Nazik bir konu… Ancak tartışmanın ana omurgası;
Küresel emperyalizmin ülkemizi ve ulusumuzu ‘tarihsel gerçeklere aykırı biçimde ‘soykırımcı” olarak suçlamasına asla izin verilemez.
Sn. Altıparmak’ın hukuksal irdelemesi yukarıda..
Vatan Partisi’nin basın açıklaması ise aşağıda :
(https://www.aydinlik.com.tr/vatan-partisi-artik-ihanet-calistaylari-yapilamaz-politika-eylul-2017)

Sevgi ve saygı ile. 08 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
********
Vatan Partisi: Artık ihanet çalıştayları yapılamaz!Vatan Partisi: Artık ihanet çalıştayları yapılamaz!

7.9.2017 16:12

Berlin’deki soykırım çalıştayından Sabancı Üniversitesi’nin çekilmesi ve Türk akademisyenlerin listeden çıkması üzerine Vatan Partisi’nden açıklama geldi. Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcıları Prof. Dr. Semih Koray, Prof. Dr. H. Zafer Kars ve Av. Nusret Senem, Berlin’de düzenlenecek olan sözde Ermeni Soykırımı çalıştayıyla ilgili basın toplantısı düzenledi. Koray açıklamada şu ifadeleri kullandı:

“University of Michigan, Lepsiushaus Potsdam, Sabancı Üniversitesi ve University of Southern California-Dornsife’ın birlikte düzenledikleri ‘Ermeni ve Türk Akademisyenleri Çalıştayı 2017’nin 14-17 Eylül tarihleri arasında Berlin’de gerçekleştirilmesi planlanmaktaydı. Başlığı ‘Bugünün İçindeki Geçmiş: Ermeni Soykırımına Avrupa’nın Yaklaşımları’ olan çalıştayın açılışında ilk konuşmayı Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hülya Adak’ın yapması tasarlanmıştı.

Çalıştayın programında Bilgi Üniversitesi, Kemerburgaz Üniversitesi, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi ve Koç Üniversitesi mensubu olan konuşmacılar yer almaktaydı. Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Dr. Doğu Perinçek’in, Sabancı Üniversitesi’ni vatana ve bilime sadakate çağıran basın toplantısıyla başlattığı kampanya sonucunda Türk üniversitelerinden bu çalıştaya katılıma karşı tepkiler çığ gibi büyüdü. Bunun sonucunda Sabancı Üniversitesi’nin logosu çalıştay program ve sitesinden kaldırılırken, Prof. Dr. Hülya Adak programdan çekildi. Sabancı Üniversitesi, kendi sitesinden bu çalıştaya ev sahipliği yapmadığını açıkladı. Çalıştay tarihleri 15-18 Eylül olarak değiştirildi. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi mensubu olan öğretim üyesi programdan çekilirken, Koç Üniversitesi programda mensubiyeti Koç Üniversitesi olarak gözüken öğretim üyesinin kendi üniversiteleriyle kurumsal bir ilişkisinin kalmamış olduğunu açıkladı. YÖK, Sabancı Üniversitesi’nin çalıştaya katılımı konusunda sorumlu bir tutum alarak görevini yerine getirdi. Vatan Partisi’nin müdahalesiyle kısa sürede elde edilen bu sonuçları olumlu bulmaktayız.

Hem çalıştayın değiştirilmiş olan programında Bilgi ve Kemerburgaz Üniversitelerinden olan katılımın hâlâ sürmesi nedeniyle, hem de üniversitelerimizin ‘vatana ve bilime sadakat yükümlülüğü’nün bundan sonra da çiğnenmemesini sağlama adına, çalıştaya ilişkin değerlendirmemizi milletimiz ve bilim topluluğumuzla paylaşmak istiyoruz.

Bu çalıştay, uluslararası hukuka aykırı bir önyargıyı dayatma toplantısıdır. ‘Ermeni Soykırımı’ önyargısını benimsemiş olmak, çalıştaya katılmanın önkoşuludur. Önyargı, Ortaçağ’a ait bir kavramdır. Bilim özgürlüğü, önyargılara karşı mücadele ederek kazanılmıştır. Önyargı, özgürlüğün değil, yasaklamanın aracıdır. Bilimde ‘önyargı özgürlüğü’ yoktur. Bu çalıştayda bilime tek bir işlev yüklenmektedir. O da bilimin ülkemizi zaafa uğratmaya yönelik bir siyasal propaganda aracı olan sözde ‘Ermeni Soykırımı’nı dayatmanın örtüsü olarak kullanılmasıdır. Çalıştaya Türk üniversitelerinden ya da Türk kökenli öğretim üyelerinin katılımına özen gösterilmesi de, bütünüyle bu örtüyü pekiştirmek amacıyladır.

Soykırım hukuki bir kavramdır. Parlamentolar, üniversiteler, çalıştaylar, ‘soykırım hükmü’ kuramazlar. AİHM Perinçek-İsviçre Davası Büyük Daire ve 2. Daire kararlarına göre 1915 olayları ‘Yahudi soykırımı’ sınıflamasına girmemektedir. ‘Soykırım hükmü’ ancak eylemin yapıldığı ülkenin yetkili mahkemesi veya yetkili uluslararası ceza mahkemesi tarafından verilebilir. Ortada böyle bir hüküm yokken, sanki varmış gibi ‘Ermeni Soykırımı’ndan söz etmek, ‘soykırım’ kavramının amaçlı olarak çarpıtılmasıyla uluslararası hukukun çiğnenmesinden başka bir anlam ifade etmez. Kavramları çarpıtmamak bilim ahlakının bir gereği olduğu gibi, hukukun üstünlüğü, en başta bir bilim topluluğunun özenle saygı göstermesi gereken bir insanlık kazanımıdır.

‘Ermeni Soykırımı’ yalanı, 1980’lerden bu yana sözde ‘Kürdistan’, özde ‘İkinci İsrail’in kurulması amacı için kullanılmaktadır. Bu psikolojik savaşın hedefi, Türk Ordusu’nun yaptırım gücü kullanmasını engellemek ve Türkiye’yi vatanını savunamaz hale getirmektir. Çalıştayın özellikle ‘Ermenilerin ve Kürtlerin kaderleri arasındaki kenetlenmeyi’ konu alan 5. Paneli, bu hedefin doğrudan ifadesinden başka bir şey değilidir. Çalıştayın, sözde ‘Kürdistan’ın Bağımsızlığı’ Referandumunun gündemde olduğu, ABD’nin PKK-PYD’yi ağır silahlarla donattığı ve ülkemizde iç cepheyi bölme çabalarını yoğunlaştırdığı bir dönemde düzenlenmesi, bu etkinliğin doğrudan Türkiye’ye karşı düzenlenmiş olduğunu çıplak biçimde gözler önüne sermektedir. Bu çalıştay Türkiye’yi olduğu gibi, Avrupa ülkelerinin Türkiye ile olan dostluğunu hedef almaktadır.

Üniversitelerimizde bilim ve Türkiye karşıtlığına özgürlük tanınamaz.
Bilim, vatan ve hukuk karşıtlığıyla malul böyle bir çalıştaya katılım, katılanların siciline kara bir leke olarak geçecektir. Biz, ülkemizdeki hiçbir üniversite ve öğretim üyesinin ne bugün, ne de yarın böyle utanç verici bir duruma düşmesini arzu etmiyor ve hâlâ çalıştay programında yer alan katılımcıları ve kurumlarını bu çalıştaydan çekilmeye davet ediyoruz.”
==================================

 

ŞEYHİM NE DERSE DOĞRUDUR!

ŞEYHİM NE DERSE DOĞRUDUR!

Zeki Sarıhan
04.05.2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ülkemizde çok kullanılan, fakat bir türlü düşünme yöntemi haline getiremediğimiz AYDINLANMA’ya ne kadar çok ihtiyacımız olduğu her gün biraz daha ortaya çıkıyor. Size söylenenleri akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden kabul etmeyeceksiniz. Düşüncelerinizin maddi bir temeli olacak. Bir görüşe saplanıp kalmayacaksınız. Bir partiye mensup olsanız da kendinize özgü düşünceleriniz olabilecek. Farklı düşünen insanları dinleyebilecek, değişik gazeteler, kitaplar okuyabileceksiniz.

Dogmalar, genellikle din alanında aranır ama din dışında da dogmaların sayısı az değildir.
Bu tip dogmalara sahip olanların, “Benim şeyhim ne derse doğrudur” diyenlerden bir farkı yoktur. Bu kişiler başkalarından öğrenme ve farklı görüşlere hoşgörüyle bakma kapılarını kapatmışlardır. Geçtiğimiz seçimlerden birinde İşçi Partili bir arkadaş, partinin propagandasıyla o kadar uçmuştu ki, facebooktaki sayfasında “İP’e oy vermeyecek olanlar beni arkadaşlıktan silsin” diye yazmıştı.

Bundan önceki yazımın başlığı “1 Mayıs’ta Oluşan İki Cephe” idi. İşçi ve memur sendikalarının 1 Mayıs kutlamalarını başka başka yerlerde yaptığını anlatmış, Tandoğan’daki iktidar destekçisi Türk-İş mitinginde yer alan Vatan Partisi’nin, Kolej Meydanında miting yapanları vatansız olarak suçlamasını haksız bulduğumu anlatmıştım. Yazımı okuyamayanlar veya yeniden hatırlamak isteyenler, 2 Mayıs tarihli gelen e-postalarına bakabilirler. Yazımı e-posta adresinde okuyan eski bir arkadaş, aynen şu tepkisini gönderdi:

“Gözlerinin kör olduğunu düşünüyorum. CHP yandaşlığı ve sırf Şenal’ı milletvekili yapma yoluna bunları yazmanı anlamıyorum, yuh olsun sana. Seni siliyorum. Artık benim için yoksun.”

Benim gibi 2-3 günde bir yazı paylaşanlar ve ikide bir ister istemez siyasi konulara değinenler, bu tip tepkileri göze almalıdırlar. Gazete köşe yazılarına kim bilir ne hakaretler geliyor,
onların da canı var! Serçeden korkan darı ekmez. İlgi duyduğum konularda tartışmayı severim. Hem öğrenmeye çalışırım, hem de bildiklerimi başkalarına aktarmanın yararına inanırım. Aydınlanma devrimimizin ilk kahramanlarından Namık Kemal,
“Fikirlerin çarpışmasından gerçeğin şimşeği doğar” demiş.
(AS:”Barikayı hakikat, müsademeyi efkârdan doğar.”)

Arkadaşıma yanıt vermedim. Cevabının bir çıktısını alarak hatıra kabilinden dosyama koydum. Zaten beni “sildiğine” göre yanıtımın ona ulaşma yollarını kapatmış bulunuyor. Yazımdaki yanlışlıklar nelerdir? Hangi yargımda yanılıyorum? TÜRK-İŞ yönetiminin iktidar yanlısı sarı sendikacılık yaptığında mı? Mitingi onunla birlikte yapan Vatan Partisi yönetiminin Erdoğan hayranı olduğunda mı?

  • DİSK, CHP, Halkevleri, Haziran Hareketi gibi Kolej Alanında 1 Mayıs için bir araya gelenleri vatansız olarak nitelemesinin yalan mı olduğu? Bunların hiçbiri yok.

EŞİMİ MİLLETVEKİLİ YAPAN BEN DEĞİLİM

Gelelim, yanıtında kullandığı ifadeye: Beni CHP yandaşı olarak suçladığı gibi, o yazımı sırf (AS: salt) eşimi milletvekili yapmak için yazdığımı ileri sürüyor ve sonunda da bir yuh çekiyor!
Önce onun gibi düşünenler varsa bir kez daha açıklamalıyım: CHP’li değilim. Altı yıl önce İşçi Partisinden, gerekçelerimi yayımlayarak istifa ettim. Zaten aynı süreçte parti de usulsüz bir biçimde beni ihraç etti. Bu partinin üyesi iken de sosyalist görüşlerimi korudum ve katıldığım parti organlarında genel merkezin politikalarına aykırı görüşlerimi dile getirmekten kaçınmadım. İstifa ettikten sonra da başka bir partiye üye olmadım. Bütün partiler için olduğu gibi CHP’nin izlediği politikalar hakkında da yeri gelince eleştirilerimi yazdım. Beni daha yeni “silen” arkadaş, yıllardır bu yazılarımın hiç değilse bazılarını okumuş olmalı. Buna rağmen hakkımda neden gerçek olmayan şeyler yazıyor? Benim için “Karısının milletvekili olması için CHP lehine yazı yazan adam” imajının belki de tutacağını sanıyor.

Oysa O’nu milletvekili yapan ben değilim. Zaten kim benim tutumuma bakarak eşime milletvekilliği armağan eder ki? Ben üstelik aktif politikadan hoşlanan biri değilim. Eşim, öğretmenlik, avukatlık ve kadın mücadelesinin sağladığı birikim sonucu ve arkadaşlarının ısrarlı çabalarıyla milletvekili oldu. Sevgili arkadaşımızın bizi kendi inisiyatifleri olan bireyler olarak değil, bir aile şirketi olarak görmesi de çok yanlış. Eşimin milletvekilliği hikâyesini (AS: öyküsünü) geçmişte yarı şaka, yarı ciddi bir üslupla anlatmıştım. Benim O’na başarılar dilemekten başka elimden ne gelirdi? Arkadaşımız kadınların ancak kocalarının çabalarıyla bir yerlere gelebileceğini sanıyorsa ülkemizdeki yükselen kadın gücünü anlamamış.

Hem bu arkadaşlarda yeminli bir CHP düşmanlığının nedeni nedir? Rekabet duygusu mu? Kıskançlık mı? CHP’yi bölerek bir bölümünü yanına çekmek mi?

  • İçinde bulunduğumuz koşullarda aklı başında hangi devrimci, sosyalist, demokrat,
    enerjisini CHP düşmanlığına ve Tayyip Erdoğan’ı müttefik yapmaya harcar?

Keşke benim yazıma ağırbaşlı bir yanıt verseydi. Oturur tartışırdık.
Ancak “Benim şeyhim ne söylerse doğrudur” mantığı onu bana hakaret etmeye sevk etmiş. Dogmatizme saplanmanın bir sonucudur bu. Gene de sabırlıyım. Gelişmelerin ve ülkemizin ihtiyaçlarının pek çok kişiye doğru yolu göstereceğini düşünüyorum. (4 Mayıs 2017)
=================================
Dostlar,

Sn. Sarıhan’ı savunmak üstümüze görev değil, kaldı ki O’nun buna gereksinimi de hiç yok.

Değerli yazar, düşünür, eylem insanı, örgütçü ve doğrultu tutarlığını nerdeyse 50 yıldır koruyan Sn. Zeki Sarıhan’ın ağırbaşlı yazısını yukarıda sunduk. Sn. Sarıhan’ı 20 yılı aşkın bir zamandır tanırız. Ülkemizde Devrimci Öğretmen Hareketine ciddi katkıları olmuştur. Kuruculuğunu üstlendiği ve ÖĞRETMEN DÜNYASI adlı dergi, yayın yaşamını 35 yıldır sürdürüyor. Küçümsenecek başarı değildir.

Ayrıca yine Sn. Sarıhan’ın kurduğu ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ (biz de üyesiyiz) 15 yıla yakın zamandır önemli bir Aydınlanma hizmetini yayınlarıyla, konferanslarıyla, bilimsel toplantılarıyla… ülkemize sunuyor. Fatsa’nın yoksul köylerinden çıkan Zeki ve Av. Ayhan Sarıhan kardeşler sosyalizme gönül veren bir tutarlıkla yaşamlarını özveri içinde ve son derece mütevazi olarak sürdürüyorlar. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde hapislerde yatarak.. Zeki beyi, ADD Edirne Şubesi Başkanı olduğumuz yıllarda (1996-2000) davet etmiş, çok başarılı konferansını dinlemiş ve ETV’de (Edirne TV) çok izlenen bir de söyleşi yapmıştık. Kendileri Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanlığı dönemlerinde bizi birçok kez konferanslara, etkinliklere çağırmıştı. O göreve çakılı kalmadan, görevini olgunlukla, şimdiki Gn. Bşk. Sn. Nazım Mutlu’ya bırakmayı da bildi ki bu davranışı da çok yerinde oldu; Sn. Mutlu bu görevi son birkaç yıldır ustalıkla, bağlılıkla yürütüyor..

Sn. Sarıhan ile bir açıkoturumda birlikte konuşmacılardık ve Türkçe’nin tek “resmi” dil olması noktasında görüş ayrılığına düşmüştük (http://ahmetsaltik.net/2014/10/18/anadilinde-egitim/). Ancak uygar ilişkilerimiz elbette sürüyor ve Sn. Sarıhan’ın yazdığı 20 dolayında değerli kitaptan ve söyleşilerimizden öğrenmeye devam ediyoruz. Bileğinin hakkıyla CHP Ankara milletvekili seçilen Av. Şenal Sarıhan‘ın AYDINLANMA savaşımını da çok değerli buluyor ve saygı ile, teşekkür ile selamlıyoruz.

Emekli öğretmen Sn. Zeki Sarıhan’ın seçim kampanyasında (2015) eşine mütevazi birikimini ödünç verdiğini ve hala geri alamadığını / alamayacağını da, -hoşgörüsüyle- paylaşmak istiyoruz… Adam gibi çalışınca, Milletvekili ödeneklerinin yetmediğini / yetmeyebileceğini öğreniyoruz..

Sarıhan ailesine selam olsun..
Ülkemize kattıkları ve katacakları için onlara şükran borçluyuz..

Sevgi ve saygı ile. 04 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Vatan Partisi ve Sn. Dr. Doğu Perinçek‘i son zamanlarda anlamakta zorluk çekiyoruz. Herhangi bir siyasal parti üyesi olmadığımızdan, daha özgür ve nesnel olabiliyoruz sanırız.
03 Mayıs 2017 günü AYDINLIK Gazetesinin manşeti “CHP 5 parça” idi.. Başka haber bulamadı herhalde gazete yönetimi ve abartarak manşetine öyle bir haber koydu.. Ne denli doğru olduğu ayrı bir tartışma konusu.. Zaman, tüm yanlışlarına karşın CHP’yi, toplumsal muhalefetin merkezi – motoru yapma yükümü yıkıyor herkesin omuzlarına kanısındayız.. Ulusal Kanal, AYDINLIK ve Sn. Perinçek’in kimi somut ağır yanlışlarına bu yazıda değinmeyeceğiz..

ŞEHİR HASTANELERİ SEMPOZYUMU

ŞEHİR HASTANELERİ SEMPOZYUMU

ŞEHİR HASTANELERİ SEMPOZYUMU

Bilkent ve Etlik Şehir Hastaneleri Vesilesiyle, 11 Mart 2017 – Ankara

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Ankara Tabip Odası,13 Ocak 2016’da “Mimarlar ve Doktorlar Entegre Sağlık Kampüslerini Masaya Yatırıyorlar-
Sağlıkta Dönüşüm / Entegre Sağlık Kampüsleri Tartışmaları
 -1”
başlığında bir araya gelerek şehir hastaneleri hakkında bilgi paylaşmışlardı.
Toplantıda kamu özel ortaklığıyla yapılacak bu hastanelerin kente, sağlığa, halka,
sağlık emekçilerine ve ülke ekonomisine etkilerini değerlendirmişlerdi.

Sağlıkta dönüşümün, hukukla, iktisatla, finansmanla, kentle, yaşamla, sağlık çalışanlarına ve sağlık hizmeti alacaklara etkilerini bütünlüklü olarak ele almak gerektiği açık. Bilgi alışverişi ve tartışmaya devam etme kararı verildi. Ankara’da yapılacak ve “dünyanın
en büyük sağlık tesisleri” olacağı söylenen Etlik ve Bilkent şehir hastaneleri üzerinden
ülke ölçeğine bakmanın konuyu anlamayı kolaylaştıracağı düşünüldü.

Hastanelere kilit, yollarımıza kilit, şehrimize kilit

Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin yaptığı incelemeye göre ruhsat sorunu olduğu, kaçak inşaat olabileceği değerlendirilen Bilkent Şehir Hastanesi 1 milyon metrekare alanda giderek yükseliyor, büyüyor. Mega projeler, kimilerine göre kalkınmanın ifadesi. Ama bütüncül planlama ilklerinden yoksun, kent hayatını al üst edecek ve kentsel ulaşımı tıkayacak bir mekansallığın karşılığı olarak ortada duruyor. Şehir hastanelerine ulaşılacak yol yok.Böylesine büyük metrekareleri kaldıracak alt yapı yok. Şehir hastaneleri, kentimizi kilitlemeye, yollarımızı işgal etmeye, ormanlarımızı yok etmeye aday mekanlar olarak şehirlerimizi hapishaneye, sağlığımızı bozmaya aday. Etlik Şehir Hastanesi de yine 1 milyon metrekare alan büyüklüğüne sahip, yine binlerce odalı…Ama oraya da gidecek yol, oluşacak yükü alacak kapasite yok.

Hasta garantili hastane!

Kentin üzerine gelen bu plansız yük işin bir yanı. Şehir hastaneleri, var olanları yutan bir canavar aslında. Etlik ve Bilkent açılınca, Ankara kent merkezindeki Cumhuriyetin tarihsel ve planlı döneminin izlerini taşıyan bir çoğu tescilli kültür varlığı olan 13 erişimi kolay devlet hastanesi kapatılacak. Sağlık Bakanlığı, şehir hastaneleri için şirketlere yüzde 70 doluluk oranı garantisi verdi. Hastalıkları önlemek değil Sağlık Bakanlığı’nın işi, hasta vaat ediyor artık şirketlere.

Maliyeti Ticari Sır!

Kalkınma Bakanlığı, Dünyada ve Türkiye’de Kamu-Özel İşbirliği Uygulamalarına İlişkin Gelişmeler başlıklı Ocak 2016 tarihli raporunda, ilk defa şehir hastanelerinin maliyeti resmi olarak açıkladı. Tabii bir de kamu özel ortaklığının imtiyaz/özelleştirme uygulaması olduğunu Kalkınma Bakanlığı da itiraf etti bu raporda. O tarihe kadar maliyete dair sorularımız “ticari sır” denilerek yanıtsız bırakıldı. Sağlık Bakanlığı’nın açıklamaktan imtina ettiği rakamlar bu rapor ile gün ışığına çıktı. Gerçi bugün hala bakanlıkların açıkladıkları rakamlar birbirini tutmuyor.

Özelleştirme 40 yıla yaklaşan “savaşında” sağlığın, kentlerin, hastaların,
sağlık çalışanlarının ve kenti paylaşan herkesin atardamarına dişini dayadı.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Ankara Tabip Odası dünden başlayarak bugüne, bugünden başlayarak yarına bakmak için sorular sormaya ve yanıtları birlikte bulmaya davet ediyor.

Şehir Hastanelerinin bir bütün olarak masaya yatırılacağı Sempozyum’da;

  • Bir hastanenin adı “şehir hastanesi” olunca ne değişir? 
  • Bir hastane kamu özel ortaklığıyla yapılırsa aslında ne olur?
  • Bir hastane hem sağlığa, hem kente, hem çevreye hem hastalara hem sağlık çalışanlarına hem Hazine’ye hem bütçeye zararlı olabilir mi?
  • Bir hastane yaptırabilmek için gelecek üç kuşak borçlandırılabilir mi?
  • Bir hastane yaptırmak için sırf şirketler istiyor diye defalarca kanun değiştirilir mi?
  • Arazisi devletten, kirası çalışanların hakkı olan döner sermayeden, kur farkı garantili, aldığı kredisi Hazine garantili, tüm hizmetlerin de şirketten satın alındığı, devletin kiracı şirketin mülk sahibi olduğu, şirketlere otoyollar gibi doluluk garantisi verilen hastane yaptırılabilir mi?

Yukarıda sayılanlar sadece örnekler… Evet, tüm bunlar ve çok daha fazlası
“şehir hastaneleri” diye diye geliyor… Devlet sağlığa yatırım yapmıyor!
Devlet, sağlığı özelleştirip şirketlerin hayal bile edemeyeceği olanaklar sunuyor!
Bunların hiçbiri haber olmuyor, konuşulmuyor. Peki, bu işin aslı esası ne?
Şehir hastanelerinin gerçeği ne?
Gerçekleri konuşmak için mimarlar, doktorlar, hukukçular, iktisatçılar ve bu konuda sözü olanlar bir araya geliyor. Şehir efsanelerine karşı gerçekler ortaya çıkıyor.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi              Ankara Tabip Odası
===========================================
Dostlar,

11 Mart 2017 günü 10:00 – 19:00 saatleri arasında gün boyu bu kurultayda idik.
Sitemiz okurları anımsayacaklar, bu sitede 10’a yakın yazı yayımlandı “şehir hastaneleri” hakkında. Örn. bir yazımız aşağıdaki erişke (link) ile çağrılabilir :

  • ŞEHİR HASTANELERİ BİR SOYGUN – TALANDIR..

    Biz de oturumlar boyunca 3 kez söz alarak kapsamlı katkılar verdik.
    Tüm etkinlik kamera kaydına alındı. Yakında kitaplaştırılacağını umuyoruz.
    Metin elimize geçtiğinde, bu sitede sizlerin bilgisine (pdf olarak) sunacağız.
    ****
    Vatan Partisi’nin 10. Genel Kurultayı

    Bu dizeleri yazarken bir yandan da TV’de Vatan Partisi’nin 10. Genel Kurultayını izlemeye çalışıyoruz. Her şeyden önce tam bir sanat şöleni izliyoruz. Sahne performansı, dekor, kostümler, arka fonlar, ışıklandırma, koreografi, effekt müzik, seslendirme ve sözler (içerik), verilen iletiler son derece başarılı, coşku verici, sürükleyici, güç verici ve düşündürücü.. Bu boyutuyla yapımcı ve sergileyici sanatçıları içtenlikle kutlarız. Elbette Kurultaya böylesi bir yaratıcı boyut katan
    Vatan Partisi yöneticilerini de..
    Arena salonunu dolduran, yurdun her yerinden özveri ile koşan 10 bini aşkın yurtseveri de.. Biz profesyonel sorumluluğumuz ağır basınca Şehir Hastaneleri Kurultayına katıldık. Önceki yıl aynı salonda yapılan Vatan Partisi kongresinde bulunmuştuk. Anadolu Otelinde sürecek olan Kurultaya içtenlikle başarı diliyoruz. Genel Başkan Sayın Dr. Doğu Perinçek önderliğinde Vatan Partisi’nin ülkemizi – halkımızı bütünleştirici sorumlu ve ağırbaşlı politikalarını saygı ile selamlıyoruz.

*****
46 Yıl Sonra Gene 12 Mart..

Tarih 12 Mart 2017… 46 yıl önce 12 Mart 1971‘de Hacettepe Tıp Fakültesi 1. sınıf öğrencisi idik. Ülkede askeri darbe yapılmış, tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmişti..
9,5 yıl sonra 1 kez daha, 12 Eylül 1980’de yine askeri darbe yapılmış ve tüm ülkede gene sıkıyönetim ilan edilmişti..
Aradakileri geçersek… 15 Temmuz 2016’da bir “tuhaf” darbe girişimi (!?) ve
20 Temmuz 2016’dan bu yana neredeyse 8 aydır Türkiye OHAL rejimi altında
AKP iktidarınca inletiliyor
..
Ve akıl dışı biçimde, adına “anayasa değişikliği halkoylaması” (!?) denerek
zihni tuzaklanmak istenen Türk Ulusu, en az 100 yıl geriye savrularak,
büyük ATATÜRK sayesinde kan ve canla kazandığı egemenliğini Beştepe sarayına devretmesi isteniyor.. Bir karabasan (kâbus) gibi.. “Hayır” dır inşallah..

Sevgi ve saygı ile. 12 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

TÜRBAN ÖZGÜRLÜK DEĞİL ESARET ÖRTÜSÜ !


Dostlar
,

AKP tüm Türkiye’yi türbana saracak bu gidişle..

Elini veren kolunu kurtaramıyor..

Önce üniversitelerde kız öğrencilere.. dediler..

Geldiğimiz yer ortada..

İğrenç bir siyaset.. Din duygularını siyasete alet etme..

Emperyalizmin maşalığını sürdürme..
ABD ürünü Yeşil Kuşak ideolojisinin araçlığı..

Siyasal islamın = siyasallaş(tırıl)mış islamın = emperyalizmin güdümüne girmiş islamın = ılımlı islamın = emperyalist sömürüyü örten islamın…

meşrulaştırma aracı..

Türban Seyyit Kutup projesi.. Elezher kökenli :

  • İSLAM SİYASALLAŞACAK; SİMGESİ DE TÜRBAN OLACAK!

ABD güdümünde Yeşil Kuşak Doktrininin 1968’de Mısır’da aldığı karar bu..

Türban adeta gökten zembille indirildi, tümüyle politik..

  • Türbanın Din – Allah – Kuran ile zerre ilgisi yok!

Osmanlı’nın son halifesi Abdülmecit efendi ve kızının (ve de torunlarının) fotoğrafına bakar mısınız??

Turban_ve_Halifenin_kizi

Yazıklar olsun…

Türkiye Aydınlanmasının daha alacağı çooook yol (yıllar!) var anlaşılan..

Aşağıdaki metin ne denli ustalıkla ve kaynaklara dayalı olarak, bilimsel temelde
Türban oyununun içyüzünü sergiliyor.. Sayın Dr. Doğu Perinçek‘in kaleminden..
Dikkatle okunmalı, düşünülmeli üzerinde uzun uzun….

Sevgi ve saygı ile.
30.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Bağımsız ve Aydınlık Türkiye için görev başına! [28 Ekim 2010]
İşçi Partisi’nin Türban bildirisi büyük ilgi görüyor!
 Turban_posteri_IP

Doğu Perinçek 
İşçi Partisi Genel Başkanıİşçi Partisi tarafından yurdun dört bir yanında dağıtılan “Türban Özgürlük Değil,
Esaret Örtüsü”
başlıklı Genel Başkan Doğu Perinçek’in kaleme aldığı bildiri
büyük ilgi görüyor. Bildiri metnini aşağıda sunuyoruz.

TÜRBAN ÖZGÜRLÜK DEĞİL ESARET ÖRTÜSÜ !

Değerli Yurttaşlar,

ESARET ÖZGÜRLÜĞÜ OLMAZ

“Türban özgürlüğü” diye bir özgürlük olabilir mi?
Eğer ağanın marabası olmak özgürlük ise, türban da özgürlüktür.
Şeyhin ayağına yüz sürmeye özgürlük diyorsanız, “türbana da özgürlük” demeye devam edin.

  • Cariyelik özgürlükse, türban da özgürlüktür. 

Kulluğa, cariyeliğe geri dönüş özgürlüğü yoktur ve olamaz!

Özgürlük, Ortaçağ ilişkilerinden kurtulmaktır. Kadın açısından özgürlük,
eşitliğe kavuşmak, toplumun çalışan, üreten, yaratan, onurlu üyesi olmaktır.
Özgür bir toplum kurmak isteyen bir parti veya insan, türban ve özgürlük kavramlarını
yan yana getiremez. Bu, esaret özgürlüğünü savunmaktan başka bir şey değildir.
Özgürlükleri Ortaçağ kafasıyla yeniden tanımlamaya kalkarsanız,
yeniden kul olursunuz; cariye olursunuz.

KUR’AN HUKUKUN KAYNAĞI OLAMAZ

  • Kur’an da türban emri yok; doğru. 

Ama Kur’an da türban emri olsa, bu emir uygulanacak mı?

Kur’an’da “hırsızın elini kesin” emri var. Uygulanıyor mu; uygulanabilir mi?

Kur’an’da “kadına mirastan yarım pay verin” emri var.
Uygulanıyor mu; artık uygulanabilir mi?

Kur’an’da “Dört kadın almak” caiz.
Hangi onurlu kadın, dört kadından biri olmayı kabul eder?

Kur’an’da kölelik var; cariyelik var.
Hangi babayiğit uygulayabilir?

Kur’an’da “İslam’dan vazgeçeni öldürün” emri var.
Nerede bulabilirsiniz o celladı?

GÜNÜMÜZ TOPLUMUNU KUR’ANLA YÖNETEMEZSİNİZ !

  • Demokratik bir toplumu, Tevrat’ın On Emriyle;
    İncil’den ayetlerle, Kuran’la yönetemezsiniz. 

O nedenle türban konusunda Kur’an’a gönderme yaparak yürütülen tartışmalar,
tarih bilgimizi genişletir ama hukukun kaynağı olamaz.

Devletin temel düzenlerini din esaslarına göre belirlemeye kalkmak, bütün demokratik ülkelerde Anayasaya aykırıdır. Dahası en katı yobaz bile, günümüz toplumunu Nisa suresine,
Ahzab suresine veya Bakara suresine veya başka bir sure ve ayete dayanarak düzenleyemez. Buna kalkmak, deveyle ticaret yapmaya benzer ve artık mümkün değildir.
İslam, birçok İslam âliminin de belirttiği gibi, tarihseldir. Tarihin dışında hiçbir şey yoktur.

Hz. Muhammed, dünya tarihinin en büyük devrimcilerindendir.

İslamın düzenlemeleri, 7. yüzyıldan 15. yüzyıla dek dünya ölçeğinde bir devrimin hukuku idi.
İslam, yeryüzü uygarlığının merkezi ve önderi oldu. Ama o çağ arkada kaldı.
Bugün 21. yüzyılda yaşıyoruz. Günümüz toplumunu, 7-15. yüzyılın hukukuyla yönetemezsiniz. Yönetirim diyenler açıp kutsal kitapların her cümlesini yeniden okusunlar.

  • Bugünün siyasetini, ekonomisini, kültürünü, bilim hayatını,
    Tevrat, İncil veya Kur’an’la yönetebilecek bir sihirbaz yoktur.

Bunu Tayyip Erdoğan da yapamaz; Abdullah Gül de yapamaz;
Fethullah Hoca da yapamaz.

Halkı aldatmaktadırlar.

CİNSELLİĞE VURGU YAPAN KÖLECİ KÜLTÜR

Türban, kadının cinselliğine vurgu yapan bir kültürün simgesidir.

Türban, kadını insan yerine koymayan, onu yalnız cinsel bir nesne olarak gören bir anlayışın aletidir.

Eski köleci Yunan ve Roma kültürü böyle idi. Bütün Ortaçağ karanlığında bu yaşandı.

Asilzadeler kadını cinsel köle yaptılar; kadını kafesin arkasına kapattılar.

Bugün çürüyen emperyalist-kapitalist kültür de, kadını yeniden cinsel bir nesne durumuna düşürdü. Bu açıdan, kadının göbeğini açarak dolaşması ile türban aslında aynı kültürün işaretleridir.

Biri örterken, diğeri açmaktadır. İkisinde de, “Bu gördüğünüz veya göremediğiniz cinsel nesnedir.” bildirisi vardır. Türban, kadını hor gören, kadının kişiliğini
kabul etmeyen bir kültürün simgesidir. ;

Türban giyen kadınları elbette incitmiyoruz; onlar bizim insanlarımızdır.
Ama onlara değer veriyorsak, gerçekleri söylemek zorundayız.
O kardeşlerimizi ve eşlerini üzmeden, saygı göstererek cesaretle ve yılmadan
bu doğruları anlatmak, bir insanlık borcudur; bir uygarlık görevidir.

Türban, çalışan, başı dik, kişilikli, çağdaş Türk kadınına yakışmıyor;
çağımızda hiçbir toplumun kadınına yakışmıyor. Bu gerçeği kadınlarımıza, erkeklerimize, gençlerimize anlatmaktan vazgeçemeyiz.
Vazgeçenlere yazıklar olsun diyoruz.

Soruyoruz  : Toplum nasıl özgürleşecek, insan onuru nasıl gelişecek,
kadın nasıl hayatın her alanında eşitliğe kavuşacak?

TÜRBAN SOSYETE ÖRTÜSÜDÜR

Türbanla tarlada çapa yapamazsınız, yapan yok.
Türbanla zeytin çırpamazsınız, çırpan yok.
Türbanla fabrikada çalışamazsınız; hemşirelik, ebelik yapamazsınız.
Türban, çalışan, iş yapan kadının örtüsü değildir.

  • Türban, sağlığa aykırıdır. Doktorlar söylüyor:
    Yara yapıyor, pişik yapıyor; sıkıntı veriyor; kadına eziyettir.

Türban, sosyete örtüsüdür.

Çalışan kadının örtüsü, baş örtüsüdür; yemenidir, eşarptır, şapkadır vb.

PARMAKLARDA 50 MİLYARLIK PIRLANTALAR

Dikkat edilsin, türbanın asıl sahipleri, parmaklarında 50 milyarlık pırlanta yüzükle dolaşanlardır.

Hz. Muhammed’in bir çulu, bir de kırık testisi vardı.
Sofradan yarı aç kalkmayı öğütlüyordu.
Altına tamah etmedi. Mekke’nin yoksullarını, zulme uğrayanları örgütledi.
Bir de, şu türban bayrağını açan AKP erkânına ve hanımlarına bakınız:
Göğüslerinde Amerikan bayrağı. Gözlerini para hırsı bürümüş.
Sarayların eşyalarına bile göz koydular.

Parmaklarında 50 milyarlık pırlantalarla dolaşıyorlar.
Çocuklarına gemicikler alarak kendilerine benzetiyorlar; kıyıyorlar onlara da.

Türban yobazlığının tepesinde oturan BOP Eşbaşkanı’nın yasadışı servetinin
20 milyar Doları bulduğu saptanıyor.

  • Bu saltanat ve şatafat düşkünleri, fakiri fukarayı türbanla, tarikatla, yobazlıkla kendilerine kul yapmaktadırlar. Hakikat budur!

Türban, milletin hakimiyetine karşı, mafya ve tarikat milyarderlerinin saltanatının örtüsüdür.

RAHİBE ÖRTÜSÜ

Tarihimize bakalım, ne köyde, ne kasabada, ne de sarayda türban yoktur.

Yemeni vardır, başörtüsü vardır, ferace vardır, çarşaf vardır, eşarp vardır,
peçe dahi vardır, ama türban yoktur.

Nenelerimizin, annelerimizin resimlerine bakalım, kitapları karıştıralım,
türbanı Türk tarihinde bulamazsınız.

Ama Sümer ve Asur mabetlerinde, Katolik rahibelerinin başlarında bulabilirsiniz.

  • Türban, bir rahibe örtüsüdür. Bu tarihsel bir gerçektir.

Kim, niçin bu gerçeğe kızmakta veya söylemekten korkmaktadır?

KADINA TÜRBAN ASKERE ÇUVAL

Tayip Erdoğan, en sonunda bir İspanya gezisinde,

  • “Velev ki siyaset simgesi” diyerek, türbanı siyasete alet ettiklerini itiraf etmişti.

Hangi siyasete?

  • Türban, Yeşil Kuşak siyasetinin ve bugün Büyük Ortadoğu Projesi’nin örtüsüdür. 

 

Türbanı bayrak yapan kara siyaset, Irak ve Afganistan’da milyondan fazla Müslümanı katletti; Müslüman kadınlara tecavüz etti; Ortadoğu uygarlığını yağmaladı; Müslümanların yaşadığı ülkeleri böldü, bölüyor. Türban, bu zulmü örtüyor.

  • Türban, 1970’lerden sonra Türk toplumuna dışardan dayatıldı.

Hepimiz yaşadık bunu.
Kadınlarımızın başına türban geçirenler; askerimizin başına da çuval geçirdiler.

SÖZDE LAİKLERE BİR ÇİFT SÖZ         :

Büyük sermaye sahipleri, laikliği özünden kopardı.
Laiklik, dünyanın her yerinde kralların padişahların saltanatına karşı,
halk hakimiyetinin ideolojisi olarak ortaya çıkmıştır.

Laiklik, halkın krallara ve beylere karşı iktidar savaşının siyaseti idi.
Türkiye’de de saltanata karşı mücadelenin bayrağı oldu.
Ancak Atatürk Devrimi’nden vazgeçilmesinden sonra burjuvazi,
laikliği yoz hayatın, meyhaneciliğin maskesi olarak kullandı.
Şimdi bundan da vazgeçtiler; “türban özgürlüğünü” savunuyorlar.
Bir kısım sosyal demokratlarımız, en sonunda toplumun bütün meselelerini
Kur’an’a dayanarak tartışır noktaya geldiler.

Tarikatların minderinde çağdaşlık mücadelesi veriyorlar.

Çağdaş toplumu kurma mücadelesi, Ortaçağ kaynaklarına yaslanarak yürütülemez.

Emperyalizme ve gericiliğe karşı 7-15. yüzyılın ideolojisiyle mücadele edeceklerini sananlar, günümüzdeki hazin manzaranın sorumlusudurlar ve yarınlara ışık tutamazlar.
Günümüzün demokratik çağdaş toplumu, dünyanın hiçbir yerinde dinsel kaynaklara
gönderme yaparak kurulmamıştır. Kutuplardan Ekvatora kadar, geleceğin toplumu da
dinsel kaynaklara göre kurulmayacaktır.

  • Atatürk gibi devrimci olalım, yoksa bu süreç türbanda durmaz,
    kadınlarımızı cariye yaparlar.

BAĞIMSIZ ve AYDINLIK TÜRKİYE İÇİN GÖREV BAŞINA!

Cumhuriyet Devrimi’nin Değerli Yurttaşları,

Hür Fikirli, Hür Kültürlü, Hür Vicdanlı Öncülerimiz,
Yakınmayı, sızlanmayı bırakalım!
Haydi görev başına!
…….