Etiket arşivi: atatürk

Muazzez İlmiye ÇIĞ’dan “mektup” var!


Dostlar
,

Ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, kamuoyuna 2. mektubunu yayımladı.

Atatürk‘ün, Sümerleri incelemek üzere yetişmesi için yurtdışına gönderdiği
Muazzez İlmiye Çığ, bu emeğin hakkını vererek gerçek bir Cumhuriyet kadını oldu..

Yine bu sitede, Sayın Çığ’ın bir makalesine daha yer vermiştik :

Sümerler’in Türklerin bir kolu oluğunu yazmıştı bir makalesinde de..
Aşağıdaki erişkeden (linkten) okunabilir, okunmalıdır da bizce.. (25.2.13)

http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post.php?post=12429&action=edit

Cumhuriyetçi, moderneleşmeci ve devrimci..

Alanının da hakkını verdi. Pek çok Sümer tabletini çözdü ve Sümer tarihinin aydınlanmasına anlamlı katkılar verdi Noah Kramer‘e ek olarak.
Çalışmalarını üşenmeden kitaplaştırdı, yayımladı…

Bu sitede daha önceki kamuyuna mektubuna da yer vermiştik Sayın Çığ’ın..
Aşağıdaki erişke (link) tıklanarak okunabilir.

http://ahmetsaltik.net/muazzez-ilmiye-cig-sanatcilara-seslenis/ (9.10.2012)

Muazzez hanım 98 yaşında.. 15 yıl kadar önce, kendileri 83 yaşında iken, biz de
Edirne ADD Şubesi başkanı iken bir konferansa davet etmiştik. Masada yan yana oturduk. Hiçbir sorun yaşamadan konferansı başarıyla tamamladık..

Bayan Çığ, aşağıda verdiğimiz mektubunu çok sarsıcı sözlerle bağlıyor :

*****

“….98 yaşındayım ve ömrümün şu son günlerini,

– yapılan o eşsiz devrimimizin birtakım dinden, paradan yarar sağlayanlar,
– gavur dediklerinin ekmeği ile beslenenler tarafından

içine edildiğini görerek, içim yanarak, yüreğim kan ağlayarak geçiriyorum.

Bugünleri de çok çok arayacaksınız, haberiniz olsun!….”

*****

Teşekkürler çok değerli Muazzez İlmiye Çığ hanımefendi..

Umar ve dileriz ki feryadınız gerekli yankıyı doğursun..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 3.4.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================

Muazzez İlmiye ÇIĞ’dan “mektup” var!

portresi

muazzezcig@yahoo.com

Sabancılar, Koçlar, Holdingler, Üniversiteler, Sendikalar, lar, ler…

Siz bu memlekette yaşamıyorsunuz galiba. Hiç sesiniz çıkmıyor!
Demokrasi diyorsunuz, ama onun gereklerini yerine getirmiyorsunuz!

– Ülke özelleştirme lafı ile parti parti satıldı ve satılıyor, ses yok

– 10 yıl önce sonu gelen terör, kentlere indi, her gün en az birkaç şehit veriyoruz.
İçimiz kan ağlıyor. Kadınlar çocuklar ağlıyor. Uçaklar, roketatarlarla yüz binlerce masrafa karşılık 10-20 terörist öldürüldüğü ile övünülüyor. Aldıran yok??

– Cephanelikte büyük patlama oluyor, 25 askerimiz ölüyor; nedeni bir türlü açıklanamıyor. Soran yok..

– Yepyeni bir eğitim programı başlıyor, küçücük çocuklar okula alınıp ilk hedefin
Arapça ve Kuran öğrenmek olduğu söyleniyor. Vatan, millet, bilim hepsi bir tarafa atılıyor. Sonunu düşünen yok,

– Birçok bilim adamlarımız, değerli komutanlarımız, gazetecilerimiz suçsuz olarak yıllarca hapislerde yatıyor. Vicdan yok..- Ülkemize sığınmacı olarak Suriye’den, Libya’dan eli silahlı insanlar getiriliyor ve
bunlar ülkemizde eğitiliyor. Gören yok..

– Komşumuz Suriye ile savaş eşiğindeyiz. Fark eden yok!

  • Büyük bir iç savaşa doğru dolu dizgin gidiyoruz; korkan yok!?

Bakıyorum hiçbirinizin umurunda değil. Hepinizin gözünü para bürümüş, gelmekte olan tehlikenin farkında değilsiniz!

90 yıl önce Cumhuriyet ile elde ettiklerimizin bir bir elden gittiğini, onlar sayesinde
bugünkü saltanatınızı sürdüğünüzü görmüyorsunuz. Her gün yalanla dolanla konuşan, önüne gelene en ağır lafları söylemeye çekinmeyen, ona karşılık kendisinin demokrat olduğunu söyleyen bir devlet başkanına demokrasi gereği neden karşı çıkmıyorsunuz?

Bu ülkeye gelecek her kötülükte hepinizin payı var, unutmayın!

Bu gemide hepimiz varız. Nasıl böyle sessiz kalıyorsunuz?

Yazık olacak bu güzel ülkeye ve bu dinle uyutulan, her türlü sömürüye katlanan
güzel halkımıza!

98 yaşındayım ve ömrümün şu son günlerini,

– yapılan o eşsiz devrimimizin birtakım dinden, paradan yarar sağlayanlar,
– gavur dediklerinin ekmeği ile beslenenler tarafından

içine edildiğini görerek, içim yanarak, yüreğim kan ağlayarak geçiriyorum.

Bugünleri de çok çok arayacaksınız, haberiniz olsun!

Muazzez İlmiye ÇIĞ
2 Nisan 2013

Mustafa Balbay: 21. Yüzyılda Türkler…

 

Cumhuriyet 31.03.2013

GÜNDEM
Mustafa Balbay

21. Yüzyılda Türkler…

Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde İsa heykelinin bulunduğu tepeye gitmek için bindiğim takside sohbet derinleşip Türkiye’den geldiğimi söyleyince, şoför gözünü yoldan ayırdı, bana döndü, seslendi:

Bizde sizden çok var…

Türkiye’den dünyanın her yerine göç olduğunu anlattım, yolu buraya da düşenler olabileceğini söyledim. Öyle değil” dedi,Brezilyada, çevre ülkelerde yüz binlerce el Türko var”.

Osmanlı’nın son döneminde Latin Amerika’ya göçen herkese “el Türko diye
kimlik verildiğini biliyordum ama, rakamın bu kadar yüksek olduğunu bölgeyi gezerken kavradım.

Şili’de rastgele tanıştığım ilk üç kişiden birinin adı, kendi söyleyişiyle Davvut” idi. Kendisini el Türko diye tanımlarken, bir çırpıda ailesinin Suriye’den Şili’ye uzanan öyküsünü anlattı.

Davvut, Türkiye’yi de şöyle tarif etti:

Farklı yerlerden getirilen toprakları etrafı sulu bir bahçeye koymuşlar;
Türkiye olmuş. Atatürk
ü tanıyorum. Çok reformcu bir lider.
Burada O’ndan zaman zaman söz edilir…

Güney Amerika gezim sırasında Arjantin’in devlet başkanı da yine el Türko diye anılan Carlos Menem’di.

Meksika’da da yıllar önce Kırım’dan göçmüş bir aile ile tanıştım. Evlerdeki en değerli şeyi tablo gibi duvara asmışlardı. O, bütün yer adlarının Tatarca olduğu
Kırım haritasıydı.

***

Özgürlükte 80 ülke dolaştım. Gezi izlenimlerimi 8 kitapta topladım.

  • Dünyanın hangi köşesine gittimse mutlaka Atatürk’le karşılaştım.

Dünyayı dolaştıkça Atatürk’ün küresel ölçekte büyüklüğüne de tanık oldum.

Gezilerimin Orta Asya ve Balkanlar’ı kapsayan bölümlerinde doğal olarak
bu coğrafyalarda yaşayan Türkler ana konumdu. Ancak öteki coğrafyalarda da girişte aktardığım gibi çok geniş bir yelpazede Türklerle karşılaştım.

Soğuk Savaşın sona ermesi, iki kutuplu dünyanın bitmesi ile birlikte Türklerin yaşadığı bölgelerde de yeni devletler ortaya çıktı. Orta Asya’daki Türkler 300 yıllık aradan sonra kalıcı, bağımsız devletler kurarak tarih sahnesindeki yerini aldılar.

Balkanlar’daki Türkler, 20. yüzyıl boyunca yitirmedikleri kimliklerini 21. yüzyıla taşıdılar. Geçen iki yüzyılda etrafımızdaki coğrafyadan Anadolu’ya taşınanlar vatan” kavramını Türkiye ile bütünleştirdiler.

Orta Asya’dan Balkanlar’a Türk dilli alan” adını ilk İtalyanlar ve Almanlar taktılar. Sonra bilim insanlarının da benimsediği bir tanım oldu.

Nâzım Hikmet ne güzel tarif ediyor:

Dört nala gelip Uzak Asyadan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim.

***

Dünyanın önde gelen Türkologlarının %80’i Alman ve Rus. Genel olarak üzerinde birleşilen rakama göre, bugün 11 milyon kilometrekarelik bir alanda 300 milyon insan,
6 ana grupta Türkçe konuşuyor.

Ülkeden ülkeye Türkçeler arasında çok fark var gibi görünse de ortak paydalar
çok daha fazla. Kırgızistan’da 10 yaşlarındaki bir çocukla tanışırken adının Kunduz” olduğunu söyleyince, değişik bir hayvan” diye söze girdim. Sözümü kesti,
güneşi gösterdi. Harfleri biraz yumuşatınca anladım ki, adı Gündüz” demekti.

  • 21. yüzyılda Türkler dünya sahnesinde nasıl yer alacak?

Bugünlerde Prof. Niyazi Berkesleyim. Yani son 300 yıllık tarihimizdeki herkesleyim. Prof. Berkes Türkiyede Çağdaşlaşma” kitabında 1699 Karlofça Antlaşması’ ndan başlıyor, o gün Osmanlı’nın yenilgisiyle birlikte, Neden gerilemekteyiz” sorusuna yanıt aramaya girişiyor. Bütün çabaları, git-gelleri bilim insanı titizliğiyle anlatan Prof. Berkes, kafasına koyduğunu başaran tek liderin Atatürk olduğunu vurguluyor, şöyle diyor:

  • Ben, Türk çağdaşlaşmasının geçmişinin iniş-çıkışlarına dayanarak
    yine ileri sürüyorum ki; ne denli geri dönme çabaları olursa olsun
    hiçbiri tarihsel oluşumu durduramayacaktır.
    Tersine daha da ileriye itecektir…

Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu gerilim ne olursa olsun,
Prof. Berkes’in altını çizdiği gerçek değişmeyecek.

Türklük kavramı, anayasa maddeleri arasında pazarlık konusu yapılacak kadar
dar değildir.

Türklük kavramı Turanla Kuran arasında sıkıştırılacak bir değer de değildir.

Dünya devletleri orta-uzun vadeli stratejiler çizerken,
21. yüzyılda Türkler ne yapacak sorusunu da hesaba katıyorlar.

Ne diyor atasözü:

  • Bir planın yoksa başkalarının planının parçası olursun.

Cumhuriyet’in Atatürk’lü Yıllarında Sağlık Hizmetleri ve Günümüz

Sevgili AÜTF Dönem 1 öğrencilerimiz,

6 Mart 2013 günü işlediğimiz

  • “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri ve Günümüz”

konulu dersimizin yansıları güncellenmiş olarak aşağıdadır.

Yararı olmasını dileriz..

Cumhuriyet_Donemi_Saglik_Hizmetleri_ve_Gunumuz

Sevgi ve saygı ile.
10.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılında Ütopyalarımızı Korumak

Dostlar,

Türkiye İktisat Kongresi‘nin İzmir’de toplanmasının (dikkat buyurulsun, İzmir İktisat Kongresi değil..) 90. yılını gündeme getiren Yaşar Üniversitesi‘ne ve konuyu işleyen yazarlara teşekkür ederiz.

Bilkent Üniversitesi’nden Sayın Prof. Yeldan bu toplantıdan değerlendirmeler sunuyor.

Biz bu Kongre’nin toplanma nedenini, Kemal Paşa’nın Kongre açılışındaki
uzun konuşmasını ve ardından Lozan görüşmelerinin tamamlanmasını dikkate alarak
şöyle açıklıyoruz :

– Batı, Lozan’da “Kapitülasyon” dayatması yapmış ve Atatürk’ün kesin talimatı bağlamında Başdelege Dışişleri Bakanı İsmet İnönü görüşmeleri keserek Ankara’ya dönmüştü. Bilindiği gibi Lord Cürzon mali şantaj yapmıştı İnönü’ye.. Ülkemizin harap ve yıkık olduğunu, paramızın olmadığını ve çok geçmeden gelip diz çökerek borç para isteyeceğimizi, bu paranın kendilerinde ve ABD’de olduğunu ve Lozan’da Türklerin reddettiği Batı istemlerini teker teker önümüze koyacağını belirtmişti. İnönü de,
Gelir borç istersek siz de çıkarın cebinize koyduğunuz redlerimizi..” der.

İşte bu kritik kırılmada, büyük önder Mustafa Kemal Paşa Batı’ya bir ileti vermek ister. Ülkemizin ne pahasına olursa olsun ekonomik kalkınmasını da başaracağını ve
bu yüzden Batı’ya diz çökmeyeceğimizi, savaş meydanlarında çok kan dökerek
utku (zafer) kazandığımızı, Osmanlıyı bitiren kapitülasyonları asla kabul etmeyeceğimizi, ekonomik şantaja boyun eğmeyeceğimizi duyurmak ister.

1135 delege 15 gün boyunca bu kritik kongreye büyük özveri ile katılır.
İzmir harap ve bitiktir. Yunanlarca yakılmıştır. Delegeler hanlarda kalmaktadır.

Günümüzde bile olağan bir kongre için 1135 delege rakamı çok büyüktür,
süre de son derece uzundur. Kemal Paşa, Kongre açılışında 1,5 saat süren önemli bir konuşma yapar. NUTUK (Ekim 1927), Dumlupınar (30 Ağustos 1924) konuşmaları ve bu konuşma, Kemal Paşa’nın en önemli 3 konuşmasıdır.

Batı, iletiyi alır ve “Kemal” in pes etmeyeceğini anlar. Yeniden çağrı yapılır
Lozan görüşmeleri için ve 4 Şubat 1923’te kesilen oturumlar yeniden başlar,
24 Temmuz 1923’te başarıyla sonlandırılır.

Büyük ATATÜRK‘ün strateji dehası bir kez daha ülkemizin önünü açar..

Sevgi ve saygı ile.
27.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Prof. Dr. Erinç YELDAN

portresi

İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılında Ütopyalarımızı Korumak

İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat – 4 Mart 1923’te toplandı. Kongrenin biricik amacının Kurtuluş Savaşımızın eseri olan siyasi bağımsızlığımızı, iktisadi bağımsızlık ile perçinlemek olduğu bilinmektedir. 1135 delegenin katılımıyla düzenlenmiş olan Kongre, öncelikle genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız, katılımcı ve ulusal bir ekonomi stratejisinin temellerini atmayı amaçlamış ve bu yönde ülkenin tüm sosyal sınıf ve katmanlarının temsilcilerini bağımsızlık ve kalkınma idealleri etrafında
bir araya getirmiş idi.

Geçen hafta içinde İzmir İktisat Kongresi’nin 90. Yılı “21. Yüzyılın Kalkınma Stratejilerini Tasarlamak” temasıyla Yaşar Üniversitesi’nde toplandı. Kongrenin düzenlendiği tarihsel dönemi yakından irdeleyen tebliğlerinde Serdar Şahinkaya ve
İlter Ertuğrul, İzmir Kongresi’nin çoğunlukla basitleştirilerek, iddia edildiği üzere “tıkanmış olan Lozan görüşmelerinde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı’ya
güvence vermek
” üzere alelacele toplanmış bir birliktelik değil, Sivas ve Erzurum kongrelerinin devamı olarak Cumhuriyetimizin ilanından önce bilinçli ve programlı bir şekilde tasarlanmış, iktisadi bağımsızlığa yönelik, Anadolu’nun aydınlanma savaşımını yönlendirecek özgün bir girişim olduğunu vurguladılar.

Prof. Dr. Bilsay Kuruç sunumunda 1920’li ve 30’lu yılların küresel konjonktürü ile günümüz arasında geçişler sağlayarak, çökmekte olan İngiliz hegemonyasındaki
altın standardına dayalı serbest ticaret rejimi ile günümüzün serbestleştirilmiş finans sermayesinin dayanmakta olduğu ABD hegemonyasındaki kapitalist birikim rejiminin çöküşü arasında paralellikler kurdu. Bilsay Hoca, finans kapitale dayalı birikimin artık tıkandığını ve küresel kapitalizmin yeni arayışlarının dünya barışını tehdit etmekte olduğunu vurguladı.

Hasan Ersel Hoca ise, iktisat kuramının artık gelenekselleşmiş önemli kavramlarının ardındaki gerçek anlamları sosyal değerler sistemi içinde değerlendirdi.
Bunlar arasında sıkça dile getirilen rekabetçi piyasa kavramının gerçekten de kaynakların etkin dağılımında ve toplumsal gönenci artırmada kuramsal olarak
en etkili araç olduğunu; ancak kavramın tek bir sorunu olduğunu vurguladı:

Dünyada hiçbir ekonomide söz konusu olmaması…

***
İlkinden 90 yıl sonra toplanmış olan İzmir İktisat Kongresi’nin tüm katılımcıları, küresel ekonominin mevcut geleneksel iktisadi paradigmaların açıklamakta zorlandığı bir kriz içine sürüklenmiş olduğuna vurgu yaptılar. Küresel ekonomide büyümenin kaynaklarında gözlenen niteliksel dönüşümlerin kalkınma yazınının artık gelenekselleşmiş modellerince açıklanabilir olmadığı; yepyeni iktisat paradigmalarının arayışı içinde olduğumuz sıklıkla dile getirildi.

Prof. Dr. Korkut Boratav, küresel ekonomide üretim merkezlerinin batıdan doğuya ve kuzeyden güneye bir eksen kayması içinde olduğu günümüz konjonktüründe,
21. yüzyılın kalkınma stratejilerini tasarlamaya yönelik arayışlarının
muhakkak siyasal iktidar mücadelesiyle iç içe geçmesi gerektiğini vurguladı.

Korkut Hoca ısrarla insanlığın yüzyıllar boyu süregelen adalet, özgürlük ve eşitlik arayışları doğrultusunda ütopyalarımızı korumamızın önemine değindi.
Korkut Hoca’nın sözlerini yeniden anımsayarak

“Adım adım
 ‘aykırı’ düşünmeye yönelmemiz gerekiyor. Önce, bugünün egemen düşünce biçiminin sınırlarını, giderek kurulu düzenin parametrelerini de zorlayarak…”

CHP NEDEN İKTİDAR OLAMIYOR?

CHP NEDEN İKTİDAR OLAMIYOR?
Zeki Sarıhan
Zeki_Sarihan_portresi
 
     Kendisine CHP’yi dert edinmeyen kişi yok gibidir.  İktidarı, muhalefeti, sağcısı, solcusundan başka bizzat CHP’liler için de CHP bir dert halindedir.CHP için en çok sorulan, merak edilen konu, onun neden iktidar olamadığıdır. Bu soru iktidar olamamış ve olamayan bütün partiler için geçerli ise de CHP için daha anlamlıdır. Çünkü CHP 1923’ten 1950’ye dek kesintisiz olarak 27 yıl iktidarda kalmıştır. 1950’den sonra muhalefete düşmüş, zaman zaman tek başına iktidara yaklaşan sonuçlar almışsa da çoğunluğun oyunu alamamıştır.
En başarılı olduğu dönem 1971 askerî darbesinden sonra
Ecevit’in genel başkan olduğu 1973 seçimleridir.

Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi gibi sağcı, liberal, muhafazakâr partiler tek başlarına iktidara gelecek kadar oy aldıkları halde, CHP niçin bunu başaramamaktadır?

Türkiye’de seçimleri CHP’nin değil de sağ partilerin kazanmasının nedeni tek değildir. İktidara gelebilmek kimi koşulların bir araya gelmesi gerekir.


Birinci olarak partinin temsil ettiği sınıfın güçlü olması,
İkinci olarak partinin geniş yığınların özlemlerine yanıt verecek bir program ortaya koyması,Üçüncü olarak halk içinde yaygın, güçlü ve kararlı bir örgütlülüğe sahip olması gerekir. Bunlara başka kimi koşullar da eklenebilir. Genel başkanın güçlü ve güvenilir biri olması gibi. Ancak unutmamalıdır ki, şeyh uçmaz onu uçuran müritleridir. Her parti, kendi içinden en iyi politika yapanları öne çıkarır, CHP de bunun istisnası değildir. Menderes’in “Odunu aday göstersem kazanır” sözü ve bunun maalesef doğru olması, sorunun genel başkanlıkta veya adaylarda olmadığını kanıtlayan örneklerdendir.

CHP’nin öncelikle sınıfsal ve politik yerini saptamada yarar vardır. CHP’nin sınıfsal tabanı büyük burjuvazinin bir kanadından başlayarak küçük burjuvaziye kadar uzanmaktadır. Politik olarak kendini Sosyal demokrat olarak nitelemektedir. CHP, daha çok öğrenim görmüş, laik, aydın kesimlerin partisidir. Alevi kesimlerin desteğine sahiptir. Köylerdeki nüfuzu çok zayıftır, Kürt nüfus içindeki etkisi ise nerdeyse sıfıra inmiştir.Türkiye’nin en zenginleri günümüzde AKP tarafındadır.

AKP, ABD’nin de bölgedeki çıkarlarına uygun bir politika izlemektedir.
Bu nedenle Batılı büyük güçler tarafından da desteklenmektedir.
Fakat Türkiye siyasal tarihi, seçimi kazanmak için en zenginlerin çıkarlarını savunmanın ve yabancı güçlere dayanmanın koşul olmadığını kanıtlamıştır. Halk kitlelerini harekete geçiren ve onlara dayanan partilerin de seçim kazandıkları gerek CHP tarihinde, gerek dünya tarihinde görülmektedir.

CHP niçin iktidara gelecek düzeyde oy alamıyor?

Bunun birçok nedeni olmakla birlikte yalnız biri üzerinde duracağız.Bu neden CHP’nin 1923-1950 tarihleri arasında uyguladığı halkla bütünleşmeyen, onların özlemlerini dikkate almayan politikalardır. Aslına bakılırsa, Tek Parti Dönemi’ne damgasını vuran CHP diye bir örgüt yoktur. Bu dönem şeflik dönemidir ve CHP şeflik tarafından kullanılan göstermelik bir örgüttür.

1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye henüz Tek Parti Dönemi’ne girmiş değildi. Halifelik de 1924’te kaldırılmıştır.

Tek Parti Yönetimini 1925’te Takriri Sükûn Kanunuyla başlatmak gerekir. Bu dönemde tekke ve zaviyeler kapatılmış, medeni kanun kabul edilmiş,
aşar vergisi kaldırılmış, yeni yazı kabul edilmiş, 1930’da kadınlara seçme
ve seçilme hakkı verilmiştir.

Bunların hepsi halkın yararına yeniliklerdir. Ancak bunları gerçekleştiren de CHP örgütü değildir. Sınırsız yetkilerle donanmış Mustafa Kemal Paşa’dır.Bu dönemde CHP, her dört yılda bir, ikinci seçmenlerin oy kullandığı göstermelik seçimlerle mebuslukları “kazanmış” görünse de başka bir parti karşısında zafer ilan etmekten yoksun kalmıştır. Milletvekillerinin tümü atama ile getirilmiştir. Bu nedenle parti, devletin yönetiminde karar verici bir örgüt de değildir. Alınmış kararları onaylama durumunda kalan göstermelik bir partidir.


Bu nedenle CHP’nin “Cumhuriyet Devrimlerini biz yaptık” diye övünmeye hakkı yoktur. Böyle bir hak varsa, bu, tek başına karar veren Ebedi Şef’in ve (biraz daha az olmakla birlikte) Milli Şef’indir. Tek Parti döneminin başarı ve başarısızlıklarıyla ilgili tartışma CHP üzerinden değil, Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Fevzi Çakmak üzerinden yapılmak zorundadır. Bütün tek parti döneminde mebus, İş Bankası Genel Müdürü, İktisat Vekili ve Başbakanlık yapan Celal Bayar, 1945’te yeni bir parti kurdu diye
bu dönemin değerlendirilmesi dışında kalamaz.
CHP ancak rakipleriyle yarıştığı 1950 seçimleriyle parti olabilmiştir.

1946 seçimlerini saymıyorum, çünkü bu seçimlerde rakiplerinin oyları
eksik sayılarak CHP hükmen galip sayılmıştır.“Tek Parti Dönemi” olarak anılan, gerçekte parti dönemi de olmayan 1923-1950 döneminin halk kitleleri açısından önemi, kimi üst yapı devrimlerinin onlar tarafından reddedilmesi değildir.


Türkiye halkının halifeliği savunduğu, onu kaldırdığı için devlete
(CHP’ye kızdığı) söylenemez. Halifeliği ancak Osmanlı artığı birtakım feodaller savunuyorlardı. Medreseler zaten devirlerini tamamlamışlardı. Medeni Kanun’un halka hiçbir zararı dokunamazdı. Aşarın kaldırılmasını halk büyük bir memnunlukla karşılamıştır. Okuma yazma bilenlerin sayısı çok az olduğu için Latin harflerinin kabulü önemli bir sorun yaratmamıştır.
Üstelik bu kanun okuma yazmayı kolaylaştırmıştır.   

Ancak… Bu dönemde Türkiye’de küçük bir azınlık, bu üst yapı devrimlerini yaparken halk kitlelerini yanlarına almamışlar,
onların ekonomik ihtiyaçlarıyla ilgilenmemişlerdir. Kurtuluş Savaşı yıllarında bir halk devleti kurmaya, iktidarı halka vermeye söz verdikleri halde, sözlerini tutmamışlardır. Devleti kullanarak kendileri bir an önce zengin olmaya bakmışlardır. Bankalar, şirketler kurmuşlar, kendilerini, eş ve dostlarını devlet olanaklarını kullanarak buradan nemalandırmışlardır. Uygulanan iktisadi devletçilik zengin yaratmayı amaçlayan ve buna hizmet eden bir devletçilik olmuştur. İktidarı denetleyecek, yolsuzlukların hesabını soracak hiçbir örgütlenmeye izin vermemişler, özellikle emekçilerin haklarını savunan örgütleri şiddetle yasaklamışlardır.

Bu iktidar merkezde bir avuç bürokrat-burjuvazidir.

Taşradaki dayanakları ise tüccar, tefeci ve toprak ağalarıdır. Taşranın bu geleneksel sınıfları, kendi iktidarlarına dokunmadığı için merkezin tercihi olan batılı bir yaşam tarzına ses çıkarmamıştır. (Bunun acısını, serbest kaldığı 1950’den sonra çıkaracaktır)

Korkut Boratav’ın işaret ettiği gibi, Kurtuluş Savaşı sonrasında Rum ve Ermenilerden kalan toprakların işlenmesi, savaşın sona ermesiyle üretime yönelen işgücü nedeniyle iktisadi durum bir süre tatmin edici gitmişse de, 1930’lara doğru halkın geçimi iyice zorlaşmış, buna karşılık halk üzerindeki devlet baskısı daha da artmıştır. Yönetici sınıf, kendinin
kısa zamanda zengin olmasına karşı itirazları ve adil bir bölüşüm isteğini önlemek için Türkiye toplumunun “sınıfsız bir toplum” olduğunu ileri sürmüştür. 
Bugün bile o dönemin uygulamalarını haklı çıkarmak için Türkiye’de o dönemde sınıfların olmadığını ileri sürenler vardır! Devlet yatırımlarına sermaye bulma işi, nerdeyse tümüyle köylülerin sırtına yıkılmıştır. Köylüler bu dönemi jandarma ve tahsildarla hatırlamaktadırlar.

Bu yazdıklarım, benim yorumlarım değildir.
Cumhuriyet dönemini yaşamış veya yorumlamış hemen bütün aydınlar Yakup Kadri’den Falih Rıfkı Atay’a, Şevket Süreyya Aydemir’den, Şefik Hüsnü Değmer’e, Hikmet Kıvılcımlı’dan, Mehmet Ali Aybar’a ve Doğan Avcıoğlu’na kadar bu gerçeği belirtmişler, Cumhuriyet’in halkçılık yapamadığını anlatmışlardır.

Attila İlhan, 1940’lı yılları “karanlık yıllar” olarak adlandırırken haksız değildir. Böyle tekçi bir siyasal yapıda bilim ve sanatın geliştiğini söylemek de mümkün değildir. “Barikai hakikati” doğuracak bir “müsademei efkâr”a
izin verilmemiştir. Fevzi Çakmak’a emanet edilen ordu teşkilatı bile yenilenememiştir. 
Hürriyetsizlikten iktidar bile bunalmış, 1930’da icazetli de olsa yeni bir parti daha kurdurulmuştur. Dürüst bir seçim olsaydı, bu seçimde CHP’nin iktidarı kaybetmesi kaçınılmazdı. Bu göze alınmayarak Serbest Fırka çok geçmeden kapatılmış, daha sonra parti içinde kurulan ve üyeleri atama ile belirlenen serbest bir grup kurma işi de işlevsiz kalmıştır.

Tek parti döneminde partiler eşit koşullarla seçime girselerdi halk kitlelerinin
CHP’ye oy vermeyeceği kesin gibidir.

Bunun nedeni “CHP Halifeliği kaldırdı, yeni yazıyı getirdi, onun için oy vermeyelim” değil, “Bizi aç ve hürriyetsiz bıraktı” olacaktı. CHP’nin kentli aydınlar, memurlar ve bir bölüm toprak ağasından oy alacak olması ve daha sondaki yıllarda da alabilmesi, Tek Parti Dönemi’nde kollanıp korunmalarındandır. Yani rejim onlar lehine işlemiştir. Partinin bugün bile, toprak ağalarını dışarıda tutarsak bu kesimlerden oy alması, o dönemin “hatırası” ndandır. Köylülerden ve yoksullardan oy alamayışının nedeni de o dönemin “hatırası” ndandır.

Esasına bakılırsa, Türkiye’deki siyasal mücadele esas olarak örgütlülükleri uzun süre yasaklanmış, kendine güven duygusu bastırılmış olan emekçilerle hâkim sınıflar arasında değil, hâkim sınıfların çeşitli kesimleri arasındadır. Dün de bugün de.

Halk kitleleri esas olarak oy deposudurlar. Hâkim sınıflar, iktidarlarını meşrulaştırmak, yani sandıktan da çıkmak için çeşitli cilveler yapmakta, halka yakın yürümeye çalışmakta, zaman zaman kendi “boğazlarından” artandan halka da koklatmaktadırlar. Halkın desteğini almak için yoksulların bu bölüşümdeki payı biraz daha artırılabilir.
Geleceğini düşünmeyen Tek Parti Yönetimi bunu bile yapamamıştır. Kendi ayağına kurşun sıkmıştır. Bugünkü CHP bunun acısını çekmektedir.


Birçok aydının zannettiğinin aksine, AKP’nin oyların yarısını alması İslamcılığı, gelenekçiliği değildir. Genel başkanının kaşına gözüne âşık olması da değildir. O’nun iktidarı döneminde (hangi nedenle olursa olsun ve sonunda ne olacaksa olsun!) refah düzeylerinin yükselmesidir.
Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni kitabında verdiği anlamlı bir örnek vardır. 1945’te, uygulanmayan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çıktığında, her nasılsa Orta Anadolu’da birkaç köylüye toprak verilmiş. O köylüler sonuna dek CHP’ye oy kullanmışlar. Ecevit’in Zonguldak’ta güçlü bir temel atması da nedensiz değildir. İşçilerin haklarını gözeten bir yasayı çıkarmasıdır. 
Bugünkü CHP, Tek Parti Dönemi’nin nasıl ele alınacağı konusunda bocalamaktadır. O dönemin siyasal yapısını eleştirse, bunun kendi aleyhine olacağını sananlar çoğunluktadır. Eleştirilmese, dönemin uygulamaları sonuna dek “başına kakaç” olacaktır.

Tarihe emekçi sınıfların penceresinden bakmayı öğrenemeyenler
veya bir zamanlar bakarken günümüzde bunu unutmuş olanlar,
Tek Parti Dönemi eleştirilirse “Cumhuriyet’in yıkılacağı” kanısındadırlar.
Her türlü dogma gibi bu konudaki önyargılar da bir yana bırakılmalı, gerçek ne ise onu dile getirmelidir. Bu aynı zamanda kendine güvenin
ve olgunluğun kanıtıdır. Başına köylü kasketini geçirerek “Toprak işleyenin; su kullananın” deyip yollara düşen Ecevit’in yaptığı da bundan başka bir şey değildi. 
CHP için yapılacak şey, korkmadan kendi olumsuz geçmişini ele almak, bunu parti içi eğitim olarak işlemek ve topluma da açıklamaktır. Bundan hem kendisi, hem toplum kazançlı çıkacaktır. Bunun siyasete getireceği önemli bir kazanç da, bundan sonra ve her zaman toplumun ezilen kesimleriyle birlikte yürümenin, iktidar olmak için bundan başka bir yol olmadığının anlaşılması ve anlatılması olacaktır.

Partinin geçmişi hakkındaki olumsuz izlenimleri silmek mümkündür.
Ancak bu kararlı bir özeleştiri ile mümkündür.
Korkulmasın, kitleler kin tutmazlar(5 Şubat 2013)

“Türk Ulusu”, “Kürt milliyeti”ne Eşit midir??


“Türk Ulusu”, “Kürt milliyeti”ne Eşit midir??

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net
03 Şubat 2013, Ankara

Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, CHP İzmir Milletvekili seçilmeden önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi idi.

Yıllarca bu konuları derslerinde işledi, kitaplar ve makaleler yazdı, bildiriler sundu
bilimsel toplantılarda.

Bosna’dan ülkemize gelen, Boşnak kökenli bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Türk’tür.
Ülkemizin Yugoslavya gibi etnik temelde ayrıştırılmasını, birbirini boğazlayarak
mezbahaya dönüşmesini ve iç savaşla parçalanmasını istemiyor doğallıkla.
Bu vahim tehlikeye altını çizerek dikkat çekiyor..

Batı emperyalizminin “nation building” kaması ile “çevre ulus devletleri” parçalama oyununa işaret ediyor. Dikkat buyurulsun, “çevre ulus devletleri” diyoruz, ”merkez kapitalist ulus devletleri” değil!

En büyük ulus devlet ABD, 52 eyalette 52 milliyeti sentezleyerek AMERİKAN ULUSU-MİLLETİ oluşturmuştur. Kaya gibi bir blok.. Tek resmi dil, tek bayrak, tek devlet.. Her “milliyet”, örneğin “Ben İtalyan kökenliyim ama Amerikan’ım” diyor; “Amerikalıyım” değil, “Amerikan’ım” diyor.. Gönüllü birliktelikle  Amerikan ulus devletinin eşit bireyleri durumundalar. Anayasalarında da “Amerikan milleti-ulusu” kavramı-nitelemesi var.

“Amerikan” kimlik kartı ve pasaportu taşıyorlar. Nüfusun yarısına yakınının Hispanik (İspanyol kökenli) olduğu güney eyaletlerinde bile sosyal-kültürel alanda İspanyolca çok yaygın iken, kamusal alanda resmi dil tek ve İngilizce. Bu gerçeği bizzat biz, yerinde gördük, tanık olduk.

ABD yurttaşı olmanın en temel koşullarından biri, yeterli İngilizce bilmek!

20. yy (1900′ler) başında dünyada başlıca 50-60 devlet vardı. Bu yy. sonunda 200 devlet oluştu. Küresel emperyalizmin hedefi, 21. yy. sonunda 1000 (bin!) “devletçik”! Yani, Latince “Divida et impera” bağlamında “Böl ve yönet”! 20. yy. başında 50-60 dolayındaki devlet sayısı, yüz yılda 200’ü aştı. Daha da artırılarak bin devlet(çik) hedefleniyor egemen emperyalistlerce. Daha sonra, hepsini postmodern yöntemlerle yeniden sömürgeleştirerek tek dünya devleti kurmak Elit’in stratejik ereği!

  • “ Dünyada bin (1000) devlet oluşturduğumuzda modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendini yönetme hakları artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan Elitin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur! ” (Arthur Schlesinger, CFR Dergisi Foreign Affairs, 1995)

Bir kez daha dikkat çekelim, merkez kapitalist ülkeler kaya gibi ulus devletler..
Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya, Çin, Hindistan, Rusya … daha onlarcası.

Bizim gibi ülkelerin ise parçalanması gerekiyor! Sevr ile başarılamayan, şimdilerde bu tür etnik (ve de dinsel) ayrıştırma oyunlarıyla gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

Çok ilginç bir çelişki : AB örneği

Türkiye’yi milliyetler / etnisiteler temelinde federe devletlere ayrıştırmayı planlayanlar,
27 ülkeyi, 27 farklı milleti-ulusu bir araya getirerek “Avrupa Birleşik Devletleri” kurmaya çabalıyorlar. Anımsayalım, 1950′ler başında Kömür-Çelik Birliği ile yola çıkan birkaç ülke zamanla AET’ye (Avrupa Ekonomik Topluluğu) dönüştü. Üye sayısı giderek artarken “E” harfi atıldı ve “Ekonomik Topluluktan” siyasal birliğe dev bir adım atılarak “Avrupa Topluluğu” AT’ye dönüştü. Yetmedi, son durumuyla “Avrupa Birliği” (AB, European Union, EU) statüsüne dönüştü 27 ülke.
Tek bayrak, tek parlamento, tek para..

Niçin ? Nedir bu derin çelişki ? Kendileri birleşirken bizleri neden ayrıştırıyorlar?

Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü niçin çarpıtılmakta?

Bu bir ULUS DEVLET olma, ULUSLAŞMA, emperyalizme karşı birlik olarak güçlenme ve lokma olmama çağrısı değil midir? Etnik kimliklerinizi koruyun, sosyal-kültürel alanda yaşatın ama kamusal alanda tek parça-blok olun, birlikten güç doğar ve bu yolla da “Türk’üm” deyin, hep birlikte mutlu olun.. anlamında değil midir?

Atatürk’ün sağ kolu İsmet İnönü, bizzat Kürt kardeşlerimizce Kürt İsmet olarak  sahiplenilmiş  değil midir? Lozan heyetine yazılan mektupta vurgulanmamış mıdır?

Mustafa Kemal Paşa Türk milleti tanımını şöyle yapmamış mıdır ?

  • Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına
    (ahalisine, Türkiye’de yaşayan herkese!) Türk milleti denir.”

Bu tanım, dünyada 4000′e yakın etnisiteyi / milliyeti kucaklayan yaklaşık 200 devlet için geçerlidir. Biyolojik ırkçılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Bu bakımdan, Anayasa’nın 66. maddesinde yer alan tanım korunmalıdır :

I. Türk vatandaşlığı

Madde 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

Kürt ya da başkaca etnik kökenli yurttaşlarımıza (milliyetlere) ülkemiz,
AB’ye üyelik sürecinde Kopenhag Ölçütleri kapsamında tüm hakları tanımıştır. Bundan ötesi ayrışma, parçalanma getirir.

  • Artık ayrılıklarımızı değil ortaklıklarımızı pekiştirme zamanıdır. 

Türkiye, Batı güdümünde sokulduğu bu yapay tartışmaları aşarak asıl gündemine dönmelidir.

Yoksullukla, işsizlikle, dengeli bölgesel kalkınma ile, dev borçlarla, dış güvenlik sorunlarıyla…. çağdaşlaşma ile meşgul olmalıdır.

Birgül Ayman Güler hoca bilimsel doğruları dile getirmiştir.
Asla ırkçılık, ayrımcılık yapmamıştır.

“Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” sözü bilimsel bir anlatımdır.

“Türk ulusu” nitemi (sıfatı) ülkemizdeki 80 milyon insanın ortak sıfatıdır.

“Kürt milliyeti” ise Kürt kökenli yurttaşlarımızı, bütünün bir parçasını tanımlıyor.
Bu bakımdan, “parça bütüne eşit olabilir mi?” Söylenen budur.

Başta Başbakan RT Erdoğan olmak üzere, BDP’li Vekil Sırrı Sakık vd. bilerek ve isteyerek, kasıtlı olarak Sayın Prof. Ayman’ın sözlerini çarpıtmışlardır. Bu, ucuz ve çirkin bir popülizmdir.. Ülkemize yakışmamaktadır. Eğitimi yetersiz halkın kafasını karıştırmaktan yarar ummak erdemli ve ülkemize yararlı bir davranış değildir.
Bu tehlikeli hatadan ve politik sömürüden vazgeçilmelidir.

Şimdi, 1920′lere gidelim ve Said Nursi‘nin bir makalesine değinelim :

Said Nursi’nin İkdam’da yer alan makalesi7 Mart 1920 (22 Şubat 1336, sayı: 8273) :

– Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır.. 
– Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor…
Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense,
ölümü tercih ediyorlar.
Eğer Kürdlerin serbestii inkişafını düşünmek lazım gelirse;
bunu Boğus Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i âliye düşünür.
– 
Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin tevassut ve müdahalesine muhtaç
  değildirler..
– Hakiki Kürdler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafaa olarak kabul etmiyorlar.”

SONUÇ                       :

  • Türk-Kürt kardeştir! Altın kural budur!!
  • Emperyalizmin tarihi boyunca hiçbir halkı, etnisiteyi….
    özgürlüğüne kavuşturduğu görülmemiştir.
  • Emperyalizmin tunç yasası : “BÖL/PARÇALA-YÖNET-SÖMÜR” dür!
  • Kürt kardeşlerimizin en yakın dost ve müttefiki Türklerdir. Biz birbirimizin
    doğal müttefikiyiz. 
    Aradan ABD-AB emperyalizminin maşası PKK’yı çıkarmalıyız.
  • Kalan sorunlarımızı oturur, dostça ve insanca çözeriz, buna inanın..
  • Emperyalizmle işbirliği yaparak özgürlük savaşı yapılabilir mi?
    Kürt kardeşlerimizi bu onursuzluktan tenzih etmek istiyoruz.

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler‘in söylemini ve web sitesinde yer verdiği  (www.baguler.blogspot.com) 4 makalesini doğru (bizim sitemizde de yayımladık; http://ahmetsaltik.net/prof-dr-birgul-ayman-gulerin-yeni-anayasa-hakkinda-4-makalesi-ve-gorusumuz/), bilimsel, ülkemizin yararına buluyor
ve bu gerekçelerle açıkça destekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
03 Şubat 2013, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Dünyanın Önde Gelen Dev Kütüphaneleri… ve Uygarlaşma..


Dostlar
,
ADD Bilim Kurulu Başkanı sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan aşağıdaki iletiyi
ve ekini gönderdi..
Biz de, değişik ülkelerde bulunduğumuz dönemlerde başımızı kütüphanelerden alamazdık..
Günümüzde ise cep telefonlarımız bile birer gezgin (mobil) kitaplık ya da
bu tür hazinelere erişimde çok hünerli araçlar oldular. Ne büyük nimet..
Bütün bunlar, laboratuvarlarda, kütüphanelerde sabahlayan bilim emekçilerinin insanlığa değer biçilmez armağanı.
Ancak, bunu yapmayan (bilim ve türevi teknoloji üretmeyen!) mistik ve de miskin toplumlar, başkalarınca üretilen devasa bilgi birikimini ve teknolojik uyarlamasını “nakil” de bile artık havlu atmış durumdalar.
Cumhuriyetimizin kurucuları, kalkınmada temel işlevi Bilime ve uzmanlaşmaya vermişlerdi. Cumhuriyet daha bebek iken 1925’te Ankara’da, hem de TBMM binasında, Başbakan İnönü‘nün açış konuşmasıyla İlk Miili Türk Tıp Kongresi  toplanması çağrısının Atatürk‘ten gelmesi nasıl anlamlandırılabilir ??
Sizlerle de paylaşalım..
Teşekkürler Ali hocam..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 16.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Değerli arkadaşlar
,

Bu gün sizlere Dünyanın görülmeye değer harikalarını (bu dosyayı 17.1.13’te sitemizde izleyebilirsini; A. Saltık) ve de Avrupa’nın güzel yapılarıyla meşhur kütüphanelerini gönderiyorum.Dünyanın en büyük Kütüphaneler listesini de ekledim. 

Dünyanın en büyük kütüphanelerini en az yüzlerce yıl önce kurmuş olan  İngiltere, Almanya, Amerika, Rusya, Çin Japonya…gibi Ülkelerin bugün
tek kitaba bağlı kalmış toplumlara ve tüm Dünyaya egemen olmaları
tesadüf müdür sizce?
Sevgilerimle. æ

Not :
Ömrü boyunca bir insan, 50 yıl süresince ve ortalama haftada bir kitap hesabıyla en çok 2500 kitap okuyabilir. Oysa Dünyada en az 25 milyon özgün kitap üretilmiştir. Medeniyet boyunca; yani kitaplardaki verinin en çok onbinde birine erişebilirsiniz.. Bu demektir ki, okuyacağımız kitapları çok özenle seçmek gerekiyor. æ

ORGENERAL NUSRET TAŞDELER, BÖYLE İFADE EDER!

E. Tümg. Naci BEŞTEPE



ORGENERAL NUSRET TAŞDELER,  BÖYLE İFADE EDER!

     ERGENEKON uydurma isimli torba davanın İNTERNET ANDICI sanıklarından Org. Nusret Taşdeler, tedavi görmekte olduğu Ankara GATA’da, 26-27 Kasım 2012 tarihlerinde ifadesini verdi.
    Gündemde uluslararası konular öne çıktığından gecikerek yazmak durumunda kaldım.
    İfade 112 sayfa ve 28 ekten oluşuyor.
    Kendisi kısaltarak okudu.
    İfade metnini okudum.
    İlginç buldum.
    Savunmadan çok hukuk dersi gibi.
    Felsefe dersi gibi.
    Tarih gibi.
    Edebiyat gibi.
    Öyle alıntılar var ki, çok iyi bir birikimin ve çok titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu bağırıyor.
    Kimler yok ki adı geçen?
    Devlet adamları, şairler, yazarlar, tarihçiler, filozoflar, hukukçular.
    Evrensel hukuktan, Roma Hukukundan, Magna Carta‘dan, AİHS‘den,
kendi yasalarımızdan örnekler.
    Ata sözleriyle, deyimlerle zenginleştirilmiş anlatımlar.
    Çok renkli, çok yönlü.
    Alıntı yapılan isimlerden tespit edebildiklerim şunlar;
    Namık Kemal, Nietzsche, Hammurabi, Romalı Ovidius, Konfüçyüs, Prof.İzzet Özgenç, Heredot, Platus, Koca Ragıp Paşa, Ziya Paşa, M.Akif Ersoy, H.Cahit Yalçın,  Mevlana, Sami Selçuk, Metin Feyzioğlu,Yekta Güngör Özden, İbrahim Okur, Shopenhauer, Durrieu, Hatemi İbrahim Bey, Plutarkhos, Tevfik Fikret, Ataol Behramoğlu, Abraham Lincoln,Tolstoy, İlber Ortaylı, Klemens von Metternich,
Ahmet Cevdet Paşa, ATATÜRK
    Çok da sert yeri geldiğinde.
    Taşı gediğine koymaktan hiç çekinilmemiş.
    İddia makamının hataları, eksikleri, yanlı tutumları, sanık lehine delilleri görmeyişi şamar gibi vurulmuş yüzüne.
    Tekniği de yumruğu da çok iyi bir boksör gibi.
    Okurken o kadar çok not almışım ki yarısını yazsam bile çok uzun olur.
    Kısa başlıklar halinde özetlersem;
    – Genelkurmay’ın gerektiğinde hiyerarşik yapı, gerektiğinde gizli örgüt olarak
ele alındığı,
    – İddianamenin hukuki bir metin değeri taşımadığı,
    – İddianamenin veriliş zamanının hemen YAŞ öncesine dayandırılmasının KUVVETLER AYRILIĞI  ilkesini zedelediği,
    – Sekiz yıl önce başlatılmış ve kendisi tarafından hiçbir ekleme yapılmayan
internet sitelerinin kendisinin göreve başladığı günden itibaren suç sayıldığı,
    – İhbarcının (iftiracının) tutarsızlıklarının, yanlışlarının göz önüne alınmadığı,
    – İddia makamının sanık aleyhine delil üretmeye çalıştığı,
    – Gnkur. Bşk.lığınca, internet sitelerinin İRTİCA İLE MÜCADELE dahil olmak üzere amaçları ve yasal dayanaklarının yazılı olarak bildirildiği,
    – Gnkur. Biligi Destek Daire Başkanlığınca, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na 2783 adet laiklik karşıtı eylem hakkında bilgi verildiği ve bunların 784 adedine işlem yapıldığı bilgisinin alındığını, yani gizli kapaklı değil resmi etkinlikler olduğu,
    – İnternet sitelerinin MSB’lığının oluru ve tahsis ettiği ödenek ile kurulmuş olduğu,
    – İrtica ile mücadele görevinin Başbakan RTE tarafından imzalanan 2006- TÜMAS (Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi) ve 2005- MGSB (Milli Güvenlik Siyaset Belgesi)‘nin irtica ile mücadele görevini verdiği, bu belgelerde görev olarak verilen irticanın savcılığa göre HEZEYAN olduğu,
 çok açık ve net ifadelerle, yasal  ve tarihi örneklerle zenginleştirilerek anlatılmış.
    Son bölüm ise olduğu gibi aktarılmazsa anlatılamaz ve eksik kalır.
    İşte ifadenin altın bölümü;
    – TSK; bazı gafillerin zannettiği ve bazı hainlerin göstermeye çalıştığı gibi bir TERÖR ÖRGÜTÜ değil;
       Asil Türk milletinin özüdür,
       Namus saydığı hudutlarındaki, aziz vatanın topraklarındaki, engin mavi denizlerindeki, sonsuz semalarındaki istikbale bakan yüzüdür,
       Yeri ve zamanı geldiğinde, devletin bekası için söylenecek sözüdür.
    İnternet Andıcı Davası‘nın 21. dava olarak ERGENEKON’la birleştirilmesinden doğacak sıkıntıları vurgulayarak diyor ki;
    – ERGENEKON davasının görüldüğü bu mahkemenin savcısı ve yargıcı olmaktansa sanığı olmayı tercih ederim.
    
    Ve bitiriş;
Org. Taşdeler Ergenekonda savunma yaptı
    – Dünyadaki hiçbir karanlık güç odağının, tarihteki en eski hukuk metinlerinin yazıldığı bu kutsal topraklarda yaşayan yüce Türk milletini, adalet güneşinin aydınlığından uzun süre mahrum bırakmayacağına, sarsılmaz bir inanç beslediğimi belirtmek istiyorum.
    Hasılı kelam; Güçlüyüm çünkü haklıyım. Zira hak gücün fevkindedir.
    Vatanım  sağolsun.
    Milletim varolsun.
    Cumhuriyet ebediyen payidar olsun!
    Türk Silahlı Kuvvetleri’nin orgeneraline, tanıdığım Nusret Paşa’ya yakışır bir ifade olmuş.
    Yüreğine sağlık komutanım.
    ” BEN YAPMADIM” dan çok ” BİZ SUÇ İŞLEMEDİK, GÖREVİMİZİ YAPTIK” ağırlıklı; eğilmeyen, bükülmeyen, dimdik bir ifade.
    Tarihte yerini alacaktır.
    Gönüllerde aldı bile.
    Naci BEŞTEPE, 9.12.12
========================================
Dostlar,
ORGENERAL NUSRET TAŞDELER’in Ergenekon davası savunmasını,
yakın mesai arkadaşı Sayın E. Tümg. Naci Beştepe^’nin özeti ve yorumlaması ile paylaşmak istedik.
Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 9.12.12
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

SEN DE KURTUL MİLLET DE KURTULSUN!

SEN DE KURTUL MİLLET DE KURTULSUN!

E. Albay Cemil DENK
07 Ekim 2012

Emin Çölaşan, YARGIYla ilgili, SÖZCÜ’de: yazdı

“… Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda Türk Ordusunun neredeyse tüm
komuta kademesi tutuklandı “… Bir mahkemenin böyle kararlar vermesi
inanılır bir şey değildir:
*Tanıklar Dinlenmeyecek,
* Bilirkişi Raporları Dikkate Alınmayacak,
* Üzerinde Oynanmış, Düzmece, İmzasız Belgeler Delil Olarak Kabul
Edilecek, olacak iş değildir!.”
***

Uğur Dündar, TERÖR’le ilgili, SÖZCÜ Gazetesi’nde yazdı:
“PKK bölücü terörünü iktidarınız döneminde sonlandırmak bir yana,
uyguladığınız politikalarla azdırırsanız”
***

Mehmet TÜRKER, DIŞ SİYASETle ilgili, SÖZCÜ’de Gazetesi:
“… Suriye’nin iç meselesini kendi iç meselemiz gibi üstlenir ve
binlerce Suriyeli sığınmacıyı, ayranı yok içmeye tahterevanla
gider…. misali ülkemize kabul edip en iyi koşullarda misafir etmeye
kalkarsanız,
Sonra da onlarla savaşmaya kalkarsanız size bunun hesabını Türk milleti sorar!”

Emin Çölaşan, DIŞ SİYASETle ilgili, SÖZCÜ Gazetesi’nde yazdı
özetleyerek sunuyorum:

“… AKP’yi kuran dört kişiden biri ve Erdoğan’ın “Başbakan Yardımcısı”
Abdüllatif Şener, televizyon canlı yayınında öyle şeyler söyledi ki bu
sözleri değil yiyen, okuyanın bile sinir sistemi altüst olur!.. Neler
söylenmiş beraberce bakalım;

* “Başbakan kime destek veriyor? Muhalifler deniliyor. [ Suriye’den bahsediyor]
Ne oldukları belirsiz çoğu hapishane kaçkını, katil, haydut tipli bir
ton farklı- farklı gruplar var. Bunların temsilcileriyle Başbakan’ın
karşı karşıya gelip konuşuyor olması bile Utanılacak Bir Durumdur

***

Güner YİĞİTBAŞI, ZAMLARla ilgili, İnternet’te yazdı;
(Sayın Başbakan Erdoğan’a söylüyor)

“…Bu Zamların nedeni, ülkeyi kötü yönetmenizdir…
… Ülkeyi kötü yönetip, bedelini halkımıza ödetmekten vaz geçip,
halktan özür dileyerek İSTİFA edip çekilmeyi düşününüz!”.
***

Emin Çölaşan SÖZCÜ Gazetesi’nde yazdı, özetleyerek sunuyorum:

“… ZAMLARA tepki verilmiyor. Vatandaşın sesi çıkmıyor. Bu kadar
duyarsız ülkede zam doğal. Başbakan bunu biliyor. Bu gidişle devam da
eder.
Din üzerinden siyaset bu ülkede tutuyor.
… Siyasetçi-işadamı işbirliği ile devlet kesesinden gayrimeşru yağma
yapılarak zenginleştiler… … Sadece siyasetçiler ve işadamları değil,
İslamcı aydınlar bile!..”
***

Sayın Başbakan Erdoğan, bunları yap
SEN DE KURTUL MİLLET DE KURTULSUN!

Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi,

Atatürk‘ün, “zaruri olmadıkça, savaş bir cinayettir” sözünü aklından
çıkartmayarak,
Önce Git KOMŞU Ülkelerle bir şekilde ANLAŞ
ANLAŞTIKTAN sonra, çıkıp şöyle bir Açıklama Yap;

“Ey Dünya Kamuoyu!… Biz bundan sonra;

1. “ABD’in de, AB’nin de hükümeti değil!
Kendi milletlerimizin hükümetleriyiz, Kimsenin ianesine [sadakasına] ve de icazetine ihtiyacımız yoktur!
(Çünkü bu Millet, bu vatanı, Kuruluş Savaşı’nda “bir çift Çorap ve bir çift Çarıkla” kazanmıştır.
Gerekirse Aç kalır, Açık kalır Bağımsızlığını yine kazanır.)

2. Biz, ABD’nin BOP (Ortadoğu’daki ülkelerin sınırlarını değiştirme) planını TANIMIYORUZ!

3. Ülkelerimizin refahı için, Suriye, Irak, İran ve Azerbaycan’la İTTİFAK yaptık

* ENERJİ, * EKONOMİK ve * GÜVENLİK konularımızı birlikte planlayıp, birlikte yürüteceğiz!” (Örneğin 1998’de İran ile Güvenlik Anlaşmaları imzalanarak, PKK’ye karşı Ortak Mücadele edilmişti…)

Ülkelerimizin dirlik, düzenliği ve milletinin refahı için aşağıdaki önlemler alınmalıdır:

1- Silivri-Hasdal zindanlarının kapıları derhal açılmalı suçsuz insanlar SERBEST bırakılmalı, en azından, TUTUKSUZ YARGILANMALIDIR,

2. TSK eski moraline ve savaşma gücüne yeniden kavuşturulmalıdır.

3. TERÖRİSTLER dışında, “SINIRLI AF” ilan edilmeli, ülkemize huzur geri getirilmelidir.

4- Hatay’daki terör kampları derhal kapatılmalıdır.

5- İran, Irak ve Suriye’yle İşbirliği yapılarak, TERÖR Bitirilmelidir.

6. Her konuda, özgür ve bağımsız güçlü bir İSTİHBARAT’ımız olmalıdır.

7. DİNSEL ve IRKSAL ayırım yapmaktan vazgeçilmelidir.

8 İç güvenliği sağlamak için, Bütün ülkede, gerekli olan her yerde, TERÖR BİTİRİLİNCEYE kadar, SIKIYÖNETİM ilan edilmelidir…

Türkiye, AKP hükümetinden kurtulmadıkça daha çok sıkıntılar çekecek!

Bunca yanlışları yapan bu Hükümeti;
Saf, temiz kalpli halkımız, bu defa görmezden gelmeyecek!

Ama;

Ben inanıyorum ki; bu HALK, bu UYUYAN DEV önümüzdeki seçimlerde UYANACAK ve kendisine bu acıları çektirenleri görecek, tanıyacak ve

Yunus Emre‘nin dediği gibi,

“İkilik yok, Birlik var,
yalnız bunda Dirlik var.”

diyerek, kendilerine gereken dersi SANDIKTA verecektir.

Saygılarımla. 7.10.12

ATATÜRK, TÜRK DİLİ ve Günümüz Kültür Emperyalizmi

Dostlar,

Bu gün, 26 Eylül 2012, Dil Bayramımızın 80. yılı..

Bu sitede 5 Temmuz 2012 günü aşağıdaki başlıkla yayımladığımız kapsamlı yazımızı (7 sayfa) bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Yazı kapsamlı olduğundan, yazım formatını da korumak amacıyla pdf olarak aşağıda sunujyoruz.

Okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

ATATURK_TURK_DILI_ve_Kültür_Emperyalizmi

ATATÜRK, TÜRK DİLİ ve Günümüz Kültür Emperyalizmi

Bu yazımızı, Mustafa Kemal Paşa‘nın sözleriyle aşağıdaki gibi bağlamışız :

 “Öyle istiyorum ki, Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarını ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar, bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar.”

 “Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” (Sadri Maksudi Arsal, Türk Dili İçin)

Bir de önerimiz var :

Ve LÜTFEN,

“www..” ile başlayan internet adreslerini “dabılyu, dabılyu, dabılyu” yerine;

insaf ederek, kendimize ve Türkçe‟ye eziyet etmeden,

“3 çift ve” diye okuyalım..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 26.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net