Etiket arşivi: Ecevit

Deprem Bilimci Ahmet Ercan : 200 bin kişi göçük altında kaldı

Jeofizik mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan, deprem felaketi sonucunda 200 bin yurttaşın enkaz altında kaldığını söyledi. Ercan, enkazdan 8 bin kişinin çıkarıldığını belirterek, “Demek 192 bin kişi göçük altında hesap doğruysa. Ama yetkili ağızlar diyorlar ki; ‘Biz her yapının altında kalan insanların adını, soyadını, kimliğini biliyoruz.’ O zaman açıklaması gerekiyor, gerçekten kaç kişi var? Kim bunlar? Kurtulanlar kimler?” diye konuştu.

08 Şubat 2023, Cumhuriyet

Deprem Bilimci Ahmet Ercan: 200 bin kişi göçük altında kaldı

Kahramanmaraş merkezli 10 kentte yıkıma neden olan depremler için “Bu dünya çapında bir afet. Yani dünya böyle bir afeti çok az gördü” değerlendirmesi yapan Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, kestirimlerinin 200 bine yakın kişinin göçük altında kaldığı yönünde olduğunu belirtti. Aslında iyi bir deprem yönetmeliği bulunduğunu belirten Ercan, “Bu yönetmeliğe uysalardı göçmeyecek yapıları yaparlardı. İşin kötü tarafı yeni yapılan yapılar da göçtü” dedi.

Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, şu değerlendirmeleri yaptı:

“Biz jeofizik mühendisleri Türkiye’de nerelerde hangi aralıklarla aşağı yukarı hangi büyüklükte deprem olacağını biliriz. 2001 yılında Türkiye ve İstanbul’da ‘Depreme Çağrı’ diye bir kitap yazdım. Orada Türkiye’de deprem olacak, öncelikli deprem beklenen 33 yeri saydım. Bunların içinde Van, Isparta, Sisam, Midilli ve Kahramanmaraş, Adana ve Ceyhan da var. Henüz depremini beklemekte olan yerler de var. Bunları siyasileri de yolluyoruz tabii. Yani ‘Böyle bir kitap var. Alın okuyun’ diye. Bilim insanın ve herkesin bir yaşam anlayışı tutumu vardır. Ama depremin siyaseti, sağcısı, solcusu, dincisi, dinsizi olmaz. Biz daima bilgi veririz. Bizim görevimiz bu. Dolayısıyla her şey siyasal erke bağlı. Bilgi üretme üniversitenin görevi ama biz eylem yapamayız. Eylemi Yürütme yapar. Yürütme Türkiye Cumhuriyeti Meclisi’dir. Neler yapılacağının emrini onlar verir. (AS: Yürütme Cumhurbaşkanı, TBMM Yasama organı..)

“DEPREM FONUNDA 37 MİLYAR DOLAR TOPLANDI”

Deprem için alınacak önlemler için yasa ve yönetmelikleri çıkardığınızda bunu eyleme sokarken para gerekiyor. Finansal bir kaynak olmalı. Bunun ilk ayırdına varan benim. Bu yaşımda, görmüş olduğum Cumhuriyet’in en başarılı hükümet başkanı Sayın Ecevit oldu. 1999 depremi O’nun Devlet Bahçeli’yle (AS: ve Mesut Yılmaz ile) koalisyon yaptığı bir döneme denk geldi. O dönemde baktı ki Türkiye’de sürekli depremler oluyor ve bunlarla baş etmek çok zor. O zaman dedi ki;
‘Bir deprem fonu oluşturalım. İnsanlar içtiği sigaradan, gazozdan, gittiği sinemadan çok ufak bir pay koysunlar.’ Geçen gün ben (eski siyasetçi) Emin Şirin ile birlikteydim. Dedi ki ‘Hocam bugüne kadar oradan toplanan para 37 milyar Dolar.’

“‘BİZ ONLARLA DUBLE YOL YAPTIK’ DEDİ”

Bu Deprem Fonu’yla, deprem olmadan önce öncelikli olarak, deprem görecek yerlerde konutlar iyileştirilecek, kötüler yıkılıp yerine yeniler yapılacaktı. Sonuçta Deprem Vergisi’ni Ecevit 2 yıl için koymuştu. Çünkü; o zaman için öncelikle yarası sarılması gereken yer Gölcük depreminde göçen evlerdi. Ama yönetimi yitirdiler. Bugünkü yönetim geldi. Sonra ilk kez ben televizyonda canlı yayında “Deprem Vergileri nerede??” diye sorguladım. O günkü başbakan, bugünkü cumhurbaşkanı dedi ki; ‘Biz onlarla duble yol yaptık. Ben 85 milyonluk Türkiye içinde yalnızca bir kişiyim. Gerçekleri ortaya koyarken ve halkın çıkarı için konuşurken eğer sen kendi çıkarının peşinde durmuyorsan ve dayatmıyorsan ne olur? O orada kalır. Dolayısıyla bu böyle söylenince hiçbir tepki çıkmadı.

“DÜNYA BÖYLE BİR AFETİ ÇOK AZ GÖRDÜ”

Duble yollar yapıldı ama şu anda millet göçüntü (enkaz) altında. Göçüntü altında kalınan yer yaklaşık 330 kilometrelik bir kuşak. 10 ili etkiliyor. Yaklaşık 4 milyon konutun bulunduğu bir yer. 13 milyon kişi bu konutlarda otururken şu anda yaklaşık 7 bin konut göçmüş durumda ve insanlar çaresiz. Elinde yeterli miktarda kurtarmacılar yok. Kurtarma araç gereçleri yok. Bu dünya çapında bir afet. Yani dünya böyle bir afeti çok az gördü. Yani bu denli yapının yıkıldığı yerde halen ölümler bu düzeydeyse bu işte bir yanlışlık var.

“HESAPLARIMA GÖRE YAKLAŞIK 200 BİN KİŞİ GÖÇÜK ALTINDA

Göçen bina sayısı belli. Benim hesaplarıma göre 4 kat üzerinden ve 8 daire olarak hesapladığımda yaklaşık 200 bin kişi göçük altında. Göçükten çıkarılan insan sayısı yaklaşık 8 bin kişi. Eğer hesap doğruysa yani bunun bir garantisi (güvencesi) yok. Ama yetkili ağızlar diyorlar ki; ‘Biz her yapının altında kalan insanların adını, soyadını, kimliğini biliyoruz.’ O zaman açıklaması gerekiyor gerçekten kaç kişi var? Kim bunlar? Kurtulanlar kimler? Çünkü insanlar kaygıyla bekliyorlar. Şimdi bu dönemin siyaseti olmaz.

“KURTARILAN, HALEN DİRİ KALAN İNSAN SAYISI BENİ SEVİNDİRİYOR”

Depremde en önemli olan olay ilk 6 saattir. İlk altı saatte ne denli insan kurtarabilirsen o denli başarılısın. İlk 6 saatte genellikle kurtarılacakların %80 kurtarılması gerekiyor. Ondan sonra geriye %5 kalır. Dolayısıyla şu anda 3. güne girdik. Kurtarılan, halen diri kalan insan sayısı beni şaşırtıp sevindiriyor. Çünkü hava sıcaklığı eksi 5 derece. Deprem en kötü zamanda gece uyurken saat 04.17’de oldu. Belki şanslı olunan şey şuydu: Havanın soğuk olması nedeniyle insanlar yorgan ve battaniyeye sarılarak uyudular. Deprem o durumda bunları karşıladığı için, şu anda göçük altında olanlar battaniye veyahut yorganlarına sarınarak ancak diri kalmış olabilirler. Bulundukları ortamda su yok. Aynı zamanda gıda yok. Bu çok büyük bir kıran. Afet yani.

“BİZİM YENİDEN BİR ÜLKE KURMAMIZ GEREKİYOR”

Bunun toplumsal, ruhsal boyutta ve akçalı çok sorunları olacaktır. Akçalı sorunlar çok önemli. Burası Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Beyaz Rusya, İsveç, Finlandiya’dan büyük bir yer. Dolayısıyla bizim yeniden bir ülke kurmamız gerekiyor. (AS: 110 bin km2 etkilenen alan, ama sayılan ülkeler bu alandan çok büyük!?)

“YAPILAR DEPREM YÖNETMELİĞİ’NE UYGUN OLSAYDI GÖÇMEZDİ”

Biz çok şey yaptığımızı sandık. 1982 yılından beri ben yazıyorum, çiziyorum. Bilim insanı olarak bizim yapabileceğimiz bürokratik kadroları uyarmak ve yol göstermek. Bunları da yaptık. Bizim uyarılarımızı doğrultusunda bir Deprem Yönetmeliği çıkarıldı. Bu Deprem Yönetmeliği gerçekten çok uygun bir yönetmelikti ama önemli olan daha sonra yapılan yapıların bu Yönetmelikteki kurallara uyup uymadıkları. Yani bu Yönetmeliğe uysalardı, göçmeyecek yapılar yaparlardı.
İşin kötü yanı, yeni yapılan yapılar da göçtü.

“YAPI DENETİM KURULUŞLARI, ‘YER YAPI DENETİM KURULUŞU’ ADIYLA YENİDEN DÜZENLEMELİ”

Demek ki yapı denetim kuruluşları iyi çalışmıyor. Denetçinin de denetçisi mi olur? Olmaz. Bu durumda öncelikle yapı denetim kuruluşları ‘yer yapı denetim kuruluşu’ adıyla yeniden düzenlemeli. Kadrolarında mutlaka bir jeofizik mühendisi, jeoteknik mühendisi, bunun yanı sıra bir inşaat mühendisi ve mimar bulundurma koşulunu getirmek gerekiyor. En önemlisi de bunların bir sigorta şirketi gibi çalışması gerekiyor. Yani eğer yapı denetim kuruluşunun denetlediği bir yapı göçerse, burada olduğu gibi göçük altında kalan her kişinin tazminatını  (giderimini) ondan almak gerekiyor. Ayrıca çöken yapının bütün maliyetini ondan almak, yapı denetim belgesinin de iptal edilmesi gerekiyor sonsuz olarak. Eğer bunu böyle yaparsanız işler düzelir.”

KÜRESELLEŞEN DÜNYADA TÜRKİYE NASIL YÖNETILİYOR?

Prof. Dr. NAZAN SAVAŞ
Halk Sağlığı Uzmanı

KÜRESELLEŞEN DÜNYADA TÜRKİYE NASIL YÖNETILİYOR?

1. 1978 yılında Washington Uzlaşması (Mutabakatı) ile dünyada küresel yönetime adım atıldı.
2. Bu yönetim biçimi neo-liberal yönetimdi.
3. Neo-liberal yönetimi kurgulayan ve uygulayan kurumsal yapı Dünya Bankası idi.
4. Türkiye, Dünya Bankası tarafından yönetilmeyi kabul eden ilk ülke oldu!
5. O günden bu güne sağ, sol-sağ koalisyon ve darbe hükümetleri dahil, tüm hükümetler neo-liberal sisteme geçişi gerçekleştirmek üzere Dünya Bankası raporları ve borç (ikraz) anlaşmaları doğrultusunda Dünya Bankası tarafından yönetildi.
6. Özal, Evren, Ecevit, Bahçeli, Yılmaz ve diğerleri bu süreci ilerletti.
7. Süreçte Dünya Bankası Türkiye ile ilgili pek çok alanda, çok sayıda rapor yazdı.
8. Dünya Bankası’nın 2002 Raporu, AKP’nin ve Erdoğan’ın Hükümet programını ve ACIL EYLEM PLANI’nı oluşturdu.
9. Tüm Beş Yıllık Kalkınma Planları ve Bakanlıkların Stratejik Planları bu raporlar doğrultusunda yazıldı.
10. Bakanlıklardaki ve taşradaki kurumlar ve son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi -hükûmet sistemi bu doğrultuda CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ olarak değiştirildi ki dünyada örneği olmayan kendine özgü (sui generis) bir rejimdir..
11. Tüm bu süreçte çok sayıda Yasa Hükmünde Kararname, torba yasalar ile ilgili mevzuat yaptırıldı.
12. İkraz (borç) anlaşmalarıyla döviz olarak uzun erimli (vadeli) krediler dayatıldı ve hükümetler bu kredileri (=borçları!) aldı.
13. Krediler önceleri Yapısal Uyum Kredileri (SAL-Structural Adjustment Loans) olarak verildi, sonra Üye Ülke Destek Stratejisi kapsamında. Şimdi Üye Ülke Ortaklık Stratejisi kapsamında veriliyor.
14. Nereye nasıl yatırım yapılacağına, hangi firmanın bu yatırımı yapacağına genellikle bizler değil, onlar karar veriyor.
15. Yalnızca yatırım yapılmıyor, kamu-özel yatırımlarına ya da özel sektörün devletle yaptığı yatırımlara ortak olunuyor (PPP), bunların işletmesine ve kârına da ortak olunuyor. Yatırımlar yapılmadan önce yine kredilerle Çevresel Etki Değerlendirmesini (ÇED – EIA) bile yaptırıyorlar.
16. Burada artık IMF değil, Dünya Bankası Grubunun IFC ve MIGA kurumları karar verici oluyor. Parayı IFC veriyor.
17. IFC’nin yatırım kredileri 4 farklı tipte veriliyor ve çok görünürde olmuyor.
18. Neo-liberal dönüşümde salt ekonomik ve siyasal değil pek çok toplumsal olay da kurgulanıyor.
19. Bu süreci bizim yararımıza (lehimize) çevirmek için kendi öz sermayemizle üretmek ve çok güçlü olmak zorundayız. Bilimden ve gerçek ulusallıktan (millilikten) uzaklaşmadan.
20. SONUÇ OLARAK; Kısaca özetlemeye çalıştığım içinde bulunduğumuz durumu yönetebilecek bir yapıya ve CB adayınaa ivedilikle (acilen) gereksinimimiz var.

CHP ve koalisyon gerçekleri 

Galatasaray Üniversitesi

20 Mayıs 2022 Cumhuriyet

Siyasi tarihimizin ilk koalisyon hükümetleri 1961 demokrasisinin erken döneminde kurulmuştur. İnönü, 1965’e kadar kurduğu üç koalisyonla yeni demokrasiyi badirelerden kurtarmış, rejimin ayakta kalmasını ve anayasanın gerektirdiği yeni kurumların –Anayasa Mahkemesi, Özerk TRT, Devlet Planlama Teşkilatı– oluşturulmasını sağlamıştı. Ama değeri hiçbir zaman bilinmedi.

Ecevit’in 1999’da yaptığı koalisyon, merkez solun kurduğu son hükümeti olacaktı. Ecevit 24 Nisan 1994 kararlarıyla ötelenen ekonomik krizi patlamak üzere iken devraldı. Kemal Derviş’i ekonominin başına bir “mesih” gibi atadı. Uygulanan acı reçete 2002’de merkez solun 1/3’den 1/5’e düşmesinin nedeni oldu. İslamcılık, oyların 1/3’ü ile tek başına iktidara geldi. Yirmi yıldır iktidarda bulunan AKP’nin iktidara gelişini sağlayan, Ecevit hükümetinin ekonomik kriz ile sona ermesiydi.

HALK KİME OY VERİR?

Halkımız 2001 krizinde DSP’yi %20’den %1’e indirmişti. Ekonomik göstergeler Cumhuriyet tarihinin en derin krizini yaşadığımızı göstermesine rağmen ekonomiyi dibe vurduran AKP hâlâ birinci, iktidara talip olan CHP 2. partidir. Asıl hareketlenme sağdadır. Babacan, Davutoğlu ve İYİ Partinin ortaya çıkışı AKP tabanındaki zayıflamanın asıl nedenidir. Saadet Partisi ise Milli Görüş’ün asr-ı saadet fraksiyonudur. İktidarın asıl hasımları, kendi kitlesine hitap eden sağ partilerdir.

Sonuçta CHP, tamamı sağ partilerden oluşan müttefiklerine dayanarak iktidarı devirmeyi planlıyor. Bu ne denli gerçekçi bir beklentidir? Düşünmek gerekir. İttifak masasındaki öbür partiler ideolojik pozisyonlarını tavizsiz bir tavırla devam ettirirken (AS: konumlarını ödünsüz bir tutumla sürdürürken) CHP tüm demokrasi tarihinin tek kusurlu partisiymiş gibi sürekli özeleştiri veriyor. Bu yadırganacak bir durumdur.

Muhalefet cephesinde 2 sorun görünüyor: İlki, cumhurbaşkanlığı seçimidir. Parlamenter sisteme geçeceğiz, ülkeyi başbakan yönetecek düşüncesi ile öne sürülecek karizmasız bir aday seçimi kazanamaz. Halkımız, Erdoğan’ın yetkilerini kullanarak sorunlarını çözecek bir adaya oy verecektir. İktidarsızlığa değil.

YENİ İKTİDARDAN BEKLENENLER

İkinci nokta, AKP karşıtı cephe Mecliste göreli bir çoğunluk yakalayacaktır; ama bu fraksiyonları olan zayıf bir çoğunluk olacaktır. Bu koşullarda muhalefetin adayı seçimi kazansa bile, devletleşmiş bir devri sabık yapısı bulacaktır karşısında. Sağ kanat, Erdoğan’ın kurduğu iktidar bileşenleri ile çatışmak yerine muhtemelen uzlaşacaktır.

1950’den 2002’ye kadar, hep sermaye partileri iktidarda olmalarına rağmen (karşın) idarenin içinde Cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip bir kadro daima (sürekli) varlığını korumuştu. Günümüz Türkiyesinde artık bundan söz edilemez.

Böylesi bir yapının, başarılı bir ekonomik kurtuluş reçetesi uygulayabileceği kuşkuludur. 74, 78 ve 90’larda CHP, SHP ve DSP’nin kurduğu koalisyonların performansı (başarımı) buna karinedir. Tek umutlu olabileceğimiz şey, Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöken otoriter rejimin ortadan kalkmasıdır. Yeni iktidardan bazı (kimi) iyileştirmeler beklenebilir. Ama bunun sınırını – maalesef- CHP dışındaki partiler belirleyeceklerdir.

DÜZEN KARŞITI ÇÖZÜM

Merkez sol, hiçbir zaman iktidar olmamış, iktidarı ancak paylaşabilmiştir. Her defasında (kezinde) karşısında tutucu güçler koalisyonunu bulmuş, iktidardan düşmüştür.

  • Bu nedenle Sol, Türk Devrimi’nin kazanımları doğrultusunda laik ve kamucu çizgide sağlam durmak zorundadır.

Kendi kadrolarıyla üretim ve paylaşım ilişkilerini değiştirecek kararlılıkla tek başına iktidara gelmedikçe başarılı olması mümkün (olanaklı) değildir. Bu da %30’larda dolaşan bir oy desteği ile olamaz. Bu oy oranı, tutucu güçlerle ittifaka yarar.

  • CHP sosyo ekonomik yapıyı değiştirme gündemi ile halkın karşısına çıkmak zorundadır.

Parti genel başkanının “Artık sağ sol ayrımı kalmadı” ifadesi büyük bir yanılgıdır.

Solun asimile edildiği anlamına gelir. Oysa düzeni değiştirecek gerçek alternatif (seçenek) soldur.

CHP NEDEN İKTİDAR OLAMIYOR?

CHP NEDEN İKTİDAR OLAMIYOR?
Zeki Sarıhan
Zeki_Sarihan_portresi
 
     Kendisine CHP’yi dert edinmeyen kişi yok gibidir.  İktidarı, muhalefeti, sağcısı, solcusundan başka bizzat CHP’liler için de CHP bir dert halindedir.CHP için en çok sorulan, merak edilen konu, onun neden iktidar olamadığıdır. Bu soru iktidar olamamış ve olamayan bütün partiler için geçerli ise de CHP için daha anlamlıdır. Çünkü CHP 1923’ten 1950’ye dek kesintisiz olarak 27 yıl iktidarda kalmıştır. 1950’den sonra muhalefete düşmüş, zaman zaman tek başına iktidara yaklaşan sonuçlar almışsa da çoğunluğun oyunu alamamıştır.
En başarılı olduğu dönem 1971 askerî darbesinden sonra
Ecevit’in genel başkan olduğu 1973 seçimleridir.

Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi gibi sağcı, liberal, muhafazakâr partiler tek başlarına iktidara gelecek kadar oy aldıkları halde, CHP niçin bunu başaramamaktadır?

Türkiye’de seçimleri CHP’nin değil de sağ partilerin kazanmasının nedeni tek değildir. İktidara gelebilmek kimi koşulların bir araya gelmesi gerekir.


Birinci olarak partinin temsil ettiği sınıfın güçlü olması,
İkinci olarak partinin geniş yığınların özlemlerine yanıt verecek bir program ortaya koyması,Üçüncü olarak halk içinde yaygın, güçlü ve kararlı bir örgütlülüğe sahip olması gerekir. Bunlara başka kimi koşullar da eklenebilir. Genel başkanın güçlü ve güvenilir biri olması gibi. Ancak unutmamalıdır ki, şeyh uçmaz onu uçuran müritleridir. Her parti, kendi içinden en iyi politika yapanları öne çıkarır, CHP de bunun istisnası değildir. Menderes’in “Odunu aday göstersem kazanır” sözü ve bunun maalesef doğru olması, sorunun genel başkanlıkta veya adaylarda olmadığını kanıtlayan örneklerdendir.

CHP’nin öncelikle sınıfsal ve politik yerini saptamada yarar vardır. CHP’nin sınıfsal tabanı büyük burjuvazinin bir kanadından başlayarak küçük burjuvaziye kadar uzanmaktadır. Politik olarak kendini Sosyal demokrat olarak nitelemektedir. CHP, daha çok öğrenim görmüş, laik, aydın kesimlerin partisidir. Alevi kesimlerin desteğine sahiptir. Köylerdeki nüfuzu çok zayıftır, Kürt nüfus içindeki etkisi ise nerdeyse sıfıra inmiştir.Türkiye’nin en zenginleri günümüzde AKP tarafındadır.

AKP, ABD’nin de bölgedeki çıkarlarına uygun bir politika izlemektedir.
Bu nedenle Batılı büyük güçler tarafından da desteklenmektedir.
Fakat Türkiye siyasal tarihi, seçimi kazanmak için en zenginlerin çıkarlarını savunmanın ve yabancı güçlere dayanmanın koşul olmadığını kanıtlamıştır. Halk kitlelerini harekete geçiren ve onlara dayanan partilerin de seçim kazandıkları gerek CHP tarihinde, gerek dünya tarihinde görülmektedir.

CHP niçin iktidara gelecek düzeyde oy alamıyor?

Bunun birçok nedeni olmakla birlikte yalnız biri üzerinde duracağız.Bu neden CHP’nin 1923-1950 tarihleri arasında uyguladığı halkla bütünleşmeyen, onların özlemlerini dikkate almayan politikalardır. Aslına bakılırsa, Tek Parti Dönemi’ne damgasını vuran CHP diye bir örgüt yoktur. Bu dönem şeflik dönemidir ve CHP şeflik tarafından kullanılan göstermelik bir örgüttür.

1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye henüz Tek Parti Dönemi’ne girmiş değildi. Halifelik de 1924’te kaldırılmıştır.

Tek Parti Yönetimini 1925’te Takriri Sükûn Kanunuyla başlatmak gerekir. Bu dönemde tekke ve zaviyeler kapatılmış, medeni kanun kabul edilmiş,
aşar vergisi kaldırılmış, yeni yazı kabul edilmiş, 1930’da kadınlara seçme
ve seçilme hakkı verilmiştir.

Bunların hepsi halkın yararına yeniliklerdir. Ancak bunları gerçekleştiren de CHP örgütü değildir. Sınırsız yetkilerle donanmış Mustafa Kemal Paşa’dır.Bu dönemde CHP, her dört yılda bir, ikinci seçmenlerin oy kullandığı göstermelik seçimlerle mebuslukları “kazanmış” görünse de başka bir parti karşısında zafer ilan etmekten yoksun kalmıştır. Milletvekillerinin tümü atama ile getirilmiştir. Bu nedenle parti, devletin yönetiminde karar verici bir örgüt de değildir. Alınmış kararları onaylama durumunda kalan göstermelik bir partidir.


Bu nedenle CHP’nin “Cumhuriyet Devrimlerini biz yaptık” diye övünmeye hakkı yoktur. Böyle bir hak varsa, bu, tek başına karar veren Ebedi Şef’in ve (biraz daha az olmakla birlikte) Milli Şef’indir. Tek Parti döneminin başarı ve başarısızlıklarıyla ilgili tartışma CHP üzerinden değil, Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Fevzi Çakmak üzerinden yapılmak zorundadır. Bütün tek parti döneminde mebus, İş Bankası Genel Müdürü, İktisat Vekili ve Başbakanlık yapan Celal Bayar, 1945’te yeni bir parti kurdu diye
bu dönemin değerlendirilmesi dışında kalamaz.
CHP ancak rakipleriyle yarıştığı 1950 seçimleriyle parti olabilmiştir.

1946 seçimlerini saymıyorum, çünkü bu seçimlerde rakiplerinin oyları
eksik sayılarak CHP hükmen galip sayılmıştır.“Tek Parti Dönemi” olarak anılan, gerçekte parti dönemi de olmayan 1923-1950 döneminin halk kitleleri açısından önemi, kimi üst yapı devrimlerinin onlar tarafından reddedilmesi değildir.


Türkiye halkının halifeliği savunduğu, onu kaldırdığı için devlete
(CHP’ye kızdığı) söylenemez. Halifeliği ancak Osmanlı artığı birtakım feodaller savunuyorlardı. Medreseler zaten devirlerini tamamlamışlardı. Medeni Kanun’un halka hiçbir zararı dokunamazdı. Aşarın kaldırılmasını halk büyük bir memnunlukla karşılamıştır. Okuma yazma bilenlerin sayısı çok az olduğu için Latin harflerinin kabulü önemli bir sorun yaratmamıştır.
Üstelik bu kanun okuma yazmayı kolaylaştırmıştır.   

Ancak… Bu dönemde Türkiye’de küçük bir azınlık, bu üst yapı devrimlerini yaparken halk kitlelerini yanlarına almamışlar,
onların ekonomik ihtiyaçlarıyla ilgilenmemişlerdir. Kurtuluş Savaşı yıllarında bir halk devleti kurmaya, iktidarı halka vermeye söz verdikleri halde, sözlerini tutmamışlardır. Devleti kullanarak kendileri bir an önce zengin olmaya bakmışlardır. Bankalar, şirketler kurmuşlar, kendilerini, eş ve dostlarını devlet olanaklarını kullanarak buradan nemalandırmışlardır. Uygulanan iktisadi devletçilik zengin yaratmayı amaçlayan ve buna hizmet eden bir devletçilik olmuştur. İktidarı denetleyecek, yolsuzlukların hesabını soracak hiçbir örgütlenmeye izin vermemişler, özellikle emekçilerin haklarını savunan örgütleri şiddetle yasaklamışlardır.

Bu iktidar merkezde bir avuç bürokrat-burjuvazidir.

Taşradaki dayanakları ise tüccar, tefeci ve toprak ağalarıdır. Taşranın bu geleneksel sınıfları, kendi iktidarlarına dokunmadığı için merkezin tercihi olan batılı bir yaşam tarzına ses çıkarmamıştır. (Bunun acısını, serbest kaldığı 1950’den sonra çıkaracaktır)

Korkut Boratav’ın işaret ettiği gibi, Kurtuluş Savaşı sonrasında Rum ve Ermenilerden kalan toprakların işlenmesi, savaşın sona ermesiyle üretime yönelen işgücü nedeniyle iktisadi durum bir süre tatmin edici gitmişse de, 1930’lara doğru halkın geçimi iyice zorlaşmış, buna karşılık halk üzerindeki devlet baskısı daha da artmıştır. Yönetici sınıf, kendinin
kısa zamanda zengin olmasına karşı itirazları ve adil bir bölüşüm isteğini önlemek için Türkiye toplumunun “sınıfsız bir toplum” olduğunu ileri sürmüştür. 
Bugün bile o dönemin uygulamalarını haklı çıkarmak için Türkiye’de o dönemde sınıfların olmadığını ileri sürenler vardır! Devlet yatırımlarına sermaye bulma işi, nerdeyse tümüyle köylülerin sırtına yıkılmıştır. Köylüler bu dönemi jandarma ve tahsildarla hatırlamaktadırlar.

Bu yazdıklarım, benim yorumlarım değildir.
Cumhuriyet dönemini yaşamış veya yorumlamış hemen bütün aydınlar Yakup Kadri’den Falih Rıfkı Atay’a, Şevket Süreyya Aydemir’den, Şefik Hüsnü Değmer’e, Hikmet Kıvılcımlı’dan, Mehmet Ali Aybar’a ve Doğan Avcıoğlu’na kadar bu gerçeği belirtmişler, Cumhuriyet’in halkçılık yapamadığını anlatmışlardır.

Attila İlhan, 1940’lı yılları “karanlık yıllar” olarak adlandırırken haksız değildir. Böyle tekçi bir siyasal yapıda bilim ve sanatın geliştiğini söylemek de mümkün değildir. “Barikai hakikati” doğuracak bir “müsademei efkâr”a
izin verilmemiştir. Fevzi Çakmak’a emanet edilen ordu teşkilatı bile yenilenememiştir. 
Hürriyetsizlikten iktidar bile bunalmış, 1930’da icazetli de olsa yeni bir parti daha kurdurulmuştur. Dürüst bir seçim olsaydı, bu seçimde CHP’nin iktidarı kaybetmesi kaçınılmazdı. Bu göze alınmayarak Serbest Fırka çok geçmeden kapatılmış, daha sonra parti içinde kurulan ve üyeleri atama ile belirlenen serbest bir grup kurma işi de işlevsiz kalmıştır.

Tek parti döneminde partiler eşit koşullarla seçime girselerdi halk kitlelerinin
CHP’ye oy vermeyeceği kesin gibidir.

Bunun nedeni “CHP Halifeliği kaldırdı, yeni yazıyı getirdi, onun için oy vermeyelim” değil, “Bizi aç ve hürriyetsiz bıraktı” olacaktı. CHP’nin kentli aydınlar, memurlar ve bir bölüm toprak ağasından oy alacak olması ve daha sondaki yıllarda da alabilmesi, Tek Parti Dönemi’nde kollanıp korunmalarındandır. Yani rejim onlar lehine işlemiştir. Partinin bugün bile, toprak ağalarını dışarıda tutarsak bu kesimlerden oy alması, o dönemin “hatırası” ndandır. Köylülerden ve yoksullardan oy alamayışının nedeni de o dönemin “hatırası” ndandır.

Esasına bakılırsa, Türkiye’deki siyasal mücadele esas olarak örgütlülükleri uzun süre yasaklanmış, kendine güven duygusu bastırılmış olan emekçilerle hâkim sınıflar arasında değil, hâkim sınıfların çeşitli kesimleri arasındadır. Dün de bugün de.

Halk kitleleri esas olarak oy deposudurlar. Hâkim sınıflar, iktidarlarını meşrulaştırmak, yani sandıktan da çıkmak için çeşitli cilveler yapmakta, halka yakın yürümeye çalışmakta, zaman zaman kendi “boğazlarından” artandan halka da koklatmaktadırlar. Halkın desteğini almak için yoksulların bu bölüşümdeki payı biraz daha artırılabilir.
Geleceğini düşünmeyen Tek Parti Yönetimi bunu bile yapamamıştır. Kendi ayağına kurşun sıkmıştır. Bugünkü CHP bunun acısını çekmektedir.


Birçok aydının zannettiğinin aksine, AKP’nin oyların yarısını alması İslamcılığı, gelenekçiliği değildir. Genel başkanının kaşına gözüne âşık olması da değildir. O’nun iktidarı döneminde (hangi nedenle olursa olsun ve sonunda ne olacaksa olsun!) refah düzeylerinin yükselmesidir.
Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni kitabında verdiği anlamlı bir örnek vardır. 1945’te, uygulanmayan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çıktığında, her nasılsa Orta Anadolu’da birkaç köylüye toprak verilmiş. O köylüler sonuna dek CHP’ye oy kullanmışlar. Ecevit’in Zonguldak’ta güçlü bir temel atması da nedensiz değildir. İşçilerin haklarını gözeten bir yasayı çıkarmasıdır. 
Bugünkü CHP, Tek Parti Dönemi’nin nasıl ele alınacağı konusunda bocalamaktadır. O dönemin siyasal yapısını eleştirse, bunun kendi aleyhine olacağını sananlar çoğunluktadır. Eleştirilmese, dönemin uygulamaları sonuna dek “başına kakaç” olacaktır.

Tarihe emekçi sınıfların penceresinden bakmayı öğrenemeyenler
veya bir zamanlar bakarken günümüzde bunu unutmuş olanlar,
Tek Parti Dönemi eleştirilirse “Cumhuriyet’in yıkılacağı” kanısındadırlar.
Her türlü dogma gibi bu konudaki önyargılar da bir yana bırakılmalı, gerçek ne ise onu dile getirmelidir. Bu aynı zamanda kendine güvenin
ve olgunluğun kanıtıdır. Başına köylü kasketini geçirerek “Toprak işleyenin; su kullananın” deyip yollara düşen Ecevit’in yaptığı da bundan başka bir şey değildi. 
CHP için yapılacak şey, korkmadan kendi olumsuz geçmişini ele almak, bunu parti içi eğitim olarak işlemek ve topluma da açıklamaktır. Bundan hem kendisi, hem toplum kazançlı çıkacaktır. Bunun siyasete getireceği önemli bir kazanç da, bundan sonra ve her zaman toplumun ezilen kesimleriyle birlikte yürümenin, iktidar olmak için bundan başka bir yol olmadığının anlaşılması ve anlatılması olacaktır.

Partinin geçmişi hakkındaki olumsuz izlenimleri silmek mümkündür.
Ancak bu kararlı bir özeleştiri ile mümkündür.
Korkulmasın, kitleler kin tutmazlar(5 Şubat 2013)