Etiket arşivi: 1999 depremi

Depremlerin Türkiye ekonomisine maliyeti ne olacak?

Selva Demiralp (@SelvaDemiralp) / Twitter

Prof. Dr. Selva Demiralp
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi
Twitter,
üncelleme 20 Şubat 2023)
Kahramanmaraş depremlerinin Türkiye ekonomisine maliyeti ne olacak? – BBC News Türkçe

6 Şubat 2023 acının, çaresizliğin, umudun, öfkenin, suçluluk ve dayanışma duygusunun aynı anda hissedildiği, geleceğe yönelik milat olmasını umduğum bir tarih olacak.

Türkiye saatiyle 04:17’de ve 13:24’de Kahramanmaraş’ta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki, Cumhuriyet tarihinin en büyük doğal afeti olan depremlerde enkaz altında kalan akrabalarımız, dostlarımız, öğrencilerimiz var.

Bu yazı yazıldığında ölü sayısı 40 bine yaklaşırken, enkaz altında kalanlara ilişkin kesin bir rakam verilemiyordu.

Ancak durum her halükarda korkutucu boyutta. Kalplerimiz bu taşınmaz yük karşısında ağırlaştı.

1999 depremi sırasında doktora öğrencisiydim ve tezimi Adapazarı-Yalova-Gölcük depreminde hayatını yitirenlere ithaf etmiştim

Bu şekilde kendi çapımda yitip giden canlardan özür dilemek istemiş; o büyük felaketin unutulmamasına, dersler çıkarılmasına, böyle bir felaketin tekrar etmemesine küçücük de olsa katkı vermeyi ummuştum.

Aradan geçen 24 yıldan sonra aynı acılarla bir kez daha yüzleşmek; aynı sahneleri, “Biz uyarmıştık” diyen bilim insanlarını yaşlı gözlerle izlemek; aynı ağırlığı ve çaresizliği hissetmek dayanılmaz bir acı.

İleriye bakarken 24 yıl öncesi kadar iyimser değilim belki. Dönüşümün kolay olmayacağını, bir sonraki büyük depreme hazır bir Türkiye için yoğun bir mücadele gerekeceğini biliyorum.

Ancak bu topraklarda yaşayacak gelecek nesillere bilim temelleri üzerine inşa edilmiş, sarsılsa da yıkılmayacak bir Türkiye bırakmamız gerektiğinin de farkındayım.

Yapılması gereken dönüşümün zorluğu bir yandan yıldırıcı görünüyor. Diğer yandan ise deprem sırasında ülke çapında gözlemlediğimiz inanılmaz dayanışma örneği bu dönüşümün mümkün olduğuna dair inancımı artırıyor.

Depremde yitirdiğimiz canlarla vedalaştıktan sonra düşünmemiz gereken soru, depremin getirdiği ekonomik yıkım ve bu yıkımla nasıl başa çıkılacağı.

Şüphesiz ki 7,7 ve 7,6 şiddetinde iki deprem çok ağır bir doğa felaket ve dünyanın neresinde olsa bu çapta depremlerin hasar yaratması kaçınılmazdı. Ancak sormamız gereken sorular şunlar: Bu hasarda bizim sorumluluğumuz nedir? Doğru tedbirler alınsaydı hasar hafifletilebilir miydi?

Yaşadığımız maddi ve manevi kayıpların daha az olacağını, alanım iktisat da olsa net şekilde söyleyebiliyorum.

Zira güçlü bir ekonominin temeli olan kurumsallaşma, hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkelerinin ihmal edilmesi nasıl ki ağır ekonomik kayıplara neden oluyorsa, aynı sebepler deprem sonrası yaşanan büyük kayıpları da önemli ölçüde açıklıyor. 

Söz konusu ilkelere (kurumsallaşma, hesap verebilirlik ve şeffaflık)
sahip çıkıp koruyabilseydik, bugün bir yandan sürdürülebilir büyüme
ve düşük enflasyonla yolumuza devam ederken; öte yandan depreme dayanıklı binalarda yaşayıp deprem sonrası hızla organize olabilir, can ve mal kaybını asgaride tutabilirdik.

O halde depremin yarattığı maliyetleri gözden geçirip bir daha bu maliyetleri ödememek için çok dikkatli bir yol haritası belirlememiz gerek.

Depremzedelerin sırtlanacakları ekonomik maliyetler

Can kayıplarına paha biçilemeyeceği için onu bir kenara koyarsak, depremin ekonomik maliyetlerini iki boyutta değerlendirmek mümkün olabilir.

Birincisi depremde yaşadığı şehri, iş imkanlarını, evini, barkını, ailesini yitiren depremzedelerin katlanacakları bedel.

Bu insanlarımız maalesef ekonomik olarak çok talihsiz bir zamanda bu zorluklarla yüzleşiyorlar.

  • Türk-İş yüksek enflasyonun sonucu 30 Ocak itibarıyla (AS: Ocak sonunda) yoksulluk sınırını 29 bin 875 TL olarak hesapladı.
  • Asgari ücret 8 bin 506 TL. Açlık sınırı ise 8 bin 865 TL.
  • Tüketici Hakları Derneği, Ekim 2022 itibarıyla (AS: Ekim 2022 sonunda) tüketicilerin %56’sının açlık sınırı altında yaşadığını açıklamıştı.

İşte depremler bu ağır koşullarda meydana geldi.

Bölgede, yaşamını yitirtmese de, yaşam boyu yaptığı sınırlı birikimlerini bir gecede kaybeden talihsiz vatandaşlarımızın içinde bulundukları yıkımı tahayyül edebilmek güç, rakama dökmek ise imkansız.

Yerle bir olan bölgenin yeniden yaşanır hale gelmesi, iş yerlerinin çalışmaya başlaması, kaybolan servetlerin tekrar oluşması şüphesiz zaman alacak.

Genel ekonomik maliyetler

Depremlerin yarattığı hasarın tespitine dair eldeki bilgiler sürekli güncellendiği için bu maliyetleri hesaplamak kolay değil.

Ancak kaba hesaplarla genel bir fikir edinmeye çalışıyoruz.

Depremlerin genel maliyetlerini iki kaleme ayırabiliriz.

Birinci kalem; hasar gören binaların, şehirlerin yeniden inşasının getireceği maliyet.

İkinci kalem ise depremlerde kaybolan üretim kapasitesinin getireceği maliyet olacak.

Birinci kalemde 17 Şubat itibarıyla yıkık ya da ağır hasar gördüğü tespit edilen yaklaşık 333 bin konut sayısını baz alırsak bu hanelerin salt yeniden inşası kabaca 20 milyar dolar civarında (dolayında) bir kaynak gerektirebilir.

Şayet (eğer) yerleşim merkezleri fay hattından uzak bölgelere taşınırsa hem konut sayısı ciddi şekilde artacak hem de ilave (ek) altyapı harcamaları devreye girecektir.

Burada bir parantez açıp uzmanların uyarılarına dikkat çekmek, şehirlerimiz yeniden kurulurken acele etmeden bilim insanlarımızın tavsiyelerine uygun hareket etmemiz gerektiğini vurgulamak isterim.

Depremde evleri hasar görmüş yaklaşık 1 milyon kişinin bir yıl barınma ve yaşama ihtiyacı için 3-5 milyar dolar, yeniden yapılacak konutlar için de asgari 20 milyar dolar olacak şekilde kısa vadeli acil ihtiyaçlar için yaklaşık 25 milyar dolarlık bir maliyet öngörebiliriz.

İkinci kalemde ekonomi genelinde üretimdeki aksamayı göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Deprem felaketine maruz kalan ve 13,5 milyondan fazla bir nüfusu kapsayan bölge, ekonomik pastadan nasibini alamamış bir coğrafya.

Bölgesel GSYH dağılımına ait son TÜİK verilerini incelediğimizde 2021 itibarıyla bu bölgedeki şehirlerin GSYH’den aldıkları payın ağırlıklı olarak yüzde 1’in altında kaldığını üzülerek görüyoruz.

Karşılaştırma yaparsak, 1999 depremi sonrası Dünya Bankası, söz konusu depremin maliyetlerini yaklaşık 5 milyar dolar ve GSYH’nin yaklaşık %2,5’i olarak hesaplamıştı.

Bu oranı bugünkü GSYH rakamlarına uyarlarsak kabaca 20 milyar dolara yakın bir tutar elde ediyoruz.

Ancak 1999 depremi GSYH’nin yaklaşık %30’unu üreten bir sanayi bölgesini vurduğu için, üretime yansıyacak maliyetinin de görece daha yüksek olması muhtemel.

1999 depremi sonrası turizm gelirleri % 40 azalmıştı.

Turizm gelirlerinin GSYH’nin yaklaşık %5’ine karşılık geldiğini düşünürsek, benzer bir düşüşün yaşanması durumunda sadece (yalnızca) turizmden kaleminden birkaç puanlık ek bir maliyet yüklenmek zorunda kalabiliriz.

Özet

Tüm belirsizliklerin altını bir kez daha çizerek bugünkü rakamlarla asgari acil ihtiyaçlarımızın GSYH’nin yaklaşık %2-3’ü dolayında olacağını, genele yayılan maliyetlerin de buna yakın olacağını söyleyebiliriz.

Yukarıda telaffuz edilen rakama uzun vadede (erimde) enkaz altında kalan servetler, yeniden inşası gereken havalimanları, liman ve yollar, eğer şehir merkezleri taşınacaksa gerekli altyapı harcamaları ve tabii ki kaybolan fırsat maliyetleri (opportunity cost) eklendiğinde fatura elbette hızla kabaracaktır.

Depreme ait hasar tespiti henüz tamamlanmadığı ve yeniden inşa edilecek şehirlere dair bir yol haritası henüz açıklanmadığı için bu rakamların da değişme ihtimali yüksek.

Bununla birlikte halihazırdaki rakamlar ve dışarından gelmesi beklenen yardımlar kısa dönemde bir döviz likidite krizi alarmı vermiyor.

Yolun bundan sonrası

Önümüzdeki yıldırıcı zorluklara rağmen Türkiye’nin ne kadar dirençli bir ekonomik yapıya sahip olduğunu; zorluklara, krizlere ne kadar çabuk adapte olabildiğini vurgulamak lazım.

Doğru planlama ve organizasyonla hem yaralarımızı saracak hem de ileriye yönelik önlemleri alabilecek güçteyiz.

Bu dünya çapında felakette bize destek olacak uluslararası yardım ve krediler, depremzedelerimize destek olabilmemize ve yeniden yapılanmanın getireceği maliyetleri daha uzun vadeye yayabilmemize imkan sağlayacaktır.

Bu yıkımdan çıkıp Türkiye’yi yeniden inşa edebilmek için depremi unutmamalı, unutturmamalı ve böyle bir bedeli bir kez daha ödememek için depremler sonrası gösterdiğimiz dayanışmayı korumalıyız.

Deprem Bilimci Ahmet Ercan : 200 bin kişi göçük altında kaldı

Jeofizik mühendisi Prof. Dr. Ahmet Ercan, deprem felaketi sonucunda 200 bin yurttaşın enkaz altında kaldığını söyledi. Ercan, enkazdan 8 bin kişinin çıkarıldığını belirterek, “Demek 192 bin kişi göçük altında hesap doğruysa. Ama yetkili ağızlar diyorlar ki; ‘Biz her yapının altında kalan insanların adını, soyadını, kimliğini biliyoruz.’ O zaman açıklaması gerekiyor, gerçekten kaç kişi var? Kim bunlar? Kurtulanlar kimler?” diye konuştu.

08 Şubat 2023, Cumhuriyet

Deprem Bilimci Ahmet Ercan: 200 bin kişi göçük altında kaldı

Kahramanmaraş merkezli 10 kentte yıkıma neden olan depremler için “Bu dünya çapında bir afet. Yani dünya böyle bir afeti çok az gördü” değerlendirmesi yapan Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, kestirimlerinin 200 bine yakın kişinin göçük altında kaldığı yönünde olduğunu belirtti. Aslında iyi bir deprem yönetmeliği bulunduğunu belirten Ercan, “Bu yönetmeliğe uysalardı göçmeyecek yapıları yaparlardı. İşin kötü tarafı yeni yapılan yapılar da göçtü” dedi.

Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, şu değerlendirmeleri yaptı:

“Biz jeofizik mühendisleri Türkiye’de nerelerde hangi aralıklarla aşağı yukarı hangi büyüklükte deprem olacağını biliriz. 2001 yılında Türkiye ve İstanbul’da ‘Depreme Çağrı’ diye bir kitap yazdım. Orada Türkiye’de deprem olacak, öncelikli deprem beklenen 33 yeri saydım. Bunların içinde Van, Isparta, Sisam, Midilli ve Kahramanmaraş, Adana ve Ceyhan da var. Henüz depremini beklemekte olan yerler de var. Bunları siyasileri de yolluyoruz tabii. Yani ‘Böyle bir kitap var. Alın okuyun’ diye. Bilim insanın ve herkesin bir yaşam anlayışı tutumu vardır. Ama depremin siyaseti, sağcısı, solcusu, dincisi, dinsizi olmaz. Biz daima bilgi veririz. Bizim görevimiz bu. Dolayısıyla her şey siyasal erke bağlı. Bilgi üretme üniversitenin görevi ama biz eylem yapamayız. Eylemi Yürütme yapar. Yürütme Türkiye Cumhuriyeti Meclisi’dir. Neler yapılacağının emrini onlar verir. (AS: Yürütme Cumhurbaşkanı, TBMM Yasama organı..)

“DEPREM FONUNDA 37 MİLYAR DOLAR TOPLANDI”

Deprem için alınacak önlemler için yasa ve yönetmelikleri çıkardığınızda bunu eyleme sokarken para gerekiyor. Finansal bir kaynak olmalı. Bunun ilk ayırdına varan benim. Bu yaşımda, görmüş olduğum Cumhuriyet’in en başarılı hükümet başkanı Sayın Ecevit oldu. 1999 depremi O’nun Devlet Bahçeli’yle (AS: ve Mesut Yılmaz ile) koalisyon yaptığı bir döneme denk geldi. O dönemde baktı ki Türkiye’de sürekli depremler oluyor ve bunlarla baş etmek çok zor. O zaman dedi ki;
‘Bir deprem fonu oluşturalım. İnsanlar içtiği sigaradan, gazozdan, gittiği sinemadan çok ufak bir pay koysunlar.’ Geçen gün ben (eski siyasetçi) Emin Şirin ile birlikteydim. Dedi ki ‘Hocam bugüne kadar oradan toplanan para 37 milyar Dolar.’

“‘BİZ ONLARLA DUBLE YOL YAPTIK’ DEDİ”

Bu Deprem Fonu’yla, deprem olmadan önce öncelikli olarak, deprem görecek yerlerde konutlar iyileştirilecek, kötüler yıkılıp yerine yeniler yapılacaktı. Sonuçta Deprem Vergisi’ni Ecevit 2 yıl için koymuştu. Çünkü; o zaman için öncelikle yarası sarılması gereken yer Gölcük depreminde göçen evlerdi. Ama yönetimi yitirdiler. Bugünkü yönetim geldi. Sonra ilk kez ben televizyonda canlı yayında “Deprem Vergileri nerede??” diye sorguladım. O günkü başbakan, bugünkü cumhurbaşkanı dedi ki; ‘Biz onlarla duble yol yaptık. Ben 85 milyonluk Türkiye içinde yalnızca bir kişiyim. Gerçekleri ortaya koyarken ve halkın çıkarı için konuşurken eğer sen kendi çıkarının peşinde durmuyorsan ve dayatmıyorsan ne olur? O orada kalır. Dolayısıyla bu böyle söylenince hiçbir tepki çıkmadı.

“DÜNYA BÖYLE BİR AFETİ ÇOK AZ GÖRDÜ”

Duble yollar yapıldı ama şu anda millet göçüntü (enkaz) altında. Göçüntü altında kalınan yer yaklaşık 330 kilometrelik bir kuşak. 10 ili etkiliyor. Yaklaşık 4 milyon konutun bulunduğu bir yer. 13 milyon kişi bu konutlarda otururken şu anda yaklaşık 7 bin konut göçmüş durumda ve insanlar çaresiz. Elinde yeterli miktarda kurtarmacılar yok. Kurtarma araç gereçleri yok. Bu dünya çapında bir afet. Yani dünya böyle bir afeti çok az gördü. Yani bu denli yapının yıkıldığı yerde halen ölümler bu düzeydeyse bu işte bir yanlışlık var.

“HESAPLARIMA GÖRE YAKLAŞIK 200 BİN KİŞİ GÖÇÜK ALTINDA

Göçen bina sayısı belli. Benim hesaplarıma göre 4 kat üzerinden ve 8 daire olarak hesapladığımda yaklaşık 200 bin kişi göçük altında. Göçükten çıkarılan insan sayısı yaklaşık 8 bin kişi. Eğer hesap doğruysa yani bunun bir garantisi (güvencesi) yok. Ama yetkili ağızlar diyorlar ki; ‘Biz her yapının altında kalan insanların adını, soyadını, kimliğini biliyoruz.’ O zaman açıklaması gerekiyor gerçekten kaç kişi var? Kim bunlar? Kurtulanlar kimler? Çünkü insanlar kaygıyla bekliyorlar. Şimdi bu dönemin siyaseti olmaz.

“KURTARILAN, HALEN DİRİ KALAN İNSAN SAYISI BENİ SEVİNDİRİYOR”

Depremde en önemli olan olay ilk 6 saattir. İlk altı saatte ne denli insan kurtarabilirsen o denli başarılısın. İlk 6 saatte genellikle kurtarılacakların %80 kurtarılması gerekiyor. Ondan sonra geriye %5 kalır. Dolayısıyla şu anda 3. güne girdik. Kurtarılan, halen diri kalan insan sayısı beni şaşırtıp sevindiriyor. Çünkü hava sıcaklığı eksi 5 derece. Deprem en kötü zamanda gece uyurken saat 04.17’de oldu. Belki şanslı olunan şey şuydu: Havanın soğuk olması nedeniyle insanlar yorgan ve battaniyeye sarılarak uyudular. Deprem o durumda bunları karşıladığı için, şu anda göçük altında olanlar battaniye veyahut yorganlarına sarınarak ancak diri kalmış olabilirler. Bulundukları ortamda su yok. Aynı zamanda gıda yok. Bu çok büyük bir kıran. Afet yani.

“BİZİM YENİDEN BİR ÜLKE KURMAMIZ GEREKİYOR”

Bunun toplumsal, ruhsal boyutta ve akçalı çok sorunları olacaktır. Akçalı sorunlar çok önemli. Burası Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Beyaz Rusya, İsveç, Finlandiya’dan büyük bir yer. Dolayısıyla bizim yeniden bir ülke kurmamız gerekiyor. (AS: 110 bin km2 etkilenen alan, ama sayılan ülkeler bu alandan çok büyük!?)

“YAPILAR DEPREM YÖNETMELİĞİ’NE UYGUN OLSAYDI GÖÇMEZDİ”

Biz çok şey yaptığımızı sandık. 1982 yılından beri ben yazıyorum, çiziyorum. Bilim insanı olarak bizim yapabileceğimiz bürokratik kadroları uyarmak ve yol göstermek. Bunları da yaptık. Bizim uyarılarımızı doğrultusunda bir Deprem Yönetmeliği çıkarıldı. Bu Deprem Yönetmeliği gerçekten çok uygun bir yönetmelikti ama önemli olan daha sonra yapılan yapıların bu Yönetmelikteki kurallara uyup uymadıkları. Yani bu Yönetmeliğe uysalardı, göçmeyecek yapılar yaparlardı.
İşin kötü yanı, yeni yapılan yapılar da göçtü.

“YAPI DENETİM KURULUŞLARI, ‘YER YAPI DENETİM KURULUŞU’ ADIYLA YENİDEN DÜZENLEMELİ”

Demek ki yapı denetim kuruluşları iyi çalışmıyor. Denetçinin de denetçisi mi olur? Olmaz. Bu durumda öncelikle yapı denetim kuruluşları ‘yer yapı denetim kuruluşu’ adıyla yeniden düzenlemeli. Kadrolarında mutlaka bir jeofizik mühendisi, jeoteknik mühendisi, bunun yanı sıra bir inşaat mühendisi ve mimar bulundurma koşulunu getirmek gerekiyor. En önemlisi de bunların bir sigorta şirketi gibi çalışması gerekiyor. Yani eğer yapı denetim kuruluşunun denetlediği bir yapı göçerse, burada olduğu gibi göçük altında kalan her kişinin tazminatını  (giderimini) ondan almak gerekiyor. Ayrıca çöken yapının bütün maliyetini ondan almak, yapı denetim belgesinin de iptal edilmesi gerekiyor sonsuz olarak. Eğer bunu böyle yaparsanız işler düzelir.”

İzmir Depreminin Ardından

İzmir Depreminin Ardından

Prof. Dr. Mete TAPAN
Arel Üniversitesi

Cumhuriyet, 04 Kasım 2020

Her depremden sonra dile getirilenler hep aynı:

  • Beton kalitesi yıkılan binalarda kalitesiz.
  • Donatı (demir) eksik veya nervürlü değil.
  • Binalarda bodrum katı yok.
  • Zemin koşulları elverişli değil.
  • Temeller, mevcut zemin koşullarına göre yapılmamış.
  • Uygulama tasdik edilen projeye göre yapılmamış veya kullanıcıların keyfi olarak bina içinde, bazı duvarları kaldırarak değişiklik yapması, binanın taşıyıcı sistemini zayıflatmış.

UYGULAMAYA GEÇİLMELİ

Yukarıdaki saptamaları genişletmek mümkün. Ancak bunlar hep analiz sonuçları. Bu sonuçları tekrar tekrar ifade etmek, depremin ölümcül sonuçlarını yok etmenin köklü çaresi değil. Televizyonlarda konuşan genç bilim insanlarımızın dile getirdikleri de bilinmeyen, söylenmemiş olgular değil, bizim kuşak da maalesef hep bu gözlemleri dile getirdi, sonuç ortada. Hatta daha önemli önerilerde de bulunuldu. Örneğin,

  • İmar planı yaparken nasıl dere yatağında inşaat izni verilmemesi savunulmuşsa,
    deprem riski büyük olan alanlar da imara açılmamalıdır.
  • Var olan tüm imar planları yeniden incelenerek,
    deprem riski yüksek olan yerlerde imar yasağı getirilmelidir.
  • Depremin öldürmemesi için teknik eğitim görmüş müteahhitler tarafından inşaatların yapılması sağlanmalıdır. Her isteyen müteahhit olamamalıdır.
  • Meslek etiği eğitimi konusuna üniversiteler ve teknik okullar daha fazla ağırlık vermelidir.
  • Binada izinsiz değişiklik yapanlar cezalandırılmalıdır.
  • Uygulama sürecinde denetim, sigorta kurumları tarafından da yapılmalıdır.
  • İnşaat ruhsatına aykırı yapılmış veya kullanım sürecinde izinsiz yapılan uygulamalara sahip yapıların satışına olanak verilmemelidir.

Maalesef bu öneriler de dikkate alınmadı.

Yukarıdaki önerilerden en önemlisi, var olan imar planlarının yüksek deprem riski taşıyan bölgelerindeki parsellerde imar koşullarının askıya alınmasıdır. Mühendislikte “Her şeyin bir çözümü vardır” denilse de bir ülkedeki imar uygulama kültürü yeterince gelişmemişse bu söylem geçerli değildir.

İMAR KÜLTÜRÜ OLUŞTURULMALI

Yerel ve merkezi yönetimlerin ortaklaşa çalışarak alacakları yeni yasal önlemler, imar uygulama kültürümüzü geliştirmemize yardımcı olacaktır. Maalesef boş bulduğumuz her yere inşaat yaptık, hâlâ da yapıyoruz. Bataklığı kurutuyor, oralara çok katlı binalar dikiyoruz.

Yalnız mühendislik buna olanak veriyor demek, inşaatı yapmak için yeterli değildir. İnşaatın, mühendisin çözümüne uygun yapılıp yapılmayacağı esastır.

Eğer uygulayıcının (müteahhit) yeterince bilgisi yoksa veya meslek etiği konusunda eksiklikleri varsa projenin doğru gerçekleşmesini beklemek hayaldir. Sonuçları depremlerde yaşıyor, fakat ders almıyoruz. Büyük bir imar mirasına sahip ülkemizde depremle başa çıkamamak, başka bir deyişle depremin ölümlere neden olmasına engel olamamak anlaşılacak bir durum değildir.

  • Deprem binalara zarar verebilir ama öldürmemelidir.

Bir taraftan uluslararası önemli inşaatları gerçekleştirirken öte yandan altı katlı binayı doğru bir biçimde inşa edemiyorsak -ki bundan çok sayıda yapıyoruz- burada önemli bir sorun vardır.

YÖNETİCİLERE ÇAĞRIMIZDIR

Bu sorunu 1999 depreminden sonra ders aldık diye çözeceğimize inanmıştım. Yukarıda ne yapılması gerekenleri hatta fazlasını benimle birlikte onlarca bilim insanı dile getirmiş olmasına rağmen, maalesef İzmir depremi tüm umutlarımı yok etti. Yine insanlarımız yaşamlarını yitirdi.

Ayrıca maddi zararlarımız da her depremde çok büyük oluyor. Tüm yöneticilerimizden rica ediyorum;

  • Lütfen depremin ölümcül sonuçlarını yok etmeyi Türkiye’nin en önemli sorunu olarak görelim.

İnsanın canından daha kıymetli hiçbir şey yoktur. “Depremle beraber yaşamak” demek, depreme canımız pahasına teslim olmak anlamına gelmemelidir!