Etiket arşivi: Devlet Planlama Teşkilatı

CHP ve koalisyon gerçekleri 

Galatasaray Üniversitesi

20 Mayıs 2022 Cumhuriyet

Siyasi tarihimizin ilk koalisyon hükümetleri 1961 demokrasisinin erken döneminde kurulmuştur. İnönü, 1965’e kadar kurduğu üç koalisyonla yeni demokrasiyi badirelerden kurtarmış, rejimin ayakta kalmasını ve anayasanın gerektirdiği yeni kurumların –Anayasa Mahkemesi, Özerk TRT, Devlet Planlama Teşkilatı– oluşturulmasını sağlamıştı. Ama değeri hiçbir zaman bilinmedi.

Ecevit’in 1999’da yaptığı koalisyon, merkez solun kurduğu son hükümeti olacaktı. Ecevit 24 Nisan 1994 kararlarıyla ötelenen ekonomik krizi patlamak üzere iken devraldı. Kemal Derviş’i ekonominin başına bir “mesih” gibi atadı. Uygulanan acı reçete 2002’de merkez solun 1/3’den 1/5’e düşmesinin nedeni oldu. İslamcılık, oyların 1/3’ü ile tek başına iktidara geldi. Yirmi yıldır iktidarda bulunan AKP’nin iktidara gelişini sağlayan, Ecevit hükümetinin ekonomik kriz ile sona ermesiydi.

HALK KİME OY VERİR?

Halkımız 2001 krizinde DSP’yi %20’den %1’e indirmişti. Ekonomik göstergeler Cumhuriyet tarihinin en derin krizini yaşadığımızı göstermesine rağmen ekonomiyi dibe vurduran AKP hâlâ birinci, iktidara talip olan CHP 2. partidir. Asıl hareketlenme sağdadır. Babacan, Davutoğlu ve İYİ Partinin ortaya çıkışı AKP tabanındaki zayıflamanın asıl nedenidir. Saadet Partisi ise Milli Görüş’ün asr-ı saadet fraksiyonudur. İktidarın asıl hasımları, kendi kitlesine hitap eden sağ partilerdir.

Sonuçta CHP, tamamı sağ partilerden oluşan müttefiklerine dayanarak iktidarı devirmeyi planlıyor. Bu ne denli gerçekçi bir beklentidir? Düşünmek gerekir. İttifak masasındaki öbür partiler ideolojik pozisyonlarını tavizsiz bir tavırla devam ettirirken (AS: konumlarını ödünsüz bir tutumla sürdürürken) CHP tüm demokrasi tarihinin tek kusurlu partisiymiş gibi sürekli özeleştiri veriyor. Bu yadırganacak bir durumdur.

Muhalefet cephesinde 2 sorun görünüyor: İlki, cumhurbaşkanlığı seçimidir. Parlamenter sisteme geçeceğiz, ülkeyi başbakan yönetecek düşüncesi ile öne sürülecek karizmasız bir aday seçimi kazanamaz. Halkımız, Erdoğan’ın yetkilerini kullanarak sorunlarını çözecek bir adaya oy verecektir. İktidarsızlığa değil.

YENİ İKTİDARDAN BEKLENENLER

İkinci nokta, AKP karşıtı cephe Mecliste göreli bir çoğunluk yakalayacaktır; ama bu fraksiyonları olan zayıf bir çoğunluk olacaktır. Bu koşullarda muhalefetin adayı seçimi kazansa bile, devletleşmiş bir devri sabık yapısı bulacaktır karşısında. Sağ kanat, Erdoğan’ın kurduğu iktidar bileşenleri ile çatışmak yerine muhtemelen uzlaşacaktır.

1950’den 2002’ye kadar, hep sermaye partileri iktidarda olmalarına rağmen (karşın) idarenin içinde Cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip bir kadro daima (sürekli) varlığını korumuştu. Günümüz Türkiyesinde artık bundan söz edilemez.

Böylesi bir yapının, başarılı bir ekonomik kurtuluş reçetesi uygulayabileceği kuşkuludur. 74, 78 ve 90’larda CHP, SHP ve DSP’nin kurduğu koalisyonların performansı (başarımı) buna karinedir. Tek umutlu olabileceğimiz şey, Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöken otoriter rejimin ortadan kalkmasıdır. Yeni iktidardan bazı (kimi) iyileştirmeler beklenebilir. Ama bunun sınırını – maalesef- CHP dışındaki partiler belirleyeceklerdir.

DÜZEN KARŞITI ÇÖZÜM

Merkez sol, hiçbir zaman iktidar olmamış, iktidarı ancak paylaşabilmiştir. Her defasında (kezinde) karşısında tutucu güçler koalisyonunu bulmuş, iktidardan düşmüştür.

  • Bu nedenle Sol, Türk Devrimi’nin kazanımları doğrultusunda laik ve kamucu çizgide sağlam durmak zorundadır.

Kendi kadrolarıyla üretim ve paylaşım ilişkilerini değiştirecek kararlılıkla tek başına iktidara gelmedikçe başarılı olması mümkün (olanaklı) değildir. Bu da %30’larda dolaşan bir oy desteği ile olamaz. Bu oy oranı, tutucu güçlerle ittifaka yarar.

  • CHP sosyo ekonomik yapıyı değiştirme gündemi ile halkın karşısına çıkmak zorundadır.

Parti genel başkanının “Artık sağ sol ayrımı kalmadı” ifadesi büyük bir yanılgıdır.

Solun asimile edildiği anlamına gelir. Oysa düzeni değiştirecek gerçek alternatif (seçenek) soldur.

EKONOMİ TIKIRINDA

Suay KARAMAN
Azim ve Karar, 29 Kasım 2021
 

24 Ocak 1980 kararları ile devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alındı ve ülkemiz serbest piyasa ekonomisine geçti. 24 Ocak kararları dünyada yaygın olarak kullanılan IMF politikalarından oluşan bir programdır. Bu programın ilkeleri faizlerin yükseltilmesi, sıkı para ve maliye politikaları, emek ücretlerinin baskı altında tutulması, kamu hizmetlerine zam yapılması, kamumun piyasadan çekilerek özel sektörün önünün açılmasıdır. 

Planlı kalkınma modeliyle ülkenin gereksinim duyduğu her türlü mal ve hizmetin ülke içinde üretilmesi anlayışıyla dış alımın yerini tutan (ithal ikamesi) Türkiye, bu kararlar ile dış satıma (ihracata) dayalı bir ekonomik modeli benimsedi. Ayrıca döviz alım satımı serbest bırakıldı, dış alım (ithalat) serbestleştirildi. Yabancı sermaye yatırımları teşvik edildi, kademeli olarak sosyal devlete son verildi. Döviz piyasası üzerindeki denetimler kaldırıldı, faiz oranları serbest bırakıldı, fiyat denetim ve sınırlamaları kaldırıldı, özelleştirmeler başladı. 

Alınan kararlar kapsamında %33 oranında devalüasyon (Türk Lirası’nın değerinin düşürülmesi) yapılarak günlük kur uygulamasına gidildi ve 1 Dolar 47 liradan 70 liraya yükseltildi. Kamu İktisadi Teşekküllerinin ürettikleri ürün fiyatları artırıldı, tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırıldı; gübre, enerji ve ulaştırma dışında sağlanan destekler kaldırıldı. 1980 yılında enflasyon %107 olarak gerçekleşti. 

Aradan geçen yaklaşık 42 yıla karşın, serbest piyasa ekonomisine teslim edilen ekonomimiz hiç ayar tutmamış, sürekli iniş ve çıkış yaşayarak, büyük sıkıntılara neden olmuştur. 1994 ve 2001 yıllarında da krizler yaşanmış ve hep kemer sıkma politikasıyla bugünlere gelinmiştir. 

AKP iktidarıyla sürdürülen serbest piyasa ekonomisi ile bugün daha da büyük bir ekonomik krizle karşı karşıyayız. Planlamaya son vererek, üretimden uzaklaşmak, dış alım, yanlış kur politikası ve dövize bağımlı olmanın sonucunda gelinen nokta  üzücüdür. Türk Lirası’nın sürekli değer yitirmesi, yurttaşların alım gücünü düşürmektedir. Bunun yanında yaşam pahalılığının artmasına neden olduğu gibi yoksulluk, işsizlik ve hiperenflasyon sarmalı sürmektedir. Kasım ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 3.192 TL, yoksulluk sınırı 10.396 TL oldu. Enerji fiyatlarındaki büyük artış ve yüksek dış borç ekonomiyi zorlamaktadır.  

2021 yılı Ocak başında 7,4 TL olan dolar, bugün 13 TL’ye dayandı; 9,1 TL olan € 14 TL oldu. Paramız Dolar karşısında yaklaşık %70, Euro karşısında %55 değer yitirdi. 2021 Ocak ayında litresi 7,1 TL olan benzin 9,7 TL, litresi 6,6 TL olan motorin 9,8 TL olmuştur. Her şeye sürekli zam yapılmaktadır.

  • Böylece korkunç bir yoksullaş(TIR)ma ve dibe vuruş ile karşı karşıyayız.

Bu yılın Kasım ayı başında 9.50 TL olan Dolar, dün 12.50 TL oldu. Böylece Dolar, 27 günde 3 TL yükselirken TL %32 değer yitimine uğradı. Aynı biçimde Kasım ayı başında 11 TL olan €, dün 14 TL oldu. Euro da Dolar gibi 27 günde 3 TL yükseldi ve TL %28 değer yitirdi. Enflasyonun yükselmesini göze alarak kuru başıboş bırakan siyasal iktidar, ‘ihracatta rekabet gücü kazanacağız, Çin’e göre daha ucuz olacak mal ve hizmetleri dünyaya satacağız, TL değer kazanacak ve enflasyon düşecek’ kuramının boş olduğunu anladığı zaman, belki ekonomiyi düzeltebilir. 

  • Ekonomik sorunlar dış güçlerin oyunu diye açıklanamaz.

Ekonominin kitabını yazanlar (!), doğru ekonomi politikası izlediklerini söyleyenler, “ekonomistim” diye övünenler şimdi, “ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz” düzeyine geldiler. Ancak “ekonomik kurtuluş savaşı” söylemi inandırıcı değildir, çünkü serbest piyasa ekonomisine bağlılık içinde ekonomik kurtuluş savaşı verilemez. AKP iktidarı en katı biçimde liberal ekonomi programı izlemektedir. Özelleştirmelerle yoluna devam eden, planlamaya son veren, üretimden vaz geçen, dış alım odaklı bir kapitalist sistemle yürüyen bir iktidar, nasıl ekonomik kurtuluş savaşı verir? 

Krize neden olanların, krizi yaratanların aynı zamanda çözüm üretemeyecekleri bilinmelidir. Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelecek 10 milyar Dolarlık yatırım ile ya da Katar’dan gelecek paralarla, ekonominin düzelemeyeceği çok açıktır. Ekonomik kurtuluş savaşı dış ülkelerden gelecek paralarla verilmez. 

Türkiye eğer gerçekten ekonomik kurtuluş savaşı verecekse,

  • Bu ancak Atatürk’ün modeli ile gerçekleştirebilir.
  • Neo-liberal ekonomiyle kurtuluş savaşı verilmez.

Bunun için kamucu ve halkçı girişimler yapılmalı, sosyal devlet yeniden yapılandırılmalı, planlı üretime geçilmelidir. Ülkemizi ekonomik bataktan çıkarmak için öncelikle yolsuzluk, rüşvet ve israfa son verilmelidir. 128 milyar doların hesabı sorulmalıdır, yap-işlet-devret projeleri için garanti ödemelerine son verilmelidir. 

24 Ocak 1980 kararlarından beri uygulanan ekonomik modelin özü, dövize bağımlılık ve sürekli borçlanmadır 

Bu model Türkiye’yi üretmeden tüketen, borçlanarak lüks yaşayan bir topluma dönüştürdü. Çözüm bu modelde değildir. 1923-38 arasındaki Cumhuriyet ekonomisine dönülmelidir. 1961 yılında kurulan Devlet Planlama Teşkilatı’nın öncülüğünde planlı ekonomiye geçilmelidir.

  • Çözümün anahtarı : Halkçılıktır, Devletçiliktir, Planlamadır, Üretimdir, Karma Ekonomidir ve Denk Bütçedir.

Bu siyasal iktidar tükenmiştir, bitmiştir. Yerine gelecek muhalefet partileri de neo-liberal ekonomik modele, serbest piyasa ekonomisini sürdürecekse, değişen hiçbir şey olmayacaktır. Bu durumda bizlerin de “ekonomi tıkırında” demekten başka sözümüz olamaz. Eşsiz önderimiz Atatürk’ün

  • “Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.”

sözünü unutmamamız gereken günlerden geçtiğimizi bilmeliyiz.

Devlet Planlama Teşkilatı’nın Kuruluşunun 60. Yıldönümü

21. Yüzyıl İçin Planlama

30 Eylül 2020 : Devlet Planlama Teşkilatı’nın Kuruluşunun 60. Yıldönümü

Bundan tam 60 yıl önce 30 Eylül 1960 günü 91 Sayılı Kanun ile Devlet Planlama Teşkilatı
(DPT) kurulmuştu.

Türkiye Ekonomisinin organizasyon şeması içinde uzun yıllar aklın ve bilimin rehberliğinde varlığını sürdüren Devlet Planlama Teşkilatı’nın 60. Kuruluş yıldönümünde, planlı yıllarda görev yapan, katkıda bulunan plancıları, plan dostlarını, büyüklerimizi minnet ve saygı ile anıyor ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Aramızdan ayrılanların yıldızlar yoldaşlığında olduklarına eminiz.

Planlama, bir ufka bakış, etraflı düşünme ve iş yapma tarzı olarak, 1990’lardan başlayarak
siyaset ve iktisat dünyasından silinirken bıraktığı boşluk, ne yazık ki hemen görülüp
algılanamamıştır.

Orta boy yarı sanayileşmiş ülkelere (yani bize) ya da ‘yükselen piyasa ekonomileri’ denen
bizim AGÜ’lere kalkınmaları veya en azından var olabilmeleri için (survival) kolektif düşünmelerini sağlayacak yeni bir model, araç tasarlanmamıştır; her şey o kutsal piyasa
güçlerine, Adam Smith’in o ‘görünmez eli’ ne bırakılmış görünüyor.

O “görünmez el” de, son zamanlarda bir yankesicinin eli gibi dünya piyasalarını hortumlayıp, bu paralarla trilyon dolarlık balonları patlamakla meşgul.

  • Unutulmamalıdır ki; Planlama, eskimemiş, dişlileri fazla aşınmamış bir araç olarak pek
    çok ulusal ekonomiye hizmet etmiş (ve) onları bir tarih aşamasında yukarıya çıkarmış bir
    kaldıraç olarak, hâlâ kendi aklının ürünü olan politikaları uygulayan ülkelere hizmet
    etmeyi sürdürmektedir.

Bunun için de Türkiye, kendi ufkunu çizebilen, strateji oluşturabilen, dünya ekonomisinden
ve dünyanın örgütlü baskısından neler gelebileceğini kestirmek, esnekliğe sahip olmak ve birtakım kırmızı çizgilerini çizebilmek, toplumun üretici ve yaratıcı güçlerini harekete geçirmek
için mutlaka tüm dogmalardan (iktisadi dogmalar da dâhil) arınarak bir anlamda aklın
seferberliği olan planlamayı yeniden düşünmelidir.

21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu
www.21inciyuzyilicinplanlama.org

‘Azgelişmişlik’ kısırdöngüsündeki Türkiye

‘Azgelişmişlik’ kısırdöngüsündeki Türkiye

Erol Manisalı
Cumhuriyet, 31.7.18

“Azgelişmişlik” kısırdöngüsü 1950’li yıllarda, genellikle Batı’da eğitim gören Hintli ve Pakistanlı iktisatçıların öncülük ettiği “ekonomik ağırlıklı” bir alandı. Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak bunun mücadelesini yaptı ve iki dönemde başarılı oldu: 

1) Cumhuriyet’in kuruluşu ile başlatılan ekonomik, sosyal ve siyasal boyutlu Atatürk devrimleri ile uygulamalar art arda yapıldı: Medeni Kanun’dan kabotaj haklarına ve kapitülasyonların sonlandırılmasına kadar uzanan çağdaşlaşmalar ve Lozan ile eski zincirler kırıldı. Türkiye azgelişmişlik kısırdöngüsünden çıktı, bağımsız bir ülke oldu. Doğu Bloku ile Batı Bloku arasında denge kurdu. Ancak 1947’den başlayarak, “Batıcıların” ülkeyi Batı himayesi altına sokma girişimleri, “azgelişmişlik kısırdöngüsüne” Türkiye’yi yeniden soktu. 
Fabrikaların ve Köy Enstitülerinin kapatılması, ülkenin NATO üzerinden ABD himayesi altına sokulması, liberal dış ticarete geçiş siyasi, iktisadi ve sosyal sorunları büyüttü. 

2) Kısırdöngüye karşı çıkış 1961 Anayasası ve “planlı kalkınma süreci ile yeniden uygulamaya konuldu. 1963’te başlatılan planlı kalkınma, iki “Beş Yıllık Plan” dönemi ile kısırdöngü çemberini kırmaya başladı. Sivil toplumsal örgütlenmeler ve katılımcı demokratik uygulamalar alanında ilerleme sağlandı: Sovyetler Birliği ve Batı arasında, özellikle ekonomik alanda denge kuruldu. 
Devlet Planlama Teşkilatı ile “kamusal yararlar” planlanıyordu. Ekonomiden eğitime ve altyapı yatırımlarına kadar “akılcı uygulamalar” yürütüldü. 
 
Ve darbeler geldi 
Ancak ABD (ve Batı) bu kritik coğrafyada Türkiye gibi Müslüman bir ülkenin “katılımcı demokrasiye” geçerek “ulusal çıkarlarını” korumaya başlamasına karşı çıktı. 
İçimizdeki “Batıcıları” ve siyasal İslamı kullanarak önce 12 Mart, daha sonra da 12 Eylül darbelerini yürüttü. İşi 28 Şubat ve 15 Temmuz 2016’ya kadar getirtti. 
Dört operasyonda da, içimizdeki “Batıcılar ve siyasal İslamcılar” ilginç bir koalisyon yürüttüler. Rakip “görülmelerine” karşın birbirlerinin yolunu açtılar ve sonunda ülkeyi “azgelişmişlik kısırdöngüsünün içine” yeniden soktular. OHAL’lerle bizi bu hallere düşürdüler. 
Bu operasyonlarda “gardırop Atatürkçüleri” de önemli bir misyon üstlenmişlerdir. 28 Şubat’ta Erbakan, “İslamcı” olduğu için değil, “anti-Amerikan” olduğu için içimizdeki “Batıcılar” tarafından ve Amerikancı İslamcılar tarafından indirildi. 

ABD, Türkiye’de iki kanada birden oynadı: “hem Batıcıları hem de İslamcıları” birlikte kullandı: 12 Mart’ta başlayıp 15 Temmuz’da biten uzun süreçteki operasyonda birbirlerini tamamlayan hareketlerdir. Bazen İslamcılar, bazen de “Batıcılar” ön plana çıkmışlardır. 
GülenAdnan Hoca gibi iki garip kişi de İslamcılığın “dinci ve laik aktörleri” gibi sahneye çıkarılıp oynatılmadılar mı?

  • Sahnenin önünde kedicikler ve imamcıklar vardı: ipleri tutanlar ise güçlü devletlerdi. 
     
    Ve Trump’ın fahiş hatası! 
    Adam kalkmış bir rahibi, koskoca bir siyasal misyonerlik hareketi için göndermiş. 
    Be adam, rahip yerine niye rahibeleri göndermedin ki? Öteki piyonun olan Adnan Hoca’nın kedicikleri ile senin rahibecikler o yolladığın rahip kılıklı heriften çok daha başarılı olurlardı. 
    Her şey ne kadar iç içe geçmiş: rahipler, hocalar, imamlar, kedicikler hepsi de aynı havuzda yıkanıyorlar. Bunun adı siyaset havuzudur. 
    Ortadoğu’da ise adı bataklıktır. Müslüman dünyası bu bataklıktan bir türlü kurtulamıyor
    Tek kurtulan Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti idi. Şimdi onu da bu bataklığın içine yuvarlamaya çalışıyorlar: hem içerden, hem dışarıdan… 
    “Sen bile, azgelişmişlik sürecinin dışına çıkamazsın” diye bastırıyorlar.
  • Postmodern “yeşil kuşak” Türkiye’de “otoritesini” yürütüyor.

***
CHP’li dostlara: AKP, OHAL’lerden bu hallere CHP mevcutlarının yetersizliği sonucu geldi. Değişimi engelleyenler en fazla da AKP’yi sevindiriyorlar. En “baştan” değişim gerek: yalnız CHP için değil, Türkiye için de.

Türban Cumhuriyete Karşı Simge!


Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN 

Portresi_Ali_Nejat_Olcen.jpg

Türban Cumhuriyete Karşı Simge!


Türban’ın simge olduğunu ilk söyleyen kişi,
BOP’un eşbaşkanı
R.T. Erdoğan’dır.
Adalet­siz ve Kalkınmasız partisi “AKP” den yana olmayı betimleyen
bez parçasıdır türban. 

Anayasa’nın 10. maddesi ”herkesin “felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ay­rım gö­zetmeksizin kanun önünde eşit olmasını” koşu görmüştür.

Hiçbir iktidar bu mad­deyi yok sayarak ikilik yaratan; inanç özgürlüğünü ortadan kaldıran türbanı devlet politikasına dönüştüremez. Anayasa’mızın 10 ve 17. maddeleri
açık anlamıyla laiklik ilkesinin özü, özetidir. Özellikle 17. maddenin yurttaşlarımıza tanıdığı “inanç ve mezhep özgürlüğü hakkı”nı güvence altına almak görevini, Devletimize vermiştir.  Hiçbir iktidar, Devleti bu görevi yapmaktan alıkoyamaz ve
böylesi güce  sahip olamaz. Atatürkçü Düşünce Derneği bunun için vardır ve Cumhuriyetimizi koruma görevini Mus­tafa Kemal Atatürk’ten görev olarak devralmıştır.

Adaletsiz ve Kalkınmasız Parti (AKP) iktidarının ülkemizde karmaşa yaratan karar ve uygulamalarıyla ve de Anayasa’nın 10 ve 17. maddelerini tersine çevirme girişimleri ile Ana­yasal suç işlemektedir; O nedenle Atatürkçü Düşünce Derneği,
Başbakan R.T. Erdoğan’ın Kabine üyeleriyle birlikte Yüce Divan’da yargılanmasını
görev bilmektedir, bunu sağlamaya kararlıdır.

  • AKP yalnız çağdaş Türkiye’mizin Anayasasına değil,
    İslamın Kutsal kitabına da ters düşmektedir: 

Bakara Suresi 109. ayeti, Maide Suresi 13. ayeti, Hicr Suresi 85. ayeti,
Tegabün Suresi 64. ayeti ve Mümtehine Su­resi 3. ayeti “hoşgörü”yü koşul görürken;
AKP bu ayetlerin tü­münü yok say­makta tümüne karşı karar ve uygulamaları
pervasızca yürür­lüğe koymaktadır.

Bununla da yetinmemekte, Araf Suresinde 43. ayeti “göğüslerimizdeki kinden ne varsa çıkarıp atmamızı” öngörmesine karşın, Başbakan olan kişi R.T. Erdoğan bu ayeti de hiçe sayarak “yüreğinizdeki kini unutmayınız” diyebilmekte ve yurttaşlar arasına
kin ve nifak sok­maktadır. O’nun bu sözü, Anayasa Mahkemesinde yargılanmasına neden olacak denli ağır bir suçtur.Kutsal kitap, Maide Suresinin 42. ayeti “hüküm verirsen adaletle hüküm ver,
çünkü Allah’ın adalet yapanları sevdiğini” belirttiğine göre; AKP iktidarı ülkemizde
bir ben­zerine rastlanmayacak ölçüde adaletsizliği kural haline getirmiş, adaletsizliğin huku­kunu oluşturarak yalnız Anayasamıza değil Kutsal kitaba da ters düşmüştür.
Bu tutumuyla AKP’nin ne ulusumuza ve devletimize ve ne de İslam dinine bağlılığı
ve saygısı yoktur.

Adaletsiz ve Kalkınmasız Parti AKP iktidarı, Kutsal kitapta ve İslam kültürümüzde de  yeri ol­mamakla birlikte, halkımızın “sıkma  baş” olarak nitelediği türbanı simge
duru­muna dö­nüştürmekle yetinmemekte; genç kız ve hanımlarımızın çağ dışı örtünmesini özendiren tutumunu sürdürmektedir. Böylesi çağ dışı girişimlerine ve ülkemizin bölün­mesi kararlarına karşı çıkacak etkin yurtseverlerimizi Silivri, Hasdal türü zindanlara tık­maktadır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olduğunu açıklayan başbakan R.T.Erdoğan, Devlet Planlama Teşkilatı’nda hazırlanan (1983) Türk-İslam Sentezini, “Türk-Kürt-İslam Sentezi”ne dönüştürerek Misak-ı Milli sınırlarımız içinde
devlet-ulus bütünlüğünü zedelemeye başlamıştır. Buna gücü yetmeyeceğini
Atatürkçü Düşünce Derneği olarak kanıtlamayı görev biliyoruz.
Ülkemizi devleti ve ulusuyla ihanet çembe­rinden kurtarmanın çaresi, çözümü,
Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce, karar ve eylemlerinde mevcuttur.
O nedenle aynı gereksinimi duyan demokratik kitle örgütleri ve siyasal partileri
düşün ve eylem birliği içinde karşı çıkmaya çağırıyoruz ve
buna Atatürkçü Düşünce Derneği olarak hazırız.
Ulusumuz bizlere tüm gücüyle destek olacağını sergilemektedir.Bunu yapacak  ve ba­şaracak güce ve yeteneğe sahip olduğumuzu kanıtlamalıyız. İhanet çemberinden devle­timizin ve ulusumuzun kurtulmasının çaresi budur.

  • Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.

*************

Örtünmeyle ilgili not       :

İslamın kutsal Kitabı’nın Türkçe mealindeki tüm yayınlar Nur Suresi’nin 30. ayetini birbi­rinden çok farklı hatta değiştirerek asıl anlamını ortadan kaldırarak
tefsir etmektedir­ler. Örneğin:

-Eski  Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş ve Elmalılı Hamdi Yazır’a göre:
“Mümin kadılnara söyleyin “gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.”

-Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Prof. Dr. Yakup Çiçek ve Doç. Dr. Muhsin Demirci’ye göre:
“Mümin kadınlara söyle gözlerini harama bakmaktan çevirsinler,
iffetlerini korusunlar.”
-Tibyan Tefsiri’ne göre:
“Mümin kadınlara da deki: Gözlerini indirsinler ve utanacak yerlerini korusunlar.”Bu yorumlardan hangisi doğru?
Sorunun yanıtını  görmek için ayetin Arapça aslına bakmak gerekir. Aslı şöyle:

“Ve kul lilmü’miari yagdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünn.”

Ayetin aslına koyu harflerle işaretlediğimiz bölüm “ferçlerinizi örtün” anlamındadır. Çünkü: Füruc, “ferc”in çoğuldur ve ayetin aslı “inanan kadınlara da deyiniz ki kıçlarını örtsün­ler”.

Bu çeviri aslına en uygun olanıdır ve bizim din bilgini geçinenlerimiz Türkçe mealinde “kıç” sözcüğü geçmesini Kutsal kitaba saygısızlık olarak nitelemiş olmalı­lar.
Tanrı “kıç” sözcüğünü kullanırken bizimkiler neden kullanmaz da ayeti tahrif ederler!
Bu ayeti “sıkma baş”a dönüştürerek güzelim kızlarımızı ve kadınlarımızı umacı kılığına sok­manın İslamla ne ilgisi olabilir?
Eğer bu ayet başörtüsünü, türbanı koşul olarak gör­seydi aynı Surenin 30. ayetini
erkek müminler için de öngörmezdi. Nur Suresi’nin 30. ayetinin aslı şöyle:“Kul lilmü’miniyne yaguddü min ebsarihim ve yahfezu fürucehüm..”

Eğer fürucehüm “başörtüsü” olsaydı, bugün erkeklerin de kafalarını türban ile örtmeleri ge­rekirdi.

Cahiliye döneminde Arap yarımadasında yaşayanlar çırıl çıplak dolaşmakta
hiçbir sakınca görmezlerdi. (Ahzap Suresi 33. ayeti bunu belirtiyor.)
İslamın kutsal ki­tabı, öylesi ilkel bir kavme, aile hukukunu ve giysiyi insanca yaşamaya alıştırmak için “fürucehünn” ü koşul koyuyor.
Bu satırları yazan kişi, 1959 yılında Doğubayazıt’ın kırsal kesiminde kimi kadınların
çırıl çıplak soyunup yıkandığına tanık olmuştur. Bu öylesine doğaldı ki, kimse utanç duygusuyla karşılamıyordu.İslam’ın kutsal Kitabında o nedenle “giyinin ki, tanınıp incitilmeyesiniz” ayetine
yer verilmiştir. (Ahzap, 39)

Ali Nejat Ölçen
28.3.13