Etiket arşivi: İkdam

ÖCALAN’ın 21 Mart 2015 Nevruz İletisi Üzerine


ÖCALAN’ın 21 Mart 2015 Nevruz İletisi Üzerine


Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazılarımızda – söylemlerimizde hep sorup durduk PKK’lılara – ayrılıkçı Kürt kardeşlerimize :

1. Emperyalizmle işbirliği yaparak özgürlük -bağımsızlık savaşı verilebilir mi?
2. Emperyalizmin özgürlüğüne – bağımsızlığına kavuşturduğu bir halk var mıdır?
3. Mazlum, anti – emperyalist savaşla kurulan Türkiye’ye bu başkaldırı niyedir?
4. Apo – PKK hiç yüzü kızarmadan, işbirlikçisi emperyalizme nasıl çatabilmektedir?
5. Tarihte hangi sol – emperyalizm karşıtı örgüt, ABD – AB emperyalizminin
her türlü açık desteğini hem de onlarca yıl alabilmiştir??

*****
Dolayısıyla, PKK emperyalizmin maşası bir bölücü örgüttür.
40 yıldır bölgede kardeş kanı dökmektedir. Elleri fevkalade kanlıdır.
Kürt kardeşlerimizin kurtarıcısı bir örgüt olmayıp, emperyalizmin taşeronudur.
Hedefi, bölgede BOP kapsamında İsrail güdümünde kukla Kürt devleti kurarak
Kürt kardeşlerimizi sonsuza dek emperyalizme sömürge – uşak kılmaktır.

Oysa şimdi Kürt kardeşlerimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit haklara sahip 1. sınıf yurttaşlarıdır. Kopenhag Ölçütleri bağlamında tüm hak ve özgürlükleri elde etmişlerdir.
Sorun şu ya da bu etnik kümenin, inanç kümesinin hak ve özgürlükleri değil;
tüm Türk halkının / ulusunun 1. sınıf bir demokrasi olması sorunudur.

Vee “Türk” sözcüğü bir etnik kümenin adı değildir!
“Türkiye Cumhuriyetini kuran halkın – ahalinin adıdır.”
Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün tanımı budur. Bu çağrı bir uygarlık çağrısıdır :

 “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına / ahalisine TÜRK MİLLETİ denir.”

ULUS DEVLET olarak emperyalizme bu topraklarda set çekmenin çağrısıdır.
Bu tarihsel – gerçekçi sosyolojik bilimsel temelli çağrı görülmez de ayrışmaya
çanak tutulursa, 40 yıldır pisi pisine ödenegelen çok acı bedeller daha da büyüyebilecektir.

Kürt kardeşlerimizin ezici çoğunluğunun bu kanlı emperyalist bölünme oyununa gelmeyeceklerini ummak istiyoruz.

AKP hükümetinin de aklını başına alarak, bu yaşamsal ülke – ulus bütünlüğü sorununu seçimlere alet etmemesini diliyoruz.

Bay RTE ve AKP iktidarının bu bağlamda düştüğü derin çatlak ibret vericidir.
İzlenen sözde “açılım” politikalarının ürkünç (vahim) sonuçlarını sezen Erdoğan,
ürkü (panik) içindedir. Hükümet ise seçim öncesinde emperyal odakları karşısına almak istememektedir.

Oysa bir siyasal kadronun en başta gelen görevi ülkesini ve halkını iç savaştan, bölünmekten korumak değil midir?

Ülke – Ulus birliği, tüm sorunların büyülü çözüm anahtarı değilse nedir??

*******

95 yıl önceki Said-i Kürdi’nin ibret dolu mektubunu paylaşalım     :

Int. Herald Tribune Gazetesi’ne Paris Kürt Enstitüsü imzasıyla verilen ilanla (10.12.1920) güya Kürtleri temsilen kimi isteklerde bulunmuşlardır. Gerçek Kürtleri temsil etmeyen kimilerinin, Kürtlerin tarihi geçmişine bütünüyle zıt olarak ayrı bir yol izledikleri görülmektedir. 95 yıl önce yayımlanan mektubu anımsayalım :

1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlıların üzerine bin bir hesap yapılırken,
kimi Ermeni ve Kürtler de ayrılıp kendi devletlerini kurmayı düşünürler. İşte bunlardan
bir Kürt Paşası ile Ermeni Paşası, ilginçtir ki; yine Paris’te 2 ulusu temsilen anlaşma imzalarlar.

Bu gelişmeyi duyan Said Nursi, iki büyük Kürt aşireti reisi ile birlikte bu anlaşmanın Kürtleri temsil etmediğini, Kürtlerin Osmanlılardan ayrılma düşüncesinde olmadığını
ve daha birçok gerçeği dile getirmiştir. Bugün yine aynı merkezlerde, benzer misyonla yüklü adamlar ve yabancı parmağıyla kışkırtmalar sergileniyor. Said Nursi ve arkadaşlarının o zaman İkdam Gazetesi’ne ve Sebil-ür Reşad Mecmuası aracılığıyla kamuoyuna duyurduğu gerçekleri, bugün aynı gereksinimle, ibret alınması için, dikkatinize sunuyoruz.. (İkdam, 22 Şubat 1336, 7 Mart 1920, sayı: 8273)

*****

İkdam Ceride-i Muteberesine!

Evvelki günkü gazeteler, Paris’te Şerif Paşa ile Ermeni heyet-i murahhasası reisi Boğos Nubar Paşa arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir anlaşma yapıldığını yazarak,
Kürt kamuoyuna açıklamada bulunuyorlardı. 4.5 yy’dan beri İslam birliğinin özverili ve cesur koruyucu ve yandaşları olarak yaşamış ve dinsel töreye sadakati yaşam amacı bilmiş olan Kürtler; henüz beş yüz bine varan şehitlerinin kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının anılarını acılarla anarken; İslamiyetin zararına olarak, tarihsel ve yaşamsal düşmanlarıyla anlaşma imzalamak yoluyla; salabet-i diniyeleri hilafında iftirak-cûyane âmâl takib edemezler. Binaenaleyh, Kürd vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne muğayir hareket eden zevatı da tanımazlar.. Ve yegane emelleri de; vahdet-i dinî ve millîlerini muhafaza olduğundan, keyfiyyatın izahına
delalet buyurulmasını 
muhterem gazetenizden istirham ediyoruz.

‘Boğos Nubar ile Şerif Paşa arasında akdedilen mukaveleye en müskid ve beliğ cevap, vilayat-ı şarkiyede Kürd aşairi rüesası tarafından çekilen telgraflardır. Kürdler camia-i İslamiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler mutlaka makasıd-ı mahsusa tahtında hareket eden ve kürdlük namına söz söylemeye selahiyettar olmayan beş on kişiden ibarettir. Kürdler, İslâmiyet nam ve şerefini i’la için beşyüzbin (500 000) kişi feda etmişler ve makam-ı hilafete olan sadakatlerini, isar ettikleri kan ile bir kat daha te’yid eylemişlerdir.

Ma’hud muhtıranın esbab-ı tanzimine gelince: Ermeniler Vilâyat-ı Şarkiyede ekall-i- kalil derecesinde bulundukları için asla bir ekseriyet teminine.. ve ne kemiyyeten, ne de keyfiyyeten Şarkî Anadolu’da iddiayı temellüke muvaffak olamayacaklarını son zamanlarda anladılar.. Maksadlarına, Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden
Şerif Paşa’yı alet etmeyi müsait ve muvafık buldular. Bu suretle Kürd ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve Şarkî Anadolu’daki iftirak âmâli mevki-i fiile çıkmış olacaktı.

İşte, bu gaye ile o ma’hud beyanname müştereken imzalandı ve konferansa takdim olundu. Ermeniler’in maksadı Kürdleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride Kürdlerin kemiyyeten hal-i ekseriyette bulunduklarını inkâr edemeseler bile, keyfiyyeten, yani ilmen, irfanen kendilerinden dûn oldukları bahanesiyle, Kürdleri bir millet-i tabie haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürd taraftar değildir. Zaten Kürdler bu beyannameye yalnız sözle değil, bilfiil muhalif olduklarını isbat ediyorlar.

Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır..  

Çünkü her şeyden evvel Müslümandırlar.. Hem de salabet-i diniyeyi taassub derecesine isal eden hakiki müslümanlardan… Binaenaleyh, Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi, onları bir dakika bile işgal etmez. “El İslâmü cebbeti’l asabiyyete’l cahiliyyete” İslam, uhuvvet-i İslamiyeye münafi olan kavmiyyet davasını men’ eder.” 

Esasen bu, tarihe ait bir şeydir.. Kürdlerin asıl ve nesepleri ne olursa olsun, İslâmdan iftiraka vicdan-ı millîleri asla müsaid değildir. Bununla beraber, Kürdlerin Arap kavm-i necibi ile ırken alâkadar bulunduğu hakâik-i tarihiyedendir. İslamiyyet, herhangi bir ırkın diğer bir unsuru İslam aleyhine olarak menfî surette intibah hasıl etmesini kabul edemez. Binaenaleyh, Kürdleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir iki kulüpte toplanan beş on kişiden ibaret!.. Hakiki Kürdler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafaa olarak kabul etmiyorlar.

Onların vekili ve Kürdlük namına söz söyleyecek ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniyedeki mebuslar olabilir. Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor… Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ediyorlar.  Eğer Kürdlerin serbestii inkişafını düşünmek lazım gelirse; bunu Boğus Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i âliye düşünür.

Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin  tevassut ve müdahalesine muhtaç değildirler…

Sadatı Berzenciye’den Dava Vekili Ahmet Arif Hizan Sadat-ı Kiramından
İhtiyat Binbaşısı Muhammed Sıddık Ulema-i Ekrad’dan

Said-i Kürdî 
İkdam, 22 Şubat 1336, 7 Mart 1920, sayı: 8273

*****

Evet dostlar,

Said-i Kürdî 7 Mart 1920’de İstanbul’da yayımlanan İKDAM gazetesine yukarıdaki mektubu yolluyor ve yayımlanıyor. Kürtlerin Ermenilerin ve Batılıların oyununa gelmeyeceğini uzun uzun ve gerekçeleriyle açıklıyor. Aradan 95 yıl geçti.
Ama ayrılıkçı Kürtler aynı filmi sergiliyorlar.. Bu kez sahnede APO var..
Tarihten hiç ders almamışa benziyorlar.
Durum gerçekten hazindir. Günümüzün ayrılıkçı Kürtçü kadroları Said-i Kürdi’den daha geride ve daha gericidirler.

*****

Halkımız, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde elbette bu nazik – kritik değerlendirmeleri yapacak ve bölücü siyasal kadro ve partilere oy vermeyecektir..

Sevgi ve saygı ile.
23.03.2015, Ankara

Not : Yazının pdf formatı için tıklayınız…

OCALAN’in_21_Mart_2015_Nevruz_Iletisi_Uzerine

Zeki Sarıhan : 30 AĞUSTOS BASINI

Dostlar,

Değerli dostumuz Sayın Zeki Sarıhan, “uzuuun “tatilinden (?) Ayvalık’tan yazmayı sürdürüyor.. Engin tarih bilgisinden keyifle yararlanıyoruz.

Aşağıdaki makalesi, 26 Ağustos 1922 öncesi ve sonrasında Büyük Taarruz ve
30 Ağustos Zaferi odaklı olmak üzere İstanbul gazetelerinden seçkiler içeriyor.
Öğrenerek ve dersler çıkararak okuyoruz.

Teşekkür borçluyuz Sayın Sarıhan öğretmenimize..

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 30.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

30 AĞUSTOS BASINI

Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan

Kurtuluş Savaşı yıllarında Türkiye’de canlı bir basın yaşamı vardı.
Mütareke’nin (A.S.: Mondros, 30 Ekim 1918) başında İstanbul’da yayımlanmakta olan İkdam, Vakit, Tasviriefkâr, Peyam, Alemdar, İleri gibi gazetelere, daha sonra Anadolu’da çıkmaya başlayan İradei Milliye, Hakimiyeti Milliye, Öğüt, Açıksöz, Babalık, Seyyarei Yeni Dünya gibi gazeteler eklendi. Yenigün gazetesi de İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’ya taşındı.

Mütareke’den hemen sonra İstanbul basınına hem hükümet, hem Müttefikler tarafından sansür kondu. Gazetelerin birçok yeri boş çıkmaya başladı.
Hele İstanbul’un işgaliyle ve Damat Ferit Hükümetleriyle İstanbul, basın için nefes alınamaz bir yer halindeydi. Ancak 1920 Ekim’inde Damat Ferit Paşa’nın iktidardan düşürülüp yerine Tevfik Paşa Hükümeti gelince basın üzerindeki sansür hafifledi. İstanbul basınında Anadolu ile ilgili haberler daha gerçekçi olarak, hatta Mustafa Kemal Paşa’nın demeçleri bile yer almaya başladı. Bu dönemde vatanın kurtuluşu için bütün Türkiye basınının tek vücut olduğunu söyleyebiliriz.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Savaşı’nın yapıldığı günlerde (Ağustos – Eylül 1921) bütün harekât planlarının İngilizlerin eline geçmesinden
ders çıkararak, 25 Ağustos 1922 günü Anadolu’nun İstanbul’la haberleşme kanallarının kesilmesini emretmişti. Büyük Taarruz, Müttefiklerden ve Yunanlardan bir süre gizlenmiş olacaktı.

İstanbul basının kulağı sesteydi, ancak Anadolu’dan resmî bir haber alamıyorlardı. (Ordu her gün resmî tebliği yayımlıyordu). Gene de Yunan tebliğlerinden bir anlam çıkarmaya çalıştılar.

27 Ağustos 1922 Pazar gününün Anadolu gazeteleri, Hâkimiyeti Milliye, Yenigün, Öğüt, Yeni Adana dün sabahtan başlayarak Ordu’nun bütün cephelerde saldırıya geçtiğini coşkun başlıklarla yayımladılar. İstanbul’da yayımlanan İkdam ise
“Bir taarruz hareketinin arifesinde miyiz?” diye yazdı. İstanbul basını daha çok doğu barışı için toplanılması düşünülen Venedik Konferansı ile meşguldü.

28 Ağustos 1922 Pazartesi günkü Anadolu gazeteleri, gitgide büyüyen başlıklarla Ordu’nun cephenin her noktasında düşman hatlarını yardığını, Afyon’un kurtarıldığını, çok sayıda tutsak (esir) ve ganimet ele geçirildiğini yazdı.

Öğüt “Ateşli bir sel gibi işgal edilmiş diyarlara akan Ordumuz” diye yazdı.

İstanbul’da yayımlanan Kuvayı Milliyeci Akşam gazetesi, “Ordumuz Afyonkarahisar Cephesi’nde Yunan hatlarına taarruz etti” diyebilecek kadar haber almıştı.

İkdam ihtiyatlıydı. “Bilecik önünde taarruz başladı mı?” diye soruyordu.
Vakit ise “Dün Anadolu’dan hiçbir haber gelmemiştir, telgraf da çekilmemiştir” diye yazarak Atina’dan gelen haberlere göre Kocaeli çevresinde büyük yığınak yapıldığını haber veriyordu.

29 Ağustos 1922 Salı günkü Anadolu gazeteleri coşmuştu.

Hâkimiyeti Milliye

  • Ey Türk yürü! Yürü ki senin bu yürüyüşün tarihte yeni bir devir açıyor.
    Şark âlemine saadet ve hürriyet temin ediyor. Yürü ki bütün İslamiyet gülsün. Yürü ki bütün Şark mesut olsun!” diye yazdı.

ÖğütNur, zulmete galebe çalıyor” başlığını attı. Bugün İstanbul basını da
Yunan tebliğlerinden Türk saldırısının iki gün önce başladığını öğrendi ve yazdı.

30 Ağustos 1922 Çarşamba günkü Hâkimiyeti Milliye’de Ruşen Eşref‘in yazısının başlığı “Vatan Gülüyor” idi. İstanbul basını savaşın gidişini hâlâ Yunan tebliğlerinden çıkarmaya çalışıyor, Tevhidiefkâr gazetesi, Anadolu’nun derin bir sessizliğe gömülmesini onun sinirlerine tümüyle egemen olmasına yoruyor, “Okuyucularımıza pek yakında en sevindirici haberleri vereceğiz” diyordu.

İstanbul’un Kuvayı Milliye’ye düşman tek gazetesi olarak kalan Peyamı Sabah’ta
Ali Kemal, “Hadisatın cereyan tarzı gösteriyor ki Anadolu’da harp ve ateş yeniden tutuştu” dedikten sonra “Bu milletin varlığı ile böyle oynamak en büyük siyasetsizliktir. Maazallah yenemezsek düşman isteklerini artırır” diye ekliyordu.

Vakit gazetesinin birinci sayfası tümüyle savaş haberlerine ayrılmıştı.
Karagöz mizah dergisinde Hacıanesti, elinde kırbaçla kendisini kovalayan
Mustafa Kemal’e şöyle diyor:

  • “Vay kafam vay! Ne oluyoruz a canım?
    Konferansa giderken böyle şaka olur mu yahu?”

Anadolu’nun resmî tebliğlerinin ilki o gün İstanbul basınına ulaştı. Bakalım ertesi gün, yani 31 Ağustos 1922 Perşembe günkü gazeteler hangi manşetlerle çıkmış:

Tevhidiefkâr (boydan boya manşet):

“Yunanlar Eskişehir’i tahliye ettiler. Düşmanın, cephesinin kilidi olan Afyonkarahisarı’nın zaptı üzerine bütün cepheleri sarsıldı. Dumlupınar da ordumuz tarafından işgal edilmiştir. Düşman Afyonkarahisar meydan muharebesinde yedi bin zayiat verdi. Ordumuz bütün cephe üzerinden taarruza geçerek düşmanı takibe başlamıştır.” 

-“Kocaeli Grubumuz Bilecik’i zapt etti.”

-“Askeri mütalaa: Afyonkarahisar zaferi çok mühimdir.”

İleri: Mazlum milletlerimizi ve bilumum Müslümanlarla haksever insanları büyük müjdelere şadan eyleyen resmî tebliğimiz dün geldi. Ordumuz düşmanın kuvvayı külliyesini evvela 60 kilometrelik bir cephe üzerinde bozdu.
Yunanların zayiatı azim. Esirler ve ganimet pek boldur.”

Vakit: (süslü çerçeve içinde): “Yunanlar şimendifer hattı boyunca ricat etmekte. Son haberlere göre Eskişehir de kahraman Ordumuz tarafından işgal edilmiştir.”

-“Askerî mütalaa: Afyonkarahisar muzafferiyeti.”
-“Atina’da galeyan baş gösterdi.”

İkdam: (başlıklar daha da büyümüş olarak): “Resmî tebliğimize göre Afyonkarahisar kurtarıldıktan sonra merkez ve sağ cenahta harekâtımız muvaffakiyetle inkişaf etmektedir. Esirler ve ganimet çoktur.”

Gazetenin köşe yazarı Yakup Kadri, yazısında 9 ay önce “İzmir’de görüşeceğiz” diyen İsmet Paşa‘ya sesleniyor:

“Vuslat saatini bekleyen bir sevdalı gibiyiz. Söyleyin vuslat ne zaman?”

Hâkimiyeti Milliye zafer haberlerini birkaç başlık altında verdi. Bunlardan biri
Afyon halkı şükran secdesindeidi. “İslam’ın İhyası” başlıklı başyazıda ise şöyle deniyordu:

“Bundan sonra tarihçiler 3 büyük olayı yan yana anacaklar:

1. Uhud Savaşı,
2. Peygamberimizin ölümü,
3. Anadolu’daki bugünkü harp.”

Yenigün gazetesi de öbürleri gibi Anadolu’da zafer şenliklerini anlatıyor,
Nebizade Hamdi “Misakı Milli’den fazlasını istemeliyiz.” diye yazıyordu.

Peyamı Sabah gazetesi, 27 ve 28 Ağustos 1922 tarihli resmi tebliğleri heyecansız başlıklarla verdi.

“Afyon batısında büyük bir muharebe başladı” diye yazdı.

Gazetenin başyazarı Ali Kemal, müşkül bir durumdaydı. Şöyle yazdı:

“Kuvayı Milliye, Afyon’dan sonra Eskişehir, Kütahya, Bursa vesaireyi kurtarsa da silahla zafere ulaşılamayacağı görüşümüzü değiştirmeyiz. Avrupa’nın nâzım ve hâkimi devletlere karşı Anadolu’da Türk hâkimiyetini devam ettirmek
eski zamanlarda olduğu gibi kılıçla, kuvvetle mi olur?”

O gün İstanbul basınında Ali Kemal’le eğlenen yazılar da vardı.

İleri gazetesi “Ali Peyami Efendi, evvelce ne diyordu, şimdi ne diyor?” diye yazdı.

Aydede
mizah dergisi zafer temin edilince Ali Kemal’in alacağı tavrı karikatürle ifade etti. Mustafa Kemal Paşa, bir duvarın üstünde gururla yükselmiş. Yerden Ali Kemal Şair Nedim’in bir dizesiyle ona yalvarıyor:

“Mesti nazım, kim büyüttü böyle bi perva seni?”

Güleryüz mizah dergisinde de Ali Kemal’le şöyle dalga geçildi :

Ali Kemal, Kral Konstantin’e yalvarıyor:

“Haşmetmeap, hasretinle günden güne sararıp soldum.
Bizi sakın yalnız bırakma, perişan oldum, beni bu diyardan kurtar.”
(Ayvalık, 29.8.2013)

Zeki SARIHAN : MISIR HALKINA BORCUMUZ

Dostlar,

Sayın Zeki Sarıhan, tarihsel kaynaklarla Mısır – Türkiye dayanışmasını özetliyor ve Mısırlılara borçlu olduğumuzu belirtiyor. Günümüzde izlenecek politikayı da sağduyu ile öneriyor :

* “Biz Türkiye halkı Kurtuluş Savaşımızı destekledikleri için Mısır halkına borçluyuz. Mısırlılar da bağımsızlıklarını mücadele ile kazandılar. Ancak Mısır bugün bir kargaşa içindedir. Türkiye, Mısırlılara olan borcunu, bu ülkede bağımsızlığı taçlandırmak isteyen, özgürlüğü ve demokrasiyi hedefleyen devrimcilere yardım ederek ödeyebilir.”

Dileriz Davutoğlu Ahmet de dahil, AKP’liler okusun da
bir parça vefalı davransınlar.. Mısırlıların dediği gibi Başbakan RT Erdoğan bir yandan Batı ajanlığı yaparken bir yandan da Mısır’a vatanseverlik dersi vermeye kalkışmasın.. Gülünç oluyor..

Teşekkürler Sayın Sarıhan..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 24.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

MISIR HALKINA BORCUMUZ

Zeki Sarıhan

Zeki_Sarihan_portresi

30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleriyle bir teslim anlaşması (Mondros) imzalayan Türkiye’nin çok geçmeden kurtuluş savaşına başlaması, o tarihlerde İngiliz sömürgesi olan Mısır’da heyecan dalgaları yarattı. Mısır halkı da İngiliz emperyalizmine karşı bağımsızlık mücadelesi yürütüyordu. Onların bu mücadelesi de Türkiye’de yankılanıyordu.

Kurtuluş Savaşı başlarında Türkiye basınında Mısır’ın adı buradan getirilen tutsaklar nedeniyle geçerken, 1921’den başlayarak Mısır halkının Türkiye Hilali Ahmeri‘ne yaptığı yardımlar nedeniyle de Mısır haberlerine rastlıyoruz.

Türk Dışişlerinde buna ilişkin belgeler bulunmalıdır. Ben, bir iki kaynaktan ve dönemin basınından gözüme ilişen bazı haberleri aktaracağım.

İngilizlerin çaldığı bir belgeye göre Mustafa Kemal Paşa, Bağdat Osmanlı Millî Hareketi Ve Bolşevikler Başkanı Nasuhi Bey’e İngilizlerin İstanbul’u işgalinden 5 gün sonra 21 Mart 1920 günü yazdığı mektupta, Mezopotamya bölgesini İngilizlerden temizlemek için şimdilik yardımlarına gelemediğini anlattıktan sonra bu işi Mezopotamyalıların üstlenmesi gerektiğini bildiriyor, “Mısır’daki kardeşlerimiz de bu uğurda çaba harcıyorlar. Yakında para gönderecekler” diye ekliyordu. (Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C. II, s. 89)

Balkan Savaşlarından beri büyük bir göçmen sorunuyla karşı karşıya olan Türkiye’de, Yunanlıların İzmir yöresinde işgal ettiği yerlerden İstanbul’a ve iç bölgelere kaçanlar nedeniyle de bu sorunun üstesinden gelmeye çalışıyordu. 1921 Martında çetin geçen İkinci İnönü Savaşı‘nda yaralanan Türk askerlerine sağlık ve giyecek yardımı yapılması konusunda İstanbul’da kampanyalar açıldı. Bu dönemde Mısır halkının da harekete geçtiğini görüyoruz.

Kahire’de yayımlanan El Ahbar gazetesi 14 Nisan 1921 tarihli sayısında “Mısır Hilali Ahmeri, hürriyetleri için bütün güçlerini tüketen Anadolu kahramanlarına yardım etmesi için Mısırlılardan çok sayıda mektup alıyor.” diye yazdı. (İkdam, 29 Nisan 1921).

29 Nisan 1921 tarihli Hâkimiyeti Milliye gazetesi, İnönü zaferi dolayısıyla Kahire’de sevinç gösterileri yapıldığını, Mustafa Kemal Paşa’nın fotoğrafının elden ele dolaştığını haber vermektedir.

21 Mayıs 1921 tarihinde İstanbul’dan Ankara’ya bir tel geldi. Hilali Ahmer (Kızılay) İkinci Başkanı Hamit Bey, Mısır Hilali Ahmer Başkanı Abdurrahman Sabri Bey’in Anadolu’nun ihtiyacı olan şeylerin acele bildirilmesini istediğini yazıyordu. (Hüsnü Himmetioğlu, Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul ve Yardımları, C. I, s. 314)

Bu tarihten sonra, Türkiye basınında Mısırlıların Türkiye’ye yardımı konusunda haberlere rastlıyoruz.

Tevhidiefkâr (12 Kasım 1921): “İslam âleminin Anadolu gazilerine yardımı: Mısırlı, Hintli dindaşlarımız Anadolu muhtaç ve savaşçılarına her türlü bağışta bulunuyor.”

Tevhidiefkâr (21 Kasım 1921): “Mısır’da Anadolu için 32.000 İngiliz Lirası toplandı.”

Tevhidiefkâr (10 Aralık 1921): “Mısırlı dindaşlarımızın Anadolu’ya yardımı: Mısır’ın her tarafında yardım topluyorlar.”

Tevhidiefkâr (15 Aralık 1921): “Mısırlı kardeşlerimizin Anadolu’ya yardımları: Mısırlı dindaşlarımızın kadınları ve çocukları bile Anadolu için bileziklerini verecek kadar yüce bir şefkat ve dayanışma hissi gösteriyorlar.”

Vakit (16 Aralık 1921): “Mısırlı din kardeşlerimizin gazilerimize yardımı: 32 sandık eşya.”

Yenigün (28 Aralık 1921): “Mısır Hilali Ahmeri, 37.250 lira göndermiştir.”

İkdam, Tevhidiefkâr, Peyamı Sabah (8 Ocak 1922): Mustafa Kemal Paşa’nın Mısır Hilali Ahmerine teşekkürü: “5.200 İngiliz Lirası karşılığı olan 37.250 Osmanı Lirası geldi. Bunu ve devam edecek yardımları derhal yerine göndereceğiz.”

İkdam (10 Şubat 1922): “Mısır Hilali Ahmeri Anadolu’da savaaşçılara ulaştırılmak üzere İstanbul Hilali Ahmerine üç defa olarak para yardımı gönderdi. 5.140 İngiliz Lirası’nın piyasa değeri 35.000 lira tutuyor.”

Mısır Milli Partisi üyesi Ali Fehmi Kemal Bey’in İngilizler tarafından sürüldüğü haberi üzerine 10 Şubat 1922 tarihli Azadii Şark gazetesi’nde İngilizlerin Mısır politikasını anlatan bir yazı çıktı. Yazıda “İngiltere 15 milyon Mısırlı’nın kalbine nüfuz etmiş olan hürriyet sadasını söküp atamaz. İngilizler, Mısır halkının Anadolu kardeşlerine yardımını, Halifelik makamına bağlılıklarını görüp kızıyorlardı.” denilmektedir. (Matbuatı Ecnebiye Hülasaları, C. 17, s. 7)

Yeni Adana (21 Mayıs 1922): “Kardeş Yardımları: Mısırlılar Anadolu’ya 20.760 Mısır Lirası verdiler.”

İkdam (25 Haziran 1922): “İstanbul’a gelen son Mısır gazetelerine göre Mısırlı Müslümanlar Anadolu için 20.762, İstanbul’daki yetimler için 955 Mısır Lirası yardım topladılar.”

Sonuç: Biz Türkiye halkı Kurtuluş Savaşımızı destekledikleri için Mısır halkına borçluyuz. Mısırlılar da bağımsızlıklarını mücadele ile kazandılar. Ancak Mısır bugün bir kargaşa içindedir. Türkiye, Mısırlılara olan borcunu, bu ülkede bağımsızlığı taçlandırmak isteyen, özgürlüğü ve demokrasiyi hedefleyen devrimcilere yardım ederek ödeyebilir. (Ayvalık, 24.8.2013)

“Türk Ulusu”, “Kürt milliyeti”ne Eşit midir??


“Türk Ulusu”, “Kürt milliyeti”ne Eşit midir??

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim Kurulu Yazmanı
Ankara Üniv. Tıp Fak.
www.ahmetsaltik.net
03 Şubat 2013, Ankara

Sayın Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, CHP İzmir Milletvekili seçilmeden önce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde öğretim üyesi idi.

Yıllarca bu konuları derslerinde işledi, kitaplar ve makaleler yazdı, bildiriler sundu
bilimsel toplantılarda.

Bosna’dan ülkemize gelen, Boşnak kökenli bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Türk’tür.
Ülkemizin Yugoslavya gibi etnik temelde ayrıştırılmasını, birbirini boğazlayarak
mezbahaya dönüşmesini ve iç savaşla parçalanmasını istemiyor doğallıkla.
Bu vahim tehlikeye altını çizerek dikkat çekiyor..

Batı emperyalizminin “nation building” kaması ile “çevre ulus devletleri” parçalama oyununa işaret ediyor. Dikkat buyurulsun, “çevre ulus devletleri” diyoruz, ”merkez kapitalist ulus devletleri” değil!

En büyük ulus devlet ABD, 52 eyalette 52 milliyeti sentezleyerek AMERİKAN ULUSU-MİLLETİ oluşturmuştur. Kaya gibi bir blok.. Tek resmi dil, tek bayrak, tek devlet.. Her “milliyet”, örneğin “Ben İtalyan kökenliyim ama Amerikan’ım” diyor; “Amerikalıyım” değil, “Amerikan’ım” diyor.. Gönüllü birliktelikle  Amerikan ulus devletinin eşit bireyleri durumundalar. Anayasalarında da “Amerikan milleti-ulusu” kavramı-nitelemesi var.

“Amerikan” kimlik kartı ve pasaportu taşıyorlar. Nüfusun yarısına yakınının Hispanik (İspanyol kökenli) olduğu güney eyaletlerinde bile sosyal-kültürel alanda İspanyolca çok yaygın iken, kamusal alanda resmi dil tek ve İngilizce. Bu gerçeği bizzat biz, yerinde gördük, tanık olduk.

ABD yurttaşı olmanın en temel koşullarından biri, yeterli İngilizce bilmek!

20. yy (1900′ler) başında dünyada başlıca 50-60 devlet vardı. Bu yy. sonunda 200 devlet oluştu. Küresel emperyalizmin hedefi, 21. yy. sonunda 1000 (bin!) “devletçik”! Yani, Latince “Divida et impera” bağlamında “Böl ve yönet”! 20. yy. başında 50-60 dolayındaki devlet sayısı, yüz yılda 200’ü aştı. Daha da artırılarak bin devlet(çik) hedefleniyor egemen emperyalistlerce. Daha sonra, hepsini postmodern yöntemlerle yeniden sömürgeleştirerek tek dünya devleti kurmak Elit’in stratejik ereği!

  • “ Dünyada bin (1000) devlet oluşturduğumuzda modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendini yönetme hakları artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan Elitin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur! ” (Arthur Schlesinger, CFR Dergisi Foreign Affairs, 1995)

Bir kez daha dikkat çekelim, merkez kapitalist ülkeler kaya gibi ulus devletler..
Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya, Çin, Hindistan, Rusya … daha onlarcası.

Bizim gibi ülkelerin ise parçalanması gerekiyor! Sevr ile başarılamayan, şimdilerde bu tür etnik (ve de dinsel) ayrıştırma oyunlarıyla gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

Çok ilginç bir çelişki : AB örneği

Türkiye’yi milliyetler / etnisiteler temelinde federe devletlere ayrıştırmayı planlayanlar,
27 ülkeyi, 27 farklı milleti-ulusu bir araya getirerek “Avrupa Birleşik Devletleri” kurmaya çabalıyorlar. Anımsayalım, 1950′ler başında Kömür-Çelik Birliği ile yola çıkan birkaç ülke zamanla AET’ye (Avrupa Ekonomik Topluluğu) dönüştü. Üye sayısı giderek artarken “E” harfi atıldı ve “Ekonomik Topluluktan” siyasal birliğe dev bir adım atılarak “Avrupa Topluluğu” AT’ye dönüştü. Yetmedi, son durumuyla “Avrupa Birliği” (AB, European Union, EU) statüsüne dönüştü 27 ülke.
Tek bayrak, tek parlamento, tek para..

Niçin ? Nedir bu derin çelişki ? Kendileri birleşirken bizleri neden ayrıştırıyorlar?

Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü niçin çarpıtılmakta?

Bu bir ULUS DEVLET olma, ULUSLAŞMA, emperyalizme karşı birlik olarak güçlenme ve lokma olmama çağrısı değil midir? Etnik kimliklerinizi koruyun, sosyal-kültürel alanda yaşatın ama kamusal alanda tek parça-blok olun, birlikten güç doğar ve bu yolla da “Türk’üm” deyin, hep birlikte mutlu olun.. anlamında değil midir?

Atatürk’ün sağ kolu İsmet İnönü, bizzat Kürt kardeşlerimizce Kürt İsmet olarak  sahiplenilmiş  değil midir? Lozan heyetine yazılan mektupta vurgulanmamış mıdır?

Mustafa Kemal Paşa Türk milleti tanımını şöyle yapmamış mıdır ?

  • Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına
    (ahalisine, Türkiye’de yaşayan herkese!) Türk milleti denir.”

Bu tanım, dünyada 4000′e yakın etnisiteyi / milliyeti kucaklayan yaklaşık 200 devlet için geçerlidir. Biyolojik ırkçılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Bu bakımdan, Anayasa’nın 66. maddesinde yer alan tanım korunmalıdır :

I. Türk vatandaşlığı

Madde 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.

Kürt ya da başkaca etnik kökenli yurttaşlarımıza (milliyetlere) ülkemiz,
AB’ye üyelik sürecinde Kopenhag Ölçütleri kapsamında tüm hakları tanımıştır. Bundan ötesi ayrışma, parçalanma getirir.

  • Artık ayrılıklarımızı değil ortaklıklarımızı pekiştirme zamanıdır. 

Türkiye, Batı güdümünde sokulduğu bu yapay tartışmaları aşarak asıl gündemine dönmelidir.

Yoksullukla, işsizlikle, dengeli bölgesel kalkınma ile, dev borçlarla, dış güvenlik sorunlarıyla…. çağdaşlaşma ile meşgul olmalıdır.

Birgül Ayman Güler hoca bilimsel doğruları dile getirmiştir.
Asla ırkçılık, ayrımcılık yapmamıştır.

“Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir.” sözü bilimsel bir anlatımdır.

“Türk ulusu” nitemi (sıfatı) ülkemizdeki 80 milyon insanın ortak sıfatıdır.

“Kürt milliyeti” ise Kürt kökenli yurttaşlarımızı, bütünün bir parçasını tanımlıyor.
Bu bakımdan, “parça bütüne eşit olabilir mi?” Söylenen budur.

Başta Başbakan RT Erdoğan olmak üzere, BDP’li Vekil Sırrı Sakık vd. bilerek ve isteyerek, kasıtlı olarak Sayın Prof. Ayman’ın sözlerini çarpıtmışlardır. Bu, ucuz ve çirkin bir popülizmdir.. Ülkemize yakışmamaktadır. Eğitimi yetersiz halkın kafasını karıştırmaktan yarar ummak erdemli ve ülkemize yararlı bir davranış değildir.
Bu tehlikeli hatadan ve politik sömürüden vazgeçilmelidir.

Şimdi, 1920′lere gidelim ve Said Nursi‘nin bir makalesine değinelim :

Said Nursi’nin İkdam’da yer alan makalesi7 Mart 1920 (22 Şubat 1336, sayı: 8273) :

– Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır.. 
– Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor…
Kürdler, ecnebî himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense,
ölümü tercih ediyorlar.
Eğer Kürdlerin serbestii inkişafını düşünmek lazım gelirse;
bunu Boğus Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i âliye düşünür.
– 
Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin tevassut ve müdahalesine muhtaç
  değildirler..
– Hakiki Kürdler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafaa olarak kabul etmiyorlar.”

SONUÇ                       :

  • Türk-Kürt kardeştir! Altın kural budur!!
  • Emperyalizmin tarihi boyunca hiçbir halkı, etnisiteyi….
    özgürlüğüne kavuşturduğu görülmemiştir.
  • Emperyalizmin tunç yasası : “BÖL/PARÇALA-YÖNET-SÖMÜR” dür!
  • Kürt kardeşlerimizin en yakın dost ve müttefiki Türklerdir. Biz birbirimizin
    doğal müttefikiyiz. 
    Aradan ABD-AB emperyalizminin maşası PKK’yı çıkarmalıyız.
  • Kalan sorunlarımızı oturur, dostça ve insanca çözeriz, buna inanın..
  • Emperyalizmle işbirliği yaparak özgürlük savaşı yapılabilir mi?
    Kürt kardeşlerimizi bu onursuzluktan tenzih etmek istiyoruz.

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler‘in söylemini ve web sitesinde yer verdiği  (www.baguler.blogspot.com) 4 makalesini doğru (bizim sitemizde de yayımladık; http://ahmetsaltik.net/prof-dr-birgul-ayman-gulerin-yeni-anayasa-hakkinda-4-makalesi-ve-gorusumuz/), bilimsel, ülkemizin yararına buluyor
ve bu gerekçelerle açıkça destekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
03 Şubat 2013, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net