Kategori arşivi: Hekim Saltık

Diyanet İşleri Başkanlığı kürtaj fetvası yayınladı..

Diyanet İşleri Başkanlığı
kürtaj fetvası yayınladı..

Diyanet’in 2016 Takvimi’ne konulan fetvaya göre, mecbur kalmadıkça yapılan kürtaj, “cinayet” demek. Kürtaj yaptıran da, bunun karşılığında ya 5 deve bağışlayacak ya da 212 gram altın
(21 bin lira) verecek. (Ali Ekber ERTÜRK / SÖZCÜ)

DİNDE YERİ YOK               : 

  • Yaşama hakkı erkek spermi ile kadın yumurtasının birleştiği ve döllenmenin başladığı andan itibaren Allah tarafından verilmiş temel bir hak olup, bu safhadan sonra ana baba da dahil
    hiç kimsenin bu hakka müdahale etmesine izin verilmemiştir. Ayet ve hadislerde yer alan
    genel prensipler ve özel hükümler anne karnındaki ceninin dinen meşru sayılan haklı bir gerekçe olmadan düşürülmesine, aldırılmasını ve gebeliğe son verilmesine müsaade etmez.

YA 5 DEVE YA 212 GRAM ALTIN

“Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin” ayeti, Hz Peygamber’in,

  • “Kasten çocuk düşüren ve buna sebep olanın maddi tazminat ödemesine hükmetmesi,
    anne karnındaki çocuğun hayat hakkında da güvence altını almaktadır. Bu itibarla İslam annenin hayatını doğrudan etkileyecek bir zaruret bulunmadıkça anne karındaki çocuğun düşürülmesini ve aldırılmasını kabul etmemektedir. Cenine karşı bir cinayet işlenmesi halinde gurre denilen bir ceza tazminat ödenir. Gurre miktarının sünnetteki tatbikat örneğinden
    yola çıkarak 5 deve, altın ve gümüş (212 gram altın) olduğu görülmektedir.

HATAYLA DA OLSA DÜŞÜK YAPANA CEZA

Gurre ceninin mirası kabul edilir. Düşmesine sebep olan kimse hariç varisleri arasında paylaştırılır. Gurrenin ödenmesi için çocuk düşürmenin kasten veya hatayla olması, anne veya baba tarafından işlenmesi fark etmez. Ruhun cenine 4 aylık iken üflendiğini bildiren hadisten hareketle bu sureden önce ceninin kürtaj edilebileceği yönünde görüş varsa da bu isabetli değildir. Bu yoruma göre ruhun üflenmiş olması, ceninin müstakil kişilik olması kabul edilmekte, ruh üflenmeden önce cenin bir et parçası sayılmaktadır. Oysa cenin döllenmenin gerçekleşmesiyle potansiyel bir insan haline gelmesiyle dokunulmaz bir insan haline gelmekte olup dokunulmazdır. Ruh taşıyan canlı bedeni imha etmek caiz olsaydı uykudaki insanı öldürmek caiz oldurdu. Allah Teala uyku halinde insan ruhunun bedenden ayrıldığını haber vermektedir.

*****

YAZI UTANDI…

Yazı utandı...

Bekir COŞKUN
SÖZCÜ,
10 Ocak 2016

Cübbeli Ahmet Hoca, giyenleri cennetin kapısına yönlendiren “Nal-ı Şerif” terliklerini piyasaya sürdü… Terliğe bin git… 135 TL…
Eğer diğer ürünlerden olan; Sakal-ı Şerif’in yıkandığı sudan (yudumu 3 TL) içersen hastalıklarından kurtulursan… Kabirde azap çekmeyi engelleyen ve cehennem ateşine dayanıklı kefenden de (370 TL) alırsan… Bir de hırsızlığa, depreme ve yangına karşı boynuna
Muska-ı Şerif’i (10 TL) asarsan… Ayağında zaten cennete götüren terlik… Daha ne olsun?…
*
Ben Cübbeli Ahmet Hoca derim…
*
Dini imanı kullanıp; insanlardan aldığı oy ile fabrika fiyatına uçaklar alıp binenlerden iyidir…
Hiç olmazsa terliği sen giyiyorsun…
*
Dini imanı kullanıp; aldıkları rüşveti elbise torbalarının içinde taşıyanlardan da iyidir…
En azından kefenin içinde sen gidiyorsun…
*
Dini imanı kullanan ama ülkeyi soyanlardan kat kat iyidir…
Bari Muska-ı Şerif ile salondaki televizyonunu çalmayacaklarını sanıyorsun…
*
İşte: Yoksulların, yetimlerin parası ile on üç bakanlıktan fazla bütçe ayrılan, ama “Babanın
öz kızını şehvet ile öpmesi, karısı ile nikahını düşürmez… Kızının dokuz yaşından
büyük olması gerekir…”
gibi utanç verici tartışmalara neden olan Diyanet İşleri…

İstediğin kadar yalanla… Toplumun saygısını ve güvenini yitirmişsen…
Din adına işlenen yalana-dolana sessiz kalıyorsan…
Dinin değil sarayın parçası olmuşsan… Her şey umulur…
*
Annelerin, babaların çocuklarından fellik fellik gizlemeye çalıştıkları dünkü yüz kızartıcı rezaletin yanında… Cübbeli Ahmet Hoca ve terlikleri derim…
*
İlk kez bir yazımı; anneler, babalar ve çocukları okumasın istedim…Yazı utandı

===========================================

Dostlar,

AKP iktidarında işler iyice yolundan (şirazesinden) çıkmakta..
Diyanet hurafe üretmeyi sürdürmekte ve ona haddini bildiren de yok..
Tersine, balık baştan kokuyor, DİB bu cesareti siyasal iktidardan alıyor..

25-30 önce yayımlanan kitaplarında merhum Prof. İlhan Arsel, “Diyanet hurafe üretiyor” diye uyarılarda bulunmakta, örnekler vererek bilim – akıl ve çağ dışı önermeleri örneklemekteydi.
Aradan geçen 2-3 onyılda Dünyada yaşanan bilimsel devrimler baş döndürücü.. Ama bizm Diyanet hala Peygamber döneminin Arabistan’ında donup kalmış durumda.. Muhammet Peygamber yaşasa idi eminiz bunları “gerici – izansız”.. benzeri nitemlerle suçlardı.

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Anayasanın üstünde midir? Kendisini ne sanmaktadır?
DİB açıkça Anayasa suçu işlemektedir!
Bu suç eylemlerine seyirci – sessiz – kayıtsız kalan başta siyasal iktidar ve
Cumhurbaşkanı olmak üzere, işlem yapmayan C. Savcılıkları da suça katılmaktadır.
Diyanet, Anayasada olmayan fiili bir yetki kullanmaktadır. Oysa Anayasa md. 6/son :

  • “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” 

Ayrıca Anayasa md. 24 / son şöyledir :

  • “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa,
    din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla
    her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri
    istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

*****
2827 sayılı “Nüfus Planlaması Hakkında Kanun” (RG 27.05.1983, 18059) bu ülkenin yasası değil midir? TBMM tarafından çıkarılıp Cumhurbaşkanınca onaylanmamış mıdır?
(1965 tarihli 557 sayılı aynı adlı yasayı güncellemiştir..)

Diyanet bu yasayı tanımamakta mıdır?
İçişleri Bakanı Efgan Ala’nın TBMM kürsüsünde “Bu Anayasayı tanımıyoruz..” haykırışını unutamıyoruz.. (3 Mart 2015, Hürriyet ve öbür gazeteler..)
Anılan yasa, 10 haftayı geçmeyen gebeliklerin çiftlerin istemine bağlı olarak sonlandırılmasına olanak tanımaktadır; 2827 sayılı yasa md. 5/1 :

“Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir.”

Zaten madde metninde anne adayının (yasa maddesinde hatalı olarak “annenin” deniyor)
sağlığı açısından sakınca olmaması koşulu getirilmiştir. Diyanet daha ne istemektedir?

Türkiye bir hukuk devleti midir (Anaysa md. 2), Diyanetin çiftliği midir?

1983’te 2827 sayılı yasa çıkarılırken, o zaman bir Devlet Dairesi olarak görüşü sorulan Diyanet, Başkanı aydın din bilgini Dr. Lütfi Doğan üzerinden “olumlu” görüş bildirmişti.
Aradan geçen 33 yılda İslamda yeni içtihat mı vardır, kim üretmiştir? 600 – 700 yıldır
İmam Gazali‘nin “hüneri” (!) ile İslamda içtihat kapısı kapalı değil midir?

Diyanet durup dururken neden bu tür toplumu geren çağdışı açıklamalar yapmaktadır?
Bağlı olduğu kuruluş olarak Başbakanlıkça uyarılacak mıdır?
Anayasa md. 104/1’de verilen yetki ve görevi R.T. Erdoğan kullanacak mıdır ?

“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.”

Ayrıca Anayasa md. 41/2, Devleti apaçık aile planlaması hizmeti vermekle yükümlemektedir :

  • “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve
    aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır,
    teşkilatı kurar.
    ” 

Ancak AKP iktidarı, Anayasanın bu buyurucu kuralını da açıkça çiğnemekte, bu hizmetleri halka gereği gibi vermemektedir.. 10 haftayı geçmeyen gebeliklerin isteğe bağlı sonlandırılması ise devletin sağlık kuruluşlarında neredeyse olanaksızdır. Bin dereden su getirilerek
bu hizmet verilmemektedir. Dileyen, bir telefonla bu amaçla randevu almayı deneyebilir.

Üst katmanlar zaten hem istemsiz gebelikleri önlemekte daha başarılıdır hem de kürtaj gereksinimini özel sağlık kurumlarında sorunsuz gidermektedir. Bu durumda AKP zulmünün bedelini yine yoksul – az eğitimli yurttaşlarımız ödemektedir. Ne hazindir ki bu kitleler AKP’nin oy deposudur.. Halkımız Stockholm sendromundaki gibi celladına mı aşık olmuştur?

Öte yandan doğurganlığını düzenlemek çiftlerin uluslararası hukuk metinlerinde de temel hakları içindedir (The U.N. Human Rights Committee and the Committee on the Elimination of Discrimination against Women). Ülkemizde hem kürtaja karşı olacaksınız, birtakım hurafeleri DİN diye yasaların – anayasaların – temel insan hakları metinlerinin önüne gözü kara koyacaksınız; hem de etkin – yaygın – nitelikli – kamusal aile planlaması hizmetlerini
topluma vermeyecek hatta engelleyeceksiniz.. Ha bire 3-5 çocuk yapma telkini vereceksiniz, doğurganlığı para yardımı, ücretsiz izin vb. düzenlemelerle teşvik edeceksiniz.. Bu kitleler okuyamayacak, yoksulluk ve eğitimsizlik zincirini kıramayacak ve AKP’ye oy deposu olacak öyle mi?

Başbakan RT Erdoğan‘ın, Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı’nın uygulanmasına ilişkin 2012 Uluslararası Parlamenterler Konferansı kapanış oturumunda yaptığı konuşmada

“Sezaryenle doğuma karşıyım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum.” sözleri unutuldu mu?

Oysa gebe kadının Devletin ve başkasının karışmasına kapalı istemli düşük (kürtaj) hakkı var :

– “Human Rights Watch believes that decisions about abortion belong to a pregnant woman without interference by the state or others.”(The U.N. Human Rights Committee; https://www.hrw.org/legacy/backgrounder/americas/argentina0605/

TNSA 2013 (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması) verilerine göre Toplam Doğurganlık Hızı 2,26’dır. Yani 15-49 yaş arası doğurgan çağda Türkiye’de bir kadın 2,26 çocuk sahibi olmakta. Oysa kendilerine kalsa bu rakam 1,66 olacaktı. Yani etkin – yaygın – nitelikli – kamusal
aile planlaması hizmetlerine erişemedikleri için, 3 ve 4 çocuklu aileler son çocuklarına
istemsiz sahip olmuşlardır. Bir başka hesapla, 2014 içinde nüfus artışı 1 milyon 30 bin olmayacak; yaklaşık 756 binde kalacaktı (Nüfus artış hızı da %1,34 yerine %0,98 olacaktı). Fazladan ve halkın istemediği 254 bin nüfus artışının sorumlusu AKP’nin bu sorumsuz ve
hukuk dışı – insan haklarına aykırı dayatmacı – dinci, yatak odalarına bile müdahale eden…
insanlık dışı politikasıdır.

Devletin yasal düşük ve aile planlaması hizmetine erişemeyen alt katmanlar, bilim dışı
sağlıksız – sakıncalı yöntemlere başvurabilirler. İstemsiz gebeliklerin 10 haftaya dek yasal kürtajına engel olunursa bu kez sağlıksız – tehlikeli – ölümcül yöntemlere başvuran yoksul – eğitimsiz – çaresiz kadınlarımız ölür, engelli kalırlar.. 2827 sayılı yasa öncesi durum buydu!
Yılda birkaç yüz bin düşük yapılırdı, anne ölümleri yüz kızartıcı düzeyde yüksekti.

*****

AKP’nin bu politikasının insanlığa, dine – imana – ahlaka… sığar yanı var mıdır?
Haydi insanların bir bölümünü aldattınız, Allah’ı da mı aldatacaksınız?
Böye bir kaygı taşımıyorsanız o zaman siz müslüman mısınız??

Yoksa Türkiye bu sürede, özellikle Kasım 2002’den bu yana 13+ yıldır tek başına iktidar olan AKP yönetiminde fiili bir sivil darbe ile artık bir DİN DEVLETİNE dönüştürülmüştür de biz mi habersiziz?

Cuma namazına ilişkin açıkça Anayasayta aykırı 08.1.2015 tarihli Başbakanlık genelgesi,
AKP’nin dinci dayatmasının tuzu biberidir.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Görmez’in Alevilerin tapınç (ibadet) yeri Cemevlerini inatla reddetmesi ve bu tutumunu Alevi sorununda 2 kırmızı çizgisinden biri olarak bildirmesi
dehşet vericidir!

– Madde 136 : “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma
ve bütünleşmeyi amaç edinerek
, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”

Diyanet İşleri, eğer, siyasal iktidar ya da Cumhurbaşkanınca yönlendirilmek isteniyorsa, Anayasa’nın “kanunsuz emri” dinlememe hakkı ve yükümünü düzenleyen kuralına uymalıdır.
Ya da onurlu bir yol daha vardır… Yazmaya gerek var mıdır, Prof. Görmez onu gör(e)mez mi?

İnsan Hakları uluslararası kuruluşları nerededir? Ne için varlardır?
Salt etnik kümeleri kışkırtmak ve ayrıştırmak için mi görevlidirler??

AİHM’nin, AİHS’ne dayanarak Türkiye’de zorunlu din derslerinin kaldırılmasına ilişkin
kesin hükmünü (AKP hükümetinin temyiz istemi reddedildi!) uygulamayışını seyir mi edeceksiniz?

Eyy Avrupa, Avrupa Konseyi, AB ve ABD!

Tüm değerlerinizi – ilkelerinizi ayaklar altına alma adına, AKP iktidarı ile pazarlığınızda
masada hangi paha biçilmez istekleriniz var??

21. yy. başında insanlık nasıl bu denli sefil olabiliyor??

Sevgi ve saygı ile.
10 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bu yazımızın pdf biçimi : AKP’nin_DIN_DEVLETI_DAYATMALARI

COP 21; Küresel İklim Değişikliği için bir umut mu?

COP 21;
Küresel İklim Değişikliği için bir umut mu?

Dr. Ahmet Soysal
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı

http://www.halkinsagligi.org/cop-21-kuresel-iklim-degisikligi-icin-bir-umut-mu-dr-ahmet-soysal/, 28 Aralık 2015
Paris’te 2015 Kasım ayının sonunda başlayan ve tüm Dünya ülkelerinin katılımı ile yapılan iklim konferansında 12 Aralık’ta (2015) sona gelindi…  190’a yakın ülke basına da sızan antlaşma metini üzerinde üç haftaya yakın bir süredir tartışıyorlardı. Bu satırlar yazılırken konferansın ev sahibi Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius bir metin üzerinde antlaşma sağlandığını; ‘adil ve sürdürülebilir’ olarak nitelediği metinin ülkelerin onayına sunulduğunu açıkladı…

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin verilerine göre Sanayi Devrimi‘nden
bu yana gökyüzüne bırakılan sera gazlarının miktarı günden güne devasa boyutlarda artıyor; artış hızı özellikle 1950’li yıllardan sonra inanılmaz boyutlara ulaştı. Fosil yakıtlar atmosfere bırakılan sera gazı içinde yaklaşık %75’lik paya sahip. IPCC’nin yaptığı hesaplamaya göre Dünya, Sanayi Devriminden bu yana; son 200 yıl içinde ortalama 0.7º C ısındı; yapılan projeksiyonlarda sera gazı salınımları bugünkü hızla artmaya devam ederse bu ısınma 2100 yılına kadar 2º C’yi bulacak ve bu ısınma dünyanın sonunugetirecek. IPCC’nin yaptığı hesaplamalara göre; Sanayi Devrimi’nden bu yana atmosfere 2.000 milyar ton CO2 bırakıldı
ve 2030 yılına dek 1.650 milyar ton daha bırakılırsa 2º C’lik artışa giden yolu artık kesmek olanaklı olmayacak. Bu nedenle sera gazı salınımını azaltmak için ülkeler arasında çok ciddi
bir antlaşmaya ve çok sıkı bir denetim mekanizmasına gereksinim var. Yine IPCC’e göre
bu azaltma önümüzdeki 10-15 yıllık bir dönemde yapılmazsa; artık çok geç olacak ve artık
ne yapılırsa yapılsın 2100’e doğru 2ºC artış önlenemeyecek; yani başka bir anlatımla
küresel iklim değişikliğini durdurabilecek; hiç olmazsa yavaşlatabilecek son kuşağız..

İşte bu dönemde 30 Kasım’da Paris’de başlayan ve 190’dan çok ülkenin katıldığı
COP 21 Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı çetin pazarlıklara sahne oldu; çevreci ve ekoljistler; bir an önce fosil yakıtların kullanımını ciddi şekilde kısıtlayan,
sera gazı salınımlarını azaltan ciddi bir antlaşma için çaba gösterirken; ülkeler ise
‘ekonomik pazarlıkların’ içine girdiler.. Sera gazı salınımının yaklaşık %75’inden sorumlu
20 ülke bu salınımlarını azaltma konusunda bir yandan ayak diretirken; öbür yandan da
kendi sorumlu oldukları küresel iklim değişikliği nedeni ile ekonomik yitiklere uğrayan
yoksul güney ülkelerinin zararlarını karşılama noktasında isteksiz bir yaklaşımın içine girdiler.. Brezilya’nın başını çektiği bir başka küme ülke ise fosil yakıt kullanımı yerine yenilenebilir enerji kaynaklarını’ geliştirebilmelerinin maliyetini büyük oranda sera gazı salınımından sorumlu ülkelerin karşılamasını istedi…  Öbür yandan Suudi Arabistan’ın başını çektiği
fosil yakıt üreticisi ülkeler ise başta petrol olmak üzere fosil yakıt kullanımını kademeli olarak azaltma planlarına karşı çıktılar; bu maddelerin antlaşma metininde çıkarılması için
son güne dek uğraştılar; ayak direttiler; dünyanın geleceğini düşünmeden..

Sonuçta 12 Aralıkta Paris’te bir anlaşma metini ortaya çıktı; başlangıçta 55 sayfa olduğu bilinen ancak sonra 29 sayfaya indirilen bu metinden basına sızan kimi önemli maddeler ise şunlar:

  • Küresel ısınmayı 2º C nin altında tutmak için gereken her türlü önlem alınacak; bunun ötesinde olanak olursa 1.5º C altında tutmak için de çaba gösterilecek. Özellikle denizlerin yükselmesi nedeni ile su altıda kalabilecek kentleri ve ülkeleri kurtarmak için bu çaba ayrı bir önem taşıyor.
  • Ülkelerin bu antlaşma ile kabul ettikleri yükümlülüklerini yerine getirip getirmedikleri
    her beş yılda bir denetlenecek.
  • Gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarını sürdürebilmeleri ve bunun için gerekli enerji gereksinimlerini fosil yakıt dışı kaynaklardan sağlayabilmeleri için her yıl 100 milyar dolarlık bir fon yaratılacak. Bu fon bugüne dek sera gazları salınımının büyük bölümünden sorumlu olan gelişmiş ülkelerin katkısı ile oluşturulacak; 2025’ten sonra ise miktarın artırılmasının
    yolları aranacak.

Sonuç:

Paris’teki BM İklim Değişikliği Konferansı hiç kimseyi tatmin etmemiş olsa da
bir antlaşma metni ile tamamlandı. Antlaşma her şey planlandığı gibi giderse bir ay sonra BM’de imzalanacak.. Ancak 1 Ocak 2020’de yürürlüğe girebilecek.. Bu tarihte yürürlüğe girebilmesi için de aynen Kyoto antlaşmasında olduğu gibi belli koşullar var;
sera gazı salınımlarının %55’inden sorumlu ülkelerin imzalaması; toplam ülke sayısının %55’inin imzalaması gibi… Kyoto Antlaşması’nın yürürlüğe girmesini geciktiren bu koşulların şimdilik bu Aantlaşmayı tehlikeye düşürmeyeceği düşünülüyor; ancak antlaşmanın
1 Ocak 2020’de yürürlüğe gireceği düşünülecek olursa ihtiyatlı olmakta yarar var.

Antlaşmanın belki de en önemli maddeleri küresel ısınmayı 2º C nin altında tutma sözü ve
fosil yakıtların kullanımının belli bir takvim içinde azaltılmasının taahhüt edilmesi…
Kyoto Antlaşması ile ‘insan eli ile oluşmuş küresel iklim değişikliği’ gerçeğini kabul eden ülkeler; bu Antlaşma ile buna yol açan sera gazı salınımlarına çok büyük ölçüde kullandıkları fosil yakıtların neden olduğu gerçeğini kabul ediyorlar.. Başka bir anlatımla artık fosil yakıtların kullanılma dönemi başta kömür olmak üzere; bu antlaşma ile birlikte
er veya geç bitecektir.
Antlaşmanın düş kırıklığı yaratan boyutu ise yürürlüğe giriş tarihi ve hedeflerinin ‘insan eli ile oluşmuş küresel iklim değişikliğini’ durdurup durduramayacağıdır. Kimi  uzmanlar 2020’den sonra atılacak adımların küresel ısınmayı 2º C nin altında tutmak için başarı şansının düşük olacağını savlıyorlar. Ayrıca‘dünya ekonomisinin karbonsuzlaştırılması’ hedefi de antlaşma metninde yok. Birçok bilim insanına göre bu metin Kyoto antlaşması metini gibi yetersiz ve işlevsiz kalmaya mahkum..

Ülkemiz açısından bakıldığı zaman durum çok ilginçtir; ülkemiz bir yandan konferansa katılırken ve Antlaşma metnine imza koyarken; öte yandan Konferansın amacı ile tümden zıt
bir biçimde kömürlü termik santrallerden elektrik üretimi politikasını sürdürmektedir;
mevcut 18 kömürlü termik santralinin yanı sıra 80’in üzerinde yeni kömürlü termik santral yapımına hazırlanmaktadır. Sera gazı salınımını azaltmak bir yana; Dünya üzerinde sera gazı salınımı en hızlı artan ülkeler arasında yer almaktadır.. Şu anda sera gazı salınımı açısından ülkeler arasında 20. sırada olan Türkiye, planladığı gibi 80 yeni termik santral kurarsa,
sıralamada hızla ilk 10 ülke içine girecektir.

COP 21 Paris BM İklim Değişikliği Konferansı bünyesinde yapılan ‘Sağlıkçılar Sağlıklı Enerji ve İklim İçin Eylemde’ panelinde konuşan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Dr. Beyazıt İlhan’ın da belirttiği gibi; ülkemiz derhal kömürlü termik santral projelerini iptal etmeli; gereksinimiz olan enerji ihtiyacımız yeniden hesaplanmalı,
enerjinin verimli kullanımı sağlanmalı ve elektrik üretimindeki payı çok düşük olan yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulumu ve geliştirilmesi desteklenmelidir.
Bu yapılmadığı takdirde, zaten yetersiz olan ve 2020’de uygulamaya girecek olan
Paris antlaşmasına ülkemizin uyumu hayal olacaktır.

Kaynaklar

  1. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli; IPCC. http://www.ipcc.ch/, 09.12.2015
  2. 12 Aralık 2015 Paris Antlaşması; fosil yakıtlar için sonun başlangıcı. https://yesilgazete.org/blog/2015/12/12/12-aralik-2015-paris-anlasmasi-fosil-yakitlar-icin-sonun-baslangici/, 12.12.2015
  3. COP 21 bitti. Tarihi bir toplantı oldu; ya bundan sonrası ? https://ekogazete.wordpress.com/2015/12/12/cop21-bitti-tarihi-bir-toplanti-oldu-peki-bundan-sonrasi/, 13.12.2015
  4. COP 21 The end of fosil fuels is near. We must speed its coming. Ecologist, setting the environmental agenda since 1970. http://www.theecologist.org/blogs_and_comments/commentators/2986655/cop21_the_end_of_fossil_fuels_is_near_we_must_speed_its_coming.html, 13.12.2015
  5. 2015 Paris Climate Conference; COP 21. http://www.cop21paris.org/about/cop2,
    02 Aralık 2015
  6. Türk Tabipleri Birliği (TTB). Paris İklim Konferansı COP 21’de ‘Sağlıkcılar Sağlıklı Enerji ve İklim İçin Eylemde’ paneli gerçekleştirildi. http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/paris-5794.html, 05.12.2015===================================

    Dostlar,

    Sevgili arkadaşımız Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Ahmet SOYSAL’ın derlemesi oldukça başarılı.
    Kendisine teşekkür ediyoruz.

    Biz bu konudaki irdelememizi bilerek geciktiriyorduk Antlaşmanın BM’de onayına dek.
    Daha çok konuşup – yazacağız COP-21 sonuçlarını ve özellikle eylem planını..
    Yıllık değerlendirme raporlarını okuyacağız UNDP kaynaklı.
    Doğrusu biz de çok umutlu değiliz sıkı uygulamadan ancak başkaca çözümümüz de
    en azından şimdilik yok!

    Sevgi ve saygı ile.
    28 Aralık 2015, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Dünya Tabipler Birliği’nden devletlere çağrı: Biber gazı kullanmayın!

 

Dünya Tabipler Birliği’nden devletlere çağrı: Biber gazı kullanmayın!

Dünya Tabipleri Birliği (DTB), 14-17 Ekim 2015 tarihlerinde Moskova’da düzenlenen
Genel Kurul’da, tüm devletlere yönelik olarak biber gazı da dahil olmak üzere gösteri kontrol ajanlarının hiçbir durumda kullanılmaması çağrısında bulunan bir tutum belgesini kabul etti.

Türk Tabipler Birliği’nce önerilen tutum belgesi, tüm devletlere yönelik olarak;

  • Gösteri kontrol ajanlarının ifade özgürlüğü ve barışçıl gösterilerin bastırılması için kullanılmaması,
  • Sağlık çalışanlarının yaralılara yardım görevlerini yerine getirebilecek şekilde engelsiz çalışabilmelerinin ve korunmalarının sağlanması,
  • Sağlık ve yaşam açısından oluşturdukları riskler nedeniyle, hangi koşullarda olursa olsun
    gösteri kontrol ajanlarını kullanmaktan kaçınılması,

yönünde çağrılar içeriyor.

DTB Başkanı Sir Michael Marmot, konuya ilişkin düşüncesini;

“Hükümetlerin halen bu ajanları olumsuz sağlık etkilerini en aza indirecek biçimde kullanmaları gerekiyor. Ancak nasıl kullanıldıkları, bireylerin maruz kaldığı konsantrasyonu etkiliyor. Bu ajanların kötüye kullanımı ciddi zararlara hatta ölüme yol açabilir. Delegeler hükümetlerin bu kontrol ajanlarını artık kullanmamaları gerektiği ve ayrıca toplumsal olaylar sırasında sağlık çalışanlarının yaralılara engelsiz ve korunaklı biçimde erişebilmelerinin sağlanması gerektiği yönünde karar almışlardır.”

biçiminde ifade etti.

Dünya Tabipleri Birliği Gösteri Kontrol Ajanları Üzerine Tutum Belgesi 

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/gka-5659.html, 20.10.2015

====================================

Dostlar,

Polisin, jandarmanın (Kolluğun) toplumsal olaylarda kitleleri dağıtmak amacıyla biber gazı kullanımı son yıllarda Türkiye’de çok yoğunlaştı. Bu sitede sorun birçok kez irdelendi.
Özellikle gaz kapsülü ateşlenirken havaya doğru, yatayla (yerle) en az 45 derece açı yapacak biçimde ve ASLA hedef gözetilmeden püskürtülmesi zorunluğu üzerinde durduk..

Oysa pek çok örnekte polisin gaz fişeği tabancalarını klasik silah gibi hedef gözeterek kullandığını kamera kayıtlarında izledik. Böylelikle son derece yoğun ve yaşamsal tehlike oluşturacak biçimde gaz kitlesinin insanların yüzüne püskürtüldüğü kayıtlara geçti.
Bu birden ve yoğun doz biber gazı solunması birden (aniden) ölümlere neden oldu.
Bu durumlarda solunum durması, kalp durması birden ölüm nedeni oldu.
Hele kişinin astımı, kalp hastalığı.. varsa..

Ayrıca gaz fişeği kapsülünün başına geldiği insanlar öldü, ağır beyin yaralanması ve sekelleri görüldü. Hatta bu kapsüllerin 16 dolayında insanın gözüne gelerek göz yitiğine neden olduğunu biliyoruz. Bunlar basit ihmal, dikkatsizlik – tedbirsizlik değil, bilerek ve planlayarak kasıtlı biçimde, Ceza Hukuku deyimiyle “nitelikli” insan yaralanması, engelli bırakılması ve öldürülmesidir. Ağır cezayı, meslekten atılmayı ve kamu görevlerinden yoksun bırakılmayı gerektiren eylemlerdir. Devlet ve Devlet memuru bu tür ağır cezalık suç olan eylemlerde bulunamaz.

Hele toplantı ve gösteri yürüyüşleri Anayasal bir hak iken (md. 34).. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası‘na aykırı bile olsa, Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşü engellenmeyecek, tutanak tutulacaktır. Sonrasında, böyle davranmanın
hukuksal yaptırımı ne ise mahkemede o hüküm uygulanabilir.

Ayrıca ölüm, göz yitimi, ağır kafa yaralanması… gibi kabul edilemeyecek ve birazcık özenli davranılırsa mutlaka engellenebilecek sonuçlara yol açan polislere etkin yaptırım uygulandığına tanık olmadık. Bu durum ise, bir hukuk devletinde hiçbir biçimde kabul edilemez.

Üstüne üstlük, Türkiye’de polisçe kullanılan biber gazının içerik ve yoğunluğunu da bilmiyoruz. TTB’nin hem Bilgi Edinme Yasası kapsamında hem de tıbbi müdahalede uygun anditotu belirlemek amacıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’ne resmi yazılı başvuruları yanıtsız kaldı.
Bu davranış da hiçbir biçimde onaylanamaz, kabul edilemez. Dilekçeye yanıt vernek Anayasal yükümlülüktür. Bürokrasinin bu cesareti siyasal iktidardan (AKP’den!) aldığını da biliyoruz.

Kolluk, güvenlik önlemleri ile insan öldüremez, yaralayamaz, engelli bırakamaz.
Güvenlik önlemlerinin zorunlu, sıralı ve ölçülü olması vazgeçilmez idari sorumluluktur.
Türkiye’de kullanılan biber gazının en güçlü formüllerden biri olduğu ve yoğunluğunun da
çok yüksek tutulduğu duyumları alınmaktadır.

Türk insanı bunları haketmemektedir..
Türk polisine de böylesi hukuk dışılıklar hiç yakışmamaktadır.

Dünya Tabipleri Birliği‘nin çağrısına uyularak Biber Gazı vb. kimyasal maddelerin
toplumsal etkinlikleri denetlemede – dağıtmada kullanımı engellenmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
21 Aralık 2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tüm Sağlık Çalışanlarına Güvenceli İş Güvenceli Ücret Güvenceli Gelecek

TTB_logosu

BASIN AÇIKLAMASI

Tüm Sağlık Çalışanlarına Güvenceli İş Güvenceli Ücret Güvenceli Gelecek
Sağlıkta taşeron çalıştırmaya son verilsin!

Sağlık emekçilerine karşı yeni bir saldırı hazırlığı ile karşı karşıyayız. Sağlık hizmetlerinin
bir işletme mantığı ile, daha çok kar etmek amacıyla sunulmasını öngören Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ardından şimdi sağlık çalışanları daha da güvencesiz çalışmaya mahkum edilmek isteniyor.

Bilindiği gibi AKP hükümetinin çıkardığı ilk yasalardan olan ve 10.6.2003’te RG’de
yayımlanan 4857 sayılı İş Kanunu ile taşeron çalıştırma biçimi yerleşik duruma getirilmiş idi. Esnek ve güvencesiz çalışma temel çalışma rejimi haline getirilmek için 4857 sayılı
İş Yasası içinde pek çok yasal düzenleme yer almıştı.

Sağlık emekçilerinin mücadeleleriyle taşeron düzeninin hukuksuzluğu hem mahkemelerce
hem de toplumun geniş kesimlerince kabul edilmişti. Hiçbir AKP hükümetinin uymadığı mahkeme kararlarına karşı 64. Hükümet de hastanelerde taşeronu yasallaştırma çabası içinde. Seçimlerden önce “taşeron işçilere kadro müjdesi” diye manşetler attıranlar, seçimlerden sonra “Asıl iş-yardımcı iş” ayrımı ile taşeron köleliğini kalıcı hale getirmeye çalışıyorlar.
Sağlık hizmeti üretiminde çalışan hemşire, ebe, sağlık memuru, teknisyen, sosyal hizmet uzmanı, hasta bakıcı, bilgi işlem çalışanları, sağlık temizlik işçisi ve hastane yemekhane ve güvenlik işçileri asıl işi yapmaktadır. Sağlık hizmetleri bir bütündür. Yasal ve insancıl olan,
tüm sağlık emekçilerinin ayrımsız, kayıtsız, koşulsuz kadrolu çalışması, güvenceli bir işe kavuşmasıdır.

Seçimlerden önce taşeron işçilerine verdikleri sözleri seçimlerden sonra unutanlar,
bununla da yetinmiyor. 657 sayılı yasayla bir ölçüde iş güvenceleri olan emekçileri de güvencesizleştirme planları yapılıyor. 657 sayılı yasa ile kazanılmış hakları gasp ederek,
tüm emekçileri güvencesizlikte eşitlemek istiyorlar.

Güvencesizlik, salt sağlık çalışanlarını değil sağlık hizmeti alan herkesi tehdit etmektedir.
Daha çok kar elde etmek için sağlık emekçilerini bir “maliyet” ögesi olarak gören ve
emeklerini değersizleştiren anlayış, sağlık hizmetlerinde paran kadar sağlık anlayışını da egemen kılmaktadır. İşte bu anlayışın bir sonucu olarak sağlık hizmetleri işçi sınıfının geniş kesimleri için ancak asgari düzeyde ulaşılabilen bir hizmet durumuna gelmiştir.
Sağlığın bir kamu hizmeti olduğu unutturulmuştur.

Toplumun hasta olmasını engellemeye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerinin altı giderek boşaltılmıştır. Bunun sonucu olarak tedaviye yönelik hizmetlerde bir patlama yaşanmış, sağlıksız bir toplum sermaye için “fırsat” olarak görülmüştür.

Sağlık emekçilerinin güvenceli bir iş mücadelesi, kamusal ve nitelikli bir sağlık hizmeti mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Sağlık hizmetlerinin bir kamu hizmeti olduğunu unutturmak isteyenlere karşı, hastayı müşteri – sağlık çalışanlarını köle olarak görenlere karşı mücadeleye devam diyoruz.

  • Taşeron sağlık işçilerinin tümüne kadro istiyoruz!
  • 657’den gelen sınırlı iş güvencemize dokunulmasına izin vermiyoruz!
  • Sürekli düşen döner sermayeden değil genel bütçeden karşılanan insanca ücret istiyoruz!
  • Ve aldığımız eğitime, verdiğimiz emeğe yakışır emekli maaşı istiyoruz!

Bu istemler için işyerlerimizden başlayarak, tüm sağlık kurumlarında bilgilendirme standları açıp, imzalar toplayacağız.

Bu istemler çevresinde bir araya gelen, Türk Tabipleri Birliği, Türk Dişhekimleri Birliği,
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Devrimci Sağlık İş Sendikası,
Türk Hemşireler Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği ve Türk Medikal Radyoteknoloji Derneği ile kol kola omuz omuza olmaya devam edeceğiz!

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
TÜRK DİŞHEKİMLERİ BİRLİĞİ
SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİ SENDİKASI
DEVRİMCİ SAĞLIK İŞ SENDİKASI
TÜRK HEMŞİRELER DERNEĞİ
SOSYAL HİZMET UZMANLARI DERNEĞİ
TÜM RADYOLOJİ TEKNİSYENLERİ VE TEKNİKERLERİ DERNEĞİ
TÜRK MEDİKAL RADYOTEKNOLOJİ DERNEĞİ

====================================

Dostlar,

Elbette biz de tüm bu istemleri haklı, yerinde bukuuyor ve aynen katılıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
21 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi 56. sayı : KADIN EMEĞİ ve SAĞLIK

Dostlar,

TTB (Türk Tabipleri Birliği) tarafından uzun yıllardır yayımlanmakta olan

Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi’nin son (56.) sayısı:
KADIN EMEĞİ ve SAĞLIK

yayımlandı.. Ağırlıklı tema Kadın Emeği ve Sağlık..

Aşağıdaki erişkeden (linkten) bu sayıya erişilebilir.

http://www.ttb.org.tr/msg/images/files/dergi/56/56.pdf

Bizim de bilimsel danışmanlarından olduğumuz bu dergiye emek veren herkesi
saygı ve dostlukla selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
17 Aralık 2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Çapa giderse, geri dönemez!

Çapa giderse; geri dönemez!

Çapa’daki İstanbul Tıp Fakültesi üyeleri hastane binasının yerinde yenilenmesini istedi.

Türkiye’nin iki dev hastanesi, Çapa’daki İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi (İTF) ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (CTF) hastanelerinin fiziksel altyapı olarak yetersiz kaldığı,
depreme dayanıksız olduğu, hasta ve çalışan güvenliği açısından ciddi riskler taşıdığı gerekçeleriyle yıkılıp yeniden yapılacağı konuşuluyor.
İddialara göre, CTF binası yerinde yıkılıp yapılacak.

Çapa ise Sultangazi’de Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmakta olan devlet hastanesi binasına taşınacak. 10 gün kadar önce Diş Hekimliği Fakültesi Dekanlığı’nın Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı’na gönderdiği taşınılacak adresi doğrular nitelikteki yazı tartışmayı yeniden gündeme getirdi.

Prof. Tükel: Bağımsızlık gider

Çapa ve Cerrahpaşa hastaneleri ile ilgili bir grup akademisyen bir araya gelerek gazetemize değerlendirmelerde bulundu. İ.Ü. Demokratik Üniversite Girişim adına açıklama yapan
Prof. Dr. Raşit Tükel, söz konusu yazıda Sultangazi Belediyesi ile yapılan görüşmelerden
söz edildiğini belirterek,

  • İTF hastanesinin oraya taşınması demek, Sağlık Bakanlığı ile İ.Ü. arasında bir protokol yapılması anlamına gelir. Protokol yapıldığında İTF Hastanesi, Sağlık Bakanlığı’nın bağlı olduğu mevzuata uygun olarak işletilmeye başlıyor ve Kamu Hastaneleri Birliği’ne
    dahil oluyor. diyor.

Bu durumda üniversitenin özerk yapısını yitireceğini vurgulayan Tükel, İTF Hastanesinin Bakanlıkça atanan başhekim tarafından yönetileceğini, yönetici görevlendirmelerin de
Kamu Hastaneleri Birliği mevzuatı çerçevesinde (AS: 663 sayılı Yasa Gücünde Kararname ile) yapılacağını belirtiyor. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin de binası yıkıldığında
geri döneceği belirtilerek taşındığını ancak yıllardır bunun gerçekleşmediğini anımsatan Tükel,

“Eğer İTF taşınırsa, Çapa’ya geri döneceğimizi düşünmüyoruz.” diyor.

İTF’nin de CTF’nin de yıkılıp yerinde yapılması gerektiği görüşünde olduklarını kaydeden Tükel, şöyle devam ediyor:

“Yerinde yapılanma sürecinde CTF ve İTF’nin işbirliği içinde, gerekirse mekânlarını
ortak kullanarak, gerekirse prefabrik binalarla hizmet vererek faaliyetlerini sürdürmesinden yanayız. İTF Çapa’dan gittiğinde, buraların kimler tarafından, ne için kullanılacağı da belirsiz.
CTF 170 dönüm, İTF ise 110 dönüm alan üzerine kurulu.
Taşınma durumunda çok değerli olan bu alanların rant amacıyla kullanılması riski gündeme geliyor. Geçen aylarda, 120 İTF öğretim üyesi, hastanelerimizin taşınmasıyla ilgili konuları konuşmak üzere Akademik Kurul toplanması talebimizi birer dilekçeyle Dekanlığa ilettik, ancak bir yanıt alamadık. Üniversitenin geleceğine ilişkin önemli kararlar, üniversite öğretim görevlileri, öğrencileri ve çalışanları ile görüşülmeden alınıyor.”

Prof. Eker: İyi niyetli değil

İTF Çocuk Hastalıkları Bölümü’nden Prof. Dr. Rukiye Eker ise akademisyenlerin ve öğrencilerin geleceklerinden endişeli olduğunu belirterek “İTF’nin Sultangazi Hastanesi ile birleştirilmesi niyetinin olduğunu düşünüyorum. Böyle olursa üniversite özerk ve bağımsız yapısını kaybeder.” diyor. (AS: Prof. Eker sınıf arkadaşımızdır; 1977 mezunlarıyız..)

Fakülte yok olur!

İÜ Tıp Fakültesi Kardiyoloji Prof. Dr. Taner Gören:

  • İTF, bütün Türkiye tıbbının kaynağı olan bir fakülte. Bütün dünya ülkelerine baktığımızda ülkeler kendi öz değerlerini korumak, onların yok olmasını engellemek için inanılmaz çaba
    sarf ederken biz böyle bir kurumu yok etme noktasına geldik. Tıp fakültesinin bu şekilde taşınması, İTF’nin yok olması anlamına gelir. Bu durumdan hem nitelikli hekimlik uygulamaları, hem de hekimler ve uzmanların yetiştirildiği tıp eğitimi ciddi olarak etkilenecek.

Tüm zorluklara hazırız

CTF İç Hastalıkları Anabilim Dalından Prof. Dr. Huri Özdoğan:

“Üniversite hastanelerimizin akıbeti konusunda ciddi endişelerimiz ve kaygılarımız var.
Böylesi önemli bir kararlarda akademisyenlerin bilgilendirilmesi, görüşlerinin alınması gerekir. Çözüm önerileri birlikte oluşturulabilir. İÜ Öğretim üyeleri bir zorluk varsa
bunu göğüslemeye hazır.”

Tıp eğitimi etkilenir

İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu’nda Beyza Sayın:

“Tıp fakülteleri sadece hasta bakılan yerler değildir. Bu fakültelerde eğitim ve öğretim de veriliyor. Hastanelerin taşınması tıp fakültelerinin eğitim ve öğretim ayağının yok olacağı
ortamı da hazırlar. Entegre eğitim sekteye uğrar.”

(http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik/446931/Capa_giderse__geri_donemez.html, 12.12.2015)

============================================

Dostlar,

Bu sorunu sitemizde daha önce de işledik (23 Haziran 2015)..

  • “..Gerek İstanbul Tıp Fakültesi, gerekse Cerrahpaşa Tıp Fakültesi iktidar tarafından hedefe oturtulmuştur. Bilerek ve isteyerek çökertme operasyonu uygulanmaktadır. Bu 2 özerk
    ve güçlü devasa sağlık ve bilim kurumu, hastanelerinden yoksun bırakılarak şehir hastaneleri ile affiliye edilerek bitirilmek istenmektedir. Çok değerli arsaları da talan edilecektir.
    Üniversite özerkliği iyice bitirilecektir. 2. sıradan atanan hekim olmayan rektörün asıl görevi budur. Trilyonluk rantlar yandaşlara peş keş çekilecektir. İstanbul Tıp Fakültesi’nin depremde hasar gören Çocuk Kliniği yıllardır -kasten- yaptırılmamaktadır! 1. sırada rektörlük seçimini kazanan, 2. adaya en az 300 oy fark atarak 1200’leri aşan oy alan İstanbul Tıp Fakültesi’nden Psikiyatri Profesörü Raşit Tükel, gerçekte bu yüzden Bay RTE tarafından atanmamıştır.”
    (http://ahmetsaltik.net/2015/06/23/cerrahpasa-tip-fakultesine-odene-yok-kaynaklar-nerede/)

Beş ay kadar önce yazdıklarımızın bir bölümü yukarıda..

Şimdiki hekim olmayan Rektörden önceki Prof. Yunus Söylet, AKP’ye çoooook yakın olmakla birlikte, mezun olduğu İstanbul Tıp Fakültesi’ne (ve de yavrusu Cerrahpaşa’ya) ister istemez sahip çıkmıştı. AKP’nin ve rant avcılarının daha çok sabrının kalmadığı anlaşılıyor!..

İstanbul’un ortasında 110 + 170 dönüm 2 muazzam parsel artık peş keş çekilecek ve “ilgililerine” milyarlar kazandıracaktır.. Çook gecikilmiştir!

Bu doymaz rant iştahı nasıl frenlenebilir? Bu ne biçim bir terbiye ve kültürdür?
Bu adamlar  – kadınlar nerdede yetiş(tiril)miştir?

Vahşi kapitalizm insanları dinden – imandan dahi çıkararak ahlaksal bakımdan ve
değerleri üzerinden tanınmaz cüruflara döndürebilmektedir!

Ne var ki, metamorfoza uğrayarak insanlıktan çıkan bu zevat;
ülkeye, kurumlarına, değerlerine… dönüşümsüz büyük zarar veriyor.

Bu gidişin durudurulması gerek..
Yararı var mı AKP’yi bu gecikmiş ve agressifleşmiş iştahından vazgeçmeye çağırmanın?

Kapsamlı bir örgütlenme ve planlamaya gerek var bu ağır ve ciddi salvoyu savuşturmak için.
İÜTF ve İÜCTF mezunları (Mezunlar Dernekleri) de katılarak, TBMM’de
Muhalefet Partileri ziyaret edilerek kamuoyu oluşturulmaya çabalanmalıdır.

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Türkiye tıbının anasıdır.
(Biz de Hacettepe’de ilk 2 yıldan sonra bu Fakülte’ye geçerek 1977’de mezun olmuştuk..)
Bütün Tıp Fakülteleri İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi‘nden doğmuştur.
Çoook köklü ve nitelikli, tarih kokan bir eğitim – araştırma – sağlık kurumudur.

1999 depreminde hasar gören binalarının hala onarılıp – yenilenmemesi ayıptır!
Çocuk kliniği binasının yıllardır kullanım dışı kalması yüz kızartıcıdır..

Bu 2 muazzam Tıp Fakültesi’nin birkaç yıl içinde hızla kendi arazilerinde yenilenmemesi
halka karşı suçtur ve sorumlusu AKP iktidarıdır! Tek başına iktidarında 14. yılına giren
bu siyasal anlayış, 14 yılda 2 Trilyon Doları aşkın muazzam bir kaynak kullanmıştır.
Kaçak Saray için birkaç milyar dolar harcandığını dünya alem biliyor..
Son derece lüks -şataftlı bu Kaçak Saray yarı fiyatına mal edilseydi, kalan 2,5 – 3 milyar Dolar ile her 2 fakülte çağdaş binalara ve yenilenmiş donanıma rahatlıkla kavuşturulabilirdi.

Bu 2 tıp fakültesinin AKP iktidarınca kasten yaratılan ve sürdürülen yoksunlukları nedeniyle gerekli – nitelikli sağlık hizmetine erişemeyerek sağlığını ve yaşamını yitirenlerin
vebal ve günahı, hiç kuşku yok, AKP yetkililerinin boynundadır.
Necip halkımız keşke bu acı gerçekleri zamanında fark edebilse?!..

*****
NOBEL Ödüllü Prof. Aziz Sancar bu seçkin Fakülte’nin mezunudur..

Kıymayın efediler, yapmayın efendiler; sizi tarih bağışlamaz, çocuklarınız bile!
Kul hakkı yiyorsunuz; Tanrı bile bağışla(ya)maz!

Sevgi ve saygı ile.
12 Aralık 2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Ali ERCAN Konferansı : MİLLETLERİN AKRABALIĞI

Yuksek_Ticaretliler_Dernegi_Logosu

İSTANBUL YÜKSEK TİCARET ve
MARMARA ÜNİVERSİTESİ İİBF MEZUNLARI DERNEĞİ
ANKARA ŞUBESİ

K O N F E R A N S

MİLLETLERİN AKRABALIĞI

portresi, Gülümseyen

Prof. Dr. D. Ali Ercan
ADD Bilim Kurulu Başkanı

09 Aralık 2015 Çarşamba, saat : 15.00
Mithat Paşa Cd. 16/6 Yenişehir – Ankara
Tel. 434 37 16

=========================

Dostlar,

“Popülasyon Genetiği” ilginç bir bilimsel alandır..
Son çalışmalar gösteriyor ki, yeryüzü insanları “epey” halvet olmuşlardır!
Bu anlatımın bilimsel karşılığı “Genetik polimorfizm” dir.
Özellikle tarihsel coğrafyada geçiş yolları üzerindeki transit toprakların toplumları
tam bir “genetik kokteyl” dir.
Bunların başında da belki Anadolu toprakları ve halkları gelmektedir.
Uluslararası Doku Organ Bankacılığı Sistemi verileri çok öğretici ve şaşkınlık vericidir :
Bir bakıyorsunuz Kaliforniya’daki bir ABD yurttaşına Ağrı’dan uygun Böbrek vericisi çıkıyor! Gerek arkeolojik buluntular ve radyoaktif C14 ile yaş saptanarak kronolojik iz sürümü,
gerek DNA problarının yüksek teknoloji ile karşılaştırılabilmesi;
Gezegenimiz halklarının yaygın ve girift akrabalığını ortaya koymaktadır.
Bir şeyi daha : Şempanzelere muazzam (%98,8!) genetik benzerliğimizi.

Dolayısıyla EVRİM adım adım kanıtlanmış, filogenetik seride boşluk kalmamıştır.
Charles Darwin’in kulakları çınlasın..

Bir şeyi daha : 36. Osmanlı Padişahı M. Vahdettin‘de Oğuzların Kayı Boyu genlerinin neredeyse sıfırlandığını! Öyle ya, 2. Padişah Orhangazi’den başlayarak sonraki 34 padişahın hepsinin de eşleri ayrıksız (istisnasız) yabancı! 1 tek Türk anne yok! O zaman
2^(1/34) = 1/ 17,2 milyar çıkıyor ki; anlamı, 36. Osmanlı Padişahı Vahdettin’in genlerinin
ancak 17,2 milyarda 1’inin Türk geni kaldığıdır! Yok sayılabilecek olağanüstü küçük bu oranla (Dünya nüfusu 7,4 milyar!) “etnik (Biyolojik, soydan) Türk” sayılmak olanaksızdır!

Yeni Osmanlıcılık hezeyanı içindekilere de bu “hesap” acı bir sürpriz olsun!

Prof. Ali Ercan hocamızın deyimiyle, “Etnisiteler artık nostaljik birer hatıradır..”

Şimdi aslolan evrensel gerçek insan olmak; insanlığa katkı vermektir.

Bu gelişmeleri öğrenmekten en çok mutlu olacak insanların başında C. Darwin geliyor.
Sonra da Adem ve Havva!
En çok mutsuz olacakları anmaya gerek var mı : Irkçılar!

Büyük ATATÜRK‘ün şu tanımındaki isabete ne demeli ?

“Türkiye Cumhuriyetini kuran TÜRKİYE AHALİSİNE / HALKINA Türk Milleti denir.”

Daha fazlasını seçkin bilim insanı dostumuz Sn. Prof. Ercan‘dan keyifle dinledik..

09 Aralık 2015 Çarşamba, saat : 15.00
Mithat Paşa Cd. 16/6 Yenişehir – Ankara

Kendisine ve ev sahiplerine, emeği geçenlere teşekkür ederiz.
Şube Başkanı Sayın Davut ÖZDEMİR ve çalışma arkadaşları sürekli yapıyorlar
bu tür değerli Aydınlanma etkinliklerini.. Sağolsunlar!

Bu önemli ve değerli bilimsel sunumun yansılarını izlemek için lütfen tıklar mısınız?

Milletlerin_akrabaligi_9.12.2015

Sevgi ve saygı ile.
09 Aralık 2015, 23:32, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bülend KIRMACI : NÜFUS..

Nüfus!
portresi

Bülend KIRMACI
https://rbulendkirmaci.wordpress.com/2015/12/05/nufus/
 

 

Ülke nüfusunun algoritması yaşam kalitesini etkilemektedir.
Eğitilmiş, doğaya saygılı bireylerden oluşan, sağlıklı koşulları üreten bir nüfus esastır.
“Biz” halen 77 milyonu aştık, beş yıl içinde 82 milyona ulaşacağız ve çok “genciz”.
İnsanımıza iş, aş, meslek, onurlu bir emeklilik, doğduğu yerde esenlik sağlamak zorundayız.
Kapalı toplumlarda doğurganlıkla ilgili devlet öğütlerini de komplo teorilerini de bırakalım.
Ancak alt başlıklarıyla Demografi, Demokrasinin nitelikleri ve yaşamın nimetleriyle ilgilidir.
Bu makalemizdeki sayısal verileri her okuduğunuzda eğitim, sağlık, emeklilik, çevre anılmalı.

Bizde artıyoruz, dünya da çoğalıyor!

Bir BM çalışmasına göre son 12 yılda Dünya Nüfusu 1 milyar daha arttı!
Halen 7,3 milyar insan yaşıyor yerkürede; 2050’de 9,7 ve 2100 yılında (küresel ısınmadan geriye hale bir gezegenimiz kalırsa) Dünya Nüfusu 11 milyar 200 milyon kişiye ulaşacak.

Savaşlar, salgınlar, doğal afetler vs. hepsi “hesaplanmış” gerçek şu ki;
taşıma kapasitesi giderek zorlanan bir dünyadayız!

O arada kıtaların özgül nüfus ağırlıkları da değişiyor. Örneğin Dünya nüfusunun birlikte
%19’unu oluşturan Çin ve Hindistan 2022’de liderliği değiş tokuş edecekler. Son 35 yılda Afrika dünyadaki nüfus artışının yarısını oluşturdu; 28 ülkenin nüfusu 2’ye katlandı.

Nijerya (ki, yolsuzluklar şampiyonu olarak bilinir) 2050’de ABD’nin nüfusunu geçecek
ve dünya üçüncüsü olacak diye bekleniyor.

Avrupa ise yaşlanıyor… 50’lerde 4 Avrupa ülkesi; Rusya başta ve Almanya, İngiltere, İtalya
ilk 10’dayken, 2050’den bu yana hiçbiri en kalabalık on ülke arasında yer almayacak.

Yaşlanmış nüfusun getireceği sorunlar olduğu gibi hızlı artışın getirdiği sorunlar da var:

-Yoksulluğun artması,
-Eşitsizliğin yoğunlaşması,
-Açlığın yaygınlaşması,
-Eğitim ve sağlık hizmetlerinde düşüş…

Şimdi sıkı durun: Bu yüzyılın sonunda 11 milyar insanı konuk edecek şu yaşlı dünya.

20. yüzyıldan ve özellikle Tarım Devriminden bu yana yaşamda kalma oranı arttı,
soğuk depolama sistemleri ticari otoyollarla birleşti ve artık bu ağı internet tamamlıyor;
bu refah (AS: gönenç) demek; her türlü olanaksızlığa karşın aşı ve temiz içme suyu kampanyaları açmak demek. Şimdi artık;

-Su kaynakları, 
-Ormanlar,
-Yeşil Alanlar,
-Göller,

Hem merkezi yönetimlerin hem de yerel yöneticilerin dillerinde ve onları da denetleyen
uluslararası kurumsal dayanışmanın hedefinde… Ama küresel kirlenme de bir başka yanda
en acı ve geri dönüşümü zor sonuçlarla duruyor. Kimi kuramlara göre metalik buzul vahşi bir çağa da girmiş bulunuyoruz. Şimdilik bilim-kurgu olarak gişe yapan filmler, doğanın yıkımını önleyemezsek, “Nüfus bakımından azala ezile eskiye döner miyiz??” sorusunu da birlikte getiriyor.

MÖ 6500’de örneğin Kuzey Afrika, Mezopotamya ve Güney Asya’da topu topu bütün Kürede 7,5 milyon “insan” yaşıyormuş… Sezar’ın Roma’sı hüküm sürerken 285 milyon kişi varmış.
Çin’de pirinç bulununca dünya nüfusu 12,5 milyona çıkmış, Mısır’da yazı keşfedilince de
14 milyona “yükselmiş” o günün dünyasının nüfusu…

İlk kez 4000 yıl önce sayımız ciddi olarak artmaya başlamış. 1960’lardan başlayarak
Dünya Nüfusu ikiye katlanmış (tarımda, sanayide, tıpta ilerlemelerle) insanlığın
küresel gelir toplamı on kat, nüfusu ise %40 dolayında artmış.

Fakat 21. yüzyılın dünyası yaşam niteliği ve paylaşımın dengesi bakımından çok olumlu göstergelere sahip değil: Dünya’da şirketler var devletlerden zengin, devletler içinde
şirketler var kendi yönetimlerinden daha büyük! O arada ülkeler arasında ve ülkeler içinde bölgeler, bölgeler ölçeğinde kentler ve kentler içinde sosyal kesimler açısından çok ciddi gelir, geçim, yaşam standardı farklılıkları (AS: uçurumları!) var. Bütün bu olgular, sürdürülebilir bir yaşam için kolektif bir bilince ve vicdana çağrıyı gerektiriyor…

Doğal dengeye, yeşil enerjiye önem veren, öte yanda, silahlanma ve kimyasal kirliliği azaltan, eğitime, sağlığa, altyapıya yatırımları konusunda hükümetleri özendiren, kaynak kullanımı ve dağılımı için hakça düzenlemeleri ön gören yepyeni, insancıl, sosyal bir anlayış gerekiyor.

Ya insanca bir yaşamı insanlık olarak birlikte kuracağız ya da nerede çokluk orada yokluk.

(Bu yazı Milliyet-blog için yazılmıştır. BK, http://blog.milliyet.com.tr/bulendkirmaci)

==================================

Dostlar,

Değeri dostumuz Sn. Kırmacı Türkiye’nin ve Dünya’nın en teme sorunlarının belki de
başında gelen “anormal hızlı – gereksiz – yersiz – tehlikeli – sürdürülemez – akıldışı” nüfus artışı sorununu ustalıkla ve dünden günümüze verilerile işlemiş..

Eklenecek çok şey yok..
Hep yazageldiğimiz – söyleyegeldiğimiz gibi;

HER AİLEYE 1 ÇOCUK; BAŞKA ÇARE YOK!

Konuya ilişkin olarak Nüfus / Demografi – Sağlık ilişkisini daha fazla öğrenmek için kapsamlı bir sunumuz var… AÜTF Dönem 2’de ders olarak işliyoruz..

DÜNYADA ve TÜRKİYE’de NÜFUS SORUNLARI ve POLİTİKALARI
(
HIZLI NÜFUS ARTIŞI SORUNU / The CHAOS of HUGE POPULATION GROWTH)

Lütfen tıklar mısınız??

Nufus_sorunlari_ ve_ politikalari

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

 

HIZLI NÜFUS ARTIŞI SORUNU / The CHAOS of HUGE POPULATION GROWTH


Sevgili AÜTF Dönem 2 öğrencilerimiz
,
Site okuru dostlarımız. 

  • DÜNYADA ve TÜRKİYE’de NÜFUS SORUNLARI ve POLİTİKALARI

konulu AÜTF Dönem 2 dersi sunumu yansılarını paylaşmak isteriz.

Güncellenmiş dosyayı ilgi ve bilginize sunuyoruz.
Çok emekli ve kapsamlı bir dosyadır (119 yansı).

  • Gereksiz, dengesiz ve hızlı, akıl dışı ve sürdürülemez
    hızlı nüfus artışı ülkemiz ve dünya için en önemli sorunların başında gelmektedir.

Türkiye, 35-40 yıl sürecek bir DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ DÖNEMİNDEDİR.
Bu dönemde yapılması gereken, genç nüfusun niteliğinin iyileştirilmesidir.
Bu da sağlık ve eğitim yatırımları ile olur.

Nüfusun “hızlı” yaşlanması sorunu yoktur, akut gündem bu değildir.

İvedi olan 2 adım vardır :

1. Hızlı nüfus artışını teşvikten, “en az 3-5 çocuk doğurun” demekten
hemen vazgeçmek. Her ailenin 1 çocukla yetinmesini önermek..

2. Eldeki çooooook genç nüfusun niceliğini (sayısını) değil niteliğini (kalitesini) geliştirmek.. Yaşamsal sorun budur.. Genç nüfusu 21. yy’da acımasız küresel rekabete hazırlamak..
Yabancı diller ve İLETİŞİM öğretmek, geçerli meslekler edindirmek, özgüven kazandırmak,
istihdamı geliştirmek, yurttaşların sosyalleşmesini sağlamak (karma eğitim başta!)..

Ülkemizin öncelikleri bunlar, Demografi politikaları bakımından..
Bir ULUSAL DEMOGRAFİ KURULTAYI toplamak ve nüfus politikalarını güncellemek..

Ayrıca, kürtaj istemiyorsanız etkin ve yaygın aile planlaması hizmetlerini topluma
mutlaka vereceksiniz.. Özellikle de Doğu ve Güneydoğu’da!

Vurgulayalım ki; Anayasa’nın 41. maddesi açık ve net olarak devlete bu görevi yüklüyor.
Siyasal tercihiniz ne olursa olsun :

Anayasa_madde_41

 

 

 

 

 

 

 

 

Oldukça kapsamlı ve doyurucu bir dosya sunuyoruz.
Okunup okutulması, paylaşılması, politikacılara da ulaştırılması dileğiyle..
Umarız, hala Türkiye’de nüfus artışını bilim ve akıl dışı biçimde savunan tepe yöneticiler de, danışmanları da okusun ve yararlansınlar. Ülkemizi yıkımlara sürüklemesinler..

Lütfen tıklar mısınız erişkeyi (linki) ?

Nufus_sorunlari_ ve_ politikalari

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Bu yansılarda sayın Prof. Ercan’dan çok yararlandık, teşekkür borçluyuz.

Çevre ve İnsan Sağlığı / Environment and Human Health


Sevgili öğrencilerimiz,
Sevgili www.ahmetsaltik.net konuklarımız

AÜTF (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) Dönem 2’de verdiğimiz 2’şer saat süreli
(223’er kişilik 2 alt kümeye)ÇEVRE ve İNSAN SAĞLIĞI başlıklı dersimizin güncellenmiş yansılarını izlemek için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız ??

Cevre_ve_Insan_Sagligi_Ahmet_Saltik

Cevre_ve_Insan_Sagligi_kapak_yansisi

Bundan önce
“5 Haziran Dünya Çevre Günü-2015′
e de bir armağanımız olsun..”
demiştik..
Yine güncelledik.

21. İklim Doruğu‘ndan (COP-21, Paris) olumlu sonuçlar ve uzlaşma çıkması umuduyla..
Toplantı 11 Aralık 2015’te bitecek..

HER AİLEYE 1 ÇOCUK; Başka çare yok!

Bir de tasarruflu ve çevreye saygılı yaşamı mutlaka uygulamak..

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com