Etiket arşivi: Greenpeace

Çevre ve İnsan Sağlığı / Environment and Human Health


Sevgili öğrencilerimiz,
Sevgili www.ahmetsaltik.net konuklarımız

AÜTF (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) Dönem 2’de verdiğimiz 2’şer saat süreli
(223’er kişilik 2 alt kümeye)ÇEVRE ve İNSAN SAĞLIĞI başlıklı dersimizin güncellenmiş yansılarını izlemek için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız ??

Cevre_ve_Insan_Sagligi_Ahmet_Saltik

Cevre_ve_Insan_Sagligi_kapak_yansisi

Bundan önce
“5 Haziran Dünya Çevre Günü-2015′
e de bir armağanımız olsun..”
demiştik..
Yine güncelledik.

21. İklim Doruğu‘ndan (COP-21, Paris) olumlu sonuçlar ve uzlaşma çıkması umuduyla..
Toplantı 11 Aralık 2015’te bitecek..

HER AİLEYE 1 ÇOCUK; Başka çare yok!

Bir de tasarruflu ve çevreye saygılı yaşamı mutlaka uygulamak..

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dünyada Nükleer enerji gözden düşüyor! Ya Türkiye de??

Dünyada Nükleer enerji gözden düşüyor!
Ya Türkiye de??

Fukuşima nükleer felaketinin üzerinden neredeyse dört yıl geçti (AS: 11 Mart 2011).
Facia, dünya çapında nükleer enerjiye bakışı önemli ölçüde etkiledi.

“Fukuşima faciası nükleer enerji konusunda küresel bir kilometre taşı.”

Çevre örgütü Greenpeace tarafından facianın dördüncü yıl dönümü öncesinde açıklanan
bir rapora göre, nükleer enerji sektörünün ekonomik ağırlığı ve önemi giderek azalıyor.
Dünya çapındaki nükleer santrallerde üretilen elektrik miktarının 2011’de %4, 2012’de de %7 gerilediğine dikkat çekilen raporda, özellikle Japonya’daki tüm santrallerin kapatılmasının etkili olduğu, ancak buna ek olarak Almanya, Fransa, Finlandiya, Güney Kore ve ABD’nin de aralarında bulunduğu toplam 16 ülkede söz konusu miktarda azalma kaydedildiği belirtiliyor.

Nükleer santrallerin faturası kabarıyor

Greenpeace, birçok ülkenin Fukuşima sonrasında nükleer enerjiye geçiş planlarından vazgeçtiğini veya bu planları ertelediğini anımsatıyor. Raporda ayrıca güvenlik konusundaki yasal düzenlemelerin sıkılaştırılması nedeniyle, santrallerin işletmesinin de giderek daha pahalı olduğu vurgulanıyor.

“Yenilenebilir enerji ciddi rakip”

Her yıl açıklanan Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu‘nun hazırlanmasına da öncülük eden bağımsız enerji ve nükleer politika analisti Mycle Schneider ise küresel trendleri şöyle özetliyor:

“Nükleer santrallerden gelen elektriğin üretim giderleri son yıllarda önemli ölçüde arttı.
Bu önemli bir gelişme, çünkü başta yenilenebilir enerji kaynakları olmak üzere tüm öbür teknolojilerin masrafları azalıyor. Yenilenebilir enerji ciddi bir rakip, ayrıca Avrupa’da elektrik tüketimi de geriliyor.”

Finansmanı zor

1997’de “alternatif Nobel” olarak bilinen Doğru Yaşam Ödülü‘ne layık görülen enerji analisti Mycle Schneider, 1970’li yıllarda altın bir geleceği olduğuna inanılan nükleer santrallerin, günümüzde finansmanının bile zorlaştığına dikkat çekiyor.

“Bugün nükleer santrallerin finansmanını üstlenen tek bir büyük ticari banka bile kalmadı.
Tüm kredi derecelendirme kuruluşları yeni bir nükleer santrale yatırıma olumsuz not veriyor.” diyen Schneider, buna karşılık, Siemens örneğinde olduğu gibi nükleer enerjiye vedanın da,
bu kuruluşlardan olumlu not kazandırdığını hatırlatıyor. Nükleer santral inşaatlarının sayısının ise çok az olduğunu ve yalnızca belli sayıda inşaat şirketinin ayakta kalmayı başarabildiğini belirten enerji analisti, son olarak, kendini dünyanın bir numarası olarak lanse eden Fransız Areva şirketinin kredi notunun 2014 sonunda ıskarta düzeyine indirildiğine dikkat çekiyor.
Rus Atomenergoprom şirketinin notunun da, birkaç gün önce aynı biçimde ıskarta düzeyine çekildiğini kaydeden Schneider,

“Yani özetle finans dünyası, hangi ülkeden olursa olsun, nükleer enerji şirketlerine
kötü not veriyor
.” tespitinde bulunuyor.

Tam bir devrimin ortasındayız”

30 yılı aşkın süredir nükleer enerji alanındaki gelişmeleri izleyen Schneider, gelecek yılların enerji sektöründe ne gibi değişikliklere gebe olduğu sorusuna ise şu yanıtı veriyor:

“Tam bir devrimin ortasındayız. Deutsche Bank ya da İsviçre’nin en büyük bankası olan UBS’in en yeni analizleri oldukça ilginç. UBS, binanın çatısına konacak bir güneş enerjisi sisteminin ve elektrikli bir taşıtın 2020 yılında birçok insan için karlı olacağını hesaplamış. Bu tür gelişmeler tüm enerji sistemini baştan aşağı değiştirecektir. Deutsche Bank’ın tahminlerine göre ise, tüketicilerin güneş enerjisi ile kendi ürettikleri elektrik birçok ülkede şimdiden şebekeden gelen elektrikten daha hesaplı. Bu da, geleceğin enerji piyasasında geçerli olacak kuralların günümüzdekiler ile yakından uzaktan ilgisi olmayacağı anlamına geliyor.”

Nükleer enerji sektörünün geleceği

Bağımsız enerji ve nükleer politika analisti Mycle Schneider, tüm bu gelişmelerin nükleer enerji sektörü için ne anlama geleceğini tek bir kelimeyle özetliyor, “felaket!”.

© Deutsche Welle Türkçe, Gero Rueter
(http://www.dw.com/tr/n%C3%BCkleer-enerji-g%C3%B6zden-d%C3%BC%C5%9F%C3%BCyor/a-18304747)

========================================

Dostlar,

Herkes gider Mersin’e, biz tersine.. benzeri bir tekerleme vardı değil mi??

Almanya_nukleerden_vazgeciyor

AKP iktidarı Akkuyu ve Sinop nükleer güç santrallari için “dayatmayı” sürdürüyor..
Arka yüzünü biliyoruz ama yazarsak suç olacak..
Bu da AKP’nin “ileri demokrasi” si değil mi..
Kediye kedi, haine hain, hırsıza hırsız, adama cüdam.. diyemiyorsunuz.
Müddei iddiasını ispatla mükelleftir..” diye 140 dB öfke patlamasıyla yanıt / gözdağı
tepelerden geliyor..

Bir de siz “öyle olmadığını” kanıtlamak için adım atsanız??
Örneğin İsviçre bankalarında milyarlarca Dolar serveti olmakla suçlanan bir ülke yöneticisisiniz.. “İspatlamayan müfteridir..” çığlıkları yeter mi?? Yoksa suçluların telaşı mıdır?
Yetiyor herhalde ki o partilere, ahlakı bozularak yolsuzluğa ortak edilenler
milyonlarca oy yağdırıyor!?

Biliyoruz ki bu ülke (İsviçre) kişilerin banka hesap bilgilerini 2. ülke ya da kurumlara vermiyor..
Yaz bir yazı bu bankalara ve kamuoyu önünde çık açıkla, bu bankaları senin hesaplarını
resmen açıklamaya yetkili kıl.. Durum ortaya çıksın.. (Deniz Baykal aynen böyle yapmıştı!) Varsa milyar Dolarlar biz de bilelim ve mal bildiriminde gösterip göstermediğine bakalım, “nerden buldun?” diyelim, “neden bildirmedin?” diyelim vs. “Neden Türk bankalarında değil servetin?” diye soralım.. Ya da yersiz damgalamaya kalkanları hep birlikte ayıplayalım..

Yaygın söylem – bilgi o ki; nükleer güç santrali yapımında %20-25 arası maliyet,
o ülke yöneticilerine verilen “komisyon” (= post-modern rüşvet!)..

Türkiye’de “haşa”, böyle olmadığını kanıtlamak, şayiayı defetmek kime düşüyor??

Akkuyu’da ÇED raporu mahkemede iken inşaatı sürdürmek, olmadı mahkeme iptal etse bile geriye dönüşün olanaksızlığı durumu yaratmak, olmadı Çevre Yasası’nı değiştirip istenen projeleri ÇED Raporundan bağışık tutmak… Yargısından Yasamasına hepsi Yürütme’nin emrinde.. Güçler ayrılığı değil, Güçler birliği! Bu rejimin adı ne? Totaliter rejim..
Yani? “Total” tüm – toplam yetkiler 1 kişide..
Peki bu kişinin sıfatı o zaman “Diktatör” olmaz mı? Söyleyin de görün, hemen hakaret davası
ve ertelenmeyen cezalar, fiilen infaz edilerek insanların hapse atılması..

Yaşasın AKP iktidarı ve bu bezirgan saltanatına son olarak 7 Haziran 2015’te 18+ milyon oy yağdıran “necip milletimiz”.. Toplam kayıtlı oyların %32’si ama seçim sistemi cilveleri,
seçime katılmayan %14, iptal edilen – geçersiz oylar ve net %41 olarak yansıyan oran..
Ve de TBMM’de 258/550 = %47 oranı ile temsil gücü..

Daha ne denli ve nereye dek Heyy Lordum!??

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
NÜSED Önceki 2. Başkanı
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dr.Yavuz Dizdar’a “Tavuk eti” tartışmasında Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA’dan Yanıt

Dr.Yavuz Dizdar’a “Tavuk eti” tartışmasında
Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA’dan Yanıt

 

Toksikoloji alanında ülkemizde ve dünyada saygın bilim insanları arasında yer alan
Prof. Dr. Ali Esat Karakaya‘nın “İnsanBu” sitesindeki yazısını dikkatinize sunuyorum 05.08.2015

http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1830

Dr. Ali Rıza Üçer

*****

Dr. Yavuz Dizdar’a yanıt :  “Tavuk eti” tartışmasında Dr. Ali Esat Karakaya’dan

Dr. Dizdar her türlü gıda ile ilgili bilim dışı iddialara dayalı felaket senaryoları yaratarak ününe
ün katmaya ve medyada yıldızlaşmaya devam ediyor.  Beyaz et konusunda yazdıklarını da
bu kapsamda değerlendiriyorum.  Dr. Dizdar’ın “olsa olsa böyle olur” şeklindeki bilimden uzak yaklaşımlarına karşı Dr. Ali Rıza Üçer’in yazdığı bilim odaklı cevaba yürekten katılıyorum ve kendisini kutluyorum.  Bilim dışı iddialara karşı sessiz kalmanın sonuçları gıda ile sınırlı kalmaz. Sonunda toplumda hurafeler bilimden daha çok itibar kazanır. Somut bir örneği, tıp alanından verelim. Yıllardır otla çöple ve uydurduğu kürlerle her türlü hastalığı tedavi ettiğini iddia eden ve aynı Yavuz Dizdar arkadaşımız gibi medyanın göz bebeği olan İbrahim Saraçoğlu, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı gibi çok yüksek bir kamu görevine
(sağlıkla ilgili) atandı.

Burada söz konusu olan hastanın tedavi tercihi değil, hurafelerin üst düzey kamu görevliliği ile ilişkilendirilerek meşrulaştırılmasıdır. Bu uygulamaya, ne yıllardır kanıta dayalı tıp öğretisini benimsetmeye çalışan tıp fakültelerinden ne de sağlık profesyonellerinin meslek örgütlerinden
tek bir ses bile çıkmadı. Böyle bir ortamda, Dr. Üçer’in yıllardır akıl dışı, bilim dışı uygulamalara karşı sergilediği yürekli duruşunu saygı ile izliyorum.

Bilime aykırı iddialar her konuda olabilir. Ancak gıdanın bu konuda çok özel bir yeri vardır.
İlk olarak, gıda-sağlık ilişkisi toplumdaki her bireyi çok yakından ilgilendirmektedir.
İkincisi, gıdalar tarladan/çiftlikten çatala dek olan süreçte binlerce risk etkeni ile karşılaşabilir.
Bu risklerin bilime dayalı düzenlemelerle (regülasyonlarla) yönetilmesi ölçüsünde de
insan sağlığı korunabilir. Gıdalardaki risklerin yönetilmesine esas teşkil eden regülasyonlar uluslararası işbirliği ile oluşturulur. Bu düzenlemelerin (regülasyonların) arkasında on binlerce araştırma ve bu araştırmaları yapan on binlerce bilim insanı ve bunların kurumları bulunur.

Dizdar arkadaşımızın, kolay anlaşılabilmesi için hazırladığım “Dünya Gıda Güvenliği Ağı” şemasını incelemesini öneririm. (Yazı resmi.. editör notu)

Şemayı biraz açalım (http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1830):

Solda Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Örgütü’nün ortak kuruluşu olan “Kodeks Alimentarius” yer alıyor. Bu örgüt Yavuz Dizdar’ın bugüne dek gündeme getirdiği her gıdadaki insan sağlığını koruma odaklı standartları belirliyor.

Ortada yer alan “Avrupa Birliği Gıda Otoritesi-EFSA”, AB’de gıdanın bilim odaklı yönetilme aracı işlevini yükleniyor. Buna ek olarak her Avrupa ülkesinin de ulusal gıda otoritesi var. Örneğin İngiltere’de “Food Standards Agency”, Fransa’da “ANSES” gibi. Şemanın sağında öbür ülkelerdeki gıda otoritelerinden örnekler var. ABD’de FDA gibi çok güçlü gıda otoriteleri de bu sistemin içindedir. Bu uluslararası gıda güvenliği ağı türden birbiri ile etkileşim içinde. Başka bir deyişle insan sağlığına zararı kanıtlanan bir uygulamanın bu sistem içinde kalması olanaklı değildir. Böyle uluslararası bir ağa gereksinim duyulmasının nedeni de gıdaların
sınır tanımayan ürünler olması, bir ülkede üretilen bir gıdanın öbür ülkelerde de tüketilmesidir.

Yavuz Dizdar arkadaşımızın gündeme getirdiği ve tartıştığımız gıda ile ilgili felaket senaryolarında bütün bu sistemin göremediği ancak Dizdar arkadaşımızın farkına vardığı bir durum söz konusu. Biraz garip değil mi? Dizdar arkadaşımızın, benzerlerinin sıkça yaptığı gibi, bu kurumların satıldıkları ve bilimi saptırdıkları gibi soyut anlatımlarla görüşlerini savunacağını kestiriyorum.

İnanmak isteyen inanır. Demek ki bütün dünya bilimi ile kurumları ile bir oldu, hepimizi kandırıyor. Bir tek Dizdar her konudaki uzmanlığı ile gerçekleri görüp “yemezler” diye feryat ediyor.

Gıdalar ile uluslararası düzenlemeler (regülasyonlar) bilim odaklı saydam süreçlerde hazırlanır.  Her noktada da eğer aykırı görüş var ise bunların da ifade edilebileceği platformalar yaratılır. Örneğin EFSA’da bu amaçla oluşturulan platformun “link”   üyeleri arasında  “European Public Health Alliance”, “Greenpeace”,  “Friends of the Earth” ve Avrupa ülkelerinin tüketici derneklerinin federasyonu olan “The European Consumer Organisation”  gibi
güçlü sivil toplum örgütleri de vardır.

Sayın Yavuz Dizdar kimselerde bulunmayan bilimsel altyapısı ile ortaya çıkardığı gerçekleri
bu sivil toplum örgütleri vasıtası ile uluslararası gıda otoritelerinin gündemine sokabilir.
Ancak yine de dikkatli olmasını öneririm. Bu sivil toplum örgütleri aktivist ünlerinin yanı sıra ciddi örgütlerdir. Kapıları bilim dışı ipe sapa gelmez savlara kapalıdır. Arkadaşımızın
ciddi hazırlık yapması gerekir. Dizdar arkadaşımız böyle zahmetli yollara girip tüm dünya insanlarına hizmet sunacağına (!), kendince daha akılcı (rasyonel) bir yolu seçmiş görünüyor.

Nasıl olsa her şeye inanmaya hazır bir toplumda yaşıyoruz “link”.
Gıdalar, kendi alanlarındaki başarıları ile adlarını duyuramayan akademisyenler için hiçbir risk taşımadan sanal ün kazanılacak serbest atış alanı. Gıdanın koruyanı yok. Bilim temelli meslek örgütlerinin bilim dışı iddialarla toplumu yanıltan üyelerine karşı etik kuralları yok.
Toplumun işin doğrusunu öğreneceği, bilime dayalı açıklamalar yaparak anında tepki veren üniversiteler de dahil, bir kamu kuruluşu da yoktur. O halde aklına geleni söyle,
kazandığın ün yanına kar kalır.

Riskin “istemeyen sonuçların gerçekleme olasılığı olan” tanımını dikkate aldığımızda,
her gün her alanda binlerce risk ile karşı karşıya olduğumuz kolaylıkla anlaşılabilir.

Yaşamda sıfır risk yoktur.

Sağlıklı ve uzun bir yaşam, gerçekleşmemiş risklerden arta kalandır.

Her alanda risklerin yönetilmesinde önceliklerin saptanması yaşamsal önem taşır.
Uydurma iddialarla toplumun dikkatinin gerçek riskler yerine yapay risklere yönlendirilmesi toplum sağlığına zarar verir.

Gerçek gıda riskleri nelerdir. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütü’nün “FoodSafety” sayfası incelenebilir “link” özet bir bilgi istenirse “link”. Görüldüğü gibi Dünya’da Dizdar arkadaşımız kadar uzmanlıkları olmasa da gıda güvenliği konusunda başka çalışanlar var.

Bu noktada yediğimiz, içtiğimiz her şey de güvenli diyemeyiz. Eğer gıda güvenliğinde farkındalığı artırarak toplum sağlığına katkıda bulunmak istiyorsak aşağıdaki soruların yanıtları, sonuç almak için bir anlam taşır. İlk 3 soruya yanıt “evet” ise, bilimin, yaşamda sıfır risk yoktur noktasından hareketle “kabul edilebilir risk” olarak tanımladığı gıda riskleri ile karşı karşıyayız. Son sorunun yanıtını bilmiyorsak veya yanıt “hayır” ise rastgele, kuralsız yapılan gıda üretimi ve sunumunun yol açacağı sağlık yitiminin boyutunu bilmemiz olanaklı değildir.

  1. Tartışılan gıdanın üretilmesi ve taşıdığı riskin yönetilebilmesi için insan sağlığını korunması 
    ve gıdadan ençok sağlık yararının sağlanması odaklı bilime dayalı uluslararası düzenlemeler var mı?
  2. Bu düzenlemelerin tam uygulanması durumunda insan sağlığının korunduğu konusunda dünyada gıda ve sağlık otoriteleri, üst düzey bilim ve sağlık kuruluşları arasında 
    bir görüşbirliği var mı?
  3. Bu düzenlemeler (regülasyonlar) Türkiye’de var mı?
  4. Tam olarak uygulanıyor mu?

Bilimsel verileri yok sayarak sorumsuzca toplumu yönlendirmeye çalışmak, yalnız gıda alanında değil, her alanda ülkenin geleceğine yapılan kötülüktür. Her türlü zorluk yenilerek, dünya standardında üretilen, gelişmiş ülkeler dahil, birçok ülkede pazar payı bulan ürünlere uydurma suçlamalarda bulunanlara karşı durmak ülkedeki her bilim kuruluşunun, her meslek örgütünün,
her bilim insanının sorumluluğu olmalıdır.

Yukarıdaki açıklamaların ışığında tavuk eti üretimi ile ilgili birkaç gerçeğin altını çizelim :

*Tavuk üretimi dünyada nasıl yapılıyorsa, Türkiye’de aynı şekilde yapılıyor.
Yani Alman, İngiliz, Japon, Amerikalı vs. hangi tavuk etini yiyorsa biz de aynısını yiyoruz.

*2014’te 431 000 ton tavuk eti 20’den çok ülkeye ihraç edilmiş karşılığında 700 milyon Dolar
gelir elde edilmiştir. Yılda 400 milyon Dolar dolayında gelir de Yumurta dışsatımından (ihracatından) sağlanmaktadır. Kısacası üretim dünya standartlarında olduğu için,
yurt dışında pazar bulabilmektedir.

* Üretimin tamama yakını ulusal şirketler tarafından yapılmaktadır.
Genelde küçük aile işletmeleri büyüyerek bugünkü, durumunu almıştır.

Şimdi sormak gerekir   :

Yavuz Dizdar, asılsız savlarla insanlarımızı ucuz protein kaynağından uzaklaştırarak ve
dünya standartlarında üretim yapan ulusal bir endüstrimizi her ortamda yıpratmaya çalışarak
neyi amaçlamaktadır?

Konuyu tartışmaya açan “insanbu.com web sitesinin” yazım alanının kısıtlı olduğunu düşünerek. yazıyı burada sonlandırıyorum.

Dizdar arkadaşımızın yukarıda kendine yönelttiğim soruya verdiği yanıttan sonra,
yazıyı sürdürmeyi düşünüyorum.

Saygılarımla.
05.08.2015

Prof. Dr. Ali Esat Karakaya
Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Toksikoloji Anabilim Dalı

============================================

Evet dostlar,

Sonunda Dr.Yavuz Dizdar’a hak ettiği tokat gibi yanıt bir Toksikoloji hocasından geldi..
Keşke bugüne dek kurumlardan uygun yanıt verilseydi..

Prof. Karakaya’ya da, bu yanıtı ulaştıran sevgili arkadaşımız Uz. Dr. Ali Rıza Üçer’e de
teşekkür ederiz.

AÜTF’de (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde) Gıda derslerini veren bir
Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi…..  olarak biz de Sayın Karakaya’nın görüşlerine
imza koyuyor ve meslektaşımız Dr. Yavuz Dizdar’a sorumluluğunu bir kez daha anımsatıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
7 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Fukuşima Nükleer Faciasının 4. Yılı : Nükleer enerji gözden düşüyor


Fukuşima Nükleer Faciasının 4. Yılı :

Nükleer enerji gözden düşüyor

Fukuşima nükleer felaketinin üzerinden neredeyse 4 yıl geçti.
Facia, dünya çapında nükleer enerjiye bakışı önemli ölçüde etkiledi.


Fukuşima faciası nükleer enerji konusunda küresel bir kilometre taşı.”

Çevre örgütü Greenpeace tarafından facianın 4. yıldönümü öncesinde açıklanan bir rapora göre, nükleer enerji sektörünün ekonomik ağırlığı ve önemi giderek azalıyor.

Dünya çapındaki nükleer santrallerde üretilen elektrik miktarının 2011’de %4, 2012’de de %7 gerilediğine dikkat çekilen raporda, özellikle

Japonya’daki tüm santrallerin kapatılmasının etkili olduğu,

ancak buna ek olarak Almanya, Fransa, Finlandiya, Güney Kore ve ABD’nin de aralarında bulunduğu toplam 16 ülkede söz konusu miktarda azalma kaydedildiği belirtiliyor.

Nükleer santrallerin faturası kabarıyor

Greenpeace, birçok ülkenin Fukuşima sonrasında nükleer enerjiye geçiş planlarından vazgeçtiğini veya bu planları ertelediğini hatırlatıyor. Raporda ayrıca güvenlik konusundaki yasal düzenlemelerin sıkılaştırılması nedeniyle, santrallerin işletmesinin de giderek daha pahalı olduğu vurgulanıyor.

“Yenilenebilir enerji ciddi rakip”

Her yıl açıklanan Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu‘nun hazırlanmasına da öncülük eden bağımsız enerji ve nükleer politika analisti Mycle Schneider ise küresel trendleri şöyle özetliyor:

  • “Nükleer santrallerden gelen elektriğin üretim giderleri son yıllarda önemli ölçüde arttı.
    Bu önemli bir gelişme, çünkü başta yenilenebilir enerji kaynakları olmak üzere,
    tüm başka teknolojilerin giderleri azalıyor. Yenilenebilir enerji ciddi bir rakip,
    ayrıca Avrupa’da elektrik tüketimi de geriliyor.”

Finansmanı zor

1997’de “alternatif Nobel” olarak bilinen Doğru Yaşam Ödülü‘ne yaraşır görülen enerji analisti Mycle Schneider, 1970’li yıllarda altın bir geleceği olduğuna inanılan nükleer santrallerin, günümüzde finansmanının bile zorlaştığına dikkat çekiyor.

  • “Bugün nükleer santrallerin finansmanını üstlenen tek bir büyük ticari banka bile kalmadı.
    Tüm kredi derecelendirme kuruluşları yeni bir nükleer santrale yatırıma olumsuz not veriyor.”

diyen Schneider, buna karşılık, Siemens örneğinde olduğu gibi nükleer enerjiye vedanın da,
bu kuruluşlardan olumlu not kazandırdığını hatırlatıyor. Nükleer santral inşaatlarının sayısının ise çok az olduğunu ve yalnızca belli sayıda inşaat şirketinin ayakta kalmayı başarabildiğini belirten enerji analisti, son olarak, kendini dünyanın bir numarası olarak lanse eden
Fransız Areva şirketinin kredi notunun 2014 sonunda ıskarta düzeyine indirildiğine
dikkat çekiyor.

Rus Atomenergoprom şirketinin notunun da, birkaç gün önce aynı biçimde ıskarta düzeyine çekildiğini kaydeden Schneider,

  • “Yani özetle finans dünyası, hangi ülkeden olursa olsun, nükleer enerji şirketlerine
    kötü not veriyor.” saptamasında bulunuyor.

Tam bir devrimin ortasındayız”

30 yılı aşkın süredir nükleer enerji alanındaki gelişmeleri izleyen Schneider, gelecek yılların enerji sektöründe ne gibi değişikliklere gebe olduğu sorusuna ise şu yanıtı veriyor:

“Tam bir devrimin ortasındayız. Deutsche Bank ya da İsviçre’nin en büyük bankası olan UBS’in en yeni analizleri oldukça ilginç. UBS, binanın çatısına konacak bir güneş enerjisi sisteminin ve elektrikli bir taşıtın 2020 yılında birçok insan için kârlı olacağını hesaplamış. Bu tür gelişmeler tüm enerji sistemini baştan aşağı değiştirecektir. Deutsche Bank’ın kestirimlerine göre ise, tüketicilerin güneş enerjisi ile kendi ürettikleri elektrik birçok ülkede şimdiden şebekeden gelen elektrikten daha hesaplı. Bu da, geleceğin enerji piyasasında geçerli olacak kuralların günümüzdekiler ile yakından uzaktan ilişkisi olmayacağı anlamına geliyor.”

Nükleer enerji sektörünün geleceği

Bağımsız enerji ve nükleer politika analisti Mycle Schneider, tüm bu gelişmelerin
nükleer enerji sektörü için ne anlama geleceğini tek bir kelimeyle özetliyor, “felaket!”.

© Deutsche Welle Türkçe
Gero Rueter

=====================================

Dostlar,

4 yıl sonda Fukuşima kurbanlarına saygı ile..

Dosyayı paylaşan NÜSED‘den çalışma arkadaşımız, meslektaşımız Dr. Celalettin Güner’e teşekkür ediyoruz.

Türkiye derhal,
Akkuyu ve Sinop Nükleer Güç Santralleri yapımını DUR-DUR-MA-LI-DIR!

Fukuşima, Nükleer Santral, Kanser ve Türkiye / Fukushima Disaster, Nuclear Power Plant and Turkiye

http://ahmetsaltik.net/2012/05/25/fukusima-nukleer-santral-kanser-ve-turkiye-fukushima-disaster-nuclear-power-plant-and-turkiye/

Adresinden çağrılabilecek yukarıdaki kapsamlı görel dosyamıza da bakılması dileğiyle…

Sevgi ve saygıyla.
11.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

5 Haziran 2012 Dünya Çevre Gününe Armağan.. / A Gift to World Environment Day 5th June, 2012

5_Haziran_2012’ye_armagan

HASTALIKLARIN KALITSAL, BÖLGESEL ve ÇEVRESEL ÖZELLİKLERİ / The Hereditary, Regional and Environmental Features of Diseases

Hastalıklarin_kalitsal_bolgesel_ve_cevresel_ozellikleri.