Etiket arşivi: NÜSED

NEO-LİBERAL KAPİTALİZMİN SALGINLA SINAVI

Dostlar,

Bu gün, 26 Ocak 2022 Çarşamba günü saat 20:30’da bir konferansımız olacak.

Başlık : NEO-LİBERAL KAPİTALİZMİN SALGINLA SINAVI

Bilindiği gibi 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu yoldaşımızın kahpece öldürülmesinin üstünden 29 yıl geçti.

24 Ocak “yüklü” bir  gün. Yurtsever – yiğit Emniyet Müdürü (Diyarbakır) Gaffar Okkan‘ı da yine bir 24 Ocak günü (2001) bizden koparıp aldı karanlık kontr-gerilla güçleri (yerli – yabancı ve dinci). O gün, çözdüğü Uğur Mumcu cinayetini açıklayacaktı. Makam aracı havaya uçurularak 5 korumasıyla birlikte şehit edildi. Katil sürüleri panikteydi.

24 Ocak 1980’de Türkiye’yi neo-liberal kapitalizme post-modern sömürge olarak sunan, bu merkezlerce dikte edilen “ekonomik kararlar” (!) açıklandı ve 42 yıl sonra “hal-i pür melal” imiz ortada. (http://ahmetsaltik.net/2022/01/24/bir-kez-daha-ugurlar-olsun-yigit-yoldas/ ve http://ahmetsaltik.net/2021/01/24/24-ocak-1980-kararlari/)

Bu son “24 Ocak”ta ise yurtsever – korkusuz – yetenekli sinema sanatçısı Fatma Girik bizleri koydu gitti..

34 yaşında Ceza Hukuku Profesörü olan parlak zekalı bir bilge aydınımız Uğur Alacakaptan da veda etti yaşama 2 gün önce. Kalpaksız kuvayı milliyeci Uğur  Mumcu, Sakıncalı Piyade adlı görkemli kitabında yazarak tarihe mal etmişti :

Her 2 “Uğur”a, Mamak Askeri Cezaevinde, ellerine kazma verilerek,

  • kanalizasyon buzlarını kırmaları “emredilmişti” !!

Bu insanlık dışı davranışların yaşayan özneleri aynaya bakabiliyor mu acaba?(http://ahmetsaltik.net/2022/01/25/buz-kiran-hoca-ugur-alacakaptan/)

Ruhsal apseleri kendilerine rahat veriyor mu acaba?
Ya da yaşayan yakınları, utançtan kıvranıyorlar mı acaba?
Kamuoyu önünde açık özür dileyerek pişmanlık açıklayana tanık olmadık ne yazık ki!
***
Bu akşam NÜSED bize bir görev verdi. NÜSED, “Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği“.. Prof. Dr. Nusret Fişek, Dr. Uğur Cilasun… kurucularındandı. Şimdiki Başkanımız, Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımız (1971’de başlayan) 50+ yıllık kadim meslektaşımız Dr. Dermen Boztok (Halk Sağlığı Uzmanı). Biz de bu Derneğin Onur Kurulu üyesiyiz. Geçen yıl da bizi görevlendirmişlerdi Adalet ve Demokrasi Haftasında NÜSED adına konuşma yapmamız için.. Görevimizi yapmaya çalıştık, youtube ortamında canlı yayın ile (kovit-19 salgını nedeniyle..) İzlemekiçin görselin (erişkenin) üstündeki ok tıklanabilir.

Bu yıl, 2. yılını bitiren ve hala süren salgın nedeniyle gene sanal ortamda sunum yapacağız, görev bize verildi NÜSED tarafından. Bu kez hem youtube hem de zoom ortamında eşzamanlı canlı yayın çabasındayız teknik bir aksilik yaşamaz isek.


Aşağıdaki görselin üzerindeki ok tıklanarak saat 20:30’da başlayacak konferansımız youtube ortamında izlenebilir. Zoom üzerinden izlemek isteyenler için bilgiler altta.

Güncelleme                     :
Konuşmamızı youtube ortamında canlı yayınladık. Üstteki görselde ok işareti tıklanarak izlenebilir (80 dk.).
***
2019’un son günlerinde Çin’de başlayan Kovit-19 salgınını küresel toplum neden 25 aydır denetim altına alamadı? Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) ulaşabilen “resmi” verilerle 360 milyon insan hastalandı ve 5,6 milyondan çok insan öldü! DSÖ, iyimser bir yaklaşımla bu sayısal verilerin, özellikle ölümlerin 3 – 3,5 ile çarpılması gerektiğini düşünüyor. Türkiye’de 2020 ölüm istatistikleri hala yayınlanmadı! 2020’de resmen ilan edilen Kovit-19 ölümü 21 bine çok yakın. Ancak hesaplamalarımız 257 bin saklanan ölüm olduğunu ortaya koyuyor.. Açıklananın 12 (on iki) katından çok! Bu verileri web sitemizde ve SÖZCÜ gazetesinde paylaştık (12 Kasım 2021, Uğur Dündar’ın köşesi, http://ahmetsaltik.net/2021/11/12/salgini-yonetemeyen-iktidar-olum-sayilarinda-yalan-mi-soyluyor/)

20221 ölüm verileri Haziran 2022 sonlarında açıklanır umarız.
Türkiye’de durum böyle. Ayrıca ölenlerin özellikleri, özellikle sosyo-ekonomik durumları son derece önemli. Kimler ölüyor? Dünyada ve Türkiye’de kurbanlar kimler??

İrrasyonel, insanlık dışı neo-liberal kapitalist politikalar neden salgını denetim altına alamıyor ve masum insanlar hastalanıp ölüyorlar??

  • Quo vadis, neo-liberal kapitalizm??
  • Neo-liberal kapitalizm, quo vadis?

Bu sorulara yanıt arayacağız bu gece sunacağımız konferansta..
(Salgının başından bu yana, 434. konuşmamız olacak..
Yazdıklarımızı da SALGIN YAZILARI başlığı altında kitaplaştırma çabasındayız.)

– Bir devlet ki can güvenliğini sağla(ya)mıyor, ko gitsin.
–  Kontrgerilla cinayetlerini engelle(ye)miyor, hesap soramıyor, at çöpe.
– Türkiye devletsizdir, yeniden kurmalı!
– “BİLHASSA KİMSESİZLERİN KİMSESİ CUMHURİYET“i; Yüce ATATÜRK‘ün tanımı ile.
– Başaracağız!

İlgi ve bilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 26 Ocak 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Adalet, Demokrasi ve Salgın

Youtube kanalımızdan canlı sunum

um:ag 28. Adalet, Demokrasi Haftası 

NÜSED adına Youtube kanalımızda canlı yayınladığımız konferans..

Adalet, Demokrasi ve Salgın

izlemek için tıklayın..

https://youtu.be/LRzHVN-xPac

30 Ocak 2021 Cumartesi saat 20:30’da başladık ve geniş bir katılımla 1 saat 20 dakikada tamamladık soru ve katkıları da değerlendirerek….

Sevgi ve saygı ile. 30 Ocak 2021, Ankara (Güncelleme :31.1.21; 00:39)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

24 Ocak 1980 Kararları 41. Yılında

Dostlar,

8 yıl önce bu sitede yayınladığımız bir yazımızı ve tarihsel belge niteliğindeki ekini, hala güncel olması ve süren önemi nedeniyle, -hoşgörülmesi dileğiyle- bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

AKP, bu kritik kırılma noktasının türev çıktılarından biridir ve son derece nettir ki, o misyonun sürdürücüsüdür. O misyon, YENİ SEVR‘dir tüm çıplaklığıyla..

24 Ocak 2021 günü, Uğur Mumcu’nun uğruna canını verdiği çıplak ve ürkünç gerçeği buradan, 28 yıl sonra bir kez daha, Türkiye Cumhuriyet’nin tüm yurttaşlarına =

  • Kadimçileli ama yiğit ve özgür – başı dik, onurlu, eğilmez … Anadolu insanımıza…

İHANETİ, DEDELERİ GİBİ KENDİNE İŞ TUTAN KALITSAL VATAN HAİNLERİNİ AYIRARAK..

bir kez daha,
çok kalın çizgilerle altını kezlerce çizerek
ve artık DAVRANMA ZAMANIDIR diyerek
anımsatmanın ve ÇAĞRININ;

vaktinin kemale erdiği andır.

30 Ocak 2021 Cumartesi günü, NÜSED adına (Onur Kurulu Üyesi olarak) vereceğimiz konferansın duyurusunu da eklemek istiyoruz.

Bunları anlatacağız orada..

  • Mutlaka bir çıkış (EXODUS!) yolu bulacağız; ya bulacağız ya da yaratacağız!

Haberiniz olsun gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olan malum şüreka..

Bu söyleşi, Uğur Mumcu’nun alçakça öldürülmesinin 28. yılında, UM:AG kapsamında, NÜSED‘in (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği) katkısı olarak gerçekleştirilecektir.

Sevgi, saygı ve ACI ile AMA KARARLILIK ve UMUTLA.
24 Ocak 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

=============================================

Dostlar,

Bu gün (27.1.13) günü sitemize Sayın Nazif Ekzen‘in çok çarpıcı bir ekonomik irdelemesini koyduk. Orada, “24 Ocak 1980 Kararları” nın son derece kritik ve belirleyici olduğunu vurgulamış Sayın Yazar ve sitemize koyacağımızı yazdık kendilerine.

Emin Çölaşan, bu tarihsel sürecin kitabını yazmıştı o yıllarda. Biz de o kitaptan bir özet çıkarmış ve ADD Edirne Şubesi etkinlikleri bağlamında yaygın dağıtmıştık (2003).

O özeti, yoğun bir 4 sayfa olarak, aşağıda pdf biçiminde size sunuyoruz.

Okunmalı, okutulmalı.
Dünü bilmeden bu günü nasıl anlayacak ve geleceğe nasıl bağlayabileceğiz??

Tarih ne işe yarıyor; zamandizgisel (kronolojik) bir masal mı çocuklara, büyüklere??

24 Ocak 1980 kararları, Emin Çölaşan

Sevgi ve saygı ile. Ankara, 28.01.2013

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Fukuşima Nükleer Faciasının 4. Yılı : Nükleer enerji gözden düşüyor


Fukuşima Nükleer Faciasının 4. Yılı :

Nükleer enerji gözden düşüyor

Fukuşima nükleer felaketinin üzerinden neredeyse 4 yıl geçti.
Facia, dünya çapında nükleer enerjiye bakışı önemli ölçüde etkiledi.


Fukuşima faciası nükleer enerji konusunda küresel bir kilometre taşı.”

Çevre örgütü Greenpeace tarafından facianın 4. yıldönümü öncesinde açıklanan bir rapora göre, nükleer enerji sektörünün ekonomik ağırlığı ve önemi giderek azalıyor.

Dünya çapındaki nükleer santrallerde üretilen elektrik miktarının 2011’de %4, 2012’de de %7 gerilediğine dikkat çekilen raporda, özellikle

Japonya’daki tüm santrallerin kapatılmasının etkili olduğu,

ancak buna ek olarak Almanya, Fransa, Finlandiya, Güney Kore ve ABD’nin de aralarında bulunduğu toplam 16 ülkede söz konusu miktarda azalma kaydedildiği belirtiliyor.

Nükleer santrallerin faturası kabarıyor

Greenpeace, birçok ülkenin Fukuşima sonrasında nükleer enerjiye geçiş planlarından vazgeçtiğini veya bu planları ertelediğini hatırlatıyor. Raporda ayrıca güvenlik konusundaki yasal düzenlemelerin sıkılaştırılması nedeniyle, santrallerin işletmesinin de giderek daha pahalı olduğu vurgulanıyor.

“Yenilenebilir enerji ciddi rakip”

Her yıl açıklanan Dünya Nükleer Endüstri Durum Raporu‘nun hazırlanmasına da öncülük eden bağımsız enerji ve nükleer politika analisti Mycle Schneider ise küresel trendleri şöyle özetliyor:

  • “Nükleer santrallerden gelen elektriğin üretim giderleri son yıllarda önemli ölçüde arttı.
    Bu önemli bir gelişme, çünkü başta yenilenebilir enerji kaynakları olmak üzere,
    tüm başka teknolojilerin giderleri azalıyor. Yenilenebilir enerji ciddi bir rakip,
    ayrıca Avrupa’da elektrik tüketimi de geriliyor.”

Finansmanı zor

1997’de “alternatif Nobel” olarak bilinen Doğru Yaşam Ödülü‘ne yaraşır görülen enerji analisti Mycle Schneider, 1970’li yıllarda altın bir geleceği olduğuna inanılan nükleer santrallerin, günümüzde finansmanının bile zorlaştığına dikkat çekiyor.

  • “Bugün nükleer santrallerin finansmanını üstlenen tek bir büyük ticari banka bile kalmadı.
    Tüm kredi derecelendirme kuruluşları yeni bir nükleer santrale yatırıma olumsuz not veriyor.”

diyen Schneider, buna karşılık, Siemens örneğinde olduğu gibi nükleer enerjiye vedanın da,
bu kuruluşlardan olumlu not kazandırdığını hatırlatıyor. Nükleer santral inşaatlarının sayısının ise çok az olduğunu ve yalnızca belli sayıda inşaat şirketinin ayakta kalmayı başarabildiğini belirten enerji analisti, son olarak, kendini dünyanın bir numarası olarak lanse eden
Fransız Areva şirketinin kredi notunun 2014 sonunda ıskarta düzeyine indirildiğine
dikkat çekiyor.

Rus Atomenergoprom şirketinin notunun da, birkaç gün önce aynı biçimde ıskarta düzeyine çekildiğini kaydeden Schneider,

  • “Yani özetle finans dünyası, hangi ülkeden olursa olsun, nükleer enerji şirketlerine
    kötü not veriyor.” saptamasında bulunuyor.

Tam bir devrimin ortasındayız”

30 yılı aşkın süredir nükleer enerji alanındaki gelişmeleri izleyen Schneider, gelecek yılların enerji sektöründe ne gibi değişikliklere gebe olduğu sorusuna ise şu yanıtı veriyor:

“Tam bir devrimin ortasındayız. Deutsche Bank ya da İsviçre’nin en büyük bankası olan UBS’in en yeni analizleri oldukça ilginç. UBS, binanın çatısına konacak bir güneş enerjisi sisteminin ve elektrikli bir taşıtın 2020 yılında birçok insan için kârlı olacağını hesaplamış. Bu tür gelişmeler tüm enerji sistemini baştan aşağı değiştirecektir. Deutsche Bank’ın kestirimlerine göre ise, tüketicilerin güneş enerjisi ile kendi ürettikleri elektrik birçok ülkede şimdiden şebekeden gelen elektrikten daha hesaplı. Bu da, geleceğin enerji piyasasında geçerli olacak kuralların günümüzdekiler ile yakından uzaktan ilişkisi olmayacağı anlamına geliyor.”

Nükleer enerji sektörünün geleceği

Bağımsız enerji ve nükleer politika analisti Mycle Schneider, tüm bu gelişmelerin
nükleer enerji sektörü için ne anlama geleceğini tek bir kelimeyle özetliyor, “felaket!”.

© Deutsche Welle Türkçe
Gero Rueter

=====================================

Dostlar,

4 yıl sonda Fukuşima kurbanlarına saygı ile..

Dosyayı paylaşan NÜSED‘den çalışma arkadaşımız, meslektaşımız Dr. Celalettin Güner’e teşekkür ediyoruz.

Türkiye derhal,
Akkuyu ve Sinop Nükleer Güç Santralleri yapımını DUR-DUR-MA-LI-DIR!

Fukuşima, Nükleer Santral, Kanser ve Türkiye / Fukushima Disaster, Nuclear Power Plant and Turkiye

http://ahmetsaltik.net/2012/05/25/fukusima-nukleer-santral-kanser-ve-turkiye-fukushima-disaster-nuclear-power-plant-and-turkiye/

Adresinden çağrılabilecek yukarıdaki kapsamlı görel dosyamıza da bakılması dileğiyle…

Sevgi ve saygıyla.
11.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Op. Dr. Mehmet ALTINOK : “SOMA ve BEN…”


Dostlar
,

Melektaşımız Op. Dr. Mehmet ALTINOK ağabeyimizden bir öykü aldık… Mehmet ağabek tıbbiyeden 1971 biz 1977 mezunuyuz.
Önceki yıllarda Ankara Etimesgut Onkoloji Hatanesi Onkolojik Cerrahi bölümünden emekli oldu Mehmet ağabey. Ankara’da yıllardır,
aynı hastaneden Radyasyon Onkolojisi uzmanı Dr. Ali Rıza Üçer ile
Tıp Kurumu‘nu yönetiyorlar. NÜSED‘de birlikte çalıştık Dr. Altınok ile..

“SOMA ve BEN…”

Bu duygudaşlık (empati) yüklü güzelim iletiyi aşağıda paylaşıyoruz.. 1970’ler Türkiye’sinden ibretlik kesitler..

Kendisine de tıbbi bir teşekkür yollayarak “Betz hücrelerine sağlık” diyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
06.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Soma ve Ben

Dr. Mehmet  Altınok

İlk görev yaptığım yer olarak Soma yaşamımda önemlidir.
Kasım 2014’de ” Ölüm Vardiyası” adlı bir kitap geçti elime. Tilki Kitap Yayınları arasında çıkan bu kitapta 37 yazarın Soma üzerine öyküsü
bir araya getirilmiş. Kitap basıldığında ILO’nun 176 numaralı
“Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi” henüz imzalanmamıştı.
Bir hafta önce  imzalandığını TV’den öğrendik, tabii  ne kadar güvenilir olduğunu bilemiyoruz.

Soma, benim ilk tayin olduğum yerdir. Ankara Ü. Tıp Fakültesi’ni 1971 Temmuz ayında bitirdim. Üniversitede  uzman cerrah olmak için sınavlara girmiştim. Sonuçların ilanı üç ay kadar gecikince, akademik kuruldaki arkadaşım beni uyardı. “İstenmiyorsun, seni almayacaklar, vazgeç,” dedi.

Kendime iş  aramaya karar verdim. Herhangi bir hastanede hemen
işe başlamak istiyordum. Böylece hata payım azalacaktı. Çevremde danışabileceğim doktorlar olmalıydı. Üniversitede istenmeyen adam olan ben, Sağlık Bakanlığı’na bir destekle gitmeliydim. Genel müdürlük ve Bakanlık Müsteşarlığı yapmış olan baba dostu Rahmi Bey amca ile Bakanlık tayin şubesine gittik. Karadenizli olduğunu sandığım genel müdür yardımcısı, nereyi istediğimi sordu. Her yer olabilirdi. Sivas’ta
bir arkadaşım olduğundan, Sivas olabilir, dedim. Vesikalık fotoğrafımda bıyığım iri göründüğünden, birden “Sivas olmaz, siz solcular orada toplanacaksınız değil mi?” diye beni tersledikten sonra, “Seni batıya, Soma’ya göndereceğim,” dedi. Rahmi Bey amca ile bakıştık ve
bana Soma’nın nerede olduğunu anlattı.

Benim için sorun değildi, hemen kabul ettim.Tayin işlemine başlar başlamaz kalınca bıyıklı fotoğrafımı yüzüme fırlatarak, “Bana bıyıksız bir fotoğrafını getir, hemen tayinini yapayım.” dedi. Yere düşen zarftaki  vesikalık fotoğrafları Rahmi Bey amca ile toplarken, içinde bulunduğumuz hali ve susma zorunluğumuzu hiç unutmadım. O tarihte  fotoğrafçılıkta henüz şip şak işi pek yoktu. Hiç vakit yitirmeden bıyığımı kesip fotoğraf çektirerek hemen alıp getirmeliydim. Doğruca  fotoğrafçıma gittim. Derdimi anlattım. Bıyıklarımı beyaz bir boya ile kapatarak tab ettiği fotoğrafımı bana uzattı. Üst dudağımın üzerinde beyaz bıyık varmış gibi bir fotoğraf sayesinde tayinim Soma’ya çıktı. Elimde tayin yazım, devlet terbiyesini öğrenmiş olarak eve döndüm. Evde harita üzerinde Soma’yı çalıştık ve nasıl gidileceğini öğrendim.

***

Trenden Soma istasyonunda indim. Eşyam azdı. Hastanenin yerini öğrendiktan sonra, o civarda bir otele yerleştim. Sonra çıkıp bir kahvede çay içtim. Tren istasyonundan dosdoğru yukarı yüründüğünde  Soma’nın merkezine varılıyordu. Sol taraftaki termik santralinin yoğun duman saçan bacaları ile insan ve araç hareketliliği hemen dikkati çekiyordu. İş ve çalışma görüntüsü idi bu. İşçi sınıfı herhalde burada olmalı, diye mırıldandım. Böyle bir merkeze gönderildiğim için
kendimi şanslı saymalıydım.

Soma’da yaptığım kısa bir turdan sonra tayin yazımla birlikte SSK’nın 50 yataklı Soma Hastanesi’ne doğru yola çıktım. Hastanenin önü kalabalıktı. Anlayamadığım bir hareketlilik idi bu. Önce seyrettim, oradaki polislere yeni tayin olarak gelen doktor olduğumu söyledim. Beni yavaşça içeri aldılar. Başhekim ile tanıştırıldım. Kalabalık ve hareketlilik vardı. Hastane koridorunda yerde battaniyeler üzerinde yatan insanların birçoğu yanık içindeydi.. Doktor, ebe, hemşire ve personel yanıklara pomat sürüyor, sarıyor, tetanos aşısı ve ağrı iğnesi yapıyordu. İşleri yoğundu. Başhekim bana maden ocağında yangın ve çökme olduğunu, yaralıların geceden
bu yana taşındığını; hastaların taburcu edilerek yalnızca yaralı işçilerin kabul edildiğini, koridordaki yanıklı hastaların, gelenlerin en hafif grubu olduğunu, bunların yanında durumu ağır olanların hiç de az olmadığını anlattı. Bir yandan hastane yönetiminin dikkatli çabası sürerken, Soma kaymakamı ile emniyet müdürü geldi. Polisler geldi. Kazaya uğrayan işçilerin yakını ile arkadaşları ve sendikacılar megafonda, işçilere yeterince bakılmadığı, yaralıların ölüme terk edildiğini söyleyerek içeriye girip onları görmek istediklerini söyleyerek gürültü çıkarmaya çalışıyordu. Megafondaki ses bir ara, Sendikalarının başkanı Çakırefe’nin geldiğini, doktorlara hadlerini bildireceğini, söyleyip grubu  kışkırtıyordu. İçeride de kaymakam, dışarıda olan bitenler karşısında acaba başhekimle doktorlara silah dağıtsak mı, diye çevresiyle konuşuyordu. Arada emniyet müdürü de katılıyordu söze. Ben de onların yanında idim ve sürüp giden saçmalığı kavramıştım. İşçiler yakınlarını görmek, onların ihtiyaçlarını öğrenmek istiyordu. Hastane personeli de yaralılara yardım etmek için içeriye kimsenin girmesini istemiyordu.

Kapı kilitli idi. İşçilerin kilidi kırıp içeri girmeleri hiç de zor değildi.. Başhekimden yakınlık gördüğüm için ona yanaşıp bu konudaki önerimi anlattım. “Aile temsilcisi beş kişiyi önce içeri alalım, durumu anlatalım, onlar da gördükleriyle dışarıyı ikna eder ve ikili sıra ile tek istikamette herkes içeri girer ve sonra dışarı çıkarak dağılır..” dedim.
“Böylelikle  yaratılan karmaşa da sona erecektir.”

Bu önerim  yerinde görüldü ve verilen görevi üstlendim. Hemen kapıda duran nöbetçi ile dışarıda sakin olarak gördüğümüz beş kişiyi içeri davet ettim. Yaralıları gezdirdim, sükûnet ve temizliğin önemini anlattım. Heyecanla dışarı çıktıklarında, içerideki hummalı yaşamı coşkuyla arkadaşlarına anlattılar. Biraz sonra hastane önündekiler ikili sıra halinde kapı önüne dizildi. Beş kişinin direktifi ile alt kat ve üst kat sessizce, duygulu şekilde ziyaret edildi. Kapıdan çıkarken yaralılara
şifa, doktorlara güç diliyorlardı. Toplam yarım saatte sessizlik sağlandı. Sonra herkes evine çekildi. Sendika başkanı Çakırefe ve megafoncu içeri bile girmedi. Kaymakam ve emniyet müdürü sonradan hastaneyi terk etti.

Sade ve gerçekçi bu önerimle hem içerideki hem dışarıdakilerin sempati ve güvenini kazanmıştım. Başhekim odasında otururken birçok dost edindim. Bu arada evrakımı verip işe başlamıştım bile.
***

Soma SSK Hastanesinde, 1971 yılının kasım ayında işe başladım. Otel ile aylık olarak anlaşmıştım. Üçüncü katta üç adet tek yataklı oda vardı. Birisi bana aitti. Kapılarımız koridora açılıyordu. Koridorda bir soba duruyordu. Kış günleri oda kapımız açık tutulmalıydı. Penceremiz Soma açık hava sinemasına bakıyordu. Geceleri sinema seyretmek kolaydı. Sorun, bir filmin sadece üç gece  oynuyor olmasıydı.
***

Madencilerden zamanla birer ikişer taburcu olanların yanı sıra, durumu kritik olup kaybedilenler de oldu. ILO 176’yı bekleyişleri sürüyordu.

Madencilerle, onların ortamında görüşülmeli fikri beni heyecanlandırmaya başlamıştı. Hastanede odamda poliklinik yapıyordum. Karadenizli, yaşlı ve dünya tatlısı bir erkek sekreterim vardı. Bana yardımcı oluyordu. O kadar ki,
bir olumsuzluk çıktığında başım ağrımasın diye hemen gelip bana bildiriyordu. Sonra emekli oldu, gidip Trabzon’da bahçıvanlığa başladı. Ardından gelen bir hemşire arkadaşın varlığı da işimi epeyi hafifletmişti. Pratisyen, uzman, başhekim ve eczacı arkadaşların hemen hepsi  yaşamımın tamamlayıcısı idiler. Onları sevgiyle anıyorum.

***

Hafta sonları eczacı arkadaşlar ve  İzmir’e dönen reprezantlarla
ya da trenle yaptığımız İzmir gezisi doğrusu bana soluk aldırıyordu. Bazen İzmir’de amcamlara uğruyor, bazen de askerliğini İzmir- Hatay’da bir askeri hastanede yapan Ergin (AS: Atasü) ağabeyin yanına giderek farklı bir çevre gözlemiyle içim rahatlıyordu. Birkaç ayda bir Ankara’ya da kısa geziler yapıyordum.
***

Hastane ve otel gidiş gelişlerine, hastanede nöbet tutma da eklenmişti. Nöbet odamız geniş ve güzeldi, ayrıca banyo yapmam da rahatlatıyordu beni. Daha çok nöbet tutmam diğer doktorlarca da isteniyordu. Nöbetler ayrıca daha çok hasta görmemi ve gelişmemi de sağlıyordu. Ayrıca nöbetlerde hastane çalışanlarını daha yakından tanıma olanağını buluyordum.
İşte böyle bir nöbette hastanenin ambulans şoförü Adem’i de tanımıştım. Görevini ikiletmeden yapan bu adamın imam olması da ayrıca ilgimi çekiyordu. Güler yüzlü ve herkes tarafından sevgiyle konuşulan bu adamı çok seveceğimi, zamanla yakın dostum olacağını doğrusu başta  hiç düşünmemiştim. O’na
ilk sorum, imamlığının gerçek olup olmadığı şeklinde idi.

İmamdı, ancak din adamlarının birçoğunda gördüğümüz
ikiyüzlülük (takiyye) ve bencillik O’nu, hayırsever başka bir işte çalışması gerektiği duygusuna inandırmış ve bu yüzden ambulans şoförlüğünü seçmişti. Yardım etme duygusu Adem’i yönetiyordu adeta.. Adem Abim oldu. Zaten herkesin Adem Abisi idi. Hastanede kırık, üzüntülü gördüğü bayan personeli, hemşireleri eşi ile tanıştırır, evine davet ederdi. Aile içi dostluk yapısı Adem ve eşini ayrıca önemli kılıyordu. Zamanla ben de Adem’in evine gidip gelen, o evde yemek yiyebilen, yaz aylarında ek iş olarak tütün ekiminde ve toplanmasında çalışan Adem’in çevresinde olanlardan biri haline geldim. Çocukları arkadaşım ve dostum oldu. Küçük kız Ayşe, tütün tarlasında uyurken saçları tütün balyası üzerinde birbirine öylesine yapışmıştı ki, bunu makasla üç numara kesmek bana düşmüştü. Tütün toplamada eldiven şarttı. Çünkü kara, yapışkan ve tutkal gibi bir sıvı hemen elinize yapışıyordu.

Adem, tüfeği ile avcılık için beni dağlarda da gezdirmişti.
Artık çok yakınımdı. O da beni sevmişti. Özellikle ilk günümdeki maden işçilerine yardımım,  o günden beri ilgisini çekmişti. Maden işçileri sendikacıları ile çığırtkanlarına duyduğum kızgınlığı da paylaştım onunla. Bu konuda beni destekledi. O da destekledi. Konuşmalarımızda sık sık yurt dışı yayın yapan Bizim Radyo’yu dinlediğini, söylemlerini beğendiğini söylemişti. Bana da bir gün dinletmişti. Çevremde ne kadar büyük güç olduğunu böylece hissetmiştim.

Adem koşuyor, ben çalışıyor, dostluğumuz pekişiyordu.
Soma’da güvenilen kişileri öğrenmek istiyordum. Bunu Adem’e açtım. O da beni, şekerci Zühtü Ağabey ve gömlekçi Bayram Ağabeyle tanıştırdı.

Çevrem genişliyor, dostlarım çoğalıyordu. Bu mutlulukla otelde, gece penceremden yine açık hava sineması izlerken düşen bir ateş parçası ile yorganımda avuç içi kadar bir yanık deliğim oluşmuştu. Ankara’dan getirdiğim kitapları tekrar hızlıca okumaya karar verdim. Her kitap bana örgütlenmenin önemini gösteriyordu. Özellikle Dr. Hikmet Kıvılcımlı örgütlenmeyi parti olarak anlatıyordu. İzmir’de Ergin ağabeye duygularımı anlattım. O tarihlerde toplumda var olan sinerjiyi görmek, hissetmek olanaklı diye düşünüyordum. Ne eksikti acaba? Birçok kişi ile bu bilinç ve duygu uyumunu konuşuyordum. Ta ki o dönemde illegal yayın olan Şafak dergisinin bir sayısında, adım açık açık yazılarak ” Dr. Mehmet Altınok Soma’da devrimci çalışmalarını sürdürüyor..” haberini okuyana dek. Çok kızmıştım. Öğrenme durumundan yönetme durumuna geçirmişti beni. Doğru değildi bu.

O sıralarda madende işçi olarak çalışan Şinasi ile tanıştım. Hastane nöbetlerime gelir- gider olmaya başlamıştı. İzmir’den Ergin Ağabey de Soma’ya gelip gitmeye başlamıştı. Şinasi bekârdı ve bekâr gecekondu evinde beni çay içmeye davet etti. Adem’le gittik. Madende işçiler arası huzursuzluğun varlığını konuştuk. Sendikacılardan rahatsız olanlar çoğalıyordu. Ben de ilk günkü rahatsızlığımı anlatarak ne yapılabileceğini düşünmelerini istedim. Akla ilk geliveren sendikacıları değiştirmekti tabii. Ancak bu nasıl olabilirdi? Adem’e baktım, “deneyelim” dedi. Şinasi hazırdı. Zühtü Ağabey ve Bayram Ağabey, “Doğru ama önce gücü artırmak gerekir.” dediler.
“Madende ne düşünülüyor, bilmiyoruz.” dediler.

Ben, öğrenciliğimde sağlık işkolu sendikası kurulması için çalışmıştım. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Hür Per Sen‘i kurmuştuk Orhan ile. Hacettepe’de de sağlık işkolunda
bir sendika kurulmuştu. Benim ve Orhan’ın bütün öğrencilik dönemimiz bu iki sendikanın birleştirilmesi için çalışmakla geçmişti. Zaman zaman her iki üniversitedeki olumsuzluklara karşı eylemimiz sürmekte idi.

Karşı örgütlenme olanaklı ise yapalım, dedik Soma’da. Adem bir dakika, dedi. İmam-dinci kesim ile ilişkilerim var onların
ne düşündüğünü bilelim, dedi. Eski grubu ile görüştü. Onlardan gelen cevap, sendikacıların değişmesi yönünde idi. Coştuk. Destek halkası giderek büyüyordu. Çakırefe’ye başkaldıran biri daha çıktı ortaya. O da grup kurmaya uğraşıyor ve çevrede adı çokça geçiyordu. Şinasi görüşme istedi, Adem olur, dedi. Zühtü Ağabey ve Bayram Ağabey temkinli davranın, dediler. Karar verdik, onunla görüşeceğiz. Şinasi randevu verdi. Evinde  ve hastanede olmazdı. Bir kahvede buluştuk. Çakırefe’nin aleyhinde konuştu. Birlikte deviririz O’nu teminatını verdi, gücünü anlatmaya çalıştı. Hadi, dedik.

Seçim günü ben Adem’in evinde idim. Konuşmalar oldu.
Bizim takım Çakırefe’yi topa tutmuştu. Keyiflendim.
Adem de öyle. Eşinin gözlerinin içi pırıl pırıldı.

Akşama doğru Adem eve sinirli geldi. Hırçındı. Bir ufak rakı getirmişti. Küçük bir çilingir sofrası hazırladı. İçmeye başladık. Ben merakla bekliyorum başımıza gelenleri. Seçimler ertesi gündü. Muhalefet olarak sonradan bize gelen adam satmıştı bizi. Ekibi ile Çakırefe listesine geçmişti. Bizim için önemli bir bozgundu bu. Ben çok şaşkındım. Adem’in yüzü çökmüş gibi duruyordu. İş yapmak ve  kaybetmekten çok satılmışlığa kızgınlığı idi bu. Birer daha içtik, olmadı. Otele döndüm.

Ertesi gün seçimlerde tabii ki Çakırefe kahramanca seçildi. Ekibi ile eğlenmeye gitti İzmir’e. Soma ve biz hüzünlü kaldık.
Yılların Zühtü ve Bayram Ağabeyleri haklı çıkmıştı. İlk iş onlara gittim. Sakin olun, dediler. Zamanı öğütlediler.
Adem de geldi, yüzü düzelmişti, yine eski Adem’di.
İş, çalışma devam etti. Fırtına sonu sessizlik vardı. Aranıyordum. Şinasi’deki olumsuzluk çoktu. İzin aldı, memleketine döndü. Oradan bir daha geri gelmedi. Aradan aylar geçti. Yaz geldi. Temmuz ayında kardeşim evlendi. Düğün için İstanbul’a gittim. Fazla kalmadan Soma’ya döndüm. Ankara’da sıkıyönetim azmıştı. İzlemeye çalışıyordum. Ağustos ayının
ilk günü işe gelmiştim. Öğleye doğru başhekimlikten çağrıldım. İçeri girdiğimde iki kişi oturuyordu. Gelin, dediler. Bir iskemleye iliştim. Kimliklerini gösterdiler. Polis olduklarını öğrendim. Hakkınızda tutuklama kararı var, dediler. Neden?dedim. Biz yalnızca sizi götürmeye geldik, dediler. Tamam, dedim, birlikte çıktık.

Kapıdan polislerle birlikte sakin olarak çıkınca birden durakladık. Çünkü, hastanenin bahçesi dışında silahlı jandarmalar ayağa kalkmış toplanıyordu. Meğer teslim olmadan önce bir çatışma çıkarabileceğime göre vaziyet almışlar…
Oteldeki odamda da arama yaptılar. Kitaplarımı toplayıp götürdüler. Beni bir arabaya bindirip önce Manisa emniyetine, oradan da İzmir sıkıyönetimine teslim ettiler. Sıkıntılar ve Ankara sıkıyönetimi sonrası Mamak Cezaevi bir numaralı koğuşta arkadaşım Raif’in ranzasının üst kısmında buldum kendimi.

İkinci duruşmada tahliye oldum. Soma hep aklımda. SSK’den tazminat alacağım vardı. Saçlarım traşlı Soma’ya döndüm.
Ben geldim demek istiyorum ama nasıl? Müstafi yapıldığım için işsizim. Kimi nasıl görmeliyim? Adem’in kızı hastanede işe başlamıştı. Önce O’na gittim. Tazminat işimi hallettik.
Evde buluşalım dedi, ayrıldık.

Adem’in evine gittim. Eşi bekliyordu beni. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Adem ölmüştü. Kızı bana söyleyememişti. Durdum, birden kapanarak hıçkırığa ortak oldum. Bilemediğim bir zaman geçti. Susuştuk. Bakıştık. Olayı anlattılar. Adem arabası ile giderken hemzemin geçitte tam ortada durmuş. Tren de onu
en az elli metre sürüklemiş. Adem’i tanınmaz halde çıkarmışlar arabadan. Zühtü Ağabeyle Bayram Ağabey, Adem’in arabasının önünde ve arkasında birer araba olduğunu, sıkıştırıldığına inandıklarını söylediler. Ayrıldım oradan ve Soma’dan.
Soma SSK hastanesinde tutuklanan doktor hikâyesi abartıları ile devam ediyor hâlâ.

Adem artık yok. Eşi, iki kızı Gülizar ve Ayşe, oğlu Mehmet benim dostlarım olarak hep var oldular. Şekerci Zühtü Ağabeyi de kaybettik eceliyle. Gömlekçi Bayram işi bırakarak kızının yanına İzmir’e göçtü.

Ben de bir ay işsiz bekledim, derken Sağlık Bakanlığı sınavı sonuçlandı, Ankara Hastanesinde cerrahi asistanlığına başladım. Dikili’de yazlığıma giderken zaman zaman Soma’ya uğruyorum. Adem’in oturduğu evi Somalılar aralarında para toplayarak satın alıp Adem’in eşine vermiş. Çocuklarına iş bulunmuş ve hayatlarının sürdürülmesine yardımcı olunmuş. Şimdi çocuklar büyüdü, torunlar ve yeni Adem’ler dönemi başlıyor.

Buna inanıyorum, çünkü  görüyorum. Maden ocaklarında
kim  bilir daha kaç göçük- yangın oldu? Yuva köylüleri zeytin ağaçlarına sahip çıkıyor. Yani hayatın gerçeği bütün hızı ile yaşanmaya devam ediyor.

Adem büyük, Soma büyük!

Ankara, Aralık 201