Etiket arşivi: Türk Tabipler Birliği

İktidarın salgın politikasını eleştirmişti: Prof. Dr. Kayıhan Pala’ya soruşturma!

İktidarın salgın politikasını eleştirmişti:
Prof. Dr. Kayıhan Pala’ya soruşturma!

Türk Tabipleri Birliği Covid-19 İzleme Grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala hakkında, iktidarın salgın politikasını eleştirmesi nedeniyle soruşturma başlatıldı.

(AS : Bizim kapsamlı düşüncelerimiz yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Covid-19 İzleme Grubu üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala hakkında Bursa Valiliğinin talebiyle Uludağ Üniversitesi tarafından “halkı yanlış bilgilendirmek” suçlamasıyla soruşturma açıldı.

Türk Tabipler Birliği (TTB) koronavirüs pandemisi sürecinde iktidarı bilgileri şeffaf bir biçimde kamuoyuyla paylaşmaya davet eden, vakalar devam ederken hızla normalleşmenin sonuçlarının ağır olacağını söylemişti. Türkiye’de vaka sayısı 200 bine yaklaşırken virüsle mücadele etmesi gereken yönetim Prof. Dr. Kayıhan Pala hakkında soruşturma başlattı. Pala, “halkı yanlış bilgilendirmek” ve “paniğe yönlendirmek” ile suçlandı.

Prof. Dr. Pala, yaptığı birçok açıklamada, haziran başında hayata geçirilen “yeni normal”e ilişkin eleştiri ve kaygılarını sıralamıştı. Pala’nın hakkında soruşturma başlatılmasına gerekçe gösterilen söyleşi ise yerel bir internet sitesinde Nisan ayında yayımlanmıştı. Söz konusu söyleşide Pala, gerçek vaka ve ölüm sayılarının açıklananın çok üzerinde olduğunu belirtmişti.

TTB: HEKİMLİK DEĞERLERİNE ve TTB’YE AÇILMIŞ BİR SORUŞTURMA OLARAK GÖRÜYORUZ

Türk Tabipler Birliği tarafından yapılan açıklamada soruşturma kararına tepki gösterilerek şöyle denildi:

“‘enBursa.com‘ isimli internet haber sitesine  yapmış  olduğu “pandemi’nin Bursa’daki seyri” içerikli açıklamaları nedeniyle  Prof.Dr. Kayıhan PALA hakkında Bursa Valiliği tarafından Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına  ihbarda bulunulmuş, ardından  Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından görevsizlik kararı verilen dosya, gereği için Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü’ne gönderilmiş ve Üniversite Rektörlüğü “halkı yanlış bilgilendirme ve paniğe yönlendirici” açıklamalar  yaptığı iddiası ile soruşturma açmış durumdadır.

Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, değerli hocamız Prof Dr. Kayıhan Pala ve TTB COVID-19 İzleme Kurulu’nda yer alan bütün meslektaşlarımızın açıklama ve değerlendirmelerinin ilk elden muhatabı TTB Merkez Konseyidir. Sorulacak hesabı, açılacak soruşturması olanların öncelikle bilmesi gereken şey;

  • halkın sağlığı, ülkenin geleceği söz konusu olduğunda bilimin ışığında her türlü eleştirel değerlendirmeyi yapmak TTB’nin ve oluşturduğu kurulların varlık nedenidir.

Bu nedenle Uludağ Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve aynı zamanda TTB COVID-19  izleme grubumuzun üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala’ya Üniversite yönetimi tarafından açılmış olan soruşturmayı hekimlik değerlerine ve Türk Tabipleri Birliği’ne açılmış bir soruşturma olarak görüyoruz. TTB Merkez Konseyi, bağlı Tabip Odaları ve hekimlik değerlerine sahip çıkan bütün hekim ve sağlık çalışanlarıyla birlikte Dr. Kayahan PALA’nın ve savunduğu değerlerin yanında olacağımızı ilan ediyoruz.”

İSTANBUL TABİP ODASI’NDAN TEPKİ

İstanbul Tabip Odası, Prof. Dr. Kayıhan Pala’ya soruşturma kararına tepki göstererek, “Prof. Dr. Kayıhan Pala hakkında soruşturma başlatıldı. Bilimin ve bilim insanlarının sesi kısılamaz. #KayıhanPalayanındayız” açıklamasını yaptı.
=================================================

Dostlar,

İktidar tıkandıkça ve ülkeyi yönetemez duruma sürüklendikçe, baskıcı yöntemlere başvurusunu artırıyor..  Tıkanma ve baskıcılaşma doğru orantılı.. Klasik siyasal tarih örnekleri sergileniyor. Son birkaç güne bakmak yeterli belki de..
– Çok sayıda gazeteci hapiste..
– Muhalefet vekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılarak hapisteler..
– Çok ağır ekonomik bunalım nedeniyle kaynak bulma paniği içinde emekçilerin alın teri ve kara gün güvencesi kıdem tazminatına el koyma girişimleri.. Emekçiler ayakta..
– Eldeki iktidar yandaşı olmayan 3-4 gazete ve TV kanalına ceza üstüne ceza ve ekran karartma..
– Ülkeyi kutuplaştırarak bölme ve yandaşlarını bu gerilim ekseninde bir arada tutma çabasının son somut ürünü olarak Baroları bölme ve çoklu baro maskesi altında yandaş barolar üzerinden savunma alanını da siyasallaştırma.. Onbinlerce avukat ayakta ve sokaklarda..
– Erdoğan’ın gençlerle YKS öncesi söyleşi denemesi iktidara tokat gibi..
– Sosyal medyada ücretli binlerce trole karşın denge iktidarın çooook aleyhine..
– Yandaş kayırmalar ve nepotizm artık mide bulandıran düzeye vardı..
****
Öte yandan ekonomi, işsizlik verileri, enflasyon verileri çok ağır bir yıkımı / yangını yansıtmakta.
AKP oyları durdurulamayan biçimde düşmekte..
İktidarı uzatmanın akla – hayale gelmeyen yöntemleri araştırılmakta ve uygulanmakta.
18 yıldır tek başına iktidar olan ve ülkeyi kökten gerici – dinci dönüşümlere uğratan siyasal kadro, olağan biçimde iktidarı devretmeye yanaşmamakta..
Bu çok ciddi bir gerilim, hatta ateş hattıdır.
Aktörlerine de ülkeye de çok büyük zarar verir..
Yol yakınken frene basmakta saymakla bitmez yarar vardır ve bunun yöntemleri bulunabilir, bulunmalıdır AKP kadrolarınca.
****
Prof. Dr. Kayıhan Pala, yetkin ve seçkin bir Halk Sağlığı Uzmanı hekimdir.
Başından beri, TTB COVID-19 Bilimsel İzleme Grubuna çok değerli katkılar sunmuştur.
Katıldığı TV programlarında da son derece ağırbaşlı ve ölçülü söylemler kullanmıştır.
Söylemlerinin tüm içeriği bilimsel ve gerçektir, Halkın Sağlığını koruma amaçlıdır.
Kıdemli bir hekim, öğretim üyesi ve özellikle koruyucu hekimlik alanındaki uzmanlığı ve sorumluluğu gereği çok anlamlı Epidemiyolojik irdelemeler yapmış ve demokratik bir toplumda kamuoyu ile düşüncelerini – bilimsel verilerini paylaşmıştır.

  • Üzerine atılı suç ile uzak – yakın bir bağı asla düşünülemez.

Tersine, salgını bilimsel yönetmeyen / yönetemeyenler, suçluların telaşı içindedirler.

Uludağ Üniversitesi yönetimi, Üniversitenin kurumsal kimliğine yakışır tutum alarak söz konusu soruşturmayı derhal geri çekmeli ve tam da tersine Prof. Pala’nın çalışmalarına destek vermelidir..

Bilimin ve bilim insanlarının sesi kısılamaz!

#KayıhanPalayanındayız

Türkiye henüz o denli düşmemiş olsa gerektir..

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 01 Temmuz 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiya)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Dünya Tabipler Birliği’nden devletlere çağrı: Biber gazı kullanmayın!

 

Dünya Tabipler Birliği’nden devletlere çağrı: Biber gazı kullanmayın!

Dünya Tabipleri Birliği (DTB), 14-17 Ekim 2015 tarihlerinde Moskova’da düzenlenen
Genel Kurul’da, tüm devletlere yönelik olarak biber gazı da dahil olmak üzere gösteri kontrol ajanlarının hiçbir durumda kullanılmaması çağrısında bulunan bir tutum belgesini kabul etti.

Türk Tabipler Birliği’nce önerilen tutum belgesi, tüm devletlere yönelik olarak;

  • Gösteri kontrol ajanlarının ifade özgürlüğü ve barışçıl gösterilerin bastırılması için kullanılmaması,
  • Sağlık çalışanlarının yaralılara yardım görevlerini yerine getirebilecek şekilde engelsiz çalışabilmelerinin ve korunmalarının sağlanması,
  • Sağlık ve yaşam açısından oluşturdukları riskler nedeniyle, hangi koşullarda olursa olsun
    gösteri kontrol ajanlarını kullanmaktan kaçınılması,

yönünde çağrılar içeriyor.

DTB Başkanı Sir Michael Marmot, konuya ilişkin düşüncesini;

“Hükümetlerin halen bu ajanları olumsuz sağlık etkilerini en aza indirecek biçimde kullanmaları gerekiyor. Ancak nasıl kullanıldıkları, bireylerin maruz kaldığı konsantrasyonu etkiliyor. Bu ajanların kötüye kullanımı ciddi zararlara hatta ölüme yol açabilir. Delegeler hükümetlerin bu kontrol ajanlarını artık kullanmamaları gerektiği ve ayrıca toplumsal olaylar sırasında sağlık çalışanlarının yaralılara engelsiz ve korunaklı biçimde erişebilmelerinin sağlanması gerektiği yönünde karar almışlardır.”

biçiminde ifade etti.

Dünya Tabipleri Birliği Gösteri Kontrol Ajanları Üzerine Tutum Belgesi 

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/gka-5659.html, 20.10.2015

====================================

Dostlar,

Polisin, jandarmanın (Kolluğun) toplumsal olaylarda kitleleri dağıtmak amacıyla biber gazı kullanımı son yıllarda Türkiye’de çok yoğunlaştı. Bu sitede sorun birçok kez irdelendi.
Özellikle gaz kapsülü ateşlenirken havaya doğru, yatayla (yerle) en az 45 derece açı yapacak biçimde ve ASLA hedef gözetilmeden püskürtülmesi zorunluğu üzerinde durduk..

Oysa pek çok örnekte polisin gaz fişeği tabancalarını klasik silah gibi hedef gözeterek kullandığını kamera kayıtlarında izledik. Böylelikle son derece yoğun ve yaşamsal tehlike oluşturacak biçimde gaz kitlesinin insanların yüzüne püskürtüldüğü kayıtlara geçti.
Bu birden ve yoğun doz biber gazı solunması birden (aniden) ölümlere neden oldu.
Bu durumlarda solunum durması, kalp durması birden ölüm nedeni oldu.
Hele kişinin astımı, kalp hastalığı.. varsa..

Ayrıca gaz fişeği kapsülünün başına geldiği insanlar öldü, ağır beyin yaralanması ve sekelleri görüldü. Hatta bu kapsüllerin 16 dolayında insanın gözüne gelerek göz yitiğine neden olduğunu biliyoruz. Bunlar basit ihmal, dikkatsizlik – tedbirsizlik değil, bilerek ve planlayarak kasıtlı biçimde, Ceza Hukuku deyimiyle “nitelikli” insan yaralanması, engelli bırakılması ve öldürülmesidir. Ağır cezayı, meslekten atılmayı ve kamu görevlerinden yoksun bırakılmayı gerektiren eylemlerdir. Devlet ve Devlet memuru bu tür ağır cezalık suç olan eylemlerde bulunamaz.

Hele toplantı ve gösteri yürüyüşleri Anayasal bir hak iken (md. 34).. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası‘na aykırı bile olsa, Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşü engellenmeyecek, tutanak tutulacaktır. Sonrasında, böyle davranmanın
hukuksal yaptırımı ne ise mahkemede o hüküm uygulanabilir.

Ayrıca ölüm, göz yitimi, ağır kafa yaralanması… gibi kabul edilemeyecek ve birazcık özenli davranılırsa mutlaka engellenebilecek sonuçlara yol açan polislere etkin yaptırım uygulandığına tanık olmadık. Bu durum ise, bir hukuk devletinde hiçbir biçimde kabul edilemez.

Üstüne üstlük, Türkiye’de polisçe kullanılan biber gazının içerik ve yoğunluğunu da bilmiyoruz. TTB’nin hem Bilgi Edinme Yasası kapsamında hem de tıbbi müdahalede uygun anditotu belirlemek amacıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’ne resmi yazılı başvuruları yanıtsız kaldı.
Bu davranış da hiçbir biçimde onaylanamaz, kabul edilemez. Dilekçeye yanıt vernek Anayasal yükümlülüktür. Bürokrasinin bu cesareti siyasal iktidardan (AKP’den!) aldığını da biliyoruz.

Kolluk, güvenlik önlemleri ile insan öldüremez, yaralayamaz, engelli bırakamaz.
Güvenlik önlemlerinin zorunlu, sıralı ve ölçülü olması vazgeçilmez idari sorumluluktur.
Türkiye’de kullanılan biber gazının en güçlü formüllerden biri olduğu ve yoğunluğunun da
çok yüksek tutulduğu duyumları alınmaktadır.

Türk insanı bunları haketmemektedir..
Türk polisine de böylesi hukuk dışılıklar hiç yakışmamaktadır.

Dünya Tabipleri Birliği‘nin çağrısına uyularak Biber Gazı vb. kimyasal maddelerin
toplumsal etkinlikleri denetlemede – dağıtmada kullanımı engellenmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
21 Aralık 2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU ve ERDOĞAN


NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU ve ERDOĞAN

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
http://ahmetsaltik.net/2015/03/19/erdoganin-akil-sagligi/

Son derece ilginç bir tablo ile karşı karşıyayız. 80 milyona varan nüfusuyla dev bir ülke
ve pek çok başka devlet, uluslararası kurum.. RT Erdoğan’ın 12 yılı aşan yönetiminden
illallah demektedir.

Bir “hal” çaresi bulunamamaktadır. Toplum neredeyse nefsi müdafaya geçmiştir.
RT Erdoğan’ın davranışlarındaki tutarsızlıklar, çelişkiler onlarca, yüzlercedir.

Önceki gün de “ülkemizin bir anonim şirket gibi yönetilmesi gerektiğini” söyleyerek demokrasiden ne denli uzak ve son derece tehlikeli niyet ve düşünceler taşıdığını
kendi ağzıyla açıklamıştır. Şirketler Kapitokratik / Kapitokrasi ile (sermaye gücü ile,
kapital ile) yönetilen yapılardır; toplumlar ise Demokrasi ile yönetilirler.

Oysa Kadim Plato’dan bu yana Demokrasi 2500 yıldır insanlığın özlemi – hedefidir ve Anayasamız da Türkiye’nin Demokratik bir Cumhuriyet olduğunu değiştirilemez bir hüküm olarak koymuştur (md. 2 ve 4). Bu bağlamda RT Erdoğan’ın “ülkemizin bir anonim şirket gibi yönetilmesi gerektiği” önerisi, Plato’dan da geri bir anlayışın dışavurumudur.

***

“Narsisistik kişilik bozukluğu” seyrek görülen bir durum değil, tersine “sıkça” rastlanan
bir tablodur. RT Erdoğan’ın, haydi “Bozukluk” (İngilizce Disorder) sözcüğünü kullanmayalım, “Narsisistik bir kişilik örüntüsü” olduğu ülkemizde yaygın olarak konuşulmakta ve kabul görmektedir. Eski deyimle böylesi bir tanı vaka-i adiyedendir, sıradanlaşmıştır.

Öte yandan bir insana “Narsisistik kişilik bozukluğu” tanısı koymak için hekim olmak
bile gerekmez. Hele tıpta herhangi bir dalda uzman hekim olmak hiç gerekmez.
Başta Psikologlar olmak üzere, ortalama her aydın, özellikle siyaset bilimciler, diplomatlar, öğretmenler…  böylesi bir tanıyı koyabilirler. Kişinin bir hekimin muayenesinden geçmesi de gerekmez. Kamuoyu önünde sergilenen sürgit davranışlar yeter ipucu hatta kanıttır.

RT Erdoğan’ın bu kişilik özelliği herkesin malumu iken, hekimler arasında yaygın olarak
kabul görmekte iken; saygın ve kıdemli meslektaşımız Uz. Dr. Mustafa ALTIOKLAR
“Kral çıplak” deme yürekliliğini göstermiştir.

Apaçıktır ki; cümle aleme malum bu değerlendirmeyi – yargıyı – nitelemeyi …
TIBBİ TANIYI “hakaret” gerekçesiyle dava etmek ise merdi kıptinin şecaat arzını çağrıştırmakta, adeta kendini ele vermektedir.

Bu sitede daha önce benzer kaygılar dile getirilmiş, Türk Tabipleri Birliği ile
Türk Psikiyatri Derneği‘nin, Türk Psikologlar Derneği‘nin meşru girişimlerde bulunması gerektiği vurgulanmıştı.

Şimdi, davacı olarak, aslında ayna tutarak kendisine ve ülkemize çok hayırlı bir iş yapmış olan Sayın Dr. Mustafa ALTIOKLAR’ın cezalandırılmasını istemek yerine, RT Erdoğan, resmi bir Psikiyatristler kurulunca muayeneyi kabul etmeli ve böylesi bir kişiliğinin olup-olmadığını kanıtlamalıdır. Böylelikle şüyuu vukuundan beter bir durum aydınlatılmış olur. Kendisi muayeneye yanaşmazsa, mahkemece, durumun netleşmesi için bilirkişi kurulu oluşturularak Uz. Dr. Altıoklar’ın koyduğu tıbbi tanının, kendisinin de pek yerinde istemine dayalı olarak yerindeliği / yerindesizliği belirlenmelidir.

Dr. Altıoklar’ın RT Erdoğan’ı sağlık raporu almaya zorlaması kişisel olarak olanaklı değildir. Öte yandan davaya bakan mahkeme böylesi bir yola başvurmadan
nasıl hüküm kuracaktır? Sav sahibi, savının kanıtlanması için mahkemeden yardım istemekte, mahkemeyi göreve çağırmaktadır. Ceza Yargılaması Hukukunun gereği olarak sanığın lehine ve aleyhine tüm kanıtları toplamak zorundadır (CMK md. 160/son ve md. 320). Dr. Altıoklar’ın, Erdoğan’a kurul sağlık raporu verilmesi isteminin reddi olanak dışıdır. Gelinen yer, ülkemiz için bir fırsattır, değerlendirilmelidir.

Kaldı ki; ülkenin üst düzey yöneticilerinin beden – ruh sağlığı ile ilgili olarak kamuoyunda bir kaygı – kuşku doğduğunda, demokratik gelenekler, bu kişilerin kendiliğinden
sağlık kurumlarına başvurarak durumlarını belgelemelerini ve kamuoyu ile paylaşmalarını gerekli hatta zorunlu kılar.

Dr. Altıoklar, Türkiye’de de böylesi bir geleneğin yerleşmesine hizmet etmiş olacaktır.

Açık bilimsel veridir ki; “Narsisistik kişilik bozukluğu” demokrasi ile bağdaşmaz.

  • Narsisist kişiler demokrat değillerdir, olamazlar. 

Bu durum Ülkenin selameti açısından son derece sakıncalıdır. Nitekim demokrasi ve
Anayasa dışı pek çok istem ve eylem RT Erdoğan tarafından Türkiye’ye dayatılmaktadır.
Örneğin Demokrasinin bir tramvaya benzetildiği, istenen durağa gelindiğinde inileceği,
laikliğin cumhur isterse tabii gideceğini… vd. apaçık söylenmiştir. RT Erdoğan,
en hafif deyimiyle totaliter (tüm yetkileri 1 kişide toplandığı) bir yönetim istemektedir.
Totaliter rejimlerin başındaki yöneticiler de siyasal bilim literatüründe “Diktatör” olarak tanımlanmaktadır. Ancak Erdoğan, kendisinin tutum ve eylemleri için bu nitemi (sıfatı) kullananları yine “hakaret” gerekçesi ile ve kişilik yapısının denetlenemeyen dürtüsü ile dava etmektedir!

Cumhurbaşkanlığı yemini ve Anayasa ayaklar altındadır; Demokrasinin olanakları
kötüye kullanılarak fiili bir darbe yapılmakta, ülkemiz hızla despotik bir rejime sürüklenmektedir.

Cumhurbaşkanı bile olsa, kişilik haklarına hakaret edildiği sözde savları ardına saklanarak sorumlu yurttaşlık görevini yüreklilikle yerine getiren kişilerin üzerine, “en iyi savunma saldırıdır” taktiğiyle gitmek hukuk ve demokrasi içi değildir. Dava açan savcılığın yargısı son derece sığ ve bilim dışıdır :

“Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak
hakaret suçu teşkil etmektedir.”

31 yıllık kıdemli hekim Uz. Dr. Mustafa Altıoklar akıl hastalığı vurgusu / iması da yapmamakta, akıl hastalığı tanısı koymaktadır. Tıbbi tanı koymak “eleştiri ve düşünce özgürlüğü” kategorisinde bir davranış değildir ki, bu sınırlar aşılarak hakaret suçu işlenmiş olsun! Bu davranış ve eylem; yani “narsisistik kişilik bozukluğu” tanısı koymak, profesyonel sorumluluk gereği yetki ile yerine getirilen, üstün kamu yararı açısından kaçınılması olanaklı olmayan bir edim, bir eda / borçtur, Hipokrat yemininin gereğidir. Yavuz hırsızlık yöntemleri ile agresyon göstererek Dr. Altıoklar’ı linç etmek yerine, buyurun, resmi bir uzman hekimler kurulundan raporla durumunuzu belgeleyin.
Bu sizin de ülkenin de hayrına olacaktır.

Unutulmasın ki, insan bedeni ve ruhsal yapısıyla bir bütündür. Bedensel hastalıkları
nasıl olağan karşılıyorsak, insanlar ruhsal olarak da pekala hastalanabilirler.
İzlenecek biricik yol, modern tıp biliminin olanaklarını kullanarak
ruh sağlığı bozukluklarının da sağaltımını (tedavisini) istemektir.

Türk Tabipleri Birliği derhal devreye girerek, bilimsel gerçeğin hızla aydınlatılması için
tüm olanaklarını seferber etmelidir. Ulusun gerçeği bilme hakkı kesin olarak önceliklidir.

Unutulmasın; söz konusu Vatan olunca, geri kalan her şey teferruattır.

Not : Bu akşam (19 Mart 2015) Ulusal Kanal’da saat 21:00’de sorun tartışılacaktır.
Sayın Gülgûn Feyman’ın çok başarılı “Nasıl Yani?” adlı programında
Dr. Mustafa Altıoklar ve Av. Zeynep Küçük katılımcı olacaklar.
Olanak olursa biz de telefonla bağlanarak katkı vermeye çalışacağız..

Sevgi ve saygıyla.
19.3.2015, Ankara
=================================================

Dr. Mustafa ALTIOKLAR’ın Mahkemede Savunması

Erdoğan’ın akıl sağlığı

Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun…  Mart 17, 2015

Dr. Mustafa Altıoklar’ın, Tayyip Erdoğan için “Kişilik bozukluğu var, 46 raporu vermek lazım.” sözleri mahkemeye taşınmıştı. Uz. Dr. Mustafa Altıoklar’ın davadaki savunması ortaya çıktı Ünlü sinema yönetmeni Uz. Dr.  Mustafa Altıoklar CNN Türk Aykırı Sorular programında Başbakan Tayyip Erdoğan için “Narsistik Kişilik Bozukluğu” olduğunu söyleyerek

“Kendisine rapor vermek lazım 46 raporu” ifadelerini kullanmıştı. Başbakan Erdoğan için kullandığı ifadeler için mahkemede savunma yapan Altıoklar’ın Erdoğan için söylediği ifadelerden geri adım atmadı. Dr. Altıoklar, hakaret etmediğini bir doktor olarak teşhis koyduğunu söyledi. Oyuncu Levent Üzümcü Altıoklar’ın savunmasını Twitter’dan paylaştı…

Dr. ALTIOKLAR’IN SAVUNMASI

SAYGIDEĞER YARGIÇLAR,

Ben bugün burada bir hakaret davasından yargılanırken savunmamı DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ kavramı üzerine kurmayacağım. HAYIR. Ben aslında bugün burada bir SAVUNMA YAPMAYACAĞIM. Bugün ben burada sizlere bana daha 24 yaşındayken verdiğiniz resmi bir görevi hatırlatacağım ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI’nın 27. maddesinden bahsedeceğim. ANAYASAMIZ’ın 27. maddesi; “ Herkes, bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına sahiptir.” demektedir.

Bendeniz, 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, bir hekimim. (BELGE 1). Mezuniyetimi takip eden hafta hekim olarak mesleki kariyerime başladım. Henüz 24 yaşındayken sizler gibi hâkimler ya da savcılar karara bağlayacakları dosyaları tarafıma göndererek davalarıyla ilgili şahısların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair raporlar talep ettiler. Benim ve benim gibi pratisyen hekimlerin, dikkatinizi çekerim psikiyatri uzmanları değil, pratisyen hekimlerin verdikleri kanaat raporları doğrultusunda adaletin gereğini yerine getirdiler. Bizler o akıl sağlığı raporlarını vermeyecek olsak kanun önünde suçlu sayılabilirdik.

Özetle şahsımın verdiği kanaat raporları sizlere ışık tuttuğu için yargıya varabildiniz. Şimdi ise o günlerin üzerinden tam otuz yıl geçti ve değirmende değil, hekimliğimin yanı sıra yazar ve yönetmen olarak iştigal ettiğim karakter analizleriyle ağarmış saçlarımla, artık epeyce tecrübeli bir hekim olarak vardığım Narsisistik Kişilik Bozukluğu kanaatimden dolayı “şüpheli” sıfatıyla karşınızdayım. Söz konusu şüphe ise hakaret ettiğimdir. Savcılık makamı iddianamesinde “Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri
ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.” demektedir.

Her şeyden önce akıl hastalığına hakaret demek, akıl hastalarına hakarettir.
Ben sözlerimde hakaret unsuru bulmamaktayım, eleştirmeye niyet dahi etmedim,
hele hakaret yoluyla suç işlemeye kastım hiç olmadı. Çünkü ben teşbih yapmadım,
teşhis koydum. Müştekide Narsisistik Kişilik Bozukluğu olduğunu söylerken ne bir benzetme, ne bir yakıştırma, ne bir aşağılama düşüncem olmadı. Hekimlik etiği hastalarının durumlarını alay konusu yapmaz, aşağılamaz, hele hakaret amaçlı asla kullanmaz. Biz hekimler tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına ehliyet almadan önce bu madde üzerine de and içeriz ve içtik. Davaya söz konusu olan açıklamamda ise
aynen meslektaşlarım olan Türk Tabipler Birliği mensubu hekimlerin duyduğu kaygıyı kamuoyuyla paylaştım.

“Bizler hekimiz. İnsanın bin bir ruh halini, bin bir duygu durumunu biliriz.

Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe duyuyoruz. Fevkâlâde endişe duyuyoruz.

Kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.” (BELGE 2)

Bakın ben sadece altı yıllık tıp fakültesi eğitimi almakla kalmamış, 1987-1991 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak akademik kariyer yapmış uzman bir bilim adamıyım (BELGE 3). Bu belgeyle ve Anayasa’nın 27. maddesine göre “bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkı”na fazlasıyla sahibim. Yayma hakkıma sahip olduğumu ben değil sizlere kılavuzluk eden T.C. Anayasası söylemektedir. Bu kanun maddesinden açıkça anlaşılabileceği gibi, doktor kimliğimle tıbbi kanaatlerimi açıklarken, örneğin; ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün sol göğsünde,
Çanakkale’de aldığı şarapnel yarası nedeniyle ömrü boyunca yanık skarı taşıdığını,
ikinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün sağır olduğunu, yine Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in obes olduğunu, Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in Parkinson hastalığı olduğunu söylememle veya Şafak Pavey’de ekstremite yoksunluğu;
Meclis Başkanvekili Sadık Yakut’ta vitiligo varlığı ya da sabık Başbakan’ın uzaktan gördüğüm kadarıyla omurga sorunundan bahsetmem hakaret sayılmazken;
bir psikiyatrik kanaat teşhisimin hakaretten sayılması esas itibariyle ikirciklidir.

Müşteki vekilleri; “müvekkilimiz Altıoklar’a sormamıştır ki kendi akıl sağlığını.
Bu nedenle açıklamaları hakarettir demektedir.” Oysa Recep Tayyip Erdoğan yolda düşse, ilk müdahale edenlerden biri ben olurum. Doğru tedaviyi uygulamadan önce de kalp krizi nedeniyle mi, inme indiği için mi yoksa sara nöbetinden dolayı mı düşüp düşmediğini teşhis etmem gerekir ve bu teşhisi koyarken hastanın bana sormasını da beklemem. Beklersem suç sayabilirsiniz. Çünkü durum acildir. Davamız konusu olan teşhisim de
acil bir durumun önlemi olarak kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bununla birlikte içinde bulduğum çevrede kuduz hastalığı taşıyan bir vaka teşhis etsem, hem müdahale etmek, hem de kamuoyuna bildirmekle yükümlü olduğumu yasalar söylemektedir. Çünkü burada kamuoyunun sağlığı söz konusudur. Davamızda da kamuoyunun akıl ve bedensel sağlığı tehlike altında olduğu için yetkili kuruluşları uyarmak üzere teşhisimi açıkladım.
Teşhisim koruyucu hekimliğin gereğidir. Bunlarla birlikte bir doktorun kamuoyuna
mal olmuş, her gün defalarca televizyon başta tüm medya organlarında karşılaştığı şahsiyetlerle ilgili fiziksel hastalık teşhisinin olağan ama psikiyatrik hastalık teşhisinin
suç unsuru sayıldığını yazan bir kanun maddesine yazılmamış Magna Carta dâhil
hiçbir kanun kitabında rastlayamazsınız.

Fiziksel hastalıklarla ilgili teşhis koymam ve rapor vermem suç teşkil etmezken,
akıl hastalığıyla ilgili teşhis koymam suç olamaz. Müştekinin doktor yorumu yapmamı hakaret sayarak şikâyet etmesi , narsisistik kişilik bozukluğu teşhisini doğrulamaktadır. Çünkü narsisistik kişilik bozukluğunun en temel teşhis kriterlerinden birisi de eleştiriye tahammülsüzlüktür.

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu noktada Sayın mahkemenin müsadesiyle şikayetçi tarafından hakaret olarak addedilen narsisisistik kişilik bozukluğu hakkında özet bir bilgi vermek isterim. Karar yüce Türk adaletinindir. Narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmecilik ve
üstünlük duygusudur. Tüm dünya Psikiyatristlerinin kabul ettiği DSM-IV tanı ölçütlerine göre, bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu denebilmesi için
aşağıda verilen kişilik özelliklerinin beşinin bulunması yeterlidir: (BELGE 4)

1. Kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğunu düşünür.
2. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve yetenekleri olduğunu sürekli deklare eder.
3. Üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekler.
4. Kendilerine hayrandır. Çok beğenilmek ve sürekli dışardan onay görmek ister.
5. Her şeyi yapmaya hak kazanmış ve özellikle kayırılacak bir kişi olduğunu düşünür.
6. Kendi çıkarları için, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.
7. Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanımaz.
8. Her başarılıyı kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

Narsisist kişi her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Eleştiriye duyarlılık ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısının en belirgin özelliklerindendir. Narsisistik kişi kendini aşırı değerli hissettiği için eleştirilmeye karşı çok duyarlı ve kırılgandır.
Şikayetçi Erdoğan da kırılgandır. Bir doktor teşhisini şikayet ederek dava açtığına göre, belli ki epeyce kırılmıştır. İşte kendisi için de, yakın çevresi için de, ülkemiz için de, içinde yaşadığımız coğrafyamız ve hatta dünya için de endişelerimiz bu noktadan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede şikayetçi Erdoğan’ın bir sonraki celseye teşrif etmesini, sizlerin huzurunda, sizlere ve şikayetçi olduğu bendenizin gözetiminde şikayetinin derinindeki dinamikleri, nereden rencide olduğunu anlatmasını talep ederim.

Bununla birlikte şikayetçinin şikayetlerini ve dinamiklerini dinlemek ve bilirkişi heyet raporu vermek üzere, tarafsız bir üst kurum olan Türk Tabipler Birliği’ni temsilen bir psikiyatristler heyetinin yüce mahkemenize gelerek gözlem ve inceleme yapmasını talep ederim. Böylelikle şikayetçi için kullandığım “narsisistik kişilik bozukluğu” kavramının bir teşhis mi, yoksa teşbih mi olduğu konusunda yüce mahkemenizin karara varmasının da daha adil olacağını düşünmekte olduğumu bildiririm.

Hal böyle olunca özetle şikayetçi Recep Erdoğan’ın bu mahkemeye gelmeyecek olursa, tam teşekküllü bir hastanede söz konusu belirti ve bulgulara sahip olmadığının belgelenmesini, aksi halde hatalı teşhis ve beyanda bulunduğumu kabul edeceğimi
açıkça beyan ederim.

Kısaca,

Recep Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun bilirkişilerce rapor edilmesini talep ederim.

SON SÖZ

Yüce mahkemenizin, hekim olan şahsımı, bu davayla suçlu bulması halinde
tarihe geçeceğini düşünmekteyim. Şöyle ki; “hakaret davası” olarak anılan bu davada, dava konusu olan bir hakaret söz konusu değildir. Çünkü ben bir teşbih yapmadım,
teşhis koydum. Teşhis koyan bir hekimi yargılayan bu mahkeme, hakaret davasına baktığı için değil, teşhis koyan tıp bilimini yargıladığı için tarihe geçecektir.

Saygılarımla…
————
Gezi’de,”Camiye ayakkabılarıyla” girdiler diyerek kıyameti koparan da;
türbenin yıkılmasını başarı sayan da aynı Recep Tayyip Erdoğan..
***
Dr. Ahmet Saltık’ın notu : 

Meslektaşımız Dr. Altıok’un gönderme yaptığı, 46, eski Türk Ceza Yasasının maddesidir,
5271 sayılı yeni Ceza Yasasında (2005) karşılığı 32. maddedir.

AKIL HASTALIĞI

Madde 32 – (1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.

(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir.
Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir.
Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen,
akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.

****
Dr. A. Saltık : Bu yazının tümünü pdf olarak indirmek için lütfen tıklayınız…

NARSISTIK_KISILIK_BOZUKLUGU_ve_ERDOGAN

Erdoğan’ın akıl sağlığı

Erdoğan’ın akıl sağlığı

Mustafa_ALTIOKLAR_portresi

 

 

Uz. Dr. Mustafa ALTIOKLAR..

 

Erdoğan’ın akıl sağlığı durumu…

Mart 17, 2015 |Facebook Paylaş

Dr. Mustafa Altıoklar’ın,

Tayyip Erdoğan için “Kişilik bozukluğu var,
46 raporu vemek lazım.”

sözleri mahkemeye taşınmıştı.
Uz. Dr. Mustafa Altıoklar’ın davadaki savunması ortaya çıktı Ünlü sinema yönetmeni
Mustafa Altıoklar CNN Türk Aykırı Sorular programında Başbakan Tayyip Erdoğan için “Narsistik Kişilik Bozukluğu” olduğunu söyleyerek” kendisine rapor vermek lazım,
46 raporu.” ifadelerini kullanmıştı.

Başbakan Erdoğan için kullandığı ifadeler için mahkemede savunma yapan Altıoklar
Erdoğan için söylediği ifadelerden geri adım atmadı. Altıoklar, hakaret etmediğini,
bir doktor olarak teşhis koyduğunu söyledi.

Oyuncu Levent Üzümcü Altıoklar’ın savunmasını Twitter’dan paylaştı…

Dr. ALTIOKLAR’IN SAVUNMASI

SAYGIDEĞER YARGIÇLAR,

Ben bugün burada bir hakaret davasından yargılanırken savunmamı
DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ kavramı üzerine kurmayacağım. HAYIR…
Ben aslında bugün burada bir SAVUNMA YAPMAYACAĞIM… Bugün ben burada sizlere bana daha 24 yaşındayken verdiğiniz resmi bir görevi hatırlatacağım ve
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI’nın 27. maddesinden bahsedeceğim.

ANAYASAMIZ’ın 27. maddesi; “Herkes, bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına sahiptir.” demektedir. Bendeniz, 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, bir hekimim (BELGE 1). Mezuniyetimi takip eden hafta hekim olarak mesleki kariyerime başladım. Henüz 24 yaşındayken
sizler gibi hâkimler ya da savcılar karara bağlayacakları dosyaları tarafıma göndererek davalarıyla ilgili şahısların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair raporlar talep ettiler. Benim ve benim gibi pratisyen hekimlerin, dikkatinizi çekerim psikiyatri uzmanları değil, pratisyen hekimlerin verdikleri kanaat raporları doğrultusunda adaletin gereğini yerine getirdiler. Bizler o akıl sağlığı raporlarını vermeyecek olsak kanun önünde suçlu sayılabilirdik. Özetle şahsımın verdiği kanaat raporları sizlere ışık tuttuğu için yargıya varabildiniz. Şimdi ise o günlerin üzerinden tam otuz yıl geçti ve değirmende değil, hekimliğimin yanı sıra yazar ve yönetmen olarak iştigal ettiğim karakter analizleriyle ağarmış saçlarımla, artık epeyce tecrübeli bir hekim olarak vardığım
Narsisistik Kişilik Bozukluğu kanaatimden dolayı “şüpheli” sıfatıyla karşınızdayım.

Söz konusu şüphe ise hakaret ettiğimdir. Savcılık makamı iddianamesinde
“Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.” demektedir.

Her şeyden önce akıl hastalığına hakaret demek, akıl hastalarına hakarettir.
Ben sözlerimde hakaret unsuru bulmamaktayım, eleştirmeye niyet dahi etmedim,
hele hakaret yoluyla suç işlemeye kastım hiç olmadı. Çünkü ben teşbih yapmadım,
teşhis koydum. Müştekide Narsisistik Kişilik Bozukluğu olduğunu söylerken
ne bir benzetme, ne bir yakıştırma, ne bir aşağılama düşüncem olmadı.

Hekim, Hekimlik etiği hastalarının durumlarını alay konusu yapmaz, aşağılamaz,
hele hakaret amaçlı asla kullanmaz. Biz hekimler Tababet ve Şuabatı Sanatlarının
Tarzı İcrası
na ehliyet almadan önce bu madde üzerine de and içeriz ve içtik.
Davaya söz konusu olan açıklamamda ise aynen meslektaşlarım olan
Türk Tabipler Birliği mensubu hekimlerin duyduğu kaygıyı kamuoyuyla paylaştım.

“ Bizler hekimiz. İnsanın bin bir ruh halini, bin bir duygu durumunu biliriz.
Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe duyuyoruz.
Fevkâlâde endişe duyuyoruz.
Kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.” (BELGE 2)

Bakın ben sadece altı yıllık tıp fakültesi eğitimi almakla kalmamış, 1987-1991 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak akademik kariyer yapmış uzman bir bilim adamıyım (BELGE 3). Bu belgeyle ve Anayasa’nın 27. maddesine göre “bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkı”na fazlasıyla sahibim. Yayma hakkıma sahip olduğumu ben değil sizlere kılavuzluk eden T.C. Anayasası söylemektedir.

“Bu kanun maddesinden açıkça anlaşılabileceği gibi, doktor kimliğimle tıbbi kanaatlerimi açıklarken, örneğin; ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün sol göğsünde, Çanakkale’de aldığı şarapnel yarası nedeniyle ömrü boyunca yanık skarı taşıdığını,
2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün sağır olduğunu, yine Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in obes olduğunu, Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in Parkinson olduğunu söylememle veya Şafak Pavey’de ekstremite yoksunluğu; Meclis Başkanvekili Sadık Yakut’ta vitiligo varlığı ya da sabık Başbakan’ın uzaktan gördüğüm kadarıyla omurga sorunundan bahsetmem hakaret sayılmazken; bir psikiyatrik kanaat teşhisimin hakaretten sayılması esas itibariyle ikirciklidir.

Müşteki vekilleri; “müvekkilimiz Altıoklar’a sormamıştır ki kendi akıl sağlığını.
Bu nedenle açıklamaları hakarettir demektedir.” Oysa Recep Tayyip Erdoğan yolda düşse, ilk müdahale edenlerden biri ben olurum. Doğru tedaviyi uygulamadan önce de kalp krizi nedeniyle mi, inme indiği için mi yoksa sara nöbetinden dolayı mı düşüp düşmediğini teşhis etmem gerekir,.Ve bu teşhisi koyarken hastanın bana sormasını da beklemem. Beklersem suç sayabilirsiniz. Çünkü durum acildir. Davamız konusu olan teşhisim de
acil bir durumun önlemi olarak kamuoyuyla paylamıştır. Bununla birlikte,
içinde bulduğum çevrede kuduz hastalığı taşıyan bir vaka teşhis etsem, hem müdahale etmek, hem de kamuoyuna bildirmekle yükümlü olduğumu yasalar söylemektedir.
Çünkü burada kamuoyunun sağlığı söz konusudur. Davamızda da kamuoyunun akıl ve bedensel sağlığı tehlike altında olduğu için yetkili kuruluşları uyarmak üzere teşhisimi açıkladım. Teşhisim koruyucu hekimliğin gereğidir. Bunlarla birlikte bir doktorun kamuoyuna mal olmuş, her gün defalarca televizyon başta tüm medya organlarında karşılaştığı şahsiyetlerle ilgili fiziksel hastalık teşhisinin olağan ama psikiyatrik hastalık teşhisinin suç unsuru sayıldığını yazan bir kanun maddesine Magna Carta dâhil
hiçbir kanun kitabında rastlayamazsınız.

Fiziksel hastalıklarla ilgili teşhis koymam ve rapor vermem suç teşkil etmezken,
akıl hastalığıyla ilgili teşhis koymam suç olamaz.

Müştekinin doktor yorumu yapmamı hakaret sayarak şikâyet etmesi, narsisistik kişilik bozukluğu teşhisini doğrulamaktadır.

Çünkü narsisistik kişilik bozukluğunun en temel teşhis kriterlerinden birisi de
eleştiriye tahammülsüzlüktür.

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu noktada Sayın mahkemenin müsadesiyle şikayetçi tarafından hakaret olarak addedilen narsisisistik kişilik bozukluğu hakkında özet bir bilgi vermek isterim. Karar yüce
Türk adaletinindir. Narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmecilik ve üstünlük duygusudur. Tüm dünya Psikiyatristlerinin kabul ettiği DSM-IV tanı ölçütlerine göre, bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu denebilmesi için aşağıda verilen kişilik özelliklerinin beşinin bulunması yeterlidir: (BELGE 4)

1. Kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğunu düşünür.
2. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve yetenekleri olduğunu sürekli deklare eder.
3. Üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekler.
4. Kendilerine hayrandır. Çok beğenilmek ve sürekli dışardan onay görmek ister.
5. Her şeyi yapmaya hak kazanmış ve özellikle kayırılacak bir kişi olduğunu düşünür.
6. Kendi çıkarları için, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.
7. Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanımaz.
8. Her başarılıyı kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

Narsisist kişi her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Eleştiriye duyarlılık
ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısının en belirgin özelliklerindendir. Narsisistik kişi kendini aşırı değerli hissettiği için eleştirilmeye karşı çok duyarlı ve kırılgandır.
Şikayetçi Erdoğan da kırılgandır. Bir doktor teşhisini şikayet ederek dava açtığına göre, belli ki epeyce kırılmıştır. İşte kendisi için de, yakın çevresi için de, ülkemiz için de, içinde yaşadığımız coğrafyamız ve hatta dünya için de endişelerimiz bu noktadan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede şikayetçi Erdoğan’ın bir sonraki celseye teşrif etmesini, sizlerin huzurunda, sizlere ve şikayetçi olduğu bendenizin gözetiminde şikayetinin derinindeki dinamikleri, nereden rencide olduğunu anlatmasını talep ederim.

Bununla birlikte şikayetçinin şikayetlerini ve dinamiklerini dinlemek ve bilirkişi
heyet raporu vermek üzere, tarafsız bir üst kurum olan Türk Tabipler Birliği’ni temsilen bir Psikiyatristler heyetinin yüce mahkemenize gelerek gözlem ve inceleme yapmasını talep ederim.

Böylelikle şikayetçi için kullandığım “narsisistik kişilik bozukluğu” kavramının
bir teşhis mi, yoksa teşbih mi olduğu konusunda yüce mahkemenizin karara varmasının da daha adil olacağını düşünmekte olduğumu bildiririm.

Hal böyle olunca özetle şikayetçi Recep Erdoğan’ın bu mahkemeye gelmeyecek olursa, tam teşekküllü bir hastanede söz konusu belirti ve bulgulara sahip olmadığının belgelenmesini, aksi halde hatalı teşhis ve beyanda bulunduğumu kabul edeceğimi
açıkça beyan ederim.

Kısaca,

Recep Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun bilirkişilerce rapor edilmesini talep ederim.

SON SÖZ

Yüce mahkemenizin, hekim olan şahsımı, bu davayla suçlu bulması halinde
tarihe geçeceğini düşünmekteyim. Şöyle ki; “hakaret davası” olarak anılan bu davada, dava konusu olan bir hakaret söz konusu değildir. Çünkü ben bir teşbih yapmadım,
teşhis koydum. Teşhis koyan bir hekimi yargılayan bu mahkeme, hakaret davasına baktığı için değil, teşhis koyan tıp bilimini yargıladığı için tarihe geçecektir.

Saygılarımla…

————
Gezi’de,”Camiye ayakkabılarıyla” girdiler diyerek kıyameti koparan da;
türbenin yıkılmasını başarı sayan da aynı Recep Tayyip Erdoğan..

=================================

NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU ve ERDOĞAN

Dostlar,

Son derece ilginç bir tablo ile karşı karşıyayız.
80 milyona varan nüfusuyla dev bir ülke ve pek çok başka devlet, uluslararası kurum..
RT Erdoğan’ın 1 yılı aşan yönetiminden illallah demektedir.

Bir “hal” çaresi bulunamamaktadır.
Toplum neredeyse nefsi müdafaya geçmiştir.
RT Erdoğan’ın davranışlarındaki tutarsızlıklar, çelişkiler onlarca, yüzlercedir.

Önceki gün de “ülkemizin bir anonim şirket gibi yönetilmesi gerektiğini” söyleyerek demokrasiden ne denli uzak ve son derece tehlikeli niyet ve düşünceler taşıdığını
kendi ağzıyla açıklamıştır. Şirketler Kapitokratik / Kapitokrasi ile (sermeye gücü ile, kapital ile) yönetilen yapılardır; toplumlar ise Demokrasi ile yönetilirler.
Kadim Plato’dan bu yana Demokrasi 2500 yıldır insanlığın özlemi – hedefidir ve Anayasamız da Türkiye’nin Demokratik bir Cumhuriyet olduğunu değiştirilemez bir hüküm olarak koymuştur (md. 2 ve 4).
***
“Narsisitik kişilik bozukluğu” seyrek görülen bir durum değil, tersine “sıkça” rastlanan
bir tablodur. RT Erdoğan’ın, haydi “Bozukluk” (İngilizce Disorder) sözcüğünü kullanmayalım, “Narsisitik bir kişilik” olduğu ülkemizde yaygın olarak konuşulmakta ve kabul görmektedir. Eski deyimle böylesi bir tanı vaka-i adiyedendir, sıradanlaşmıştır.

Öte yandan bir insana “Narsisitik kişilik bozukluğu” tanısı koymak için hekim olmak bile gerekmez. Hele tıpta herhangi bir dalda uzman hekim olmak hiç gerekmez.
Başta Pikologlar olmak üzere, ortalama her aydın, özellikle siyaset bilimciler, diplomatlar, öğretmenler…  böylesi bir tanıyı koyabilirler. Kişinin bir hekimin muayenesinden geçmesi de gerekmez. Kamuoyu önünde sergilenen sürgit davranışlar yeter ipucu hatta kanıttır.

RT Erdoğan’ın kişilik özelliği herkesin malumu iken, hekimler arasında yaygın olarak kabul görmekte iken; saygın ve kıdemli meslektaşımız Uz. Dr. Mustafa ALTIOKLAR “Kral çıplak” deme cesaretini göstermiştir.

Apaçıktır ki; aleme malum bu değerlendirmeyi – yargıyı – nitelemeyi … TIBBİ TANIYI “hakaret” gerekçesiyle dava etmek ise merdi kıptinin şecaat arzını çağrıştırmakta,
kendini ele vermektedir.

Bu sitede daha önce benzer kaygılar dile getirilmiş, Türk Tabipleri Birliği ile
Türk Psikiyatri Derneği‘nin, Türk Psikologlar Derneği‘nin meşru girişimlerde bulunması gerektiği vurgulanmıştı.

Şimdi, davacı olarak, aslında ayna tutarak kendisine ve ülkemize çok hayırlı bir iş yapmış olan Sayın Dr. Mustafa ALTIOKLAR’ın cezalandırılmasını istemek yerine, RT Erdoğan, resmi bir Psikiyatristler kurulunca muayeneyi kabul etmeli ve böylesi bir kişiliğinin olmadığını kanıtlamalıdır. Böylelikle şüyuu vukuundan beter bir durum aydınlatılmış olur.
Kendisi muayeneye yanaşmazsa, mahkemece, durumun netleşmesi için bilirkişi kurulu oluşturularak Uz. Dr. Altıoklar’ın koyduğu tıbbi tanının, kendisinin de pek yerinde istemine dayalı olarak yerindeliği / yerindesizliği belirlenmelidir.

Dr. Altıoklar’ın RT Erdoğan’ı sağlık raporu almaya zorlaması kişisel olarak
olanaklı değildir.

Öte yandan davaya bakan mahkeme böylesi bir yola başvurmadan nasıl hüküm kuracaktır?

Sav sahibi, savının kanıtlanması için mahkemeden yardım istemekte,
mahkemeyi göreve çağırmaktadır.

Ceza mahkemesi, ceza yargılaması hukukunun gereği olarak sanığın lehine ve aleyhine tüm kanıtları toplamak zorundadır. Dr. Altıoklar’ın, Erdoğan’a kurul sağlık raporu verilmesi isteminin reddi olanaklı değildir.

Kaldı ki; ülkenin üst düzey yöneticilerinin beden – ruh sağlığı ile ilgili olarak kamuoyunda bir kaygı – kuşku doğduğunda, demokratik gelenekler, bu kişilerin kendiliğinden
sağlık kurumlarına başvurarak durumlarını belgelemelerini ve kamuoyu ile paylaşmalarını gerekli hatta zorunlu kılar.

Dr. Altıoklar, Türkiye’de de böylesi bir geleneğin yerleşmesine hizmet etmiş olacaktır.

Açık bilimsel veridir ki; “Narsisitik kişilik bozukluğu”
demokrasi ile bağdaşmaz.
Narsisist kişiler demokrat değillerdir, olamazlar.

Bu durum Ülkenin selameti açısından son derece sakıncalıdır. Nitekim demokrasi ve Anayasa dışı pek çok istem ve eylem RT Erdoğan tarafından Türkiye’ye dayatılmaktadır.
Örneğin Demokrasinin bir tramvaya benzetildiği, istenen durağa gelindiğinde inileceği, laikliğin cumhur isterse tabii gideceğini… vd. apaçık söylenmiştir.
Cumhurbaşkanlığı yemini ve Anayasa ayaklar altındadır; Demokrasinin olanakları
kötüye kullanılarak fiili bir darbe yapılmakta, ülkemiz hızla totaliter bir rejime sürüklenmektedir.

Cumhurbaşkanı bile olsa, kişilik haklarına hakaret edildiği sözde savları ardına saklanarak sorumlu yurttaşlık görevini yüreklilikle yerine getiren kişilerin üzerine, “en iyi savunma saldırıdır” taktiğiyle gitmek hukuk ve demokrasi içi değildir. Dava açan savcılığın yargısı son derece sığ ve bilim dışıdır :

“Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.”

31 yıllık kıdemli hekim Uz. Dr. Mustafa Altıoklar akıl hastalığı vurgusu / iması da yapmamakta, akıl hastalığı tanısı koymaktadır. Tıbbi tanı koymak “eleştiri ve düşünce özgürlüğü” kategorisinde bir davranış değildir ki, bu sınırlar aşılarak hakaret suçu
işlenmiş olsun! Bu davranış ve eylem; yani “narsisitik kişilik bozukluğu” tanısı koymak, profesyonel sorumluluk gereği yetki ile yerine getirilen, üstün kamu yararı açısından kaçınılması olanaklı olmayan bir edim, bir eda / borçtur, Hipokrat yemininin gereğidir.
Yavuz hırsızlık yöntemleri ile agresyon göstererek Dr. Altıoklar’ı linç yerine,
buyurun, resmi bir uzman hekimler kurulundan raporla durumunuzu belgeleyin.
Bu sizin de ülkenin de hayrına olacaktır.

Türk Tabipleri Birliği derhal devreye girerek, bilimsel gerçeğin hızla aydınlatılması için tüm olanaklarını seferber etmelidir.

Unutulmasın; söz konusu Vatan olunca, geri kalan her şey teferruattır.

Yazının tümü, pdf olarak : NARSISTIK_KISILIK_BOZUKLUGU_ve_ERDOGAN

Sevgi ve saygıyla.
19.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : 46, eski Türk Ceza Yasası’nın maddesidir, 5271 sayılı yeni Ceza Yasasında karşılığı 32. maddedir.

AKIL HASTALIĞI
Madde 32 – (1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. 

Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.

(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir.
Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir.
Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.

ASIL KATİL AKP’nin ÖZELLEŞTİRMECİ SAĞLIK POLİTİKALARI


ASIL KATİL AKP’nin ÖZELLEŞTİRMECİ SAĞLIK POLİTİKALARI 

Dostlar,

Üyesi olduğumuz yasal meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği’nden ulaşan
çağrı ve iletiyi paylaşmak istiyoruz.

Başta Hekimlere olmak üzere sağlık çalışanlarına dönük ŞİDDET (Cinayetler!) bitmek bilmiyor..

  • Başbakan RT Erdoğan ağzını açmıyor??!

Tersine halkı sağlık çalşanları aleyhine kışkırtan konuşmaları basında çıkıyor..

  • Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu dilini yutmuş..
    “dayak yediğinizi kimseye duyurmayın”
     genelgesi yayınlıyor.!?

Artık makyajı dökülen cilalı sağlık hizmetlerinin acı içyüzü ile karşılaşan yurttaş,
kendine kesilen faturayı, önüne gelen sağlık çalışanına ciro ediyor.

Oysa asıl sorumlu olan, İktidarın Küreselleştirmecilerin (=yeni emperyalistlerin!) güdümünde izlediği özelleştirmeci -piyasacı – yurttaşı müşterileştiren
vahşi sağlık politikaları..

Süslü adı ise SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM!

Majestelerinin basını da huşu içinde derin sadakatle kör – sağır ve dilsiz..

  • Peki, akan kanların, solan yaşamların hesabını kim verecek ??

Lütfen aşağıdaki hazin çağrıyı özenle okur ve ne yapılabileceğini siz de
düşünür müsünüz??

Sevgi ve saygı ile.
15.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TTB_internet_bulteni

Sayın AHMET SALTIK

Daha on gün önce 4 Ağustos günü Iğdır’da saldırıya uğrayan meslektaşımızla ilgili olarak bir basın açıklaması yaptık. Bu on gün içinde Çorum’dan Uşağa, Konya’dan Mersin’e, İstanbul’dan Hakkari’ye  asistan hekim, aile hekimi, acil hekimine saldırı haberleri gelmeye devam etti. Bakanlığın “dayak yediğinizi kimseye duyurmayın” genelgesine, hastane yöneticilerinin “sesinizi çıkarmayın” baskılarına rağmen örtülemeyen, saklanamayan bir yoğunlukta şiddet devam etmektedir. Son olarak Hakkari Yüksekova’da Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Soner Pul’un 50 kişi tarafından acımasızca darp edilmesi, sorunun ciddiyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir.Başka Ersinler kaybedilmesin diye kurulduğunu düşündüğümüz ve önemsediğimiz  TBMM Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddeti Araştırma Komisyonu raporunu Ocak ayında yayınlanmıştır. Komisyonun kurulması için verilen önergelerde son yıllarda artış gösteren doktorlara şiddet içerikli saldırıların toplumsal bir sorun haline geldiği saptaması yapılmıştır. Sağlık sistemindeki sorunların tek nedeninin doktorlar olduğunun yetkililerce ifade edilmesinin doktorları hedef haline getirdiği vurgulanarak yaşanan güvenlik sorunlarının nedenleri ile çözüm yollarının araştırılması istenmektedir. Türk Tabipler Birliği, Dr. Ersin Arslan’ın ölümünden hemen sonra gerek Sağlık Bakanı ile yapılan görüşmelerde gerekse TBMM’deki ilgili komisyona yaptığı sunumlarda değerlendirmelerini aktarmıştır.

Komisyon raporunda şiddetin nedenleri içinde kurumsal faktörler olarak;

– çeşitli alanlarda tahsil edilen katılım paylarını,
– hastaya ayrılan sürenin yetersizliğini,
– SABİM’in uygulanma şeklini,
– sağlık çalışanlarının sayısal yetersizliği ve dengesiz dağılımını,
– Sağlık Bakanlığı’nın şiddet konusunda temel bir politika oluşturmamış olmasını,
– mevcut uygulanan şekliyle performansa dayalı ödemeyi sıralamaktadır.

Bu saptamalardan sonra Komisyon kurumlarda risk değerlendirmelerinin yapılmasını, sağlık personelinin dağılımının gözden geçirilmesini, SABİM’in bir şikayet değil iletişim merkezi olarak işlev görmesinin sağlanmasını, yöneticilerin ve siyasetçilerin şiddeti kınayan ve sağlık çalışanlarının verdiği hizmetin vazgeçilmezliğini vurgulayan söylemler geliştirmesini, Türk Ceza Kanunu’nda caydırıcı yönde düzenlemeler yapılmasını önermektedir.

Önermektedir de rapor yayınlandığından bu yana aradan geçen yedi ayda bu değerlendirmeler ve öneriler hakkında hangi adımlar atılmıştır? Nu yazık ki kayda değer düzenlemeler ve tavır değişiklikleri olduğunu söylemek imkansızdır. İlgili Araştırma Komisyonu’nun Başkanı, şimdi TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Dr. Necdet Ünüvar sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti daha caydırıcı hale getirecek düzenlemenin “yetiştirilemediğini” ifade etmektedir.

Sağlık Bakanı’ndan ses yoktur.
Hekimlerin, sağlık çalışanlarının başına çorap ören,

  • sağlığı gitgide daha fazla paralı hale getiren yasalar torbalara doldurulup çıkarılırken

şiddeti önleyecek yasa bir türlü “yetişmemektedir”! Şiddeti önleyecek sahici işler yapılmazken, saklamaya yönelik genelgeler yayınlanmaktadır.

Türk Tabipler Birliği’nin şiddetin nedenleri ve önlenmesine yönelik çalışmaları görmezden gelinmektedir, anladık ama TBMM’nin hazırladığı raporun yok sayılması içler acısıdır. Aylarca süren çalışmalar raflarda durmaktadır, sağlık çalışanlarının beklentileri boşa çıkmaktadır.

Çok söyledik, duyarlar mı bilmiyoruz, ama başka Ersinler ölmesin (Gaziantep’te sırtından bıçaklanarak öldürülen Op. Dr. Ersin Arslan) diye, gencecik hekimler vahşice dövülmesin diye, insanca ortamlarda çalışıp nitelikli sağlık hizmeti sunalım diye TBMM’ni, Sağlık Bakanlığı’nı göreve çağırıyoruz:

Hazırladığınız raporun gereğini yapın.

Sağlıkta şiddeti önlemek için sahici adımlar atmaya başlayın.

Yarın çok geç olmadan

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi