Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

‘Compassionate Erdoganism’

author

Emek sömürüsüne dayalı ve insan haklarını ayaklar altına alan niteliği nedeniyle, zaten “vahşi” olan bu sistemin, kimi zaman yapay biçimde “vahşi kapitalizm” diye bir versiyonundan söz edilir. Sanki “vahşi olmayanı” mümkünmüş gibi.

Bunun, sistemin vahşetini unutturmak ve “şekerlendirmek” üzere biraz da bilinçli türetilmiş bir kavram olduğuna inanmışımdır hep.

İngilizce’de “Crony Capitalism denilen bir versiyonu da vardır. “Ahbap – Çavuş Kayırılmasına Dayalı” versiyonunu tanımlamak için kullanılır. Sanki zaten sağcı rejimlerin geleneğinde hep bu (kayırma) yokmuş gibi.

Bir de, sıkça piyasaya sürülen bir “Compassionate Capitalism” diye pazarlanmaya çalışılan modeli vardır. “İyi yürekli, müşfik, yumuşak, acıtmayan” kapitalizm diye çevrilebilir dilimize.

Liberallerin bayıldıkları ve “Bak, valla billa canın yanmayacak” mealinde damarlara zerk etmek istedikleri model bu. Kitleleri, “Bak, yeminle söylüyorum. O kadar kötü sömürmeyeceğiz. Azıcık, ucundan” diye uyutmaya dönük bir yalanın adıdır bu “Compassionate Capitalism.” Amerika’da ve başka ülkelerde sözüm ona “liboş demokratlar”ın iktidara gelmek için pazarladıkları bir tiyatro oyununun senaryosudur.

Bu farklı sömürü türleri ve insan haklarını karşısına alan bu acımasız sistemin versiyonlarını niye böyle uzun uzun anlattım?

Türkiye’de de son 20 yılın acımasız sitemini “güya” ortadan kaldırıp yerine daha “compassionate” bir Erdoğanist sistem getirmenin, yol taşları örülmeye başlanıyor da, ondan.

“Altılı Masa” olarak da anılan ve CHP – İYİ Parti öncülüğünde diğer 4 partinin de dahil olduğu bu masanın, her ne kadar çıkış noktası ve asıl hedefi “Erdoğan rejimine son vermek ve güçlendirilmiş parlamenter sistemin tesisi” diye sunulmak istense de, bu ittifakın bileşenlerinin “ideolojik-genetik yapısı”nın, son tahlilde bir tür “Compassionate Erdoğanism” olduğu söylenebilir.

Biraz daha açayım: Evet. Recep Tayyip Erdoğan ve çevresindeki kliğin “Ben ne dersem o olur. İtiraz edenin kafasını ezeriz. Yok öyle yağma. Hep bizimkiler kazanacak. Yok öyle muhalefet. Adamı doğduğuna pişman ederim” tavrının yarattığı antipati eleştiriliyor.

Evet. Kararların görece daha “Demokratik mekanizmalarda alınacağı, kaynakların daha etkili kullanılacağı” vaadi tekrarlanıp duruluyor. Ama masada yer alan siyasi liderlerin ezici bir çoğunluğunun (Saadet, İYİ, DEVA, Gelecek, Demokrat Parti) aynı merkez ve İslamcı, aşırı sağ gelenek içinden süzülüp gelmiş olmaları, yakın gelecekte “kapitalist – faşist genetik kodlardan” sıyrılacaklarına dair, kitlelere bir umut aşılayamıyor.

Önceliklerin, emekçiden değil sermayeden yana olması ilkesinin devam edeceğine, insan hakları ve temel özgürlüklerle ilgili, bugünün rejiminden çok ötede bir “nefes alma” ikliminin işaretlerinin görülmemesine dair izlenimimi söylüyorum.

CHP’nin, bu oluşum içinde en büyük ve en köklü siyasi hareket olmasına rağmen, “Aman ortakları ürkütmeyelim. Aman ortaklarımızın genetik kodları ile çelişiyor görünüp de onların seçmen kitlesini rencide etmeyelim” kaygısının rahatsız edici oranda ağır basması beni (ve sık sık konuştuğum pek çok CHP’liyi) rahatsız ediyor da onu diyorum.

Mesela, Cumhuriyet’imizin temellerinden birini oluşturan laiklik konusuna yapılması gereken oranda güçlü vurgu yapılmasından imtina edilmesi, mesela 20 yılın talan rejiminin ve Cumhuriyet’in dişiyle tırnağıyla oluşturduğu tüm kamu varlıklarının satışının “geri çevrilmesi” (kamulaştırma diyorum) ve kamucu bir ekonomik sisteme geçilmesine pek cesaret edilememesi dikkat çekiyor. Bunu vurgulamak istiyorum.

Geçen 20 yılın bu anlamdaki “talancı ve satışçı” mirasının altında imzası bulunanlarla, geçen 20 yılın uluslararası siyasette batağa battığı ülkenin “batırılmasının” müsebbipleri ile aynı masada yer alınmasının “ağırlığından” söz ediyorum.

O zaman 20 yıllık Erdoğanist reijimiN ve politikalarının yerine “Compassionate Erdoganism” getirileceği kaygısının kitlelerde oluşmaması mümkün mü?

“Aman abi, şimdi sen de suyu bulandırma. Hele bir kurtulalım da….” cılığın zararına ve sakıncasına dikkat çekmek istedim sadece.

Kayda geçsin diye.

Devrim kapısının anahtarı

Mehmet Bedri Gültekin

Sosyalist Cumhuriyet Partisi Gn. Bşk.
17 Nisan 2022

Dünyamız ve Türkiye’miz tarihi bir yol ayrımında. Ukrayna savaşı bir kez daha gösterdi ki, ABD çağı geride kalıyor. Avrupa Birliği’nin yarını görmekten aciz miyop yöneticilerinin, ABD’nin savaş kayığına binerek sürdürdükleri kışkırtıcı politika ise, sadece Batı sisteminin kendi halkları başta olmak üzere dünyaya felaketten başka bir gelecek vermeyeceğini kanıtlıyor.

Ama insanlık bu felakete teslim olmayacak, altı bin yıldır “kaybolan Cenneti”ne ulaşmak yolunda verdiği mücadeleyi zafere ulaştıracak, eşitlikçi-halkçı-kamucu bir kardeşlik sistemine yeniden kavuşacaktır.

  • Türkiye ise                             :
    – 70 yıldır Atlantik sisteminin kapısına bağlanmanın
    – ve 40 yıldır uygulanan neo-liberal ekonomik politikalar sonucunda yaşanan
    – tarihimizin en ağır ekonomik krizinin,
    – ABD’nin bölgemize ve ülkemize yönelik olarak uyguladığı meşum politikaların sonucu
    10 yıldır sırtımıza yıkılan sekiz milyonluk mülteci yükünün yol açtığı sorunlar
    – ve bir tarikatlar koalisyonu olan AKP’nin Cumhuriyetimizi tasfiye etme yolunda
    – 20 yıldır uyguladığı politikaların sonucunda tarihi bir yol ayrımına gelmiştir.

Türkiye bu yol ayrımında, ya yeniden kardeş kavgasına sürüklenme, parçalanma ve kölelik yoluna girecek ya da geçen yüzyılın başında olduğu gibi yeniden silkinerek ayağa kalkacak ve yeniden Dünya milletler ailesi içinde; bağımsız, başı dik ve refaha kavuşmuş olarak onurlu yerini alacaktır.

Gerek Dünyada gerekse Türkiye’de koşullar şimdi tarihte hiç olmadığı kadar elverişlidir. İnsanlık son yüzyıl içinde bir yanda Atlantik sisteminin vahşi, hegemonyacı neo liberal sistemin yıkıcı sonuçlarını; diğer yandan, buna karşı sosyalist uygulamaların çok sayıda ülkeyi olumlu anlamda nereden nereye getirdiğini gördü. Geçen yüzyılın başında daha önceki sömürgeci yağma sisteminin sonucunda sokaklarında insanların açlıktan öldüğü, çöpçülerin sabahları sokaklardan ceset topladığı yıllardan, yüzyılın sonrasında sosyalizm sayesinde dünyanın en büyük ekonomisinin ortaya çıktığı ve yoksulluğun sıfırlandığı başı dik ve önü, sonuna kadar açık olan ülkelerin ortaya çıktığını da gördü.

İşte her şeyi bir yana bırakalım sadece bu gerçeğin varlığından dolayı insanlık, başında ABD’nin olduğu Batının neoliberal vahşi kapitalist sisteminden temelli olarak kurtulacağı bir dönemin eşiğinden içeri adım atmaktadır.

TÜRKİYE

Türkiye için ise şunu söyleyebiliriz:

  • 20. Yüzyılın başında emperyalist sömürgeciliğe karşı mazlumlar dünyasının ilk kurtuluş savaşını verdik ve ardından Ortaçağın tasfiyesi yolunda büyük bir Cumhuriyet Devrimi gerçekleştirdik.

Emperyalizmin işbirlikçileri ve Ortaçağ özlemcileri tam 70 yılı aşkın bir süredir bu büyük devrimin kazanımlarını yok etmek için saldırıyorlar. İktidar ellerinde, dünya emperyalist sistemi arkalarında ve ülkenin bütün kaynakları bu saldırının hizmetinde ama bütün bunlara rağmen Türk Milletinin büyük çoğunluğunun yaşanan sıkıntıların üstesinden gelmek için, en büyük dayanak olarak Atatürk’ü görmeye devam ettiği gerçeğinin önüne geçemiyorlar.

Gerçekte insanlığın dünya çapında yaşanan çıkmazdan kurtuluş olarak merkezinde sosyalist ülkelerin olduğu yeni bir dünya düzenine yönelmeleri ile Türk insanının bugün yaşadığı büyük krizden çıkışı Atatürk de görmeleri arasında dikkat çekici bir paralellik vardır. 20. Yüzyılın başındaki Türk Devrimi, Sosyalist Sovyetler Birliği ile tam bir dayanışma içinde başarılmıştı. Ve Atatürk’ün ölümüne kadar da bu sıkı dayanışma ve işbirliği devam etmişti.

ATATÜRK VE SOZYALİZM KİTABI

Yıldırım Koç arkadaşım Türk devriminin uygulamalarını bizzat Atatürk’ün ve diğer bazı Cumhuriyet Devriminin önde gelen isimlerinin ağzından ifade edildiği üzere “Türkiye’ye özgü bir sosyalizm” olarak niteliyor. İşte bu durum, Türkiye’yi bugün yaşamakta olduğu çıkmazın kapısını açacak sihirli anahtarı bize sunuyor.

  • Sihirli anahtar, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başardığımız Cumhuriyet Devriminin bize bıraktığı eşsiz mirastır.

Bu eşsiz miras özetle; yarım kalan Cumhuriyet Devrimi’ni tamamlayarak Türkiye’ye özgü bir sosyalizm inşasına yönelmedir.

Yıldırım Koç hocamız, son yıllarda ısrarla Atatürk ve Sosyalizm üzerine çok sayıda yazı kaleme aldı. Son olarak bu yazılarını kitap haline getirdi. Kitap geçtiğimiz günlerde AsyaŞafak Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu. Türkiye’nin bir çıkış yolu aradığı günümüzde kitap, çok önemli mesajlar veriyor: İnsanlığın ve Türkiye’nin tarihi bir yol ayrımına geldiği günümüzde, tarihimizin bu en önemli ve başarıya ulaşmış Devriminin gerçekte bugün bizler için neler ifade ettiğini Yıldırım Koç’un “Atatürk ve Sosyalizm” kitabından okumak çok öğretici olacaktır.
========================================
Dostlar,

Dostumuz Sn. M. Bedri Gültekin’e bu yazısı ve kitap tanıtımı için teşekkür ederiz,
kendisine katılıyoruz.
Yine dostumuz Sn. Yıldırım Koç’a da emek verip yazdığı ve bir araya getirerek kitaplaştırdığı için çok teşekkür ederiz..
Çeyrek yy önce merhum Prof. Alpaslan IŞIKLI da yazmıştı (1997) : ”

Sosyalizm, Kemalizm ve Din

Merhum büyüğümüz o kitabında,

  • “Bir insan hem Kemalist hem de sosyalist olamaz mı?”

sorusunu soruyor ve yanıtlıyordu : Evet..

Biz de böyle düşünüyoruz..

Emeğe saygı ile.

 

Sevgi ve saygı ile. 17 Nisan 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

OECD ÜLKELERİNDE ENFLASYON

Prof. Dr. D. Ali Ercan
Çekirdek Fiziği Uzmanı
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Değerli arkadaşlar,

Türkiye’deki hiper-enflasyona bir teselli kuyruğu bağlamak için iktidar yanlılarının ağzında sakız yaptığı “efendim, enflasyon yalnızca bizde yok ki, tüm Dünya enflasyonun pençesinde…” şeklindeki söylentileri bir yana bırakarak, gerçekleri gösteren sayılara bakalım…

Evet “enflasyon” Kapitalizmin, serbest piyasa sisteminin kaçınılmaz bir ögesidir (başka türlü küresel Finans merkezleri nasıl kazanırlardı ki..) ancak parasının değerini düşürmeyen, üretken ekonomilerde bu enflasyon rakamları %0’ın altında gezinirken, akıl, mantık, hesap, kavramlarının terkedildiği “no man’s land” veya “Yolgeçen Hanı” olan ülkelerde tümüyle raslantılara bırakılmış bir curcuna pazar ekonomisi (?) görülüyor, ki bunun da en güzel örneği Türkiye’dir… (ardından Arjantin, Şili, Güney Afrika gibi ülkeler geliyor)

Aslına bakarsanız, Türkiye’de olan enflasyon değil, “stagflasyon” denen çok daha vahim (ürkünç) bir durumdur; yani salt paranın değerinin düşüşü, yerlerde sürünüşü, pahalılık ve enflasyon değil; aynı zamanda işsizlik, kredi/güvenirlik yitimi ve iflasın eşiğindeki bir ülke görünümüdür.

Dünyanın, küresel ısınım sonucu adım adım iklim felaketine doğru sürüklenişi (AS: “iklim faciası” aşamasındayız!) bilindiği, görüldüğü halde, hâlâ tüm Dünyada kullanılan toplam enerjinin %80 ini oluşturan fosil yakıtlar (kömür, petrol, doğal gaz..) azalmadan maalesef aynı hızla kullanılması sürdürülüyor. Bu enerji kaynaklarının ürünü olan sera gazları (CO2, Metan.. ) salımını sıfırlamak yaşamsal öncelik taşıyor. Bu durum (Ukrayna savaşının getirdiği ek enerji sıkıntısı olmasa bile) fosil yakıt fiyatının her geçen gün yükselişini adeta kaçınılmaz kılacaktır.

Enerji sıkıntısı demek, alışılmış yaşam biçiminden büyük ödün vermek anlamına gelir. Enerji yoksunluğu, her şeyden önce üretim sıkıntısı, pahalılık, sağlık sorunlarını birlikte getirecektir elbette…

  • Kısaca, kapitalizm kaçınılmaz sona doğru, insanlığı ve gezegeni de birlikte sürüklüyor; bakalım bu anafordan insanlığın ne kadarı kurtula bilecek.
    ***

Değerli arkadaşlar,

Daha önce de yayınlamıştım; Mart 2021 / Mart 2022 arası 1 yılda Doların TL karşılığı 7 TL’den 14 Liraya, yani 2 katına çıktı; ayrıca Doların da son bir yılda %7 değer yitimini hesaba katarsak, “ithalat kalemlerine giren tüm malların fiyatında yaklaşık %110 dolayında bir enflasyon olabilir” demektir. Öte yandan Ülke ekonomisinin (Tarım, Sanayi, Hizmet sektörleri) tümüyle, %100 Dolara endeksli olduğunu söyleyemeyiz, ama en az 2/3 oranında bağımlı olsa, toplam %70 dolayında bir “yıllık enflasyon” dan söz edebiliriz; öyleyse, son bir yılda %70 üzerindeki tüm fiyat artışları, ek zamlar vs. vurguncu, talancı fırsatçı takımının işidir..

Neyse ki TÜİK, namuslu bürokrat ve teknisyenlerin baskısıyla yıllık enflasyonu resmen %62 verebildi. Peki bizde TÜFE üzerinden %62 olan enflasyon öbür OECD ülkelerinde ne durumda, onu da ekli grafikte görüyorsunuz, Arjantin ve bir-iki ülke dışında tümü %10’un altındadır….

Fotoğraf açıklaması yok.

Yalana dolana, talana sığınanların hükmü daha ne denli sürecek ? Önümüzdeki seçimde göreceğiz.

Sevgilerimle.æ

ÇARŞAMBA İĞNELERİ 12 Nisan 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SEVİYE

Türkiye’de öldürülen Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın dava dosyası Sudi Arabistan’a (olası bir avuç Dolar için) teslim edildi.

Ekonomide beceriksiz, İç siyasette terbiyesiz,

Dış siyasette seviyesiz…

YANIL/T/MA

Bakan Nebati, “Kur stabil olduysa, faiz de gündemden çıktıysa, enflasyonu da er ya da geç birlikte alaşağı edeceğiz… Yıl sonunda enflasyonun makul bir seviyeye indiğini ve bu inişin devam ettiğini göreceğiz.”

Ocakta pik yapıp inişe geçeceğini söylemişti, yıl sonuna kaydı.

Tahmini tutarsa bir yıllık yanılma onun için fazla sayılmaz…

KOLAY

RTE, ekonomide yeni bir safhaya geçildiğini işaret ederek “Hedefimiz, insanlarımızın fahiş fiyat artışı ve yüksek enflasyon sebebiyle gerileyen alım gücünü eskisinin de üzerine çıkarmak” dedi.

Hedef koymak kolay, yerine getirmedikten sonra…

DANIŞ

Emine Erdoğan’ın danışmanı olarak Beştepe’ye giren ve halen Cumhurbaşkanlığı Danışmanı da olan Tuba Nur Sönmez, Kuveyt Büyükelçiliği’ne atandı.

Kim kime danıştı?..

SÖNDÜRME!

Geçtiğimiz yaz yanan ormanlık alanların temizlenmesi için açılan ihalelere köylülerin ve küçük şirketlerin girmesi olanaksız kılındı. Uzmanlara göre;

Yanan orman alanlarındaki 20 milyon metreküp emval, 13 milyon olarak hesaplanıp yandaşlara pay edildi.

Bunun yanı sıra tomruk, telefon ve maden direkleri, kabuklu-kabuksuz kâğıtlık, sanayi ve yakacak odunu gibi milyarlarca lira tutan emvali de değerinin çok altında satarak büyük vurguna imza atıldı.

Bu rant varken yangın uçağı alınır mı? Yangınla gerçek mücadele edilir mi?..

TESLİMİYET

MHP Kayseri Milletvekili Mustafa Baki Ersoy, “Zamlar milletin belini büküyor” dediği için “kesin çıkarma” talebiyle disipline sevk edilmişti. Ersoy’un ardından MHP Tokat Milletvekili Yücel Bulut‘un da yargıya yönelik eleştirileri nedeniyle cezayla karşılaştığı öne sürüldü.

Komutan teslim olmuşsa, birliğin tamamı esirdir…

İNSANLIK

Zonguldak MHP İl Başkan Yardımcısı Mevlüde Yalçıner, eşini yitiren CHP’li Merkez İlçe Başkanı’na taziye ziyaretine gittiği için görevden alındı.

Siyaseten tükenişin temelinde insanlığın bitmişliği yatıyor gibi…

MİLLİ

Yangın söndürme uçağı ihalesinde THK yine devre dışı bırakıldı.

Aman milli olmasın. Avanta azalmasın..

AYDINLIK

Aydınlık sitesi ABD’nin Rusya’yı Boston Maratonu’ndan çıkarmasını “ırkçı karar” olarak yazarken, Rusya’nın BM İnsan Hakları Konseyi’nden çıkarılmasında Türkiye’nin “evet “ oyu kullanmadığını yazamadı, karara yorum yapamadı.

Ulusal, devrimci, Aydınlık yarınlara!..

APAÇIK

Tarım ve Orman Bakanı’nın dört yardımcısı şutlandı. Yeni yardımcılardan eski AKP milletvekili Ebubekir Gizligider’in Feto ile fotoğrafı ortalarda.

Fetö ile mücadelede açık gider…

ROMAN

AB’nin Roman vatandaşlarımız için verdiği 1.8 milyon Euro bir şirkete peş keş çekilmiş.

Peş keşler yazılsa roman olur…

HALK

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Mansur Yavaş’ın Cumhurbaşkanı adaylığıyla ilgili ‘iktidar medyasının köpürtmek istediği polemikler’ dedi.

Halkın vekili halktan habersiz…

HİKAYE

Ulaştırma Bakanı, “Atatürk Havalimanı hikayesi kapandı gitti. Zaten oranın kuzey ve güney pistinin millet bahçesi olarak yapılması için işe başlanıyor” dedi.

O havalimanının hikayesi kapanmaz ama alanı bu hale getirenlerin hikayesi kapanmak üzere…

CEMAAT

Menzilci olduğu iddia edilen Serdar Tuncer, TRT1’deki Sahur Bereketi programına Menzil cemaatinin önde gelen isimlerinden Şemseddin Bektaşoğlu’nu konuk etti.

FETÖ sözde gitti, yeni cemaat tüy dikti…

HEKİMLİK

Kılıçdaroğlu, “İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun altı partinin bildirgesinin bir büyükelçiye gösterildiği iddiasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna, “Bu iddiaların muhatabı siyasiler ya da gazeteciler değil, hekimlerdir.” yanıtını verdi.

Aydınlık, bu yanıtın iddiaya “hayır” demek olmadığını yazdı.

Aydınlık da hekime…

ZARAR

Geçen yıl 222 milyon TL zarar eden Et ve Süt Kurumu yönetiminde 3 çift maaşlı, 1 de 3 maaşlı (o da eski bakanın akrabası oluyor) var.

Kiminin zararı, kiminin karı…

DOĞRU

Ulaştırma Bakanı Karaismailoğlu, İBŞB’nin toplu ulaşıma yaptığı zamları çok yanlış bulmuş.

Toplu ulaşım giderlerini (elektrik, mazot) artıran zamlar çok doğrudur.

Bakanlığın Marmaray’a zam yapması daha da doğrudur!..

SOFRA

Bakan Nebati, ”Pazardaki fiyatları biliyoruz. Aynı sokakta, aynı sofradayız.” Kendine inananlar açısından haklıdır. Oysa ne soframız aynı ne de sokağımız…

UMUT

Ali Babacan, “AKP ve türevleri bu ülkeye umut olamaz!” denilerek ODTÜ’ye alınmadı.

Bilinçli gençlik…

 

 

 

 

 

 

 

Laiklik cephesi

Örsan K. Öymen

Örsan K. Öymen

11 Nisan 2022, Cumhuriyet

Türkiye günümüzde ekonomi, demokrasi, hukuk, adalet, yargı, medya, ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanlarında ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Ancak Türkiye bu alanlarda ilk defa sorun yaşamamaktadır.

Ekonomik kriz Türkiye’nin hemen hemen her iktidarı döneminde yaşanmıştır. Demokrasi, hukuk, adalet, yargı, medya, ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanlarında da özellikle 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde, büyük sorunlar yaşanmıştır.

Ancak laikliğin bertaraf edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez yaşanmaktadır.

Türkiye, tarihinde ilk kez, demokrasinin yerine teokrasinin kurulması,
yani cumhuriyetin yıkılması tehlikesiyle karşı karşıyadır

Ayrıca günümüzde yaşanan öbür sorunlar da büyük ölçüde, AKP’nin teokrasi hedefinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle laikliğin bertaraf edilmesi, ülkedeki tüm öbür sorunları önceleyen, öncelikli bir sorun olarak ele alınmalıdır. Muhalefet öncelikle bu bilinçle hareket etmelidir.
***

  • Laiklik, dinin, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerine müdahale etmemesi, bu alanları esir almaması, devletin de bu koşulla, dindar olmayı seçen vatandaşın dini inanç ve ibadet özgürlüğünü, dinsiz olmayı seçen vatandaşın da dünya görüşünü ve yaşam tarzını güvence altına almasıdır.
  • Laiklik dinsizlik değildir.
  • Laiklik, farklı dinlerin, mezheplerin ve dünya görüşlerinin bir arada yaşamasını sağlayan, belli bir dinin ve mezhebin topluma zorla dayatılmasını engelleyen bir uzlaşma modelidir.
  • Laiklik, siyasetin, devletin, hukukun, eğitimin dinselleşmesinin önlenmesidir.
  • Laiklik, dinin, ekonomik ve siyasal amaçlarla suiistimal edilmesinin, dinin, ekonomik ve siyasi çıkarlar için bir araç olarak kullanılmasının önlenmesidir.

Üniversitelerde başörtüsünü yasaklamak laiklik değildir.

  • Laiklik, eğitim müfredatının dinselleşmesini önlemektir.

İmam hatip okullarının ve ilahiyat fakültelerinin tamamını kapatmak laiklik değildir.

Laiklik, imam hatip okullarını müftü ve imam ihtiyacına göre, ilahiyat fakültelerini ilahiyatçı ihtiyacına göre orantılı bir sayıda açmaktır.

Laiklik“Öğretim Birliği” Yasası’nı ihlal eden “4+4+4” eğitim modelinin kaldırılmasıdır,

Kuran kurslarının reşit olmayan öğrencilere dayatılmasının engellenmesidir.

  • Laiklik, zorunlu din dersinin kaldırılıp din dersinin seçmeli ders haline getirilmesidir. 

Laiklik, siyasetin dinsel söylemlere dayandırılmasının, hukukun din kurallarına göre belirlenmesinin, ekonominin din kurallarına göre yönetilmesinin, devlette kadrolaşmanın dini ölçütlere göre uygulanmasının engellenmesidir.

Laiklik, dinin ortadan kaldırılması, dinin yasaklanması değildir.

  • Laiklik, din devletinin kurulmasının ve köktendinci faşizmin önlenmesidir.

***
Türkiye’de laiklik konusunda kurumsal olarak duyarlı olan birçok siyasal parti vardır. Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Halkların Demokratik Partisi, Memleket Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Türkiye İşçi Partisi, Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Komünist Hareketi, Emek Partisi bu partilerin içinde sayılabilir.

Yapılan tüm araştırmalara göre söz konusu partilerin toplam oyu yaklaşık olarak %54’tür. Teokratik bir monarşinin kurulup demokrasinin ortadan kaldırılmasını amaçlayan AKP-MHP iktidarının son bulması için bu oy yeterlidir.

Söz konusu siyasal partilerin arasında birçok konuda farklılıklar olsa da laiklik bu siyasal partilerin asgari ortaklığıdır. Yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının sağlanması; parlamenter düzenin ve hukuk devletinin yeniden tahsis edilip “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin sonlandırılması; düşünce, ifade, medya ve örgütlenme özgürlüğünün, üniversite özerkliğinin sağlanması da bu siyasal partilerin asgari ortaklığıdır.

CHP’nin ve İYİ Parti’nin kuracağı ittifaka, söz konusu öbür siyasal partilerin dışarıdan ve sandıkta destek vermesi durumunda, Türkiye AKP diktatörlüğünden kurtulacağı gibi, anayasadaki laiklik ilkesi de korunmuş olacaktır.

CHP ve İYİ Parti, Millet İttifakına zarar verdiği son gelişmelerle anlaşılan Gelecek Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi ve Saadet Partisi ile zaman kaybedeceğine, yeni bir ittifak ve işbirliği modeline yönelmelidir.

Tabii laiklik ilkesinden kendileri de vazgeçmediyse!

Laikliğe Çağrı Birlikteliği…

Laikliğe Çağrı Birlikteliği’nden Uyarılar

24 Mart 2022 tarihli Resmi Gazetede Diyanet İşleri Başkanlığı hakkındaki yasada değişiklik yapan 7383 sayılı yasa yayımlanmıştır. Bu yasa ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak Diyanet Akademisi kurulmuştur.

7 Nisan 2022 tarihli Resmi Gazetede de 1 no’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde değişiklik yapan 98 no’lu Kararname ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir bölüm yetkilerinin devredilmesi yoluyla, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün görevleri genişletilmiştir.

1-3 Aralık 2021’de gerçekleştirilen 20. Milli Eğitim Şûrası’nda, okul öncesi çocuklar için de zorunlu din eğitimi tavsiyesinde bulunulduğu ve uygulamaya da hızla geçildiği ortadadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, giderek hızlanan bu ve benzeri düzenlemeler ve uygulamalarla, tabi olduğu Anayasa hükümleriyle (AS: açıkça) çatışan bir kurum durumuna getirilmiştir.

Cumhuriyet’in bir kurumu olarak (AS: Atatürk döneminde yasayla) kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uzunca bir süredir varlık nedeni dışında görevlerle (AS: yetkilerle) donatılması ve giderek bir Şeyhülislamlık mercii haline gelmiş olması hiç kuşkusuz, Anayasa’nın en başta laiklik olmak üzere (AS: m24), değiştirilemez hükümleriyle (AS: m.2 ve m.174) aykırılık yaratmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin her biriminin, her kurumunun görevleri ile toplumsal yaşama ve siyasete ilişkin açıklama yaparak kendini bir fetva makamına çevirmiştir.

Laiklik ilkesi, devletin dinler karşısında (AS: aktif biçimde) yansız kalmasını gerektirmektedir. Buna rağmen (karşın) her geçen gün artan düzenleme ve uygulamalarla gerek devlet organlarında, gerek siyasette, gerekse de toplumsal yaşamda bu (AS: zorunlu) yansızlık ortadan kaldırılmaktadır.

Eğitim, okul öncesinden başlayarak adeta mahalle mekteplerini andıran bir yapıya dönüştürülmüş iken, şimdi bir de Diyanet Akademisi kurulmuştur. “Biz yolumuza devam edelim, hukuk arkadan gelsin” diyerek Anayasa’yı ve hukuku hiçe sayarak hareket eden iktidardaki partinin, “Diyanet Akademisi” adını verdiği kurumun gerçekte medrese olduğu bilinmelidir. Ülkemizde tarikat ve cemaatlerce işletilen onlarca sibyan mektebi ve medrese bu düzenlemelerle yasal ve meşru duruma getirilmeye çalışılmaktadır.

Öte yandan, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün yetkilerinin genişletilmesi ile Anayasa’ya aykırı olan tarikat ve cemaatlerin bütün eğitim sistemine katılmasının yolu açılmak istenmektedir.

Siyasal partilerin demokrasinin vazgeçilmezi, demokrasinin de anayasanın değiştirilemez ilkelerinden olduğunu, ancak laiklik ilkesinin bütün bunların güvencesi olduğunu bir kez daha vurgulayarak;

  • Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerinin korunması,
  • Aykırılıkların artarak sürmemesi,
  • Atatürk ilke ve devrimlerinin, demokratik ve laik Cumhuriyet’in hukuk ve demokrasi yoluyla korunması için, TBMM’de yer alan siyasal partilere görevlerini anımsatıyor,
  • Anayasa’nın üstünlüğünü ve değiştirilemez hükümlerini gözeterek, 7383 sayılı Yasa ve 98 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin iptali için Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmaya çağırıyoruz.

Laikliğe Çağrı Birlikteliği
9 Nisan 2022, Ankara

===========================================
Dostlar,

Sitemizde daha önce yayınladığımız “Diyanet ‘AK’ademisi” başlıklı yazı ile birlikte okunmasını dileriz..

Diyanet ‘AK’ademisi  | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

CHP, Diyanet Akademisi yasasını mutlaka AYM’ye götürmeli.
Bu yasa Anayasa m .2, 5, 6 ,24, 42, 130,136, 174’e açıkça aykırı.

  • Şeriatçı darbe bu, AKP’nin duracağı yok.

CB kararı ile DİB’in kimi yetkileri MEB Dinişleri Gn. Md.ne devredildi.

  • Türban, okul öncesi bebelere dek indirildi. 
  • Okullarda haremlik – selamlık dayatılmakta..

DİB, “minber dokunulmazlığı” isteyecek ölçüde kantarın topuzunu kaçırdı!

Bu arada AİHM, bir kez daha, zorunlu din dersi insan haklarına aykırı dedi!

Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

ZAM ZAM 

Suay Karaman

2021 yılının Aralık ayında kendini hissettiren ekonomik kriz, yeni yıldan itibaren (başlayarak) her geçen gün yurttaşların karşısına durmak bilmeyen zamlar olarak gelmektedir. Nisan ayı başında konutlarda kullanılan doğalgaz fiyatına %35, elektrik üretiminde kullanılan doğalgaz fiyatına %45 ve sanayide kullanılan doğalgaz fiyatına %50 zam yapıldı.

Elektrik üretiminde kullanılan doğalgaz fiyatına yapılan zam, doğal olarak elektrik fiyatlarına da yansıyacaktır; bu yüzden elektrik fiyatlarındaki zam haberini yakında alacağız. Sanayide kullanılan doğalgaz fiyatına yapılan zam ise, üretimde kullanılan maliyetleri artıracağı için başta gıda olmak üzere tüm tüketim ürünlerinin fiyatlarının artırılması anlamına gelmektedir. Böylece zaten yüksek olan enflasyon, daha da yükselecektir. KDV indirimi alamayan, tarifelerdeki kademelendirmeden yararlanamayan sanayici de büyük sıkıntı içindedir. Son sekiz yılda sanayide kullanılan doğalgaza toplam %470 zam yapılmıştır.

Son bir yılda çiftçinin kullandığı mazot %250, gübre %350 zamlandı. Son bir yıl içinde domatesin fiyatı %190 zamlanmıştır. Besi yemi son bir yılda %130 zamlanmıştır. Şeker, et, süt, un, ayçiçeği yağı başta olmak üzere temel gıda maddeleri de sürekli zamlanmaktadır. Mazot, gübre, elektrik, tohum, ilaç ve yem fiyatlarındaki anormal yükselişler sonucunda üretici fiyatları da artmaktadır. İşte bu nedenle

  • Ülkemizde üretim durma noktasına gelmiştir.
  • Yaz aylarından sonra açlık tehlikesiyle de karşılaşacağımız günler bizi beklemektedir.

Akaryakıt fiyatları hemen hemen her gün değişmektedir, bu değişim, ulaşım başta olmak üzere, tüm maliyetlere yansımaktadır. Sonuçta mal ve hizmetler sürekli zamlanacaktır.

2 Nisan 2022’de AKP genel başkanı canlı bağlantı ile Malatya Çevre Yolu 1. Kısım Açılış Törenine katılarak şunları söyledi:

  • “Enerji ve gıda başta olmak üzere küresel mal fiyatlarında yaşanan aşırı artışlar bizi de etkilemektedir. Fiyatlar konusunda vatandaşlarımızın aşına göz dikenlere acımayacağız. Tarım ve turizmdeki hareketlenme istihdamı olumlu etkileyecektir. Türkiye uluslararası alanda itibarını artırmış, içeride hayat pahalılığı ile mücadelede daha hızlı adımlarla yürümeye başlayacaktır. Milletimizden sabırlı olmasını, bize güvenmesini istiyorum.”

Beli bükülen, açlık sınırının altında yaşamaya zorlanan milletin artık sabrının kalmadığı bilinmelidir. 

Aynı gün iftar sonrası açıklama yapan AKP genel başkanı;

  • “Dünya ekonomik sarsıntıların beraberinde gelen işsizlik tehdidinin sarsıntısıyla kıvranırken hamdolsun biz istihdam, ihracatımızla emin adımlarla ilerliyoruz. İnşallah 2023’den sonra Türkiye bambaşka bir döneme girmiş olacaktır.”

dedi. Ancak ekonomik verilere bakıldığı zaman bu sözlerin gerçekleri yansıtmadığı bellidir. Göz göre göre toplumla alay edilmektedir.

Ülkesinin geleceği için çalışan bir iktidar, sürekli zam yaparak, enflasyonu azdırarak, kendi parasının değerini düşürerek refaha (gönence) erişilemeyeceğini bilmelidir. AKP iktidarı da bunu bilir ama bu yapılanlar beceriksizlik, iş bilmezlik olarak değerlendirilmemelidir.

  • Ülkemiz kasıtlı olarak ve bilinçli bir biçimde yoksullaştırılmaktadır.
  • Yoksullaştırılan halk, karnını nasıl doyuracağının derdine düşer ve artık cumhuriyet, laiklik, demokrasi, parlamenter sistem, hukuk, eğitim gibi kavramlar yok olur.
  • Toplum artık düşünemez, sorgulayamaz.
  • unun sonucunda toplumun oylarını almak mümkün (olanaklı) olur.
    ***
  • Oysa yolsuzluk, rüşvet, israf önlenmeden, tasarruf yapılmadan, bütçe denkleştirilmeden toplumun yoksulluğu bitirilemez.

Sürekli zam yapmak, halkı yoksullaştırmaktır; bu şekilde refahın gelmeyeceği bilinmelidir.

  • Halkçılık, devletçilik, kamuculuk politikalarıyla, planlı karma ekonomi ile
    yaşanan bu sıkıntılar çözülebilir. Ama bunu uygulayacak iktidar şimdilik yoktur.

Azim ve Karar, 4 Nisan 2022.

DİNBAZ YA DA DİNCİ SİYASAL REJİMLER ÜZERİNE NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor:
– “Dinbazlık ya da dincilik ne demektir?
– İslam ülkelerindeki siyasal iktidarlar neden olağan olarak hiç değişmiyor?
– Müslüman toplumlar göreceli olarak neden hep geri kalmışlar?”

Bu durum kitaplar dolusu açıklamalar gerektirir. Ancak ben yine de kısaca anlatmaya çalışayım.

Dindarı bilmeden dinbazı ya da dinciyi tanımlama olanağı yoktur. Dindar, samimi (içten) inançlı, güzel ahlaklı, düzgün karakterli, haramdan, zinadan, talandan, yalandan… uzak yani takva sahibi kişidir. Dindarın hilesi, hurdası, fitnesi… yoktur. Dindar, her zaman ve her koşulda dürüst ve güzel ahlak sahibidir.

Dinbaz ya da dinci ise dinle oynayan demektir. Dinden geçinendir. Nasıl ateşle gösteri yapana ateşbaz, iple gösteri yapana cambaz denirse, dinde iki yüzlü olana, kendi çıkarı için dini ve dine dayalı kutsalları kullanana da dinbaz denir. Dindar samimidir (içtendir), dinbaz ikiyüzlüdür. Dindarın tutum ve davranışları içtendir. Halbuki dinbazın tüm hal ve hareketleri kendisine çıkar sağlamak için beyin yıkamaya ve kandırmya yöneliktir. Dinbaz dinsel ibadetleri ve yardımları gösteri ya da reklam aracı yapmayı sever. Dindar ise gösterişten ve reklamdan uzak durur…

Dinbazın üzerindeki din yaftası kiralık elbise gibidir. İşi bitince çıkarılır. Dindarın insancıl, ahlaksal ve düzgün karakteri ise yaşam boyudur. Eğer bu karakter olumsuz yönde değişmeye başlarsa, dindarlık dinbazlığa dönüşecek demektir.

Genelde, çok azı dışında, hanedanlık ya da saltanata dayanan İslam ülkelerindeki siyasal iktidarların halkları ile olan tutum ve davranışları çoğu kez ikiyüzlüdür. Bu tür yönetimler, Allah ve din adına, cahil ve yoksul çoğunluktan hep sonsuz sabır, geri dönülemez itaat ve bitip tükenmez kanaat isteyerek onları dünya işlerinden ve dünya malına sahip olmaktan caydırmaya çalışırlar. Kendileri ise sınırsız servet, sarsılmaz siyasal güç elde ederek dünyaya egemen olma peşindedir. Halklarını ise bu servet ve saltanat gücünü Allah ve din gereği yaptıklarına inandırmaya çalışırlar. Kısacası dinbaz ya da dinci iktidarlar hipokrattır; yani ikiyüzlüdür.

Peki dinbaz ya da dinci siyasi iktidarlar bu ekonomik ve siyasal gücü nasıl devşirir ve nasıl sürdürürler? İktidarlarca bu ekonomik ve siyasal gücü elde tutma ve sürdürebilmenin başlıca ana nedenleri şunlardır :

1- Aklı ve bilimi öncelemeyen, tümüyle dogmatik değerlere dayalı, çoğu söylence ve boşinanlara (hurafelere) bezenmiş, eleştiriye kapalı, yüzyıllar boyu hep aynı şeyleri yineleyen bir eğitim sistemi. Böyle bir eğitim sistemi :

a. Toplumu akılcı düşünmekten, bilim ve teknoloji üretmekten… zihniyet (anlayış) devriminden geri bırakır. Çünkü cahiller sürüsüne çobanlık yapmak, cahil toplumları yönetmek daha kolaydır.
b. Akılcı ve bilimsel eğitimden uzak kalınınca da, ülke bilim ve teknoloji üretmekten yoksun kalır. Üretim, mal, hizmet ve toplumsal refah (gönenç) artmaz. Sonuç olarak ülke ve toplum bu geri kalmışlık çemberini kıramaz .

2- Hepsi olmasa bile, bu tür ülkelerde siyasal iktidarların güdümünde olmaya ve onlarla kendi çıkarları karşılığı işbirliği ve çıkar paylaşımı yapmaya hazır geniş ve yaygın bir ulema tipinin varlığı söz konusudur. Bu tip iktidar yandaşı ulema erkânı sürekli olarak toplumu siyasal iktidarlara sadakata (bağlılığa), sabra ve iktidara (ulu’l emre) itaata yönlendirir. Geniş halk kitleleri ise bu tip çıkarcı ulemalarca öğrenilmiş çaresizlik sendromu ile yaşamayı sürdürürler.

3- Antidemokratik, otoriter ya da totaliter ülkelerde, toplumu korkutmak ve sindirmek amacıyla, koç başı olarak kullanılabilen geniş ve güçlü bir güvenlık ordusu (polis, jandarma, asker, özel güvenlik..  güçleri) ve yine siyasal iktidarların güdümüne girmiş yargı kurumları vardır. Bu tür güçler ve kurumların görevleri varolan siyasal iktidarları kendi halklarından her ne pahasına olursa olsun korumaktır.

4. Totaliter ve otoriter rejimlerdeki güdümlü medya kuruluşlarının genel politikaları ve bu medyalarda, istisnalar hariç (ayrıklar dışında), görev yapan sözde aydınların tutum, davranış ve söylemleri ise, siyasilerin yanlış ve kusurlarını görmezden gelmektir. Doğru yaptıklarını ise abartıp sürekli yineleyerek otoriter ve totaliter iktidarların değirmenlerine su taşımaktır. Gerçekleri halktan ya da kamuoyundan saklamaktır.

Kıssadan Hisse                 :

Yüce Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, yukarıda kısaca açıklanan ve gerçek dindarlıkla yakından ve uzaktan ilgisi olmayan bu çağdışı fasit siyaset çemberini kırmaya çalıştı. Hanedan ya da kişi iktidarını ortadan kaldırdı. TBMM’ni kurarak halkını kendi ekonomik, hukuksal, toplumsal (sosyal) ve kültürel (ekinsel) düzeninin belirleyicisi ve sahibi yaptı.

  • Demokratik laik ve sosyal bir hukuk devleti kurdu.

Buyruklar ve fermanlar yerini evrensel hukuk kurallarına bırakmaya başladı. Devlet, vatan ve ülke hanedan ya da kişilerin malı olmaktan çıktı; topyekun ulusun malı oldu… Temel amaç ve hedefler olarak bize, hepimize düşen önemli görev; başta siyaset anlayışımız olmak üzere, halkımızı, ülkemizi, devletimizi, ekonomimizi, sosyo-kültürel yapımızı, demokrasimizi, hukukumuzu, sanatımızı … çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmaktır.

Başka türlü, emperyalist ülkelerin vesayetinden kurtulma olanağı yoktur.

Çağdaş bir zihniyetin en önemli temel girdisi ise aklı, bilimi ve özgür düşünceyi önceleyen, Öğretim Birliğine (Tevhid-i Tedrisat) dayalı demokratik, laik ve bilimsel eğitimdir.

Eğitim sistemi çağdaşlaşmadan zihniyet çağdaşlaşmaz.

Son söz : AKIL, BİLİM VE UYGARLIK YOLUNUN GERİ VİTESİ YOKTUR VE OLMAMALIDIR!

10 Nisan Laiklik Günü : ADD Basın Açıklaması

BASINA VE KAMUOYUNA

Demokrasinin olmazsa olmazıdır LAİKLİK !

AKLIN; doğmalara tutsaklıktan kurtulması, bilimsel düşünce ile donanması, özgürleşmesidir, yalnızca din ve vicdan özgürlüğü olarak tanımlanamaz !

Uluslaşmanın, ulusal bağımsızlığın, birlikte yaşamanın, düşünce ve düşünceyi yayma özgürlüğünün, bilim, sanat ve kültürde üretkenlik ve yaratıcılığın, kadının insan olarak eşitliğinin, fikri hür irfanı hür vicdanı hür yurttaşlar toplumu olmanın, çocukların dünya çocukları ile yarışabilecekleri bilimsel bilgi ile yetiştirilmelerinin, topyekûn (bütüncül) kalkınmanın, emeğin en yüce değer olduğu bilincinin, üretmenin ve hakça bölüşmenin, hukuk devletinin, dünya uluslar ailesinin onurlu üyesi olmanın, kısacası İNSAN GİBİ YAŞAMANIN temel direğidir LAİKLİK !

Din ve devlet işlerinin değil, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır LAİKLİK !

10 Nisan 1928

On yıllardır Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetme görevini üstlenenlerin görmek istemedikleri, unutturmak için ellerinden geleni yaptıkları Cumhuriyet tarihimizin en önemli günlerinden biri.

Cumhuriyetimiz’ in ve Aydınlanma Devrimleri’nin en yaşamsal adımının atıldığı gün.

Genç Cumhuriyet, hayatın değişik alanlarında devrimlerini hızla sürdürürken önüne her zaman bir engel çıkıyordu; LAİKLİK ilkesinin yaşama geçmemiş olması.

9 Nisan 1928’de, Başbakan İsmet İnönü ve 120 arkadaşının verdiği yasa önerisi ile 1924 Anayasası’nın “Türkiye Devleti’nin dini, Din-i İslam’dır, Resmi Dili Türkçedir, Makarrı Ankara şehridir” diyen 2. maddesinden “Devletin dini, Din-i İslam’dır” tümcesi, 16. maddesindeki milletvekili yemini ile 38. maddesindeki Cumhurbaşkanı yemininden “Vallahi” sözcüğü ve 26. maddesinden de din işlerinin düzenlenmesini TBMM’nin görevleri arasında sayan cümle çıkartılıyordu. 9 Nisan 1928’de anayasanın bu dört maddesinde yapılan değişiklikler 264 üyenin oy birliği ile kabul edildi ve 10 Nisan 1928 tarihli Resmi Gazetede 1220 sayılı yasa olarak yayınlanarak yürürlüğe girdi. 5 Şubat 1937’de bir adım daha atıldı ve LAİKLİK; ruh ve uygulama ile zaten var olduğu Anayasa’da ilke olarak da yer aldı.

  • Böylece artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hiçbir işi din kuralları ile, naslar ile görülemeyecekti.

Tarih boyunca insan topluluklarında; kaba kuvvet, aile, büyü, doğa güçleri ve benzerlerine dayanılarak kullanılan yönetme güç ve yetkisi, devletlerin ortaya çıkması ile birlikte ve zaman içinde TANRI adı verilen ilahi kaynaklar referansı ile kullanılır olmuştur. Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere, değişik tapınma biçimlerine sahip pek çok devlette halen yönetme yetkisi bu dayanakla kullanılmaktadır.

İnsanlık tarihinde yönetme güç ve yetkisinin tanrısal olduğuna ilk güçlü itiraz 1789 Büyük Fransız Devrimi ile gelmiş, bu devrim esas olarak kilise ve kraliyet rejimini hedef almıştır. Fransız devrimine,  bütün krallık ve göksel inanç sistemlerine dayalı rejimlerin düşman olma nedeni budur.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları da, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisini açarken yetkiyi Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi (Halife-i rûy-i zemin) olarak görülen padişahtan değil, Ulusal İstenç’ten (Milli İrade’den) alarak, kurdukları Büyük Millet Meclisi İdaresinin niteliğini ilan eden çok önemli bir adım atmışlardır. Bu adım; salt işgal altındaki bir vatanı bağımsızlığına kavuşturmanın değil, bin yıllardır süren bir düzeni yıkarak kuldan özgür yurttaşa ulaşmanın da adımıdır. Nitekim Atatürk ve Cumhuriyet Devrimcileri “Hâkimiyet Bilâ Kaydü Şart Milletindir” tümcesini Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 1. maddesine yazmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi duvarına da silinmemek üzere asmışlardır. Günümüzde EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR şeklinde simgeleşen bu temel ilke, kimi kesimleri çok rahatsız etmekte, farklı biçimde anlatılmaya çalışılmakta, daha acısı bu kesimler memleket dahilinde iktidara sahip olanlarca korunup kollanmaktadır.

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın zafere ulaşmasından hemen sonra, güçlü bir devrimci irade ile 1 Kasım 1922’de 600 yıllık saltanat ve 3 Mart 1924 tarihinde hilafet kaldırılarak MİLLET EGEMENLİĞİ kesinleştirilmiş, 10 Nisan 1928’de de devlet uygulamada laikleştirilmiştir. Böylelikle, Cumhuriyet Devrimcilerinin hep önünü kesen bu Anayasal çelişki; Atatürk’ün Büyük Nutuk’ta, 16 Ocak 1923’te İzmit’te yapılan ve 12 saat süren ünlü gazeteciler buluşmasına atıfla (gönderme ile) uzun uzun anlattığı ve “devletin dini” konusunun ilk fırsatta çözüleceğini söylediği üzere, Büyük Nutuk’un okunmasının üzerinden 6 ay geçmeden ortadan kaldırılmıştır.

Bugün 10 Nisan LAİKLİK GÜNÜ kutlamalarına karşı çıkıp, unutturma çabası içinde olanların kutsal inançları nasıl istismar ettiklerini her gün yeni bir örnekle içimiz acıyarak izliyoruz. Bu aymazlar; meşruiyetlerinin kaynağını kurutmaya, bindikleri dalı kesmeye çalıştıklarının farkında değiller. Aldıkları kararları kutsal ve tartışılamaz inançlara dayalı hale getirerek itirazsız bir yönetim özlemi çekenlerin, demokrasinin özünün LAİKLİK olmasına tahammül edemedikleri ortadadır.

Biat kültürü, bu nedenle egemen kılınmak isteniyor. Bu nedenle  “lidere mutlak itaat” ile demokrasiye son veren anayasa değişiklikleri tereddütsüz onaylanıyor. Böylece kendi yetkilerine son veren bir meclis, kendi varlığına son veren anayasa değişikliklerinin reklamını yapan bir başbakan ortaya çıkabiliyor.

Demokrasinin özünün LAİKLİK olduğunu öğrenmenin en pahalı, en acılı yolu, laikliği ve dolayısıyla demokrasiyi yitirip teokratik bir diktanın tutsağı olmaktır. LAİKLİK ilkesini yaşamlarına ve devletlerine yerleştirememiş toplumların ne halde olduklarını görmek için uzaklara gitmeye gerek yok, kimi sınır komşularımıza, bölgemizdeki birçok ülkeye bakmak yeterlidir.

Hiç unutulmamalıdır; LAİKLİK, hepimizin altında güvenle yaşadığımız Cumhuriyet Kubbesi’ nin KİLİT TAŞIDIR, zinhar (kesinlikle) oynanmamalıdır !

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ; Ulusumuzun LAİKLİK GÜNÜ’nü kutlarken, Cumhuriyetimizin ve Türk Devrimi’nin bu vazgeçilmez ilkesini sonsuza dek koruma ve savunma azim ve kararlılığını bir kez daha kamuoyuna duyurmayı, ülkemizi yöneten ya da yönetmeye talip (istekli) olan herkesi de bu azim ve kararlılıkla hareket etmeye çağırmayı görevi saymaktadır.

Saygılarımızla… 10 Nisan 2022

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
              GENEL MERKEZİ
==============================================
Dostlar,

Batı, 114 yıl süren kanlı mezhep savaşları sonunda İstanbul’u yitirince, 1453’te Laik düzene geçti.

Batı Uygarlığını yarattı.

Emperyalizmin maşası Siyasal İslam 500 yıldır hala şeriat batağında.

Ne büyük talihsizlik!

Namuslu-yiğit Din Bilginleri öncülük etmeli İslam dünyasına..

Tabu can çekişiyor ama çok da can yakıyor hala..


Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

Hükümetin bir enflasyon politikası yok!

Prof. Dr. Bülbül: Hükümetin bir enflasyon politikası yokProf. Dr. Bülbül

09 Nisan 2022, cumhuriyet.com.tr
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hükümetin para basarak günü kurtardığını söyleyen Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, “Türkiye’de yoksul, zenginin varlığını korumaktadır.

Bu politikalarla, Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir. Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi.

İktidarın gıda ürünlerinde KDV’yi %1’e indirmesinin ve aynı oranda indirimi marketlerden de “dilemesinin” üzerinden bir ay geçmesine karşın raflar yine ateş pahası. Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, yurttaşın belini büken enflasyona ve yapılması gerekenlere ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Ege Saati’nden Yusuf Körükmez’e konuşan Bülbül, “Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Zaten hükümetin de, enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi. Körükmez’in soruları ve Prof. Dr. Bülbül’ün yanıtları şöyle:

– Hükümet enflasyon artışını neden durduramıyor? Bu artış hızı bu şekilde devam ederse Türkiye’nin önünde ne gibi sorunlar çıkar?

Türkiye’de enflasyonun temel sebebi, maliyetlerden kaynaklıdır. Yani Türkiye’nin enflasyonu maliyet enflasyonudur. Maliyet enflasyonunun bir nedeni ithal edilen ara mallardan kaynaklı olabilir. Ancak bu durum enflasyonun yalnızca bir bölüm nedenidir. Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Ara malı üretemeyen, salt ranta dayanan bir ekonominin makro sorunlarına çözüm getirmesi mümkün olamayacaktır. Özellikle petrol, enerji ve doğal gaz gibi üretim girdilerini üretemeyen bir ekonominin kalıcı biçimde bu sorunu çözmesi mümkün değildir. Ayrıca yürütme organının, iktisat teorisinde (kuramında) yer almayan, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” gibi bir politikası enflasyonun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı gibi, enflasyonu daha çok artıracaktır.

“TÜRKİYE’DE YOKSUL, ZENGİNİN VARLIĞINI KORUMAKTADIR”

Faiz oranlarını düşürerek enflasyonu düşürme politikası, ekonomide çok farklı ve olumsuz bir tablo ortaya çıkarmıştır.

  • Şu anda ekonomi bilimiyle açıklanamayan bir durumla karşı karşıya kalınmıştır.

Enflasyon oranı % 61, Merkez Bankasının politika faizi % 14,
Hazine borçlanma faizi % 27 ve piyasa faizi ise % 26 dolayındadır.

Devlet böyle bir politikayla, insanların Türk parası varlıklarının reel olarak gerilemesine neden olmaktadır. Ancak bazı kişilerin ise, kur korumalı mevduat faizi ile paraları korunmakta ve bu fark hazineden vergilerle karşılanmaktadır. Örneğin, üç ayda kur korumalı faiz için ödenen para 13 milyar civarındadır (dolayındadır). Bu para insanların verdikleri vergilerle karşılanmaktadır.

  • Yoksulların zenginleri finanse etmesidir.
  • Kısaca yoksul, Türkiye’de zenginin varlığını korumaktadır.
  • Bu politikalara Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir.
  • Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur.

“HÜKÜMETİN BİLİMSEL OLMAYAN EKONOMİ POLİTİKALARI DOLAYISIYLA ENFLASYONUN DÜŞMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Dünyanın her yerinde Merkez Bankalarının görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Yani enflasyonu önlemektir. Ancak Merkez Bankasının para politikası ciddi anlamda pasifize edilmiş (etkisizleştirilmiş) ve tamamen (tümüyle) hükümetin bilimsel olmayan politikalarına angaje olmuştur (bağlanmıştır). Dolayısıyla enflasyonun düşmesi mümkün değildir.

Böyle giderse, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde hiperenflasyonla
karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır.

Enflasyonun bu şekilde sürmesi ve hiperenflasyonla karşı karşıya kalınması, ülke insanlarının daha çok yoksullaşmasına, vergi gelirlerinin ve kamu harcamalarının reel olarak gerilemesine ve gelir dağılımının daha çok çarpıklaşmasına neden olacaktır. Hatta tüm makro dengelerin bozulmasına neden olacaktır.

– Vatandaş geçinemiyor, ekmek, yağ, şeker, et kuyrukları var. Daha kötü ne olabilir sorusunu sordukça yeni zorluklarla karşılaşıyor. Şu anki durumdan daha da kötüsü var mı? Türkiye’yi neler bekliyor?

Türkiye ekonomisi, yukarıda da belirtildiği gibi enflasyon sorununu çözemezse ve üretimi artırıcı bir ekonomi politikası ortaya koymazsa, yoksullaşma daha çok olacak ve giderek halkın temel gıda maddelerine ulaşma imkânı (olanağı) ortadan kalkacaktır.

“DEVLET PARA BASARAK SADECE GÜNÜ KURTARIYOR”

Devletin tek ürettiği politika günü kurtarmak ve zamların yarattığı alım gücü azalmasının önlenmesi için para basmaktır. Para basımı kısa bir süre çalışanları rahatlatsa bile, bir süre sonra daha yüksek enflasyonla reel olarak daha çok yoksullaşmalarına neden olmaktadır.

Türkiye ekonomisi faiz oranında dünyada üst sıralarda, yüksek enflasyon konusunda ilk on ülke arasındadır.

Doların bu politikalarla dönem sonun 20 TL’yi geçmesi kaçınılmazdır.

Uluslararası raporlarda da 2022 yılının ekonomi açısından daha kötü olacağı belirtilmektedir.

“Kur korumalı TL vadeli mevduatı”nın da beklenenin aksine dolarizasyonu düşürmediği çeşitli raporlarda belirtilmektedir.

Türkiye’nin 2022 enflasyonu böyle giderse %150’lerin üzerine çıkacaktır.

Dolar kuru artacağı için dış borç stoku giderek artacaktır. Türkiye’nin salt 2022 yılında ödemesi gereken dış borcu 170 milyar Dolara yakındır. Bu durum makroekonomik dengelerin önümüzdeki günlerde çok daha kötü olacağının göstergesidir. Özetle, makro gösterge ve değerlere bakıldığında ekonomik anlamda

  • 2022’nin çok sorunlu ve zor bir yıl olacağı gerçeği açıktır.

Gıda maddelerinde %7 oranında bir indirim olması, son dönemlerde üç kat artan gıda fiyatlarına olumlu yansımayacaktır. Çok kısa bir süre olumlu etki yaratsa bile, enerji ve diğer girdi maliyetlerindeki artışın yanında hiçbir anlamı olmayacaktır. ÜFE artışı, bir süre sonra TÜFE’ye yansıyacaktır. TÜFE’ye yansıyan % 50’lik fiyat artışının yaratacağı yüksek fiyatların %7’lik bir indirimle telafisi olanaklı olmayacaktır.

“TÜRKİYE’DE VERGİ YAPISI ADALETSİZDİR”

Esas olarak enerji fiyatlarındaki ve üretim girdilerindeki KDV oranlarının düşürülmesi gerekmektedir. Sonuç olarak ÜFE ile TÜFE arasından ciddi bir fark olduğu dikkate alınırsa, bu tür KDV indirimleri enflasyon için kalıcı çözüm olmayacaktır.

Türkiye’de vergi yapısı adaletsizdir. Bunun temel örneği, dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payının %65 dolayında olmasıdır. Dolaylı vergiler, ödeme gücünü kavrayamaz ve tersine artan oranlıdır. Bu durum gelir dağılımı çarpık olan ülkenin gelir dağılımını daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla, sosyal devlet vurgusu yapan ülkenin öncelikle bu durumu düzeltmesi gerekir. Ayrıca orta ve düşük gelir kesimlerinin kullandığı temel ürünlerdeki KDV oranlarının tamamen (tümüyle)  kaldırılması, sosyal devlet anlayışının gereğidir. Sonuç olarak,

  • Ekonomi ve maliye politikaları açısından bakıldığında, Türkiye sosyal devlet değildir. (AS: Bu politikalar Anayasa md.2’ye, 5’e, 65’e, 73’e…. açıkça aykırı!)

“KDV YÜKÜ GENİŞ HALK KİTLESİNİN ÜZERİNDEN ALINIP YÜKSEK GELİR GRUBUNA AKTARILMALIDIR”

– Vergi sistemimizde köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu konuşuluyor. Mevcut düzende KDV yükü nihai (son) tüketicinin üzerinde kalıyor. Firmalar ödediği KDV’yi yansıtırken son tüketici yani vatandaş bunu yükleniyor. Bu noktada bir değişikliğe ihtiyaç var mıdır?

Katma değer vergisi, teknik olarak, yayılı bir muamele vergisidir. Yani imalattan tüketime dek her aşamada alınan bir vergidir. Ancak her aşamada alınan vergi, nihai (sonal) olarak tüketiciye aktarılmaktadır. Bu durum hem tüketicinin yükünü artırmakta, hem de mevcut fiyatları daha fazla artırmaktadır.

Türkiye’de öncelikli olarak vergi sisteminde ciddi bir yenilenmeye ihtiyaç var. Vergi sisteminin adil olması gerekmektedir. KDV yükünün geniş halk kitlesi üzerinden alınıp, yüksek gelir grubu üzerine aktarılması sağlanmalıdır. Ancak esas itibariyle (öz olarak), gelire göre vergi sistemi kurulmalıdır. Vergilerde esas olan ödeme gücüdür. Türkiye’de vergilerin önemli bir yükü orta ve düşük gelir grubunun (diliminin) üzerindedir. Vergi yükünün gelir grupları arasında adil dağılımının sağlanacağı bir sistem kurulmalıdır. Bunun yolu da, toplam vergi gelirleri içinde dolaysız vergilerin payının artırılmasıdır.

“TÜRKİYE EKONOMİSİ STAGFLASYON İÇİNDE”

– Telaffuz edilen terim ‘enflasyon’ fakat halk stagflasyon yaşıyor yani enflasyon ve deflasyonun negatif yönlerinin birlikte hissedilmesi. Bu noktada stagflasyon terimini kullanmamız daha doğru olmaz mı?

Durgunlukla beraber yüksek enflasyonun yaşanması anlamına gelen stagflasyon, özellikle 1970’li yıllardaki petrol krizi sırasında tüm dünyada ortaya çıkmış bir iktisadi sorundur.

O dönemde ortaya çıkan stagflasyon krizi elbette ki, bugünkü durumdan farklı olacaktır. Ancak, günümüzde Türkiye ekonomisinde ciddi bir maliyet enflasyonu söz konusudur. Özellikle üretimde önemli girdi olan enerji fiyatlarındaki artış, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde enflasyon oranını daha fazla artıracaktır. Ayrıca Türkiye ekonominin uygulamış olduğu yanlış kur ve faiz politikası, çok daha olumsuz sonuçları meydana getirmektedir. Maliyetlerde artış bir yandan fiyat artışlarına neden olurken, bir yandan da yüksek maliyetlerle üretim yapma olanağını azaltarak durgunluğa ve işsizliğe neden olmaktadır. Bu iki sorunun Türkiye’de yaşanması stagflasyonu ortaya çıkarmaktadır. Hatta bu duruma önlem alınmazsa, çok daha kötü olan slumpflasyon sorunuyla karşılaşılması kaçınılmazdır.

  • Slumpflasyon ise, ekonomik çöküntü içinde enflasyonun yaşanmasıdır.

Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin stagflasyon içinde olduğunu belirtmek mümkündür. Hatta önlem alınmazsa ve küresel likidite de iyice kısılırsa, slumpflasyonun yaşanması da şaşırtıcı olmamalıdır.
================================================

Sevgili Duran hocam,

Lütfen, derneklerinizle, örgütlerinizle toplu olarak sesinizi yükseltin…
Çözüm önerileri koyun masaya…
Bağımsız Sosyal Bilimciler ortamı örneğin…

  • TR, siyasal tarihte örneği görülmemiş bir anomali tablosunda..
  • Çözümler de olağandışı duruma uygun nitelikte olmalı..
  • En güçlü dayanağımız MEŞRU YAŞAM HAKKIMIZ
  • Meşruluğunu yitiren bir iktidara karşı EVRENSEL DİRENME HAKKIMIZ

Bir “Ulusal İktisat Kurultayı” yapın Duran hocam..
Öncü olun, halkta ve muhalefette karşılığını bulur.
6 partinin ekonomi politikasını Babacan ve partisi hazırlayacakmış… (!!)
Yandı gülüm keten helva..
Hocam, gün bu gündür Ülke ve Ulus için..
Haydi, soyunun ağır göreve..

ADD gelecek yıl bir Ulusal İktisat Kurultayı düşünebilir..
17 Şubat 1923…. 17 Şubat 2023..
İzmir’de.. Türkiye İktisat Kongresi‘nin 100. yılında..
*
Ama şimdi ACİL DURUM var!…

Sevgi, saygı ve dostlukla..
10.04.22, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)

Not : Sn. Prof. Bülbül’e yolladığımız üstteki iletiyi ülkemizin önde gelen yurtsever birkaç ekonomisti ile de paylaştık.. Prof. Bilsay Kuruç, Prof. Halil Çivi, Prof. Yalçın Karatepe, Prof. Erinç Yeldan, Prof. Aziz Konukman, Dr. Serdar Şahinkaya .. gibi.

Çok değerli dostumuz Erinç hocamız yanıtladı bizi :
Evet, değerli hocam.. İktidarın bütün propagandası muhalefetin ekonomi bilmediği üzerine. Ekonomideki tahribatı ört bas edecekler.
Çalışıyoruz hocam. Emin olun. Sevgilerle