Etiket arşivi: Fetva makamı

Laikliğe Çağrı Birlikteliği…

Laikliğe Çağrı Birlikteliği’nden Uyarılar

24 Mart 2022 tarihli Resmi Gazetede Diyanet İşleri Başkanlığı hakkındaki yasada değişiklik yapan 7383 sayılı yasa yayımlanmıştır. Bu yasa ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak Diyanet Akademisi kurulmuştur.

7 Nisan 2022 tarihli Resmi Gazetede de 1 no’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde değişiklik yapan 98 no’lu Kararname ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir bölüm yetkilerinin devredilmesi yoluyla, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün görevleri genişletilmiştir.

1-3 Aralık 2021’de gerçekleştirilen 20. Milli Eğitim Şûrası’nda, okul öncesi çocuklar için de zorunlu din eğitimi tavsiyesinde bulunulduğu ve uygulamaya da hızla geçildiği ortadadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, giderek hızlanan bu ve benzeri düzenlemeler ve uygulamalarla, tabi olduğu Anayasa hükümleriyle (AS: açıkça) çatışan bir kurum durumuna getirilmiştir.

Cumhuriyet’in bir kurumu olarak (AS: Atatürk döneminde yasayla) kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uzunca bir süredir varlık nedeni dışında görevlerle (AS: yetkilerle) donatılması ve giderek bir Şeyhülislamlık mercii haline gelmiş olması hiç kuşkusuz, Anayasa’nın en başta laiklik olmak üzere (AS: m24), değiştirilemez hükümleriyle (AS: m.2 ve m.174) aykırılık yaratmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin her biriminin, her kurumunun görevleri ile toplumsal yaşama ve siyasete ilişkin açıklama yaparak kendini bir fetva makamına çevirmiştir.

Laiklik ilkesi, devletin dinler karşısında (AS: aktif biçimde) yansız kalmasını gerektirmektedir. Buna rağmen (karşın) her geçen gün artan düzenleme ve uygulamalarla gerek devlet organlarında, gerek siyasette, gerekse de toplumsal yaşamda bu (AS: zorunlu) yansızlık ortadan kaldırılmaktadır.

Eğitim, okul öncesinden başlayarak adeta mahalle mekteplerini andıran bir yapıya dönüştürülmüş iken, şimdi bir de Diyanet Akademisi kurulmuştur. “Biz yolumuza devam edelim, hukuk arkadan gelsin” diyerek Anayasa’yı ve hukuku hiçe sayarak hareket eden iktidardaki partinin, “Diyanet Akademisi” adını verdiği kurumun gerçekte medrese olduğu bilinmelidir. Ülkemizde tarikat ve cemaatlerce işletilen onlarca sibyan mektebi ve medrese bu düzenlemelerle yasal ve meşru duruma getirilmeye çalışılmaktadır.

Öte yandan, Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün yetkilerinin genişletilmesi ile Anayasa’ya aykırı olan tarikat ve cemaatlerin bütün eğitim sistemine katılmasının yolu açılmak istenmektedir.

Siyasal partilerin demokrasinin vazgeçilmezi, demokrasinin de anayasanın değiştirilemez ilkelerinden olduğunu, ancak laiklik ilkesinin bütün bunların güvencesi olduğunu bir kez daha vurgulayarak;

  • Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerinin korunması,
  • Aykırılıkların artarak sürmemesi,
  • Atatürk ilke ve devrimlerinin, demokratik ve laik Cumhuriyet’in hukuk ve demokrasi yoluyla korunması için, TBMM’de yer alan siyasal partilere görevlerini anımsatıyor,
  • Anayasa’nın üstünlüğünü ve değiştirilemez hükümlerini gözeterek, 7383 sayılı Yasa ve 98 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin iptali için Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmaya çağırıyoruz.

Laikliğe Çağrı Birlikteliği
9 Nisan 2022, Ankara

===========================================
Dostlar,

Sitemizde daha önce yayınladığımız “Diyanet ‘AK’ademisi” başlıklı yazı ile birlikte okunmasını dileriz..

Diyanet ‘AK’ademisi  | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

CHP, Diyanet Akademisi yasasını mutlaka AYM’ye götürmeli.
Bu yasa Anayasa m .2, 5, 6 ,24, 42, 130,136, 174’e açıkça aykırı.

  • Şeriatçı darbe bu, AKP’nin duracağı yok.

CB kararı ile DİB’in kimi yetkileri MEB Dinişleri Gn. Md.ne devredildi.

  • Türban, okul öncesi bebelere dek indirildi. 
  • Okullarda haremlik – selamlık dayatılmakta..

DİB, “minber dokunulmazlığı” isteyecek ölçüde kantarın topuzunu kaçırdı!

Bu arada AİHM, bir kez daha, zorunlu din dersi insan haklarına aykırı dedi!

Sevgi ve saygı ile. 10 Nisan 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

TÜRKİYE’DE ATATÜRK VE CUMHURİYET KARŞITLIĞININ SOSYOLOJİK NEDENLERİ ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

TÜRKİYE’DE ATATÜRK ve CUMHURİYET KARŞITLIĞINİN SOSYOLOJİK NEDENLERİ ÜZERİNE KISA NOTLAR

Atatürk’ü anma haftasını geride bıraktık… Kurtuluş Savaşımızın büyük lideri, Cumhuriyetimizin kurucusu, çağdaş ve laik Türkiye‘nin mimarı, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürkün bedensel olarak aramızdan ayrılışının 83. yılı. O her ne denli fiziksel, biyolojik olarak aramızdan ayrılsa da, manevi (AS: tinsel) ve özellikle fikri (AS: düşünsel) olarak kendi Ulusunun yüreğinde ve beyninde sonsuza dek yaşamayı sürdürecektir. Mekânı cennet ve ruhu şad olsun.

Bana en sık sorulan sorulardan biri, “Hocam Atatürkçülük nedir; Kemalizm Atatürkçülükten farklı mıdır?” şeklindedir. Kanımca doğru ve bütüncül düşündüğümüz zaman aralarında bir fark yoktur. Yani Kemalizm = Atatürkçülüktür.

Kısa ve öz olarak;

  • Özgür aklın ve çağdaş bilimin verilerini doğru biçimde, devlet ve halk yararına kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Ulusunu sürekli olarak demokratikleştirme ve çağdaşlaştırma rotasında yükseltme hedefinden hiç sapmadan yürüme ülküsüne Atatürkçülük denir.”

Büyük bilim insanı, fizik profesörü, rahmetli Erdal İnönü‘ye demiştim ki;

  • “Hocam doğru ve bilimsel fikirler ölmez, gericilik er geç yok yok olmak zorunda değil mi?”

O da bana;
Halil Hocam unutma, yanlış, cahil bıraktıran, gerici çağdışı fikirler de ölmüyor; her devirde yeni şekil ve kılıflara bürünerek tekrar ve tekrar ortaya çıkıyorlar.” Çok doğru, eğer çağdışı fikirler mezara gömülebilseydi gerici karşı devrim hareketleri olmazdı…

Çok değerli uzman ve çağdaş tarihçimiz Sayın Sinan Meydan, 8 Kasım 2021 tarihli Sözcü Gazetesinde yayınlanan “Yaşayan Atatürk” konulu makalesinde, “Atatürk yaşamıyor olsa, birilerince her gün yeniden öldürülmek istenir miydi hiç?” diye yazmıştı. Bu cümledeki yaşamaktan kasıt Atatürk‘ün evrensel ve bilimsel fikirleri kurmuş olduğu Cumhuriyet ve çağdaş eserleridir.

Doğal olarak, Atatürk‘ün bedeni de herkes gibi ölümlüdür.
Aslında Atatürk karşıtlarının hedefinde O’nun akıl ve bilim temelli cehaleti yok edici ve toplumu çağdaşlaştırıcı fikirleri ve kurmuş olduğu demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti ve bu Cumhuriyetin halkın hizmetine sunduğu ekonomik ve kültürel eserler ve kurumlardır.

Peki bu bir yüzyıllık Atatürk, Cumhuriyet ve devrim karşıtlığı nereden, hangi sosyo – kültürel ve ekonomik nedenlerden kaynaklanmış olabilir? Kişilerden bağımsız olarak, bazen kine, nefrete ve hatta düşmanlık sınırına varan bu Atatürk karşıtlığının tarihsel – sosyolojik nedeni ya da nedenleri neler olabilir?

Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Osmanlı Devleti’nin klasik (Yükselme ve duraklama dönemleri) dönemdeki toplumsal örgütlenme modelini iyi anlama ve bu modelden Cumhuriyete aktarılamayan ilmiye sınıfının kurumsal yapısına bakmak gerekir.

Eğer Sultan ve Halk hesaba katılmazsa Osmanlı Devlet yapısının 3 ana sınıftan oluştuğu görülür.

1- Kalemiye Sınıfı. Osmanlı bürokrasini yürüten sınıftır. Sadrazamlar dahil, çoğunlukla devşirilmiş Hıristiyan asıllı görevlilerden oluşur.

2- Seyfiye Sınıfı. Yani ordu örgütü. Seyf  kılıç, seyfiye de kılıç ehli yani ordu demektir. Yeniçeriler, sipahiler (atlı askerler) ve denizcilerden oluşan bir ordu vardır.

3- İlmiye Sınıfı. Başta, önce Kazasker, sonra Şeyhülislam olmak üzere tüm din uleması bu sınıfa mensuptur. Kadılar, müftüler, müderrisler, imamlar, mollalar, şeyhler, tarikat ve cemaat yöneticileri… hep ilmiye sınıfına aittir. İlmiye sınıfının 3 ana görevi:

A- Fetva makamıdır. Padişah bile bazen Şeyhülislamın fetvasına muhtaçtır.
B- Yargı makamıdır. Osmanlı şer-i yargısı kadılar eliyle yürütülür.
C- Eğitim makamıdır. Başta medreseler olmak üzere ülke ve halk eğimi ilmiye sınıfına aittir.

Peki Cumhuriyet kurulunca ne oldu? Çok kestirmeden giderek şu Sosyolojik sonuca ulaşabiliriz:
Kalemiye Sınıfı Cumhuriyet bürokrasisine dönüştü. Seyfiye sınıfı Cumhuriyet Ordusu oldu. İlmiye sınıfının ise devletle, merkezi yönetimle bağı koptu.

A- Saltanat ve Halifelik kaldırıldı. Devlet laikleşti. Fetva makamına gerek kalmadı.

B- Yargı sivilleşti ve laikleşti. Şer’i hukuk kaldırıldı. Kadılık kalktı. Yargı dinden ve devletten bağımsızlaştı. Anayasal düzen geldi.

C- Eğitim ve öğretim hem laikleşti ve hem de Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) tekeli geldi. Din odaklı eğitim yerini akıl ve bilim odaklı eğitim sistemine bıraktı. Medreselerin yerini üniversiteler aldı.

Kıssadan hisse                             :
İlmiye ya da din uleması sınıfı mensupları Cumhuriyetle birlikte, ayrıcalıklarını, makamlarını ve kazançlarını yitirdiler.

Sonuç              :
İstisnalar hariç (AS: Ayrıklar dışında), din uleması geçinenlerin, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlıkları dinsel değil, sınıfsaldır. Maddi temellidir. Ancak bu maddi temel özellikle cahil bırakılmış halkı kandırmak için dinle temellendirilmektedir.

Atatürk diyor ki :

  • “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz.”

Son saptama; eğer siyaseti dine ya da dini siyasete katarsanız hem din ve hem de siyaset bozulur. Günümüzdeki halkın bilinç düzeyi yeterince yükselmiştir. Artık toplum Ata‘sına kuvvetle sahip çıkıyor. Gereğini yapmak yani akla ve bilime daha sıkı sarılmak koşuluyla kötümser olmaya gerek yoktur.