Etiket arşivi: öğrenilmiş çaresizlik sendromu

DİNBAZ YA DA DİNCİ SİYASAL REJİMLER ÜZERİNE NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor:
– “Dinbazlık ya da dincilik ne demektir?
– İslam ülkelerindeki siyasal iktidarlar neden olağan olarak hiç değişmiyor?
– Müslüman toplumlar göreceli olarak neden hep geri kalmışlar?”

Bu durum kitaplar dolusu açıklamalar gerektirir. Ancak ben yine de kısaca anlatmaya çalışayım.

Dindarı bilmeden dinbazı ya da dinciyi tanımlama olanağı yoktur. Dindar, samimi (içten) inançlı, güzel ahlaklı, düzgün karakterli, haramdan, zinadan, talandan, yalandan… uzak yani takva sahibi kişidir. Dindarın hilesi, hurdası, fitnesi… yoktur. Dindar, her zaman ve her koşulda dürüst ve güzel ahlak sahibidir.

Dinbaz ya da dinci ise dinle oynayan demektir. Dinden geçinendir. Nasıl ateşle gösteri yapana ateşbaz, iple gösteri yapana cambaz denirse, dinde iki yüzlü olana, kendi çıkarı için dini ve dine dayalı kutsalları kullanana da dinbaz denir. Dindar samimidir (içtendir), dinbaz ikiyüzlüdür. Dindarın tutum ve davranışları içtendir. Halbuki dinbazın tüm hal ve hareketleri kendisine çıkar sağlamak için beyin yıkamaya ve kandırmya yöneliktir. Dinbaz dinsel ibadetleri ve yardımları gösteri ya da reklam aracı yapmayı sever. Dindar ise gösterişten ve reklamdan uzak durur…

Dinbazın üzerindeki din yaftası kiralık elbise gibidir. İşi bitince çıkarılır. Dindarın insancıl, ahlaksal ve düzgün karakteri ise yaşam boyudur. Eğer bu karakter olumsuz yönde değişmeye başlarsa, dindarlık dinbazlığa dönüşecek demektir.

Genelde, çok azı dışında, hanedanlık ya da saltanata dayanan İslam ülkelerindeki siyasal iktidarların halkları ile olan tutum ve davranışları çoğu kez ikiyüzlüdür. Bu tür yönetimler, Allah ve din adına, cahil ve yoksul çoğunluktan hep sonsuz sabır, geri dönülemez itaat ve bitip tükenmez kanaat isteyerek onları dünya işlerinden ve dünya malına sahip olmaktan caydırmaya çalışırlar. Kendileri ise sınırsız servet, sarsılmaz siyasal güç elde ederek dünyaya egemen olma peşindedir. Halklarını ise bu servet ve saltanat gücünü Allah ve din gereği yaptıklarına inandırmaya çalışırlar. Kısacası dinbaz ya da dinci iktidarlar hipokrattır; yani ikiyüzlüdür.

Peki dinbaz ya da dinci siyasi iktidarlar bu ekonomik ve siyasal gücü nasıl devşirir ve nasıl sürdürürler? İktidarlarca bu ekonomik ve siyasal gücü elde tutma ve sürdürebilmenin başlıca ana nedenleri şunlardır :

1- Aklı ve bilimi öncelemeyen, tümüyle dogmatik değerlere dayalı, çoğu söylence ve boşinanlara (hurafelere) bezenmiş, eleştiriye kapalı, yüzyıllar boyu hep aynı şeyleri yineleyen bir eğitim sistemi. Böyle bir eğitim sistemi :

a. Toplumu akılcı düşünmekten, bilim ve teknoloji üretmekten… zihniyet (anlayış) devriminden geri bırakır. Çünkü cahiller sürüsüne çobanlık yapmak, cahil toplumları yönetmek daha kolaydır.
b. Akılcı ve bilimsel eğitimden uzak kalınınca da, ülke bilim ve teknoloji üretmekten yoksun kalır. Üretim, mal, hizmet ve toplumsal refah (gönenç) artmaz. Sonuç olarak ülke ve toplum bu geri kalmışlık çemberini kıramaz .

2- Hepsi olmasa bile, bu tür ülkelerde siyasal iktidarların güdümünde olmaya ve onlarla kendi çıkarları karşılığı işbirliği ve çıkar paylaşımı yapmaya hazır geniş ve yaygın bir ulema tipinin varlığı söz konusudur. Bu tip iktidar yandaşı ulema erkânı sürekli olarak toplumu siyasal iktidarlara sadakata (bağlılığa), sabra ve iktidara (ulu’l emre) itaata yönlendirir. Geniş halk kitleleri ise bu tip çıkarcı ulemalarca öğrenilmiş çaresizlik sendromu ile yaşamayı sürdürürler.

3- Antidemokratik, otoriter ya da totaliter ülkelerde, toplumu korkutmak ve sindirmek amacıyla, koç başı olarak kullanılabilen geniş ve güçlü bir güvenlık ordusu (polis, jandarma, asker, özel güvenlik..  güçleri) ve yine siyasal iktidarların güdümüne girmiş yargı kurumları vardır. Bu tür güçler ve kurumların görevleri varolan siyasal iktidarları kendi halklarından her ne pahasına olursa olsun korumaktır.

4. Totaliter ve otoriter rejimlerdeki güdümlü medya kuruluşlarının genel politikaları ve bu medyalarda, istisnalar hariç (ayrıklar dışında), görev yapan sözde aydınların tutum, davranış ve söylemleri ise, siyasilerin yanlış ve kusurlarını görmezden gelmektir. Doğru yaptıklarını ise abartıp sürekli yineleyerek otoriter ve totaliter iktidarların değirmenlerine su taşımaktır. Gerçekleri halktan ya da kamuoyundan saklamaktır.

Kıssadan Hisse                 :

Yüce Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, yukarıda kısaca açıklanan ve gerçek dindarlıkla yakından ve uzaktan ilgisi olmayan bu çağdışı fasit siyaset çemberini kırmaya çalıştı. Hanedan ya da kişi iktidarını ortadan kaldırdı. TBMM’ni kurarak halkını kendi ekonomik, hukuksal, toplumsal (sosyal) ve kültürel (ekinsel) düzeninin belirleyicisi ve sahibi yaptı.

  • Demokratik laik ve sosyal bir hukuk devleti kurdu.

Buyruklar ve fermanlar yerini evrensel hukuk kurallarına bırakmaya başladı. Devlet, vatan ve ülke hanedan ya da kişilerin malı olmaktan çıktı; topyekun ulusun malı oldu… Temel amaç ve hedefler olarak bize, hepimize düşen önemli görev; başta siyaset anlayışımız olmak üzere, halkımızı, ülkemizi, devletimizi, ekonomimizi, sosyo-kültürel yapımızı, demokrasimizi, hukukumuzu, sanatımızı … çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmaktır.

Başka türlü, emperyalist ülkelerin vesayetinden kurtulma olanağı yoktur.

Çağdaş bir zihniyetin en önemli temel girdisi ise aklı, bilimi ve özgür düşünceyi önceleyen, Öğretim Birliğine (Tevhid-i Tedrisat) dayalı demokratik, laik ve bilimsel eğitimdir.

Eğitim sistemi çağdaşlaşmadan zihniyet çağdaşlaşmaz.

Son söz : AKIL, BİLİM VE UYGARLIK YOLUNUN GERİ VİTESİ YOKTUR VE OLMAMALIDIR!

TMMOB ihraç edilen akademisyenlerin ders vermesi için kapılarını açtı

TMMOB ihraç edilen akademisyenlerin ders vermesi için kapılarını açtı

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, OHAL kapsamında KHK’lerle görevlerinden
ihraç edilenlere ilişkin 9 Şubat 2017 tarihinde bir basın açıklaması yaptı.

[Haber görseli]

Üniversitelerinden uzaklaştırılan tüm bilim insanlarının dilerlerse TMMOB binalarında derslerine devam edebileceklerinin belirtildiği açıklamanın tamamı şöyle:

“Anayasa değişikliği referandumunun ülke gündeminde önemli bir yer tuttuğu bu dönemde, “Halka yönelik değil, devlete yönelik” söylemleriyle ilan edilen OHAL,

– temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı,
– ifade özgürlüğünün yok sayıldığı,
– toplumun ilerici kesimlerine dönük saldırıların arttığı

bir süreç haline dönüştürülmüştür. Yayımlanan KHK’larla bir yandan yolcu ve eşya taşımalarında kullanılan araçlarda kış lastiği kullanılması, seçim döneminde TV kanallarının YSK’nin denetiminden çıkarılması gibi OHAL ile ilgisi olmayan düzenlemelerle tek adam rejiminin provası yapılırken; bir yandan da yıllardır eğitimin dincileştirilmesine, ticarileştirilmesine, cinsiyetçi ve ayrımcı politikalara direnen, laik-bilimsel-demokratik ve anadilinde eğitimi savunan (AS: Bu noktada çekincemiz var..), emek, barış ve demokrasi mücadelesi yürüten akademisyenler üniversitelerden ihraç edilmektedir.

OHAL süresince yapılan tüm uygulamalar; açığa alınanların ve KHK’lar ile görevlerinden
ihraç edilenlerin yaşadıklarının tamamı, temel hukuk normlarına dahi uymamaktadır.

İhraç edilen akademisyenlerin yanındayız

TMMOB İstanbul İl Koordinasyonu olarak, aralarında TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu üyelerinin de bulunduğu ihraç edilen akademisyenlerle dayanışma içinde olduğumuzu ve sürecin takipçisi olacağımızı bildirir, üniversitelerinden ve öğrencilerinden uzaklaştırılan tüm bilim insanlarının dilerlerse TMMOB binalarında derslerine
devam edebileceklerini kamuoyuna saygıyla duyururuz.
===================================
Dostlar,

Dayanışma çok sevindirici ve umut vericidir. Bu hattı koruyup güçlendirmek gerekir.
Ancak her kesimin birbirinin duyarlıklarına özen göstermesi gerekir.

TÜRKÇE 80 milyon T.C. Yurttaşının ortak ANADİLİDİR ve tek resmi dildir.
Yurttaşlarımızın “anne dili” farklı olabilir ve bunu da elbette özgürce kullanabilirler.
Kamusal alanda tek resmi dil, ülke ve ulus birliğinin en temel güvencesidir.
Birlikte – bölünmeden ortak vatanımızda başı dik yaşamanın anahtarı tek resmi dildir.

Evet.. AKP geçelim kendi evinin içini, kapısının önünü bile FETÖ’cülerden temizlemekte ısrarlı.
Oysa TV kameraları önünde Fetullah Gülen’e övgüler düzenleyen bakanlar, vekiller,
belediye başkanları… kayıtlarda duruyor.. AKP bunlara dokunmuyor, dokunamıyor..
Ama bu bulanık suda malvarlığı, sermaye, insangücü tasfiyesi ölçüsüz biçimde sürdürülüyor..

TBMM’de FETÖ’cü AKP vekilleri şantaj ve tehditle anayasa değişikliği görüşmelerinde
açık oy kullanmaya zorlandılar. Bire bir izlediler, baskıladılar. Dünyada örneği olmayan biçimde Anayasa değişikliğine konan 3 Kasım 2019’da yapılacak genel seçime dek bu 83 vekil rehin alınmıştır. 2015 Haziran seçimini yitiren AKP, halkı terör ve cinayetlerle korkutarak adeta öğrenilmiş çaresizlik sendromuna sokarak teslim almış, Kasım’da seçimi yeniden kazanmıştır!?

  • RTE “Verin 400’ü kan dökülmesi dursun..” diyebilmiştir!?

Bunlar sürdürülemeyecek, insanlığa karşı suç oluşturan ve zaman aşımı olmayan suçlardır.
En büyük zararı da yapanlara, AKP – RTE’ye verecektir. Tarihsel deneyimler bu yöndedir.
AKP – RTE -bu olağanüstü yanlışları ile çırılçıplak söyleyelim-
GİDİŞLERİNİ KENDİ ELLERİYLE HIZLANDIRIYORLAR..
Görüyor musunuz siyasetin cilvelerini.. Siyasal harakiri bu!

Dayan Türkiye’m, bu saldırıyı da aşacak, yoluna devam edeceksin..
Bin yıldır bu topraklarda ayağına dolananların hepsini ezip geçtin..
Bir kez daha gerekiyor; belki de bu son safra atımı olacak..

Sevgi ve saygı ile.
09 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Erdoğan-Obama görüşmesinden ilk izlenimler

Erdoğan-Obama görüşmesinden ilk izlenimler

Portresi_ATA_ile

 

Onur Öymen

(AS : Bizim kapsamlı karşı irdelememiz yazının altındadır.)

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama’nın Çin’de G 20 zirvesi vesilesiyle yaptıkları görüşmeden kayda değer bir sonuç çıkmadı.

Obama’nın basına yaptığı açıklamalardan mutad nezaket cümleleriyle,

– ‘Mültecilerin yükünü karşılamada Türkiye yalnız bırakılmamalıdır’,
– ‘Türkiye NATO’nun güçlü bir üyesidir’

gibi “Palis gerçeği” denilen, aksi söylenemeyecek ifadeler çıkartıldığında geriye Türkiye’nin beklentilerini karşılayacak fazla birşey kalmamaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki, özellikle Suriye’deki gelişmeler ve terörle mücadele gibi alanlarda Türkiye’nin ve Amerika’nın stratejik öncelikleri arasındaki farklılık devam etmektedir.
Gülen’in iadesi, hiç değilse Amerikan yargısı bir karar verene kadar oradaki faaliyetlerinin engellenmesi gibi konularda da Obama’dan bir söz alınmış değildir.

Yapılan açıklamalara bakılırsa, o görüşmede söylenmeyenler söylenenlerden daha önemlidir. Örneğin Amerika inkar edilemeyecek bir gerçek olan PKK-PYD bağlantısını hala kabul etmemekte ve PYD’yi bir terör örgütü olarak görmemekte ısrar etmektedir. Oysa Ankara’daki İngiltere Büyükelçisi Richard Moore, bile Milliyet’ten Serpil Çevikcan’a verdiği demeçte PYD ve YPG’nin PKK’yla bağlantısının farkında olduklarını söylemiş ve “Böyle bir bağlantının olma ihtimalini reddetmek aptal bir davranış olur. YPG’nin ve PYD’nin herhangi bir ofisine, işyerine gitseniz onların duvarlarında Abdullah Öcalan’ın fotoğrafını görüyorsunuz” demişti.

Uluslararası Af Örgütü Amnesty International da 13 Ekim 2015 tarihli raporunda PYD’nin işgali altındaki bölgelerde yaşayan sivil halkın yaşadıkları yerleri terketmek zorunda bırakıldıklarını ve evlerinin tahrip edildiğini belirtmiş ve bunun bir savaş suçu olduğunu ilan etmişti.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’de başlattığı ve şimdiden önemli sonuçlar aldığı operasyon ortadayken müttefiklerimizin hala IŞİD’le mücadelede PYD’nin en güvenilir güç olduğunu kabul etmeleri akla aykırıdır. Öyle anlaşılıyor ki, esas hedef Kuzey Irak’ta Barzani’nin kurulacağını ilan ettiği “Bağımsız Kürdistan Devletini” Akdeniz’e bağlayacak Kürt koridorunun oluşturulmasında PYD’nin etkili bir rol oynamasıdır. Biden’in Ankara’da verdiği söze rağmen PYD’nin hala Fırat’ın Doğusuna çekilmemesi ve Obama’nın bu konuda bir beyanda bulunmaması başka türlü açıklanabilir mi?

Öte yandan Obama’nın PKK’nın Kuzey Irak topraklarından çekilmesi için güçlü bir çağrı yapmaması ve bu konuda Irak Hükümetine ve Barzani’ye yönelik bir talepte bulunmaması da dikkat çekicidir. Bir günde PKK’nın saldırıları sonucunda 20 şehit verdiğimiz bir dönemde Amerika’nın bu terör örgütüne karşı daha etkili bir tavır almaması düşündürücüdür.

Sayın Cumhurbaşkanının Çin’de dünya liderleriyle yaptığı görüşmelerden Türkiye’nin sınır güvenliği ve terörle mücadele gibi konularda başka ülkelerden anlamlı bir destek beklemesinin gerçekçi olmadığı bir kere daha anlaşılmıştır. Türkiye bu gibi önemli sorunlarının çözümünde herşeyden önce kendi gücüne güvenmek zorundadır.

Saygılar, sevgiler. (04.09.2016)
=====================================

Dostlar,

Evet, ABD Başkanı H.B. Obama, bizim de izlediğimiz ölçüde, Fransız diplomatik termiyle “La verite de la Palisse” olarak nitelenen “Palis gerçeği” türünden sözlerden fazlasını etmedi görüşmede. Acaba sorun, Sayın Öymen’in yorumladığı üzere, salt Batı emperyal çevreleri başta olmak üzere uluslararası kamuoyunun Türkiye’nin sorunlarına duyarsızlığı ile açıklanabilir mi?

Yoksa Erdoğan’ın kişiliğinde AKP iktidarının kendisine ilişkin bir tepkisellikle bu siyasal kadroyu yalnızlaştırma, yalıtma ve diplomatik baskı ögesi de eşdeğer ağırlıkta mıdır? AKP çevreleri bu seçeneği öne çıkarmakta, hatta melankolik bir savunma ile “değerli yalnızlık” terimini kullanmaktadırlar. Kuşkusuz bu savunu patolojiktir ve yaşanan travmayı savuşturmaya yönelik tepkisel bir savunma refleksidir. Ancak “real politics”, hangi nedene dayalı olursa olsun ortadadır. Türk devlet aklının her 2 handikapı da irdelemesi ve yeni seçenekler üretmesi gerekiyor. Ancak “Tayyip beyin monşerleri” devre dışı!.. Dışişleri yıllarca, FETÖ’cü olduğu yenilerde savlanan ve görevden alınan Müsteşar F. Sinirlioğlu’na emanetti.

Dolayısıyla Sn. Öymen’in, “Türkiye bu gibi önemli sorunlarının çözümünde herşeyden önce kendi gücüne güvenmek zorundadır.” değerlendirmesini bütünüyle kabul etmek zor. Öğrenilmiş çaresizlik sendromu güdümünde bir yere varılamaz. Türkiye, dış politikasında elini güçlendirecek yeni dengelere yönelmelidir. Komşularından başlayarak ilişkilerini iyileştirmesi, Avrasya seçeneğini gözden geçirmesinin zamanıdır..

1945’lerden bu yana 70 yıldır süregelen Batı uydusu dış politika, Türkiye’yi yalnızlaştırmış ve neredeyse elini kolunu bağlamıştır. Kulvar değişikliği köktenci (radikal) gelecek ve göze alınamayacaksa, ciddi bir pusula ayarı ve çok yönlü – dengeleyici – seçenekli dış politikaya yönelmek gerekiyor.

Büyük ATATÜRK döneminde olduğu gibi.. Uluslararası dengelere oynamak!

Sevgi ve saygı ile.
05 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Erdoğan Çin görüşmelerinde açıkça çok yorgun görünüyordu ve kaçınılmaz olarak performansı düşük oldu korkarız. Özgüven eksikliği çok belirgindi, savunmada idi ve ABD Devlet Başkanı Obama’ya “Sayın Barack” diye seslendi diplomatik kuralların dışına çıkarak.. Batı’nın kurt diplomatlarının gözünden hiçbir ayrıntının kaçmayacağını belirtmek gerekli mi?? Ve bütün bunların ülkemize faturası sanıldığından çoook daha ağır oluyor.. Güneydoğu’da ABD, Türkiye ile PKK – PYD – YPG (hatta IŞİD ve türevleri) aracılığıyla vekaleten savaşı sürdürüyor. Son 2 günde şehit sayısımız 30’u aştı! Karşımızdaki basit bir terör örgütü mü sanıyoruz hala? HDP Genel Başkanı Demirtaş da Almanya ziyaretinde PKK’yı terör örgütü görmediğini bir kez daha söyleyerek savunuyor, meşrulaştırmaya çabalıyor. (HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Almanya’nın Süddeutsche Gazetesi’ne verdiği mülakatta PKK’yı terör örgütü olarak tanımlamadıklarını söyledi.. http://www.mynet.com/haber/politika/hdp-es-genel-baskani-demirtas-pkkya-teror-orgutu-demedi-2616434-1, 04.09.2016)

Cumhuriyetin Başsavcısı duydu mu, okudu mu, gördü mü acaba??

AYDIN CİNAYETLERİ STRATEJİSİ ve 21. ADALET-DEMOKRASİ HAFTASI


AYDIN CİNAYETLERİ STRATEJİSİ ve 21. ADALET-DEMOKRASİ HAFTASI..


Dostlar
,

Meş’um (Lanetli) 1993’ten bu yana 21 koca yıl geçti..

O yıl dikilen fidanlar gencecik – güçlü ağaçlar oldular.

O yıl doğan bebeler artık 21 yaşında birer fidan..

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 70. yaşına girmişti, günümüzde 90 yaşını devirdi..

20. yy. bitti, 21. yy’a geçtik..

KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm iyice abandı ve

  • Türkiye ulusu ve ülkesiyle parçalanmanın eşiğine sürüklendi!..

Sevgili Uğur Mumcu 51 yaşında idi, 72 yaşına ulaştı..

Uğur Mumcu’nun sevgili evlatları Özgür ve Özge 16 ve 12 yaşlarında birer “çocuk” iken “babasız büyüyerek” birer genç yetişkin insan oldular O’na özlemle..

Sevgili Güldal Mumcu 42 yaşında dul kaldı ve yaşamının son 21 yılını
Sevgili Eşi “Uğur” olmadan tarifsiz acılarla sürdürmek zorunda kaldı..
Bir Onur anıtı gibi sürdürdü yaşamını, eşinin anısını ve felsefesini yaşatmak üzere Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı‘nı (UM:AG) kurdu.

Bizler, Türkiye insanı ise, O’nun Cumhuriyet’teki GÖZLEM köşesinde her gün bizlere Liman Feneri gibi ışık tutan yazılarından yoksun kaldık.. O yazılar ki
her biri Türkiye gündemini belirler, hırsızın – uğursuzun – rüşvetçinin – ajanın – satılmışın – katilin uykularını kaçırır ve hain planlarını bozarak günyüzüne çıkarırdı. Her dizesi, her sözcüğü çok ciddi ve emekli araştırmacı – gazetecilik ürünü idi.

Ankara Hukuk Fakültesini 1965’te bitirmiş ve efsane İdare Hukuku hocalarından
Prof. Tahsin Bekir Balta‘nın asistanlığına kabul edilmişti .. Ancak bu alanda uzmanlaşmasına ve parlak bir kariyer yapması muhakkak olan gidişine (1969-72)
engel olundu. 12 Mart’ta, “Ordu Uyanık Olmalı” başlıklı bir makalesi yüzünden hapsedildi. Mamak Askeri Cezaevinde 1 yıl tutuklu kaldı, 7 yıl hapis cezası aldı ama Yargıtay hükmü bozunca serbest kaldı ve “SAKINCALI PİYADE” olararak
resmen damglandı, Patnos’ta “Rütbesiz er” olarak askerlik yaptırıldı.

O’nun aramızdan koparılmasının 10. yılında Türkiye AKP’ye teslim edileli 2,5 ay olmuştu.. 14 Kasım 2002’den bu yana Atatürk’ün mazlum Türkiye Cumhuriyeti adeta kuzunun kurda teslim edilmesi örneği birilerine ziyafet için sunulmuş bulunuyor.. Son 12 yıldır da bu bağlamda çok yönlü, açık – sinsi parçalanma operasyonlarına tabi tutulmakta..

Uğur Mumcu’nun yazdıkları birer birer doğrulanıyor..

Bereket, yazamadıkları da sonradan, son derece varsıl (zengin) arşivi taranarak
büyük emeklerle kitaplaştırıldı UM:AG tarafından. Bu çabalar tarihe ve ulusumuza
büyük ve çok değerli hizmetlerdir. Halen CHP adına TBMM Başkanvekili olan
Sn. Güldal Mumcu öncülüğünde UM:AG Vakfına şükran borçluyuz..

Ağabey Ceyhan Mumcu, kendi deyimiyle “Uğur” un katillerinin bulunması için
ömrünü adadı. Güldal Mumcu, Doğru – Yol hükümeti Emniyet Genel Müdürü
Mehmet Ağar
ile konuşurken gladyo cinayeti anlaşıldı bütün çıplaklığıyla..
Bayan Mumcu, “çekin tuğlayı, cinayet aydınlansın..” dedi. Genel Müdür Ağar ise, “..çekemem, duvar yıkılır, altında kalırız…” dedi.. (Bkz. dipnotu..)

Böylelikle Devletin, işin içyüzünü yani Mumcu cinayetini kontr-gerillanın işlediğini bildiği fakat uluslararası dengeler – düğümler bağlamında açıklamadığı – açıklayamadığı anlaşıldı. Mumcu’nun eşinin ziyaretleri sırasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, “cinayeti çözmenin, devletin namus borcu olduğu”nu belirterek adeta namus sözü verdiler (1993) fakat failler yakalan(a)madı.. Dahası, kanlı cinayet alçakça bir komşu ülkeye
mal edilerek, üstüne üstlük halkın bu ülke halkına düşmanlaştırılması kozu bile oynandı..

Türkiye, yalvar yakar 3 yılın ardından ve muazzam Kore rüşveti sayesinde
(741 şehit, 2147 gazi : MEHMETÇİĞİN KANI VE CANI İLE RÜŞVET!)
4 Nisan 1952’de NATO’ya kabul edildikten sonra aydınlık öncü evlatlarını,
karanlıkta kalmaya bu sistem gereği mahkum gladyo cinayetlerine kurban vermeye başlamıştı.. Sözde Sovyet tehdidi (1945) ürküsüyle (paniğiyle) 4 nala NATO’nun kucağına atılırkan, T.C. Devleti, Devlet olarak en temel görevi olan yurttaşlarının can
ve mal güvenliğinden vazgeçmiş oluyordu.. Soyut “devlet bekası” kutsanarak
öne çıkarılmış, gerçekte devletin varlık nedeni olan vatandaş feda edilmişti.. Bu tercih, kritik “faşizm” eşiğidir ve Türkiye, NATO üyeliği ile gerçek bir demokrasi olma şansını yitirmiştir.

Dolayısıyla, her yıl bugünlerde, Adalet – Demokrasi haftalarında biz bu 2 güzel perinin ardında seraplar görmeyi sürdürürüz.. 1 hafta sonra da 31 Ocak 1990’da öldürülen ADD Kurucu Genel Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy‘a
24 yıl sonra gene ağıtlar yakarız..

Sorun sistem sorunudur..

Türkiye’de halktan yana bir devrimci iktidar başa getirilemediği sürece bu alçakça cinayetler karanlıkta kalacağı gibi, yenileri de işlenmeye devam edilecektir..

Nitekim edilmektedir! Üstelik hızlanarak ve kapsamı genişletilererek..

Mumcu’nun öldürülmesinden 24 gün sonra işlenen Jandarma Gn. Komutanı
Org. Eşref Bitlis cinayeti
nereye konacaktır??

Mumcu’nun öldürülmesinden 6 ay kadar sonra 2 Temmuz 1993 Sivas toplu kırımı provokasyonu nereye konacaktır??

  • Aradan geçen 21 yılda açık – örtük yüzlerce gladyo / kontrgerilla cinayeti bu topraklarda NATO sayesinde işlenebilmiştir ve hiçbirinin de işleyeni yakalananamıştır!? (Ferit İlsever; Kontrgerilla 1-2)

“Faili meçhul” retoriği ile de zihinlerimiz tuzaklanarak cinayetlere
“öğrenilmiş çaresizlik sendromu” bağlamında boyun eğmemiz sağlanabilmiştir!?.

AKP dönemiyle birlikte köklü bir strateji değişikliği yapılmış ve asker – sivil öncü aydın kadroların tertip davalarla, sahte – düzmece iftira belgeleriyle hapse konularak tasfiyesi yöntemi uygulanmaya konmuştur.. Ergenekon, Balyoz vd. oyunlar bu iğrenç stratejinin türevidir ve bizzat Başbakan R.T. Erdoğan’ın Başdanışmanı AKP Ankara Milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan tarafından apaçık itiraf edilmiştir : 25 Aralık 2013, Star gazetesindeki köşe yazısı ;

  • ” …Kendi ülkesinin milli ordusuna kumpas kuranların
    bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını…”

Sonuç                         :

Yineleyerek bağlayalım..

Sorun sistem sorunudur..

Türkiye’de halktan yana bir devrimci iktidar başa getirilemediği sürece
bu alçakça cinayetler karanlıkta kalacağı gibi,
yenileri de işlenmeye -türlü yollarla- devam edilecektir..

(Yazının pdf formatı aşağıda)
AYDIN_CINAYETLERI_STRATEJISI_ve_21._ADALET-DEMOKRASI_HAFTASI

Sevgi ve saygı ile.
23 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dipnotu      :

Mehmet Ağar o sırada Erzurum Valisi’ydi. 6 ay kadar sonra Emniyet Genel Müdürü oldu. Ertesi yıl, 24 Ocak 1994’te Güldal Mumcu’yu evinde ziyaret etti.
Bu olayı çözebilmek için özel bir ekip kurdurdum.” dedi. Bayan Mumcu
5 Şubat 1997 günü, TBMM Araştırma Komisyonu’nda o görüşmeyi anlattı.

“Bu işin arkasındakileri ortaya çıkarın, tuğlayı çekin.” dediğini, Ağar’ın ise.
Yapamam, tuğla çekilirse duvar yıkılır, biz de altında kalırız.
dediğini söyledi. Soruşturmayı yürüten savcının da kendisine
“Bu işi devlet yapmıştır.” dediğini aktardı.

‘TSK mensupları iftiralar ile yüz yüze bırakıldı’


Dostlar,

Bu denlisine artık “pes” demekten başka çare kalmıyor..
İstenen de zaten “öğrenilmiş çaresizlik sendromu“na kapılarak toplumu
pes ettirmek ve teslim almak..

Ama başaramayacaklar..
Büyün oyunları bozulacak ve tezgahları geri tepecek; tepiyor da..
Gerçekte öyle çaresizler ki; emperyalizmin bölücü taşeron örgütünün 2 numaralı yöneticisini, bu suçtan kesin hüküm giymiş birini, taraflar (PKK ve TSK) arasında açık husumet varlığına karşın mahkeme tanık olarak dinleyebiliyor!??

Bu davranış, PKK’nın 2 numaralı yöneticisi olmaktan kesin hükümlü Şemdn Sakık‘ın tanıklığı psikolojik bir savaş girişimidir ve sanıkları, yakınlarını ve tüm toplumu tahrik etmeye, suç işlemeye, itaatsizliğe giderek isyana teşvik etmekten faksızdır.

Süreç, son olarak kullandığı yöntemle, “sürdürülemez” bir aşamaya geldiğini göstermektedir.

Haydi hayırlısı diyelim; itidal tavsiye etmenin işe yarayacağını düşünüyor musunuz??

Sevgi ve saygı ile.
7.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================================

‘TSK mensupları iftiralar ile yüz yüze bırakıldı’!

Ergenekon davasında tutuklu bulunan emekli generaller ortak yazılı bir açıklama yaparak eski PKK yöneticisi Şemdin Sakık’ın tanık olarak dinlenmesine
tepki
gösterdi.

Eski Genelkurmay Bakanı emekli orgeneral İlker Başbuğ, eski 1. Ordu Komutanları Emekli Orgeneral Hurşit Tolon ve Hasan Iğsız ve emekli tuğamiral Alaettin Sevim, açıklamalarını “Yüce Türk milletine duyurubaşlığıyla kaleme aldılar.

Generallerin açıklamasında;

  • “Kamuoyunda Ergenekon davası olarak bilinen davanın 6 ve 7 Kasım 2012 tarihli duruşmalarında önce ‘Gizli tanık’ ardından kendi isteği ile
    bir anda ‘açık tanık’ sıfatıyla dinlenen PKK terör örgütünün ‘2 Numaralı yöneticisi’ olmaktan hükümlü Şemdin Sakık, 1984 yılından günümüze kadar binlerce şehit veren ve onbinlerce gazisi bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hasmıdır.” 
    ifadeleri yer aldı.

Açıklamada; 

  • “CMK’nin 58/1. maddesi uyarınca sanık ile arasında açıkça husumet bulunan bir kişinin objektif tanık olarak dinlenilmesi hukuken mümkün olmamasına rağmen, adı geçen teröristin mahkemece tanık sıfatıyla dinlenerek ülkemizde cereyan eden faili meçhul tüm cinayetlerin, terörün ve yasadışı faaliyetlerin tek sorumlusu olarak TSK’nin gösterilmesine ve bir nevi örgüt propagandası yapılmasına imkan tanınması, Silivri’deki
    özel yargılama sistemine uygun yeni bir hukuk katlimıdır.” 
    denildi.

Silivri’de mahsus

Açıklama şöyle devam etti:

  • “Silivri’ye mahsus bu insan onurunu zedeleyen yasa dışı uygulama ile ömürlerini canları pahasına ülkenin bütünlüğüne ve milletin bölünmez birliğine adamış olan TSK’nin şerefli mensuplarının aralarında açıkça düşmanlık bulunan teröristlerin iğrenç iftiraları ile yüz yüze bırakılması,
    bu davanın en temel amaçlaından birinin Türk ordusunu sindirmek, güçsüzleştirmek ve itibarsızlaştırmak olduğunu tüm açıklığı ile
    bir kez daha gözler önüne sermiştir.”

Komutanlar açıklamalarını, 

  • “Bu acı gerçeği, bağrında çıktığımız yüce milletimize bir vatan görevi olarak saygılarımızla duyururuz.” ifadeleriyle tamamladılar.
    (Cumhuriyet haber portalı, 7.11.12)