Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Zorlu bir yılın ardından

Alev Coşkun
Alev Coşkun
08 Ocak 2023, Cumhuriyet

 

2022 yılı Türk siyasal yaşamında olumsuzluklar bırakarak sona erdi. Bu yıl, genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak; bu nedenle 2023 bir umut yılıdır. Bu yazımızda siyasal yönden 2022 yılının kısa bir bilançosunu vereceğiz.

Bugün Türkiye’de uygulanan “partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dünyanın hiçbir yerinde olmayan, evrensel hukuk ve anayasa ilkelerini tersyüz eden “ucube” bir sistemdir.

  • Demokrasinin vazgeçilmez temeli kuvvetler ayrılığı ilkesidir.

Uygulanan bu sistemle, kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edilmiş, Yasama Meclisi’nin yetkileri budanmış ve tüm yetkiler cumhurbaşkanına verilmiştir.

  • Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiştir.

Bu nedenle siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu rejime “neo patrimonyal sultanizm”, Prof. Dr. Emre Kongar da bu sisteme “şahsım devleti” adını veriyor.

Demokratik siyasal yaşamın, en önemli unsurlarının başında siyasal partiler arasında diyalog ve uzlaşma gelir. İleri Batı demokrasilerinde bu durum her zaman temel ilkedir ve her zaman uygulanır. Geçen yıl muhalefet partileri arasında uzlaşmayı sağlayan 6’lı Masa girişimi bu nedenle son derece önemli, demokratik bir adımdır.

6’lı Masayı oluşturan siyasal partilerin genel başkanları yıl boyunca toplantılarını yaptılar ve türlü yıkıcı girişimlere karşın birlikteliklerini sürdürdüler. 6’lı Masanın güçlendirilmiş parlamenter sistem için hazırladığı “anayasa değişikliği önerisi” de son derece önemlidir. 6’lı Masa 10. toplantısını 5 Ocak 2023 Perşembe günü yaptı. 9 saat süren toplantıda önemli kararlar alındı.

Seçimlerin yapılacağı 2023 yılında, 6’lı Masanın aynı düzende yoluna devam etmesi son derece önemlidir.

KORGENERAL VURAL AVAR’IN ÖLÜMÜ HUKUK CİNAYETİ

28 Şubat davası uydurma ve tuzak bir davadır.

Bu davadan yargılanan 84 yaşındaki demans hastası emekli Korgeneral Vural Avar’ın cezaevinde yaşamını yitirmesi 2022 yılının son ayının en dramatik olayı olarak tarihe geçecektir.

Adli Tıp, ardından vicdanlarını yitirmiş kimi yandaş doktorlar, 84 yaşındaki hasta bir emekli asker için “cezaevinde yaşamını sürdürebilir” raporu verdiler. Açıkçası bir cinayet için ortam hazırlanmasına vesile oldular. Bu olay kamuoyunda etki yarattı. İş işten geçtikten sonra Adalet Bakanlığı bugünlerde konuyla ilgili önlem almaya yöneliyor.

Vural Avar

Yaş ortalaması 80’in üzerinde ve ciddi rahatsızlıkları olan TSK’nin değerli komutanları cezaevinde bir bakıma ölüme mahkûm ediliyorlar.

Adeta gaddarca her birinin cezaevinde ölmeleri bekleniyor.

Bu ne büyük kin…

Bu ne büyük insanlık dışı davranış…
Kuşkusuz siyasi tarihe geçecektir.

ANAYASAYA AYKIRI KARAR

2022’nin son ayında Danıştay evrensel hukuka aykırı bir karar verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir kararname yayımlayarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmişti (20 Mart 2021). Oysa Meclis tarafından (AS:  yasayla) kabul edilen uluslararası sözleşmeler ancak Meclis tarafından (AS: yasayla) feshedilebilir.

Çok sayıda kurum bu Cumhurbaşkanlığı kararnamesini yargıya taşıdı ve Danıştay’da dava açıldı. İlgili daire, 2’ye karşı 3 oyla kararın hukuka aykırı olmadığına karar verdi. Konu, Danıştay (AS: İdari) Dava Daireleri Kurulu’na geldi ve kurul “İstanbul Sözleşmesi”nden cumhurbaşkanı kararı ile çıkılmasını hukuka uygun buldu…

Danıştay tam 154 yıllık saygın bir hukuk kurumudur. İdarenin karar (AS: eylem) ve işlemlerinin yargı denetimini sağlar. Ancak Danıştay bu son kararıyla hukuk alanında ne yazık ki kara bir leke almıştır. Yasama organının yetkisini “gasp” etmiştir. Bu durum, “Cumhurbaşkanı, tüm uluslararası sözleşmeleri tek başına feshedebilir” gibi korkunç bir sonuca götürür, yani cumhurbaşkanı isterse Montrö Sözleşmesi’ni de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve Lozan Antlaşması’nı da feshedebilir!? Böyle bir tek adamlık olur mu? Danıştay kendi hukuk dünyasını ve kendi temiz tarihini “tahrip” etmiştir.

KADINA ŞİDDET VE CİNAYET

Türkiye, kadına yönelik cinayet ve şiddet konusunda ne yazık ki ön sıralarda. 2022 yılında 381 kadın yaşamını yitirdi. 2008-2022 yılları arasında 14 yılda 4 bin 86 kadın cinayeti işlendi.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, “yürürlükten kaldırılan İstanbul Sözleşmesi’nden bu yana kadına karşı cinayetlerin arttığını” açıkladı. Ayrıca kadına karşı şiddet uygulayan kişi, gerekli cezayı almadığı sürece kadın cinayetleri artıyor.

BOĞAZİÇİ: ETKİN DİRENİŞ

2 Ocak 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP milletvekili adayı Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atadı. Boğaziçi Üniversitesi direnişi o tarihten bugüne etkin bir biçimde sürüyor. Üniversite öğretim üyeleri her gün öğle arasında yağmur, fırtına demeden üniversite bahçesine çıkıyorlar, ellerinde “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite”, “Kabul Etmiyoruz” ve “Vazgeçmiyoruz” yazan dövizlerle sırtlarını rektörlüğe dönüyorlar.

Bu eylem tam iki yıldır sürüyor. Üniversitenin kapısına kelepçe takıldı. Direniş sırasınca yüzlerce öğrenci göz altına alındı. Önümüzdeki mart ayında direniş üçüncü yılına girmiş bulunacak. Akademisyenler demokratik ve “liyakate” dayalı yönetim istiyorlar.

BAŞÖRTÜSÜ KANUNU

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü konusunda yasa çıkaralım önerisi üzerine Erdoğan, bu olaydan siyasal rant sağlamak amacıyla konunun anayasa değişikliğine dönüşmesini istiyor. Konunun Erdoğan tarafından halkoylamasına götürüleceği ve seçimlerde halkın önüne böyle bir seçenek konulacağı belirtiliyor. Muhalefet partileri bu konuda kuşku taşıyorlar. AKP’nin hazırladığı tasarının temel insan hakları ilkelerine, laikliğe ve hukuka aykırı olduğu belirtiliyor.

NORMALE DÖNEN İLİŞKİLER

Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri birer birer normale dönüyor. İlk önce İsrail’le ilişki normale döndü. Karşılıklı büyükelçi tayinleri yapıldı. Mısır’la ilişki normale döndü. Şimdi Suriye ile normale dönüş başladı. Aralık ayında (28.12.2022) Moskova’da, Türkiye Rusya ve Suriye savunma bakanlarının üçlü görüşme yapması önemli bir gelişmedir. Bunlar olumlu gelişmelerdir. Ancak mezhepsel ve dine dayalı dış politikanın yanlış olduğunu belirtmek gerekir. Erdoğan kişisel dış politika tutkusu yüzünden Türkiye’yi ekonomik yönden zarara uğratmıştır.

İMAMOĞLU

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “ahmak” sözünü, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine söylediği kabul edilerek kendisine 2 yıl 7,5 ay hapis cezası verildi. Asıl amaç İmamoğlu’na yasak vererek onu siyaset alanının dışına çıkarmak istiyorlar.

Ekrem İmamoğlu

Bu karar kamuoyunda etkisini gösterdi. İki gün üst üste İBB önünde halkın katılımıyla protesto gösterileri yapıldı. Bu gösterilere 6’lı Masanın liderleri de katıldılar. İmamoğlu’na ısrarla zulmetmek, O’nu mağdur duruma düşürmek aslında muhalefete ve İmamoğlu’na yarıyor.

YAŞAM PAHALILIĞI

2022’nin vatandaş yönünden en duyarlı noktası ekonomi alanıdır. Yaşam pahalılığı ve yüksek enflasyon herkes tarafından kabul edilen önemli bir konudur. Ne ki, TÜİK yıllık enflasyonu %64 olarak ilan ederken İstanbul Ticaret Odası enflasyonun %94 olduğunu açıkladı. ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu) verilerine göre yıllık enflasyonun %137.5 olduğu belirtiliyor.

Yıllık enflasyon son dört yıldır sürekli artış gösteriyor. ENAG’ın rakamlarının yaşam gerçeklerine uygun olduğu açıktır.

Area Araştırma’nın aralık ayında yaptığı “Türkiye’nin en önemli sorunu ne” sorusuna verilen yanıtlar şöyledir: Yüzde 67 hayat pahalılığı, onu yüzde 6.5’le göçmen sorunu ve yüzde 4.2 ile işsizlik izliyor.

DÜNYA EKONOMİSİ ve DIŞ TİCARET

2022 yılı dış ticaret, ithalat ve ihracat rakamları belli oldu. Türkiye’nin ihracatı 254 milyar dolara yükseldi. Kuşkusuz bu rakam önemlidir. Bir yıl önceye göre ihracat %12.9 artış göstermiştir. Ancak ithalat rakamlarına da bakmak gerekir. İthalat %34.3 artışla 364 milyar dolara çıkmıştır. Bu durumda 2022 yılında dış ticaret açığı 110.2 milyar dolara yükselmiş oluyor ve ihracatın ithalatı karşılama oranı %83’ten % 69.8’e geriliyor. Bu büyük dış ticaret açığının altyapısında AKP’nin yanlış ekonomi politikaları vardır.

  • AKP iktidarının “Türkiye’yi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına sokacağız” iddiası çökmüştür. Türkiye ekonomisi önce 17. sıraya 2022’de ise 20. sıraya gerilemiş bulunuyor.

RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI ve ETKİLERİ

24 Şubat 2022’de Rus birlikleri Ukrayna’ya askeri harekât başlattılar. Moskova, bu askeri harekatın siyasal hedefini Ukrayna’nın güney ve doğusundaki dört bölgeyi kendi topraklarına katmak olarak ilan etti. Bugüne dek BM’ye göre sivil can yitiği 6700’ün üstünde. Kiev, Rusya’nın en az 99 bin askerini yitirdiğini, Moskova ise en az 61 bin Ukraynalı askerin öldüğünü öne sürüyor. Savaşın yayılma olasılığı zaman zaman “Üçüncü Dünya Savaşı” endişelerini artırıyor.

Önceleri kısa sürede uzlaşma olacağı düşünülen savaş, 10 aydır sürüyor. Aralık ayında Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ABD’ye gitti ve Başkan Biden’la görüştü. Ayrıca ABD Yasama Meclisi’nde konuştu ve çok alkışlandı. Barış konusunda kesin bir görüş ortaya konulamıyor.

Türkiye, Ukrayna’nın işgaline karşı çıktı, ancak Batı’nın Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlarına katılmadı. Moskova ile iletişimini sürdürdü. Türkiye ayrıca, esir (tutsak) takası, sivillerin çatışma bölgelerinden tahliyesi (boşaltılması) ve tahıl koridorunun gerçekleşmesi yönünde ciddi katkılar sağladı.

Bu savaş nedeniyle ABD, AB ülkelerini, Rusya’ya karşı bir cephede birleştirdi.
ABD savaşın sürmesini istiyor.

BM İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi’nin aralık ayı verilerine göre, Ukrayna’dan 7 milyon 832 bin 493 kişi Avrupa ülkelerine geçti. BM’ye bağlı Uluslararası Göç Örgütüne göre, ülke içinde yerinden edilen kişilerin sayısı ise 11 milyona ulaştı.

Rusya’ya yönelik yaptırım kararları, tüm dünyada doğrudan veya dolaylı olarak etkisini gösterdi. Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler, ABD ve öbür Batılı ülkeler, Rusya’ya karşı finans, enerji, ulaşım, ihracatın kontrolü (dışsatımım denetimi) ve finansmanı ile vize politikası gibi çeşitli alanlarda yaptırımlar belirledi.

Dünyada önde gelen 1000’in üzerindeki uluslararası şirket, boykot amacıyla Rusya’yı terk etti ya da çalışmalarını kısıtladı.

ÇİN ve ABD

Rusya-Ukrayna savaşı, Batı’nın izlediği politika, Rusya’yı ekonomik ablukaya almak istemesi, Çin-Rusya yakınlaşmasını sağladı.

Ukrayna savaşı sürerken ABD-Çin arasında “Tayvan gerginliği” ortaya çıktı.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, yılın son ayında ABD’ye giderken Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, Pekin’e gitti. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de açıklamalarında ülkesinin gelecek yıl Rusya ile bağlarını derinleştireceğinin işaretini verdi.

Bu aşamada Çin ve Rusya’nın “Ortaklıkta sınır yok” formülü ile ticaretin geliştiği görülüyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2022’nin ilk 11 ayında geçen yılın 12 aylık değerine kıyasla yaklaşık %32 artarak neredeyse 172 milyar dolara ulaştı.

  • Çin-Rusya, ABD’nin Asya politikasına karşı çıkıyorlar.

Ancak NATO’nun Madrid Zirvesi’nde Çin ilk kez “tehdit unsuru” olarak kabul edildi.

İÇKİ ve ARAP DÜNYASI

AKP iktidarı alkollü içeceklere orantılı düzeyin üzerinde ağır vergiler uyguluyor.

Buna karşın din devleti kurallarının uygulandığı Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) oluşturan, 7 yönetimden biri olan Dubai, turizmi canlandırmak hedefiyle alkol satışına uygulanan %30’luk vergiyi kaldırdı. Ayrıca alkol içmek isteyenlerin bulundurmak zorunda olduğu kişisel lisanstan da ücret almaktan vazgeçti. Diğer Körfez kentlerine göre daha liberal bir yaşam sürülen Dubai’nin turistler ve gurbetçiler için çekiciliğinin artırılması hedefleniyor.

İRAN ve KADIN HAKLARI

İran’da uygunsuz giyindiği gerekçesiyle 13 Eylül 2022’de gözaltına alındıktan birkaç gün sonra yaşamını yitiren Mahsa Amini’nin (22) ardından eylemler başladı. Amini’nin gözaltında ölmesi İran’daki kadınları ve ilerici güçleri etkiledi. Olay yalnızca İran’da değil, tüm dünyada kadın hakları yönünden etkili oldu.

EGE’DE GERGİNLİK

2022’de Türk-Yunan gerilimi üst düzeyde sürüyor. Atina, askeri statü dışında olması gereken Ege adalarını silahlandırmayı sürdürüyor. Yunanistan Başbakanı Miçotakis, mayıs ayında ABD Kongresi’ne hitap etti. Türkiye’ye F-16 satılmamasını istedi, bu istem gerginliği artırdı. Gerginlik tırmanmayı sürdürüyor. Gerginlik sürerken ABD, Yunanistan ve Ege adalarında üsler kurmayı0 sürdürüyor. ABD, Türkiye’yi dengeleme ve Ege Denizi’ni Rusya’ya karşı denetim altına alma politikasını izliyor.

2023 SEÇİMLERİ

Türkiye seçim eğik düzlemine girmiş bulunuyor.

Değişik anketler, “Erdoğan’a asla oy vermem” diyenleri %60-65 arasında göstermektedir.

2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanının 100. yıldönümüdür.

 

Bu tarihsel eşikte Türk halkı son derece önemli bir seçime gidiyor.

Türkiye, “sultanlık rejimi”nden kurtulacaktır.

Tüm göstergeler buna işaret etmektedir.

Ufuk Söylemez’den Ege Cansen’e açık mektup..

Günün polemiği… Konu: Babacan’ın “Türk” çıkışı

Günün polemiği… Konu: Babacan’ın “Türk” çıkışı

08 Ocak 2023, ODA TV, https://www.odatv4.com/

Milli Merkez Ankara Temsilcisi Devlet eski Bakanı Ufuk Söylemez, SÖZCÜ gazetesi yazarı Ege Cansen’in bugünkü “Bölücülük gericilik” başlıklı köşe yazısını eleştirdi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın

  • “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına illâ “Türk” demekten vazgeçilmelidir.”
  • “Dini örgütlenme özgürlüğü tesis edilsin.
  • Yani tarikatlar, tekkeler ve zaviyeler yasal olarak faaliyet gösterebilmelidir”

açıklamasını bugünkü “Bölücülük gericilik” başlıklı köşe yazısıyla destekleyen Ege Cansen’e Milli Merkez Ankara Temsilcisi Devlet eski Bakanı Ufuk Söylemez’den itiraz geldi.

Ufuk Söylemez’in Ege Cansen’in yazısına verdiği yanıt şöyle:
***
Sayın Cansen,

Öncelikle iyi günler dilerim. SÖZCÜ gazetesindeki köşe yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Bugünkü köşe yazınızı okuduğumda, doğrusu biraz şaşırdım ve üzüldüm. Ali Babacan’ın, AKP’nin tam teşebbüs etmesine rağmen yapamadığı daha doğrusu Milletçe yaptırmadığımız sözde çözüm, özde ise çözülme sürecini, yeniden açılım adı altında vizyona sokma niyetinin, sizin tarafınızdan da benimsendiğini görmekten dolayı hayal kırıklığına uğradım maalesef. Hoşgörünüze sığınarak birkaç hususu paylaşmak istiyorum sizinle:

1- Ali Babacan’ın, Türk kimliğine, tarikat ve cemaatlere yönelik laflarının müellifi ilk olarak Graham Fuller’dir. Hani şu CIA Eski Türkiye masası şefi ve RAND Cooperation yöneticisi olan şahıs. 17 yıl önce yayınlanan kitabında, özetle;

  • “Türkiye batıya değil Ortadoğu’ya aittir.
  • Siyasal islamcılıkla bölge aktörü olmalıdır.
  • Kemalizm’i terk ederek, ulus devlet-üniter yapıdan uzaklaşmalıdır.
  • Etnik köken, mezhep, tarikat ve cemaat bazında örgütlenmelerin önü açılmalıdır”

mealindeki zehirli görüşleri herkesin malumudur.

2- Bu görüşleri esas alan açılım ya da çözüm süreci adı verilen süreç, AKP+HDP ve FETÖ tarafından en azgın oldukları dönemde başlatılmıştır. Habur rezaletinden, Diyarbakır’daki Megri-megri höykürmelerine kadar organize bir şekilde Millete dayatılmak istenilmiştir.

  • Ama Türk Milleti, sağ-sol demeden “Atatürk’te Birleşerek”
  • bu kumpası ve sözde açılım masasını bu şer ittifakının başına geçirmiştir.

3- ABD hiçbir zaman vazgeçmediği bu niyetini, şimdi de Babacan gibi bu günlere gelmemizin asli faillerinden olan birtakım kullanışlı kifayetsizler eliyle tezgahlamaya çalışmaktadır.
6’lı Masa’da olan ve fakat anketlerde %1-2 oy dahi alması mümkün görülmeyen bu operasyon elemanlarının bölücü ve gericilerin değirmenine su taşıyan görüşlerini destekler mahiyetteki yazınızı o nedenle üzüntü ve hayretle karşıladığımı ifade etmek isterim.

4- SÖZCÜ Gazetesi, laik demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Atatürk Cumhuriyetinin kurucu değerlerine gönülden bağlı, bölücülüğe ve gericiliğe asla geçit vermeyen, bilinçli, yurtsever, demokrat ve Cumhuriyetçi büyük bir okur kitlesine sahiptir.

Onlardan birisi olarak, yazınıza karşı olan görüşlerimi size iletmeyi bir ödev bildim.

Kuşkusuz ki siz de bu görüşlerin savunucusu değilsiniz.

Ama bu görüşlerin seçim öncesi tartışılarak, millete anlatılmasını istemeniz doğrusu üzücüdür.

Kıymetli vakitlerinizi aldığım için kusura bakmayın lütfen.

Saygılarımla, 08.01.2022

Ufuk Söylemez
Devlet E. Bakanı / Ankara

https://www.sozcu.com.tr/2023/yazarlar/ege-cansen/boluculuk-gericilik-7549119/

Cumhurbaşkanı adaylığı için türban şantajı

30 Aralık 2022 Cumhuriyet

“Kemal Bey’in adaylığının olmazsa olmaz bir koşulu var. O da başörtüsüne özgürlük diye duyurulacak referanduma CHP’nin ‘evet’ demesini sağlamak. Eğer bu referanduma CHP ‘hayır’ derse o zaman çok büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Bu referanduma giderse, yani 400’ün altında kalırsa, bunu iki ay önce getirir referandum %80 ile geçer, bu rüzgâr Erdoğan’ı acayip bir yere götürür veya aynı gün sandık gelir, başörtüsüne özgürlük diye mührü basan, döner gider Erdoğan’a da basar. CHP’nin bu referanduma ‘evet’ demesi gerekiyor. Kılıçdaroğlu bunu başarırsa oyun kurucu hale gelir.” 

Bunları söyleyen kişi, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun danışmanı Bilgehan Uçak adlı kişi. Katıldığı bir söyleşide dile getirdiği bu sözlerin yer aldığı videoya Twitter’da rastladım. Baktım ki daha önce bu şahsın hesabını engellemişim.
***
Sonra hatırladım… Geçen yıl Türkiye’de “liberaller” diye anılan grubun cemaatleri sivil toplum kuruluşu diye öne çıkarmalarından sonra bu köşede “Bu kadar dönüşe mide dayanmaz” başlıklı bir yazı yazmıştım.

Orada adı geçmemesine karşın alınmış olacak ki, varlığından bile haberdar olmadığım bu kişi, İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri adlı kitabımı kötüleyen tweet’ler atıp “Hayvanların korunması için çalışın, bu konuları anlamamışsınız. Et yememek iyi olabilir ama kâğıt israfını da düşünün” diyerek acınası paylaşımlar yapmıştı. Benimle herhangi bir siyasal konuda tartışmayı beceremeyenlerin, lafı hemen vegan olmama getirmesi ise tipik bir yetersizlik göstergesi…

“Hem hayvanları korurum hem de Mülkiye’de siyaset bilimi dalında yüksek lisans yapan biri olarak bu konuda yazarım. O kitaba konu olan tezim Korkut Boratav, Taner Timur ve Sina Akşin’den oluşan bir jüriden onay aldı; sizden almasa da olur” diye yanıt verince paylaşımlarını silmişti.

İşte bu kişi, AKP’nin türban teklifine “hayır” demenin Allah’ın emrini reddetmek olacağını söyleyen Davutoğlu’na danışman olmuş. Şaşırmadım tabii. Ne de olsa siyasal İslamcı AKP ile “liberallerin” ortak bir geçmişi var. Ne de olsa bugünlere o işbirliği yüzünden geldik. Ne de olsa bu grupların ortak noktası, Cumhuriyet Devrimi’ne düşmanlık.
***
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda Davutoğlu da söz konusu danışmanı ile aynı görüşü paylaşıyor mu bilmiyorum ama böyle bir şantaj kabul edilemez. Danışman, sözlerinin çarpıtıldığını söyleyerek kendini savunmuş ama duyduklarım gayet açık.

  • Her şeyden önce AKP’nin türbanla ilgili anayasa teklifi anayasaya aykırı. 

Bu konuda daha önce birkaç kere ayrıntılı olarak yazdığım için bu yazıda onları tekrarlamayacağım. Ancak danışmanın sözleri konuyu kavrayamadığını da gösteriyor. Israrla “Kılıçdaroğlu referanduma evet demeli” diyor, oysa Davutoğlu günlerdir medyaya beyanatlar verip “Başörtüsünü referanduma götürmek toplumsal barışa vurulacak en büyük darbedir” diye konuşuyor. Danışman herhalde, referanduma gitmemesi için anayasa değişikliğine evet denmesi gerek demeye çalışıyor ama o kadar anlatabilmiş işte…
***
Bu konuda Davutoğlu’nun söylemediği çok önemli bir madde var. Anayasaya göre, anayasa değişikliği kanunu TBMM üye tamsayısının en az üçte ikisiyle kabul edilmiş ise cumhurbaşkanının onay, halkoylamasına sunma ve geri gönderme olmak üzere üç değişik yetkisi var. 

AKP yetkilileri, anayasa değişikliği teklifi 400 oyla geçerse referanduma gitmeyeceklerini söylüyorlar ancak bundan asla emin olunamaz. Bu tuzağa hiçbir muhalefet milletvekili düşmemeli.

Türkiye’nin bir hukuk devleti olması isteniyorsa;

  • Anayasaya açıkça aykırı,
  • Laikliğe ve kadın haklarına büyük bir darbe indirecek bir değişikliğe
    şantajla evet denilemez.
  • Temel hak ve özgürlükler ile laiklik, referandum konusu yapılamaz.
  • Tek bir inanca ayrıcalık tanınamaz.
  • Devlet, kamu hizmetleri açısından cinsiyetler arasında ayrım yapamaz.
  • Medeni Kanun’a aykırı düzenlemelere evet denilemez!

SCP : “Ümit Işığı” ya da “Dayanak”

“Ümit Işığı” ya da “Dayanak”

5 Ocak 2023

Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik, sosyal ve siyasal krizini yaşadığımız konusunda hemen herkes hemfikir. Bu fikir birliği, krizin 2023 yılında devam edeceği konusunda da var. Yeni yılda daha iyi bir Türkiye görmeyeceğiz ne yazık ki, seçimlerden sonra akla gelebilecek her konuda Türkiye’yi daha da zor günler bekliyor.

Öte yandan bu “en ağır krize” rağmen, halkın oldukça tepkisiz bir şekilde gelişmeleri izlediği de bir başka gerçek. Sorunların altında ezilmekte olan her kesimden halkın neden gereken tepkiyi gösteremediği sorusuna verilecek cevap, aynı zamanda bugün ne yapılması gerektiği sorusunun da cevabı olacaktır.

Sorunlar yaşamakta olan bir halk açısından en büyük felaket, yaşadığı sıkıntıların büyüklüğü değil, geleceğe baktığında bir “ümit ışığı” görememesi durumudur.

2023 yılına girerken ekonomik kriz, toplumsal çürüme, iktidar makamlarını işgal eden tarikat ve cemaatler, iç barışa yönelik ciddi bir tehdit haline gelen ruhban sınıfı, aynı konumdaki sığınmacılar ve bunların ülkenin sırtına yıktığı ekonomik yük, emperyalizm destekli dış tehdit… Bütün bu olumsuzlukların varlığına rağmen halk; deyim yerindeyse sessizce gelişmeleri izliyor.

Bütün halklar gibi bizim halkımız da eğer geleceğe dair bir ümit ışığı görmezse veya mücadele ederken güvenebileceği, sırtını dayayabileceği bir güç odağı (örgüt – dayanak) yoksa, normal olarak şöyle düşünür: “Sesimi çıkarırsam elimdekini de kaybederim.” Çünkü ayağa kalktığı, mücadele etmeye karar verdiği zaman başarılı olamayacağını ve durumunun daha da kötüye gideceğini düşünür. Ve bu kaygı, boş bir kuruntu değildir. Halk, tarihten gelen tecrübesiyle başarının hangi durumlarda olabileceğini, hangi durumlarda elindekini de kaybetme tehlikesinin olduğunu bilir.

Onun için halkın öncüsü durumundaki devrimcilerin yapması gereken, halk için bir ümit ışığı olabilecek karargâhı (dayanağı) inşa etmektir. “Karargâh” rolünü elbette en başta Devrimci Parti ve o Devrimci Parti’nin merkezinde olacağı Milli Cephe (Türkiye İttifakı) oynayacaktır.

HALK NE ZAMAN AYAĞA KALKAR?

Tarihimizde halkımızın büyük kitleler halinde mücadeleye atıldığı tarihlere bakıldığı zaman, hepsinde halkı harekete geçiren en büyük etkenin, mevcut iktidar gittiği zaman onun yerini alacak alternatifin zihinlerde az çok ete kemiğe bürünmüş olduğu gerçeğini görüyoruz.

Onun içindir ki bu büyük gerçeğin bilincinde olan Mustafa Kemal, Samsun’a çıkışının ardından önündeki en önemli görevin bir “Devrimci Karargâh”ın inşa edilmesi olduğunu görmüş ve bütün çalışmalarını bu hedefe uygun olarak yürütmüştü.

Devrimci karargâhın inşasında ilk adım ise doğru bir programın oluşturulmasıdır. Mustafa Kemal, resmi görevle ve yetkiyle Anadolu’ya geldikten sonra bölgedeki komutanların kendisiyle birlikte hareket ediyor olmasını yeterli görmemiş, milleti harekete geçirmek için güven duyulacak bir devrimci karargâhın inşasını daha da önemli görmüştür ve çabaları bu yönde olmuştur.

Erzurum ve Sivas kongreleriyle Anadolu’nun çeşitli illerinde kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin bir araya getirilerek ulusal ölçekte bir devrimci Parti inşa etme adımları atılmıştır. Ve elbetteki bu adımların en başında milli devrimci bir programın oluşturulması gelmiştir.

Bu program özetle,

– “istiklali tam bir ülke”,
“Misakı Milli sınırları içinde vatanın bölünmezliği”,
“manda ve himayenin kabul edilemeyeceği” ve
“millet egemenliğini esas alan bir idare”

maddelerinden oluşmaktadır.

Meclisin işgal kuvvetlerinin elinde bulunan İstanbul’da değil de Anadolu’da toplanması Mustafa Kemal’in savunduğu ama ilk başta diğer milli kurtuluşçu kadroların kabul etmediği bir fikirdi. Bu sorunu da hayat çözdü. 16 Mart 1920’de İngiliz işgal kuvvetlerinin Meclisi Mebusan’ı basmasıyla sorun halloldu ve Meclis Ankara’da toplandı. Böylece milletin ihtiyacı olan “ümit ışığı”, “dayanak” yaratıldı.

Ama gene de Milletin o ümit ışığını görebilmesi için bir zamanın geçmesi gerekiyordu. Ankara’da oluşan karargâhın deyim yerindeyse kendini “kanıtlaması”na ihtiyaç vardı. TBMM Hükümetinin yönettiği Kuvayı Milliye kuvvetlerinin ve Ordu’nun Millet tarafından gerçek anlamıyla kabul edilebilmesi, ancak Sakarya Savaşı’nda mümkün olmuştu. Atatürk bu olguyu o günlerde “Mehmet, savaşı kabul etti” sözleriyle ifade etmişti.

DOĞRU PROGRAM

Bugüne gelirsek; sistemin halkımızı, Cumhur ve Millet İttifakları çatal çıkmazına mahkûm ettiği günümüzde bugün öncelikle belirtilmesi gereken ihtiyaç; sistem dışı bir çözümün programını oluşturmaktır. Programda netleşmeden kimi Partileri bir araya getirmek yönünde gösterilen çabaların sonuçsuz kalması kaçınılmazdır.

Türkiye’nin ihtiyacı olan İttifak’ın programıaçık, basit ve genel olmalı ve şu maddelerden oluşmalıdır:

  • Tam bağımsız Türkiye. Atlantik İttifakı içinde Türkiye’nin geleceği yoktur.

Bugüne kadar yaşanan pratiğin de gösterdiği üzere

  • NATO’da bizi bekleyen; iç çatışma, bölünme ve esarettir.

Atlantik ittifakı içinde olmak yerine Atatürk’ün Bölge Merkezli Dış Politikası esas alınacaktır.

  • Laik-Demokratik Cumhuriyet. “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar ülkesi olamaz”. Tarikat ve cemaatler, hiçbir ad altında faaliyet gösteremez.
  • Halkçı-devletçi, planlı, karma ekonomi uygulanacaktır.
  • Başta Suriye olmak üzere ilgili ülkelerle görüşülerek sığınmacılar en kısa zamanda ülkelerine gönderilecektir.
  • Cumhurbaşkanlığı sistemine hayır, Türkiye’nin ihtiyacı Güçlendirilmiş Meclis Sistemi’dir.

KARARGÂHIN İNŞASI

Program belirlendikten sonra atılacak adım, bu program etrafında milletin çeşitli kesimlerini temsil kabiliyetine sahip en geniş ittifakı örgütlemektir. Bu programı savunacak ve toplum içinde karşılığı olan saygın bir Cumhurbaşkanı adayı ve bu adayın sürükleyiciliğinde yürütülecek seçim kampanyası ve alınacak sonuç, milletin beklediği “ümit ışığı” olacaktır.

Ümit ışığı”nın sıradan yurttaş tarafından görülmesi, milletin kitleler halinde ayağa kalkması ve mücadeleye atılması anlamına gelecektir.

Millet ayağa kalkmışsa, mücadeleye başlamışsa artık endişeye gerek kalmamıştır. Çünkü “Mehmet savaşı kabul etmiştir.”

Yani Millet, kaderini eline almıştır ve gelecek o zaman güvencededir.

ADD Basın Açıklaması : YETER ARTIK!

YETER ARTIK !

Ali Babacan ve 6’lı masa

Barış DosterBarış Doster
07 Ocak 2023 Cumhuriyet

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan’ın, Habertürk’te Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında söylediklerinin yankıları sürüyor. Babacan’ın Türk vatandaşlığı, Türk kimliği, Devrim Kanunları, anadilde eğitim, cemaat ve tarikatlar için yasallık türünden sözleri yeni değil. Babacan’a özgü de değil üstelik. Babacan’ın eski partisinde de ana muhalefet partisinde de diğer partilerde de böyle düşünen çok kişi var. Daha genel ölçekte liberallerin, din tacirlerinin, inanç hortumcularının, iman bankerlerinin, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le, Cumhuriyetle, ulus devletle, ulusal kimlikle, yurttaşlıkla sorunu olan etnikçilerin, mezhepçilerin, numaracı cumhuriyetçilerin Babacan gibi düşündüğünü biliyoruz. Babacan bu bağlamda, Osmanlı’daki Ahrar Fırkası’nın, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin günümüzdeki devamı niteliğinde. Şaşırmamalıyız…

Abdullah Gül’ün desteğini arkalamış, Londra tefecilerinin gözüne girmiş, New York bankerlerinden aferin almış, küresel finans çevreleriyle iyi ilişkiler kurmuş, 1 Mart tezkeresi öncesinde, dönemin ABD Başkanı Bush’la, Amerikalıların aşağılayıcı benzetmesiyle “at pazarlığı” yapmış bir isim Babacan. Partisini kurduktan sonra, önceki partisini (AKP) kıyasıya eleştiren ama AKP hükümetlerinde dışişleri bakanlığı, ekonomi bakanlığı, başbakan yardımcılığı yaptığını unutan, o dönemki icraatlarına, sorumluluklarına ilişkin tutarlı, samimi, inandırıcı bir özeleştiri vermeyen bir isim Babacan. Böylesi bir özeleştirinin sadece siyasi bir zorunluluk değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk olduğunu bilmeyen bir isim Babacan.

CHP VE İYİ PARTİ’NİN SESSİZLİĞİ

Asıl şunları soralım :

Babacan’ın bu sözlerine, savaş meydanlarında kurulmuş, Manda ve himayeye hayır denilen Sivas Kongresi’ni (1919) 1. kurultayı kabul etmiş, devlet kurmuş, Atatürk’ün partisi olarak tarihe geçmiş, ana muhalefet partisi CHP’den de Türkçü, milliyetçi, Ülkücü gelenekten isimler öncülüğünde kurulan İYİ Parti’den de sert tepkiler gelmedi.

Biliyoruz, CHP içinde Babacan gibi düşünen, partiye etnikçi, mezhepçi, liberal, ikinci cumhuriyetçi, siyasal İslamcı kota, kontenjan ve kompartımanlar sayesinde eklemlenen çok isim var. Etkili konumdalar üstelik. Peki ya parti tabanı niçin sessiz? Seçimler öncesinde genel başkanla ters düşmek istemeyen ve yeniden seçilmenin hesabını yapan milletvekillerini biliyoruz da peki ya parti örgütünün sessizliği?

Biliyoruz, İYİ Parti genel başkanı, son aylarda sıklıkla, Jön Türklerin, İttihatçıların sloganı olan Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” sloganını kullanıyor. Peki, aynı zamanda Cumhuriyet tarihi doktoralı bir bilim insanı olan İYİ Parti lideri, niçin Babacan’a şöyle okkalı bir Cumhuriyet tarihi dersi vermiyor?

  • Sıkça yineliyoruz:
  • CHP genel başkanı, 6’lı masayı bir arada tutmak için harcadığı enerjinin onda birini, partisini büyütmek için harcamıyor.
  • “Aman 6’lı masa dağılmasın” endişesi, CHP ve İYİ Parti yöneticilerinin elini, kolunu bağlıyor.

Peki, CHP ve İYİ Parti yöneticileri, henüz rüştünü ispat etmemiş, seçime girmemiş, en küçük bir siyasi özeleştiri vermemiş Babacan’ın niçin, kendileriyle aynı hassasiyeti, aynı endişeyi taşımadığını, bu ipe sapa gelmez lafları, neye güvenerek söylediğini sorgulamıyorlar mı?

CHP ve İYİ Parti’nin yönetimleri, “Aman 6’lı masa dağılmasın” diyorlar da Babacan, “Birkaç ay sonra seçim var. CHP listelerinde yer alabilirim. CHP tabanından oy isteyebilirim. CHP’lileri kızdırmayayım” kaygısı taşımıyor mu? Bu cesareti kimden alıyor? Montrö konusunda çok haklı ve isabetli hassasiyetlerini kamuoyuyla paylaşan 104 amiralin bildirisi  için “zevzeklik” diyen Akşener, Babacan’ın bu saçma sözleri için, son haftaların moda sözcüğüyle “ahmaklık” demeyi düşünüyor mu?

Yukarıdaki soruların yanıtını bilemeyiz.

Fakat bildiğimiz o ki siyasetçiler ideolojik berraklıktan, politik tutarlılıktan, kavramsal bilinçten yoksun olunca ve zamanında gereken tavrı almayınca inandırıcı olamıyor, umut ve güven vermiyorlar. O nedenle sürekli yalpalıyorlar. Bu yüzden Babacan ve saz arkadaşlarına gereken tepkiyi ülkemizin gerçek Cumhuriyetçileri, Atatürkçüleri, devrimcileri, yurtseverleri, ulusalcıları, solcuları veriyor.

Anayasa’ya aykırı Anayasa değişikliği teklifi

GÜNCEL05.01.2023 BİRGÜN

9 Aralık 2022’de TBMM’ye sunulan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (AKP-MHP), madde 24’e şu eklemeleri öngörüyor:

  • “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması, hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz.
  • Hiçbir kadın; dini inancı nedeniyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz. Bu nedenle kınanamaz, suçlanamaz ve her herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda Devlet, ancak dinî inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir.”

Madde 41’e ekleme:

  • “Evlilik birliği, ancak kadın ve erkeğin evlenmesiyle kurulabilir.”

HİÇBİR METİNDE YOK

Kadınlara özgü genel düzenleme görüntüsü altında, “dini inancı nedeniyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafet” kayıtları, hukuki düzenlemeye tümüyle yabancı. Özgürlükler anayasası hukuku tekniğiyle çelişen ‘hiçbir’ kayıtları ile bezeli mutlak serbestlik ve koruma, insan haklarına ilişkin uluslararası metinlere de yabancı.

Yerindelik bakımından; cinsiyet ayrımcılığına ve başörtüsü ölçütüne dayalı mutlak bir koruma alanı, kadın ve erkekler veya başı açık ve örtülü kadınlar arasındaki tercihlerde esas olması gereken liyakat ölçütü yerine öznel tercihleri ve ayrımcı uygulamaları öne çıkarma riskinin ötesinde; ‘hiçbir surette’ kaydı, burka ve çarşaf gibi kıyafetler üzerinden yeni tartışmaları ve inanç temelinden ayrıştırıcı riskleri de beraberinde getirecek.

SAKINCALAR SARMALI

Kıyafet özgürlüğü, tek bir hakkın uygulanma alanına indirgenemez. Dinsel kökenli olmayan, yaşam tarzıyla ilişkili kıyafet tercihleri, din özgürlüğü bağlamında düzenleme yapması nedeniyle, uygulamada din kökenli kıyafet giyme özgürlüğüyle aynı ölçüde korunamaz.

İki düzenleme de yalnızca kadınların kıyafet özgürlüğüne ilişkin. Kadınlar için sağlanmak istenen koruma, erkekleri tümüyle dışlamakta.

  • Kadının başını örtmesi ve dinini dışa vurma ve/veya gösterme özgürlüğü,
    uluslararası hukuk metinlerinde sınırlanabilir niteliktedir.

Örneğin; eğer kadının örtünme özgürlüğü hiçbir şekilde engellenemezse, havaalanında ya da başka bir yerde güvenlik amacıyla kadının başının açılmasına ihtiyaç duyulduğunda, kadının sınırsız örtünme özgürlüğü -somut risk ve şüphe ne olursa olsun- kamu güvenliğinden daha önemli değil.

  • Başörtüsüne ve dinsel temelli kıyafete mutlak serbestlik,
    güvenlik içinde özgürlük” ilkesine de aykırıdır.

Başörtüsüne indirgenen mutlak bir düzenleme, hak ve özgürlüklerin güvence ve sınırlama ilkelerine aykırılığın ötesinde, özgürlükler sistematiğini altüst etmekte, haklar ve özgürlükler arasında olası çatışma halinde “uzlaşma tekniği”nin uygulanmasını olanaksız kılmakta.

  • Kimlik saptamayı bile engelleyebilecek mutlak bir düzenleme,
    kamu hizmetinde liyakat
    (AS: güvenlik?) ilkesine aykırıdır.

Görünürde temel bir hakkın korunması amacından yola çıkarak Anayasa’ya özgül bir dini referans koymak (başını örtmek), belirli bir dine ait bir sembolün taşınmasına ilişkin din referanslı düzenleme, laiklik ilkesiyle uyumsuzdur.

”Kimse, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz” biçimindeki insan haklarının sert çekirdeği -dışavurum, mutlak koruma görüntüsü altında açıklama özendirilerek- çiğnenmekte.

Aile ile ilgili düzenlemeye gelince; Medeni Kanun ile düzenlenmiş bir konunun Anayasa’ya bir nefret söylemi ile eklenmesi, açıkçası ayrımcılık yasağının ihlalidir.

Sonuç olarak; –Türkiye’nin taraf olduğu insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeler dâhil

Anayasa bütününe aykırı olan başörtüsü ve aile düzenlemesi
CHP, HDP ve İYİ Parti tarafından reddedilmelidir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 04 Ocak 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

BENZEME

Afganistan’ı yöneten Taliban, kız çocuklarına eğitimin yasaklanmasının gerekçesini açıklamış: “TÜRKİYE GİBİ OLMAYACAĞIZ!..”

Endişe etmesinler iktidar onlara doğru yürüyor…

MÜJDE

RTE bir trilyon dolarlık gaz rezervi bulunduğunu müjdeledi.  %49’u (490 milyarı) Kanada şirketine satılmış durumda.

Yabancı şirkete daha çok müjde…

KESİK

Bahçeli, gaz müjdesine inanmayanların gazının kesilmesini önerdi.

Gazlı zeka…

İADE

Fransa, istediğimiz teröristleri iade etmemekte direniyor.

Verse de almayalım, orayı karıştırsınlar…

MAHREM

AKP’li Zehra Taşkesenlioğlu, 1.7 milyarlık yatı denize rahat girebilmek (mahremiyetten) için almış. (AS: 4,5 milyon Avro, yaklaşık 90milyon TL)

Her türbanlıya bir yat…

ÖLÇEK

DİB Başkanlık Müşaviri Zeki Sayar, kadınların yalnız başına 90 km’den uzağa gidemeyeceğini söyledi.

Diyanetin yobaz ölçeği…

EGO

EYT’yi ülke zararına gören ve iki yıl önce, “Seçimi kaybedecek olsam bile kabul etmem” diyen RTE, yaş sınırı olmaksızın EYT’yi kaldırdı.

Seçilme hırsı ülke yararını yendi… (AS: Maliyet yaklaşık 200 milyar TL)

YOLSUZLUK

Yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle Angola’nın eski devlet başkanı J.E. Santos’un kızının bir milyar dolarlık varlığına el kondu.

Bir gün mutlaka!..

DOKUNULMAZLIK

Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı, Hilafet çağrısıyla bilinen imam Halil Konakcı’nın, başında takkeyle Erzincan Valisi Mehmet Makas’ı makamında ziyaret etmesine yönelik yapılan suç duyurusuna 1 hafta içinde takipsizlik kararı verdi.

Devrim Yasalarına takılma,

Türbanlı bacıya, takkeli hacıya (imama) dokunma!..

KİNDAR

SADAT kurucularından Gürcan Onat, E. Korg. Vural Avar’ın cezaevinde ölümü üzerine yaptığı açıklamada, “Hepinizin o zindanda son nefeslerinizi verip, inanmadığınız ahiret yolculuğuna çıkışınızı ibretle izleyeceğiz ve lakin asıl ahirette, mahkemeyi kübra’da sizden, nasıl haklarımızı alacağımızı, işte asıl orada göreceksiniz.” gibi ifadelerle kin ve nefret kustu.

Dindar mı? İnsan mı?..

YARGI

Ekrem İmamoğlu davasından alınarak Samsun’a atanan Hâkim Hüseyin Zengin’e, “Sen ceza verirsen, biz, istinaf mahkemesini de çözdük” denildiği öne sürüldü.

Yargı bağım??/? dır…

KHK/THK

Danıştay İDDK, RTE’nin İstanbul Sözleşmesi‘nden çıkış kararını Anayasaya uygun buldu.

TBMM’yi kapa, Tayyip Hükmü Kararname ile yönet gitsin…

KÜRESELLEŞME İDEOLOJİSİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
04 Ocak 2023, Çiğli / İzmir

Vatandaş soruyor :

  • “Hocam küreselleşmenin ideolojisi var mıdır, eğer varsa nedir?
    Çok kısa olarak anlatabilir misiniz”

Anlatmaya çalışayım                               :

Küreselleşme;

  • Tarihsel, sosyal ve kültürel gelişme süreci içinde akıl, bilim ve yüksek teknoloji girdilerini eğitim, öğretim ve üretimde doğru ve etkin kullanıp yüksek bir ekonomik gönenç (refah) üreterek aşırı güçlenen emperyalist ülkelerin, yeterli rekabet gücü kazanamamış ve yeterince gelişememiş görece zayıf ülkeleri ve bu ülkelerin doğal ve ekonomik kaynaklarını sürekli ve sistemli olarak sömürebilme ideolojisidir.

Küreselleşmenin sosyal, siyasal ve ekonomik açılardan 3 temel ayağı, yani öğretisi ya da dayatması vardır.

1- Küreselleşme öğretisine göre, sermayenin egemenliği ve vesayetine dayalı kapitalist ekonomik modelin dünyada hiçbir seçeneği (alternatifi) yoktur. Başka bir söyleyişle kapitalist ekonomik sistem bir dogmadır ve dokunulmazdır. Kabullenilmesi zorunludur. Bu sisteme girmeyen ülkelerin gelişme ve yaşayabilme şansları çok zayıftır.

2- Aynı bakış açısından yaklaşarak, serbest piyasa ekonomisinin gereksinmelerine göre örgütlenen liberal siyasal ve hukuksal rejimin başka hiçbir seçeneği (alternatifi) yoktur. Bu yaklaşıma göre, küreselleşme ile birlikte, liberal siyasal rejim de dogmalaşmış ve dokunulmazlık kazanmış olur. Çünkü

  • Kapitalist ekonomik sistem ile liberal siyasal rejimler yapışık ikiz kardeşlerdir.
    Ancak birlikte yaşayabilirler.

Liberalizm, kapitalizm için ideolojik siyasal ve hukuksal altyapıyı hazırlar ve düzenler. Kapitalizme de bu hazır ve sorunsuz düzlemde gönlünce, yani kazancın ençoklaştırılmasına (kâr maksimizasyonuna) göre iş yapmak ve sömürmek kalır.

3- Küreselleşme ya da bu Yeni Dünya Düzeni (New World Order) de yine Batılı emperyalistlerin birlikte geliştirip olgunlaştırarak kurdukları, kurumlaştırdıkları ve Batılıların çıkarlarına göre kurgulanıp işleyen bir düzendir. Bu düzen dünyanın tümünü tek bir pazar yapmaya, insanların hepsini düşünüş, üretim, davranış, giyim, kuşam, beslenme, sanat, müzik, eğlenme… vb. alanlarında tektipleştirmeye, adalet, hukuk ve ahlak sistemlerini standartlaştırıp liberal kapitalizmin önündeki tüm engelleri yok etmeye yöneliktir. Daha önceleri FETÖ tarafından gündeme getirilmiş olan “Dinler arası diyalog” çabaları da KüreselleşTİRmeye, yani emperlalistlere güç ve ideoloji devşirmek içindir.

  • Küreselleşme ideolojisi bu yapısı nedeniyle de toplumların birlik ve çıkarları korumaya dayalı ULUS DEVLETLERE ve dolayısıyla da Atatürk’ün kurmuş olduğu ulus devlete
    yani demokrarik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşıdır.

Çünkü; Küreselleşmenin önündeki en büyük engel yerli ve ulusal sanayilerini kurmak, geliştirmek, tarihsel, sosyo-külturel farklı kimliklerini sahiplenmek ve yaşatmak isteyen, ayrıca sömürücü sermayenin küresel dolaşımına engel oluşturan güçler ulus devletlerdir.

Ancak şurasi hiç gözden kaçırılmamalı ve unutulmamalıdır:

Başta ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere tüm gelişmiş emperyalist Batı devletlerinin derin devleti ya da saklı, örtük ideolojileri daima ulus devlet ilkesine göre, yani kendi ana ülkelerinin ulusal çıkarlarına göre yürütülür. Bunun tersi asla olası değildir. Eğer koşullar değişir ve Batılı ülkeler Küreselleşmeden zarar görmeye başlarlarsa, Küreselleşme ideolojisinden de kolayca vazgeçebilirler.

Şu konu hiç unutulmamalıdır             :

  • Toplum ve devlet çıkarları ideolojilere ve bireysel çıkarlara asla kurban edilemez.

Nitelikleri ve kaynakları ne olursa olsunlar, ideolojiler, varolan sorunlara etkin çözümler üretebildikleri oranda geçerlik kazanır. Devletin ve toplumun varlığı, yaşaması ve çıkarları amaç, ideolojiler ise her zaman bu amaçları gerçekleştirebilecek olan araçlardır. Amaçlar araçlara kurban edilemez. Toplum ve devlet özne, ideolojiler nesnedir.

  • İdeolojiler ya da benzeri öğretilere ya da insanlara tapınmak,
    bireyleri de toplumları da köleleştirir.

Önemli bir tarihsel gerçek de şudur              :

Ya da kıssadan hisse de şu olmalıdır: Tüm Batı kaynaklı ideolojiler gibi, Küreselleşme ideolojisi ya da öğretisi de iki yüzlüdür. Küreselleşme salt Batı çıkarlarının aracıdır. Bu durum, kendi halk deyimimiz ile talkını (telkini, öğüdü) başkalarına verip salkımı kendisi yutma isteğidir. Zaten Batının Osmanlı Devletine temel yaklaşımı, zehiri bala katıp altın tasla sunmak olmuştur. Bu durum günümüz dünyasında da değişmemiştir.

Emperyalist, iki yüzlü Batınının bu tuzaklarını en iyi gören de ulusumuzun kurtarıcısı ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurucusu M. K. Atatürk olmuştur. Kurtuluş Savaşımız Batı emperyalizmine karşı kazanılmıştır. Devletimizin ve ulusumuzun bağımsızlığı Batılı saldırgan ve koloniyalist (sömürgeci, sömürgen) zorbalardan alınmıştır.

Bu nedenle;

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimiz ulusumuz için asla vazgeçilemezdir.

Sürekli devrim ilkesi uyarınca laiklik ilkesine ve ulus devlet yapısına dokunulmadan, özgürlüklerin demokrasinin ve hukuk devletinin çapı, yaşanılan çağın gereklerine göre, zenginleştirilip genişletilebilir.

Zaten doğru anlaşılmış bir Atatatürkçülük de bir dogma ve donmuşluk ya da dodurulmuş değildir:

– Ülkenin tam bağımsızlığını, ulusal eğemenliğini, toplumun birlik ve butünlüğü koruyup;
– Anayasal, laik, eşitlikçi, parlamenter ve demokratik bir siyasal rejimle,
– Aklı, bilimi ileri teknolojiyi doğru ve etkin kullanıp hep birlikte (topyekun) halkın
refah (gönenç) düzeyini yükseltmek,

– Ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarabilmek için

canla, başla durmadan çalışmaktır.

Ekrem İmamoğlu ve İstanbul

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Son Yazısı / Tüm Yazıları
02 Ocak 2023, Cumhuriyet

AKP hükümetinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na karşı yürüttüğü baskılar, kumpaslar, tuzaklar, hukuk ve demokrasi dışı uygulamalar bir türlü bitmek bilmiyor!

CHP’nin ve İYİ Parti’nin ortak adayı olarak İstanbul seçimlerini kazanan CHP’li Ekrem İmamoğlu, önce hukuka aykırı bir biçimde seçimlerin iptal edilmesi uygulamasıyla karşılaştı. Tekrarlanan seçimi Ekrem İmamoğlu açık ara farkla, İstanbul’un belediye başkanlığı seçimleri tarihindeki en yüksek oyla kazandı.

Daha sonra Ekrem İmamoğlu’nun projeleri engellendi, bazı yetkileri elinden alındı. Ancak Ekrem İmamoğlu buna rağmen ulaşım, altyapı, sosyal yardım, kültür-sanat, çevre gibi alanlarda, İstanbul’un tarihinde bir belediye başkanının 3.5 yılda gerçekleştiremediği oranda ve sayıda proje gerçekleştirdi.

AKP bununla da yetinmedi, bir yandan da, hükümete bağlı bir müfettiş ordusunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin üzerine saldı;

  • Onlarca müfettiş yıllarca belediyeyi kuşattı,
    ancak herhangi bir yolsuzluk ve usulsüzlük bulamadı.

***
Bu yöntemler işe yaramayınca, hükümet devreye “ahmaklık” davasını soktu! “İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ekrem İmamoğlu’nu kast ederek “ahmak” ifadesini kullanınca, Ekrem İmamoğlu da, Süleyman Soylu’yu kast ederek, İstanbul seçimlerini iptal ettirenlerin ahmak olduğunu söyledi. Bunun üzerine YSK üyeleri, kendilerinin hakaretle hedef alındığını iddia ederek, Ekrem İmamoğlu hakkında suç duyurusunda bulundular ve olayı yargıya taşıdılar.

Söz konusu davaya bakan bir hâkimin görev yeri değiştirildi, yerine atanan sözde hâkimler, hukuka aykırı bir biçimde, Ekrem İmamoğlu’na bu sözü için iki yılı aşkın hapis cezası ve siyaset yasağı cezası verdiler! Süleyman Soylu için ise Ekrem İmamoğlu’na “ahmak” dediği için hiçbir işlem yapılmadı!
***
Buna paralel olarak devreye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde terör örgütüyle ilişkisi olanların işe alındığı iddiası ortaya atıldı! “İçişleri Bakanı” Süleyman Soylu’nun ortaya attığı bu iddia aylarca havada kaldı; bunun üzerine soruşturmayı yürüten müfettiş heyetinin başındaki kişi görevden ayrıldı; yerine, daha önce AKP milletvekili adayı olan bir sözde müfettiş atandı!

Müfettişlerin hazırladıkları rapor geçtiğimiz hafta savcılığa teslim edildi ve suç duyurusunda bulunuldu, bununla ilgili olarak da ayrı bir “yargı” süreci başlatıldı! Ekrem İmamoğlu, söz konusu rapor elinde olmadığı ve iddiaları bilmediği için, ayrıntılı bir savunma yapmadı, ancak kendisine ulaşan bazı duyumlara göre çok önemli açıklamalarda bulundu.

Ekrem İmamoğlu’nun, belgeleriyle yaptığı açıklamalara göre, AKP döneminde belediyeye terör örgütü üyeleri ve terör örgütüyle ilişkili kişiler işe alındı; kendi dönemindeki iddialarla ilgili olarak İçişleri Bakanlığı’ndan bilgi talebinde bulunulduğu halde bu bilgiler belediyeye verilmedi; Anayasa Mahkemesi’nin kararı nedeniyle, belli bir dönem aralığında, işe alınan kişiler hakkında arşiv soruşturmasının yapılmasına, İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Valiliği tarafından izin verilmedi; bazı işe almalarda, sistemde, kamu sektörü yerine özel sektör şıkkının seçilmiş olması yeni bir uygulama değildi, AKP döneminde de uygulanan bir yöntemdi.
***

  • Ekrem İmamoğlu’na yönelik bu hukuka aykırı baskılar,
    hem Ekrem İmamoğlu’na yönelik bir darbedir..
  • Hem de İstanbul’da ona oy veren milyonlarca vatandaşa karşı bir darbedir!
  • Bu, halkın özgür iradesine vurulmuş bir darbedir!
  • Bu, anayasanın 2. maddesinde ifade edilen, demokratik hukuk devletine vurulmuş bir darbedir!

AKP’nin demokrasinin ve hukuk devletinin sınırları içinde kalarak
özgür ve serbest bir seçim yapmayacağı, bir kez daha tescillendi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na yine bir kumpas davasıyla siyaset yasağı getirildiğinde, İstanbul’da yüz binlerce kişilik bir miting düzenlemişti.

Kılıçdaroğlu aynı mitingi, Ekrem İmamoğlu için de düzenleyerek, halkın gücünün ne olduğunu, AKP’nin teokratik dikta rejimine göstermelidir!