Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

GİDİCİ OLMANIN ŞAŞKINLIĞI: “AHMAK” CEZASI

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com

AKP’nin iktidarda kalmak için yapamayacağı şey yoktur” diye yazanlara, kimi okurlar itiraz ediyor. “Böyle derseniz halkın morali bozulur, mücadeleden vazgeçer.” diyorlardı.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üç buçuk yıl önce kendisine “Ahmak!” diyen İçişleri Bakanı’na “Asıl ahmak seçimi iptal edenlerdir” sözüne Yüksek Seçim Kurulu üyelerine hakaret ettiği gerekçesiyle iki yıl yedi buçuk ay hapis cezası vermekle kalmayıp İmamoğlu’na siyaset yasağı da getirilmesi, “AKP’nin iktidarda kalmak için yapmayacağı yoktur” kanımızı doğruluyor. Ancak bu son yaptığı muhalefette yılgınlık yaratmak bir yana, onu canlandırmış ve mücadeleyi ateşlemiştir.

Akşener-İmamoğlu.jpg

Önümüzdeki seçimlerde cumhurbaşkanı adayları arasında anılan İmamoğlu üzerinden muhalefete yapılan bu haksızlığın hukuksal değil siyasal olduğu gün gibi açık. İmamoğlu’nu çalıştırmamak için seçildiği günden beri birçok engellemeler yapıldı. Bunlar kesin sonuç vermeyince “Daha ne yapabiliriz?” diye sorulmuş, üç buçuk yıl önce söylenmiş bir sözden medet umulmuştur.

İktidar çevrelerinden muhalefete en ağır hakaretlerin yapıldığı, toz ve dumandan ortalığın görülmediği bir ortamda “Ahmak” gibi çok masum kaçan bir ifade nedeniyle başvurulan ceza da kâr etmezse bundan sonra hangi hamlenin geleceği merak konusu.

Bu arada belirtmek gerekir ki; hükümetin isteğiyle İmamoğlu’nun kazandığı seçimi iptal eden Yüksek Seçim Kurulu üyeleri de, dokunulmazlık zırhına bürünüp hesap vermekten kaçınamazlar. Bu ülkede, her yurttaş gibi, siyasetçisi, bürokratı, savcısı ve hâkimi de büyük adalet terazisinde tartılmak zorundadır. Adalet, yalnız mahkemelerin elinde tuttuğu bir teraziden ibaret değildir. Onu asıl elinde bulunduran halkın vicdanıdır.

İmamoğlu’na siyasal yasak getiren mahkeme kararının hükümet tarafından tezgâhlandığı o denli açıktır ki, bu kararı vermeye yanaşmayan yargıç sürülmüş ve yerine bu kararı alması için yeni bir yargıç atanmıştır!

Bu karar verildiğinden beri, kamuoyu şunu tartışıyor? “Bu karar kime yarar?” Hemen herkes, kararın İmamoğlu ve seçimlere hazırlanan muhalefetin işine yaradığında görüş birliği içinde. Peki, öyleyse siyasal iktidar, nasıl olmuştur da kendi aleyhine olacak bir kararı aldırmıştır?

AKP’NİN ÇARESİZLİĞİ

AKP, gidici olduğunun farkındadır.
Bunun telaşı içindedir.
Seçimlerle iktidardan uzaklaştırılırsa, hem adım adım örmeye çalıştığı şeriatçı bir rejim kurma projesi yarım kalacak, hem de Hazineyi yağmalama olanağını yitirecektir. Kendisinden bu ana dek yaptığı yasasız işlerin hesabının sorulma olasılığı da vardır.

İktidarın aklı, iki cami arasında kalmış bi-namazın aklına benziyor.
Yerleşik parlamenter, liberal usullere uyarak mı, yoksa iktidar gücünü kullanarak bir yasaklar ülkesinde rakipsiz mi seçime gitsin? İktidar kadrolarının aklı bu ikisi arasında gidip gelmektedir. Normal koşullarda seçimi kazanamayacağını anladığından yasaklardan medet ummaktadır.

Ancak bu uygulamasının da onu iktidarda tutmaya yetmeyeceği, çığ gibi büyüyen tepkilerden anlamak olanaklıdır. AKP’nin hâlâ elinde tuttuğu bir seçmen kitlesi varsa da, bu kitlenin içinde böyle açık bir haksızlığı vicdanına yediremeyen önemli bir kesim olmalıdır. İstanbul Belediye Başkanlığı için yinelenen seçimlerde bunu örneği görülmüştür.

Durum bu iken Hükümet neden böyle kör kör parmağıma diyerek İmamoğlu’nu mahkûm ettiriyor?

Çaresizliğinden!

Kimi kez insanın fırlattığı ok, döner kendisini vurur. Kaldırdığı taş, kimi kez kendi ayağına düşer. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olanlar çok görülmüştür. Onmayacak hasta, yatağı bırakıp yastığa yaparmış.

Bu olayda komplo kuramları aramak gerekmez. Olay, iktidarı yitirmekte olan bir kadronun şaşkınlığından ve çaresizliğinden ibarettir.

 

Halil Çivi şiiri : NELER OLDU?

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

 

NELER OLDU?

Artık zaman çok değişti,
Bugün dünden beter oldu.
Ahlak, ayaklara düştü,
Halk haksızı tutar oldu.
Xxx
Zalim, mazlumu dışlıyor,
Kötü, iyiyi suçluyor,
Şeytan, meleği taşlıyor,
Dost, dostunu satar oldu.
Xxx
Hak ve hukuk yalan oldu,
Köşe dönmek plan oldu,
Millet malı talan oldu,
Hesaplar hep Dolar oldu.
Xxx
Enflasyonun ipi kaçtı,
İşçinin feleği şaştı,
Emekliller yoksul düştü,
Çorap, limon satar oldu.
Xxx
Zenginler az, yoksullar çok,
Yoksullar aç, zenginler tok,
Orta sınıf, silinmiş, yok
Zengin döküp saçar oldu.
Xxx
Dinbazlar halkı uyuttu,
Zorbalar köşeyi tuttu,
Aydınlar dilini yuttu,
Sabır hapı yutar oldu.
Xxx
İnsanlara bir hal oldu,
Helal yemek vebal oldu,
Haram lokma helal oldu,
Dürüstler aç yatar oldu.
Xxx
Hurafeler sıralandı,
İnanç, ahlak yaralandı,
Adalet çok paralandı,
Zulme kanat açar oldu.
Xxx
Kimi kin tuttu, bilendi
Kim aç kaldı, dilendi,
Kiminin aklı bulandı,
Ülkesinden kaçar oldu.
Xxx
Akıldan, bilimden geri,
Kendince dinin severi(!),
Kimi zamane şeyhleri(!),
Çocuklarla yatar oldu.
Xxx
Anayasa rafta kaldı,
Siyasiler halkı böldü,
Laik devlet yara aldı,
Demokrasi biter oldu.
Xxx
Halil Çivi, bu ne haldır?
Helal zehir(!), haram baldır(!),
Kul hakkı büyük vebaldır,
Günah katar, katar oldu.
Xxx

Prof. Dr. Halil Çivi
17 Aralık 2022, Çiğli / İZMİR

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

Alev Coşkun
Alev Coşkun

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

18 Aralık 2022, Cumhuriyet

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasal içerikli haksız ceza bir kez daha “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni tartışmaya açtı. Tüm yetkilerin bir kişide toplandığı, Meclis’in yetkilerinin budandığı, yargının, başkanlığını adalet bakanının yaptığı Hâkimler ve Savcılar Kurulu aracılığıyla siyasal gücün etkisinde kaldığı bir kez daha ortaya çıktı.

Bu hafta demokrasiyle ters düşen bu ucube sistemin, “partili cumhurbaşkanı” yönünü öne çıkararak ele alacağız. 6 siyasi parti lideri, 6’lı Masanın önemli uzlaşı konusu olan güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili anayasa değişikliği önerilerini 28 Kasım 2022’de açıkladılar. Bu tasarıda en önemli değişiklik “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen ve dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan ucube modelden vazgeçilmesidir.

Bu anayasa tasarısında cumhurbaşkanına verilen yetkiler tırpanlanıyor, parlamenter sisteme dönülüyor, partili cumhurbaşkanı sistemi kaldırılıyor, cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl ile sınırlandırılıyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin “partisi ile ilişkisi kesiliyor”. Partili cumhurbaşkanlığı sistemi terk ediliyor. (AS: AY m. 101/5 anlamsız, çünkü Milletvekili ve CB seçimi aynı gün yapılıyor: AY md. 77/1: “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.” Dolayısıyla bir kişinin MV sıfatı ile CB seçilme olasılığı yok!)

(2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü)

Partili cumhurbaşkanlığı, Türk siyasal tarihinde tartışmalı bir konu olarak yer almıştır. 1921 Anayasası Kuvayı Milliye’yi yürütmek için kabul edilmişti ve anayasada devlet başkanlığı maddesi yoktu.

1924 Anayasası, Cumhuriyet ilkelerini getiren anayasadır. Sistem tek parti olduğu için 1924 Anayasası’na göre cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisinden istifa etmesine gerek yoktu.

Türkiye çok partili sisteme 1946 yılında girdi. Yeni kurulan Demokrat Parti için partili cumhurbaşkanlığı konusu en önemli siyasal konu olarak öne çıkmıştı. Cumhurbaşkanının partili olması şiddetle eleştiriliyor, cumhurbaşkanının tarafsız olması ısrarla isteniyordu. Yeni kurulan Demokrat Parti’nin 1946 seçim bildirgesinde bu konu açık bir biçimde yer almıştı.

1923’ten 2017’ye dek 94 yılda 12 cumhurbaşkanı görev aldı.

Bunlardan beşinin zaten siyasal parti ile ilgileri yoktu. (Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren ve Ahmet Necdet Sezer) Atatürk ve İnönü tek parti döneminde, Celal Bayar ise 1950-1960 arası 10 yıl cumhurbaşkanlığı yaptı. 1989’dan bugüne Özal, Demirel ve Gül seçildiklerinde anayasaya uyarak partilerinden istifa ettiler. 2017’de kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi nedeniyle, Erdoğan partili cumhurbaşkanı olarak görevine devam ediyor.

EVRENSEL KURAL

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Siyaset bilimi ve anayasa kitapları konuyu şöyle ortaya koyuyorlar:

  • “Devlet başkanının siyasal bakımdan sahip olduğu mutlak sorumluluk, onun mutlak siyasal tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir. Partiler üstü objektif, tarafsız bir kişidir. Çünkü devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu nedenle asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya kişiyi açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Eleştiri ya da onaylama değil, uyarma ve doğru yolu göstermektir, gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha çok manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.”

Bu tanımlamaya göre devlet başkanı, partiler üstü, yansız bir kimliğe bürünüyor. Bu nedenle devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareketler beklenmez. İşte bu nitelikler yansız devlet başkanını etkin ve güçlü kılar.

DP, PARTİLİ CUMHURBAŞKANINA ŞİDDETLE KARŞI

8 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimler, çok partili sistemin ilk seçimidir. Bu seçimde, DP seçim bildirgesinde açıkça partili cumhurbaşkanlığına karşı çıkmıştır.

DP’nin bu bildirisinde açıkça cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız olması isteniyordu.

AKP siyasal köklerini DP’de görür. Sürekli kendisini DP’ye bağlamak isteyen AKP, DP’nin bu bildirisi ve düşüncelerinden ders almalıdır. Bugünkü tabloya bakarak 75 yıl önceki DP’nin söyledikleri ile AKP’nin uygulamaları birbirinin tamamen karşıtıdır.

(DP’li Başbakan Adnan Menderes)

DP’NİN PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞINA KARŞI SEÇİM BİLDİRGESİ

“Devlet başkanının fiilen bir partinin başkanlığında bulunması ve bütün milletin malı olması gereken devlet başkanlığı yüksek makamının bütün yüksek dokunulmazlık ve yetkileriyle bir partinin yanında yer alması öbür partileri oldukça nazik ve zor bir mevkide bulundurmakta ve partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışabilmeleri ilkesine aykırı durumlar yaratmaktadır. Cumhurbaşkanı partili değil, tarafsız olmalıdır.”
(19 Haziran 1946, DP Seçim Bildirisi)

İNÖNÜ’NÜN YANSIZLIĞI

İnönü, cumhurbaşkanı olarak 12 Temmuz 1947 beyannamesiyle partisiz olunması gerektiğini eylemli olarak göstermişti. Olay kısaca şöyledir :

Henüz çok partili sisteme adım atılıyordu. Sertlik yanlısı Başbakan Recep Peker’le muhalefet partisi DP arasında sert tartışmalar oluyordu. Cumhurbaşkanı İnönü, CHP ile DP arasındaki çatışmaya el attı. Başbakan Recep Peker ile DP Genel Başkanı Celal Bayar’ı Çankaya’ya çağırdı. Onlarla görüştü ve sonunda 12 Temmuz 1947’de ünlü 12 Temmuz bildirisini yayımladı. Bildiride cumhurbaşkanı olarak muhalefet partisini tutuyor ve aynen şöyle deniyordu:

“…Bir yasal siyasi partinin metotlarıyla çalışan muhalefet partisinin, iktidar partisinin imkân ve şartlarına uygun çalışmasını sağlamak lazımdır. Bu noktada, bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit mesafede görürüm… Amaç, başlıca iki parti arasında temel şartın yani güvenin yerleşmesidir.”

(13 Temmuz 1947, Cumhuriyet gazetesi)

1950 SONRASI

DP iktidara geldikten sonra, muhalefette iken ısrarla savunduğu cumhurbaşkanının yansız olmasını gerektiren anayasa değişikliklerini yapmadı. Tersine, Bayar yansız cumhurbaşkanlığı yerine her zaman DP’li olduğunu gösteren bir tutum içine girdi. Özellikle 1957 seçiminden sonra Cumhurbaşkanı Bayar, DP simgesi taşıyan bastonla halkın arasına girip konuşmalar yaptı. Oysa yansız cumhurbaşkanlığı niteliğine sahip olsaydı, iktidar-muhalefet arasında uzlaşma sağlanabilir, hatta 27 Mayıs askeri hareketi önlenebilirdi.

1960 askeri hareketinden sonra Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın partiler üstü cumhurbaşkanı gibi davranıp tarafların uzlaşmasını sağlayacak bir seçim programı geliştirmek yerine çatışmayı körüklemiş olmasını kitabında eleştirmiştir. (Aydın Menderes, Babam Adnan Menderes, s. 87-88)

Aydın Menderes, “Bayar da İnönü’nün ‘12 Temmuz’ beyannamesindeki tutumunu örnek almalı, öyle yapmalıydı” diyor. Aydın Menderes, açıkça İnönü’nün 12 Temmuz 1947’deki girişimine ve ünlü bildirisine gönderme yaparak Celal Bayar’dan da aynı davranışı görmek istediğini belirtiyor. 1960 öncesi günlerde Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ile muhalefet lideri İnönü’yü bir masa çevresinde toplayıp uzlaşma yaratabilirdi. Böylesi bir yansız cumhurbaşkanlığı rolünü üstlenebilirdi. Ancak güncel ve kısır politik tutumlar politikada bu geniş düşünce sistemini engelliyordu.

1961 ANAYASASI

1960 sonrası seçimle oluşan Kurucu Meclis, 2. Dünya Savaşı sonrası Batı’daki evrensel demokrasi gelişmelerini dikkate alan yeni bir anayasa yaptı ve bu anayasa halkoylamasıyla kabul edildi. 1961 Anayasası’nın, dünyanın en ileri ve demokratik anayasalarından birisi olduğu kabul edilmiştir. 1961 Anayasası ile devlet başkanı yansız ve partisiz konuma getirilmiştir. (Madde 35)

1982 Anayasası da 1961 Anayasası’nın yansız cumhurbaşkanı kuralını benimsemiştir. 1961’den sonra cumhurbaşkanı seçilen Gürsel, Sunay, Korutürk ve Sezer zaten partili değildiler. Özal, Demirel, Gül cumhurbaşkanı seçilince partilerinden istifa ettiler.

TEK ADAM YÖNETİMİ

16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bir modele girildi. O günden bugüne uygulanan ve tek adamlığı getiren, gücü tek elde toplayan bu model dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

  • Hukuk devleti ve demokrasinin temeli Güçler Ayrılığı ilkesidir.

2017’de getirilen sistem, Güçler Birliği ve “tek adam yönetimi” oluşturmuştur.

Güçler ayrılığı ilkesinin işlediği hukuk devleti bir yana bırakılmış “ucube” bir sistemle tek adam rejimine geçilmiştir. Siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu sisteme, “neo-patrimonyal sultanizm” adını vermektedir. Prof. Dr. Emre Kongar da bu modele “şahsım devleti” adını veriyor.

GÜÇLER AYRILIĞI

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Ancak bir siyasal partinin aynı zamanda genel başkanı olan bir cumhurbaşkanının yansızlığından söz edilemez.

Parlamenter sistemde, Yürütme’nin eylem ve işlemlerinden Başbakan ve Bakanlar sorumludur. Devlet Başkanının siyasal açıdan mutlak sorumsuzluğunun nedeni onun yansızlığının sağlanmasıdır. Devlet başkanı aynı zamanda tüm halkın, milletin başıdır. Bu nedenle asla partili gibi hareket edemez. O’nun temel yükümlülüğü ayırıcı değil, birleştirici olmasıdır. Yansızlığı titizlikle uyguladığı ve saygı gösterdiği ölçüde etkinliği artar. (H. N. Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, s. 376)

Demokrasinin en önemli ilkesi, Yürütmenin denetlenmesidir. Ünlü düşünür Montesquieu şöyle diyor:

  • Amaç bireyin özgürlüğüdür.
  • Özgürlüğün sağlanması için Yürütmenin otoriterliğinden ve despotluğundan sakınılmalıdır.
  • Bunun da siyasal yolu Güçler Ayrılığı ilkesinin uygulanmasıdır.
  • Yasama, Yürütme, Yargı birbirlerinden ayrılacaktır ve birbirlerini denetleyeceklerdir.”

YASAMANIN GELECEĞİ

Yukarıda belirtildiği gibi 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile Türkiye, demokrasinin temeli “Güçler Ayrılığı” ilkesini terk etti. Dünya demokrasi sıralamasında en gerilere düştü. Tüm bunların sorumlusu olarak AKP, demokrasi ilkelerini bozan bir siyasal kuruluş olarak olumsuz yönde siyasal tarihe geçecektir.

6’lı Masa‘nın uzlaşarak kabul ettiği anayasa tasarısının en önemli niteliği, otoriter başkanlık sistemine son verilecek ve parlamenter sistemin yeniden kurulacak olmasıdır. Böylece Yasama yeniden güç kazanacak; hükümet icraatının denetlenmesi yeniden sağlanacaktır.

Bu noktada bir konuya da açıklık getirmemiz gerekir: Tasarının 101. maddesine göre cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Bu durum ister istemez cumhurbaşkanı ile parlamentoyu karşı karşıya getirecektir. Parlamenter sistemi güçsüzleştirecektir. Seçimlerden sonra anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken bunun düzeltilmesi gerekir.

Her şey önümüzdeki seçime ve halkın inançla gerçek demokrasiye sahip çıkmasına bağlıdır.

KAYNAKLAR

  • Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yay., 1998.
  • Alev Coşkun, Tarihi Unutmamak Günceli Yakalamak, Cumhuriyet Kitapları, 2010.
  • Hüseyin Nail Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, İÜHF Yayını, 1971, s. 376.
  • M. Duverger, Siyasi Partiler, (çev. E. Özbudun), Bilgi Yay., 1974.

Doğal aday: Kılıçdaroğlu mu, Erdoğan mı?

GÜNCEL15.12.2022, BİRGÜN

-CB seçimini tıkayan madde 96’daki çoğunluk kuralı, TBMM için, “bütün işlerinde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır” şeklinde değiştirildi.

-CB’nin halk tarafından seçilmesi (md.101) öngörüldü.

Ne var ki, Anayasa halkoylamasından önce TBMM, Cumhurbaşkanı’nı seçti. 367 krizini yaratan nitelikli çoğunluk kuralı da değiştirildiğinden TBMM, sonraki seçimleri sorunla karşılaşmaksızın yapabilecekti.

Dahası, halkoylaması sürecinde Anayasa’ya CB ile ilgili geçici bir madde eklendi ama, halkın seçmesine ilişkin kuralına dokunulmadı.

Böylece, asıl nedenin 367 krizi değil, siyasal rejim değişikliği yolunu açmak olduğu doğrulandı.

Nitekim, 2014’te seçilen ve Başbakanlık makamından Cumhurbaşkanlığı makamına geçen Sn. Erdoğan, Anayasal rejimi sorgulamaya başladı: “Parlamenter rejim bekleme odasına alınmıştır.

Aynı kişi, 24 Haziran 2018’de 2’nci kez CB seçildi.

Cumhurbaşkanı seçimi, Türkiye kamuoyu gündemini meşgul eden öncelikli bir konu oldu. Nitekim, 2018 seçimlerinden hemen sonra başlayan ve adaylar üzerinde yürütülen tartışma, seçimlere dek sürecek görünüyor.

Bu tartışma da bilgi kirliliği yaratılarak yürütülüyor. Özellikle Cumhur İttifakı çevreleri, Sn. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzerinde, yoğun bir karalama kampanyası yürütürken, Sn. Erdoğan “doğal aday”mış izlenimi yaratmaya çalışıyor. Oysa, adaylığı için, kendi deyişi ile “topal ördek” benzetmesi geçerli.

ADAY OLABİLİR…

Görevdeki Cumhurbaşkanı, olağan seçim dönemi başlamadan TBMM 360 oy ile erken seçim kararı alırsa aday olabilir. Çünkü, şu anda CB görevinin 2’nci döneminde.

Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.” (md.116).

Erdoğan’ın ilk dönemini saymayan görüş geçerli değil;

  • Çünkü, “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” (md.101/2),
    2007 değişikliğinde kabul edildi. Sonraki değişikliklerde bu maddeye dokunulmadı.

Bu nedenle, kişi ile ilgili bu hüküm, Erdoğan için de geçerli. Buna karşılık, eğer TBMM erken seçim kararı alırsa, aynı kişi 3. kez aday olabilir. (AS: Anayasa m.116/3)

HANGİ AT?

367 mağduriyeti benzeri bir mağduriyet üretilebilir mi? Hayır çünkü, ikisi nitelik olarak birbirinden farklı:

– Nitelikli çoğunluk uygulamasına ilişkin olan 367 sorunu, 2007 Anayasa değişikliği ile aşıldı.

-3’üncü kez adaylık ise, Anayasa tarafından açıkça hükme bağlanmış olup, “kişi eksenli” bir düzenlemeye açık bir biçimde istisna getirilmiştir: TBMM’nin erken seçim kararı.

  • Kısacası, görevdeki CB’nin, zamanında yapılacak veya kendi kararı ile yapılacak bir erken seçimde aday olamayacağı gerçeğini dillendirmek, “mağduriyet malzemesi” oluşturmaz.

Buna karşılık, Anayasa’ya aykırı biçimde aday olursa, evet sonucu elde etmek için devlet organları bütününü seferber ederek, “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözünü yinelemeye yönelik her türlü aracı meşru göreceği konusunda kuşku yok.

Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyişi aslında, ‘alan’ değil, ‘çalan’ olduğu görüşünü de kaydedelim.

DOĞAL ADAY

Buna karşılık, Millet İttifakı ve 6’lı Masa mimarı olarak Sayın Kılıçdaroğlu, hukuken ve siyasal olarak doğal aday özelliğine sahip. Kuşkusuz Millet Masası bileşenleri de bunun farkında. Ne var ki, siyasal sorumluluk sahibi kişilerin öznel açıklamaları, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) yanlılarına bulunmaz bir fırsat veriyor. Sorumsuzca yapılan açıklamaları, bilgi kirliliği eşliğinde tepe tepe kullanmak, yandaşlar için bulunmaz fırsat.

Haliyle, siyasal iktidarın el değiştirmesine gölge düşürücü her açıklama, Saray’a yarıyor.

Her şey çok mu güzel olacak?

Yavuz Alogan
Yavuz Alogan
yalogan@gmail.com
16 Aralık 2022, https://www.veryansintv.com/her-sey-cok-mu-guzel-olacak/ 

featured

Nasıl gerçekleştiği bilinmeyen birden çok eşzamanlı olayın etkileşerek ortaya çıkardığı, sonuçları öngörülemeyen duruma belirsizlik diyoruz.

Belirsizlik durumunda birbirinin yolunu kesmeye ya da açmaya çalışan, politik iradelerini farklı siyasî hayat (siyasal yaşam) koşullarında oluşturmuş güçlerin konumunu ve hızını, dolayısıyla imkân ve kabiliyetlerinin (olanak ve yeteneklerinin) olayları etkileme derecesini ölçemezsiniz. Bir bakıma bu, Alman fizikçi Werner Heisenberg’in “belirsizlik prensibi”ne (1927) benzer. Bu prensibe (ilkeye) göre bir kuantum parçacığının hem konumundan hem de hızından aynı anda emin olamazsınız.

Siyasal toplumun bütün parçacıkları, belirsizlik durumunda doğayı taklit eder. Her bir parçacık yaşamda kalmak ya da gücünü artırmak için konumunu ve hızını değiştirir, böylece çarpışmalar başlar. Her çarpışma her bir parçacığın konumunu ve hızını bir kez daha değiştirerek öngörülemeyen, beklenmedik sonuçlara yol açar. Konumunu değiştirip hızını artırarak bir bilardo topu kümesine çarpan tek bir topun, bütün topların konumunu değiştirmesini ve her bir topun kazandığı hızın yol açacağı çarpışmaları düşünelim.

İmamoğlu’na verilen ceza tam da böyle bir etki yaratmış, belirsizliğe yol açmıştır.

Belirsizlik durumunda kesin sonuçlu analiz yapmaya kalkışmadan, tekil durumlara yol açan etkenleri anlamaya çalışmak gerekir. Önce anlayacaksınız ki analiz edebilesiniz. Anlamadığınız şeyi nasıl analiz edeceksiniz? Anlamak için de bilgiye ulaşmanız gerekir. Bilgisine ulaşamadığınız olayı anlayamazsınız. Olsa olsa yarım yamalak, çelişkin bilgilerle anlamaya çalışırsınız. Bunun üzerine bir de kesin sonuçlu analiz bina ederseniz belirsizliğe katkıda bulunmuş olursunuz.

Ayrıca sınıfsal tabanı olmayan, etnik ve mezhepsel olarak bölünmüş, çoğu ülke dışından kurgulanmış, komplolarla kurulmuş ya da hizaya sokulmuş, geçmişten gelen hiçbir siyasal geleneğin temsilcisi olmayan, sağ-sol-merkez gibi bir konumda yer almayan, mafya tarzında yönetilen, iç ve dış komplolara göre konum alan partilerin nesini analiz edeceksiniz?

Üstelik ülkede başta anayasa olmak üzere neredeyse her yasa kezlerce göz göre göre ihlal edilmiş, en temel hukuksal güvence olan adil yargılanma hakkı, hâkim teminatı / yargıç güvencesi (habeas corpus) (AS  Habeas Corpus, 1679 tarihli İngiliz kişi dokunulmazlığı belgesidir) siyasetin kaprislerine feda edilmiştir. Böyle bir yerde orman yasası işleyecek ve hiç kimse kurduğu oyunun sonucundan emin olamayacaktır.

O hâlde detektif gibi düşünmek gerekir. Detektif düz ve basit mantık yürütür, kestirmeden giderek kanıttan sonuca ulaşmaya çalışır. Fakat deliller (kanıtlar) kesin değilse faili (eylemciyi) bulmak yine zorlaşır. Bu durumda bir spekülasyon aralığı açılır, herkes kendi meşrebine ve niyetine göre delil icat edip (kanıt uydurup) yorum yapmaya başlar. Fakat bu aralık geçicidir; bir zaman sonra mutlaka kapanacaktır; barika-i hakikat (hakikat güneşi) kimilerine ışık, kimilerine karanlık gölgeler getirerek ortaya çıkacaktır.

Spekülasyon aralığından bakıldığında görülenler şunlardır:

Sayın Reis, seçim öncesinde İBB’ye çökerek İstanbul’da yuvalanan ve arpası kesilen tarikat ve cemaatleri sevindirmek, kentin kaynaklarına el koyarak yandaşlarını coşturmak istemiş olabilir.

Ancak, deneyimli Reis’in bu denli ucuz bir kazanım uğruna orta erimde ağır bir imaj yitiğini göze alması pek olanaklı görünmediği için, Saray’da yuvalanmış bir kliğin bu tezgâhı kurup işletmiş olması da olasıdır. Evrensel ve tarihsel olarak Saray, tanımı gereği, farklı çıkarların çatıştığı, ajanların ve kliklerin Kralı etkilemek için örtülü etkinlik  yürüttüğü bir entrika yuvasıdır.

Temyiz süreci kısa sürer ve karar onaylanırsa, Reis’in İstanbul’u geri almak istediği; temyizde karar bozulur ya da süreç zamana yayılırsa Reis’ten habersiz tezgâh kurulduğu anlaşılır.

Kılıçdaroğlu’nun aldatılarak Almanya’ya gönderildiği ve oradan apar toprak getirilerek madara edildiği anlaşılmaktadır. Genel Başkan’ın Almanya’dan dönerek partililerine hitap etmesini beklemeyen İmamoğlu’nun, yüzünde “Rabbiyessir” gören ve Cumhurbaşkanı olması için kendisine neredeyse davul zurnayla destek veren Akşener’i, karar açıklandıktan sonra Saraçhane’de kürsüye çıkarması tek kelimeyle siyasal bir skandaldır. İnsan genel başkanını bekler!

İmamoğlu’nun “tarihsel” konuşmasında  birkaç kez İstanbul’u bütün Türkiye’yle birlikte anarak, “gençliğim var … bu omuzlar her yükü taşır” diyerek genişlettiği tesir sahası (etki alanı), Kılıçdaroğlu’nun “16 milyon seni kucaklıyor” sözleriyle daraltılmış, Akşener’in “16 değil, 85 milyon senin arkanda” sözleriyle yeniden genişletilmiştir. İki adamın Cumhurbaşkanlığı için rekabet ettiği açıkça görülmektedir. Sayın Saray rakip olarak karşısında Kılıçdaroğlu’nu istemekte, İmamoğlu’ndan ise çekinmektedir.

Altılı Masa’daki beş başkanın Kılıçdaroğlu aday olmasın diye İmamoğlu’na razı olması olanaklı, karışıklık durumunda Meral Hanım’ın aradan sıyrılıp aday olması ise olasıdır.

CIA ajanı Henry Barkey, İmamoğlu’nun mahkûm edilmesinden sonra iki büyük yitirenden birinin Erdoğan, öbürünün ise “cumhurbaşkanlığı için ortak aday olacağını sanan” Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu söylemiştir.

Küresel sistemin İmamoğlu’nun kişiliğinde ve toplam formasyonunda Zelenskiy ya da Şaakaşvili gibi seçilmiş adamları andıran bir gevşeklik, kolayca doldurulabilecek bir zihinsel boşluk gördüğünü anlıyoruz. ABD ve AB’nin siyasal toplumu “demokrasi” adına CHP-İYİP-HDP koalisyonuna doğru bükmeye çalıştığını, Saray’ın ise bu gereksinimi anlayarak mutasavver  (tasarlanan) koalisyonun yerine getirmesi beklenen göreve istekli olmaya çalıştığını ama siyaseten katettiği yol böyle bir rol değişikliğine elverişli olmadığı için, tuhaf ve çaresiz bir manzara arz ederek debelendiğini görüyoruz.

Bu bükme çabasının AKP’nin gerileme sürecinde nasıl sonuç vereceğini, gerçekçi bir değişim bekleyen halk kitlelerinin her şeyin çok güzel olacağına nasıl ikna edileceğini doğal olarak bilemiyoruz. Ancak olayların RAND Corporation’ın Ocak 2020 tarihli raporuna şimdilik uygun biçimde geliştiğini görebiliyoruz. Raporda “otokrat Erdoğan’ı devirebilecek en zorlu aday Ekrem İmamoğlu” denmektedir.

İmamoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi ile baş başa balık yediğini ve ülkesine döndüğünde İngiliz istihbarat servisi MI6’nın başına geçen Büyükelçi’ye, 11 Nisan 2020’de, “Türkiye sevginizden hiç şüphemiz yok, Mr. Moore! Organize kötülük her yerdedir, ancak Türk insanı her zaman kimin dostu olduğunu bilir!” diye şaklaban bir tivit attığını ben kişisel olarak unutmam.

  • Ancak ilkel toplumlar ya da sömürge ülkelerin çaresiz halkları,
    yabancı devletlerin “kurtarıcı” diye parlattıkları adamların peşinden giderler.

Belirsizliğe karşın, Saray’ın aşırılığı karşısında Altılı Masa’nın halkı sokağa çağırmak zorunda kalması olumlu bir gelişmedir. Halk yolunu sokakta bulur. Bir dizi ara evreden geçilecek, her evre mevcut gerici ve baskıcı yapıyı biraz daha çözecek, ortaya yeni güçler ve kimsenin öngöremediği bir dizi sonuç çıkacak, her şeyin nasıl çok güzel olacağı zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Bu aynı zamanda bir uyanış sürecidir.

  • Şimdilik, siyasal İslamcı diktatörlükten daha kötü bir seçenek yoktur.

Bertaraf edilmesi (uzaklaştırılması) gereken tehdit ve tehlike sıralamasında Saray birinci sırada, Altılı Masa ise ikinci sırada yer almaktadır.

 

İMAMOĞLU KARARI

Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK
Eski Adalet Bakanı

İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nce bu gün verilen karar, 2023 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakınca aday gösterilmesi olasılığı bulunan Ekrem İmamoğlu’nun önünü kesmeğe yönelik, kimin lehine sonuç doğuracağı belli olan bir karardır. Mahkemelerin  yargının bağımsızlık ve tarafsızlığını tartışmalı hâle getirecek karar vermekten kaçınması gerekir. Çünkü Devletin temeli olan adalet  mahkemelerin kararlarıyla tecelli eder. ”

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında bu gün (14 Aralık 2022) İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nce verilen 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası  verilmesi ve siyaset yasağı konması üzerine eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, yazılı bir açıklama yaptı:

“31 Mart 2019’da yapılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBBB) seçiminin Yüksek Seçimi Kurulu (YSK) tarafından iptalinden sonra 23 Haziran 2019’da yeniden yapılan seçimi Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu, Cumhur İttifakı adayı, eski Başbakan Binali Yıldırım karşısında büyük farkla kazanmıştır. İmamoğlu, 30 Ekim 2019’da Strasbourg’da düzenlenen Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde yaptığı konuşmada seçim döneminde kamu kaynaklarının iktidarın lehine kullanıldığını, iktidarın kampanya sürecinde toplumu bölen ve kutuplaştıran bir dil kullandığını ve seçimi YSK kararı ile kazanmak istediğini belirtmiştir. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 4 Kasım 2019’da İmamoğlu’nu kastederek ‘Avrupa Parlâmentosuna gidip şikâyet eden ahmak, bunun bedelini ödeyecektir’ demesi üzerine;  İmamoğlu,  aynı gün verdiği cevapta 31 Mart seçiminin  iptali yüzünden  Avrupa’da ve dünyanın gözünde  düştüğümüz  duruma işaret ederek “31 Mart seçimini iptal ettirenler ahmaktır” demiştir. YSK Başkanı Sadi Güven’in yaptığı suç duyurusu üzerine açılan davada bu günkü karar verilmiştir. Karara karşı istinaf yolu açıktır.

Öncelikle YSK’nun 31 Mart 2019’da yapılan İBBB seçimini iptal eden  kararındaki çelişkiye işaret etmek gerekir. Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun’un 19. maddesinin III. fıkrasına göre; ‘Belediye başkanlığı, belediye meclisi üyeliği … seçimlerinde oy pusulaları aynı zarfa konur.’ İmamoğlu’nun kazandığı İBBB seçimini iptal eden YSK, aynı zarf içinde bulunan ve AKP adaylarının çoğunluğu kazandığı  İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi seçimine dokunmamıştır. Bu çelişki, İmamoğlu’nun Başkanlığını iptal eden YSK kararının açıkça hukuka  aykırı olduğunu göstermektedir. Seçmenler, bu haksızlığı protesto eden tutumlarını 23 Haziran 2019 günü yapılan İBBB yenileme seçiminde İmamoğlu’nu 806.415 oy farkıyla tekrar seçerek ortaya koymuştur.

YSK’nun 31 Mart 2019 İBBB seçimi ile ilgili yanlış uygulamasının eleştirilmesi doğaldır. İmamoğlu’nun konuşmasını Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinin 5. fıkrası anlamında ‘Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı’ işlenmiş hakaret olarak kabul edip cezalandırmak doğru değildir. Çünkü

  • İmamoğlu, ahmak sözcüğünü YSK üyeleri değil,  ‘31 Mart seçimini iptal ettirenler’ hakkında kullanmıştır. Bu konuşma İçişleri Bakanı Soylu’ya cevap olarak yapılmıştır.

Kaldı ki Türk Ceza Kanunu’nun Devletin kurum ve organlarını aşağılama suçu ile ilgili 301. maddesinin 3. fıkrasında şu hüküm yer almaktadır: ‘Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz’. Kamu görevi yapan organlar hakkındaki eleştirilerin değerlendirmesinde bu hükmü unutmamak gerekir.

Ekrem İmamoğlu hakkında İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nce bu gün verilen kararda Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesinin 1. fıkrasına göre siyaset yasağı konması, kararın ayrı bir boyutudur. Bu, 2023 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakınca aday gösterilmesi olasılığı bulunan İmamoğlu’nun önünü kesmeğe yönelik, kimin lehine sonuç doğuracağı belli olan bir karardır.

  • Mahkemelerin  yargının bağımsızlık ve tarafsızlığını tartışmalı hâle getirecek
    karar vermekten kaçınması gerekir.
  • Çünkü Devletin temeli olan adalet, mahkemelerin kararlarıyla tecelli eder.

Kanun yolları, ilk derece veya istinaf mahkemelerince verilen yanlış kararların düzeltilmesi amacıyla öngörülmüştür. Bu, adalete olan güveni sağlayan bir sistemdir. (14.12.2022)

İKİLİ HUKUK SİSTEMİ

Naci BEŞTEPE
(E) Tümgeneral

Hiranur Vakfı adı ile kamufle edilmiş tarikatta yaşanan olay gündemimize oturdu. SP lideri Karamollaoğlu’na göre gündemde kalmaması gerekirmiş. Molla soyu olunca bakışının öyle olması doğal. Bana göre ise bu konu gündemden hiç düşmemeli. Çünkü kabul edilebilir, yenir-yutulur yanı yok.

Bizi insanlığımızdan, milliyetimizden, dinimizden utandırıyor. Herkes de çok iyi biliyor ki;

  • Bir kereden bir şey olmaz!
  • Ailenin iç işidir!
  • İnançlı insan yapmaz!
  • Dinimizde yeri vardır.
  • Peygamber efendimiz de Hz. Aişe ile dokuz yaşındayken birlikte olmuştu!…

Gibi ortaçağ dönemi anlayışı söylemlerle geçiştirilecek bir olgu değildir çocuğun cinsel / nitelikli cinsel istismarı.

İNSANLIK

İnsanlık var oluştan beri sürekli Evrim geçirmektedir. Evrim, yaşamın her alanında olmaktadır.
Beslenme, barınma, tıp, tarım, ticaret, eğitim-öğretim, spor vb.
Aklımıza ne gelirse, nasıl sınıflandırırsak sınıflandıralım, her alanda.
Dinsel inanç ve ibadette de.

İki bin yıl öncenin yaşam koşullarındaki düşünce ve davranış hala aynı kalabilir mi?

Hala o dönemdeki davranışları irdelemeden sürdürmek istemeyi yobazlık-gericilik-tutuculuk diye tanımlamak yanlış mıdır?

İnsan olarak öbür canlılardan farkımız aklımız ve gelişmemiz değil midir?

İnsanı öbür canlılardan ayırt etme konusunda değerli sanatçı, Vefalı ağabeyim Müjdat Gezen’in sosyal medyadaki şu sözlerine hak vermemek olası mı?

    • Siz hiç kuzu ile çiftleşmeye kalkan bir koç,
    • Buzağıya musallat olan bir boğa,
    • Civcivi kovalayan bir horoz,
    • Minik yavrulara tecavüz eden kedi veya köpek gördünüz mü?
    • Göremezsiniz!
    • Onun için sapıklara HAYVAN demeyin!

İnsanlığımızdan utandırıyor derken bir açıdan bunu ifade etmeye çalışmıştım.

DİN KURALLARI – TOPLUMSAL KURALLAR

Toplumların yönetimi konusunda din adamları ile devlet adamları (kilise-kral) yıllarca çatışmıştır. Sonuçta din ile devlet işlerinin ayrıldığı seküler düzen çağdaş uygarlığın seçimi olmuştur. Ortaçağ tutkunları bunu dinsizlik olarak algılamaya ve/veya öyle göstermeye devam ederler. Hangi yöntemin (kurallar bütününün) insanlığı refaha (gönence), huzura (erince) götürdüğünün tartışma götürmeyeceği açıktır.
Dünya haritasına bakıp ülkelerin durumunu görmek yeterlidir.

Türkiye Cumhuriyeti de bu konuda kararını vermiş, anayasa ve yasalarla toplumsal yaşamı düzenlemiştir.

Medeni Yasa yürürlüktedir.

Vakıf-Dernek diye adlandırılarak yasaların çevresinden dolanan tarikat ve cemaatler
Resmen yasaktır.

İktidar, yasaklanan yapıları her konuda desteklemekte, üye bağışları ile yürütülmesi gereken vakıflara devlet hazinesinden milyarlarca lira akıtmaktadır.

Tüzüğünde “6 Ok“u benimsemiş ana muhalefet partisi ise “dinsiz demesinler fobisi” ve “her kesimden oy alalım kolaycılığı”nın da etkisiyle laikliğe karşı yapılanlara sessiz kalmakta
hatta türban konusunda olduğu gibi kimi konularda onlardan farklı davranmamaktadır.

Sözde sosyalist/devrimci Vatan Partisi ve lideri D. Perinçek’in, erken yaşta evlilik ve İstanbul Sözleşmesi konusundaki tutumu ise yürekler acısıdır.

Adam gibi ses veren tek parti lideri Doğru Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu olmuşltur.

Hiranur Vakfı’nda gelişen çocuğun nitelikli cinsel istismarı olayında da toplumu yönlendirenler yanlış içindedir.

Siyasetçi, toplumbilimci, sosyal hizmetler yetkilisi, din görevlisi, medya mensubu, sade vatandaş her kesimde çoğunluğun dikkatinden kaçan temel yanlış; medeni hukuk ile şeriat hukukunun birlikte ele alınması, bazen (kimi kez) karşılaştırılması, bazen (kimi kez) karıştırılmasıdır.

Şu kesin yargı göz ardı edilmemelidir:

  • Türkiye Cumhuriyeti’nde toplumsal yaşam seküler yasalarla düzenlenmiştir.

Medeni yasalar din kurallarına göre düzenlenmemiştir, düzenlenemez.

Dinsel kurallar (şeriat) da toplumsal / kamusal) yaşamı düzenleyemez.
Kendi sınırları içinde hareket etmek zorundadır.

Karıştırmayalım. Karışmasına izin vermeyelim.
Lütfen İran’daki gelişmeleri gözden kaçırmayınız.

6 YAŞINDAKİ KIZLARIN EVLENDİRİLMESİNİ LANETLEMEK Mİ YETİNECEĞİZ?

Mustafa SOLAK

İsmailağa cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel, 6 yaşındaki
kızını, 29 yaşındaki müridiyle imam nikâhı ile evlendirildi.

Yıllar sonra kızı yakınmacı oldu.

Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı yaptığı açıklamada;

  • İslam’a göre, bireylerin hem fiziksel hem de ruhsal olgunluğa erişmeden,
    aile kurmanın anlam ve sorumluluğunu idrak edecek rüşt yaşına gelmeden evlendirilmeleri söz konusu olamaz.
    ” dedi. (1)

Diyanet böyle demekle birlikte, daha önce “Dini Terimler Sözlüğü”nde, bulûğ yaşının alt sınırını kızlarda 9, erkeklerde 12 olarak belirlemişti.

Şöyle diyordu:

  • “İslâm hukukçularınca bulûğ çağının alt sınırı, erkekler için 12, kızlar için 9 yaş olarak
    belirlenmiştir. Bu yaşa ulaştıktan sonra erkeğin ihtilam olması [rüyada cinsel tatmine ulaşması], baba olabilme devresine girmesi; kızın da adet görmesi, gebe kalabilme çağına ulaşması fiilî olarak bâliğ olmalarıdır. Ancak erkek ve kızlar 15 yaşlarına ulaştıklarında, kendilerinde bu erginlik alametleri görülmese de, bâliğ olduklarına hükmedilir. Buluğ, kişinin dinen mükellef sayılıp, yetişkin insan statüsünü kazandığı dönemdir.” (2)

***
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Ekrem İmamoğlu hakkında verilen yargı kararı ile ilgili düşüncelerimizi, değerlendirmeleri web sitemizde paylaştık :

Ekrem İmamoğlu’na AKP tuzağının amacı ve sonuçları | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Bu önemli sorun üzerinde gereğince durulacak elbette.
Ancak, belli ölçülerde gündem oyunu da olan İmamoğlu kararının, Türkiye’ni yakıcı gündemlerini perdelemesine izin verilmemeli. AKP = RTE, bir ölçüde bunu da hedeflemekte ne yazık ki..

Tarihçi sayın Mustafa Solak’ın önemli yazısının kalan bölümünü okumak için lütfen tıklayınız…

6 yaşındaki kızların evlendirilmesini lanetlemek mi yetineceğiz

Sevgi ve saygı ile. 15 Aralık 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

BAŞÖRTÜSÜ ve ANAYASA

 Avukat A. Erdem AKYÜZ

                Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında değişiklik istemini içeren ve 336 milletvekilinin imzası ile AKP tarafından Meclise verilen yasa teklifi ile başörtüsü ve ailenin tanımına ilişkin yeni düzenlemeler getirilmek istenmektedir.
Ancak istenen şeyler “başörtüsü ve aile birliği tanımı ile sınırlı olmayıp; kılık kıyafete ilişkin yeni düzenlemeleri” de kapsamaktadır.

BAŞÖRTÜSÜ VE KILIK KIYAFET (GİYSİ)

Anayasa değişikliğini içeren yeni yasa teklifinin 1. maddesinde aynen

  • Hiçbir kadın; dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetlerinden dolayı… kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan
    yoksun bırakılamaz.

denmektedir.
Yani getirilmek istenen yeni yasa ile yalnız başörtüsü değil, “tercih ettiği kıyafet” denilerek çarşaf, peçe gibi kılık ve kıyafetlerin de giyilmesine serbestlik getirilmek istenmektedir.
Hatta o deni ki; askeriye, tıp, emniyet gibi verilen hizmete göre giysi giyilmesinin zorunlu olduğu ortamlarda bile, bu zorunluluğun; kadının başını örtmesi ve tercih ettiği giysiyi giymesini hiçbir biçimde engellemeyecek ölçülerde olması yönünde kısıtlama getirilmektedir.
Teklifin görülmeyen, göz ardı edilen en önemli noktalarından biri budur.
Başörtüsü konusuna gelince; unutulan ve değerlendirilmeyen hususlardan bir başkası, halen yürürlükte olan Anayasamızın değiştirilemeyecek ve Anayasaya aykırılığı bile iddia edilemeyecek maddelerini etkileyecek değişiklik istemlerini kapsamasıdır.

                DEĞİŞTİRİLEMEZ NİTELİKTEKİ MADDELER

                Anayasamızın ilk 3 maddesinde; Devletin biçiminin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile Cumhuriyetin sayılan niteliklerinin değiştirilemeyeceği gibi değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği hükümleri yer almaktadır. Bu maddeler ile bağlantılı olan ve “İnkılap (Devrim) Kanunları’nın Korunması” başlığını taşıyan 174. maddesinde; bu maddede yer alan hükümlerin Anayasaya aykırılığının bile ileri sürülemeyeceği yani değiştirilmeyeceği ve sürekli olarak uygulanacağı ibaresi vardır.
Anayasamızın değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği 174. maddesinin 3. fıkrasında “Şapka İktisası (kullanılması) Hakkında Kanun” yer almaktadır.

ŞAPKA VEYA BİR DİĞER BAŞLIK

Değiştirilmesinin bile istenemeyeceği, Şapka İktisası (Kullanılması) hakkındaki 671 sayılı Yasanın 1. maddesi, kadın – erkek ayrımı yapılmaksızın “Bütün memur ve müstahdemin, Türk Milletinin giyeceği başlık olarak şapka kullanmak zorunda olduğu ve şapkaya aykırı ve değişik bir başlığın kullanılamayacağı” hükmünü taşımaktadır.
Anayasa’mızda yer alan bu maddede; başına şapka veya bir başlık takmak isteyen kadın veya erkek ayrımı yapılmaksızın, tüm vatandaşlarımızın ve ülkemizde yaşayan tüm insanların, yalnızca şapka takabilecekleri hükmü vardır. Maddenin devamında, buna aykırı bir uygulama ve alışkanlığı, hükümetin önlemekle yükümlü ve zorunlu olduğu yazılıdır.
Getirilen yeni yasa teklifi ile, Anayasamızın bu buyurucu (amir) hükmü de ihlal edilmektedir.

TARİKAT, ŞEYH VEYA MÜRİD

Anayasanın, değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği öngörülen aynı maddesinde yer alan bir başka yasa 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (Kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına (Kaldırılmasına ve İptal Edilmesine) Dair Kanun” dur.
Bu yasa ile bütün tarikatlar, tekkeler, zaviyeler kapatılmış; şeyhlik, dervişlik, müridlik, üfürükçülük, büyücülük, falcılık gibi unvan ve isimlerin kullanılması ve bu gibi yerlerde bu adlar altında çalışma yapılması kesin olarak yasaklanmıştır. Yasaklanan bu işleri yapan kişilere para ve hapis cezaları öngörülmüştür.
Ancak yasaklanan bu örgütlerin ve bunları yapan kişilerin serbestçe faaliyette bulundukları ve Anayasanın bu yönüyle de ihlal edildiği bilinmektedir.

ÖĞRETİM BİRLİĞİ

Anayasamızda yer alan ve değiştirilmesinin teklifi bile olanaklı olmayan yasalardan biri de, 430 sayılı “Tevhidi Tedrisat Kanunu” yani “Öğretim Birliği Kanunu’dur.” Bu yasaya göre Türkiye’deki tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Her türlü vakıf tarafından kurulan ve yönetilen tüm okullar kapatılarak Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiştir. Dinsel alanda eğitim vermek yetkisi yalnız Bakanlığa bağlı İlahiyat Fakültesine bırakılmıştır. Bu yasaya aykırı hareket edilmesi Anayasa’nın ihlali ve suç olmaktadır. Günümüzde eğitim vermekte olan vakıf, dernek, kurum veya kişilerin kurduğu Kuran kursları ve imam hatip okulları bu kapsama değerlendirilmelidir.

SONUÇ OLARAK

Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesinin teklif bile edilemez nitelikteki maddelerine aykırı olan her türlü yeni yasa veya değişiklik önergeleri verilemez, verilse ve kabul edilse bile geçerli olmaz. Başörtüsü yasa teklifi denen bu öneri de, bu kapsamdadır.

                 Anayasa’ya aykırı olan bu tür eylemlerin hukuksal sonuçları olacaktır.

Ekrem İmamoğlu’na AKP tuzağının amacı ve sonuçları

İmamoğlu’na AKP tuzağının amacı ve sonuçları


AKP=RTE
rejimi Devletin 3 Erkini (Yasama, Yürütme, Yargı) “Tek Adam“a bağladı.
İmamoğlu’na ceza veren bu yargı kararı;

1. Tarikatların çocuk tecavüzleri gündemini örtecek,
AKP çok fena bunalmıştı bu sorun nedeniyle.

2. Uzun süre gündemde kalacak ve yaşam pahalılığı, enflasyon
geriye düşürülecek…..

3. İstinaf / Yargıtay aşamasında Rejim, taktik nedenle aldırdığı bu kararı
telafi ettirecek.

4. Kararın kesinleşmesi gecikecek, seçimler sonrasına kalacak,
İmamoğlu BŞB görevini tamamlayabilecek ve MV ya da CB adayı olabilecek,

5. AKP=RTE kamuoyuna sözde kararlılık göstergesi ile korku salıyor.

6. AKP=RTE zamanla kamuoyu yoklamalarına göre rotasını değiştirebilir.

7. Gerilim-kutuplaştırma AKP’nin tabanını tutma çabası.

Karar, Türk yargısı için utanç verici.
***
Yargıtay’da Daire Başkanlığı yapmış kıdemli bir yüksek yargıcın bize yazdığı görüşü:

  • Bir hukukçu olarak, bu kararı, hukuk çerçevesine ve hukuk mantığıma sığdıramıyorum. İmza atan hakim ve savcı acaba nasıl bir vicdan muhasebesi yapmışlar?
    İçleri rahat mı, bilmek isterdim.
  • Ayrıca bademleme, dedikleri İslam’da yeri olmayan bu ahlaksızlıkları,
    hangi inanç, hangi felsefe içine sokuyorlar?..
  • İnsanlık bu denli kirletilmeyi kabul edemez..

Sevgi ve saygı ile. 15 Aralık 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik