Etiket arşivi: Tahkikat Komisyonu

MENDERES KARA BİR HAİNDİ VE ONU NE YAZIK Kİ SADECE BİR KEZ ASABİLDİK!

BU KONUYU SON KEZ YAZIYORUM.. SAĞ PALAVRALARA İTİBAR ETMEYİN..

MENDERES KARA BİR HAİNDİ ve O’NU NE YAZIK Kİ SADECE BİR KEZ ASABİLDİK…!!!


Prof. Dr. Siber GOKSEL

03 Ocak 2020

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Menderes Neden Asılmıştı?
Erdoğan, Davutoğlu ve AKP ince saz heyeti, her sıkıştıklarında ağızlarından Adnan Menderes’i düşürmüyorlar. Peki Menderes neden asılmıştı? İşte bu sorunun yanıtı:
Adnan Menderes Yassıada’da 17 Eylül 1961’de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13:21’de idam edildi.

Adnan Menderes neyle suçlanmıştı?
1- Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmek,
2- 6-7 Eylül Olayları’na önceden haberi olduğu halde müdahale etmemek, ((AS: Olaylar DP kurgusu – kışkırtması idi; İstanbul’da çok sayıda Rum kökenli yurttaşın ev ve işyerleri yağmalandı; 1955)
3- Yasaya aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak,
4- Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak,
5- Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak,
6- Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek
7- Kırşehir’in haksız olarak ilçe yapılması, (AS: Seçimi CHP kazandığı için..)
8- Yargı bağımsızlığının ihlali,
9- Tahkikat Komisyonu kurulup olağanüstü yetkilerle donatılması,
10- CHP’nin mallarına “haksız” yere el konulduğu iddiaları, gibi nedenlerle.

Peki bunlar idam cezası için yeterli mi?

İçinizde kimileri İDAM cezasına karşı olabilir.
Fakat Menderes de idama karşı mıydı?
Elbette değildi.. 1951-1960 arasında Menderes 43 kişinin idam kararına imza attı ve hepsi idam edildi. İdamların en dramatik olanı ise, 14 Nisan 1955’te casusluk suçundan idam edilen Hayati Karaşahin idi. İnfazı, Ankara Samanpazarı’nda halka açık olarak yapıldı. Suçu neydi? Rusya için casusluk yapmak.

Menderes’in başka suçları yok muydu? Aslında Menderes’in suçları mahkemelerde gündeme gelmeyenlerdi. ABD’nin tepkisinden çekinen Cemal Gürsel hükümeti aşağıdakileri hiç gündeme getirmedi.

1- 1951’de Menderes’in DP hükümeti Kore Savaşı’nda Amerika için asker gönderdi. Amerikan çıkarları için bine yakın vatan evladı Kore’de yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı.
2- 1952’de NATO’nun isteği üzerine komünizme karşı gayri-nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi kurdu.
3- 1954’te yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi. (AS: Max Bell yasası)
4- Tek parti döneminde kurulan bazı traktör ve basma fabrikaları Menderes döneminde özelleştirildi veya ekonomik olmadıkları (!) için kapatıldı.
Nuri Demirağ tarafından kurulduktan sonra İsmet İnönü tarafından devletleştirme kapsamına alınan uçak ve uçak motoru fabrikaları, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası Menderes döneminde NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapatıldılar
5- Cezayir kurtuluş savaşı sırasında Fransa’yı destekledi. (AS: BM’de oylamada çekimser kalındı)
6- 1954-1958 arasında 238 gazeteci iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm oldu.
7- “Tahkikat Komisyonu”nu kurdu. 15 DP milletvekilinden oluşan Komisyon hem suçlama hem de yargılama hakkına sahipti. Komisyon, 5 kişiden çok yan yana yürümeyi bile yasakladı.
8- İsmet İnönü’ye 12 oturum Meclisten men cezası verildi
9- Turan Emeksiz hükümete karşı İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen bir protesto mitinginde polisin açtığı ateş sonucu öldü. Hüseyin Onur ise sol bacağı kesilerek kurtarıldı.
10- Hukuk’un üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker, Yargıtay Başsavcısı Rifat Alabay, Yargıtay 2. Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melahat Ruacan, Kamil Çoşkunoğlu, Faik Uras ve İlhan Dizdaroğlu ‘görülen lüzum üzerine’ re’sen bir günde emekliye sevkedildiler.

Gerçekte Menderes hükümeti, ordu darbe yapacak gerekçesiyle daha 6 Haziran 1950’de (AS: Seçim 14 Mayıs 1950’de, 3 hafta önce yapılmıştı), Genelkurmay Başkanı Nafiz Gürman başta olmak üzere bütün üst komuta kademesi dahil olmak üzere 15 general ve 150 albayı re’sen emekliye sevk etti. 1950-1960 DP hükümetinin kısa bir değerlendirmesini yapmaya çalıştım.

  • TANRI TÜRK MİLLETİNE BİR DAHA MENDERES VER BENZERLERİNİ
    HİÇBİR ŞEKİLDE YÖNETİCİ YAPMASIN..

Hiç laga – luga yapmasınlar. BİZ O GÜNLERİ BİZZAT YAŞADIK.
YAZILANLARIN HEPSİ DE DOĞRU..
==============================
Dostlar,

DEMOKRAT PARTİ ve BAŞBAKAN MENDERES’in BAĞIŞLANMAZ SABIKALARI

Liste rahatlıkla uzatılabilir…..

– İktidar karşıtı 147 üniversite hocasının işten atılması
– İstanbul Üniversitesi Rektörü, saygın hukuk bilimcisi Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın, izinsiz / hukuk dışı girilen İstanbul Üniversitesi bahçesinde polis tarafından darp edilmesi ve yerlerde sürüklenmesi..
–  Karşıt (Muhalif) TAN Gazetesi baskını ve yağmalanması, matbasının tahrip edilmesi
– “Vatan Cephesi” adıyla halkı bölmek için radyodan her gün bu Cephe’ye katılanların ilan edilmesi..
– İktidara geleli (14 Mayıs 1950) 1,5 ay olmadan, Haziran 1950’de, Büyük ATATÜRK‘ün Türkçe okunmasını sağladığı Ezan’ın yeniden arapça okutulmaya başlanması..
– İnönü’nün yurt gezilerinde engellenmesi, başından taşla yaralanması ve İstanbul Topkapı’da linçten kurtarılması (bir generalin havaya ateş açması ile..)
– “Odunu aday göstersem seçtiririm” diyerek böbürlenmesi ve ulusa ağır saygısızlığı..
– “Siz isterseniz şeriatı bile geri getirebilirsiniz” diyerek Laik Cumhuriyet düşmanlarına açık çağrı yapması..
– Veeeeeeeeeeeeee, 1954’te, dünyaya örnek ve Cumhuriyetin sigortalarından, gözbebeği kurumlarımız, Atatürk‘ün düşünsel öncülüğünü yaptığı, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç‘un evlatları gibi kolladığı KÖY ENSTİTÜLERİNİ, DP Başbakanı Adnan Menderes kapattı.. DP Van Milletvekili aşiret ağası Kinyas Kartal TBMM’de,

O ağa, bu ağa, benim ineği kim sağa; hani benim marabam??” diyerek feodaliteyi savundu!

– Son olarak; aşırı borçlanma ve israf ile ülkemizi resmen ekonomik – mali bakımdan iflas ettirerek Moratoryum ilan etti çok yüksek enflasyon sonucunda Temmuz 1958’de muazzam bir devalüasyon ile TL %320 oranında değersizleştirilerek (devalüe edilerek), 1 $ = 2.80 TL iken 1 $ = 9.20 TL yapıldı!

UNUTMAYALIM                     :

  • 1952’de Türkiye’yi NATO‘ya yalvar – yakar sokarak (Güney Kore’de 700’ü aşkın şehit ve 2 bini aşkın gazi vererek) kontr-gerillayı içimize sokan, yurtsever aydın cinayetleri ile, Çorum – Maraş – Sivas / Madımak… gibi iç isyan amaçlı kırımların ardındaki yasa dışı (illegal) yapıları meşrulaştıran. NATO’ya / ABD’ye ülke topraklarında çok sayıda askeri üs kurma ve nükleer silah depolama olanağı veren de Demokrat Parti hükümeti ve başbakanı Adnan Menderes idi..

    Celal Bayar Cumhurbaşkanı idi. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan da, Menderes ile birlikte idam edilen, hükümetin meşruluğunu yitirmesinde başlıca sorumlu Dışişleri ve Maliye Bakanları idi..

    ATATÜRK diyor ki                               :

  • “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

BAŞBAKAN ADNAN MENDERES’İ BENDEN DİNLEYİNİZ

BAŞBAKAN ADNAN MENDERES’İ BENDEN DİNLEYİNİZ

Dr. Ali Nejat Ölçen
20.09.2017 (e-ileti ile)

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

1994 yılından beri yayımını sürdürerek dağıtımını bedelsiz sağladığım Türkiye Sorunları kitap dizisinin 104 (Nisan 2015) ve 116 (Nisan 2017) sayılarındaki yazılarımda “Başbakan Menderes’i bir de benden” dinleyiniz:

1250 okuyucusu olan Türkiye Sorunları kitap dizisinin 104’üncü sayısının 39-40. sayfalarında şu bilgilere acaba kimler karşı çıkabilir:

1950 Demokrat Parti İle Gelen Faşizm

1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti, İttihat ve Terakki iktidarının (1910) benzeriydi. Adındaki demokrasiyi yerle bir etmiş, kendisine oy vermeyen Kırşehir’i ilçeye dönüştürmüş, eleştiri yazıları nedeniyle yaşlı Hüseyin Cahit Yalçın’ı, Bedii Faik’i tutuklatarak hapse tıkmış, Demokrat İzmir gazetesinin, partisinin militanları eliyle tahrip edilmesini sağlamış, kendisine demokratik koşullarını kazandıran CHP genel Başkanı İsmet İnönü’yü taşlatarak yurtiçi gezilerini sürdürmesini önlemeye çalışmıştır.

TBMM’de Tahkikat Komisyonu kurarak yasama ve yargıyı kendi elinde toplamaya yeltenmişti. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Sıddık Sami Onar’ı saçlarından tutup sürükleyerek dışarı atan polis Bumin Yamanoğlu cezasız kalabilmiştir. Halkevlerini kapatarak ulusal kültürün birliktelik içindeki gelişimini önlemiş, Cumhuriyetin kitaplarını yakan ilk siyasal partinin iktidarı olmuştur.

1955-1960 dönemin Menderes iktidarı 1910’ların İttihat ve Terakki iktidarının faşizmine benzerini yaşamaya başlamıştı Cumhuriyet Türkiye’si.. Ülkede bu denli gaddar ve zalim olan Demokrat Parti iktidarı, İstanbul’da azınlık haklarını yok eden 6-7 Eylül 1955 olaylarına karşı Yunanistan’dan gelen tepkilere boyun eğmiş ve yazar Nazlı Ilıcak’ın Bayındırlık Bakanı olan babası Muammer Çavuşoğlu İzmir’de Yunan Bayrağının göndere çekilerek selam duruşuyla o ülkeden özür dilemeye boyun eğmiştir.

Çok Partili siyasal yaşamda, ülkeyi ikiye bölen girişimi başlatan Menderes Hükümeti’dir: Vatan Cephesi ile devletin radyo denilen haberleşme aracı her gün o cepheye katılanların (yaşamı terk etmiş olanların adları dâhil) yayınlamak görevini de üstlenmişti.

Nisan 2017’de yayınlanan Türkiye Sorunları kitap dizisinin 116, sayısında acaba Başbakan Adnan Menderes için (sayfa 57) bakınız neler yazmışız:

Fakat ne yazık ki doğa tahribatına Başbakan Adnan Menderes başlamıştır. Örneğin Ankara’da Bülbül deresinin güzelim suları, Sağlık Bakanlığı binasının yanından geçerek Atatürk Bulvarı’nın ortasında akışını sürdürür ve Ankara çayına ulaşırdı. O dere kurutuldu ve Atatürk Bulvarında Bülbül Deresinin gövdesi betonla kapatıldı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Başkenti Ankara’nın Kavaklıdere’den Ulus Tren istasyonuna kadar ana caddesinin ortasında güzelim çam ormanı olan refüjü vardı. 1958 yılının ortasında güzelim çam ormanı kesilip yok edildi. Ve orman olan güzelim refüj betonlandı. Kızılay’daki Sakarya yolunu süsleyen ardıç ağaçları da bir gecede kesilerek yok edildi. Başbakan Menderes İran’daki Başkent Tahran’da tek ağaç görmeyince  kentlerde ağacın  gereksizliği kanısına ulaşmış olmalıydı! Fatih Sultan Mehmet sağ olsaydı başta Adnan Menderes olmak üzere  2017 yılında Ankara ORAN semtinde binlerce ağac kestirip 39 katlı bina yapımını üstlenen Kuzu Grubu’nun yetkililerinin kollarını kesmiş olacaktı. Çünkü “Ormanımdan bir dal kesenin kolunu keserim” demişti 660 yıl önce. Nereden bilecekti ki,  doğa düşmanı siyasal partilerin ülkemizde iktidar olacaklarını…

Yazacaklarım bu kadar da değil. Türkiye’mizde 1957-1959 arasında ilk bilimsel Yapı Teknik dergisini yayınlamış ve 20. sayısı Adil Handaki büronun kapıları polisler tarafından  kırılarak o kitap dizileri ile birlikte kitaplarımın tümü meşin torbalara doldurularak alıp götürülmüştü. Çünkü 20’nci sayısında Adnan Menderes’in Ankara’da ana caddelerin yıkılarak yeniden yapımının ekonomik bir girişim olmadığını belirleyen yazımız. TBMM’ndeki Tahkikat Komisyonu, “Ekonomik Yatırım yapmayarak devletin manevi kişiliğine saldırı” kararını almış ve bu satırları yazan kişinin mühendislik hayatını sona erdirmişti.

Ankara’da 555 Miting’ini izleyenleriniz var mıdır bilemiyorum. Adnan Menderes makam arabasından inerek  karşı kaldırımdaki insanlara ne denli halkçı olduğunu kanıtlamayı tasarımlamış olmalıydı. O an karşı kaldırıma adım attığında genç bir adamın yumruğuyla karşılaştı. Kısa sürede yaşam savaşının içinde bulmuştu kendisini.  Austin marka mavi renkli küçük arabadan iri bir adam çıkarak Menderes’i kucakladı arabasının içine yerleştirdi ve kaçıp götürdü.

Birkaç gün sonra da Harp Okulu Öğrencilerinin başta komutanları ile birlikte yürüyüşü gerçekleşecekti.

27 Mayıs 1960’ın doğuşunun sorumlusudur Adnan Menderes ve Celal Bayar.
=========================================
Dostlar,

Teşekkürler Sayın Dr. Ali Nejat Ölçen…
Sayın Ölçen 91921 doğumludur ve yazdıklarına doğrudan tanık olmuştur mutlaka..
Menderes’in başkanlığındaki DP hükümetlerinin sabıkası keşke bunlarla sınırlı kalsaydı..
Köy Enstitülerini kapatan da onlar (1954!)
Arapça ezanı geri getirenler de.. (Atatürk 1923’de Türkçeleştirmişti)
1958 Temmuzunda ülkemizin iflasını ilan ederek% 320 devalüasyon ile IMF’den borç alanlar da onlar.. 2,85 TL olan 1 Dolar’ın 3,2 kat değerlendirilerek = TL’nin değeri düşürülerek 9,15 TL’ye çıkaran da Menderes’in DP iktidarıdır.. 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den emanet aldıkları  200 ton Hazine altınını Londra merkez bankasına Türk Hava Kuvvetlerinin uçaklarıyla rehin yollayan da..
Menderes, “Siz isterseniz şeriatı bile geri getirebilirsiniz”  çanakçılığını – gerici kışkırtıcılığını bile yaptı! Halkla – demokrasiyle alay ederek “Odunu aday göstersem seçtiririm..” dedi..
Başbakan Menderes’in ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Saka‘nın VATANA İHANET suçu ile idam edilmeleri tartışılabilir, eleştirilebilir. AKP, Erdoğan bu gün bile 15 Temmuz sanıkları için İdam çığlıkları atabilmektedir. Nitekim 12 Mart döneminde 6 Mayıs 1972’de TBMM’de Deniz Gezmiş – Yusuf Aslan – Hüseyin İnan‘ın idam cezaları oylanır ve onaylanırken genel kurulda “Kana kan, intikam, 3’e 3!” çığlıkları duyuluyordu. Süleyman Demirel 2 elini birden kaldırıyordu bu idamlara “evet” derken!

27 Mayıs 1960 Devrimi’ne giden yolda olup bitenleri okumak için lütfen tıklar mısınız?
(5 dosyaya erişebilirsiniz..) :
http://ahmetsaltik.net/2017/05/27/27-mayis-1960-devriminin-57-yili/

  • Sonuç olarak Menderes ve idam edilen 2 Bakan sütten çıkmış ak kaşık asla değillerdi..

Sevgi ve saygı ile. 21 Eylül 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Demokrat Parti’nin Tarihsel Yanlışları


Demokrat Parti’nin Tarihsel Yanlışları

portresi_genc
Prof. Dr. Ünsal Yavuz
Başkent Üniversitesi ATAMER Md. 
14 Mayıs 1950’de çoğunluk sistemi temel alınarak gizli oy – açık tasnif esasına göre yapılan genel seçimlerde, DP üstünlük sağlamış ve 23 yıllık CHP iktidarı sona ermiştir. Böylece,1923 yılında devleti kurmuş olan CHP, iktidarı Demokrat Parti’ye devretmiş ve Türk demokrasi tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.

DP iktidara geçince Celal Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes başbakan, Refik Koraltan da TBMM başkanı olmuştur. Celal Bayar Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez DP genel başkanlığından istifa etmiş ve parti genel idare kurulu O’nun yerine Adnan Menderesi genel başkanlığa getirmiştir.

DP’nin ilk işi TBMM ‘de 16 Haziran’da oybirliğiyle Arapça Ezan yasağını kaldırmak ve
14 Temmuz’da ise bir genel af yasası çıkararak eskiden işlenmiş bütün suçları bağışlamak olmuştur..

Basına baskı ve devlet kadrolarında tasfiye hazırlıkları
Demokrat Par ti dönemini 1950-1954 ve 1954 sonrası olarak değerlendirmeye almak doğru olacaktır. DP iktidara geldiğinde anti-demokratik öğeleri kaldırmaya söz vermiş ve bu konuda bazı adımlar atmış ise de özellikle basına karşı hoşgörülü davranmayı başaramamış eleştirilmeye tahammül edememiştir. Daha 1951 de resmi ilanlar kararnamesi çıkararak gazeteleri hükümetin takdirine göre ödüllendirmek ya da cezalandırmak olanağını elde etmiştir.
1953 Temmuz’unda yapılan bir Ceza Kanunu değişikliğiyle de bakanların basında küçük düşürülmesine karşı yaptırımların uygulanması, adeta otomatik hale getirilmiştir. 1954 seçimleri öncesinde de Basın Kanunu gözden geçirilerek, ispat hakkı tanınmaksızın basına karşı hükümetin konumu güçlendirilmiştir. 1954 seçimleri sonrasında ise çıkarılan yeni bir yasayla kamu görevlilerinin bağlı oldukları teşkilat emrine alınarak görevden uzaklaştırma olanağı yaratıldığı gibi altı aylık bir süre sonunda eğer yeni bir göreve atanmazlarsa kendiliğinden emekliye ayrılmış sayılmalarıyla yönetime karşı olan kamu görevlisi ve
basın mensuplarının tasfiye edilmesi yolu açılmış oluyordu. Bu yasanın üniversitedeki uygulamalarının ilk kurbanları

Prof.Dr. Bülent Nuri Esen,
Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta ve
Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu
olmuştur.

Ekonomik zorluklar başlıyorBu dönemde Demokrat Parti’yi böyle politikalar uygulamaya zorlayan nedenlerin başında başlayan ekonomik sıkıntılar gelmektedir. Bozulan ekonomik dengeleri borçlanma yoluyla kapatılmasının düşünülmesi ancak bunda başarısız kalınması yönetimi giderek sertleşmeye itmiştir. Fakat DP’nin ilk yıllarındaki ekonomik başarıları endüstriden çok tarım alanında olmuştur. İklimsel koşullar, döviz ve altın stoklarının yeterliliği, ABD ‘nin askeri ve ekonomik yardımları gibi koşullar bir araya gelince 1950-54 döneminde ekonomide olumlu gelişmeler izlenmesine karşın sonraki dönemler için durum çeşitli nedenlerle farklılıklar göstermiştir. Daha sonraki yıllarda artan ekonomik sorunların üstesinden
gelememesi de kamuoyu desteğini ve güvenini yitirmesi, yönetimin hırçınlaşması ve
yapılan yönetsel yanlışlıklarının artmasını birlikte getirmiştir.İç Siyasette boyutlanan partizanlık ve DP gurubuna yansımalarıÖrneğin 1954 seçimlerinde CHP’nin kazandığı Malatya’yı ikiye ayırarak Adıyaman’ı oluşturmuş, CKMP’nin kazandığı Kırşehir’i ilçe yapması DP örgütü içinde rahatsızlıkları artırmış ve partiden uzaklaştırmalar başlamış, kabinede de anlaşmazlıkların çıkması sonucu 1955’te Demokrat Parti dağılma sürecine girmiştir. Önce Fuat Köprülü Dışişleri Bakanlığından ayrılmış, arkasından kanıt hakkının tanınmasını savunan milletvekillerinin istifaları gelmiştir. Eleştirilerin Meclis gurubunda da ortaya çıkması karşısında Menderes kabinede revizyona giderek kimi bakanlarını feda etmek zorunda kalmıştır.

Bu bunalımın temelinde iç politikada tutulan baskıcı yol kadar birbiriyle bağlantılı olan ekonomik sıkıntıların ve dış ilişkilerdeki başarısızlıkların yarattığı tepkilerde bulunmaktadır.
Bu sorunları çözümlemek için gerekli ekonomik desteklerini sağlamak amacıyla Cumhurbaşkanı ve Başbakanın ABD ve Almanya ziyaretleri istenilen sonucu vermemiştir.

Demokrat Parti İktidarının ilk dönemi olan 1950 – 54 arasında iktidarın dış politika konusunda karşılaştığı ilk mesele “Kore Savaşı” olmuş, 1950 tarihinde Türkiye Birleşmiş Milletler bünyesinde Kore’ye asker göndermiştir. Demokrat Parti döneminde NATO’ya girmek için yapılan politik manevralar hızlandırılmış, sonuçta Türkiye Yunanistan’la birlikte 1952 yılında NATO üyesi olmuştur.Türkiye bu dönemde izlediği dış politikaya bağlı olarak, 1953’te Yunanistan ve Yugoslavya ile birlikte Balkan Paktı’nı 1955’te Irak, İran ve Pakistan’ın katılımıyla Bağdat Paktı’nı kumuştur. Türkiye izlediği bu Batı eksenli politikalarıyla Sovyet tehdidine karşı bir güvence aramış; ekonomik,  siyasal ve askeri olarak da Batı Blok’unun bir üyesi olmaya çalışmıştır. Günümüzde Türkiye’nin dış politika sorunlarından birini oluşturan Kıbrıs Sorunu’nun ilk ortaya çıkışı da Demokrat Parti’nin iktidarı dönemine rastlamaktadır. Kıbrıs sorunu uluslararası ortamda ilk kez Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldığı 1955’te Londra Konferansı’nda tartışılmışsa da konferans bir sonuca ulaşamadan dağılmıştır

1950’lerin ikinci yarısı başlarken Kıbrıs konusunda kamuoyunun sergilediği duyarlılık ve Yunanistan’ın konuyu uluslararası platforma taşıma uğraşı Demokrat Parti’ye kamuoyunda yitirdiği saygınlığı yeniden kazanma ve içeride muhalefet tarafından oluşturulan yoğun baskıdan kurtulma olanağı vermiştir. Bu nedenle bütün dikkatler Kıbrıs’a çevrildi ve adanın bağımsızlığı başlıca ulusal sorunumuza dönüştü. 1955’te Demokrat Parti Kıbrıs konusunda ulusal kamuoyunun duyarlılığını dikkate alan bir politika izlemeye başlayarak; muhalefet partileri karşısında bir üstünlük arayışına girmiş ve kamuoyunun desteğini kazanmaya çalışmıştır.

İç politikada Gelişmeler

1957 genel seçimlerinden sonra, DP’nin sertleşme eğilimi tırmanarak devam etmiştir. Uygulanan çoğunluk sisteminin sonucu Meclis içinde sağladıkları üstünlük onlara muhalefeti engelleyebilecekleri sanısını vermiştir Yeni dönemin başında TBMM iç tüzüğünde
kendi amaçlarına uygun değişiklikleri gerçekleştirerek bir yandan milletvekillerinin
denetim olanaklarını sınırlarken öte yandan dokunulmazlıklarının kaldırılmasını kolaylaştırıp verilecek cezaları artırma yoluyla onları baskı altına almaya yönelmiştir.

Bu arada Silahlı Kuvvetlerin de hedef alınmasından kaçınılmamıştır.
1958 başlarında dokuz subayın darbe yapacakları savı ile tutuklanması ise
ortamıdaha da germekten öte bir sonuç getirmemiştir.

Aynı yıl içinde ekonomik bunalım giderek artmış, piyasada birçok malın bulunamaması, karaborsanın artması, zamların birbirini izlemesi halk arasında hoşnutsuzluğun giderek artmasını birlikte getirirken, kredi bulmak amacıyla yapılan dış gezilere bağlanan umutlar da tükenmiştir.

Bu arada DP iktidarı başarısızlıklarını örtmek, kamuoyunun dikkatlerini dışarıya yöneltmek için son derece riskli ve sorumsuz bir politik seçeneği devreye sokmaktan çekinmemiş dış politikada bloklar arası soğuk savaşı körükleyerek Batı yardımını sağlamak üzere ülkeyi sıcak savaşa sürükleyecek olan Irak’a müdahale girişimini son anda ABD önlemiştir.

Muhalefetin Güç Birliği Oluşturması

İktidarın bu başına buyruk gidişi karşısında 1958 yılı sonuna doğru partiler arası birleşmeler gerçekleşmeye başlamıştır. Ekim ayında Türkiye Köylü Partisi, Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne, Kasım’da da Hürriyet Partisi CHP’ye katıldı.
1959 Ocak ortalarında toplanan CHP 14. Kurultayı bir ”İlk Hedefler Beyannamesi”’nde
Güç Birliği’nin hedefleri şöyle saptanmıştı:

1) Partizanlığın kaldırılması,
2) İkinci Meclisin kurulması,
3) Seçim güvenliği,
4) Anayasa Mahkemesi,
5) Yüksek Hakimler Kurulu,
6) Memurların mahkemeye başvurma haklarının tanınması,
7) Basın özgürlüğünün Anayasa güvencesine alınması,
8) Üniversite özerkliği,
9) Yüksek İktisat Şurası kurulması,
10) Sosyal Adalet kavramının Anayasaya girmesi.

DP’nin muhalefet partilerinin bu güç birliği oluşumuna karşı yanıtı Vatan Cephesi’ni kurmakla oldu. Yine 1959 Ocak ayı içinde ülke çapında örgütlenmeye başlayan Vatan Cephesi partiye destek verecek taban oluşturmaya çalışarak her gün radyodan yayınladığı partiye katılım listeleriyle bunu teşvik ediyordu.

Muhalefeti sindirme ve susturma girişimleri

Bu yıl içinde İnönü’nün yaptığı yurt gezilerinde Uşak’ta, İzmir’de ve İstanbul Topkapı’da saldırıya uğraması, partisine yapılan baskılarla düzenledikleri mitinglerin engellenmesi toplumda giderek gerilimi artırdığı gibi beraberinde kamplaşmayı getirmiştir. Meydanlardaki gerilimin Meclis oturumlarına yansıması gecikmemiştir.

1959 yılı iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkiler açısından son derece gergin geçmiştir.
Bu gerginlik 1960’a girildiğinde bir türlü yumuşamak bilmediği gibi daha da sertleşmeye yüz tutmuştur.. Bu dönemde ise iktidar ve muhalefet partileri arasındaki ilişkilerde dış politikalarda genel bir birlikteliğin sürdürülmek istenmesi ve bu yönde çabaların genelde bütün siyasal partilerin desteğini toplaması ile Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler ve bu arada Kıbrıs sorunu iç politika tartışmalarında gündemde yer almamıştı.

7 Nisan’da DP Meclis Grubu bir bildiri yayınlayarak, CHP’nin ülkedeki bütün yıkıcı gurupları çevresinde topladığı, halkı Orduyu iktidara karsı ayaklanmaya kışkırttığını öne sürdü.
Bu bildirinin ardından DP Meclis Grubu TBMM Başkanlığı’na muhalefetin eylemlerinin soruşturulması için bir önerge verdi. Önerge 18 Nisan’da Mecliste büyük bir çoğunlukla
kabul edildi. Yasaya göre bir Tahkikat Komisyonu oluşturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basının eylemlerini soruşturacaktı.

DP meclis gurubu Nisan ayı ortalarında, CHP’nin yasa dışı yöntemlerle siyasal mücadele yaptığını, bir kısım basının da onu bu yolda desteklediğini ileri sürerek, 15 kişilik bir soruşturma kurulu oluşturulmasını öngören önerge, TBMM’ce hemen kabul edildi. Meclis görüşmeleri sırasında İnönü iktidarı sert bir dille uyararak

  • ”… Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şimdi arkadaşlar,
    şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal temel bir haktır… ”demiştir.

Fakat o dönemde bu sözler sansür edildi ve basına yansıtılmadı. Çünkü kurulan Tahkikat Komisyonu, hemen her türlü siyasal faaliyetin yanı sıra, kuruluşuna ilişkin Meclis görüşmelerinin yayını dahil kendi çalışmasıyla ilgili haber ve yorumları da yasaklamıştı

Üniversiteye kolluk güçlerini sokma hatası

Muhalefet ve basını soruşturmak için Tahkikat Komisyonu kurulması ülkede geniş yankı yaptı. Komisyon görevine başlar başlamaz, Ankara ve İstanbul’da öğrenciler protesto gösterileri düzenlediler. 26 Nisan’da İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri baskıları protesto ederken,
28 Nisan’da da öğrenciler merkez binada bir toplantı düzenlediler. Güvenlik güçlerinin toplantıya müdahale etmesiyle olay çıktı. Üniversite içinde başlayan çatışma Beyazıt Meydanı’na taştı. Buradaki çatışmada Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz,
aldığı bir kursun yarasıyla yaşamını yitirdi. Olaylar nedeniyle Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi ve gece sokağa çıkma yasağı kondu, ancak öğrencilerin gösterileri durdurulamadı.

30 Nisan’da İstanbul Sultan Ahmet Meydanı’nda düzenlenen protesto gösterileri sırasında Nedim Özpolat adlı bir başka öğrenci yaşamını yitirdi. 28-29 Nisan sonrasında gösteriler
555 K parolasıyla Ankara’ya sıçradı. Hatta kimi göstericiler buradan geçmekte olan Menderes’i tartakladılar. Menderes bir gazetecinin arabasına binerek meydandan güçlükle uzaklaştırıldı.

Ordu içinde de on yıllık DP iktidarına karşı alttan alta başlayan hareket protesto gösterileri sırasında kendini açıkça belli etmeye başlamıştı. Özellikle 29 Nisan’daki gösteriler sırasındaki öğrenci-ordu dayanışması dikkat çekiciydi. Ankara’daki 5 Mayıs gösterilerinden iki gün önce de Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e
bir mektup göndermiş ve ülkenin içinde bulunduğu bunalımdan çıkış için bazı önerilerde bulunmuştu.

21 Mayıs’ta bu kez Ankara’daki Harp Okulu öğrencileri, iktidarı protesto için
bir gösteri yürüyüşü düzenlediler. Artık ok yaydan çıkmıştı.

DP dönemi genel olarak değerlendirilirse

• Çoğulculuk yerine çoğunlukta olmayı esas alarak muhalefeti yok sayıp baskı altında tutmak,
• Muhalefetle ilişkileri hemen daima bir kavga havasında yürüterek ortamı germek,
Dış politikada ABD güdümüne girerek bağımsızlığı feda etmek,
Dini sorumsuzca siyaset aracı olarak kullanarak tarikatları hortlatarak
dinci çevrelerin umudu haline gelmek,

Menderes’in “…odunu bile aday göstersem seçtiririm..” diyebilecek ölçüde tek ve vazgeçilemez olduğuna inanması, gücünden emin olması, çevresinin uyarılarına
kulaklarını tıkaması, kendi bildiğini okumakta ve toplumu yok sayarak germekte ısrarı..

Kaçınılmaz son mu?
Tarihte yazılı…
(21 Temmuz 2013 )

Erdoğan AYM’yi kaldırmayı planlıyor

Erdoğan AYM’yi kaldırmayı planlıyor!?

Yargiyi_gorevden_aliyorum

Erdoğan’ın talimatıyla Anayasa Mahkemesi’nin by pass edilmesi amacıyla çalışma başlatıldı. AYM’nin ‘denetleme’ yetkisinin Meclis’te kurulacak bir kurula devredilmesi planlanıyor.

CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, gelecek seçimlerde AKP’nin tek başına ya da
“çözüm süreci” çerçevesinde HDP ile birlikte Anayasa’yı değiştirebilecek çoğunluğa ulaşmasını hedefliyor.

 

Erdoğan, bu gerçekleşirse, Anayasa Mahkemesi’nin “denetleme” yetkisini
Meclis’te kurulacak bir kurula devretmeyi planlıyor. Erdoğan’ın yakın çalışma grubunun
bu yönde bir çalışma başlattığı öğrenildi. Bu durum akıllara, Demokrat Parti dönemindeki ‘Tahkikat Komisyonu’nu getirdi.

MAHKEME YERİNE KURUL BAKACAK

Aydınlık’ın ulaştığı bilgilere göre, Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten kısa bir süre sonra, çevresindeki yakın çalışma grubundan, belli konu başlıkları üzerinde “alternatifleri de kapsayan” ayrıntılı çalışma yapılmasını istedi. Anayasa Mahkemesi de Erdoğan’ın talimatıyla çalışma kapsamına alındı. Önce, mevcut sistem içinde Anayasa Mahkemesi’nin durumu incelenirken, Anayasa değişikliğine gidilmeden, bugün işleyen sistemin dışına çıkılamayacağı değerlendirmesi yapıldı. Bunun üzerine, olası bir anayasa değişikliği ile
Anayasa Mahkemesi’nin baypas edilmesi üzerine çalışma başlatıldı. Milletvekillerinden oluşacak bir kurulun, yasaları “Anayasa’ya uygunluk açısından” ön denetime tabi tutması öngörüldü. Buna göre anayasaya uygun olduğu düşünülen yasa teklifi ya da yasa taslakları
önce ilgili kurula sonra da Genel Kurul’a gönderilecek. Kurulun hangi çoğunlukla karar vereceği üzerinde ise birkaç seçeneği kapsayan çalışma yapıldığı öğrenildi.

Bu çalışma sırasında çeşitli ülkelerdeki örnekler de ele alındı. Özellikle “anayasaya uygunluk” açısından ön denetim yapan sistemler ve doğrudan yasama organı tarafından üyeleri atanan Anayasa Mahkemesi modelleri incelendi. Almanya, Belçika, Macaristan, Polonya gibi ülkelerde Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin doğrudan Meclis tarafından atandığı örneği üzerinde duruldu. Bu durum, Demokrat Parti döneminde kurulan ve 27 Mayıs Devrimi‘nin
en önemli gerekçelerinden birini oluşturan “Tahkikat Komisyonu”nu akıllara getirdi.

==============================================

Dostlar,

Haydi bakalım…. AKP – RTE… görelim sizi..
2015 seçimlerinde bakalım 276’yı çıkarabilecek misiniz??

Önce 367, olmadı Halkoyu ile 330 gerek..
HDP / BDP sizi kurtarabilecek mi??

Eridiğinizi biliyorsunuz ve tükenmeden ülkede ne denli yıkım yapabilirseniz kâr sayıyorsunuz..
Ve de bitmeyen gündem oyunları…

Sizi kimler nerede yetiştirdi bu denli Cumhuriyet – ATATÜRK karşıtı olarak??
(AYDINLIK portalı, 28.12.14)

Sevgi ve saygıyla.
28.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

27 Mayıs Devrimi’nin Nedenleri, Sonuçları


27 Mayıs Devrimi’nin Nedenleri, Sonuçları

Naci_Bestepe_portresi

 

E. Tümg. NACİ BEŞTEPE
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim – Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi
www.add.org.tr, 27.5.13

 

1946 yılında ilk kez seçime giren ve başarı gösteren Demokrat Parti (DP) 1950’de iktidar olmuştur..

Seçim çalışmalarında dinsel ögeleri ön palana çıkararak DİNİ SİYASETE ALET ETME YOLUNU AÇAN partidir.

DP iktidarı döneminde, “Halkın benimsediği devrimler uygulanır, öbürleri uygulanmaz.”
tezi ortaya atılarak “KARŞI DEVRİM” başlatılmıştır.

ABD’nin, Soğuk Savaş Dönemi siyaseti olarak pompaladığı ANTİ-KOMÜNİZİM’in etkisinde kalınmış, din hep ön plana çıkarılmıştır.

DP’nin iktidara gelir gelmez ilk eylemi, 18 yıldır (18 Temmuz 1932’den beri)
Türkçe okunmakta olan EZAN’ın Türkçe dışındaki dillerde okunmasını
serbest bırakan yasayı çıkararak (16 Haziran 1950) ARAPÇA OKUNMASI’nı sağlamak olmuştur.

Muhalefette iken CHP’ne yaptığı “DİNSİZ” baskısı ile içinin boşaltılmasını sağladıkları,

  • Aydınlanma Devrimi’nin temel taşı olan KÖY ENSTİTÜLERİ ile
    HALK EVLERİNİ KAPATMIŞTIR.

6-7 Eylül 1955 olayları ile Rum ve Ermeni vatandaşlarımızın büyük bölümün yurttan kaçışına neden olmuştur.

6-7 Eylül 1955 olayları’ya girmek için bir tugayımızı KORE Savaşı’na sokarak emperyalizmin hizmetine sunmuştur. 1.5 milyon Korelinin öldürüldüğü bu savaşta bizim kayıp toplamımız 3277’dir. (Savaşa giden askerlerimizin yaklaşık 1/5’ine karşılıktır.)

NATO’ya giriş ve ABD yardımlarının kabulü ile de siyasal ve ekonomik bağımlılığımızı artırmış, ulusal bağımsızlığımızı zedelemiştir.

Her geçen yıl hak ve özgürlüklere daha çok kısıtlamalar getirmiştir.
Basın ve muhalefete, gittikçe ağırlaşan baskı uygulamıştır.
238 gazeteci, karşıt (muhalif) yazıları nedeniyle tutuklanmıştır.
Grev ve toplu sözleşme hakları tanınmamıştır.

VATAN CEPHESİ oluşturarak halkı kutuplaşmaya ve muhalefeti yok etmeye çalışmıştır.

  • DP, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Nutuk’un yayımlanmasını bile
    suç saymıştır.

Hukuksuzluğa karşı mücadele eden üst düzey yargıçları emekli etmiştir.

Bardağı taşıran son damla ise 15 Nisan 1960’ta 15 DP milletvekilinden oluşan
TAHKİKAT KOMİSYONU’nun kurulmasıdır.
Bu Komisyona, Anayasa ve yasalara aykırı olarak;
yargılama, tutuklama ve parti kapatma yetkisi tanınmıştır.

28-29 Nisan 1960’ta öğrenci olayları başlamış ve halk da protesto eylemlerini desteklemiştir. Bir öğrenci İstanbul Üniversitesi’nde polis kurşunuyla öldürülmüştür.

Çatışmaların artması üzerine, 38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi (MBK)
27 Mayıs 1960 günü yönetime el koymuştur.

MBK, emir-komuta zincirinin dışında ve çoğunluğu genç subaylardan oluşmuştur.

270 general-amiral emekli edilirken, hareketin başına Org. Cemal GÜRSEL getirilmiştir.

MBK, rayından çıkarılan Devrimlerin yeniden yoluna konmasını, çağa uygun devrimlerin yapılmasını ve özgürlükçü bir Anayasanın yapılmasını sağlamış ve
idareyi kısa sürede sivil yönetime devretmiştir. Hatta bu süreyi uzatmak isteyen bir grup (14’lükler)  bir süreliğine ülkeden uzaklaştırılmıştır.

Neler yapılmıştır? 27 Mayıs’ın devrim niteliğini oluşturan nedir?

Özgürleşme (Bireysel, basın, haberleşme vb.),
Örgütlenme,
Demokratikleşme,
Üniversitelere özerklik,
TRT özerk kurumu,
Parlamenter sistem (çift meclisli yapı)
Güçler ayrılığı ilkesi,
Yargının bağımsızlığı, Yüksek Yargıçlar Kurulu
Devlet Planlama Örgütü

27 Mayıs Devrimi’nin en önemli yanlışı ise,
Başbakan Adnan Menderes dahil üç siyasetçinin idam edilmesidir.

Demokrasiyi ayaklar altına alan Menderes, bu sayede demokrasi kahramanı yapılmıştır.

Günümüzde siyasal iktidarın uyguladığı baskılar, hukuksuzluklar, yolsuluklar, ayrımcı politikalar o dönemle kıyaslandığında DP’nin daha masum olduğunu söylemek olasıdır.

Dileğimiz bu tür uygulamaların bir an önce sona ermesi ve toplumsal huzurun sağlanmasıdır.

27 Mayıs 1961 İhtilali / Devrimi 51 Yaşında!


27 Mayıs 1961 İhtilali / Devrimi 51 Yaşında!

  • “Ulusun geleceğine yalnız ve ancak ulus egemen olacaktır. Ulusu temsil eden ulusal irade ulus adına sınırlı ve belirli bir zaman için manevi kişiliğini de belirten Millet Meclisi de en sonunda ulusça yenilenmekle karşı karşıyadır. Özde olan ulustur. Egemenlik onun olduğu gibi, yönetim hakkı da onundur.”
    (1923, Eskişehir – İzmit konuşması)

         Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK


Dostlar
,

27 Mayıs Devrimi‘nin ülkemize en büyük armağanı, öncelikle insanlarımızın
Vatan / Millet cephesi diye acımasızca yapay düşman kamplara ayrılmasının durdurulmasıdır. Radyolardan saatler boyunca DP’nin kurduğu bu “Cephe”ye katılan yurttaşların adları sayılmıştır.

Ayrıca ekonomik olarak DP iktidarının bir enkaz bıraktığı da belgelidir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 14 Mayıs 1950 seçimini DP’nin kazanması üzerine Cumhurbaşkanlığı’nı DP Milletvekili M. Celal Bayar’a devrederken bıraktığı yaklaşık ikiyüz ton altın, Hazine eliyle teslim alınmıştır. Menderes, kötü ekonomi yönetimi ile ülkemizi tarihinin en ağır ve en yüz kızartıcı akçal (mali) bunalımına sürüklemiştir.

Temmuz 1958’de dış borç taksitini ödeyemeyince, beş yüz milyon doları aşan yeni “destek” (borç!) için Hazine’deki altın rezervleri Londra Merkez Bankası’na götürülerek rehin verilmiştir. Bu altın kolilerini, Türk Hava Kuvvetleri subayları, yüklerinin ne olduğunu bilmeden taşımışlardır. Halen yaşamda olan 90 yaşlarına yakın Em. Hv. Plt. Kr. Alb. Hüseyin Avni Güler’in anlatımlarının ses kayıtları arşivimizdedir.

Bunlara ek, IMF, DP’nin 500 milyon dolara yaklaşan borçlarının konsolidasyonu
(bir süre ötelenerek yeniden yapılandırılması, taksitlendirilmesi) için çok yüksek oranlı devalüasyon dayatmıştır. 2.80 TL olan 1 $, 9.025 TL’ye yükseltilerek paramız % 322 oranında değersizleştirilmiştir. DP İktidarı bu politikaları ile her mahallede
1 yandaş milyoner yaratma saçmalığı içinde olmuş, akıl dışı sömürgen ekonomi politikaları ile ülkemizi iflasa sürükleyerek ulusal onurumuzu ayaklar altına düşürmüştür. Mali faturayı gene yoksul halk kitleleri daha da yoksullaşarak ödemiştir. Gelir dağılımı iyice adaletsizleşmiştir.

27 Mayıs Devrimi’nin insanımıza en güzel armağanı ise 1961 Anayasasıdır.

Bu Anayasa, dünya genelinde en ilerici ve demokrat anayasalardan biridir.

Ülkemiz hızlı bir özgürleşme sürecine bu anayasal iklimle girmiştir.
Nitekim 12 Mart 1971 darbesinin gerekçelerinden biri, Muhtıra’ya imza koyan
dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç‘a göre,

  • “..bu anayasanın ülkemize bol gediği..
    sosyal ve politik uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığı..” yönündedir. 

Bu anayasa Türk siyasal sistemine çok ciddi kurumlar ve araçlar kazandırmıştır :

– Anayasa Mahkemesi,
– Cumhuriyet Senatosu (Çift Meclis),
– Devlet Planlama Teşkilatı (DPT),
– Yüksek Hakimler Kurulu,
– Kredi ve Yurtlar Kurumu,
– Devlet Personel Dairesi,
– Basın İlan Kurumu,
– Türk Standartları Enstitüsü (TSE),
– Milli Güvenlik Kurulu (MGK),
– Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK)..

gibi yeni kurumlar ülkeye kazandırılmıştır.

Bunların dışında;

– sosyal devlet,
– sendikal haklar, grev ve toplu sözleşme hakkı,
– yargı bağımsızlığı,
– sosyal güvenlik hakkı,
– üniversite özerkliği
(1750 sayılı yasa ile 1945’lerin 4936 sayılı yasası daha da ileri taşınarak),
– radyo ve televizyon bağımsızlığı,
– basın-fikir işçileri yasası,
– idarenin tüm işlemlerine yargı denetimi yolunun açılması,
– seçimlerin temel hükümleri ve seçmen kütükleri yasası,
– seçimlerde yargıç güvencesi,
– ilköğretim ve eğitim yasası,
– ortaöğretimde bilim insanı yetiştirmek için fen liselerinin açılması,
sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi,
– gelir vergisi yasası,
ulusal artık (milli bakiye) seçim sistemi..

gibi birçok yasa çıkartılarak demokratik yaşam sosyal ve hukuk devleti ilkeleriyle bütünleştirilmiştir.

Bu adil temsile dayalı seçim sistemi sayesindedir ki Türkiye İşçi Partisi 15 milletvekili ile TBMM’de temsil edilme olanağı bulmuştur (1965). Daha sonra bu seçim sistemi ile büyük partiler lehine oynanarak temsilde adalet ilkesi çiğnenmiştir. İzleyen seçimlerde TİP, yakın sayıda oy almasına karşılık ancak 3 üyeyi TBMM’ye taşıyabilmiştir (1968).

  • 1961 Anayasası, hukuk dışına çıkan bir iktidara karşı Türk halkının
    meşru direnme hakkını kullanarak hükümeti görevden aldığını vurgulayarak başlamaktadır.

İlk 2 maddesini 1924 Anayasasından aynen almıştır. Cumhuriyetimizin 6 temel niteliğini 3. maddesinde saymaktadır. Bunlardan ilki “İnsan haklarına DAYALI” olmaktır.
Öbür 5 nitem (sıfat) 82 Anayasasında aynen yinelenmiş, ilk özellikte ise “dayalı” yerine “saygılı” sözcüğü almıştır.

Ulusal Kahraman Yüce Atatürk‘ün en yakın dava ve silah arkadaşı, önceki Cumhurbaşkanı, çok partili yaşama geçerek iktidarını altın tepsi içinde DP’ye sunan İsmet İnönü‘ye yapılan fiziksel saldırılarda DP’nin açık tahrikleri, çanak tutuşu ile
Aziz İnönü‘nün ölümden dönmesi, kafasının taşla kırılması (Kayseri, İstanbul Topkapı ve Uşak saldırıları) adı “Demokrat” olan bir partiye yaraşır mı? İnönü’nün,
TBMM’deki CHP grubu için savcı-yargıç yetkisiyle donatılmış 15 DP Milletvekilinden
Tahkikat Komisyonu kurarak CHP’yi kapatmaya yeltenmesi nasıl açıklanabilir?
İşte bardağı taşıran Nisan 1960’taki bu aymazlık üzerine aziz İnönü;

– Artık sizi ben bile kurtaramam.. uyarısını yapmış fakat ne yazık ki
gene bir işe yaramamıştır..

1932’den beri Türkçe okunan Ezan’ın, iktidar oluşu (14 Mayıs 1950) izleyen
Haziran 1950’de yeniden Arapça’ya döndürülmesi de DP iktidarının karnesinde yazılı ne yazık ki…

İstanbul Üniversitesi’nde, DP’nin açıkça despotlaşan tutumunu protesto eden gençlerden Turan Emeksiz‘in polis kurşunu ile öldürülmesi,
İstanbul Üniversitesi Rektörü, engin hukuk bilgini Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın yerlerde sürüklenmesinin bağışlanacak yanı var mıdır?

Nihayet, Menderes hükümeti, 6-7 Eylül 1955 olaylarında Rum kökenli yurttaşlarımıza yönelik vahşetin de sorumlusudur ve biz tüm bunlardan,
hâlâ çok utanmaktayız.

Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı
Fatin Rüştü Zorlu’nun her şeye karşın idam edilmemesi yerinde olurdu.

MBK’da (Milli Birlik Komitesi) idamı engelleyecek çoğunluk, ne yazık ki 3 oyla kaçırılmıştır. Yassıada Mahkemesi’nin başkanının belirttiği, yargılamanın
idamla sonlanmasının istendiği itirafı ve adil yargılama yapılmayışı,
infazın kendisi ve biçimi bakımından da acı duyuyor, hala utanıyoruz.

Keşke Alb .Talat Aydemir, Bnb. Fethi Gürcan da asılmasalardı.. (1962-3)

Keşke, 12 Mart 1972 darbecileri marifetiyle TBMM’de “3’e 3 intikam!” naraları ile
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin Aslan da 1 tek kişinin canına kıymamış fidanlarımız olarak yaşamlarının baharında darağacına yollanmasalardı!

Ve de keşke 12 Eylül yönetimi 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyüterek
idam cezasını infaz etmese idi..

Uğur Mumcu konuya ilişkin bir yazısını şöyle bağlıyor:

 “Biz sapına kadar Kemalist ve sapına kadar 27 Mayısçıyız.
Atatürk’ü ve 27 Mayıs Devrimi’ni savunmak, devrimci aydının namus borcudur. Atatürkçü ve 27 Mayısçı olmayan bir devrimciyle alışverişimiz yoktur.”

Görüldüğü gibi tarih hiçbir şeyi unutmamaktadır. Her şey kaydedilmektedir.
Onu çarpıtarak tek yanlı mağdur edebiyatı ile bir yerlere varma olanağı yoktur. İnsanların ülke yönetiminde kişisel hırslarını mutlaka dizginlemesi ve
emeğin hukukunun (egemenlerin değil!) üstünlüğüne mutlak bağlı kalmaları beklenir.

Başta “Cemal Aga” nam Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel olmak üzere;
27 Mayıs 1961 Devrimi’ni ve kazanımlarını Ulusumuza armağan eden
Türk Ordusu’nun genç Harbiyelilerini şükranla selamlıyoruz.

Büyük ATATÜRK gene yolumuzu aydınlatıyor :

* “Özgür olmayan bir ülkede ölüm ve yok olma vardır.
Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür.”

12 Eylül 1980 yönetiminin kutlanmasını kaldırdığı

HÜRRİYET ve ANAYASA BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!

Sevgi ve saygı ile.
27.5.12, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
www.ahmetsaltik.net

Konuk yazar : 27 Mayıs’ın 52. Yılı Kutlu Olsun !

27 MAYIS
YA DA “ULUSAL EGEMENLİK” İLKESİNİN DOĞRU ANLAMI!

Prof. Dr. Özer OZANKAYA
Toplumbilimci

27 Mayıs Devriminin ulusumuza kazandırdığı 1961 Anayasası’nın başlangıç bölümünde
şu yazılıdır:

“Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti…”

Yurdumuzda insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı devlet ve toplum düzenini engellemek isteyen, özgürlük düşmanı, sağlı-sollu gerici ve baskıcılar, gözleri kestiğinde “ulusal egemenlik” ilkesini küfür ve/ya da aldatmaca olarak niteleyip açıkça demokrasi düşmanlığı yapmışlar; gözleri kesmediğinde ise ulusal egemenliği basit bir “oy çokluğu” anlayışına indirgeyerek, ‘seçimlerde çoğunluk oyunu alan bir siyasal kadronun istediği her şeyi yapabilmesi’ diye tanımlayıp içini boşaltmaya kalkışmışlardır.

Bunun için de, demokrasi düşmanı tutumlarını açığa çıkaracak olan “baskıcı, yani meşruluğunu yitiren bir yönetime karşı her yurttaşın direnme hakkı” nın ulusal egemenlik düzeninin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğine gözlerini, beyinlerini, kalemlerini, mikrofon ve ekranlarını, üniversite kürsülerini, .. sıkı sıkıya kapatmak istemişlerdir.

Bu yüzden 27 Mayıs 1960 askeri müdahelesini de eleştirirlerken, ne “baskıcı yönetime karşı yurttaşın başkaldırma” hakkına, ne de 27 Mayıs’ın demokrasi devrimi niteliğinin göstergesi olan 1961 Anayasasının başlangıç bölümündeki;

“Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkının kullanıldığını” belirten cümleye tek sözcükle bile değinmeğe yürekleri yetmemektedir.

Dönemin ana muhalefet partisi başkanı İsmet İnönü’nün niçin

“Artık sizi ben bile kurtaramam.
Türk ulusu, Singhman Ree’yi deviren Güney Kore halkından daha az onurlu değildir!”
demek zorunda kaldığına hiç değinememektedirler.

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri asıl “darbe” fırsatı kollayanlar, bu demokrasi karşıtı tutum ve davranıştakiler olagelmişlerdir!

Yıllar yılı “Demokrasi Hıristiyan düzenidir; küfür düzenidir; yıkılmalıdır” dedikten sonra, Atlantik ötesi ve AB’den aldıkları işaret üzerine bir sabah birden bire “Biz değiştik; demokrasi karşıtı gömleğimizi çıkardık.” demeğe koyulanlar, gerçekte ulusal egemenliği basit bir “oy çokluğu” uygulamasına indirgemek üzere bunu yaptılar.

Tıpkı 1924’te, ulusa demokrasiyi layık görmeyip Saltanat ve Hilafetin kalmasını isteyenlerin, bu çağdışı baskıcı kurumların kaldırılmasına engel olamayınca, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurarken yaptıkları gibi!

Bu yüzden o zaman Cumhuriyet, yani ulusal egemenlik karşıtlarının, “saltanat ve halifelik” yerine Cumhuriyet kurulmasını “ulusal egemenliğe aykırı” diye sunmaya kalkışları gibi; bugün de 1960’ta muhalefet partilerini kapatmaya kalkışan baskıcı yönetimin yol açtığı 27 Mayıs 1961 askeri müdahelesini “darbe” diye göstermeye çabalayıp Ordu düşmanlığı, Atatürk düşmanlığı yapanlar, demokrasi kültürünün, hukuka bağlı yönetim düzeninin, insan hak ve özgürlüklerinin güvencesinin temel bir gereği olan ve 1961 Anayasasının başlangıç Bölümünde yer alan “Baskıcı yönetime karşı direnme ve başkaldırma” hakkından hiç söz etmezler.

Anayasanın ilk dört maddesinin, ulusal egemenlik düzeninin güvencesi oldukları için değiştirilmesini (daha doğrusu kaldırılmasını) önermenin bile demokrasiye karşı “darbe” girişimi olduğu gerçeğini dile getirmezler.

27 Mayıs’ın 52. yıldönümünde de yine böyle davranacakları bellidir.

Demokrat Parti yönetiminin ne basın özgürlüğü, ne üniversite özerkliği, ne yargıç güvencesi, ne grev hakkı, ne gezi özgürlüğü… tanımadığını, “Muhalefeti karınca gibi ezmek”ten, “İstenirse halifelik ve saltanatın bile geri getirilebileceğinden” söz ettiğini, örgütlü muhalefeti ortadan kaldırmak üzere hem polis, hem savcı, hem de yargıç yetkileriyle donatılmış DP’li milletvekillerinden kurulu bir “Tahkikat Komisyonu” kurdurduğunu, basına sansür uygulamaya başladığını… hiç dile getirmeyeceklerini biliyoruz.

Onlara meydanı boş bırakmamak, çığırtkanca laf kalabalığı ile yurttaşların “ulusal egemenlik” kavramını doğru anlamasını engellemelerine fırsat vermemek gerekir.

Bu konuda en büyük çabayı Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi göstermelidir!

“Baskıcı Yönetime Karşı Direnme” hakkının, ulusal egemenlik ilkesinin özünde bulunduğunu, Batılı ülkelerin faşist ve komünist diktaları ve onların yol açtığı
dünya savaşların yıkımını yaşadıktan sonra, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde bu hakka yer vermek gereğini kavradıklarını her yurttaşın bilgisine ulaştırmak gerekir.

Bu yıldönümünde Mustafa Kemal’in de, demokrasiye olan dürüst bağlılığı ile bu hakkı
daha 1919’dan başlayarak görüp gösterdiğini, Amasya Genelgesi’ndeki “Ulusun geleceğini
yine ulusun azim ve kararının kurtaracağı” ilkesinin bunu anlattığını, bu ilkenin gereği olarak Saltanat-Hilafet baskıcılığına ve keyfiliğine karşı tüm ulusu ayaklandırdığını anlatmak gerekir.

SÖYLEV’de dile getirdiği;

“Ulusal savaş yalnızca yurdu dış saldırıdan kurtarmayı amaçladığı halde, bu ulusal mücadelenin, başarıya ulaştıkça ulusal egemenlik düzeninin bütün ilkelerini.. gerçekleştirmesi, tarihin doğal ve kaçınılmaz akışı idi. Bu kaçınılmaz tarihsel akışı geleneksel alışkanlığı ile hemen sezinleyen hükümdar ailesi, ilk andan başlayarak ulusal mücadelenin amansız düşmanı oldu.” gerçeğini tüm yurttaşların bilgisine ulaştırmak gerekir. Bunun gibi, İzmir’de annesinin mezarı başında ve yanında saltanat-halifelik yandaşı Kâzım Karabekir olduğu halde yaptığı uyarı da her yurttaşın siyasal kültürü içinde gerekli yerini almalıdır:

 “Burada yatan annem, zorbalığın, kıyıcılığın, bütün bir ulusu yok olma uçurumuna sürükleyen kişisel yönetimin kurbanı olmuştur!”

“Annemin mezarı başında ve Tanrı’nın önünde and içerim ki, ulusun bunca kan dökerek
elde ettiği ulusal egemenli¬ğin korunması ve savunulması için, gerekirse annemin yanına gitmekte hiçbir zaman duraksama göstermeyece¬ğim! Ulusal egemenlik uğruna canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun!”

“Daha kurtulmuş değiliz. Atılan adımlar, bundan sonra atılacak adımların başlangıcıdır!
Bu adımları doğru ve ye¬rinde atabilmemiz için, kendi geleceğimize kendimiz
sa¬hip olmalıyız!”

27 Mayıs’ın (1961) bu 52. yıldönümünde, demokratik Atatürk Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini açıkça ortadan kaldıracak, “başkanlık düzeni” aldatmacasıyla baskıcılığı yasal kılıfa sokacak yeni bir Anayasa yapılmak istendiği ortamda, Cumhuriyet Anayasası’nın değiştirilmesini önermek bile yasak olan ve “Türk Demokrasi Devrimi İlkeleri” olarak bilinen maddelerinin de, doğrudan doğruya ulusal egemenlik ilkesinin basit bir ‘oy çokluğu’ demagojisine indirgenmesini engellemek ve temel insan hak ve özgürlüklerini (laiklik bu hakların kısa adıdır!) güvence altında bulundurmak için zorunlu olduğunu her yurttaşın anlamasını sağlamaya çalışmak gerekir.

Örneğin, “Siyasal ve kamusal düzen laik nitelikte olsun mu olmasın mı?” diye bir halk oylaması yapmayı önermenin bile demokrasiye karşı “darbe kalkışması” niteliğinde bir girişim olduğunu anlatmak gerekir. Çünkü böyle bir oylamanın, “İnsanlar arası ilişkileri düzenleyecek yasalar, kutsal ve değişmez sayılan dinsel ölçülere göre yapılsın mı, yapılmasın mı?” diyen bir oylama olduğunu ve “Siyasal ve kamusal yaşamımız özgürlük ilkesine dayalı olsun mu, olmasın mı?”, “Yargı bağımsız olsun mu, olmasın mı?”, “Basın özgür olsun mu, olmasın mı?”… anlamına geldiğini; böyle bir oylamaya kalkışmanın bile özgürlük düzenini ortadan kaldırma girişimi olduğunu yurttaşlara açıklamak gerekir.

Bu amaçla, her ortamdan yararlanarak yüksek sesle belirtmek gerekir ki;

“ulusal egemenlik ilkesi, ancak ve ancak her bireyin doğuştan, vazgeçilmez ve devredilmez olarak, inanç, soy, cinsiyet, toplumsal konum .. ayrımı gözetilmeksizin eşit olarak sahip olduğu insan hak ve özgürlükleri çiğnenmemek koşuluyla, bir halkın yönetimi özgür oyçokluğu yoluyla yürütmesi..” demektir; Çoğunluk oyunu aldı diye bir siyasal grubun bu hak ve özgürlükleri ortadan kaldırma yetkisine kavuştuğu anlamına gelmediğini, buna kalkışan siyasal güçlere karşı her yurttaşın direnme hakkı doğacağını haykırmak gerekir.

Atatürk Cumhuriyeti; ulusal egemenliğe yönelecek saldırıları önlemeyi öncelikle Hükümet, Meclis, bağımsız Yargı… gibi Anayasa’yı ve yasaları uygulayacak kurum ve organlardan beklemektedir; bunlar arasında ulusun bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de son kertede Cumhuriyeti koruma ve kollama ödevi vardır.

Ama Atatürk, bu kurum ve organların bu en temel ödevlerini yerine getir(e)memesi,
dahası ulusal egemenlik ilkesini çiğnemeye kalkışması durumunda da Cumhuriyetin yine
sahipsiz olmadığını, Cumhuriyet’i Türk Gençliğine emanet ederek göstermiştir.

27 Mayıs Demokrasi Devrimi’nin 52. Yıldönümü,
Türk ulusuna ve Türk demokrasisine kutlu olsun!

Prof. Dr. Özer OZANKAYA
Toplumbilimci
27 Mayıs 2012