Etiket arşivi: 27 Mayıs 1960 İhtilali

SUPHİ GÜRSOYTRAK ANISINA

Suay Karaman 

Değerli Dostlar,

27 Mayıs 1960 İhtilali’nin kurmaylarından ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin genel başkanlarından Suphi Gürsoytrak’ı (24 Ocak 1925 – 30 Eylül 2011), ölümünün 11. yılında anmak için toplandık; hepiniz hoş geldiniz. Suphi Gürsoytrak adı anılınca aklımıza ilk gelen 27 Mayıs 1960 İhtilali’dir. Özellikle 1957 yılından sonra Demokrat Parti iktidarının, anayasa dışı tutum ve davranışlarına karşı bir oluşumun içinde yer almış, ülkenin Atatürk ilke ve devrimleri yolunda ilerlemesine hizmet edecek çalışmalarda bulunarak, 27 Mayıs İhtilali’ne katılmış ve ülke yönetimini üstlenen Milli Birlik Komitesi‘nde görev almıştır. 25 Ekim 1961’de iktidarın seçimle iş başına gelen sivil otoriteye devredilmesiyle Cumhuriyet Senatosu Tabii Üyeliği görevine başlamış, Parlamentoda verimli ve değerli çalışmalarda bulunmuştur. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra senatörlük görevi sona ermiştir. Bundan sonra siyasetle ilgilenmemiş, demokratik kitle örgütlerinde görev almıştır. 

İlk olarak 27 Mayıs 1960 öncesine ve sonrasına bakmakta yarar var:

27 Mayıs 1960 ihtilali, seçimle gelen bir sivil iktidarın, demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı (AS: haklı ve meşru) bir tepki olarak gerçekleştirilmiştir. 27 Mayıs 1960 sabahı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Atatürk devrimlerine sahip çıkmak ve demokrasiyi korumak için aşağıdan yukarıya doğru giriştiği bu hareketi, tartışmasız bir “ihtilal” olarak tanımlamak gerekir. Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur. Her ihtilalin, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseri olduğunu unutmamak gerekir. Askeri harekâtlar ve ihtilaller, topluma olumlu getirileri ya da olumsuz götürüleriyle önem kazanır. Devrim ya da darbe oldukları da ancak bu biçimde belirlenir. 

Demokrat Parti iktidarında Atatürk Devrimleri, ‘tutan devrimler’ ve ‘tutmayan devrimler’ olmak üzere ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı. Türkçe okunan ezan Arapça’ya çevrilmiş, irticaya ödünler verilmiş, özgürlükler kısıtlanmıştı. TBMM’nin onayı olmadan emperyalist ABD’nin çıkarı için Kore’ye asker yollanmıştı. 6-7 Eylül 1955 olaylarındaki tahriklerin baş sorumlusu DP iktidarıydı. İsmet İnönü’yü öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikastlar düzenlenmişti. Muhalefeti cezalandırmak için 18 Nisan 1960’ta Meclis Tahkikat Komisyonu kurulmuş, bu Komisyonun yetkilerinin genişletilmesinden sonra, Ankara ve İstanbul’da olaylar çıkmış, ölen ve yaralananlar olmuştu.

Ulusal bütünlüğümüz parçalanmış, yönetim partizanlaştırılmıştı. Basın ağır sansür altında tutulmuş, gazeteciler hapse mahkûm edilmişti. Enflasyon, pahalılık, dış borçlar, karaborsa giderek artmış, nüfuz ticareti, vurgun, rüşvet, keyfi yönetim ve baskı bu dönemin ana karakteri olmuştu. Vatan Cephesi kurarak, halkı birbirine düşürenlere,

  • “odunu aday göstersem milletvekili seçtiririm” ve
  • “siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz”

diyenlere bugün “demokrasi yıldızı” denmektedir. Günümüzde ise aynılarını yapanlar buna ‘ileri demokrasi’ adını vermektedirler. 

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kurulmuş, yasaların anayasaya uygunluğu (ve  TBMM İçtüzüğünün) denetlenerek, anayasa ihlalleri yapılmasının önüne geçilmiştir. Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik duruma getirilmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Milli Güvenlik Kurulu, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü (TSİ), Milli Prodüktivite Merkezi (MPM), İhracatı Geliştirme Merkezi, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur.

1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve yargıç güvencesini sağlayacak Yüksek Hakimler Kurulu, Yüksek Seçim Kurulu gibi kurumlar oluşturulmuş, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın – Fikir İşçileri Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası gibi yeni düzenlemeler yapılmıştır. 

27 Mayıs 1960 Devrimi, gerek toplumsal dayanakları, gerekse yaratılan çağdaş ve devrimci anayasası ile baskıcı 12 Mart 1971 muhtırası ve devrim karşıtı 12 Eylül 1980 darbesi ile karşılaştırılamaz. 27 Mayıs’ı anlamak için;

– Anadolu’da başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, 
– Atatürk ilke ve devrimlerini,
– tam bağımsızlığı,
– emperyalizm karşıtlığını ve
– yurtseverliği özümsemek gerekir.

Bu özümsemeden payını alamamış olanlar, 27 Mayıs 1960 Devrimi’ni darbe sayarlar ve yıllardır yaşadığımız sivil darbeyi görmek istemezler. 

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin tek olumsuz yanı; üç kişinin idam cezalarının onaylanmasıdır. İdamların yapılmaması için çırpınanların emekleri boşa çıkartılmış ve çeşitli baskılarla idamlar gerçekleştirilmiştir. İdam cezası insanlığa yakışmaz, insanlık onuruyla bağdaşmaz. 

Şimdi 12 Eylül 1980 darbesinden sonra demokratik kitle örgütünde görev alan Suphi Gürsoytak’a gelelim. 19 Mayıs 1989’da Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) kurucusu olan Gürsoytrak, 1994-1998 yılları arasında da Atatürkçü Düşünce Derneği’nin 6. Genel başkanı olarak görev yapmıştır. Suphi Gürsoytrak zamanında, Dernek kısa sürede büyük atılımlarda bulunmuştur. Bu atılımları şöyle sıralayabiliriz: 

ADD şube sayısı 49’dan, 322’ye yükselmiştir, yurt dışında 26 şube açılmıştır, ADD üye sayısı yaklaşık 5 binden, 55 bine yükselmiştir. Derneğin yayın organında, yaklaşan emperyalist tehlikelere dikkat çeken yazılar yazılmış, dergiler Anadolu’ya dağıtılmıştır; tümü gönüllülerce karşılanacak biçimde 500 öğrenciye harçlık verilmiş, yaklaşık 200 öğrenci ise ADD’nin o dönemde kamuoyunda yarattığı saygınlığının sonucu, özel dershanelere ücretsiz yerleştirilmiştir ve halen hizmet veren ADD Genel Merkez binası, gönüllülerin de katkıları ile dernek adına satın alınmıştır. 

Kemalist dik duruşuyla dikkat çeken Suphi Gürsoytrak’a karşı hain saldırılar düzenlenmiştir. ADD Genel Merkezi’ni bombalamak amacıyla, ,

27 Şubat 1995’te ADD Genel Merkezi tuvaletinde
bomba düzeneğini hazırlayan bir kişinin elindeki bomba patlamış,
kişi parçalanmıştır. Parçalanan cesedin parçaları,
ADD’nin simge adlarından eski genel sekreter
merhum Seher Yıldırım tarafından temizlenmiştir.

Ankara’nın gecekondu semtlerine gidilerek, toplumu aydınlatma görevi yerine getirilmiştir. Bu çalışmalar sonucunda ADD’ye gelerek kendi mahallelerine konuşmacı gönderilmesini isteyen her kesimden yurttaşlarımız olmuştur. Ankara Valiliğinden alınan izin doğrultusunda Ankara’da bulunan her düzeydeki okullara konuşmacılar gönderilmiştir. 

Bir ayda, on bin başvuruyla üye kaydının yapıldığı günler yaşanılmıştır, bu üyelere uzmanlık alanları ve isteklerine göre ADD amaçları doğrultusunda görevler verilmiş ve yararlı sonuçlar alınmıştır. Ülkemizin birlik ve bütünlüğünden yana olan kuruluşlarla, iş ve güç birliği çalışmaları başlatılmıştır. 

ADD amaçları doğrultusunda hizmet üretmek, ADD’ye ekonomik destek sağlamak amacıyla ATA Vakfı kurulmuştur. Daha sonra ATA Vakfına, Gölbaşı’nda değerli bir arazinin verilmesi sağlanmıştır. Ancak bu araziye sahip çıkılmadığı için, arsa Hazine tarafından geri alınmıştır. 

Bütün bunlar yapılırken Atatürkçü kuruluşların ulusal güç birliği oluşturma girişimlerinin başlatıldığı aşamada, Genel Başkan Suphi Gürsoytrak’a karşı, yönetim içinden muhalefet hareketi de başlatılmıştır. Bu muhalefet girişimi sonrasında, kendi listesinden genel yönetim kurulu üyeliğine gelen arkadaşları, Suphi Gürsoytrak’a güvensizlik oyu vererek Genel Başkanlıktan düşürülmesine yol açmıştır. 18-19 Mayıs 1996’da yapılan 4. Olağan Genel Kurul sonunda; Suphi Gürsoytrak’ın listesi kazanmış ve Gürsoytrak yeniden genel başkanlığa seçilmiştir. 

Ancak içten içe yapılan saldırılar sürmüş ve yönetime seçilen kimi üyelerin muhalefete katılmaları ile 24 Kasım 1997’de yapılan Genel Yönetim Kurulu toplantısında, Gürsoytrak’a güvensizlik önergesi verilmiştir. 8 Şubat 1998’de yapılan olağanüstü genel kurulda Suphi Gürsoytrak’ın listesindeki adayların çoğu yönetime seçilmiştir. Haziran 1998’de yapılan olağan genel kurulda Gürsoytrak, bu kez yönetime seçilememiştir. 

ADD Dergisinin Şubat 1998 sayısında dernek içinde; “çağdaş mandacı” örgütlerden söz edilmiş olması, ADD’nin kuşatma altına alındığının bir anlamda habercisi olmuştur. Bu kuşatma daha sonra da zaman zaman görülmüştür. Suphi Gürsoytrak döneminde görüldüğü gibi Atatürkçü Düşünce Derneği, karşılık beklemeden çalışan ve yurtsever yönetimlerin elinde olduğu sürece, büyük atılımlar yapacak ve ülke politikasına yön verecektir. 

Tüm yaşamını ülkesi ve toplumu için yararlı işler yapmak için geçiren 27 Mayıs devrimcisi ve ADD eski genel başkanı Suphi Gürsoytrak’ı saygı ve özlemle anıyoruz. Huzur içinde uyusun.

Sözlerime son verirken hepinize teşekkür ederim. 

Azim ve Karar, 3 Ekim 2022
(*) ADD Çankaya Şubesi’nin 30 Eylül 2022’de düzenlediği
“Suphi Gürsoytrak ve ADD” etkinliği konuşması.

27 MAYIS ÜZERİNE

Suay Karaman

(AS. Çetin Altan’ın 28 Mayıs 1960 tarihli yazısı bu makalenin altındadır… 27 Mayıs Anayasasının kimi kazanımları da..)

Bugün ülkemizde 1961 Anayasası yürürlükte olsaydı, demokrasinin doğru bir seviyede işleyeceğini, ülkemizin ekonomik verilerinin yüksek düzeyde olacağını ve bunların yanında eğitim, bilim, kültür, sanat yaşamının gelişeceğini toplum olarak görebilecektik.

Ne yazık ki 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin ürünü, dünyanın en çağdaş anayasası olan 1961 Anayasası, 12 Eylül 1980 darbesiyle yürürlükten kaldırıldı ve çağdışı düzenlemeler yapılarak bugün yaşadığımız günlere doğru gelindi.

Devrim ile darbenin farkını kavrayamayanlar, sürekli olarak olayları saptırmaya devam etmektedirler. Darbe; halkın kazanılmış haklarını yok etmektir, gasp etmektir. Devrim ise, halka özgürlüğü sağlayan, eşitliği ve çağdaşlığı sunan ilerici bir harekettir. Bu gerçeği görmek istemeyenler ya bilinç ve bilgi düzeyleri eksik, ya da hırslarının tutsağı olmuşlardır.

27 Mayıs 1960 öncesinde ülkemizde demokrasi yoktu, diktatörlük vardı. Demokrat Parti’nin Anayasa ve hukuk dışı yaptığı tüm uygulamaları bir yana bırakalım. 18 Nisan 1960 tarihinde göreve başlayan ve 15 Demokrat Parti milletvekilinden oluşan Tahkikat Encümeni (Soruşturma Komisyonu) kurulması, demokrasi ile bağdaşmaz. Çünkü bu komisyon, savcıların, askeri ve sivil hâkimlerin tüm yetkilerine sahipti. Yetkileri arasında gazete toplatmak ve basımevleriyle birlikte gazeteleri kapatmak, sansür uygulamak, her türlü evrak, belge ve eşyaya el koymak ve istediği kişilerin tutuklanması vardı. Komisyon kararlarına karşı gelenlerin bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırılmaları öngörülmüştü. Komisyon kararlarına itiraz ise olanaklı değildi. Bu olay açıkça demokrasiyi ortadan kaldıran, özgürlükleri yok eden bir sivil darbeydi.

27 Mayıs 1960 öncesi yaşanan olayları görmeyenlerin ve 27 Mayıs 1960 İhtilali’ne ‘demokrasiye darbe’ diyenlerin öğreneceği çok şey bulunmaktadır. Demokrasiye darbe söylemi bilgisizlikten olduğu ölçüde, hem geçmişte, hem de günümüzde yaşanan sivil darbeyi örtmek için kullanılan bir araçtır.

27 Mayıs 2022 tarihinde Türkiye Barolar Birliği, kurumsal kimliği ile bağdaşmayan bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada: “27 Mayıs Darbesi’nin 62. yılında; ülkemizin demokratikleşme sürecini kesintiye uğratan ve hukuk devletini askıya alan her türlü darbeye ve darbe girişimine karşı demokratik ve laik hukuk devletinin yanında olduğumuzu, her koşulda hukukun üstün ilkeleri ile insan hak ve özgürlüklerini savunacağımızı bir kez daha ilan ederiz.” denildi. Demokrat Parti’nin hukuk dışı tutum ve davranışlarını bilmeden yapılan bu açıklama utanç vericidir. Hukukçuların oluşturduğu Türkiye Barolar Birliği’nin, hukuktan ne anladığı belli değildir, darbenin ne olduğunu da doğru bilmedikleri anlaşılmaktadır. Liyakatin olmadığı yerde, bunlar yaşanır.

Ülkemizi parçalama projesinin ortağı olan siyasi parti temsilcileri de koro halinde her zaman yaptıkları gibi 27 Mayıs 1960 İhtilali için demokrasiye vurulan darbe diyerek, Adnan Menderes’i andılar ve demokrasi kahramanı olduğunu söylediler. Demokrasiyi yıkan birine demokrasi kahramanı demek, ancak kültür, bilinç ve bilgi eksikliğiyle açıklanabilir.

27 Mayıs 1960 İhtilali’ne yıllar sonra CHP’nin bakışı da değişti. Yeni CHP adına sürekli olarak grup başkanvekili Engin Altay konuşturulmakta, 27 Mayıs ile ilgili bilinçsiz ve bilgisiz olarak gerçek dışı sözler söylemektedir. Engin Altay; “İzmir’in işgalini saymazsak Türkiye Cumhuriyeti’nin en kara günüdür. 27 Mayıs darbelerin anasıdır” sözleriyle, demokrasiden de, hukuktan da hiçbir şey anlamadığını kanıtlamaktadır. 27 Mayıs öncesi ülkemizde olmayan demokrasinin, 27 Mayıs ile geldiğinin bile farkında değildir.

Engin Altay, “27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016 da aynı amaçla demokrasimize yönelik müdahaledir” sözüyle de darbe ile devrim arasındaki farkı anlamadığını kanıtlamaktadır. 27 Mayıs Devrimi gücünü, emekçisiyle, köylüsüyle, gençliğiyle, çalışanıyla, aydınıyla, ordusuyla tüm Türk ulusundan almıştı. 27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra doğan Engin Altay, doğru kaynakları okumadığı için ve başka yerlere boncuk dağıtma işi verildiği için bunlardan haberi yoktur. 20 yıldır parlamentoda bulunan birisinin şov yapmadan, kendisini yetiştirmesi gerekirdi.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin olumsuz yanı idam cezalarının onaylanmasıdır. İdamların yapılmaması için çırpınanların emekleri boşa çıkartılmış ve çeşitli baskılarla idamlar gerçekleştirilmiştir. İdamlar, devrimi yapanlar değil, devrimcilerin arasına gizlenmiş iktidarı halka devretmemek için dikta rejimini getirmek isteyen Silahlı Kuvvetler Birliği tarafından baskıyla yaptırılmıştır. İdam cezalarını hiç kimse için onaylamak doğru değildir çünkü idam cezası insanlık onuruyla bağdaşmamaktadır.

Her askerî harekâtın aynı kefeye koyulmasının yanlışlığına düşülmemesi gerekir. Çünkü darbe ile ihtilal ve devrim birbirine karıştırılınca, ortaya bilgi kirliliği çıkmaktadır. Bu bilgi kirliliğinden yararlananlar da yaptıkları sivil darbeyi, topluma ‘askeri vesayetten kurtulma’ olarak nitelemektedirler. Askeri ya da sivil darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin duruma getirmeleri gerekir. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığı görülecektir.

  • Bugün 1961 Anayasası’na şiddetle gereksinimimiz olduğu günlerden geçmekteyiz;
  • Ülkemizin Kemalist ilke ve devrimlerden güç alarak çağdaş uygarlığa ulaşması için örgütlü mücadelemizi sürdürmeliyiz.

Azim ve Karar, 30 Mayıs 2022.
=================================================

Çetin Altan

28 Mayıs 1960, Milliyet

Bugün canım yazı yazmak istiyor

Yıllar ve yıllar boyu aklımızın erdiği, gücümüzün yettiği, dilimizin döndüğü kadar tarihlerden örnekler verdik, hukuk prensipleri sıraladık, kinayeli fıkralar anlattık. Kafasında en ufak bir izan fırdası bulunan bir insan bile bu ihanet yolunun geçit vermeyeceğini görür ver geri dönerdi. Hayır, bunlar öyle yapmadılar. Anayasayı çiğnediler. Hürriyetleri kestiler, hukuk dışı komisyonlar kurdular…

  • Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk.

Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı. O’nun kurduğu inkılâp Türkiye’sinin Cumhuriyetine bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, Üniversitesiz hatta Meclissiz idare etmek niyetine kapılmışlardı.

Silahlı Kuvvetlerimizin Büyük Ata’nın yıllar arkasından akseden manevi direktifi ile yaptığı bu hareket, demokrasimizin en sağlam teminatı olarak tarihimize geçecek ve hürriyetlerden kendi sefil benlikleri için faydalanmak isteyen gafillere her zaman için unutulmaz bir ders olacaktır.

Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Türkiye Silahlı Kuvvetleri Başkumandanı Orgeneral Cemal Gürsel’in yayınladığı demeçte bizzat belirttiği gibi, memleket, yakın bir zamanda demokrasinin şartlarına uygun bir idareye kavuşacaktır. Kurucu Meclis gereken esasları tespit ettikten sonra hür ve endişesiz bir seçimle memleketi, memleketin sevdiği lekelenmemiş insanlara bırakacaktır.

Bugün bütün Türkler, parti çekişmelerinin çöplüğünden kurtulmuşlar ve yeni bir anlayışın dünyasına doğmuşlardır. Bütün küçük hesaplar, kinler ve nefretler tasfiye edilmiştir. İnsanca ve kardeşçe, sadece fikir tartışmalarından ibaret, herkesin eşit olduğu demokrasi rejimi, yakında bu güzel vatana layık olduğu mutluluğu getirecektir.

Kurucu Meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz. Silahlı Kuvvetlerimizin yaptığı hareket bir hırsın veya zümre menfaatinin dışında, sadece hukuk, insanlık ve vatan aşkının bir ifadesidir.

Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrimeşruluğu ve küçüklüğü ile makūsen mütenasip olarak bir abide gibi ortaya çıkmaktadır.

Türkler, âlimleri dalkavuk, Üniversitelileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen hale getirererek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini kabul etmeyi, bütün dünya önünde reddetmişlerdi.

Menfaat bağlarıyla bu cehalet ve rezalet yuvalarına uşaklık etmiş olanları vicdanlarıyla baş başa bırakıyoruz. Herhalde ıslah olacaklardır. Islah olmamakta direnenler çıkarsa onlar da derslerini alacaklardır.

Bize bugünleri tattıran ve bir milletin haysiyetine konmaya çalışılan tozları bir üfleyişle temizleyiveren Türk Silahlı Kuvvetleri sağ olsunlar. Kardeş kanı dökülmeden yapılan bu hareketin aynı vakar içinde gerçek demokrasinin temellerini atmasını bekliyor, seviniyor, övünüyor; övünüyor, seviniyoruz.
=============================================

Dr. Ahmet SALTIK
30.05.2022

İNADINA CUMHURİYET

Suay Karaman ile Söyleşi :

Suay Karaman

İNADINA CUMHURİYET!

Gamze AKDEMİR

– Geniş kapsamı düşünülürse “İnadına Cumhuriyet”in yakın ve çok yakın tarihe ilişkin temel önermelerini, amacını dile getirmenizi rica ederek başlayalım söyleşimize.

– “İnadına Cumhuriyetkitabım, ülkemizin ve dünyanın sorunları ile çözüm önerilerine genel bir bakış açısı yaratmayı amaçlıyor. Okuyucuya unuttuklarını anımsatmak, belirli konularda düşünmelerini sağlamak, ufuk açmak ve sorgulamak gibi önermeler de kitabın amaçları arasında sayılabilir. Yıllardır çeşitli sorunlar hakkında yazdığım yazıları bir kitapta toplamak niyetindeydim ki bu konuda biraz geciktim de sayılır. “İnadına Cumhuriyet” böyle doğdu. Kitabın başlığı, ülkemizde cumhuriyete düşman olanlara karşı bir başkaldırı olarak düşünülebilir.

Kemalist Devrimin sömürge ve yarı sömürge olarak emperyal devletlerce ezilmiş uluslara verdiği örneği, 1789 Fransız Devrimi ile 1917 Bolşevik Devrimi’nden farkı ve esinlenişiyle açımlıyorsunuz. Anlatır mısınız?

Kemalist Devrim, muhteşem Altı Ok’un yanında tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığı ilkeleri ile günümüzde de geçerlidir. Kemalist Devrim, sömürge ya da yarı sömürge olarak büyük devletlerin egemenliği altında bulunan ezilmiş uluslara, 300 yıldır dünyayı sömüren emperyalizmin yenilebileceğini göstermiştir. Böylelikle kurtuluş savaşı veren uluslara örnek olmuştur. Aydınlanma Devrimi’nin itici ve sürekli gücü Kemalizm ilkelerinin üçünü (cumhuriyetçilik, ulusçuluk, laiklik) Fransız Devrimi’nden, üçünü ise (devletçilik, halkçılık, devrimcilik) Bolşevik Devrimi’nden esinlenerek bir bütün oluşturmuştur. Türkiye’deki devrimin 1789 Fransız Devrimi’nden farkı, emperyalizme karşı savaşla kurulmuş olması, 1917 Bolşevik Devrimi’nden farkı ise, Marksizm ideolojisi üzerine kurulmamış olmasıdır. Kemalizm ileriye açık, aydınlanmacı bir ideolojidir. Mazlum ulusların, ulusal demokratik devriminin ideolojisidir. Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir.

– Kumpaslardan Cumhuriyet Gazetesi’ne atılan bombalara, devlet himayesinde kök salan tarikat yapılanmaların eylemlerine, darbe kalkışmalarına dek hiçbir şeyin güzel olmadığı bir aralığa imza atan, ülkeyi ve toplumu adeta “re-set” leyerek geriye doğru biçimlemeye çalışanlar… Baskıcı söylem, eylem ve yol arkadaşlarıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği zihniyet… Yaz, sor bitmez! Özetleyecek olursak; kitabınızda açımladığınız laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne siyasi-dini karşıt ideolojilerin kökenleri ve yöntemlerinin geleceğine ilişkin temel yorumunuz nedir?

– Siyasi iktidarın aracılığı ve önderliğinde bugün ülkemizde her türlü baskı söz konusudur. Siyasi iktidar demokratik ve laik cumhuriyetle kavgalıdır, Atatürk ile kavgalıdır ve her fırsatta intikam almaya çalışmaktadır. Ortaçağ karanlığından beslenen bir zihniyet söz konusudur. İçinde laiklik olan her şeyi yıkmak azminde olan bir siyasi iktidar tarafından yönetilmekteyiz. Üstelik bu siyasi iktidar, Anayasa Mahkemesi’nin kararına göre laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu kesinleşmiştir. Böyle baktığımız zaman durum iç açıcı değildir. Yaşadığımız günler 1919 yılına benzemektedir. Bugün de ülkemizde yabancıların büyük ağırlığı söz konusudur. Ulusal değerlerimiz, özelleştirme adı altında emperyalist güçlere peş keş çekilmektedir. Laik eğitim yerini imam eğitimine bırakmıştır. Ekonomik kriz toplumu derinden sarsmaktadır. Kısaca bugünlere bakınca toplumun geleceği karanlıktır diyebiliriz. Ancak ne olursa olsun bu topraklarda Mustafa Kemal Atatürk’ün özgürlük ateşi vardır, bağımsızlık türküleri söylenir. Bütün bu olumsuzluklar, mutlaka yeni bir aydınlıkla son bulacaktır. Artık yeni bir Mustafa Kemal beklemeye gerek yoktur; Mustafa Kemal’in gençleri, Kemalizm’i özümseyenler bilmelidirler ki hepimiz bir Mustafa Kemal’iz. Güzel günler için örgütlü olarak yapılacak eylemler, mutlaka aydınlıkla sonlanacaktır. Türk gencinin, demokratik ve laik cumhuriyetine sahip çıkacak azim ve kararlılıkta olduğu görülecektir.

– Tehlikenin boyutu ve toplumun farkındalık düzeylerine, aydınların yılgınlığı ve bireylerin epey uzun sürmüş suskunluğuna yorumunuzu da sormak isterim. Yol haritası ve bireyde içselleşen değerleriyle Kemalist Devrimlerin sürekliliğine inancı nasıl dile getiriyorsunuz? Aynı bağlamda çeşitlenen millet, milliyetçilik, Atatürkçülük ve istikrar anlayışlarına ilişkin ne düşünüyorsunuz?

– Günümüzde ülke olarak yaşadığımız tehlikenin farkındayız ama biraz geç kaldık bu farkındalıkta. Bugün ülkemizde demokratik rejim, yerini tek adam diktatörlüğüne bırakmıştır. Siyasi iktidarın insanları susturmak ve rejimi değiştirmek için yaptığı kumpasları hep birlikte yaşadık. Ergenekon, Balyoz gibi davalarla hem orduya olan güven zedelendi, hem ülkede rejimin değiştirilmesi için düğmeye basıldı ve hem de insanlar susturuldu, etkisizleştirildi. Açılımın gölgesinde terör bir yandan, işsizlik, açlık, yoksulluk diğer yandan toplumu vururken, ekonomik ve siyasal kriz her geçen gün daha çok can yakarken toplumun bunlardan etkilenmemesi düşünülemez. Ancak Türkiye, potansiyeli çok büyük olan bir ülkedir. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri çok fazladır. Planlı bir kalkınma hamlesiyle, bütün bu olumsuzluklar aşılabilir. Ama önce siyasi bir yeniden yapılanma olması gerekir. Benim sürekli söylediğim bir söz vardır:

  • Krizden çıkmanın yolu, Kemalizm’in Altı Oku’dur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde milliyetçilik akımı, Misak-ı Milli ilkesinden başlayarak, özgürlük, tam bağımsızlık, milli egemenlik uğrunda dış ve iç düşmanlarla çetin savaşlar vermiş, içe dönük ve halkın mutluluğunu amaçlayan bir niteliğe dönüşmüştür. Atatürk milliyetçiliği “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesiyle, şovenizmden sıyrılmış, evrensel bir kavram kazanmıştır. Atatürk’ün elinde milliyetçilik, ulusal kurtuluştan, ulusal devrimlere geçişin gerekçesi olmuştur. İşte burada Atatürk’ün yaptığı millet tanımı da çok önem kazanmaktadır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Atatürk ilke ve devrimlerine, tam bağımsızlığa ve emperyalizm karşıtlığına sıkı sıkıya sarılarak ve özümseyerek bütün olumsuzlukları yeneceğimize inanıyorum.

– Sendikal haklardan yargı bağımsızlığına açtığı yolda, 27 Mayıs devriminin dinamizmini ve özellikle 1961 Anayasası ile topluma siyasal, kültürel, ekonomik, sosyal açılardan başlıca kazandırdıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 1961 Anayasası’nın ülkemize kazandırdığı çağdaş demokratik ilke ve kurumları kısaca nasıl sıralamak mümkün?

27 Mayıs 1960 Devrimi olarak adlandırılan tarihsel olay, ayrıntılı incelemeleri gerektiren toplumsal bir davranışın ürünüdür. 27 Mayıs 1960 İhtilali, tartışmasız bir devrimdir. İhtilal, toplum yapısında biriken çelişkilerin bir gün patlayışı sonucunda ortaya çıkan ve bir grubun yönetime el koymasıyla, devletin siyasal ve sosyal yapısında oluşan ani ve şiddetli değişikliklerdir. Devrim, özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşır ve bir toplumdaki siyasal ve ekonomik kazanımların toplumun geniş kesimleri yararına hızla değişmesidir. 1961 Anayasası’yla getirilen yeni ve çağdaş kurumlarla, sosyal hukuk devletiyle, özgür seçimlere gidilmesiyle ve bütün bunların on yedi ay gibi çok kısa bir zaman içinde başarılmasıyla, 27 Mayıs tartışmasız bir devrim niteliğini kazanmıştır.

27 Mayıs 1960 için “demokrasiye darbe” söyleminde bulunan yüzeyseller çoğalmaktadır. Çünkü doğru kaynakları okumadan, araştırmadan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar kolaycılığı seçmektedirler. 27 Mayıs 1960 öncesinde Türkiye’de yalnızca adı Demokrat olan bir parti vardı ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla demokrasiyi yok ediyordu. Yalnızca “Tahkikat Komisyonu” bile demokrasinin olmadığının kanıtıdır.

27 Mayıs Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kurularak, yasaların anayasaya uygunluğu denetlenerek, anayasa ihlalleri yapılmasının önüne geçilmiştir. Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik hale getirilmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı, Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu, Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumu gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur. 1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve yargıç güvencesini sağlayacak kurumlar oluşturulmuş, grev ve toplu sözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır.

Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası, Gelir Vergisi Yasası gibi yeni düzenlemeler yapılmıştır.

1961 Anayasası’nın temelini oluşturan 27 Mayıs Devrimi gücünü, emekçisiyle, köylüsüyle, gençliğiyle, çalışanıyla, aydınıyla, ordusuyla tüm Türk ulusundan almıştı. 16 Eylül 1960 tarihli ve 10605 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Milli Birlik Komitesi Direktifi” ve “Milli Birlik Komitesi’nin Memleket Meseleleri Hakkında Temel Görüşleri”, Milli Birlik Komitesi’nin programı gibidir ve hükümetin neler yapması gerektiğini anlatır. Bu belgelerde, Milli Birlik Komitesi her konuda bir politika saptanmasını öngörmüş ve bunları genel çizgileriyle açıklamıştır. Bu “Direktif” ve “Temel Görüşler” incelendiğinde, Milli Birlik Komitesi’nin toplumcu, sosyal adaletçi, eşitlikçi, devrimci, devletçi yanı ağır basan, özel girişimi teşvik eden ve destekleyen bir karma ekonomi modelini benimsediği görülür. Bunların hayata geçirilmesi, çıkarılan yeni yasalarla ivedilikle gerçekleştirilmiş, bir kısmı da yeni anayasaya konularak, uygulaması gelecek iktidarlara bırakılmıştır. On yedi ay gibi kısa bir sürede gerçekleştirilen aydınlanma yolundaki yeni atılımların ve yeni anayasanın hazırlanarak, seçimlere gidilmesi ile Milli Birlik Komitesi ülkeyi sivil yönetime bırakmıştır. Ancak gelen iktidarlar 1961 Anayasası’na karşı çıkmış ve “bize plan değil, pilav lazım” söylemiyle, 27 Mayıs Devrimi’nin getirdiği aydınlanmanın gerisine düşmüşlerdir.

– Babanız Suphi Karaman’ın 27 Mayıs 1960 Devrimi’nde aldığı aktif rolü, devrim savunusunu, yorumunu, ülküsünü burada da anlatır mısınız? Ayrıca, 27 Mayıs Devrimi’nin önderlerinden Haydar Tunçkanat’ı da nasıl anıyorsunuz?

– 27 Mayıs 1960 Devrimini yapanları saygı ile anıyorum. 27 Mayıs’ın devrimci çizgisinden sapmadan yaşamını sürdürenleri de sevgiyle selamlıyorum. 27 Mayıs 1960 İhtilali, seçimle gelen sivil iktidarın demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilmiştir. Büyük tarihi deneyimi ile ülkemizin yakın geçmişinin önemli tanıklarından olan babam Suphi Karaman, Milli Birlik Komitesi’nin çekirdek kadrosundaydı. 27 Mayıs öncesinde Kurmay Yarbay rütbesiyle KKK Kurmay Şubesi Müdürü idi. Babamın bu kilit göreve atanmasıyla birlikte, ihtilalin önemli noktalarına komiteden arkadaşlarının getirilmesi sağlanmıştır. Babam gözüpek bir devrimciydi; “Harp okulunda okurken, Mustafa Kemal’i ve yaptığı devrimleri kıskanırdım, kırk yıl önce dünyaya gelseydim, Samsun’a ben çıkardım” diyecek kadar cesaretli ve kendine güveni olan biriydi.

Ülkesini, içine düştüğü kardeş kavgasından kurtarmak için, geleceğini ve yaşamını ortaya atmaktan, devrim yoluna baş koymaktan çekinmeyen babam, 27 Mayıs’ın amacını “Atatürk Devrimleri’ni yeniden yaşama geçirmek ve demokrasiyi tekrar sağlamak” olarak özetlemiştir. 1961 Anayasası’nın ülkemize kazandırdığı çağdaş demokratik ilke ve kurumlar için babamın Türkiye tarihine özel bir sorusu vardı: “Neden bu demokratik ve sosyal kurumları siviller getirmedi?”

12 Eylül karşı devriminin paşaları ile günümüzdeki yöneticiler lüks içinde ve devlet koruması altında yaşarlarken,  27 Mayıs Devrimcileri gibi babam da korumasız sade hayatını, onurlu ve dürüst bir şekilde sürdürmüştür. “Benim halktan korkacak bir şeyim yok ki, korumam olsun. Bizden sonra yönetime el koyanlar hep korumalarla dolaştı, aramızdaki farkı anlamak isteyen bunu düşünsün” diyerek tarihe not düşmüştü. Kemalizm’in, ulusal egemenliğin ve 27 Mayıs Devrimi’nin savunucusu olan babamın en büyük arzusu, Tam Bağımsız Bir Türkiye idi. Bir gün bu arzunun gerçekleşeceğine tüm kalbimle inanıyorum.

14 Temmuz 2002’de yitirdiğimiz Milli Birlik Komitesi’nin seçkin subaylarından Haydar Tunçkanat, “Türkiye’nin Milli Savunma Stratejisi”, “Albay Dickson Raporu”, “İkili Anlaşmaların İçyüzü”, “Amerika, Emperyalizm ve CIA”, “27 Mayıs 1960 Devrimi” kitaplarını yazmıştır. Özellikle “İkili Anlaşmaların İçyüzü” adlı eserinde;

  • Ulusal Kurtuluş Savaşında yenerek, ülkemizden kovduğumuz emperyalizmin ve kapitülasyonların, yıllar sonra yalnız ABD ile yapılan ikili anlaşmalar yoluyla ülkemize nasıl geri geldiği belgelere ve olaylara dayanılarak açık açık anlatılmıştır.

27 Mayıs Devrimcileri, seçkin subaylardı, ülke ve dünya sorunları hakkında engin bilgiye sahiplerdi. Yaşamları boyunca sürekli yeni bilgiler öğrenmek için okuyan, düşünen ve sorgulayan aydın insanlardı. Atatürk ilkelerine bağlı, kendilerini sürekli geliştiren yurtsever ve cesur subaylardı. Anayasa gereği Tabii Senatör olarak Cumhuriyet Senatosunda görev yaptıkları zaman, ülkemizin hemen hemen her sorunuyla yakından ilgilenmişler, görüş ve çözüm önerilerini dile getirmişlerdir.

– Son olarak bugünkü durumuna ilişkin değerlendirmenizi de ekleyerek yanıtlamanızı rica edersem; sol üzerine değerlendirmelerinizde nelere odaklanıyorsunuz, solun sancılarına ilişkin hangi görüşleri dile getiriyorsunuz? Bu bağlamda size göre CHP sol bir partiden beklenenleri ne ölçüde karşılayabilmişti ve bugün ne ölçüde karşılayabilmektedir?

– Önce soldan başlayalım, sonra bugünkü duruma gelelim. Sol kavramı ile toplumun büyük kesiminin yararına olan politikalardan söz edilmelidir. Sol bir parti ulusalcıdır, yabancıların belirleyeceği politikaları değil, kendi ulusunun çıkarlarına göre olan politikaları benimser. Sol görüşlü parti, siyasetin halkı kandırmak için değil, ülkenin ulusal çıkarlarının korunması için yapıldığının bilincindedir. Sol bir parti, sosyal devlet ilkesini benimser; sağlık ve eğitim hizmetlerinin ücretsiz olarak tüm halk kitlelerine sağlanmasına çalışır. Sol görüşlü parti, demokratik ve laik eğitimi savunur. Sol bir parti, planlı ekonomiden yanadır ve özelleştirme politikalarına ilke olarak karşı çıkar.

Türkiye’de sol bir parti, Atatürk düşmanlarını, ikinci cumhuriyetçileri, tarikatçıları, din tüccarlarını, bölücüleri, ırkçıları, mezhepçileri, küreselleşme yanlılarını, ilkesiz ve tutarsız olanları içinde barındıramaz, barındırmamalıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızdan, onun Kuvayı Milliye’sinden, onun Müdafaa-i Hukuk’undan,  Halk Fırkası’ndan ve bütün hepsinin temel felsefesini oluşturan “6 Ok”undan gelen Cumhuriyet Halk Partisi, bugün sol bir partiden beklenenleri karşılayamamaktadır. İşin özü CHP, büyük önderimiz Atatürk’ün ölümünün ardından savrula savrula, bugünkü savruk, hatta proje parti durumuna getirilmiştir. CHP yukarıda saydığımız her konuda tutarlı olsaydı, AKP gibi ortaçağ özlemcisi gerici bir iktidar 17 yıldır siyaset sahnesinde bu büyük çoğunluğa ulaşamazdı.

Eskiden hepimizin kullandığı sağ-sol gibi kavramlar vardı ama bugün yaşadığımız günlerde bu sağ-sol yerine vatansever, vatan haini kavramlarının kullanılması daha doğru olur kanısındayım.

Şimdi bugünkü duruma bakalım. Bugün

17 yıllık AKP iktidarı ile sistemli ve bilinçli bir şekilde sivil darbe uygulanmaktadır.
Sivil darbe, hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir şekilde yargılayıp, susturmaktır. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, kendi ülkesinin ordusuna düşman ise, o ülkede sivil darbe yapılıyordur. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, ülkenin parlamentosu yerine kanun hükmünde kararnamelerle yasama görevini yerine getiriyorsa, o ülkede sivil darbe yapılıyordur. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, bağımsız yargının verdiği kararlara tepkili ise, hangi koşulda olursa olsun her istediğini yapmak için uğraşıyorsa, o ülkede sivil darbe yapılıyordur.

  • Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu kesinleşen AKP iktidarının, bu karara karşın ülkeyi yönetmesi tam anlamıyla bir sivil darbedir.

Ne yazık ki yıllardır ülkemizde uygulanan yöntem budur. Özellikle 17 Nisan 2017 halk oylamasında yapılan büyük hukuksuzluklarla ülkemizde rejim değiştirilmiş ve bugünlere getirilmiştir. Daha önceki 12 Eylül halk oylaması ile sonucun bir saat içinde açıklandığı seçimleri de unutmamak gerekir. İşte 31 Mart yerel seçimlerinde, İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı seçiminin iptal gerekçeleri ortadadır. Bugün ülkemizde tek adam diktatörlüğü yaşanmaktadır ve buna “ileri demokrasi” adını vererek, toplumu kandırmaktadırlar. Ama bu kandırmaca da sona ermeye başlamıştır çünkü toplumun, 31 Mart 2019 yerel seçimleriyle yavaş yavaş uyanmaya başladığı görülmektedir.

Geldiğimiz noktada artık AKP iktidarının iniş sürecine başladığı görülmektedir. Topluma güven verecek muhalefet partileri ve yöneticileri ile bu değiştirilen rejimin, eskiye döndürülmesi gerekmektedir. Ama sanıyorum bunun için biraz daha beklemek durumundayız.

Ve son olarak şunu söylemek istiyorum:

  • Ülkemizde gerçek demokrasi etkin ve egemen kılınmalı, hukukun üstünlüğü gerçek anlamda sağlanmalıdır.
  • Ülkeyi yöneten iktidarların demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk devleti ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, kargaşa ya da karışıklık ortamlarının yaşanmadığı herkes tarafından görülecektir.
  • Eşsiz güzel ülkemiz Türkiye’mize, Atatürk’ün aydınlık ve çağdaşlaşma yolundan gitmek yaraşır.

=========================================

Sevgili dostumuz Suay Karaman’ı bu nefis kitabından dolayı kutluyoruz..
Lütfen okuyalım, okutalım, dostlarımıza, kitaplıklara armağan edelim..

Related image


Sevgi ve saygı ile. 29 Haziran 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

55. YILINDA 27 MAYIS


55. YILINDA 27 MAYIS

portresi_gulumseyen

 

Suay Karaman

 

 

27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 55. yılını kutladığımız bu gün, ülkemizde ortaçağ karanlığı yaşanmaktadır, Atatürk ilke ve devrimleri yok sayılmaktadır. 1950 yılından beri ülkeyi yöneten Demokrat Parti iktidarının, demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleştirilen 27 Mayıs 1960 İhtilali, oluşumu ile bugün siyasilerin belleklerinde bulunmalı ve gereken derslerin çıkartılmasına çalışılmalıdır.

Askeri harekatlar ve ihtilaller, topluma olumlu getirileriyle Devrim; olumsuz götürüleriyle darbe olarak adlandırılırlar. Koşullar tamam olduğu zaman ihtilal kaçınılmaz olur.
Her ihtilalin, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseri olduğunu unutmamak gerekir. İhtilal, toplum yapısında biriken çelişkilerin bir gün patlayışı sonucunda ortaya çıkan
ve bir grubun yönetime el koymasıyla, devletin siyasal ve sosyal yapısında oluşan ani ve
şiddetli değişikliklerdir.

Devrim, özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşır ve bir toplumdaki siyasal
ve ekonomik kazanımların toplumun geniş kesimleri yararına hızla değişmesidir.
1961 Anayasası’yla getirilen yeni ve çağdaş kurumlarla, sosyal hukuk devletiyle,
özgür seçimlere gidilmesiyle ve bütün bunların on yedi ay gibi çok kısa bir zaman içinde başarılmasıyla, 27 Mayıs tartışmasız bir devrim niteliğini kazanmıştır.

27 Mayıs 1960 öncesinde, Demokrat Parti iktidarında demokrasinin, hukukun ve özgürlüğün olmadığını herkes bilmektedir. Buna karşılık demokrasiye darbe olarak adlandırılan 27 Mayıs 1960 hareketi, topluma özgürlüğü, hukuku, demokrasiyi ve aydınlanmayı getirmiştir.
27 Mayıs 1960 Devrimi’ni darbe olarak niteleyenlerin amacı, 1923 Aydınlanma Devrimi’ni de darbe kapsamına sokarak, Osmanlı Devleti’nin küllerinden yepyeni laik ve demokratik bir cumhuriyet kuran Mustafa Kemal Atatürk’ten de hesap sormaktır.

“Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyen Celal Bayar’ın iktidarında Atatürk Devrimleri,

– ‘tutan devrimler’ ve
– ‘tutmayan devrimler’

olmak üzere ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı.

– 1932’den beri Türkçe söylenen ezan Arapça’ya çevrilmiş,
– irticaya ödünler verilmiş,
– özgürlükler kısıtlanmıştı.
– TBMM’nin onayı olmadan Kore’ye emperyalist ABD’nin çıkarı için asker yollanmıştı.
6-7 Eylül 1955 olaylarındaki tahriklerin baş sorumlusu Demokrat Parti iktidarıydı.
İsmet İnönü’yü öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikastlar düzenlenmişti.
–  
Muhalefeti cezalandırmak için Meclis Tahkikat Komisyonu kurulmuş, bu komisyonun yetkilerinin genişletilmesinden sonra, Ankara ve İstanbul’da olaylar çıkmış, ölen ve yaralananlar olmuştu.
– Ulusal bütünlüğümüz parçalanmış, yönetim partizanlaştırılmıştı.
– Basın ağır sansür altında tutulmuş, gazeteciler hapse mahkum edilmişti.
– Enflasyon, pahalılık, dış borçlar, karaborsa giderek artmış, nüfuz ticareti, vurgun, rüşvet,
keyfi yönetim ve baskı bu dönemin ana karakteri olmuştu.
Vatan Cephesi kurarak, halkı birbirine düşürenlere ve
“Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” diyenlere bugün “demokrasi yıldızı” denmektedir.

27 Mayıs Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları girmiştir. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kurularak, yasaların (AS: ve TBMM içtüzüklerinin; AY m. 148) anayasaya uygunluğu denetlenerek, anayasa ihlalleri yapılmasının önüne geçilmiştir.

– Cumhuriyet Senatosu kurularak, çift meclis ile yasama yetkisi daha demokratik duruma getirilmiştir.
– Devlet Planlama Teşkilatı (DPT),
– Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu,
– Devlet Personel Dairesi,
– Türk Standartları Enstitüsü,
– Basın İlan Kurumu,
– Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) gibi kurulan yeni kurumlar, amaçları doğrultusunda verimli çalışmalarıyla toplumsal düzenlemelere önemli katkılarda bulunmuştur.

1961 Anayasası’yla bağımsız yargı ve hakim güvencesini sağlayacak kurumlar oluşturulmuş, grev ve toplusözleşme hakkı kurumlaştırılmış, üniversiteye ve TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası, Basın-Fikir İşçileri Yasası, İlköğretim ve Eğitim Yasası, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası (AS: 224 sayılı yasa), Gelir Vergisi Yasası gibi yeni düzenlemeler yapılmıştır.

Bugün ülkemizde kimilerinin darbe kapsamına sokmaya çalıştığı, kimilerinin ise utandığını söylediği 27 Mayıs 1960 Devrimi, 55 yıldır toplumu aydınlatmaktadır. Her yıl 27 Mayıs günü yaklaşırken, çeşitli görüşlerden insan taklitleri 27 Mayıs 1960 Devrimi’ne ve ürünü olan 1961 Anayasası’na saldırmaya başlarlar.. Geçtiğimiz günlerde güdümlü başbakan Ahmet Davudoğlu; “27 Mayıs’ı lanetleyin” derken, kulaktan dolma yanlış bilgilerle, ‘profesör aklında’ bir türlü anlayamadığı 27 Mayıs aydınlığını biçimlendirememektedir. Kendi dönemlerinde
o denli çok lanetlenecek olay ve olgu vardır ki; lanetlenmek sözü az gelebilir.

27 Mayıs 1960 Devrimi’nden ve aydınlıktan korkanlar, ortaçağ karanlığında sürünmeye
devam edeceklerdir.

Darbe ya da darbe ortamlarının yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten sivil iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin duruma getirmeleri gerekir. Hukuk devleti ve demokrasiyi ortadan kaldıran askeri darbelerin ve günümüzde yaşadığımız sivil darbe sürecinin, haklı ve meşru gösterilebilecek bir yanı yoktur. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin olarak her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır.

Bu yüzden ülkemizde gerçek demokrasi etkin ve egemen kılınmalı, hukukun üstünlüğü gerçek anlamda sağlanmalıdır. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığı herkes tarafından görülecektir.

Ülkemize çağdaş, ilerici ve ışıltılı bir anayasa armağan eden 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin 55. yılı kutlu olsun!..

YASSI KAFALILAR


YASSI KAFALILAR

portresi


Suay Karaman

 

 

Türkiye’nin birikmiş, bekleyen ve ivedilikle çözüm gerektiren
birçok sorunu varken, siyasal iktidarın Yassıada’nın adını ‘Demokrasi ve Özgürlükler Adası’ olarak değiştirmesi,
‘ileri demokrasi’ anlayışlarına ve uygulamalarına örnektir.

27 Mayıs 1960 İhtilali sonrasında, ülkeyi kutuplaştırarak kardeş kavgasına sürükleyen, Atatürk ilke ve devrimlerini ayaklar altına alarak yozlaştırmaya çalışan Demokrat Parti iktidarının yöneticileri Yassıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanmışlar
ve çeşitli cezalara çarptırılmışlardı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 30 Eylül 2013’te demokrasiyle ilgisi olmayan, demokratikleşme paketini açıklarken de, 27 Mayıs 1960 Devrimi’ne saldırmıştı. Başbakan, 1960’daki askeri harekatın “Türkiye’de 1950’den başlayarak saat gibi işleyen demokrasiyi durdurduğunu” söylemişti. Başbakanın bilgisi, birikimi ve kültürü, demokrasiyi bilmediği (AS: içermediği??) gibi, 27 Mayıs 1960 aydınlığını da kavramaya yetmez.

1950’den sonra yalnızca adı “demokrat” olan Demokrat Parti’nin yaptıklarının demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Hangi demokraside meclisin onayı olmadan emperyalist devletlerin çıkarı için yabancı ülkelere asker gönderilir? 6-7 Eylül 1955 olaylarını tahrik edenlerin baş sorumlusu olan DP iktidarı mı demokrasiyi saat gibi işletiyordu?

Demokrat Parti grubunda,

  • “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” ve
  • “Odunu aday koysam milletvekili seçtiririm” diyen
    Adnan Menderes mi demokrattı?

Ana muhalefet partisinin genel başkanını (AS: İsmet İNÖNÜ) öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikastlar düzenletilmesi, demokrasi ile bağdaşabilir mi? Muhalefeti cezalandırmak için kurulan Meclis Tahkikat Komisyonu, hangi demokraside bulunmaktadır?

İrticaya ödünler verilerek, ulusal bütünlüğümüz parçalanarak, özgürlükler kısıtlanarak, basın ağır sansür altında tutularak,
gazeteciler ve iktidara muhalif olanlar hapse mahkum edilerek demokrasi olamayacağını bilmeyenlerin tanımına göre “saat gibi işleyen demokrasi”, ülkeyi kardeş kavgasına getirmişti.

Başbakan Erdoğan gibiler, sürekli 27 Mayıs 1960 İhtilalini eleştirirler ama hiçbir zaman 12 Mart 1971 muhtırasını ve özellikle
12 Eylül 1980 darbesini eleştirmezler. Çünkü aydınlığa düşman olanlar, kendilerini yaratan karanlıkları sever, toz kondurmazlar. ‘
12 Eylül 1980 darbesini yargılıyoruz’ diye, yassı kafalarıyla komedi ortaya koyanlar, ‘ileri demokrasi’ adını verdikleri ortamla, 12 Eylül’ün faşizmini aratmamaktadırlar.

“Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyen Celal Bayar’ın iktidarında Atatürk Devrimleri, ‘tutan devrimler’ ve ‘tutmayan devrimler’ olarak ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı. Demokrat Parti zamanında Mustafa Kemal Atatürk yok sayılmaktaydı, AKP iktidarında da yok sayılmaktadır. “10 Kasım’da sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyen zihniyet, Türkiye Kupası maçının seremonisinde sahaya ‘Yüce Atatürk’ yazılı formayla çıktığı için Fethiyespor’a ceza bile vermeye kalkışmış, artarak gelen tepkiler üzerine, cezadan vazgeçmişlerdir. Atatürk sevdalısı Türk insanı, bu anlamlı hareketleri için Fethiyespor’u hep gözleri yaşararak anımsayacak ve onurlu duruşlarına saygı gösterecektir. Ceza vermeye (AS: Gerçekte kapatmaya!) kalkanları da unutmayacaktır.

Uzun yıllar özellikle İspanya ve Portekiz’de diktatörler (AS: Franko ve Salazar) futbol ile toplumu uyutarak, ülkelerini yönetmişlerdi. Bizde ise futbol, ‘dikbakan’ diyebileceğimiz diktatör başbakanın koltuğunu sallamaktadır.
Özellikle maçların 34. dakikasında Taksim Gezi Parkı olaylarına atıfta bulunularak, “her yer Taksim – her yer direniş” ve
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sesleri, siyasi iktidarı çileden çıkartmaktadır.

Çünkü ortaçağ karanlığından hoşlananların, Atatürk denince ödleri kopmaktadır. Biliyorlar ki, toplumdaki Atatürk sevgisi, iktidarlarına
son verecektir. Bu yüzden Atatürk’ün resimlerinden, sözlerinden, ilkelerinden, devrimlerinden, Gençliğe Hitabesi’nden,
Bursa Nutku’ndan, ulusal bayramlardan çekinmektedirler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar Atatürk korkusu, siyasi iktidarı perişan etmektedir. Atatürk adı, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin karabasanıdır.

Atatürk’ün manevi kişiliğinin bile tartışıldığı günümüz Türkiye’sinde, “yassı kafalıların iktidarı son bulacak, aydınlık günler için örgütlü ve bilinçli mücadele başlayacaktır.

  • Yolumuz; Yüce Atatürk’ün çağdaş ve aydınlık yoludur.

(İlk Kurşun Gazetesi, 16 Aralık 2013,
http://www.ilk-kursun.com/haber/163889)

Konuk yazar : 27 Mayıs’ın 52. Yılı Kutlu Olsun !

27 MAYIS
YA DA “ULUSAL EGEMENLİK” İLKESİNİN DOĞRU ANLAMI!

Prof. Dr. Özer OZANKAYA
Toplumbilimci

27 Mayıs Devriminin ulusumuza kazandırdığı 1961 Anayasası’nın başlangıç bölümünde
şu yazılıdır:

“Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti…”

Yurdumuzda insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı devlet ve toplum düzenini engellemek isteyen, özgürlük düşmanı, sağlı-sollu gerici ve baskıcılar, gözleri kestiğinde “ulusal egemenlik” ilkesini küfür ve/ya da aldatmaca olarak niteleyip açıkça demokrasi düşmanlığı yapmışlar; gözleri kesmediğinde ise ulusal egemenliği basit bir “oy çokluğu” anlayışına indirgeyerek, ‘seçimlerde çoğunluk oyunu alan bir siyasal kadronun istediği her şeyi yapabilmesi’ diye tanımlayıp içini boşaltmaya kalkışmışlardır.

Bunun için de, demokrasi düşmanı tutumlarını açığa çıkaracak olan “baskıcı, yani meşruluğunu yitiren bir yönetime karşı her yurttaşın direnme hakkı” nın ulusal egemenlik düzeninin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğine gözlerini, beyinlerini, kalemlerini, mikrofon ve ekranlarını, üniversite kürsülerini, .. sıkı sıkıya kapatmak istemişlerdir.

Bu yüzden 27 Mayıs 1960 askeri müdahelesini de eleştirirlerken, ne “baskıcı yönetime karşı yurttaşın başkaldırma” hakkına, ne de 27 Mayıs’ın demokrasi devrimi niteliğinin göstergesi olan 1961 Anayasasının başlangıç bölümündeki;

“Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkının kullanıldığını” belirten cümleye tek sözcükle bile değinmeğe yürekleri yetmemektedir.

Dönemin ana muhalefet partisi başkanı İsmet İnönü’nün niçin

“Artık sizi ben bile kurtaramam.
Türk ulusu, Singhman Ree’yi deviren Güney Kore halkından daha az onurlu değildir!”
demek zorunda kaldığına hiç değinememektedirler.

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri asıl “darbe” fırsatı kollayanlar, bu demokrasi karşıtı tutum ve davranıştakiler olagelmişlerdir!

Yıllar yılı “Demokrasi Hıristiyan düzenidir; küfür düzenidir; yıkılmalıdır” dedikten sonra, Atlantik ötesi ve AB’den aldıkları işaret üzerine bir sabah birden bire “Biz değiştik; demokrasi karşıtı gömleğimizi çıkardık.” demeğe koyulanlar, gerçekte ulusal egemenliği basit bir “oy çokluğu” uygulamasına indirgemek üzere bunu yaptılar.

Tıpkı 1924’te, ulusa demokrasiyi layık görmeyip Saltanat ve Hilafetin kalmasını isteyenlerin, bu çağdışı baskıcı kurumların kaldırılmasına engel olamayınca, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurarken yaptıkları gibi!

Bu yüzden o zaman Cumhuriyet, yani ulusal egemenlik karşıtlarının, “saltanat ve halifelik” yerine Cumhuriyet kurulmasını “ulusal egemenliğe aykırı” diye sunmaya kalkışları gibi; bugün de 1960’ta muhalefet partilerini kapatmaya kalkışan baskıcı yönetimin yol açtığı 27 Mayıs 1961 askeri müdahelesini “darbe” diye göstermeye çabalayıp Ordu düşmanlığı, Atatürk düşmanlığı yapanlar, demokrasi kültürünün, hukuka bağlı yönetim düzeninin, insan hak ve özgürlüklerinin güvencesinin temel bir gereği olan ve 1961 Anayasasının başlangıç Bölümünde yer alan “Baskıcı yönetime karşı direnme ve başkaldırma” hakkından hiç söz etmezler.

Anayasanın ilk dört maddesinin, ulusal egemenlik düzeninin güvencesi oldukları için değiştirilmesini (daha doğrusu kaldırılmasını) önermenin bile demokrasiye karşı “darbe” girişimi olduğu gerçeğini dile getirmezler.

27 Mayıs’ın 52. yıldönümünde de yine böyle davranacakları bellidir.

Demokrat Parti yönetiminin ne basın özgürlüğü, ne üniversite özerkliği, ne yargıç güvencesi, ne grev hakkı, ne gezi özgürlüğü… tanımadığını, “Muhalefeti karınca gibi ezmek”ten, “İstenirse halifelik ve saltanatın bile geri getirilebileceğinden” söz ettiğini, örgütlü muhalefeti ortadan kaldırmak üzere hem polis, hem savcı, hem de yargıç yetkileriyle donatılmış DP’li milletvekillerinden kurulu bir “Tahkikat Komisyonu” kurdurduğunu, basına sansür uygulamaya başladığını… hiç dile getirmeyeceklerini biliyoruz.

Onlara meydanı boş bırakmamak, çığırtkanca laf kalabalığı ile yurttaşların “ulusal egemenlik” kavramını doğru anlamasını engellemelerine fırsat vermemek gerekir.

Bu konuda en büyük çabayı Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi göstermelidir!

“Baskıcı Yönetime Karşı Direnme” hakkının, ulusal egemenlik ilkesinin özünde bulunduğunu, Batılı ülkelerin faşist ve komünist diktaları ve onların yol açtığı
dünya savaşların yıkımını yaşadıktan sonra, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde bu hakka yer vermek gereğini kavradıklarını her yurttaşın bilgisine ulaştırmak gerekir.

Bu yıldönümünde Mustafa Kemal’in de, demokrasiye olan dürüst bağlılığı ile bu hakkı
daha 1919’dan başlayarak görüp gösterdiğini, Amasya Genelgesi’ndeki “Ulusun geleceğini
yine ulusun azim ve kararının kurtaracağı” ilkesinin bunu anlattığını, bu ilkenin gereği olarak Saltanat-Hilafet baskıcılığına ve keyfiliğine karşı tüm ulusu ayaklandırdığını anlatmak gerekir.

SÖYLEV’de dile getirdiği;

“Ulusal savaş yalnızca yurdu dış saldırıdan kurtarmayı amaçladığı halde, bu ulusal mücadelenin, başarıya ulaştıkça ulusal egemenlik düzeninin bütün ilkelerini.. gerçekleştirmesi, tarihin doğal ve kaçınılmaz akışı idi. Bu kaçınılmaz tarihsel akışı geleneksel alışkanlığı ile hemen sezinleyen hükümdar ailesi, ilk andan başlayarak ulusal mücadelenin amansız düşmanı oldu.” gerçeğini tüm yurttaşların bilgisine ulaştırmak gerekir. Bunun gibi, İzmir’de annesinin mezarı başında ve yanında saltanat-halifelik yandaşı Kâzım Karabekir olduğu halde yaptığı uyarı da her yurttaşın siyasal kültürü içinde gerekli yerini almalıdır:

 “Burada yatan annem, zorbalığın, kıyıcılığın, bütün bir ulusu yok olma uçurumuna sürükleyen kişisel yönetimin kurbanı olmuştur!”

“Annemin mezarı başında ve Tanrı’nın önünde and içerim ki, ulusun bunca kan dökerek
elde ettiği ulusal egemenli¬ğin korunması ve savunulması için, gerekirse annemin yanına gitmekte hiçbir zaman duraksama göstermeyece¬ğim! Ulusal egemenlik uğruna canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun!”

“Daha kurtulmuş değiliz. Atılan adımlar, bundan sonra atılacak adımların başlangıcıdır!
Bu adımları doğru ve ye¬rinde atabilmemiz için, kendi geleceğimize kendimiz
sa¬hip olmalıyız!”

27 Mayıs’ın (1961) bu 52. yıldönümünde, demokratik Atatürk Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini açıkça ortadan kaldıracak, “başkanlık düzeni” aldatmacasıyla baskıcılığı yasal kılıfa sokacak yeni bir Anayasa yapılmak istendiği ortamda, Cumhuriyet Anayasası’nın değiştirilmesini önermek bile yasak olan ve “Türk Demokrasi Devrimi İlkeleri” olarak bilinen maddelerinin de, doğrudan doğruya ulusal egemenlik ilkesinin basit bir ‘oy çokluğu’ demagojisine indirgenmesini engellemek ve temel insan hak ve özgürlüklerini (laiklik bu hakların kısa adıdır!) güvence altında bulundurmak için zorunlu olduğunu her yurttaşın anlamasını sağlamaya çalışmak gerekir.

Örneğin, “Siyasal ve kamusal düzen laik nitelikte olsun mu olmasın mı?” diye bir halk oylaması yapmayı önermenin bile demokrasiye karşı “darbe kalkışması” niteliğinde bir girişim olduğunu anlatmak gerekir. Çünkü böyle bir oylamanın, “İnsanlar arası ilişkileri düzenleyecek yasalar, kutsal ve değişmez sayılan dinsel ölçülere göre yapılsın mı, yapılmasın mı?” diyen bir oylama olduğunu ve “Siyasal ve kamusal yaşamımız özgürlük ilkesine dayalı olsun mu, olmasın mı?”, “Yargı bağımsız olsun mu, olmasın mı?”, “Basın özgür olsun mu, olmasın mı?”… anlamına geldiğini; böyle bir oylamaya kalkışmanın bile özgürlük düzenini ortadan kaldırma girişimi olduğunu yurttaşlara açıklamak gerekir.

Bu amaçla, her ortamdan yararlanarak yüksek sesle belirtmek gerekir ki;

“ulusal egemenlik ilkesi, ancak ve ancak her bireyin doğuştan, vazgeçilmez ve devredilmez olarak, inanç, soy, cinsiyet, toplumsal konum .. ayrımı gözetilmeksizin eşit olarak sahip olduğu insan hak ve özgürlükleri çiğnenmemek koşuluyla, bir halkın yönetimi özgür oyçokluğu yoluyla yürütmesi..” demektir; Çoğunluk oyunu aldı diye bir siyasal grubun bu hak ve özgürlükleri ortadan kaldırma yetkisine kavuştuğu anlamına gelmediğini, buna kalkışan siyasal güçlere karşı her yurttaşın direnme hakkı doğacağını haykırmak gerekir.

Atatürk Cumhuriyeti; ulusal egemenliğe yönelecek saldırıları önlemeyi öncelikle Hükümet, Meclis, bağımsız Yargı… gibi Anayasa’yı ve yasaları uygulayacak kurum ve organlardan beklemektedir; bunlar arasında ulusun bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de son kertede Cumhuriyeti koruma ve kollama ödevi vardır.

Ama Atatürk, bu kurum ve organların bu en temel ödevlerini yerine getir(e)memesi,
dahası ulusal egemenlik ilkesini çiğnemeye kalkışması durumunda da Cumhuriyetin yine
sahipsiz olmadığını, Cumhuriyet’i Türk Gençliğine emanet ederek göstermiştir.

27 Mayıs Demokrasi Devrimi’nin 52. Yıldönümü,
Türk ulusuna ve Türk demokrasisine kutlu olsun!

Prof. Dr. Özer OZANKAYA
Toplumbilimci
27 Mayıs 2012