Etiket arşivi: “Çözüm süreci”

‘Yeri ve zamanı…’

‘Yeri ve zamanı…’

Zafer Arapkirli

Zafer Arapkirli
26 Şubat 2021, Cumhuriyet

Bugün bu konuya girmeye, aslında Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sayın Pervin Buldan zorladı beni. Güncel “Gara operasyonu” tartışması üzerinden yapılan tartışmada, iş “Siz şunu yapmıştınız, bunu yapmıştınız. Örgütle görüşmüştünüz. Oraya gitmiştiniz. Şunu yapmıştınız…” babında haksız yüklenmelere maruz kaldıklarında, Sayın Buldan’ın sarf ettiği “Çözüm sürecinde bize verilen vaatleri, yeri ve zamanı geldiğinde açıklamazsak namerdiz…” mealindeki laftan söz ediyorum.

Bence, sadece Sayın HDP Eş Genel Başkanı’nın değil, pek çok siyasetçinin başvurduğu ve bana göre demokrasilerde çok gerekmedikçe başvurulmaması gereken bir yöntemdir bu. Türkiye’de aktüel gelişmelerin ve siyasi tarihin adeta “yüksek debi ile güldür güldür akan bir nehir” gibi akıp gittiği, siyasi hafızanın “sıcak ve taze tutulmasının” çok önemli olduğu ve en önemlisi de “olupbitenin taze versiyonunun kamunun bilgisinden gizlenmesinin muazzam sakıncalar doğuracağı gerçeğinin” önemine binaen, “yeri ve zamanı geldiğinde çıkarılmak üzere çekmecede saklanmasının” sakıncalı olduğunu düşünüyorum.

  • Türkiye’nin en can alıcı sorunlarından biri olan Kürt sorununa ilişkin geçmişte, hele hele “Açılım-Çözüm Süreci” denen süreçte neler olupbittiğini bu toprakların insanı ne zaman bilecek de ona göre “pozisyon” alacak?

Yani, Sayın Buldan’ın yaptığı “Yeri ve zamanı geldiğinde” vurgusu, zaten bu konularda sağlıklı değerlendirme yapacak geri-plan bilgiye aç olan bu toplumdan “neyin gizlenmek saklanmak istendiği” sorularını akıllara getiriyor.

Zaten, başka her türlü özgürlükler gibi halkın bilgi alma hakkının da baskılandığı, hak ve özgürlükler için mücadele eden kesimlerin (bu arada HDP’nin ve temsil ettiği kitlelerin ta kendisinin) ağır bir istibdat altında yaşamak zorunda kaldığı, çoğunluğunun iktidar kıskacında olduğu medyanın on milyonlarca insanı “derin bir karanlığa mahkûm ettiği” bu ülkede çıkıp da üstelik tam da bu “mağdur kesimden” birinin “yeri ve zamanı geldiğinde” diye “bilgiyi ötelemesini” anlamak mümkün değil.

  • Tam tersine, bugün çıkıp konuşmalısınız.
  • Bugün çıkıp gerçekleri bütün yalınlığı ile anlatmalısınız.

Bugün çıkıp kimin geçmişte ne dediğini, ne yaptığını, neyi gizlediğini ve neyin bilinmesini istemediğini açık açık duyurmalısınız ki muktedirler bu ülke insanını kandıramasın. Dün söylediğinin ve yaptığının tam 180 derece zıddını insanlara “yutturamasın.” 

Bugün, Gara’da yaşanan olağanüstü boyuttaki büyük felaket ve skandal niteliğindeki başarısızlık dahil, Kürt sorunu bağlamındaki tüm bilinmeyenlerin aydınlanması için gerçeklerin “bugün ve hemen, şimdi” bilinmesinde yarar yok mu? Adil olmak adına, bu eleştiriyi sadece Sayın Buldan ve diğer siyasetçilere değil, kendi mesleğimin mensuplarına da yapmak istiyorum.

Yıllar önce bir meslektaşımın, çalıştığı gazetedeki üst düzey bir yönetici ile telefon görüşmesine tanık olmuştum. “Elindeki çok önemli bir haberi (bilgiyi)” o gün hemen gazeteye girmek istiyordu. “Amiri”, genel yayın yönetmeninin cevabını bugün gibi hatırlarım:

“Asla veremeyiz bunu. At kenara. Yarın yeri ve zamanı geldiğinde, bir gün bu konuda kitap yazarsan, orada kullanırsın…”

Konu neydi? Sonra o meslektaşım (kitaplar da yazdı) o yayın yönetmeninin dediği gibi mi yaptı? Yani bilgiyi kamuoyu ile paylaştı mı? Bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var: Türkiye gibi bir yerde, bugün olanların bugün bilinmesinin gerekliliği bence her türlü siyasi ve kişisel hesabın üzerinde yer almalı.

  • Gazeteciler de siyasetçiler de “kumbaraya” atmadan, “bugün, hemen, şimdi” söylemeli söyleyeceklerini. Söylemeli ve yazmalı.

Bilgi, haber, bizim gibi toplumlarda başka yerlerden de önemli ve değerli bir hazinedir.

Kimse bana “Şimdi zamanı değil…” pragmatizmini satmaya kalkmasın. Madem ki açık rejimdir. Faşizm, yani bunun zıddı madem “üstü örtülü, gizli saklı, kapaklı, kuytularda işlerin çevrildiği” bir rejimdir. O zaman çıkın konuşun. Yazın, çizin.

Yani, kitlelerin bilmesinden korkmadan. Onların her şeyi duyup, bilip, okuyup belli bir yargıya ve fikre sahip olabilmeleri ve “sandık önlerine geldiğinde de” ona göre tavır belirleyebilmelerinin yolu buradan geçer.

Bugün Gara ile ilgili, dün 15 Temmuz hain FETÖ’cü kalkışması ile ilgili, siyasetin, ekonominin ve bilcümle diğer güncel hayati konu başlıklarının bilinmesi, Türkiye’nin sadece bugününü değil, yarınını da doğrudan ve derinden etkileyecek bir zorunluluktur.

Kaldırın örtüleri. Açın dolapları.
Çekin çekmeceleri. Yutkunmayın.
İçinizde tutmayın. Konuşun. Yazın. Açıklayın. Tartışılsın.
Açıklıktan kimseye zarar gelmez. Tam tersinden sakının.

TÜRK MİLLETİ SİZİ AFFETMEYECEK

TÜRK MİLLETİ SİZİ AFFETMEYECEK

Rifat Serdaroğlu

2020 yılının ilk günü bunları yazıyorum ki, utanır da aklınızı başınıza alırsınız.

18 yıldır neye elinizi attıysanız, kuruttunuz, yıktınız, yaktınız, yok ettiniz.
Doğru söylediğiniz bir ise, binlerce yalanı yüzünüz kızarmadan söylediniz.
Çaldınız, soydunuz, “Harun” olmak için geldik dediniz, “Karun” oldunuz.
Sınav sorularını bile çalıp, yüz binlerce gencin geleceğini kararttınız.
Türk’e düşman, Arap’a dost, küresel eşkıyalara yamak oldunuz.
Müslümanız dediniz, Müslüman’ları öldüren “Kanlı Projeye” eşbaşkan oldunuz.
Komşularımızın tarihi eserlerini, zenginliklerini, binlerce yıllık kitaplarını, tohumlarını çalan ABD’ye erketelik yaptınız.

Hangisini sayalım ki?!
Çözüm Süreci dediniz, PKK terörünü yeniden hortlattınız.
Atatürk heykelleri yıkıldı, yerine Şeyh Said heykeli dikildi, siz alkışladınız.
Türk Askerini-Polisini öldüren PKK piçlerini davul-zurna ile karşılattınız.
Ülkede sözüm ona “PKK Şehitlikleri” açıldı, siz izin verdiniz.
PYD itlerini Cumhuriyet Bayramı’nda, PKK bayrakları ile ülkemizden geçirttiniz.

FETÖ’yu, Türk Devletinin kalbi olan “Kozmik Odaya” siz soktunuz.
FETÖ’ye Yüksek Yargıyı, siz teslim ettiniz.
17/25 Hırsızlık-Soygun-Rüşvet rezilliğine, “Darbe” dediniz, dünyayı güldürdünüz.

Hala karanlık noktaları bulunan 15 Temmuz’u, tasfiye aracı olarak kullandınız.
FETÖ’yu bıraktınız, Menzil’e – İhvan’a – Muaviye İslamı’na sarıldınız.
Türk Ordusunun Tank-Palet Fabrikasını, Türk düşmanlarına peş keş çektiniz.

Türk Milleti sizi asla affetmeyecek! Yalnızca  sizi mi?
Birbirinize en ağır hakaretleri yapıp, yapışık kardeş olduğunuz Bahçeli’yi de!
Demokratik Merkezi bilerek parçalayan Çiller ve Ağar’ı da!
Türk Milletinin soyulmasına aracılık yapan yandaş müteahhitleri de!
Yalan haberlerle Türk Milletinin kafasını karıştıran satılık kalemleri de!
TOBB üyeleri konkordato sırasına girmişken, önce “FETÖ’cu, sonra “Akil İnsan” en sonunda da “Otomobilci” olan TOBB Başkanı gibi, milleti aldatanları!

Kendilerine Saraylar yaptırıp, üniversite gençlerinin yemeklerini vermeyenleri!
Sigorta primini ödeyemeyen 5 Milyon insanımızın sağlık hizmeti almasını engelleyenleri!
Türk Milletini boğazına kadar borçlandıranları!
Çiftçiyi ekemez, esnafı dükkanını açamaz, sanayiciyi ayakta duramaz hale getirenleri!
Mehdi bekleyen, vatanı bölmeye çalışan hain başdanışmanları!
Havamızı, suyumuzu, ormanlarımızı yok edenleri!
5 Milyon Suriyeli kaçağı başımıza bela edenleri!
Huzurumuzu kaçıranları, kardeşliğimizi yaralayanları, birliğimizi bozanları da affetmeyecek…

  • Türk Milletini Suriye’den sonra, Libya’da felakete sürüklüyorsunuz.

Türk Milletinin “Mavi Vatan’daki” haklarını koruyacak Deniz Kuvvetlerin Komuta Heyetini, FETÖ-CIA işbirliğiyle, sahte delil ve kumpaslarla, siz çökerttiniz.

  • Ege’deki Türk Adalarını Yunan’a siz teslim ettiniz.

Ege’de Yunan Askeri, Libya’da Türk Askeri saçmalığını siz yarattınız.
Rauf Denktaş’a hakaret edip, Kıbrıs’ta elimizi zayıflatan yine sizdiniz.

Şimdi ise, Akdeniz’deki haklarımızı korumak için Libya ile işbirliği yapıp asker gönderelim, diyorsunuz.
Bu konuda size tavsiyemiz şudur :

-Libya’da diplomasiyi, oranın yapısını ve tarihini bilen diplomatlarımıza bırakın ve diplomasiyi sonuna kadar zorlayın. Mutlaka sonuç alırsınız.
Ama “İhvan kafanız” size hakim olur da Libya halkına karşı Türk Askerini savaştırırsanız, önce ecdadınıza, sonra da Türk Milletine ihanet etmiş olursunuz.
Sakın ola bu yola sapmayın.
Siyasi olayların ve devletlerarası ilişkilerin sonu yoktur. Bugün ters düştüğünüz bir ülke ile yarın birlikte olabiliriz.
Tekrar ediyoruz; Diplomasiye evet, dayanışmaya evet, yardıma evet ama Libya halkıyla savaşa sonuna kadar hayır!
Bu dünyanızı ve ahiretinizi mahvettiniz. Artık daha fazla nefret ettirmeyin.
Ettirmeyin ki soyunuz, Türk Milleti içinde rahat yaşasın…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat SERDAROĞLU : Bİ HUZUR VERİN

Bİ HUZUR VERİN, HUZUR!

Rifat Serdaroglu

AKP İktidar olduğu 2002 yılından bu yana huzur içinde yaşamaya hasret kaldık!
Şu fani dünyadan zevk alamaz, rahat nefes alamaz hale getirdiler ülkeyi!
Türk Milletini mezhep dediler, ayrıştırdılar!
Etnik köken dediler, insanları birbirinin yüzüne bakamaz hale getirdiler!
Hocaefendi-Tarikat-Cemaat dediler, insanların arasına fitne soktular!
Yolsuzluk ve Hırsızlıkları türban ile gizlemeye çalıştılar, midemiz bulandı!

FETÖ için “Saygıdeğer, Münevver İlim Adamı” dediler, adam hain çıktı!
Çözüm Süreci dediler, kilometrelerce tünel-barikat inşa edildi!
Binlerce vatan evladı şehit oldu!
IŞİD katillerine asabi çocuklar bunlar dediler, adamlar zavallı insanları kestiler!
Ülkeyi borç batağına soktular, bankaların tamamına yakınını yabancılara sattınız!
Sanayi çarkını durdurdular, işsizliği tavan yaptırdılar!
Milletin parasının-malının çalındığı yetmedi, oylarımız bile çalındı!
Çevremizde barış içinde olduğumuz bir tane komşu bırakmadılar!

Bugün için durumumuz ne?
-Amerika, PYD-YPG yani PKK ile beraber!
Sınırımıza tanklarını yığdılar açıkça kimlerle stratejik ortak olduklarını ilan etti.
-Rusya, PYD-YPG ile beraber olduğunu fotoğraflarıyla açıkladı!
-İsrail-İran-Suriye-Irak-Mısır, Ortadoğu konusunda bizimle beraberler mi? Hayır!
-Erdoğan’ın “Onur Konuğu” Barzani, Kerkük’teki resmi binalara Kürdistan Bayrağını astırdı!
Dünya Lideri ve İslam Halifesi olma hayalini kuran Erdoğan bu durumda ne yapıyor?
AKP’ye üye olup “Partili Cumhurbaşkanı” oluyor!
Buna “Her kuşu bitirdin, sıra hacı leyleğe mi geldi” demezler mi?
AKP’ye üye olunca, ne olacak? ABD ve Rusya titreyip korkacaklar mı?
Esat, “Aman abi, ben ettim sen etme” deyip Suriye’yi terk mi edecek?
İsrail, (İkinci İsrail) olarak görev yapacak Kürdistan’ı kurdurtmaktan vaz mı geçecek?
Barzani denen eşkıya, Irak Türkmenlerini öldürmekten vaz mı geçecek?
Ekonomik kriz, gelmekten vaz mı geçecek? İşsizliğin önü mü alınacak?

Tabii ki bunların hiçbiri olmayacak!
Ya ne olacak? Şu an kendisinin ve ailesinin geleceğini garantiye almaktan başka bir düşüncesi olmayan Erdoğan, kendi partisinin içinden gelebilecek bir karşı hareketi bir müddet daha geciktirmiş olacak! Tüm olay maalesef bu kadar basit ve iğrençtir

Tam bu olayı hazmetmeye çalışıp sinir sistemimizi yatıştırırken, Erdoğan’ı Milletvekili yapıp Türkiye’ye armağan eden, bu arada sekreterini de Milletvekili yapan, 80’e merdiven dayamış “hırs küpü” Deniz Baykal, Sayın Abdullah Gül, %49’un Cumhurbaşkanı adayı” olabilir, deyiverdi! Arkadaş, %49’un sahibi sen misin ki, başımıza şapka geçirmeye çalışıyorsun?
Türkiye’de başka adam mı kalmadı da Siyasi İslam’ın sinsi militanını Türk Milletine kabule çalışıyorsun? Biriniz hastasınız, diğeriniz 80’e gelmişsiniz, görmediğiniz mevki, yemediğiniz nane kalmamış! Doymadınız mı, nefsinizi mi frenleyemiyorsunuz?
Lütfen Türk Milletine bi huzur verin artık, bir parça huzur…

Değerli Okurlar,
Sultan 2. Mahmut’un vezirlerinden Halet Efendi, milleti canından bezdirmiş!
Öldüğünde arkasından şu söylenmiş;
Ne kendi etti rahat / Ne memlekete verdi huzur,
Yıkılıp gitti cihandan / Dayansın ehli kubur…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 03 Mayıs 2017
=================================================
Dostlar,

Sn. Serdaroğlu gene oldukça başarılı bir yazı yayımladı, sağolsun..
İçine sürüklendiğimiz olağanüstü koşullarda CHP, ülkenin “hayır” hattını örmekle, sürdürüp güçlendirmekle ödevlidir.
Şimdilik en temel görev budur.
Dolayısıyla, CHP’ye içeriden ya da dışarıdan hiçbir saldırının zamanı değildir.

  • Vargücümüzle CHP’yi, halkoylamasında “hayır” diyen ama iradeleri cebir ve hile ile çalınan 25 milyonu aşkın insanı bir arada tutmaya yönlendirmeliyiz.

Söz konsu olan gerçekten vatandır ve gerisi ayrıntıdır.
Turnusol kağıdı budur; Baykal da, F. Sağlar da, M. İnce de…. öbürleri de
bu stratejik önceliğin ayırdında olmak ve buna göre davranmak zorundadır.
Herkes söz ve davranışlarını bu bağlamda büyük bir özenle ayarlamalıdır.
Hedef, bir an önce AKP iktidarından kurtulmaktır, artık tahammül kalmadı..

Sevgi ve saygı ile. 03 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Pamukoğlu: ‘Hayır’ önde; yüzlerinden belli

Pamukoğlu: ‘Hayır’ önde, yüzlerinden belli

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Onursal Başkanı emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, referandum çalışmaları kapsamında Türkiye’yi dolaştığını belirterek, ” ‘Hayır’ların önde olduğunu anlamanız için bunların konuşmalarına ve yüzlerine bakın. Sosyal yönden körlüğü olmayan biri, işlerin ne kadar kötü gittiğini anlar.” dedi. (YURT Gazetesi, 02 Nisan 2017)

Pamukoğlu: 'Hayır' önde, yüzlerinden belli

Kastamonuya’ya gelen Osman Pamukoğlu, Şerife Bacı Öğretmenevinde partisinin il başkanlığı tarafından düzenlenen konferansa katıldı. Pamukoğlu, şöyle konuştu:

– “Referandumda ‘Hayır’ oyu kullanacaklara ‘Terörist’ diyorlar. ‘Terörü yok edeceğiz, ekonomiyi düzelteceğiz, güven adalet sağlayacağız’ diyorlar. Terör siyasi ve ekonomik desteği olmadan ayakta duramaz. Silah kullanmayıp terör örgütüne ayni ve nakdi yardımlar yapan, psikolojik olarak onlara moral veren kurum veya kişilere yardım ve yatakçı denir. Oslo’dan başlayıp Habur’a kadar giden PKK elebaşısının direktiflerini Diyarbakır meydanlarında okuyup ağlayanlar yardım ve yatakçılık yaptılar. ‘İmralı’daki adamın yeri darmış genişletelim’ diyorlar. ‘Efendim televizyon kanalları artırılsın. Adamın orada canı sıkılıyormuş’, 5-6 tane de PKK’lı gönderdiler yanına. Bu yardım ve yataklık değil de nedir? “Çözüm süreci” diye valiler, kaymakamlar, jandarma komutanları, şunları bunları oturttunuz odalarında ve PKK’lılar köpeksiz köyde çomaksız oynadı. Hem kırsallarda hem kentlerde. Sonra da 7 tane ilçeyi ele geçireceğim diye uğraştınız.
– Her yeri cephanelik yaptılar.
Orada verilen yüzlerce şehit çocuk kimdi? Kim yaptı onu?”

Pamukoğlu, ‘Hayır’ oylarının önde olduğunu savunarak,

  • FETÖ’de terör örgütü değil mi? Buna yardım yataklığı kim yaptı?
  • Bunlar adalet mekanizmasına, orduda generalliklere kaç yılda yerleştiler?
  • Peki IŞID denilen celllatlar, bunların hastaları ve yaralılarının bakımları hangi ülkenin hastanelerinde yapıldı?
  • Şimdi de dön ‘Hayır diyenler terörist.’ Bir ayı aşkın zamandır dolaşıyorum. ‘Hayır’lar önde. ‘Hayır’ların önde olduğunu anlamanız için bunların konuşmalarına ve yüzlerine iyi bakın.
    Sosyal yönden körlüğü olmayan bir kişi onlar yönünden işlerin ne kadar kötü gittiğini anlar.”
    ==============================
    Dostlar,

Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Onursal Başkanı emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu,
bir yiğit adamdır. Yıllarca Ordumuzda en kritik görevlerde bulunmuş ve emperyalizmin maşası bölücü silahlı terör örgütü ile göğüs göğüse dağlarda çatışmış bir komutandır. Emekli olduktan sonra da durmamış ve ülkemize hizmetini bir siyasal parti kurarak sürdürmüştür. Zamanında ayrılmayı da bilmiş ve Partisinin genel başkanlığını, dava nöbetini arkadaşlarına bırakmıştır.

Aşağıda gösterilen 15 kitaba imza koymuş bir insandır.

İnsan ve Devlet Başka Bir Hikaye & Herkese Yaşam Üzerine Notlar  Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok Ey Vatan Akıllı Ol & Güç ve Zeka İçin Yaşam Rehberiniz
Kara Tohum Ayandon Savaş Sanatı Önder & Çağların Özlemi Siyasetin Sefaleti
Kafes & Beyaz Çığlıklar Yolcu / Beyhude Geçmesin Bu Ömür Strateji Angut Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok
Türkiye değerlerini hoyratça tüketen bir ülke oldu..
Pamuokoğlu Paşa’dan da yararlanmayıp dışlayacak ölçüde akıl dışına savrulduk.Erdoğan dün (01 Nisan 2017) Diyarbakır miting konuşmasında tarihsel bir hata daha yaparak / yineleyerek gerçek niyetini ve bilinç altını Kürt oylarını alma adına bir kez daha sergiledi :
* “Türk demiyorum, millet diyorum..” dedi.. (Herhalde 1 Nisan şakası yapmadı!?)
Yeyüzünde kurulu tüm devletlerin bir ülkesi (toprağı) bir de “insan topluluğu” vardır ve bu topluluk o ülkenin yurttaşlarıdır, milletidir.. Devlet kuran insan toplulukları milletleşir ve
Millet olurlar, bir de ad edinirler.
– Fransa devletini kuran halk / ahali / Fransa insanlarına Fransız milleti denir.
– İngiltere devletini kuran halk / ahali / İngiltere insanlarına İngiliz milleti denir.
– Almanya devletini kuran halk / ahali / Almanya insanlarına Alman milleti denir…
– ABD devletini kuran halk / ahali / ABD insanlarına Amerikan milleti denir.
…….
Bu tümceleri 200’e yakın kez yinelemek olanaklıdır ve yeryüzünün güncel gerçeğidir.
Büyük ATATÜRK de, ULUS DEVLET gerçeğinden kalkarak;
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına – ahalisine Türk Milleti denir.”
demiş ve Anadolu halkını birleştirerek hiçbir ayrım yapmamıştı.
Dolayısıyla, bu topraklarda,Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan bu devletin vatandaşları – yurttaşlarının adı TÜRK MİLLETİDİR! Herhangi bir millet değildir!
Farklı etnik kümelerin varlığı – ki bir gerçek ve Anadolu’nun zenginliğidir- TÜRK MİLLETİ olgusunu değiştiremez ve asla görmezden gelme olanağı da vermez.
Erdoğan’ın söylemlerine çooook ama çoooook etmesi gerekmektedir.
AÇILIM – SAÇILIM saçmalıklarının ülkeyi bölünme eşiğine sürüklediği unutulmamalıdır.
O kanlı ve batak defterler yeniden açılmamalıdır.
Bu arada “saygın” devlet adamımız Bahçeli ne buyuracaklar bu Erdoğan salvosuna,
merakla bekliyoruz. 2 gün oldu, ses seda yok.. 3 maymunu oynamak istiyorlar?!
“TÜRK MİLLETİ” sözünü ağzına almayarak yadsıyan Erdoğan, Türkiye’ye padişah yetkisiyle neredeyse diktatör olmak istiyor eyyy Bahçeli ve tapınanları, duydunuz mu?
Titreyin ve kendinize dönün artık.. 
E. Tümg. Osman Pamuk paşamızın hiç olmazsa “Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok”
adlı kitabını okuyunuz, okutunuz ve ibret alınız, dets çıkarınız..
AKP – RTE, halkoylamasında “evet” çıkarma adına yapamayacakları şey olmadığını
ortaya koyuyor ki, bu tutum ülkemiz – insanımız için son derece tehlikeli, giderilemeyecek
tehlikeler doğurabilir.. Bu tavır ve söylemin adı birleştiricilik değil, tersidir!
Hep yazıyoruz, danışmanların ve AKP önde gelenlerinin, ailenin sorumluluğu çok ağırdır. Erdoğan’ın konuşmaları dikkatle düzenlenmeli ve metin dışına çıkmaması için uyarılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 2 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez Derhal İstifa Etmelidir!

İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez
Derhal İstifa Etmelidir!

portresi

 

Dr. Ali Rıza Üçer
Tıp Kurumu Genel Sekreteri

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Çözüm süreci için  tecrit kaldırılsın!”  bahanesiyle  Abdullah Öcalan ile görüşme talebinde bulunan DTK, HDK, KJA, DBP ve HDP gibi PKK yandaşı örgütlerin Diyarbakır’da başlattığı açlık grevinde İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez’in Öcalan ve PKK’ya verdiği açık destek utanç vericidir.

selcuk_erez_apo_tecriti_kaldirilsin_10-9-16

Erez, pervasız biçimde Öcalan ve PKK için tezgahlanan açlık grevi eylemine destek olurken, “Halkın alkış tutup tebrik etmesi gerekiyor. Kürt halkının temsilcisi Apo’dur. Barışa inanıyorsak, bir an evvel masa başına oturmalıyız” diyecek kadar ölçüyü kaçırmıştır. Erez’in eylem ve açıklaması Türk Ceza Kanununa göre de alenen suç niteliğindedir, derhal İTO Başkanlığı görevinden istifa etmelidir.

Selçuk Erez’in BDP Diyarbakır İl Örgütünde yaptığı bu talihsiz açıklama Türk Tabipleri Birliği yönetimiyle birlikte Başkanı olduğu İstanbul Tabip Odası ve diğer yandaş odaları da bağlamaktadır. Erez’i kınamadıkları ve istifaya davet etmedikleri takdirde suça ortak olmaya devam edeceklerdir.

Hekimlerin örgütlerine sahip çıkması hayat memat meselesidir.

  • Türk Tabipleri Birliği ve Odalarımız asla PKK’ya teslim edilemez.
    10.09. 2016

=========================================

Dostlar,

Çok üzcücüdür bu gelişme.. Prof. Selçuk Erez 80 yaşında, çok kıdemli bir hekimdir, meslek büyüğümüzdür, hocamızdır. Bu yaşında hala çok etkindir (aktiftir); kalkıp Diyarbakır’a gitmiş ve bir etkinliğe katılmıştır Cumhuriyet gazetesinde düzenli ve nitelikli yazılar yazmaktadır. Cerrahpaşa Tıp Fakütesi’nin Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalını uzun yıllar yönetmiştir.

Prof. Erez’in AKLIMIZIN AMBARGOLARI adlı yapıtını herkesin okumasını öneririz. Ancak hazin bir ironi midir Erez hocanın başına gelen?? Erez hocanın aklına kimler – nasıl ambargo koydu da hocamız bu ileri yaşında olmayacak işlere katılıyor??

Sevgi ve saygı ile.
10 Eylül 2016, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Rifat Serdaroğlu : BU GÜNÜN ÜÇLERİ

BU GÜNÜN ÜÇLERİ

portresi_kravatli

 

Rifat Serdaroğlu

 

 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

12 Eylül 1980 darbesi sonrası, sıkıyönetim mahkemeleri ikinci mekânımız olmuştu!
Genel Başkan Yıldırım Avcı’nın yargılanması nedeniyle İzmir Üçkuyular Hava Hastanesi salonları, toplu davalar için hazırlanmıştı.
Dava sıramızı beklerken, bekleme salonuna yüz kadar “Dev-Genç sanıkları alındı. O zaman cezaevlerinde mavi renkli basit kumaştan “tek tip” elbise giymek zorunluydu. Tek tip kıyafete itiraz, darbe yönetimine itiraz demekti! Bekleme salonunda gazetecileri gören kızlı-erkekli gençler, giyimlerinin üst taraflarını yırtarak çıkarıp şu sloganı atmaya başladılar;

“Bu günün beşleri, yarının leşleri…” (Ülkeyi yöneten 5 Generale atfen)

Bu muhteşem sloganı hiç unutmadım. İnandığı davayı savunmaktan hiçbir koşulda vaz geçmeyen gençlerin, Jandarma’ya karşı o salonda verdikleri mücadeleyi hep  hatırladım Gençlerin sloganı, yıllar sonra gerçek oldu. Darbe döneminin güçlü generalleri, birer kaçak gibi yaşayıp, yok olup gittiler…

Demokrasi, aykırı düşüncelerin tartışıldığı, demokratik rejimin asgari müştereklerinde birleşildiği, yanlışlara ortak olunamayacağı, mevcut rejimler içinde özgürlüklerin en çok kullanıldığı bir rejimdir. Daha iyisi bulununcaya kadar, bununla idare edeceğiz…

Pazar günü İstanbul’da 15 Temmuz Darbe Girişimini protesto etmek için Cumhur’un Başı Erdoğan Yenikapı Meydanında bir miting düzenleyecek. Erdoğan, adamlarına Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’yi davet edin emrini verdi. Bahçeli, her zamanki gibi Erdoğan ve AKP’ye “Baston olma” çabası içinde,
“Ben gider, Erdoğan’ın sağ yanında sap gibi dururum” deyiverdi.
Kılıçdaroğlu önce nazlandı, cilve yaptı, sonunda yeni gelin gibi “Hem ağlarım, hem giderim” diyerek o da Erdoğan’ın sol yanındaki yerini alacağını açıkladı.
Böylece Pazar günü kürsüde, “Bu Günün Üçleri” yanyana duracaklar.

Erdoğan şiirler okuyup, ağlayarak şarkı sözlerinden örnekler verirken, ponpon kızları da hareketli gösteriler yapıp, demokrat dincileri (!) coşturacaklar…

Kılıçdaroğlu-Bahçeli Kardeşler, lütfen iyi dinleyin                   ;

Siyaset bir inanç işidir. İddianız kadar yaşama hakkınız vardır.
Sizler iddialarınızdan vazgeçip, Erdoğan’ın emrine girdi iseniz, bunu mertçe kendi partilerinize söyleyin. Sizlere inanmış insanlarla hiç olmazsa alay etmeyin. Kapatın partilerinizi, katılın AKP’ye sizler de Karun olun…

-Darbelere karşı çıkmak için Erdoğan’ın yanında durmak gerekmez!
T.C. Devletine sahip çıkmak farzdır ama Hükümete sahip çıkmak zorunda değilsiniz!
“Çözüm Süreci” denen ihanet sürecini siz mi savundunuz? Binlerce vatan evlâdı bu süreç boyunca yapılan ihanetler yüzünden can vermediler mi?
Hadi milletten utanmadınız, şehitlerimizden de mi utanmadınız?
-Anayasanın açık emrine rağmen, IŞİD gibi kafa kesicilere militan yetiştiren kaçak kursların açılmasına siz mi izin verdiniz? Bu kurslarda tecavüze uğrayan, yanarak can veren yavrularımızdan da mı utanmadınız?
-Saraya gittiniz desteğinizi belirttiniz, Erdoğan ertesi gün “İsteseniz de istemeseniz de o kışlayı Taksim’e yapacağım” demedi mi!
-Türk Ordusuna subay yetiştirecek, Cumhuriyetin Askeri Okullarını, Harp Akademilerini kapatırken sizlere sormadı bile değil mi!
15 Temmuz Darbesini yapan FETÖ militanlarını devlete Erdoğan değil de, siz mi soktunuz!
-FETÖ ile 12 sene boyunca kumpasları, ihale birlikteliğini Erdoğan değil de siz mi yaptınız!
-Demokrasiyi sizler de, günü geldiğinde inilecek bir araç olarak mı görüyorsunuz!
-Erdoğan’ın yanında vereceğiniz üç’lü resimlerin yarın özellikle eğitim seviyesi düşük insanlara, ”Bakın, bunlar da Erdoğan’a destek veriyorlar, siz de verin” şeklinde kullanılacağını görmüyor musunuz?
17/25 ve Erdoğan için söyledikleriniz hala kulaklarımızda! Rıza Zarrab’ın parayla önüne yatırdığı Bakanlar, Erdoğan’ın değil de sizin Bakanlarınız mıydı?
-Sıfırlama işini Erdoğan değil de, sizler mi yaptınız!
-Sizin çocuklarınız mı bir kezde 100 Milyon Dolar bağış alan vakıflara sahip!
-Sizin çocuğunuz mu, yurtdışında kara para aklamaktan yargılanıyor!
-Yarın, 15 Temmuz’un bir yerinde Hakan Fidan parmağı çıkarsa, Türk Milletine ne diyeceksiniz? Siz de, Erdoğan gibi; “Kandırıldık, çok safmışız” mı diyeceksiniz?

Önce bu sorulara cevap verin, sonra gidin ikinizin de kezlerce “Diktatör Bozuntusu” dediğiniz İmamın arkasında saf tutun! Tabii ki çarpılmazsanız…
*****

Değerli Okurlar;
Türk Milletinin şanssızlığı yalnızca Erdoğan zihniyetiyle yönetilmesi değildir.
Esas şanssızlığımız, bir türlü dik duramayan ve “Bu seçimde ben iktidar olacağım” diyemeyen muhalefet liderleridir. İnşallah bu günün üçleri, bu şanssızlıkların sonu olur…

Sağlık ve başarı dileklerimle 06 Ağustos 2016

==========================================

Dostlar,

“Büyük Yenikapı – İstanbul mitingi” 7 Ağustos 2016 günü (dün) yapıldı..
Dileriz beklenen kaynaşmayı sağlasın ama umutlu olmak için çok fazla veri yok..

– Tayyip bey, salt kendi tabanına dönük, bütünleştirici olmayan dinci Rabia ritüelini sürdürdü..
– Tayyip bey yine 1 kez olsun ATATÜRK demedi!.. “Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal” sözleri ağzında iğreti duruyordu.. (Dileyen iyimserler “gene de” sevinebilir…)
– Askeri liselerin kapatılmasını savundu..  Bütün lislerden gelsin, Harp Okullarına girsinler.. dedi. 2 büyük çelişkiye düştü.. İlki Harp Okullarını da kapattıkları ve Milli Savunma Üniversitesi kurmuş olmaları. Öbürü ise İmam Hatip Liselerinin (İHL) durumu.. İHL’ler gerçekte İmam ve Hatiplik mesleği için ön hazırlık okullları olmalı değil mi? Tıpkı Askeri Liseler gibi.. Bu durumda İHL’lere gerek yoktur, tüm lislerden gelen gençler eğer İmam – Hatip olmak (salt erkekler) ister ya da din bilgileri eğitimi almak isterlerse (erkek + kadın) pekala İlahiyat Fakültesi’ne kaydolabilirler. Bekliyoruz.. İHL’ler de kapatılsın..
– Tayyip bey FETÖ’cülere İDAM cezası konusunu gene popülizme ve duygu sömürüsüne konu etti. Hukuksal olarak ve uluslararası sözleşmeler nedeniyle olanaklı olmadığını çok iyi bildiği halde.
– Tayyip bey özeleştiri yapmadı ve şunlar, şunlar, şunlar…. yanlıştı.. Bunlar için de halkımızdan özür diliyoruz ve bu hataları yinelemeyeceğiz… demedi.. Siyasal ve hukuksal ağır sorumluluk kitlelerin gözüden ısrarla kaçırılmakta. Yüksek doz ve düzeysiz Halk yardakçılığı yine klişe idi.
– Çooook özel bir kişilik (nev’i şahsına münhasır) olarak TBMM Başkanı İ. Kahraman, Malazgirt’ten başlayarak Fatih dahil birkaç büyük tarihsel dönemeci andı ama Cumhuriyet’ imizin kurucusu ve kendisinin oturduğu makamın kurucusu, asli sahibi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ü anmayarak kendine yakışanı ve kendinden artık bekleneni bir kez daha yaptı. Bay Kahraman, “ATATÜRK” ü anarsa çarpılacağından korkuyor korkarız..
– CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu 12 madde saydı ama özellikle Laiklik vurgusu çoook zayıf ve eksik kaldı. AKP ve RTE’ye dönük temel eleştiri ve beklentileri net olarak ortaya koyamadı kuşatıcı psikolojşj iklim yüzünden sanırız.
– Hala MHP Genel Başkanı olan D. Bahçeli nam zat ne söyledi, beleğimizde hiç iz yok!
– TBMM’nin 4. partisi ve TBMM dışı muhalefet çağrılı değildi. Ulusal bütünleşme bu mudur??
*****
Sonuç              ;

Bu miting, sanırız ve korkarız ki; AKP – RTE’ye destek oranını birkaç puan yükseltmiştir.
Bir aklama, yıkama – yağlama işlevi görmüştür..
Gündem değiştirme operasyonu ustaca sürdürülmekte; AKP – RTE’nin bu 15 Temmuz ABD destekli FETÖ maşalı kanlı girişiminde asıl sorumlu oldukları gerçeği bastırılmakta, örtülmekte,  ötelenmekte ve uutturulmak istenmektedir..
Anayasaya açıkça aykırı, AKP – RTE’nin derin ve “gecikmiş” muratlarını yerine getiren OHAL kararnameleri, 8. gününde hala Anayasa Mahkemesine taşınamamıştır.
Demokrasi nöbeti alturkalığı, vıcık vıcık popülizm ile 10 Ağustos gecesi dahil, 3 gün daha uzatılmıştır..
……

Ne yapılması gerektiğini 12 +1 maddede olarak sıralamıştık sitemizde :

3 OHAL KARARNAMESİ İLE HUKUK DEVLETİNİN KALINTILARI DA SÜPÜRÜLDÜ .. YA BUNDAN SONRA ??

AKP – RTE hangisini vaadetti?
Muhalaefet hangilerine olmazsa olmaz dedi??

İşimiz çook zor.. Ama başarmak zorundayız. Başaracağız..

Mustafa Kemal’in çocukları,
kutsal emanet Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza dek tam bağımsız ve onurlu yaşatmaya kilitlidir..

Sevgi ve saygı ile.
08 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SİYASET SİLAHA ESİR OLMAMALI


SİYASET SİLAHA ESİR OLMAMALI

Hüseyin Çelik, Doç. Dr.
(Eski) AKP Milletvekili, M. Eğitim Bakanı, Parti Sözcüsü
http://huseyincelik.net/siyaset-silaha-esir-olmamali/ 26.01.2016

PKK, hendek siyaseti ile bölge insanını felakete sürüklemiştir.
Silaha teslim olan HDP siyaseti ise bu tavrı ile maalesef yüzlerce genç insanın
kanına ekmek doğramıştır.

Dağda, mezrada, yaylada, mağarada bulunan PKK’lı teröristlerin silahlarıyla birlikte
şehirlere yerleşmeleri, filin züccaciyeci dükkanına girmesi gibidir. Fil oradan eninde
(AS: önünde) sonunda ölü olarak çıkarılabilir ancak… Dükkanda sağlam cam, porselen
veya kristal kalmayacaktır. Bugünkü manzara ne yazık ki budur.

Çözüm süreci ne yazık ki katledilmiştir

Çok iyi niyetlerle ve büyük bir cesaretle başlatılan Çözüm Süreci, ne yazık ki katledilmiştir. Çözüm Süreci esasen başlangıç için iki şart getiriyordu:

  1. Parmaklar tetikten çekilecek.
  2. Tüm silahlı PKK’lı unsurlar ülke sınırlarını terk edecek.

Birinci şarta hem devletin silahlı güçleri hem de PKK uydu.
Ancak silahlı PKK’lılar ülkeyi terk etmek yerine gelip kentlere yerleştiler.

‘Çözüm Süreci’ni bozmamak adına ve tamamen iyi niyetle, valiler, kaymakamlar, savcılar, hakimler, polis, asker, jandarma ve korucular, PKK’nın yapıp ettikleri karşısında
adeta elleri kolları bağlı sabrın sınırlarını zorlayarak beklediler.

PKK, ‘Çözüm Süreci’ni kendi lehine ama Kürt halkının aleyhine istismar etti.
Gelinen nokta ise vahim…
Siyaset inisiyatifi silahlara bıraktı!

Biz, bölgeyi ve bölgenin dinamiklerini bilen birisi olarak,
2009’dan itibaren olanları ve olabilecekleri,

– Bakanlar Kurulu’nda,
– AK Parti MYK’sında,
– MKYK’sında,
– AK Parti Ortak Söylem toplantılarında ve nihayet
– Çözüm Süreci konulu tüm özel toplantılarda

yetkili arkadaşların,
– Sayın Başbakan’ın ve
– Sayın Cumhurbaşkanı’nın huzurunda,
– bütün açıklığı ve netliği ile ortaya koyduk.

Zaman zaman kendisini Çözüm Süreci’nin romantizmine kaptırarak bütün fotoğrafı görmek istemeyen bazı yetkili arkadaşların ciddi tepkilerine de muhatap olduk.

2014’teki Afyon’daki AK Parti İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nda
benzer bir yaklaşım ve tutumla endişelerini dile getiren ve uyaran
ciddi sayıdaki milletvekili, bu yetkili arkadaşlar tarafından tepkiyle karşılandı.

Keşke yanılmış olsaydık

Ancak zaman, bizi ve konuyu bizim gibi gören AK Partili milletvekillerini haklı çıkarmıştır. Keşke yanılmış olsaydık da bugünkü manzara ile karşılaşmasaydık…

Bugün adeta borsa göstergeleri gibi her gün ölüm rakamlarının verildiği zamanlara geldik. Unutmayalım ki ölümler her iki yakada da kinleri, nefretleri ve öç alma duygularını büyütüyor.

Bazıları Sur’u Çermik gibi, Çüngüş gibi Diyarbakır’ın herhangi bir ilçesi zannedebilir.
Ancak bilenler bilir ki Sur kadim Diyarbakır’dır, yanı Diyarbakır surlarının çevrelediği
tarihî Diyarbakır şehridir. Fatih ilçesi İstanbul için ne ise… Sur da Diyarbakır için aynıdır.

PKK, ağır silahlarıyla gelip metropol bir şehre yerleşmişse bunda kendisi için ders ve sorumluluk çıkaracak birçok ‘yetkili’ olmalıdır.

Bir AK Partili, bir Kürt, bir vatandaş olarak…

Bir AK Partili, bir Kürt ve her şeyden önemlisi bu ülkede feryat etme sorumluluğu hisseden bir vatandaş olarak hayatının baharında toprağa düşen şehitler ve onların geride bıraktıkları gözü yaşlı aileleri adına bu çatışmalarda hayatını kaybeden Kürt gençlerin geride kalan
bağrı yanık anneleri adına, bu ülkenin heba olmaya devam eden kaynakları adına,
harap olan şehirler adına ve bu ülkenin dinamitlenen bin yıllık kardeşliği adına
derin bir elem ve ızdırap duyuyorum.

Her zaman söyledik, söylemeye devam edeceğiz. Dünyanın hiç bir yerinde silahla saldıran terörist gruplara çiçek buketleri ile karşılık verilmez. Elbette kısa ve orta vadede silahlı mücadele terörle mücadelenin olmazsa olmazıdır. Ya uzun vade daha ne kadar uzayacak? Silah ”hard power”dır. Yani kaba güçtür. Siyaset, konuşma, müzakere, diyalog özetle akıl ”Soft Power”dır. Yani yumuşak güçtür. Kaba güç de ancak akılla yani yumuşak güçle idare edilirse bir işe yarar. Aksi takdirde yarayı derinleştirir. Doktorun tıbbî yöntemlerle yarayı deşmesi ile herhangi bir insanın bildiği yöntemlerle yarayı kurcalaması şüphesiz ki
çok farklı şeylerdir.

Gönüller bölünürse toprak neye yarar!

Özetle demem odur ki silahlı mücadele devam ederken siyaset, yanı akıl bütün imkanlarını devreye sokmalıdır. Bunun yolunu, yöntemini ve kapsamını da akıl tayin edecektir.
Yeter ki akla yol verilsin. Aklımız duygularımızı idare ederse milletçe kazanırız.
Tersi olur da duygularımız aklımızı idare ederse hep birlikte kaybederiz.
Tarih, duyguları aklına galip gelenlerin trajik sonlarının örnekleri ile doludur.

Ben, bu ülkede toprak bölünmesi olmayacağına inananlardanım.
Ne var ki gönüller ve beyinler bölündükten sonra toprak bütünleşik kalmış neye yarar! Unutmayalım ki toprak insan içindir; insan toprak için değil.

========================================

Evet dostlar,

Hüseyin Çelik beyefendinin günah çıkarışı yukarıda..
Yazdıkları her şeye karşın önemli.
Epey geç de olsa..
Yeterince açık olmasa da..
Hüseyin beyin sanırız özlediği mevki artık kalmamıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı yapmış, iktidar partisi AKP’nin sözcülüğünü üstlenmiş ve partisinde
en üst görevlerde yer almıştır. Siyaseti bırakır ve Üniversiteye dönerse, Doçentlikte 5 yılını tamamlar ve yeterli bilimsel ürün ortaya koyarsa, Profesör de olur içinde kaldıysa eğer.
*****

Hüseyin bey, bu yazdıklarını daha net ve somut çözüm önerileri de içeren biçimde madde madde sıralayarak 12. CB Bay RTE’ye, kamuoyuna açık mektup biçiminde yazmalıdır.

Ortada olup bitenler, SÖZDE ÇÖZÜM sürecinde = İHANET SÜRECİNDE olup bitenler öyle yenilip yutulur, unutturulur cinsten değildir.

Apaçık, hukuk devletinin en temel ilkeleri ayaklar altına alınmış, mülki amirlere yasa dışı buyruklar verilmiştir. Siyasal sorunluluk ve insani sorunluluk bir yana, ağır bir Anayasa suçu işlenmiştir. Anayasa ve çağdaş hukuk sistemleri YASAYA AYKIRI buyrukların yerine getirilemeyeceğini kurallaştırmıştır. 1982 Anayasasının 137. maddesine ilgili herkesin
bir kez daha ve özenle bakmasında çok yarar vardır. AKP iktidarının mülki – askeri erkana
bu bağlamda, yani PKK’lılara her ne yolla olursa olsun dokunulmaması emri,
ilgililerce kişisel arşivlere konmuştur. Yeri geldiğinde basına açıklanacak ve mahkemelerde savunma aracı olarak kullanılacaktır.

Her ne denli bu buyruklar, KONUSU SUÇ OLUŞTURDUĞU için, Anayasa md. 137 gereği yazılı verildiğinde bile yerine getirilmemesi gereken, getirilirse sorumluluk doğuracağı için,
bu Kaymakamlar yakayı kurtaramayacaklardır. Askeri cenahın güvenlik operasyonu yapmak için sayısı 300’e (üç yüz!) varan yazılı istemine karşın 10’u (on!) bile bulmayan izin yazısı eldedir. Mülki amirler için siyasetin baskısı ve varsa yazılı buyrukları belki (?) hafifletici neden sayılabilecektir ancak buyruğu veren siyasal otoritenin, dönemin Başbakanı RTE ve İçişleri Bakanlarının hafifletici nedenleri var mıdır?

”Bana Sam amca baskı yaptı..” mı diyeceklerdir?!

Yıllarca göz yumacaksınız;

– PKK ülkeyi terk edecek ya da silahlarını teslim edecek iken
– Tam da tersine dağdan inip hem de metropollere yerleşirken,
– Üstelik tuneller kazıp, barikatlar yapar ve hendekler kazarken
– Yani apaçık, Batı güdümlü bir silahlı iç çatışma ve isyana (iç savaşa!) hazırlık yaparken…

Tüm bunlara yaklaşık 4 yıl göz yumacaksınız, sonra da hala tam anlayamadığımız nedenlerle birden bire şahin kesilecek (?!) ve ”Sonuna dek temizleyeceğiz..” diye gürleyeceksiniz?!..

Kimin kesesinden? — Milletin vergisinden
Kimin malından?— Garip – gureba masum Kürt yurttaşların, ülkenin
Kimin canından? — Gencecik Vatan evlatlarının

Böylesi bir karabasan (kâbus) insanlık tarihinde çok az görülmüş ya da görülmemiştir.
Başlıca hatta tek sorumlusu, Sayın Çelik’in yazısında da açıklıkla adres gösterdiği
dönemin başbakanı ve 2104 Ağustos sonundan günümüze CB olan Bay RTE‘dir!

Evet, yüreğimizin yangının söndüremiyoruz.. PKK’lı hainlere acıdığımız pek söylenemez.. Her türlü kalleşlik ve kahpeliği emperyalizmin maşası olarak, sözde haklarını savundukları Kürt kardeşlerimiz adına yapmaktan geri durmuyorlar.. Ancak Mehmetçikler, polisler, korucular vahşice şehit ediliyor.. Her gün birkaç şehit haberi ocaklara yangın düşürüyor., silahsız masum halk ve özellikle çocuklar, kadınlar, yaşlılar.. PKK yıldırı için, psikolojik üstünlük kurma adına ve kamuoyunda bıkkınlık yaratmak için hiçbir kural tanımıyor.

****
Artık ok yaydan çıkmıştır..
Tüm tuneller çökertilecek, barikatlar kaldırılacak, hendekler kapatılacak ve
silahlı PKK ögeleri bölgeden temizlenecektir. Kandil’e kara harekatı da mutlaka..

IRA – İngiltere örneğinde olduğu gibi, tüm silahlar Devlete teslim edilecek,
suç işleyen PKK militanları da cezalarını çekmek üzere Devlete teslim edilecektir.
Öyle silahı gömmek ya da elini kolunu sallaya sallaya yurt dışına çıkmak yok!

Ardından oturur konuşuruz..

Ülkesi ve ulusu ile bölünmez bir Türkiye tartışma dışıdır.

Tekil (üniter) devletin ve Anayasanın ilk 4 maddesi başta olmak üzere, bağlantılı sistematiğin tartışılacak yanı yoktur.

1. sınıf bir demokrasi tüm yurttaşlar için esastır.
Etik ya da inanç temelinde siyaset utanç verici, yüz kızartıcıdır.

Sorunun çözümüne, Doğu – Güneydoğu’da feodalitenin,
Kürt toprak ağalığının tasfiyesi ile başlanmalı, yoksulluğun – işsizliğin,
eğitim – sağlık – altyapı sorununun üzerine öncelikle gidilmelidir

Önceki gün Bay RTE, kaymakamlara, terörle mücadelede mevzuatı bir kenara atma çağrısı yapmıştır, yapabilmiştir!
Bu dehşet verici bir durumdur.
Tayyip beyin bilinçaltını da dışavurmaktadır bir bakıma.

Hiçbir şey Tayyip beyi durdur(a)mamaktadır!?

Oysa üzerine titrediğimiz husus, mutlaka ama mutlaka HUKUK DEVLETİ kurallarına uymaktır. Terör ya da suç örgütleri doğaları gereği yasa ve hukuk dışıdırlar ve eylemleri de haliyle öyledir. Ancak bu durum bile Devletin mutlak hukuk devleti sınırlarını kaldırmaz.

Türkiye CB Bay RTE ne yazık ki bir kez daha apaçık ve bu kez kamuoyu önünde suç işlemekte ve güvenlik güçlerini suç işlemeye teşvik etmektedir.
Bizim de yurtsever güvenik güçlerimize çağrımız tam tersinedir..

Aman haaa.. sakı haaa.. Hukuk dışına çıkmayınız.. Buna gerek yoktur zaten.
Türkiye meşru bir savunma içinedir.

Tayyip beyin başta TBMM, kamuoyu tarafından frenlenmesi gerekmektedir.
CB seçiminde aldığı oy, toplam seçmen sayısının yalnızca %38’idir, bunu hiç unutmasın.

Ana muhalefet ve MHP (HDP’yi saymıyoruz, artık çoooook net biçimde PKK’nın
TBMM uzantısıdır!) Parlamentoda Bay RTE’nin bu çok tehlikeli çıkışını gündeme taşımalıdır.

CB dokunulmaz değildir.. Hele hele suç işleyen bir CB asla..
TBMM pek ala bir uyarı kararı alarak bunu kamuoyuna açıklayabilir ve
Bay RTE’ye tebliğ edebilir… Bu uyarı Tayyip beyi kendine getirebilir..

Rejimin kalbi TBMM’dir. Ana sorumluluk TBMM’nindir..

* Sayın Hüseyin Çelik gibi nihayet vicdanı uyanan ve giderek isyan eden
vatansever – yurtsever AKP’liler.. görev başına..

Yangın daha fazla büyümeden Tayyip beyi hizaya çekiniz.. Yoksa halimiz haraptır.
Önce AKP göçecek, parçalanacaktır, hesap verme dönemi açılacaktır..
Türkiye ise her geçen gün uçuruma iyice itilmektedir Bay RTE tarafından..
Vicdanınızın – gönlünüzün mührünü çözünüz..
3 maymunu oynamayı bırakınız..

Gerçekten Müslümansanız Allah’tan korkunuz..

Sevgi ve saygı ile.
2
7 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Toplumsal depresyon…

Toplumsal depresyon…

Dr. Erdal Atabek
Cumhuriyet, 14.9.2015
“Depresyon”, çökme demek. Çöküntü, çökkünlük. Bir tıp terimi olarak ruhsal denge bozukluğu. Ekonomide de kullanılıyor.
Yaşamı tehdit altına sokulmuş bir toplumun çaresizliği söz konusu olunca depresyona şaşılır mı? Günümüzün Türkiye’si her alanda olumsuzluklarla kuşatılmış.
Sosyal yaşam, çatışmalarla, vuruşmalarla kana ve acıya boğulmuş. Yıllarca “çözüm süreci” diye açıklanmayan görüşmelerle, gizlenen buluşmalarla oyalanan toplum bugün bir savaş alanıyla karşı karşıya. Her gün şehit askerler, polisler, öldürülen PKK militanlarının haberleri ekranlarda, gazete sayfalarında. Etnik köken ayrımcılığı kentlere yayılmış. Muhalif basına karşı sokak kalabalıkları harekete geçirilmiş.
Toplumsal güven ortadan kalkmış. Herkes kendini kime ve neye karşı koruyacağını şaşırmış, sokaklarda etnik kimlik soruşturmaları yapılıyor.
Toplumun en üst düzey yetkilisi, olan biteni “400 milletvekilinin tek partiden seçilmeyişine” bağlıyor. Hükümetin başı ipin ucunu kaçırdığının farkında. Kendisinin de inanmadığı belli şiddet söylemini yineleyip duruyor.

***

Toplumsal depresyona neden şaşalım?
Yıllar önce bir “Uluslararası Psikiyatri Kongresi”nde kürsüdeki konuşmacı “depresyon belirtileri”ni anlatıyordu. Kötümserlik, yaşama sevincinin azalması,
Daha önce ilgi duyduğu şeylere karşı ilgi kaybı, isteksizlik, Enerji kaybı, harekete geçememe,
Kararsızlık, verdiği kararlara güvenememe, Uyku bozuklukları, uykusuzluk ya da aşırı uyuma,
İştah bozuklukları, yemek yememe ya da aşırı yeme,
Dikkat bozukluğu, konsantrasyon bozulması,
Bunları duyarken yanımdaki delegeye dönüp “Bu durum bizim insanımızın normal hali değil mi?” demiştim. O da gülümsemişti. Gerçekten de kabul etmemiz gerekir ki“yaşam kültürümüz depresyona daha yakın”.
Aslında depresyonu yaratan da “umutsuzluk, çaresizlik duygusu, kararsızlık, harekete geçememe durumu”.
Depresyondan kurtulmak da aynı yollardan geçiyor: Umudunu yaratan kararlılık,
Çarenin kendi olduğu bilinci, Harekete geçme, mücadele etme, risk alma.
Bunları yapamamanın, yapmamanın bedelidir depresyon. Aslında “depresyon”, yaşamla uzlaşmanın bir yolu. Bedel ödemekten kaçınmanın bedeli. Görmezden gelmenin, sorumluluktan kaçmanın bir sığınağı olmaktadır depresif durum.
Bireyin ruhsal çökkünlüğü dediğimiz durum da sosyal koşulların dayatmasının büyük rol oynadığı bir ruhsal denge kaybı. Bu çöküntüden çıkışın yolu da “sosyal mücadele”den geçiyor.

Asla umutsuzluğa düşmemek,

“Ben tek başıma ne yapabilirim?” mazeretine sığınmamak,
Örgütlenmek, çoğalmak, gücünü arttırmak, Asla yılgınlığa düşmemek,
Şiddet yöntemini akılla boşluğa düşürmek, Sosyal mücadeleyi kesintisiz sürdürmek…

***

Ekonomik depresyon çarşıda, pazarda yaşanıyor.
Taze fasulyenin kilosu 8 lira. Domates 5 lira. Bir tencere yemekte yağı var, tuzu var, pişirmek için gazı var. Sonuçta bir tabak yemeği kaç kişi yiyecek. Her köşe başında çocuklu bir Suriyeli aile. Hani sizin Ortadoğu politikanız. Bu insanların yerini yurdunu neden karıştırdınız?
Sosyal depresyonun da, ekonomik depresyonun da çözümü “politik depresyon”dan kurtulmaktır. Politik depresyon bu siyasal iktidardır. Kurtuluş da bu iktidarın değişmesidir.

Güç, artık vatandaşın ellerinde…

===============================

Dostlar,

Meslek büyüğümüz Sayın Dr. Erdal ATABEK (İç Hastalıkları – Dahiliye Uzmanıdır), bir hekim olarak topluma yol göstermeye, yıllarca yazdığı tıbbi reçetelerinin yanı sıra “toplumsal reçeteler” de yazmayı sürdürüyor. Ruhsal bozuklukların özneleri salt tekil insanlar, hayvanlar hatta bitkiler değildir! “Topluluk özneleri” (Kollektf özneler) de Ruhsal (Psikiyatrik) bozuklukların (Disorder) ve Hastalıkların (Disease) özneleri olabilmektedir. Açıkçası toplumlar da depresyona girebilir, paranoid bozukluk gösterebilir (Hitler’in Nazileri), hatta Şizofrenik davranışlar sergileyip şizoid tepkiler verebilir, yaşamın gerçekliğinden kopabilirler. Sosyal Psikiyatri, Psikiyatri’nin ve Halk / Toplum Sağlığı‘nın bir alt disiplini olup, ruhsal bozuklukların toplumsal etmenleri ve kökleri ile ilgili tıp dalıdır.

Biz de, Halk / Toplum Sağlığı Uzmanı bir hekim olarak bu sitedeki yazılarımızda elden geldiğince topluma, kollektif öznelere uzmanlık alanımız sorumluluğu ve yetkisiyle yol göstermeye, apaçık “tıbbi” kokmasa da “sosyal tıp reçeteleri” önermeye – sunmaya çabalıyoruz profesyonel sorumlulukla.

Tıp gerçekte sosyal bir bilimdir (Dr. Solomon Newman, 1847).

Sağlık sorunlarının ağırlıklı nedenleri hep bilindiği gibi Fiziksel, Kimyasal, Biyolojik etmenler değildir! Yanı sıra, hatta belirtilen 3 etmen kümesinin etkilerini gerçekte koşullayıp onları etkili hastalık etmeni kılan nedenler TOPLUMSAL (Sosyal), Ekonomik ve Ekinsel (Kültürel) nedenlerdir.

2002 sonlarından 2015 sonlarına uzanan 13 yılda tek başına iktidar olan siyasal parti ve sorumlu kadroları, ülkemizde 6 alanda da (Fiziksel – Kimyasal – Biyolojik ile Sosyal) – Ekonomik – Ekinsel) çok olumsuz gelişmeler yaratmışlardır, çok ağır tarihsel – politik sorumlulukları vardır.

İnsanların en temel gereksinimleri, Abraham Maslow’un Sosyal Psikoloji kuramı bağlamında GÜVENLİK’tir. Günümüzde yaygın toplumsal kesimlerin can ve mal güvenliği sağlanamamaktadır. Hükümetlerin – Devletin ilk görevi, sorumlu olduğu ülkede halkın yaşam hakkını güvenceye almaktır. Sayılan öbür alanlarda (6 temel alan) gereksinimlerin sağlanamaması giderek güven bunalımı ve kaygı (anksiyete) doğurur.

ADALET – EŞİTLİK – ÖZGÜRLÜK 3’lüsü çağımız insanları için vazgeçilmez 3 değerdir. Toplumsal düzen bu değerlere hak ettikleri özeni göster(e)miyorsa, tüm bunlar kişilerde ve toplu öznelerde giderek biriken örselenme (travma) etkisi yaratır. Kendini güvende görmeyen canlı, “savunma- stres tepkisi verir (Hans Selye kuramı). Bu tepki ihkak-ı haktan şiddet kullanmaya, depresyondan dissosyatif sendromlara (Sosyal Şizofreni) dek uzanabilir. Eğer sistemde biriken negatif enerji uygun yöntemlerle boşaltılamazsa pozitif geridönüt (feedback) üzerinden yıkım ve dağılma başlar, sistem kendi üzerine çökerek (kapitonaj) canlılığını yitirir.

Sosyal Psikiyatri ve Sosyal Psikoloji bilim alanında varsıl yazın (literatür) vardır. Sosyal Politika ve Siyaset Psikolojisi (Politik Psikoloji) alanları ilk 2 bilim alanının verilerini etkin kullanmalıdır. Siyasetçilerin danışmanlarının ciddi ve ağır sorumlulukları vardır. Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümlerinde yeter bilgi birikimi kazandırılmaktadır. Bu bilgilerin özenle anımsanması ve yaşama geçirilmesinin zamanıdır.

Türkiye/Türk toplumu daha da baskılanır ve bunaltılırsa, vereceği tepkiler “bilinçli” olmaktan çıkabilir! O aşama “öğrenilmiş çaresizlik” (learned helplessness) basamağıdır toplum yönetilebilir olmaktan çıkar. Ne bin yıllık Türk – Kürt kardeşliği kalır ne de öbür değerler kümesi.. Kitleler bilinçsiz biçimde yaşamda kalma – güvenlik arama paniğine girer. Yönetenlerin de güvenlikleri kalmaz.. Orası yangın yeridir, intifada (ayaklanma) aşamasıdır..

*****

Ülke yöneticilerine, başta kişisel hırsları ile ülkeyi kan gölüne dönüştüren “Biri” sine ve O’na bilinçli – bilinçsiz, şu ya da bu nedenle destek veren partililere ve bürokrasiye, seçmen kitlesine …  kaygı ile duyurulur..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

PKK kime hizmet ediyor?

Emre Kongar

PKK kime hizmet ediyor?

Cinayetlerin ve terörün 7 Haziran seçimlerinden sonra tırmanması ne anlama geliyor?

AKP’nin iktidardan gitmemek için, seçmene şantaj yaptığını,
“Biz gidersek terör tırmanır, ekonomide kaos olur” dediğini biliyoruz…

Peki, nasıl oluyor da PKK terörü, AKP’den emir almışçasına, seçim sonuçlarının AKP’ye
tek parti iktidarı vermemesi üzerine tırmanıyor?

***

Önce 7 Haziran seçimlerinden önceki duruma doğru tanı koymak gerekir:
AKP iktidarının çelişkili ve güvenilmez politikaları çerçevesinde sık sık adı değiştirilen
bu süreç, kamuoyunda en son “Çözüm süreci” diye anılıyordu.

Neydi bu “Çözüm süreci”, var mı bilen?

PKK ne istiyordu? AKP ne veriyordu?

Dün Ali Sirmen harika bir çözümleme yayımladı…

Onun can alıcı bölümlerinden birinde şöyle diyordu:

“Çözüm süreci, barış değil, olsa olsa, ‘çatışmasızlık hali’ deyişinden de anlaşılabileceği gibi, bir savaşmama halidir.

Savaşmama hallerinde ise kalıcı barışın öğeleri bulunmaz.

Onlar savaş ve barış kıyıları arasında köprü gibidirler. Sizi iki kıyıdan birine bağlarlar.

Köprü çözümün mekânı değil, çözüm mekânına ulaştıran bir vasıtadır. Köprünün üzerinde ilanihaye sürtmek mümkün değildir. Kıyılardan ya birine ya öbürüne geçeceksiniz.

Barış kıyısına geçmek için ise kalıcı barışın zorunluluklarını göze almak gerekir.
Çözüm sürecinde ise taraflardan hiçbiri oraya kadar varmayı göze almış değildi.”

***

Evet konu bu denli basittir:

AKP de PKK de, hem ulusal ve uluslararası kamuoylarına, hem de birbirlerine karşı, “Oyalama” taktiği çerçevesinde top çeviriyorlardı…

Her iki tarafın da amaçları farklıydı:

AKP, siyasal iktidarını pekiştirerek sürdürmeyi, PKK ise, askeri ve siyasi gücünü koruyarak arttırmayı hedefliyordu!

***

Sonuç ne oldu?

AKP siyasal iktidardaki gücünü yitirdi…

PKK ise askerlerin devre dışı bırakılmasından ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki
yanlış politikasından dolayı
 hem askeri hem de siyasal gücünü arttırdı!

Yani bu “Barış süreci” maskaralığından AKP zararlı, PKK kârlı çıktı!

Şimdi kâğıtlar yeniden dağıtıldı ve oyun yeniden başladı…

Üstelik bu kez oyuncular arasına Demirtaş, yani HDP de katıldı.

7 Haziran’dan bugüne dek olanlara bakınca öyle anlaşılıyor ki,
bu yeni oyunda
 PKK, HDP’yi ve Demirtaş’ı rakip, AKP’yi ise ortak görüyor!

Rıfat SERDAROĞLU : KİRALIK KAFANIN BEDELİ KÖLELİKTİR

KİRALIK KAFANIN BEDELİ KÖLELİKTİR

portresi_gulen

 

Rıfat SERDAROĞLU

Geldiğimiz noktaya bakar mısınız?
Binlerce yıllık devlet tecrübesi olan Türkiye Cumhuriyetinin kaderi 2 kişinin
eline kaldı!
Birisi; (AS: Bay RTE!)

*Cehalet, bilgi-görgü eksikliği ve aile ortamından kaynaklanan açgözlülük ile boğazına kadar şaibeye batmış, yalnızca kendini kurtarma derdinde!
-Devlet, elinde silah olan ve insan öldürmeye devam eden bir
Narko-Terör örgütüyle (AS : PKK) müzakere etmez.
-Devlet, Cemaat-Tarikat gibi illegal ve gizli örgütlerle birlikte yönetilmez.
-Bulunduğumuz coğrafyada Güçlü – Milli Ordusu olmayan milletler yaşayamaz.
-İletişim araçlarının bu kadar geliştiği çağımızda, hiçbir baskıcı-yasakçı rejim
ve tek adam yönetimi ayakta kalamaz
.
-Küreselleşen dünyada, dünya ve ülke ekonomik gerçeklerini keyfinize göre değiştiremezsiniz. Değiştirir ve başarısız olursanız, kendi insanlarınızı fakirleştirirsiniz. (AS: Türk insanı AKP ile yıllardır yoksullaştırılmakta!) 
Devlet yönetmenin değişmez bu gerçeklerini bilmeyen “Birisi”;
Narko-Terör örgütünü devletin muhatabı yaptı.
“Çözüm süreci” diye, terör örgütünün silahlanmasına, şehirlerimizi ve
devlet yollarını ele geçirmesine, her tarafın “bomba ve mühimmat deposu” haline getirilmesine izin verdi. Devletin en hassas birimlerine Cemaat militanlarını
bizzat kendisi yerleştirdi. Bakanlıkları Tarikatlar arasında pay etti. Milli Ordumuza kumpas kurulmasına ve yıpratılmasına yol verdi. Özerk kuruluşlarımıza müdahale ederek, ülke ekonomisinin dengelerini bozdu. 

Diğeri; (AS: Apo!)

Emperyalist Devletlerin yüz yıllar evvelki “Kürt Kartının” ve “Yeni Sevr’in” gönüllü oyuncusu oldu. Sakat (AS: Engelli) bıraktıklarıyla birlikte 54 binden çok 
insanımızın yaşamını çaldı. Yıktırdı-yaktırdı- öldürttü. Milyarlarca dolarımızın
heba olmasına yol açtı.

Örgütünün (AS : PKK)
– üçte birini Ermeni çetelerinden,
– üçte birini İranlı Kürtlerden ve
– diğerini de kandırıp dağa çıkardıkları Kürt çocuklardan oluşturdu.

İlk yakalandığında; “Ben Kürt değilim, benim anam Türk’tür.
Ben Devletin hizmetindeyim.”
diyen kokain bağımlısı bu sapık,
yukarıdaki “Birisi” sayesinde hala can aldırmaya devam ediyor…

Değerli Okurlar;

İleride çok ilginç olaylara tanık olacaksınız!
Çünkü Birisi” ve “Diğeri” her konuda daha önceden zaten anlaşmışlardı!
7 Haziran’da yapılan Genel Seçimler bu ikilinin istediği gibi sonuçlanmayınca, Fidan (AS: MİT Müsteşarı Hakan Fidan!) eliyle anlaşma yenilendi.

Kaba hatlarıyla plan şu                            ;

“Diğeri” kan akıtmaya, can almaya, yıkmaya-yakmaya devam edecek.
“Birisi” kahraman edasıyla terörle mücadele ediyor gibi görünecek!

Bu arada, yüzlerce genç yaşamlarını yitirecekmiş, ekonomi çökme noktasına gelecekmiş, kimin umurunda!

1 Kasım’dan 15-20 gün önce, “Birisi” barış çağrısı yapacak,
Diğeri” ateşkes sağlayacak ve yeni çözüm süreci başlayacak!
Birisi akan kanı durduran kahraman olarak seçimden tek başına iktidar olarak çıkacak ve “BAŞKAN” olacak.
Diğeri” ise, hastalık bahanesiyle önce ev hapsine,
sonra da dışarı çıkarılacak…
8

Veleddalin Âmin!

Ayı, arkadaşlarına “Bu sene dağda armut çok bol olacak..” demiş!
Arkadaşlarından biri; “Nereden biliyorsun?” diye sorunca,
Canım öyle istiyor.” demiş.
Birisi” ile “Diğerinin hesabı da aynen ayının hesabı gibi!
Türk Milletinin o eşsiz sağduyusunu, devletine-tarihine-geleceğine,
yeri geldiğinde nasıl sahip çıktığını bu iki sepet bilmiyorlar.

Türk Milleti, bu çirkef oyunu mutlaka kafalarına geçirecektir.
Göreceksiniz!

==================================

Dostlar,

Önceki Sağlık Bakanlarımızdan yürekli ve birikimli yazar Sayın Rifat SERDAROĞLU, yazdıkça açılıyor gördüğünüz gibi..

İlerleyen yaşı ile emeklilik yaşamının tadını çıkaracak iken yaşadığı şu gerilime ve acıya bakınız.. Biz de sözde tatildeyiz ama ne emperyalizm tatile çıkıyor ne de içerideki iğrenç maşaları! Dolayısıyla gecenin 02:38’inde, Ağustos böceklerinin derin sessizliği içinde “peeeeeeeek çok” insanımız “deriiiiiin” uykularda iken biz klavye başında nöbetteyiz…

Büyük Atatürk;

Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yok temek isteyen kapitalizme karşı savaşımı MESLEK edinmesi gereken zavallı bir halk olmanın gerektirdiği yapılanmayı hedeflemeliyiz.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Derken, “meslek edinmeliyiz” kritik vurgusuyla yüksek zekasını bir kez daha
ortaya koyuyor :

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yok temek isteyen kapitalizm..” ile savaşım (mücadele) öyle boş zamanlarda, hafta sonlarında ya da tatillerde işten arta kalan zamanlarda verilebilecek bir savaşım mıdır?! Yoksa, bu 2 lanetli – kadim düşmanla sürgit savaşımı “2. bir meslek edinerek” “sürekli”, güncel ölçü ile “7/24” mü sürdürmek gerekir?O, Yüce ATATÜRK;

  • “.. Ben, günü geldiğinde, en büyük armağanım olmak üzere Türk ulusuna canımı vereceğim..” kararlılığı içinde yaşamadı mı? Onca yoğun yaşam ile ömrünü “hızla”
    bizim için tüketmedi mi? 57 yaş ölünecek yaş mıydı? Dediğini tam da yapmadı mı??

*****

Atalar boşuna mı uyarmıştı : “Su uyur; düşman uyumaz!” diye?

Artık uyanmanın zamanıdır..
Nazım Hikmet‘in de güzelim çağrısında çook ustaca yaptığı gibi :

Kuvayı Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir!

Toplumu kim uyandıracak?

Biz de Sayı Serdaroğlu gibi iyimseriz…

Türk Milleti, bu çirkef oyunu mutlaka kafalarına geçirecektir…

Sevgi ve saygı ile.
23 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com