Etiket arşivi: Prof. Dr. Bülent Nuri Esen

Demokrat Parti’nin Tarihsel Yanlışları


Demokrat Parti’nin Tarihsel Yanlışları

portresi_genc
Prof. Dr. Ünsal Yavuz
Başkent Üniversitesi ATAMER Md. 
14 Mayıs 1950’de çoğunluk sistemi temel alınarak gizli oy – açık tasnif esasına göre yapılan genel seçimlerde, DP üstünlük sağlamış ve 23 yıllık CHP iktidarı sona ermiştir. Böylece,1923 yılında devleti kurmuş olan CHP, iktidarı Demokrat Parti’ye devretmiş ve Türk demokrasi tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.

DP iktidara geçince Celal Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes başbakan, Refik Koraltan da TBMM başkanı olmuştur. Celal Bayar Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez DP genel başkanlığından istifa etmiş ve parti genel idare kurulu O’nun yerine Adnan Menderesi genel başkanlığa getirmiştir.

DP’nin ilk işi TBMM ‘de 16 Haziran’da oybirliğiyle Arapça Ezan yasağını kaldırmak ve
14 Temmuz’da ise bir genel af yasası çıkararak eskiden işlenmiş bütün suçları bağışlamak olmuştur..

Basına baskı ve devlet kadrolarında tasfiye hazırlıkları
Demokrat Par ti dönemini 1950-1954 ve 1954 sonrası olarak değerlendirmeye almak doğru olacaktır. DP iktidara geldiğinde anti-demokratik öğeleri kaldırmaya söz vermiş ve bu konuda bazı adımlar atmış ise de özellikle basına karşı hoşgörülü davranmayı başaramamış eleştirilmeye tahammül edememiştir. Daha 1951 de resmi ilanlar kararnamesi çıkararak gazeteleri hükümetin takdirine göre ödüllendirmek ya da cezalandırmak olanağını elde etmiştir.
1953 Temmuz’unda yapılan bir Ceza Kanunu değişikliğiyle de bakanların basında küçük düşürülmesine karşı yaptırımların uygulanması, adeta otomatik hale getirilmiştir. 1954 seçimleri öncesinde de Basın Kanunu gözden geçirilerek, ispat hakkı tanınmaksızın basına karşı hükümetin konumu güçlendirilmiştir. 1954 seçimleri sonrasında ise çıkarılan yeni bir yasayla kamu görevlilerinin bağlı oldukları teşkilat emrine alınarak görevden uzaklaştırma olanağı yaratıldığı gibi altı aylık bir süre sonunda eğer yeni bir göreve atanmazlarsa kendiliğinden emekliye ayrılmış sayılmalarıyla yönetime karşı olan kamu görevlisi ve
basın mensuplarının tasfiye edilmesi yolu açılmış oluyordu. Bu yasanın üniversitedeki uygulamalarının ilk kurbanları

Prof.Dr. Bülent Nuri Esen,
Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta ve
Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu
olmuştur.

Ekonomik zorluklar başlıyorBu dönemde Demokrat Parti’yi böyle politikalar uygulamaya zorlayan nedenlerin başında başlayan ekonomik sıkıntılar gelmektedir. Bozulan ekonomik dengeleri borçlanma yoluyla kapatılmasının düşünülmesi ancak bunda başarısız kalınması yönetimi giderek sertleşmeye itmiştir. Fakat DP’nin ilk yıllarındaki ekonomik başarıları endüstriden çok tarım alanında olmuştur. İklimsel koşullar, döviz ve altın stoklarının yeterliliği, ABD ‘nin askeri ve ekonomik yardımları gibi koşullar bir araya gelince 1950-54 döneminde ekonomide olumlu gelişmeler izlenmesine karşın sonraki dönemler için durum çeşitli nedenlerle farklılıklar göstermiştir. Daha sonraki yıllarda artan ekonomik sorunların üstesinden
gelememesi de kamuoyu desteğini ve güvenini yitirmesi, yönetimin hırçınlaşması ve
yapılan yönetsel yanlışlıklarının artmasını birlikte getirmiştir.İç Siyasette boyutlanan partizanlık ve DP gurubuna yansımalarıÖrneğin 1954 seçimlerinde CHP’nin kazandığı Malatya’yı ikiye ayırarak Adıyaman’ı oluşturmuş, CKMP’nin kazandığı Kırşehir’i ilçe yapması DP örgütü içinde rahatsızlıkları artırmış ve partiden uzaklaştırmalar başlamış, kabinede de anlaşmazlıkların çıkması sonucu 1955’te Demokrat Parti dağılma sürecine girmiştir. Önce Fuat Köprülü Dışişleri Bakanlığından ayrılmış, arkasından kanıt hakkının tanınmasını savunan milletvekillerinin istifaları gelmiştir. Eleştirilerin Meclis gurubunda da ortaya çıkması karşısında Menderes kabinede revizyona giderek kimi bakanlarını feda etmek zorunda kalmıştır.

Bu bunalımın temelinde iç politikada tutulan baskıcı yol kadar birbiriyle bağlantılı olan ekonomik sıkıntıların ve dış ilişkilerdeki başarısızlıkların yarattığı tepkilerde bulunmaktadır.
Bu sorunları çözümlemek için gerekli ekonomik desteklerini sağlamak amacıyla Cumhurbaşkanı ve Başbakanın ABD ve Almanya ziyaretleri istenilen sonucu vermemiştir.

Demokrat Parti İktidarının ilk dönemi olan 1950 – 54 arasında iktidarın dış politika konusunda karşılaştığı ilk mesele “Kore Savaşı” olmuş, 1950 tarihinde Türkiye Birleşmiş Milletler bünyesinde Kore’ye asker göndermiştir. Demokrat Parti döneminde NATO’ya girmek için yapılan politik manevralar hızlandırılmış, sonuçta Türkiye Yunanistan’la birlikte 1952 yılında NATO üyesi olmuştur.Türkiye bu dönemde izlediği dış politikaya bağlı olarak, 1953’te Yunanistan ve Yugoslavya ile birlikte Balkan Paktı’nı 1955’te Irak, İran ve Pakistan’ın katılımıyla Bağdat Paktı’nı kumuştur. Türkiye izlediği bu Batı eksenli politikalarıyla Sovyet tehdidine karşı bir güvence aramış; ekonomik,  siyasal ve askeri olarak da Batı Blok’unun bir üyesi olmaya çalışmıştır. Günümüzde Türkiye’nin dış politika sorunlarından birini oluşturan Kıbrıs Sorunu’nun ilk ortaya çıkışı da Demokrat Parti’nin iktidarı dönemine rastlamaktadır. Kıbrıs sorunu uluslararası ortamda ilk kez Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldığı 1955’te Londra Konferansı’nda tartışılmışsa da konferans bir sonuca ulaşamadan dağılmıştır

1950’lerin ikinci yarısı başlarken Kıbrıs konusunda kamuoyunun sergilediği duyarlılık ve Yunanistan’ın konuyu uluslararası platforma taşıma uğraşı Demokrat Parti’ye kamuoyunda yitirdiği saygınlığı yeniden kazanma ve içeride muhalefet tarafından oluşturulan yoğun baskıdan kurtulma olanağı vermiştir. Bu nedenle bütün dikkatler Kıbrıs’a çevrildi ve adanın bağımsızlığı başlıca ulusal sorunumuza dönüştü. 1955’te Demokrat Parti Kıbrıs konusunda ulusal kamuoyunun duyarlılığını dikkate alan bir politika izlemeye başlayarak; muhalefet partileri karşısında bir üstünlük arayışına girmiş ve kamuoyunun desteğini kazanmaya çalışmıştır.

İç politikada Gelişmeler

1957 genel seçimlerinden sonra, DP’nin sertleşme eğilimi tırmanarak devam etmiştir. Uygulanan çoğunluk sisteminin sonucu Meclis içinde sağladıkları üstünlük onlara muhalefeti engelleyebilecekleri sanısını vermiştir Yeni dönemin başında TBMM iç tüzüğünde
kendi amaçlarına uygun değişiklikleri gerçekleştirerek bir yandan milletvekillerinin
denetim olanaklarını sınırlarken öte yandan dokunulmazlıklarının kaldırılmasını kolaylaştırıp verilecek cezaları artırma yoluyla onları baskı altına almaya yönelmiştir.

Bu arada Silahlı Kuvvetlerin de hedef alınmasından kaçınılmamıştır.
1958 başlarında dokuz subayın darbe yapacakları savı ile tutuklanması ise
ortamıdaha da germekten öte bir sonuç getirmemiştir.

Aynı yıl içinde ekonomik bunalım giderek artmış, piyasada birçok malın bulunamaması, karaborsanın artması, zamların birbirini izlemesi halk arasında hoşnutsuzluğun giderek artmasını birlikte getirirken, kredi bulmak amacıyla yapılan dış gezilere bağlanan umutlar da tükenmiştir.

Bu arada DP iktidarı başarısızlıklarını örtmek, kamuoyunun dikkatlerini dışarıya yöneltmek için son derece riskli ve sorumsuz bir politik seçeneği devreye sokmaktan çekinmemiş dış politikada bloklar arası soğuk savaşı körükleyerek Batı yardımını sağlamak üzere ülkeyi sıcak savaşa sürükleyecek olan Irak’a müdahale girişimini son anda ABD önlemiştir.

Muhalefetin Güç Birliği Oluşturması

İktidarın bu başına buyruk gidişi karşısında 1958 yılı sonuna doğru partiler arası birleşmeler gerçekleşmeye başlamıştır. Ekim ayında Türkiye Köylü Partisi, Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne, Kasım’da da Hürriyet Partisi CHP’ye katıldı.
1959 Ocak ortalarında toplanan CHP 14. Kurultayı bir ”İlk Hedefler Beyannamesi”’nde
Güç Birliği’nin hedefleri şöyle saptanmıştı:

1) Partizanlığın kaldırılması,
2) İkinci Meclisin kurulması,
3) Seçim güvenliği,
4) Anayasa Mahkemesi,
5) Yüksek Hakimler Kurulu,
6) Memurların mahkemeye başvurma haklarının tanınması,
7) Basın özgürlüğünün Anayasa güvencesine alınması,
8) Üniversite özerkliği,
9) Yüksek İktisat Şurası kurulması,
10) Sosyal Adalet kavramının Anayasaya girmesi.

DP’nin muhalefet partilerinin bu güç birliği oluşumuna karşı yanıtı Vatan Cephesi’ni kurmakla oldu. Yine 1959 Ocak ayı içinde ülke çapında örgütlenmeye başlayan Vatan Cephesi partiye destek verecek taban oluşturmaya çalışarak her gün radyodan yayınladığı partiye katılım listeleriyle bunu teşvik ediyordu.

Muhalefeti sindirme ve susturma girişimleri

Bu yıl içinde İnönü’nün yaptığı yurt gezilerinde Uşak’ta, İzmir’de ve İstanbul Topkapı’da saldırıya uğraması, partisine yapılan baskılarla düzenledikleri mitinglerin engellenmesi toplumda giderek gerilimi artırdığı gibi beraberinde kamplaşmayı getirmiştir. Meydanlardaki gerilimin Meclis oturumlarına yansıması gecikmemiştir.

1959 yılı iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkiler açısından son derece gergin geçmiştir.
Bu gerginlik 1960’a girildiğinde bir türlü yumuşamak bilmediği gibi daha da sertleşmeye yüz tutmuştur.. Bu dönemde ise iktidar ve muhalefet partileri arasındaki ilişkilerde dış politikalarda genel bir birlikteliğin sürdürülmek istenmesi ve bu yönde çabaların genelde bütün siyasal partilerin desteğini toplaması ile Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler ve bu arada Kıbrıs sorunu iç politika tartışmalarında gündemde yer almamıştı.

7 Nisan’da DP Meclis Grubu bir bildiri yayınlayarak, CHP’nin ülkedeki bütün yıkıcı gurupları çevresinde topladığı, halkı Orduyu iktidara karsı ayaklanmaya kışkırttığını öne sürdü.
Bu bildirinin ardından DP Meclis Grubu TBMM Başkanlığı’na muhalefetin eylemlerinin soruşturulması için bir önerge verdi. Önerge 18 Nisan’da Mecliste büyük bir çoğunlukla
kabul edildi. Yasaya göre bir Tahkikat Komisyonu oluşturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basının eylemlerini soruşturacaktı.

DP meclis gurubu Nisan ayı ortalarında, CHP’nin yasa dışı yöntemlerle siyasal mücadele yaptığını, bir kısım basının da onu bu yolda desteklediğini ileri sürerek, 15 kişilik bir soruşturma kurulu oluşturulmasını öngören önerge, TBMM’ce hemen kabul edildi. Meclis görüşmeleri sırasında İnönü iktidarı sert bir dille uyararak

  • ”… Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şimdi arkadaşlar,
    şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal temel bir haktır… ”demiştir.

Fakat o dönemde bu sözler sansür edildi ve basına yansıtılmadı. Çünkü kurulan Tahkikat Komisyonu, hemen her türlü siyasal faaliyetin yanı sıra, kuruluşuna ilişkin Meclis görüşmelerinin yayını dahil kendi çalışmasıyla ilgili haber ve yorumları da yasaklamıştı

Üniversiteye kolluk güçlerini sokma hatası

Muhalefet ve basını soruşturmak için Tahkikat Komisyonu kurulması ülkede geniş yankı yaptı. Komisyon görevine başlar başlamaz, Ankara ve İstanbul’da öğrenciler protesto gösterileri düzenlediler. 26 Nisan’da İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri baskıları protesto ederken,
28 Nisan’da da öğrenciler merkez binada bir toplantı düzenlediler. Güvenlik güçlerinin toplantıya müdahale etmesiyle olay çıktı. Üniversite içinde başlayan çatışma Beyazıt Meydanı’na taştı. Buradaki çatışmada Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz,
aldığı bir kursun yarasıyla yaşamını yitirdi. Olaylar nedeniyle Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi ve gece sokağa çıkma yasağı kondu, ancak öğrencilerin gösterileri durdurulamadı.

30 Nisan’da İstanbul Sultan Ahmet Meydanı’nda düzenlenen protesto gösterileri sırasında Nedim Özpolat adlı bir başka öğrenci yaşamını yitirdi. 28-29 Nisan sonrasında gösteriler
555 K parolasıyla Ankara’ya sıçradı. Hatta kimi göstericiler buradan geçmekte olan Menderes’i tartakladılar. Menderes bir gazetecinin arabasına binerek meydandan güçlükle uzaklaştırıldı.

Ordu içinde de on yıllık DP iktidarına karşı alttan alta başlayan hareket protesto gösterileri sırasında kendini açıkça belli etmeye başlamıştı. Özellikle 29 Nisan’daki gösteriler sırasındaki öğrenci-ordu dayanışması dikkat çekiciydi. Ankara’daki 5 Mayıs gösterilerinden iki gün önce de Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e
bir mektup göndermiş ve ülkenin içinde bulunduğu bunalımdan çıkış için bazı önerilerde bulunmuştu.

21 Mayıs’ta bu kez Ankara’daki Harp Okulu öğrencileri, iktidarı protesto için
bir gösteri yürüyüşü düzenlediler. Artık ok yaydan çıkmıştı.

DP dönemi genel olarak değerlendirilirse

• Çoğulculuk yerine çoğunlukta olmayı esas alarak muhalefeti yok sayıp baskı altında tutmak,
• Muhalefetle ilişkileri hemen daima bir kavga havasında yürüterek ortamı germek,
Dış politikada ABD güdümüne girerek bağımsızlığı feda etmek,
Dini sorumsuzca siyaset aracı olarak kullanarak tarikatları hortlatarak
dinci çevrelerin umudu haline gelmek,

Menderes’in “…odunu bile aday göstersem seçtiririm..” diyebilecek ölçüde tek ve vazgeçilemez olduğuna inanması, gücünden emin olması, çevresinin uyarılarına
kulaklarını tıkaması, kendi bildiğini okumakta ve toplumu yok sayarak germekte ısrarı..

Kaçınılmaz son mu?
Tarihte yazılı…
(21 Temmuz 2013 )

70 yıl önce Lozanın 19. yıldönümünde yazılan bir makale..

Mutlu bir yıldönümü : LOZAN

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin efsane Anayasa Hukuku (Teşkilat-ı Esasiye) hocası Prof. Dr. Bülent Nuri Esen hocamızın (1911- 1975) Lozan Antlaşması’nın 19. yıldönümünde, günümüzden 70 yıl önce yazdığı makale çok düşündürücü ve öğretici.. Lozan haftası nedeniyle paylaşmak istedik.. Hocamızın hala öğretici ve dünden bugüne ışık tutan yazılarını, adına açılan web sitesinde okuyabilirsiniz.. http://www.bulentnuriesen.com/

Prof. Dr. Bülent Nuri ESEN
İst. Üniv. Hukuk Fak. http://bulentnuriesen.com/gazete/lozan.htm,
Ulus Gazetesi, 24.07.1942

Bir milletin hak fikri, onun mensuplarında şahsa hürmet ve millet halinde yaşamak iradesinin temelini teşkil eder.

İsviçre’nin önemli bir adalet şehri olan Lozan 24 Temmuz 1923’de tarihine ün katan bir törene sahne oldu: Barış kurultayına gönderilmiş bulunan Türk elçileri başlarında Edirne mebusu, Hariciye Vekili İsmet Paşa olduğu halde Lozan antlaşmasını imzaladılar. Bir yanda “yedi düvel”, bir yanda da biz vardık. Günler gelip geçti. Biz “zaferlerimizle mağrur” olmadık. Durmadan çalıştık.

Bugün dünyaya dal budak salan afet bizi çarkları arasına alamıyorsa bunu milletçe namuskâr ve faziletli yaşayışımıza, antlaşmalarımıza bağlılığımıza, Türklük şuurumuzdaki beraberliğe borçluyuz. On dokuz yıl, onu geçmiş zaman diye seyrettiğimiz vakit ne kadar uzak görünüyor. Mesafenin uzun sanılması yaptığımız işlerin, başardığımız devrimlerin, başka Miletler ölçüsünde asırlık oluşundandır. Böyle olmasa idi, 24 Temmuz Türk ulusal hayatında bir tarih günü diye anılmaz ve kutlanmazdı.

Her milletin hayatında tarihini işaretleyen takvim yaprakları vardır. Halk bunları koparıp kendi inanışları âlemindeki kutsal yere asar. Ve sonra, dünyanın güneşi her dolanışında o da kendini hatıranın heyecanı içine bırakır. Geçmişteki başarıyı anmak yarına daha iyi hazırlanma kudretini aşılar.

Millet cesareti ve millet gururu köklerini tarihin büyük günlerine salmışlardır. Kökü besleyen toprak ne kadar sağlam ve bereketli ise milletçe çalışma kabiliyeti ve topluluk şuuru da o kadar verimli ve yüksek olur.
24 Temmuz günü bütün bu özellikleri gösterir.

Lakin, bu kadarla kalmaz. Onda millet hayatının yalnız bir cephesi saklı değildir. Bu tarih,
millet hayatının çeşitli cephelerini kucaklamıştır. Milletin ekonomik, sosyal ve hukuk varlıklarında,
kültür durumunda en büyük ve en feyizli evrimlerin ilerlemelerin başlangıcı, hareket noktası olmuştur.
Bu derece geniş tesirleri haiz bir olayın bilhassa gösterdiği vasıf hukukidir, denebilir. Bunun içindir ki
24 Temmuza “Lozan günü” dendiği gibi “hukuk günü” adı da veriliyor. Lozan antlaşması ile Türk hukuk hayatında baştanbaşa bir değişme meydana geldi. Bu değişmeyi antlaşma değil, biz yaptık.

Antlaşma, yenileşme kararımızı göstermek bakımından önemlidir.

Büyük devletler Türk milli benliğinde saklı kuvvetleri aşağı yukarı tahmin etmiyor değillerdi.

Ancak, bu kuvvetlerin ne yapısını bilebiliyorlar ve ne de ölçüsünü takdir edebiliyorlardı.

Osmanlı İmparatorluğunu yıkmış olan çeşitli sebepleri dolambaçlı çarelerle yaşatmak emelini gizleyen (kendi vatandaşlarına adalet teminatı sağlamak endişesi) suretiyle iddialar ortaya attılar.

Onlara bugünkü samimiyetimizin sıcaklığı ile garp medeni milletleri seviyesine yükselmiş bir kültür hayatını yaşamak kararında olduğumuzu bildirdik.

On dokuz yılda kaydettiğimiz ilerlemeler ve tırmandığımız basamakların sayısı sözümüzün eri olduğumuzu bir daha ispat etti. Bugün birbirleriyle vuruşmakta olan milletlerle dostluğumuzun sırlarından biri de buradadır. 24 Temmuzun hukuk hayatımızda açtığı alanları devlete şeklini ve kuruluşunu veren hukuk düşünüşünden gündelik yaşayışımızı düzenliyen büyük kanunlara kadar olan tekmil yenilikler diye gösterebiliriz.

Bir halk ve hukuk devleti yaratmak azmimizi Lozan’da bütün cihana haykırdık. Gene orada memleketimiz adalet mekanizmasına yeni bir yapı vermek kararımızı belirttik. Bugünkü Türk hâkimi Lozan’ın kendisine aşıladığı ruhla adalet işini görüyor. Kafasını kaplıyan hak düşüncesi Lozan’dan önce bu memleket hukuk adamlarında görülen bir hak düşüncesi değildir.

Eski zihniyet, menfaatleri hak tanımak yolunda yürüyordu. Bugünkü hukuk görüşümüzde haklar menfaat teşkil ederler. Lakin her menfaat, hak meydana getirmez. Eski düşünüş, menfaatte hak gördüğü için ferdin menfaatini topluluğun hakkına feda etmekten çekiniyordu. Lozan’ın açtığı hukuk yenileşmesi devri halk diline kadar geçen “birimiz hepimiz için” fikrini yerleştirdi. Bir milletin hak fikri onun mensuplarında şahsa hürmet ve millet halinde yaşamak iradesinin temelini teşkil eder.

Bu temelin sağlamlığı milletlerin hakka bağlılığından ve adalet duygusunun temizliğinden çıkar. “Lozan zaferi” bu bağlılığı ve bu duyguyu dünyaya izhar edişimizin ifadesi ve delilidir.

Büyük bir millet layık olduğu halde kendisinden esirgenmiş olan saygıyı Lozan’da tekrar kendi gücü ile kazandı. Ne kadar övünsek az, ne kadar kıskansalar yeridir.