Etiket arşivi: DİNİ SİYASETE ALET ETME

SİYASAL DİNCİLİK NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor: ” Hocam siyasal dincilik ya da siyasal islamcılık nedir? En kısa biçimde anlatabilir mısınız? Uzun anlatımları kimse okumuyor.”

Öz olarak iki maddede özetlemeye çalışayım. Siyaset kuramı ve sosyolojisi açısından, siyasal dincilik:

1- Dini siyasete alet etmenin, kutsal inançları ideolojileştirmenin, laiklikten uzaklaşmanın, devleti yönetme gücünü milli iradeden (AS: ulusal istençten) almak yerine, din gücüne sarılmanın, din ve devlet işlerini birbirine karıştırmanın, siyasal gücünü sürekli duruma getirebilmek için halkın kutsallarını duygusal olarak sömürmenin pratikteki (AS: uygulamadaki) adıdır.

2- Demokratik kurallar ve vaatlerle seçimlerde halktan halktan oy devşirip, iktidar olduktan sonra, devleti ve toplumu, dindar görüntüsü veren kimi dinci tarikat ve cemaatleri devleti yönetmeye ortak edip ülkeyi teokratik, feodal dönemin din anlayışı ile yönetme ideolojisidir. Bir başka söyleyişle de siyasi samimiyetsizlik (AS: siyasal içtenliksizlik) ve tutarsızlıktır. Halk dalkavukçuluğudur.

Not. Siyasal dincilik her dinde ve her ülkede az-çok vardır. Fakat yaygın ve etkin olarak daha çok İslam ülkelerinde yaygındır.

NASIL BİR TÜRKİYE?

NASIL BİR TÜRKİYE?

Can Pulak

Can PULAK

Allah bu günleri aratmasın ama, daha iyi bir Türkiye’de huzur ve güven içinde yaşamayı iyice özledik. Koşullar ne olursa olsun, ülkemizin karanlığı yeneceğine ve aydınlığa kavuşacağına ilişkin umudumuzu koruyoruz. Bunu nasıl becerdiğimizi hiç sormayın, koruyoruz işte. Nasıl olsa KDV’si yok, ÖTV’si yok, yeni vergi olasılığı filan da yok umudu korumanın.

Hiç kimse bizi, güzel bir Türkiye’yi düşünmekten, iyi yönetilmeyi özlemekten alıkoyamaz.
Etkili, başarılı bir muhalefetimiz yok diye üzülmeyelim. Yumurta kapıya dayandı mı, o beğenmediğimiz muhalefet öyle harikalar yaratır ki, hepimiz şaşar kalırız. Geçmişe baktığımızda bunun çok çarpıcı örneklerine rastlayabiliriz. İstediğimiz ve özlediğimiz Türkiye, vatanı için gözünü kırpmadan canını vermeye hazır milyonların ortak arzusudur. Zaman yitirmeden nasıl bir Türkiye istediğimizi anlatmaya başlayalım:

Sağlam, ikide bir kurcalanmayan, paspas gibi çiğnenmeyen bir Anayasamız olmalı. Bu Anayasaya sadakat yemini edenler de sağlam olmalı ki, gözümüzün içine baka baka ihlal etmesinler maddelerini. Sağlam, yetkileri budanmamış, ülkenin geleceğinin tek kişiye bağlanmasına izin vermeyen bir Parlamento’ya sahip olmak istiyoruz. Öyle 600 kişilik filan değil, 200 kişiyi geçmemeli Parlamentomuzun üye sayısı. Hepsi kazançlarını mesleklerinden sağlamalı, ancak katıldıkları oturum başına simgesel bir ücret almalılar. Öyle iş takibi, ihale kovalama gibi şeyleri akıllarının ucundan bile geçirmemeliler.

Siyasal Partiler Kanunu ile Seçim Yasasını da hemen değiştirmeliyiz. Ülkenin bütünlüğünü,
birlik ve beraberliğini düşünmeyen, teröre göz kırpan, insanımızı birbirine düşüren, demokrasiyi kendi çıkarlarına alet eden partileri de yaşamımıza  sokmamalıyız artık. Dini siyasete alet etmeye kesinlikle son vermeliyiz.

  • Hem laik ülkeyiz diyeceğiz hem de devlet yönetimini dini eğitim görenlere teslim edeceğiz.
  • Bu yanlış işte..

Ehil, liyakatli, tecrübeli ve donanımlı kişilerce yönetilmek istiyoruz. Öyle siyasete yandaş, devleti hiç tanımayan, atandığı makamla uzak yakın hiç ilgisi olmayan bir takımın eline kalmamalı Türkiye. Anayasa Mahkememize güvenmeliyiz. Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay’dan eskiden olduğu gibi emin olmalıyız. Mahkemelerimizin gerçek adaleti sağladığından zerre kadar kuşkumuz olmamalı. Öyle 8 kişiyi yaralayıp, doktorları bıçaklayıp, kadınları boğazlayıp serbest bırakılan suçluları görmek istemiyoruz. Yargıya da polise de üst düzey yetkili bürokratlara da güvenmek istiyoruz milletçe.

Dürüstlüğe hasret kaldık. Her yerden yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet iddiaları yükseliyor. Vergilerimizden harcanan her kuruşun hesabını görmek istiyoruz. Şeffaf politikalar izlenmesine ihtiyacımız var. Paramızın itibar adına oraya buraya harcanmasına, israf edilmesine, gösteriş ve şatafat için kullanılmasına razı değiliz. Kanal İstanbul’u ve mali kaynağı olmayan projeleri,
inadı bir yana bırakarak hemen durdurmalıyız. Kerameti kendinden menkul danışmanlara değil, ülkenin değerli uzmanlarına, tecrübeli bilim adamlarına kulak vermeliyiz.

250 bin dolara vatandaşlık dağıtmayı hemen durdurmalıyız. Araplaşmanın korkunç sonuçlarını, insanımızı tedirgin eden boyutlarını artık fark etmeliyiz.

  • 5 milyon Suriyeliyi geri göndermenin çarelerini hızla aramalı,

Suriye bataklığında çırpınan Türkiye’mizi bu beladan mutlaka kurtarmalı, askerimizi 2 bin km ötedeki Libya’ya göndermenin ciddi hesaplarını, Ortadoğu liderliği gibi hayallerden vazgeçerek akıllıca yapmalıyız. Ayrıca her Müslüman ülkenin sıkıntısına, sorununa, derdine koşacağız diye bir zorunluğumuz yok. Bizim zorunluğumuz, kendi sınırlarımızın güvenliğini sağlamak, kendi insanımızın huzur ve güven içinde insanca yaşamını sağlamaktır.

Ordumuzun eski gücüne kavuşmasını, sivillerin askeri yönetme meraklarına son vermesini, askeri okulların ve askeri hastanelerin hemen açılmasını, tanınmaz duruma gelen askerlik sisteminin zaman yitirmeden eski durumuna getirilmesini, paralı askerliğe son verilmesini,
silahı tanımadan terhis garabetinin durdurulmasını istemek, herhalde çok içtenlikli bir arzudur. Askerliği Batı ülkelerinin mantığına çekmek çok yanlış bir karar olmuştur. Her ülkenin koşulları farklıdır, Türkler doğuştan asker bir millettir. Onların bu ölümüne askerlik anlayışını profesyonelleştirmek, ilerde telafisi çok güz zararlara yol açar. Askerin siyasete bulaşmasına mutlaka engel olmalıyız ama,

  • Dinin de siyasete bulaşmasının yollarını ustaca tıkamalıyız.

Milli eğitimimizi de dinci eğitim fırtınasından korumalı, kurtarmalı, gençlerimizi pozitif bilimlerin ışığında yetiştirmeliyiz. Deist ve ateist sayısındaki çok yüksek tırmanışın nedenini, dini eğitimin yetersiz olmasında değil, dinin ülke yönetimine bulaştırılmasında aramalıyız. Her sokağa Üniversite açmaktan vazgeçmeli, çok Üniversite yerine gerçek bilim üreten Üniversitelere odaklanmalıyız. Onca Üniversiteye hoca bulmakta zorlanıyor, önümüze geleni profesör yapıyor, bu yüzden ülkemize bolca yarım aydın yetiştiriyoruz. Yarım aydın tam cahilden çok daha tehlikelidir bilesiniz.

Tarımın da düzeltilmesini, çiftçilerimize destek olunmasını, tarımsal üretimin bilinçli bir biçimde artırılmasını, ekilmemiş toprak ve işlenmemiş tarla bırakılmamasını da arzu ediyoruz.
Her şeyi rahatça üretme olanağımız varken, gıdamızın çoğunu ithal etmemize de çok üzülüyoruz. Sağlıklı beslenmek, ilaçlı ve hormonlu gıdalardan uzak durmak, kanserden ölmemek istiyoruz. Bunları sağlamak özlediğimiz devletin görevi değil mi? (AS: Evet! Anayasa md. 56 çok net!)

Gerçekte daha yazacak çok şey var ama, artık özetleri üzerinde durmalıyız. Ülkemize zarar vermeyecek bir demokrasi modelinde milletçe buluşmalıyız. Eyleme kalkışmadıkça düşüncelerimizi rahatça söylemeli ve yaymalıyız. Basın özgürlüğüne saygılı davranmalıyız. Milleti bölücü, ötekileştirici, ayırıcı davranışlardan kaçınmalıyız. Dış güçlerin oyununa gelmemeliyiz. Kardeşçe kucaklaşacağımız, yanlışlarımızı içtenlikle düzelteceğimiz ve nomalleşeceğimiz bir Türkiye istiyoruz. Kavgasız, gürültüsüz, hakaretsiz, akıllı – uslu  bir yaşam istemek suç mu? Eğer suçsa, böyle bir kutsal suçu gözümüzü kırpmadan her zaman işleyebiliriz.

Aklımızı başımıza toplayalım ve milletçe özlediğimiz Türkiye’yi, yasaları zorlamadan ama zaman yitirmeden devreye sokalım.

27 Mayıs Devrimi’nin Nedenleri, Sonuçları


27 Mayıs Devrimi’nin Nedenleri, Sonuçları

Naci_Bestepe_portresi

 

E. Tümg. NACİ BEŞTEPE
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim – Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi
www.add.org.tr, 27.5.13

 

1946 yılında ilk kez seçime giren ve başarı gösteren Demokrat Parti (DP) 1950’de iktidar olmuştur..

Seçim çalışmalarında dinsel ögeleri ön palana çıkararak DİNİ SİYASETE ALET ETME YOLUNU AÇAN partidir.

DP iktidarı döneminde, “Halkın benimsediği devrimler uygulanır, öbürleri uygulanmaz.”
tezi ortaya atılarak “KARŞI DEVRİM” başlatılmıştır.

ABD’nin, Soğuk Savaş Dönemi siyaseti olarak pompaladığı ANTİ-KOMÜNİZİM’in etkisinde kalınmış, din hep ön plana çıkarılmıştır.

DP’nin iktidara gelir gelmez ilk eylemi, 18 yıldır (18 Temmuz 1932’den beri)
Türkçe okunmakta olan EZAN’ın Türkçe dışındaki dillerde okunmasını
serbest bırakan yasayı çıkararak (16 Haziran 1950) ARAPÇA OKUNMASI’nı sağlamak olmuştur.

Muhalefette iken CHP’ne yaptığı “DİNSİZ” baskısı ile içinin boşaltılmasını sağladıkları,

  • Aydınlanma Devrimi’nin temel taşı olan KÖY ENSTİTÜLERİ ile
    HALK EVLERİNİ KAPATMIŞTIR.

6-7 Eylül 1955 olayları ile Rum ve Ermeni vatandaşlarımızın büyük bölümün yurttan kaçışına neden olmuştur.

6-7 Eylül 1955 olayları’ya girmek için bir tugayımızı KORE Savaşı’na sokarak emperyalizmin hizmetine sunmuştur. 1.5 milyon Korelinin öldürüldüğü bu savaşta bizim kayıp toplamımız 3277’dir. (Savaşa giden askerlerimizin yaklaşık 1/5’ine karşılıktır.)

NATO’ya giriş ve ABD yardımlarının kabulü ile de siyasal ve ekonomik bağımlılığımızı artırmış, ulusal bağımsızlığımızı zedelemiştir.

Her geçen yıl hak ve özgürlüklere daha çok kısıtlamalar getirmiştir.
Basın ve muhalefete, gittikçe ağırlaşan baskı uygulamıştır.
238 gazeteci, karşıt (muhalif) yazıları nedeniyle tutuklanmıştır.
Grev ve toplu sözleşme hakları tanınmamıştır.

VATAN CEPHESİ oluşturarak halkı kutuplaşmaya ve muhalefeti yok etmeye çalışmıştır.

  • DP, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Nutuk’un yayımlanmasını bile
    suç saymıştır.

Hukuksuzluğa karşı mücadele eden üst düzey yargıçları emekli etmiştir.

Bardağı taşıran son damla ise 15 Nisan 1960’ta 15 DP milletvekilinden oluşan
TAHKİKAT KOMİSYONU’nun kurulmasıdır.
Bu Komisyona, Anayasa ve yasalara aykırı olarak;
yargılama, tutuklama ve parti kapatma yetkisi tanınmıştır.

28-29 Nisan 1960’ta öğrenci olayları başlamış ve halk da protesto eylemlerini desteklemiştir. Bir öğrenci İstanbul Üniversitesi’nde polis kurşunuyla öldürülmüştür.

Çatışmaların artması üzerine, 38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi (MBK)
27 Mayıs 1960 günü yönetime el koymuştur.

MBK, emir-komuta zincirinin dışında ve çoğunluğu genç subaylardan oluşmuştur.

270 general-amiral emekli edilirken, hareketin başına Org. Cemal GÜRSEL getirilmiştir.

MBK, rayından çıkarılan Devrimlerin yeniden yoluna konmasını, çağa uygun devrimlerin yapılmasını ve özgürlükçü bir Anayasanın yapılmasını sağlamış ve
idareyi kısa sürede sivil yönetime devretmiştir. Hatta bu süreyi uzatmak isteyen bir grup (14’lükler)  bir süreliğine ülkeden uzaklaştırılmıştır.

Neler yapılmıştır? 27 Mayıs’ın devrim niteliğini oluşturan nedir?

Özgürleşme (Bireysel, basın, haberleşme vb.),
Örgütlenme,
Demokratikleşme,
Üniversitelere özerklik,
TRT özerk kurumu,
Parlamenter sistem (çift meclisli yapı)
Güçler ayrılığı ilkesi,
Yargının bağımsızlığı, Yüksek Yargıçlar Kurulu
Devlet Planlama Örgütü

27 Mayıs Devrimi’nin en önemli yanlışı ise,
Başbakan Adnan Menderes dahil üç siyasetçinin idam edilmesidir.

Demokrasiyi ayaklar altına alan Menderes, bu sayede demokrasi kahramanı yapılmıştır.

Günümüzde siyasal iktidarın uyguladığı baskılar, hukuksuzluklar, yolsuluklar, ayrımcı politikalar o dönemle kıyaslandığında DP’nin daha masum olduğunu söylemek olasıdır.

Dileğimiz bu tür uygulamaların bir an önce sona ermesi ve toplumsal huzurun sağlanmasıdır.