Etiket arşivi: Mustafa Balbay

Avrupa da Türkiye’den hızla uzaklaşıyor

Avrupa da Türkiye’den hızla uzaklaşıyor

Portresi_ATA_ile


Onur Öymen

 

 

Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz.

  • “Türkiye nefes kesen bir hızla Avrupa’dan uzaklaşıyor.” demiş.Bu sözler acaba sadece Türkiye’de hukuk, insan hakları, basın özgürlüğü gibi alanlarda yaşanan sıkıntılara bir tepkiden mi kaynaklanıyor? Bu alanlarda yaşanan eksiklikler, yapılan yanlışlıklar herkesten önce Türk aydınları, siyasal partileri ve basını tarafından eleştiriliyor. Ama acaba bütün bu alanlardaki geriye gidişte Avrupa’nın hiç mi sorumluluğu yok?

Son yıllarda insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanında yaşanan en büyük sıkıntılar, hükümetin de sonunda komplo olarak nitelendirdiği Ergenekon davasından kaynaklanmış ve bu dava sırasında çok sayıda gazeteci, siyasetçi, aydın, subay yıllarca hapis yatmıştı. Peki, Avrupa’nın Ergenekon davasıyla ilgili tutumu ne olmuştu? Bazı usul hatalarına işaret etmekle birlikte Avrupa Birliği, özellikle Avrupa Parlamentosu bu davanın sanıklarını devletin içine sızmış bir çete olarak nitelendirmiş ve onların yargılanıp cezalandırılmasını istemişti.

İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi çağdaş düşünceli, demokrasiye inanmış, Atatürkçü gazetecilerin tutuklanmasına karşı Avrupa’nın tepkileri çok cılız kalmıştı.

Türkiye’nin Kıbrıs meselesi, Ermeni soykırımı iddiaları, PKK terörü, Ege sorunları gibi milli konularında Avrupa Birliği hemen hemen daima Türkiye’nin karşısındakilerin yanında yer almış, CHP’nin bu konulardaki çabalarına karşı da çoğunlukla mesafeli davranmıştı. Geçmişten bu yana bütün Türk hükümetlerinin bu milli konularımızda hep yanlış yaptığı izlenimi yaratılmıştır.

Türkiye’nin AB üyeliği hedefini şimdiye dek  destekler görünen İngiliz Muhafazakar Partisinin lideri David Cameron şimdi 3000 yılına dek bu hedefin gerçekleşmeyeceğini söylemeye başlamıştır.

Fransa Türkiye’nin AB üyeliğini engellemek için 4 müzakere başlığının, Kıbrıs Rum Kesimi 6 müzakere başlığının, AB Konseyi, Kıbrıs bahanesiyle 8 müzakere başlığının görüşülmesine ambargo koymuştur.

Avusturya’da Cumhurbaşkanlığı seçimini kıl payıyla kaybeden Norbert Hofer,

“Türkiye üye olursa Avusturya’nın AB’yi terk edeceğini” söylemiştir.

Türk vatandaşlarına vize bağışıklığı sağlanması konusunda Avrupa’nın geri adım atmaya başladığı, evvelce koyduğu koşullara ek olarak yeni fren mekanizmaları geliştirmeye çalıştığı görülmektedir. İngiliz eski İstihbarat Başkanı Richard Dearlove, Türklere vize bağışıklığı sağlanmasının ateşe benzinle gitmek gibi olacağını ileri sürmüştür..

Son olarak Almanya Parlamentosu, Hıristiyan Demokrat, Sosyal Demokrat ve Yeşiller Partisinin ortak girişimiyle 2 Haziran’da Ermenilerin soykırım iddialarını benimseyen bir karar almaya hazırlanmaktadır.

Başbakan Merkel’le son zamanlarda sık sık gerçekleştirilen üst düzey ziyaretlerde Türk devlet adamlarının kendisini bu tasarıyı engellemeye ikna edemedikleri görülmektedir. Sayın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da kısa bir süre önce gerçekleştirdiği Berlin ziyareti sırasında görüştüğü Sosyal Demokrat ve Yeşiller partisi milletvekillerini tasarıyı geri çekmeye ikna edebildiğinin işareti yoktur.

Bu tablo gerçekten Türkiye-AB ilişkilerinin hızla geriye gittiğini gösteriyor.

Türkiye’de iktidarın başından beri AB’ye pek sıcak bakmadığı biliniyordu. Ancak şimdi aslında Avrupa’nın da hızla Türkiye’den uzaklaştığı görülüyor. Bu olumsuz gidişi salt Türkiye’nin yanlışlarına veya eksiklerine bağlamak insaflı bir değerlendirme olmaz. Bence Türkiye konusunda uzun zamandan beri çoğunlukla yanlış politikalar izleyen Avrupa, şimdi geleceği de doğru okuyamamakta, Türkiye’yi kendi elleriyle Orta Doğu’ya doğru hızla itmektedir.

Türkiye’nin Avrupa’nın değerlerinden uzaklaşmasında Avrupa’nın da sorumluluğu büyük olacaktır.

Saygılar, sevgiler.
24.05 2016

=================================

Evet dostlar,

Sular yataklarına dönüyor galiba…
Bu hülyanın boş olduğunu yıllardır yazdık, söyledik..

Türkiye’nin yeri AVRASYA Bloku olarak görülüyor..

Öncelikle TAM BAĞIMSIZLIĞINI koruyarak.

Ortadoğu’da 2. bir Sudi Arabistan rolüne soyunmak Türkiye’nin parçalanması demektir!

Sevgi ve saygı ile.
25 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Merdan YANARDAĞ : Hukuksuzluğa karşı çıkalım; ancak…

 

Merdan YANARDAĞ

Hukuksuzluğa karşı çıkalım; ancak...

Başta Kanaltürk Televizyonu olmak üzere Fethullah Gülen Cemaatine yakınlığıyla tanınan Koza-İpek Grubu’na bağlı medya kuruluşlarına el konularak yönetimin kayyuma devredilmesi üzerine çok yönlü bir tartışma başladı.

Kanaltürk Televizyonu’na polis zoruyla girilmesi, çalışanlara yer yer şiddet uygulanması ve yayının kesilmesi kabul edilebilir değildir.

Diğer taraftan el koyma ve kayyuma devretme işleminde bir hukuksuzluk söz konusuysa, bu uygulamaya ilkesel olarak karşı çıkılmalıdır. Amaç basın özgürlüğünü ortadan kaldırmaksa buna karşı çıkmak demokrasinin bir gereği ve gazeteci olarak bizlerin sorumluluğudur.

Ancak, başta Hrant Dink’in öldürülmesi olmak üzere, Danıştay Yüksek Yargıcı Mustafa Özbilen, Trabzon’da Rahip Santoro, Malatya’da Zirve Yayınevi cinayetlerinin örgütleyicisi ve azmettiricisi olan; Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davaları olarak bilinen siyasal tertipleri kurarak yüzlerce aydını, gazeteciyi, akademisyeni, siyasetçi ve askeri haksız ve hukuksuz şekilde yıllarca hapislerde çürüten; devlet içinde illegal şekilde örgütlenerek rejimi değiştirmeyi ve zaten on yıllardır içi boşaltılan Cumhuriyeti yıkarak (AKP ile birlikte) yerine dinci faşizan bir düzen kurmaya çalışan yasadışı bir örgütten söz ettiğimizi de unutmamalıyız.

Öncelikle şunu anımsatmalıyız; Koza-İpek Grubu‘na bugün operasyon yapanlar, Cemaatin eski ortağı, onu koruyan, önünü açan, büyüten, başta Adliye ve Emniyet olmak üzere devlet içinde derinlemesine örgütlenmesini sağlayan ve birlikte Cumhuriyeti yıkarak yerine ılımlı da olsa bir islami rejim kurmak için yola çıkan AKP iktidarıdır.

Bu kirli tarihsel dönemde dinci faşizan AKP-Cemaat koalisyonunun en büyük destekcisi, ona rıza ve meşruiyet üretenler ise, bir kısmı soldan gelen liberaller oldu.

  • Birlikte yıktıkları Cumhuriyet’e kimin hakim olacağı ve
    geleceği kimin belirleyeceği konusunda çıkan bir anlaşmazlık
    ve ardından başlayan çatışma sonucu bu aşamaya geldik.

Bu kavga, Tertibin tartışmasız şekilde ortaya çıkmasını sağladığı gibi, sıradan insanların gözünde de görünür ve anlaşılır kıldı. Ergenekon tertibi çöktü. Bu ve bağlı davaların nasıl kirli bir tertip ve yalan üzerine kurulduğu ortaya çıktı. Emniyet içindeki yapılanmanın şefleri Hrant Dink cinayetinden tutuklandı.

  • Başta AKP ve Cemaat olmak üzere siyasal islamcılar, muhafazakar sağcılar
    ve liberaller arasında oluşan gerici tarihsel blok çöktü.

Unutmayın; daha birkaç yıl önce bu ülkede gazeteciler tutuklanıyor, gazete ve televizyon binaları basılıyor, rektörler, akademisyenler sabaha karşı götürülüyor, TSK içindeki Kemalist subaylar, Alevi kökenli askerler tasfiye ediliyor, ama bugün “demokrasi ve basın özgürlüğü” diye ayağa kalkanlar, “askeri vesayet yıkılıyor” ya da “Kemalist despotizim çöküyor”  diye, dahası “darbeciler” yargılanıyor yalanına sarılarak, destek veriyordu.

Cemaat ve AKP iktidarı, alık liberalleri ve solcuları avlamak için bu davalara Susurluk artığı bazı isimler ile ülkücü mafya bozuntularını da dahil etmiş ve fakat onlar hakkında anlamlı tek bir soruşturma yapmamıştı. Cumhuriyetin tasfiyesiyle sonuçlanan bu büyük tertibi, Emniyet ve MİT merkezli olarak yeniden yapılandırdıkları Kontrgerilla (Gladyo) aracılığıyla kurmuşlardı.

Üretilen sahte dijital deliller, kendilerinin gömdüğü silahlar -ki bunlar kullanılamaz durumdaydı- çiğnenen hukuk, engellenen savunma hakkı, lehte kanıtların dikkate alınmaması, lehte tanıkların dinlenmemesi, çoğu yüz kızartıcı suçlardan mahkum olan gizli tanıkların sahte ifadeleri bu davaların temelini oluşturuyordu. Bütün bu hukuksuzluklar olanca açık kanıtlarıyla ortaya konulduğu halde, kimse bunlara kulak asmamıştı.

Çıkarılan bütün anti-demokratik yasalara, yapılan bütün gerici ve faşizan anayasa değişikliklerine, ironik biçimde özgürlükçü ve demokratik gerekçelerle “yetmez ama evet” denilerek destek veriliyordu. Cemaat yayınları “Onlar gazeteci değil” diye manşet atıyor, televizyonlarının ekranlarından o karanlık ve kanlı tertibin senaryoları yayınlanıyordu.

Nedim Şener, Merdan Yanardağ, Soner Yalçın, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay gibi gazeteciler sırf AKP muhalifi ya da Cemaatin yapılanmasını deşifre ettikleri, bu konuda kitap yazdıkları için tutuklanacaklardı. İnanılır gibi değil ama, o dönemde “basın özgürlüğü” demek, hukuktan söz etmek hemen “darbeci” diye suçlanmak için yetiyordu.

Hukuku bir kez yıktınız mı, oyunun kurallarını bir kez değiştirdiniz mi bir gün o silah size de döner. Bugün Koza-İpek Grubu’na yapılan operasyona karşı çıkanlar, bütün bunları da anımsamalıdır.

Keskin Kalem
http://abcgazetesi.com/yazar/hukuksuzluga-karsi-cikalim-ancak-1007.html

ÖNCEKİ YAZILARI

================================

Dostlar,

Merdan Yanardağ (KESKİN KALEM) son yıllarda Türkiye’nin yetiştirdiği çok değerli – birikimli – araştırıcı – yürekli – yurtsever araştırmacı gazeteci – yazarlardan biridir.

Bu nitelikleri nedeniyle de AKP –  Cemaat kumpaslarında hapislere atılmıştır.

“Türkiye’nin elektronik gazetesi ABC” adı verdikleri bir web sitesinde “keskin kalemiyle” yazılarını sürdürmektedir. Bu siteyi izlemek ve destek vermek gerekir..

ABC

http://abcgazetesi.com/…

Teşekkürler sevgili Merdan Yanardağ kardeşimiz ve bu sitenin değerli yazarlarına..

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Mustafa Balbay : Boştepe’den Atatürk’ü Kaldırmak…


Boştepe’den Atatürk’ü Kaldırmak…

Mustafa Balbay

Sonunda bu da oldu;

  • Atatürk’ün resmi kaçak sarayda Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarının yapıldığı salondan kaldırıldı!

Şaşırdık mı? Elbette hayır.
Arama motorunda “Atatürk’ün resmi kaldırıldı” başlıklı haberler listelendiğinde onlarca sayfa tutuyor.

  • Ders kitaplarından, madalyalardan, hutbelerden Atatürk’ün resminin, adının kaldırılmasının ardından sıra MGK salonuna geldi.

Bütün dünyanın kabul ettiği, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla taşınabilmiş çok az lider arasında
yer alan Mustafa Kemal Atatürk’ün kaçak saraydan kaldırılmasını kötüye de yormamak gerekir. O masanın arkasının boş kalması tabloyu daha iyi tamamlıyor. İki boşluk birleşmiş oluyor. Böylece kaçak saraya bir ad daha çıktığını söyleyebiliriz; bölgeye Beştepe adı verildiği için Cumhurbaşkanlığı Sarayı yerine Beştepe de denmeye başlanmıştı.

Şimdi Boştepe de denebilir.

***

Atatürk Orman Çiftliği’nin talan edilmesinde en büyük imzayı atan kaçak sarayın yapımı, başından sonuna birbirini tamamlayan sahteliklerle dolu.
Özetleyelim…
2011 yılında bölgenin 1. derece sit özelliği
3. dereceye indirildi. O gün burası için hiç de iyi şeylerin planlanmadığı anlaşılmıştı.
Ardından gecekondu semtlerinin modernleştirilmesi, yeniden planlanması için kentsel dönüşüm ve gelişim programının içine AOÇ de kondu. Düşünün; topluma biz gecekondulaşmayı kaldıracağız diyorsunuz, buna sığınıp saray kondu yapıyorsunuz!
İnşaat başlarken adı, Başbakanlık Hizmet Binası idi. Bitimine yakın Cumhurbaşkanlığı Sarayı oldu. Görünen hedef, başkanlık sarayı yapmak.
Oda sayısı bin küsur, küsur sayısı onlarca olan kaçak saraya harcanan 1.5 milyar liranın hazineden çıkış kalemi de gidişi tamamlıyor; inşaat Kalkınma Bankası bütçesinden yapıldı.
Kalkınma deyince bundan sonra neyi anlamamız gerektiğini de anlamış olduk.
Mademki yapılan resmi açıklamada olduğu gibi kaçak saray halkın;
bundan böyle kalkınma rakamlarına şunu da eklemek gerekecek:


Kişi başına düşen saray odası sayısı!

***

Bir kamu kuruluşunda başbakan olarak görev yapan Ahmet Davutoğlu’nun
bu tablodaki yeri nedir?

O koltuk boş.
O boşluğu da Boştepe’deki kaçak saray sakini dolduruyor. 5 Ocak olmadı, 19 Ocak’ta
Bakanlar Kurulu Başbakan’ın değil, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında toplanacak.
Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin adını da şöyle değiştirmek yakışır:


Tayyip’e Bakanlar Kurulu…


Bakanlar zaten bu adı benimsemiş, art arda yaptıkları açıklamalarla bunu ilan ediyorlar.

Cumhuriyetin kuruluş değerlerini benimsemiş, bu alandaki erozyondan büyük kaygı duyan insanların 2014’e ilişkin iyi anılarının olmadığı ortada.

Toplumun büyük kesiminde karamsarlık egemen.
Öyle ki şu görüş bile ciddi ciddi tartışılıyor:

Bunlar sandıkta düşük oy alsalar bile iktidarı vermezler…
Geçen gün Çayyolu’nda bu olasılığı soranlara şu karşılığı verdim:

Evet, bunlar iktidarı vermemek için her şeyi yaparlar, vermezler; biz alacağız.
Onlar iktidarı vermez diye bunu kabullenecek miyiz? Elbette hayır. Bu, yılbaşı diliyle söylemek gerekirse, bilet almadan, bize piyangodan para çıkar mı çıkmaz mı, diye tartışmaya benzer.
Biz, başarıya, iyiye, umuda, kazanmaya bilet alacağız.

Boştepe’den fotoğrafı kaldırılan Atatürk ne diyor;

Zafer, zafer benimdir diyebilenindir.

Duvarlardaki değil, yüreklerdeki Atatürk’le kazanacağız.

========================================

Sağol sevgili Balbay,

Slide5

Biraz moral verdi yazınız..  ??!!

Slide6

Büyük ATATÜRK‘ün tam da yerinde sözü ile yanıt verelim :

    • “Beni inkâr edeceksiniz.
      Hatta bühtanla yad edeceksiniz.
      Hint’e, Yemen’e ve Mısır’a giden fikirlerim,
      orada filizlenerek gelip sizi boğacaktır.”


Sevgi ve saygı ile,
03.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Cumhuriyet Gazetesi nereye ??


Türker Ertürk : Cumhuriyet Gazetesi nereye ??

Okur Gözüyle

Dostlar,

Üzüntüyle karşılıyoruz Cumhuriyet‘te olup bitenleri…

Sitemizde yayımladığımız bu konuya ilişkin Sn. Prof. Dr. Süleyman Çelik‘in yazısını ve o yazıya bizim katkılarımızı da okumanızı diliyoruz..

Sevgi ve saygıyla.
11.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

CUMHURİYET GAZETESİNİ BOYKOT


Dostlar,

Sorunlar bitmiyor.. bitmeyecek de..

  • Türkiye’ye, sistemli bir abanma ve kuşatma Cumhuriyet’in tüm kurumlarına dönük olarak DIŞ KÖKENLİ VE DESTEKLİ olarak sürdürülüyor..
  • Soluklu, akıllı ve YURTSEVER olanlar uzun – orta erimde hep kazanacaklar..
    Bizim gibi.. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün askerleri (=akıl ve dava yoldaşları) olanlar hep kazanacağız.
  • Hattı savunma yok, alanı savunma zorunlu.. O alan tüm VATAN! Ve salt boş zamanlarda, Cumartesi – Pazar, tatillerde vs. değil..Yurdun her santimetre karesinde ve sürekli..

CUMHURİYET‘teki sorun 12. Cumhurbaşkanı (gerçekte yarı başkan!) seçimi nedeniyle biraz gölgede kaldı..

Değerli meslektaşımız ve dostumuz Sn. Prof. Dr. Süleyman ÇELİK‘in
aşağıdaki yazısını -ve de eylemini- içimiz burkularak paylaşıyoruz..

(Bizim bir de atamayacağımız elektronik aboneliğimiz ve Gazete arşivinden
pdf dosyası indirebilme sürdürümcülüğümüz var…)

Prof. Çelik gibi çoook kıdemli bir “Gazete” okuru ve yazarıyız..
Özellikle çok değerli Sami Karaören büyüyüğümüzün dönemlerinde..

CUMHURİYET hızla kendine gelmelidir..

Döndürülen oyunlara katılmak ne söz, ayrımsayarak bozmalıdır.. Öyle de olacaktır..

Sevgi ve saygıyla.
11.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

========================================================

CUMHURİYET GAZETESİ’ni BOYKOT !

Kimden: Prof. Dr. Süleyman Çelik

52 yıllık Cumhuriyet okuruyum. 18 yaşından beri Cumhuriyet okuyorum.

 

Dünya görüşümün oluşmasında Cumhuriyet’in önemli bir yeri vardır. Cumhuriyet
benim için gerçek anlamıyla bir okul oldu. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Muammer Aksoy, Melih Cevdet Anday, Nadir Nadi, İlhan Selçuk gibi Cumhuriyet yazarları, yazıları
ve kitaplarıyla öğretmenlerim oldular.

Üniversite 2. sınıf öğrencisiyken, ‘Okuyucuların Görüşleri’ sütununda ilk yazım yayımlanınca çok heyecanlanmıştım. Askerlikten ayrıldıktan sonra Sayın Sami Karaören’in makale editörlüğü döneminde 2. sayfada ‘Olaylar ve Görüşler’ bölümünde makalelerim, ‘Arada Bir’ köşesinde yazılarım yayımlandı. Bunların dışında CBT’de
daha çok yazım yayımlandı.

1970 ve 90’lı yıllarda iki kez, Nadir Nadi karşıtı ortaklarla birlikte Gazete’nin ele geçirilip ilkelerinden saptırıldığı ve bilinçli Cumhuriyet okurlarının boykotu üzerine geri alındığı ara dönemler dışında, hiçbir gün Cumhuriyet okumadan yatağıma yatmadım. Cumhuriyet okumak benim için bir bağımlılıktır.

1979-81 arasında İngiltere- Nottingham Üniversitesi’nde çalıştım. O yıllarda internet yoktu. Orada bulunan öğrenci arkadaşlarla ortak abone olarak, 2-3 gün gecikmeli de olsa Gazete’yi okumayı sürdürdük. Ki o yıllarda, bugün Gazete’yi ele geçirmeye çalışanların ağababaları, egemen oldukları sendika, dernek ve meslek odalarının lokallerine, “Tercüman (o zaman sağın temsilcisiydi) girebilir fakat Cumhuriyet giremez, çünkü üyelerimizi etkiliyor..” diyorlardı.

  • Cumhuriyet, Kurtuluş yıllarında Yunus Nadi’nin baskı makinelerini işgal İstanbul’undan kaçırarak Ankara’da yayımladığı, 14-15 yaşındaki Nadir Nadi’nin foto muhabirliği yaptığı, Kuvayımilliyecilerin gazetesi Yeni Gün’ün devamıdır.

Kurtuluş’tan sonra Atatürk’ün yol göstermesiyle Cumhuriyet’i savunmak üzere
yayın yaşamına başlamış ve adını da bizzat Atatürk koymuştur.

Cumhuriyet gazetesi Cumhuriyet ile özdeşleşmiş ve Sevgili Uğur Mumcu’nun kazandırdığı bir deyimle ‘Kalpaksız Kuvvacıların’ gazetesi olmuştur.

Cumhuriyet, Cumhuriyet karşıtlarınca hep ele geçirilmeye, hatta satın alınmaya çalışılmıştır. Sevgili İlhan Selçuk bu girişimleri yazmıştır. Satın almayı başaramayınca benzer bir gazete çıkararak batırmaya çalışmışlardır. Fakat, halkımızın deyimiyle,
“yel kayadan bir şey alamamış” ve arkalarında holdingler olmasına, damping yapmalarına,  hatta bedava dağıtmalarına karşın kendileri batmış, Cumhuriyet
dimdik ayakta kalmıştır. En son girişim Radikal idi. D&R mağazalarında bir kitap değil, bir gazete alana bile Radikal’i bedava veriyorlardı, gene de battı.

İçerideki Truva atları, aralarına Uğur Mumcu’nun sevgili oğlunu da sokarak
şimdi Cumhuriyet’i üçüncü kez ele geçirmeye karar vermişler.

Öncelikle şunu sormak isterim; Bekir Coşkun gibi çok okunan, dolayısıyla gazetenin tirajını artıran, üstelik ilkesel sorunu da olmayan yazarları kaçırıp, yazıları okunmadığı için diğer gazetelerde köşe bulamamış yazarları almak nasıl bir zeka ürünüdür?

Özgür Mumcu, bize babasının yadigarıdır, başımızın üstünde yeri var.
İlhan Selçuk’tan sonra Cumhuriyet ile en çok özdeşleşmiş yazarı olan babasından dolayı Cumhuriyet zaten O’nun evidir. Çoktan Cumhuriyet’te olmalıydı.

Bizim sözümüz her iki Cumhuriyet’in de temel değerlerine, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine, Kemalizm’e ve ulus devlete karşı olan gayri millicileredir.

Atatürkçüler gazeteden birer birer uzaklaştırılırken yerlerine önce ‘Mustafacılar’ alındı. Şimdi sıra gayri millicilere mi geldi?

Bunlar Cumhuriyet Mitinglerine, yazılarıyla açıkça karşı çıkmışlardır.
Oysa ‘Tehlikenin farkında mısınız?’  manşetleriyle bu mitinglere ortam hazırlayan,
İlhan Selçuk’un önderliğindeki Cumhuriyet’tir.

Bunlar, BOP kapsamında ABD’nin AKP ve Cemaat eliyle uygulamaya soktuğu Ergenekon, Balyoz ve benzeri davaları desteklemişler, kendilerine aydın diyen ne idüğü belirsizlerle ortak açıklamalar yaparak, davalarda sonuna dek gidilmesini istemişlerdir.
O zamanki yazılarını okuyun, AKP’li ve Fetullahçı yandaşlarınkiyle benzerlikleri göreceksiniz.

Ne zaman ki sıra kendilerine geldi, feryat etmeye başladılar. Dışarıda kalanlar arkadaşlarının, güya ‘Gerçek Ergenekoncular’a nasıl karşı olduklarını kanıtlamaya çalışmışlar, kendilerine ‘Nedim’in ve Ahmet’in Arkadaşları’ adını vererek, içeride Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve daha birçok gazeteci olmasına karşın,
yalnızca bu ikisine özgürlük isteyen eylemler yapmışlardır.

Sevgili İlhan Selçuk demokrat kişiliğinin gereği olarak Gazete’de her görüşten yazara yer verirdi. Ancak görüşleri Cumhuriyet’in temel ilkelerine açıkça aykırılaşarak okuyucularla çatışmaya başlayanları, mesleğe olan saygısı nedeniyle,
öbür patronlar gibi atmaz, fakat kendisinin ayrılmasını ima ederdi.

Bu biçimde istiskal (AS : Soğuk davranışlarla hoşlanmadığını belli etme) ile Cumhuriyet’ten ayrılmış biri şimdi geri döndü. Bugünkü ilk yazısının başlığını, okuyucuların tepkisini tahmin ederek “Eyvah” koymuş, yanına da sevenleri de olduğunu savlayarak “Yaşasın” eklemiş! Yazısında kendisini Cumhuriyet’ten attıran okurlara,  “Artık İlhan Abiniz yok, şimdi kendilerine Türkiyeli diyenlerin ve Dostum Hikmet Çetinkaya’nın sözü geçerli..” der gibi, nanik yapıyor!

Hikmet Çetinkaya; Fehmi Koru’nun ATV’de, Ali Kırca’nın haber saatinde ‘kedinin fareyle oynaması’ gibi ezdiği ve tüm Cumhuriyet okurlarını kahrettiği, yazılarında
konu ve tutarlılık olmayan, tümceleri birbirleriyle ilgisiz, en birikimsiz ve bilgisiz Cumhuriyet yazarı. Şimdi Cumhuriyet’te son söz sahibi olmuş! Cumhuriyet’e yakışmıyor. Fakat Agos’tan ve Taraf’tan yazar transfer etmek bunlara yakışır.

Oldu olacak, Sevgili Uğur Mumcu’nun ‘tosuncuklar’ dediği Altan kardeşleri de alın. Ayrıca Hikmet Çetinkaya’nın kankaları Oral Çalışlar ve İsmet Berkan var.
Hasan Cemal’in günahı ne? Genel Yayın Yönetmenliğini İbrahim Yıldız’dan
daha iyi yapmaz mı?

Efendiler!

Öbür gazeteler 50 kuruş iken 150 kuruş verip Cumhuriyet aldıkları için
Cumhuriyet okurlarını aptal sanıyorsunuz, herhalde!

Cumhuriyet okurları iki kez bu oyunu bozarak aptal değil bilinçli olduklarını kanıtlamışlardır ve sizin bu son oyununuzu da bozacaklardır. Bundan kuşkunuz olmasın.

Adı geçtiği için söylüyorum; aldığınız yazarlarla Radikal’e benzemeye çalışıyorsunuz. Sonunuz da Radikal’dekiler gibi olacak. Daha önceleri olduğu gibi, geride enkaz bırakarak kaçacaksınız ve yazarları ve okuyucularıyla gerçek Cumhuriyetçiler
enkazı kaldıracaklardır.

Bugünden sonra Cumhuriyet, yeniden gerçek Cumhuriyet olana dek
Gazete’yi boykot ettiğimi bilmenizi isterim.

01 Ağustos 2014

Prof. Dr. Süleyman Çelik
GATA VE Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi

Twitter AKP’nin Kökünü Kazırken..

Dostlar,

“Oy yok hırsıza” adlı site bardağı taşırdı (!) ve “Başçalan” denen zat,
Twitter erişimini yasakladı.. Yarası olanın gocunduğunu bir kez daha gördük.

Şu atasözleri çok mu çok hikmetli.. Ders almasını bilmeli..

Sevgi ve saygı ile.
23 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Twitter AKP’nin Kökünü Kazırken..

portresi
Mustafa BALBAY
ankcum@cumhuriyet.com.tr

Ne zaman Başbakan ve çevresi sosyal medyaya ilişkin yasakçı bir tutum takınsa,
aklıma şu benzetmeler gelir:

Başbakanlık olarak kararname yayımlıyorsunuz ve Balkanlar’dan gelen sıcak havanın Türkiye’ye girişini yasaklıyorsunuz.
Hava durumunu beğenmeyince Meclis’ten bir yasa geçirip haftanın iki gününün
yağışlı olmasını sağlıyorsunuz.
Bu sıraladıklarımız ne denli olanaksızsa, Başbakan’ın

“Ben emrediyorum, hiç kimse sosyal medya kullanamayacak” demesi o denli olanaksız. Çünkü çağın gereği bu. İnsanlık tarihinin binlerce yıllık geçmişinde
tüm dünyayı etkileyen iki büyük devrim var.

Birincisi tarım devrimi, ikincisi sanayi devrimi.

Her ikisi de az ya da çok yeryüzünü tümüyle etkiledi. İçinden geçtiğimiz sürecin adı ise, iletişim devrimi. Bu çağ da yine belirli ölçülerde tüm dünyayı etkiliyor. Örneğin
New York’un yalnızca Manhattan adasındaki dijital ağ, bütün Afrika’daki ağdan daha çok. Değişik coğrafyalardaki yaşam standartlarında büyük uçurumlar var.
Ama ne olursa olsun iletişim devrimi tüm dünyayı sardı, dönüştürdü.
Afrika kıtası iletişim çağından payını az alsa bile varsıl coğrafyalardan bir kişi
oraya gidip güncel bir sorunu bütün dünyaya taşıyabiliyor.

***

İşte Başbakan böyle bir dünyada, bütün kısıtlamalara karşın iletişim özgürlüğünün
tadını almış bir Türkiye’de Twitter mivıttır dinlemeyeceğini, kökünü kazıyacağını,
dünya ne derse desin bunu yapacağını söylüyor. Daha Başbakan sözünü bitirmeden yankısı yalnızca Türkiye’de değil bütün dünyada duyuluyor. Çünkü iletişim çağı
böyle bir şey. Biz Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde haberciliğe ilişkin tanımlar yaparken aklımda kalan tariflerden biri şuydu:

Yeryüzünde hiçbir şey, bir gün önceki haber kadar bayat değildir. 

Şimdi artık habercilikte, iletişimde gün kavramı çoktan bayatladığı gibi, saat kavramı bile eskidi. İnsanlar saniyelerle, dakikalarla haberleşiyorlar.
Başbakan’ın kök kazıma faaliyetlerinin başlıca aracı olarak yargı da yine iletişim çağının verdiği olanakla hemen onu duydu. Twitter’a erişimin sınırlanmasının yolunu açacak kararlar aldı. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) da yargının
bu kararını Başbakan emrinin aracı saydı, Twitter’a ulaşımı sözüm ona yasakladı.
Bu yolu açan hesabın adının “Oy yok hırsıza” olması, içinde hiçbir ad geçmemesine karşın kime hırsız dendiğini de yalnızca Türkiye’ye değil tüm dünyaya gösterdi.

***

Başbakan böyle bir yasağın fiilen işlemeyeceğini bilmiyor muydu?
Bu sorunun yanıtı çatallı. Ancak dikkatimizi çeken durumlardan biri şu:

Başbakan’ın böyle bir çıkışı, seçimlere sayılı günler kala toplumu biraz daha gerip karşıtlık üretme politikasının bir sonucu da olabilir.

Başbakan bu yasağı ilan edince toplum sokağa dökülecek, biber gazı birlikleri
hemen karşılık verecek, sonra da çıkıp Twitter kullanıcılarının terörist olduğunu
ilan edecek.

Ama bu plan tutmadı. Sosyal medya kendi yöntemleriyle karşılık verdi.
Yasağı milyonlarca kez deldi.
Başbakan yasak ilanını hangi şuurla yapmış olursa olsun,
Twitter, sosyal medya bu iktidarın kökünü kazıyacak.
Çünkü çağın gerçeği bu.
Sürecin hızını, 30 Mart’ın sonuçlarıyla birlikte hemen ardından yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlerin tarihi belirleyecek.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/53317/Twitter_AKP_nin_Kokunu_Kazirken….html, 23.3.14

Basın İçin de “Mal ve Gelir Saydamlığı” Zorunludur!


Basın İçin de
“Mal ve Gelir Saydamlığı” Zorunludur!

 

portresi_sapkali

Prof. Dr. Özer OZANKAYA
ADD 5. Genel Başkanı

Basın mensupları da, patronundan yazarına, genel yayın yönetmeninden muhabirine… değin, tıpkı milletvekillerinin olması gerektiği gibi, düzenli olarak mal ve gelir bildiriminde bulunmakla yükümlü olmalıdırlar!

Yıllar önce Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Trakya bölgesi konferanslarından birinde, basın mensuplarına da düzenli olarak mal ve gelir bildiriminde bulunmak yükümlülüğü getirilmesi gereğini savunmuştum. 

Dinleyenler arasında saygıdeğer gazeteci Sayın Mustafa Balbay da vardı.
Bir bölüm basının “İkinci Cumhuriyetçilik” söylemiyle Atatürk Cumhuriyeti’ne saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemdi ve ben o günkü önermemi çok sınırlı olan olanaklarım içinde yinelemeyi sürdürdüm.

Bu konuda kanımca kendileri öncülük etmesi gereken basınımızın çok değerli kalemleri ise, ne yazık ki bu duyarlığı yeterince göstermediler. Bugün de yeterince göstermediklerini görüyorum.

Oysa basınımızın “İkinci Cumhuriyetçi” kılıfındaki kesiminin başta Atatürk olmak üzere Türk demokrasisine  saldırıları, çok geçmeden hem devletimizin en temel ilkelerini yıkmaya, en kilit noktalarındaki görevlileri “etkisiz” kılmaya, hem de sayın Balbay da içlerinde olmak üzere basınımızın birçok değerli kalem sahiplerini susturmaya yöneldi.

Bunda, “mal ve gelir saydamlığı”nın gereğince sağlanmayışının payı büyüktür, kanısındayım.

Eğer daha o zaman, kitle iletişiminin patron, yönetici ve yazarlarının/programcılarının da mal ve gelir bildiriminde bulunma yükümlülüğü, kamuoyuna mal edilmeye çalışılsaydı, inanıyorum ki demokratik ilke ve kurumları yıpratan bilgi kirliliği ortamı yaratılması da, yargı bağımsızlığını yıkıcı yasaların yapılması da, Balbay’ların, Özkan’ların, Haberal’ların, Başbuğ’ların… hukuk dışı işlemlere uğratılması da,
AKP iktidarınca çok daha güç göze alınabilirdi.


Bugün de sözlü ve yazılı basının demokrasimizin ilke ve kurumlarına, özgürlük ve
hukukun üstünlüğünü savunan yazar, bilim insanı ve kamu görevlilerine saldırı aracı olarak kullanılmasını engellemenin başta gelen gereği; yine basının patron, yönetici ve yazarlarının .. Mal ve gelir bildiriminde bulunması zorunluluğunun kamuoyuna mal edilmesidir.

Atatürk’ün vicdanları en yüksek düzeyde duyarlı kılıcı uyarısı, bu yolda bayraklaştırılacak değerdedir:

  • “Aşağılık insanların para karşılığında yaptıracakları
    basın mücadelelerinden korkulur.
  • “Basının bir yabancı devletin örtülü ödeneğinin ya da uluslararası
    para dünyasının etkisi altına girmesinden korkulur.”

Atatürk,

“Basın özgürlüğünden doğan sakıncları gidermenin en etkili yolu, yine basın özgürlüğünün kendisidir.” derken, kuşkusuz basının bu kötüye-kullanımlarının
en başta basın özgürlüğünü ortadan kaldırıcı olduğunu ve bunlara karşı
“meşru” önlemler alınmasını da vurgulamak istiyordu.

Demokrasimizin kurtuluşu adına, gerek muhalefet partilerinin, gerek bilim ve düşün dünyamızın, gerekse basınımızın çok değerli üyelerinin bu konuyu bir an önce gündeme getirmelerini dilerim.

Türker Ertürk: İhanette sınır yok


İhanette sınır yok

portresi_sade

 

Türker Ertürk

 

 

Mustafa Balbay yaklaşık beş yıl zindanda tutulduktan sonra ansızın
serbest bırakıldı. İçeri atılması ve Ergenekon adında bir dava ile yargılanması bir hukuk operasyonuydu. Bu operasyon, emperyalizmin yerli işbirlikçileri aracılığı ile Türkiye Cumhuriyeti‘ne karşı sürdürdüğü savaşın bir bölümünü oluşturuyordu.

Şimdi Mustafa Balbay ansızın tahliye edildi. Çok sevinçliyiz, evet ama yetmez. Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi davalardan zindanlarda yatan
tüm insanlarımız tahliye olmadan ve onlara bu tertibi yapanlar yargılanmadan sular durulmayacak ve durulmamalı da! Türkiye bu hukuksuzlukla ve adaletsizlikle ileriye gidemez, insan içine çıkamaz ve geleceğine güvenle bakamaz.

Mustafa Balbay‘ı yurtseverliğiyle, satılmış kalem olmamasıyla ve nitelikli yazılarıyla tanıdım. Kişisel temasım ise sadece izlediğim Ergenekon davalarından birinde mahkeme salonunda uzaktan uzağa konuşarak oldu.
Dile kolay tam beş yıl içeride ailesinden, sevdiklerinden uzakta ve özgürlüğünden yoksun olarak yaşadı. Hem de teröristlerin, ihanet içinde olanların ve namussuzların elini kolunu sallayarak yaşadığı bir Türkiye’de! Bunun hesabı mutlaka verilmeli!

Bugün geldiğimiz noktada ne yazık ki ülkemizde yargıya güven yoktur.
Bu nedenle Mustafa Balbay‘ın tahliye edilmesinde bile müteakip hamle için bir operasyon kokusu almaktayım. Bunu hep birlikte göreceğiz.

Kadına dayağı normalleştiren

Geçtiğimiz perşembe günü “Muhafazakarlaşan Türkiye” konulu panel için
Sayın Zekeriya Beyaz‘la birlikte İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Atatürkçü Düşünce Topluluğu
‘nun davetlisiydik. Panelin yapılacağı amfi ağzına dek doluydu. Öğrencilerin gösterdikleri ilgi, katlım, heyecan ve sordukları sorular her türlü takdirin üzerindeydi. Görmeliydiniz!
Bu İzmir’in toprağında galiba bir şey var!

Türkiye esasında muhafazakarlaşmıyor, hızla bağnazlaşıyor, ilahi mesajı doğru anlamaktan uzaklaşıyor, Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimlerinin kazanımları yok ediliyor ve Ortaçağ karanlığına doğru dörtnala gidiyor.

Açıkça söylemek gerekirse bugün Milli Eğitim Bakanlığı,
Ortaçağ karanlığı
nın temsilcileri tarafından yönetiliyor
.

Milli Eğitim Bakanlığı‘nın dağıttığı kitapların birçoğu hurafelerle ve toplumu birbirine düşman edici safsatalarla dolu. Kadını böcek gören, onu ötekileştiren, kadına dayağı normalleştiren, aklı ve bilimi dolaylı olarak yok sayan bakış açısı bu öğretinin temel yaklaşımı.

  • Gerçekten Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetleri ülkemize karşı ihanette sınır tanımamaktadır.

Bu sınır tanımazlık içinde Davutoğlu’nun özel bir yeri ve makamı var.
Biz İzmir’de iken o da Erivan’a gitti.

ABD batıdan bastırıyor ve “Ermenistan ile ilişkilerinizi geliştirin ve kapıyı açın” diyor.

Ermenistan‘da;

  • “Önce sözde soykırımı tanıyın (1) sonra arkasından gelecek
    tazminat (2) ve toprak (3) istemlerimizi karşılayın.”
     diyor.

Erdoğan liderliğinde AKP iktidarı bu 2 istem arasında sıkışmış durumda.
Esasında kabul edecekler ama, yaklaşan seçimler öncesinde halkın tepkisinden korkuyorlar.

Zürih Protokolü ve Annan Planı

Davutoğlu, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Dışişleri Bakanları toplantısına katılım maksadıyla gittiği Erivan‘da Azerbaycan’ın 1/5’inin Ermenistan tarafından işgaline karşı takındığımız eski tutumu sulandırarak
ve ödün vererek ilişkileri ABD’den aldığı direktifler (AS: buyruklar) gereğince geliştirmek istemekteydi.

Bu bir ihanettir!

Böyle olmasına karşın Ermenistan Türkiye’den tam teslim olmasını beklemekte ve 3T‘nin (Tanıma – Tazminat – Toprak) gereğini yapmasını istemektedir.

Nitekim 2009′da imzaladıkları Zürih Protokolü ile de, 1921 tarihli
Kars Antlaşması
‘nı yok sayan ve ülkemizin çıkarlarına ihanet eden girişimde bulunmuşlardı ama Allah’tan, bu ihaneti yeterli görmeyen Ermenistan, protokolü onaylamamıştı.

Bu durum aynen Güney Kıbrıs‘ın Annan Planı‘nı çıkarlarına olmasın karşın referandumda reddetmesine benzemektedir. Her iki durumda da ihanet düzeyinde bulunan ödünler yeterli görülmemiş tam teslimiyet istenmiştir.

Geçenlerde değerli dostum ve büyüğüm emekli bir büyükelçiden öğreniyorum ki; bu köşeden sizlere “İhanetin Piştisi” başlıklı yazımda anlattığım
Londra Büyükelçisi, meğer bir ihanet çalışması olan Zürih Protokolü‘nün
hazırlık mutfağında baş aşçı olarak görev yapmış.

Gördüğünüz gibi hiçbir şey rastlantı değil. Bu baş aşçı Londra‘da Şükrü Sever Aya‘nın Ermeni Soykırımı‘nın bir emperyalist yalan olduğunu ortaya koyan ve İngiliz hukukçu Geoffrey Robertsen‘ın 2009′da yazdığı “Bir Ermeni Soykırımı Var mıdır?” başlıklı kitabını belgeleri ile çürüten kitabının tanıtımına, en düşük düzeyde memurunu bile göndermemişti.

*****

Bugün 13:00′da Beşiktaş’ta Sessiz Çığlık eylemine ve 14:00′da
Beşiktaş Belediyesi Kültür Merkezi’nde yapılacak Milli Merkez toplantısına katılacağım ve konuşmalar yapacağım. (14.12.13)

Saygılar sunarım.

MAHKEME DAHA NEYİ BEKLİYOR?


MAHKEME
DAHA NEYİ BEKLİYOR?

AYM’nin uzun tutukluluğu “hak ihlali” kabul eden kararı üzerine Mustafa Balbay’ın tahliyesi sonrası gözler Ergenekon Mahkemesi’ne çevrildi. Hemen her görüşten hukukçu, Balbay için verilen tahliye kararının bütün uzun tutuklular için uygulanması gerektiğinde hemfikir

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) uzun tutukluluğu “hak ihlali” kabul eden kararı üzerine CHP Milletvekili Mustafa Balbay’ın tahliyesi sonrası gözler Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çevrildi. Hemen her görüşten hukukçu, Balbay için verilen tahliye kararının bütün uzun tutuklular için uygulanması gerektiğinde hemfikir.

Aralarında 2007-11 dönemi TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı da yapmış Anayasa Profesörü Zafer Üskül gibi AKP’lilerin de bulunduğu
çok çeşitli kesimlerden hukukçular,

  • “Anayasa Mahkemesi’nin hükmü, uzun tutukluların tümünü kapsıyor. AYM’nin kararı, kişiye özgü değil ilkeseldir.” 

görüşünde ısrarcı. Ergenekon davasında tutukluluk süresi 6 yıla yaklaşan tutuklular bulunuyor.

Tutuklulukta azami süre 3 yıl

13. Ağır Ceza Mahkemesi, Mustafa Balbay ile ilgili verdiği kararın gerekçesinde yanlış yorum ile azami tutukluluk süresinin 5 yıl olduğu konusunda görüş bildirmişti.

Ancak Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ilke olarak tutuklulukta geçen azami sürelerin zorunluluk halinde yarısı kadar uzatılabileceğini benimsemişti. 102. maddede de

CMK md. 102    :

  • “Tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir. Uzatma süresi 3 yılı geçemez.” denilmiştir.

Böylece azami sürenin 1 yıl daha uzatılarak toplam 3 yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Nitekim, hiçbir ek sürenin asıl süreden fazla olamayacağı
temel ilkedir.

Tahliye edilmesi gereken adlar…

  • Oktay Yıldırım – 12 Haziran 2007’de tutuklandı.
    6 yıl 6 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Mehmet Demirtaş – 12 Haziran 2007’de tutuklandı.
    6 yıl 6 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Ergün Poyraz – 27 Temmuz 2007’de tutuklandı.
    6 yıl 5 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Sevgi Erenerol – 22 Ocak 2008’de tutuklandı.
    5 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Doğu Perinçek – 24 Mart 2008’de tutuklandı.
    5 yıl 9 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Hikmet Çiçek – 29 Mart 2008’de tutuklandı.
    5 yıl 9 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Tuncay Özkan 23 Eylül 2008’te tutuklandı.
    5 yıl 3 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Hasan Atilla Uğur – 3 Temmuz 2008’de tutuklandı.
    5 yıl 5 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Durmuş Ali Özoğul – 6 Temmuz 2008’de tutuklandı.
    5 yıl 5 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Levent Göktaş – 7 Ocak 2009’da tutuklandı.
    4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Mustafa Dönmez – 12 Ocak 2009’da tutuklandı.
    4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Ataman Yıldırım – 7 Ocak 2009’da tutuklandı.
    4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Levent Ersöz – 17 Ocak 2009’da tutuklandı.
    4 yıl 11 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Fatih Hilmioğlu – 13 Nisan 2009’da tutuklandı.
    4 yıl 8 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Deniz Yıldırım – 9 Kasım 2009’da tutuklandı. 4 yıl 1 aydır tutuklu.
  • Serdar Öztürk – 7 Haziran 2009’de tutuklandı. 4 yıl 6 aydır tutuklu.
  • Dursun Çiçek – 30 Nisan 2010’da 3. kez tutuklandı.
    3 yıl 8 aydır cezaevinde.
  • Mehmet Bedri Gültekin – 22 Ağustos 2011’de tutuklandı.
    2 yıl 4 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Erkan Önsel – 22 Ağustos 2011’de tutuklandı.
    2 yıl 4 aydır tutuklu bulunuyor.
  • Turhan Özlü – 22 Ağustos 2011’de tutuklandı. 2 yıl 4 aydır tutuklu.
  • Mehmet Eröz – 9 Eylül 2011’de tutuklandı. 2 yıl 3 aydır tutuklu.
  • Yalçın Küçük – 11 Ocak 2009’da tutuklandı. 12 gün sonra 23 Ocak 2009’da tahliye edildi. Odatv davasından tutuklandığı 7 Mart 2011’den beri cezaevinde bulunuyor.
  • Tuncer Kılınç – 12 Ağustos 2013’te tutuklandı. 4 aydır tutuklu.
  • Hasan Iğsız – 10 Ağustos 2011’de tutuklandı. 2 yıl 4 aydır tutuklu.
  • Alaettin Sevim – 25 Ağustos 2011’de tutuklandı. 2 yıl 4 aydır tutuklu.
  • Nusret Taşdeler – 27 Kasım 2012’de tutuklandı. 1 yıl 1 aydır tutuklu.
  • Hurşit Tolon – 7 Temmuz 2008’de tutuklandı. 7 ay sonra 6 Şubat 2009’da tahliye oldu. 10 Ocak 2012’de 2. kez tutuklandı. Cezaevinde geçirdiği süre
    2 yıl 6 ay.
  • İlker Başbuğ – 6 Ocak 2012’de tutuklandı. 1 yıl 11 aydır tutuklu.
  • Şener Eruygur – 7 Temmuz 2008’de tutuklandı. 2 ay sonra 21 Eylül 2008’de tahliye oldu. 11 Eylül 2013’te 2. kez tutuklandı.
  • Mehmet Ali Çelebi – 1 Temmuz 2008’de tutuklandı. 2 yıl 10 ay sonra
    20 Mayıs 2011’de tahliye oldu. 14 Ağustos’ta 2. kez tutuklandı.
    Cezaevinde geçirdiği süre 3 yıl 2 ay…************************

Dostlar,

Günümüz Kara Avrupa’sının hukukunun kökeni Roma Hukukudur.
İngiltere Roma Kilisesinden ayrılarak Anglosakson Kilisesi‘ni kurduğundan, İngiliz Hukukunun kaynağı gelenek olup “Common Law” olarak bilinir
Günümüzden neredeyse bin yıl önce bile Kralların – İmparatorların
tek başına idam cezası verme yetkileri giderek sınırlandırılmıştır.
(İngiltere, 1215, Magna Carta!(

Günümüz Türkiye’sinde ise masum insanlar cezaevinde ölsünler diye tasarlayarak – planlayarak yasa ve hukuk dışına çıkan uzun sürelerle
sözde yargılama süreçlerine zincirlenmektedirler.

6+ yıldır haklarında kesin hüküm verilmeyen masum sanıklar vardır.

Bir bölüm sanık ise “yaşam boyu hapis cezası” na çarptırılarak zindanda ölmeleri güvenceye alınmıştır.

Türk hukukunda sözde “idam / ölüm” cezası kaldırılmıştır;
fakat görüldüğü ve yaşandığı üzere fiilen – eylemli olarak (de facto!) uygulamadadır.

Bu kabul edilemez!

Hukuk kuralları soyut ve geneldir.
Kişiye ve duruma özgü yasal düzenleme yapılmaz.
Yasa – hukuk önünde herkes eşittir (Anayasa md. 10).

Dolayısıyla AYM’nin kararı ilkeseldir, “uzun” (yasal sınırları aşan) sürelerdir tutuklu olan tüm T.C. Yurttaşlarının, AY md. 153/son uyarınca hemen salıverilmeleri gerekmektedir :

AY md. 153/son :

  • “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”

Sevgi ve saygı ile.
14 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

 

 

Ulusal Eğitim Derneği : MADEM İNSAN HAKLARI GÜNÜ…

LOGOSU

Ulusal Eğitim Derneği

Necatibey Cad. No: 13/13 Sıhhiye/Ankara
Tel: (0312) 229 43 25 Belgeç: (0312) 229 45 26
Eposta: ogdunyasi@gmail.com
Web: ogretmendunyasi.org
Ankara, 10 Aralık 2013

MADEM İNSAN HAKLARI GÜNÜ… 

         Dün akşam, gazeteci-yazar ve CHP İzmir Milletvekili
Mustafa Balbay serbest bırakıldı. Geçmiş olsun.

Ailesi için, dost ve arkadaşları için, partisi için, gazetesi için, olup biten bunca çirkinliklerden rahatsız olan herkes için, hepimiz için bu, sevindirici bir gelişme olmakla birlikte, yıllardır yalanlarla örülen bir kara duvarın yıkılış sürecinin başladığına işaret ettiği için ayrıca önemlidir.

5 yıldır, adı Ergenekon, Balyoz, Oda TV, İnternet Andıcı gibi tümü uydurma, düzmece, tümü uzaklardan yakınlardaki işbirlikçilerle birlikte tezgâhlanıp
başta medyadakiler olmak üzere dama taşları gibi çeşitli köşelere yerleştirilen tetikçiler eliyle yürütülen bu davalar aracılığıyla gerçekleştirilen operasyonun gerçek amacı, bütünüyle Cumhuriyetin aydınlanmacı yanını, bağımsızlıkçı, devrimci, laik karakterini sıfırlamaktı. Ülkemizi emperyalizmin hizmetinde,
1 Mart 2003 Tezkeresi’nin reddi gibi olası diklenmelere karşı daha sessiz,
daha ılımlı, daha uyumlu, dikensiz gül bahçesine çevirmek içindi olup bitenler. Bu yolda önemli kazanımlar da elde etti, hem Büyük Patronlar
hem taşeronları…

Fakat gerçek amaçlarına ulaşamayacaklarını biliyorlar.

Öyle değil de, bunlar, gerçekten demokrasi için, gerçekten hak hukuk ihlallerinin önüne geçmek için, gerçekten insan hakları için, gerçekten karanlığa karışan cinayetlerin sorumlularını bulmak için yapılmış olsaydı, özellikle 80’li-90’lı yıllar boyunca işlenen onca aydın cinayetinin, onca faili meçhulün,
Maraş-Sivas-Çorum-Gazi.. gibi birçok toplukıyımın önünde arkasında
yer alanlardan bir tanesi olsun aydınlatılamaz mıydı? Son beş yıldır yürütülen “cadı avı”yla bunlardan bir tanesinin aydınlandığını duyan, bilen, gören
var mıdır?

Öyleyse?…

Madem bu gün İnsan Hakları Günü!

Madem, haksız tutuklamaların zaten karşısındaymışsınız!

Madem üç yıl önce bile bunu çok kez söylemiştiniz!

Madem adalet yerini bulmuşmuş…

Bu gün yapılacak iş belli: Hiç beklemeden, bütün bu uydurma davalardan “yargıladığınızı” iddia ettiğiniz üniversite hocalarını, hukukçuları, parti yöneticilerini, subayları, gazeteci ve yazarları…

Tümünü bu gün özgürlüğüne kavuşturmalısınız. Tümünü…

Ama yetmez: Yaptıklarınızın adaletle uzaktan yakından ilgisi olmadığını itiraf edeceksiniz.

O da yetmez: Yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.

Ancak o zaman Balbay’ın aramıza dönüşü bizi daha çok sevindirecek.

Ancak o zaman ülke derin bir soluk alacak.

Ancak o zaman sizin gerçek kimliğiniz ortaya çıkacak.

Madem bu gün İnsan Hakları Günü…  

            Ne duruyorsunuz!…

Nazım Mutlu
Genel Başkan