Etiket arşivi: Oda TV

Karakter sınavı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
20 Mart 2023, Cumhuriyet

 

Bir insanın, hem kendisi için başarabileceği hem de çocuklarına ve gelecek kuşaklara bırakabileceği en iyi şey, sağlam bir karakterdir.

İnsanın sağlam bir karaktere sahip olup olmadığı kolay kolay anlaşılmaz; bazı olağanüstü ve zor dönemlerde ortaya çıkar. AKP’nin iktidarda olduğu yaklaşık 20 yıllık süre öyle bir dönemdir.

AKP’nin teokratik bir diktatörlük rejimi kurduğu bu dönemde aydınların, yazarların, akademisyenlerin, medya üyelerinin, siyasetçilerin, avukatların, doktorların, öğretmenlerin, öğrencilerin de içinde bulunduğu, ancak çoğunluk olmayan bir kesim, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkesini, AKP iktidarının başından sonuna kadar tutarlı bir biçimde savundu ve AKP’nin baskılarına karşı onurlu, namuslu ve şerefli bir direniş sergiledi.

Bu kesim bunun karşılığında, maddi ve manevi açıdan büyük bedeller ödedi, acılar çekti, sıkıntılar yaşadı.
***
İlkesiz bir başka kesim ise, düzene ayak uydurdu, rahatını korudu, iktidar kimde ise, onun yanında durmayı tercih etti.

Bu kesimin bir kısmı, AKP’den doğrudan beslendiği için sonuna kadar AKP’nin yanında durdu; bir kısmı ise, ahlaki ve siyasi bir bilinçle değil, ekonomik krizin ortaya çıkmasıyla birlikte, çıkarcı kaygılarla, AKP’den uzaklaştı.

AKP’nin iktidar olduğu dönemde ilkesiz davranan ve iyi bir karakter sınavı vermeyen bir kesim de, “neoliberaller ve ikinci cumhuriyetçiler oldu. Medyada ve üniversitelerde büyük bir ağırlığı olan bu kesim, AKP iktidarını 10 yılı aşkın bir süre destekledi; laiklik ilkesini yok saydı; teokratik bir düzeni, demokrasi adı altında pazarlamaya devam etti.

AKP’nin Fethullah Gülen’e bağlı çetelerle birlikte gerçekleştirdiği “Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı kumpas davaları ve sahte yargı süreçleri sırasında bu kesim, AKP’ye destek vermeye devam etti; AKP’nin dikta rejiminin kurulmasına büyük katkı verdi.

“Gezi” olaylarında Cumhuriyet devrimlerine ve laiklik ilkesine sahip çıkan geniş halk kitlelerinin, anayasanın 34. maddesindeki haklarını kullanarak sokaklara ve meydanlara dökülmeleri ve Cumhuriyet tarihinin en büyük kitlesel protesto eylemlerini gerçekleştirmeleriyle birlikte, “neoliberallerin” ve “ikinci Cumhuriyetçilerin” bir kısmı, sık sık yaptıkları gibi, güçlünün yanında yer aldılar ve eylemlere katıldılar; ancak bu eylemlerin ana unsuru (ögesi) olmadılar, eylemlere eklemlenerek, kendilerine yeni bir alan yarattılar.

“Neoliberallerin” ve “ikinci Cumhuriyetçilerin” bir kısmı ise, AKP’yi ve Fethullah  Gülen’i, “Gezi” protestolarından sonra da desteklemeye devam ettiler; AKP ile yollarını, AKP’nin Fethullah Gülen ile yollarını ayırmasından sonra ayırdılar veya ayırmak zorunda kaldılar.
***
Akıldışı ve olgulara aykırı önyargıların bir sonucu olarak Mustafa Kemal Atatürke ve O’nun temel ilkelerine karşı bir nefret duygusu içinde yaşayan “neoliberal” ve “ikinci Cumhuriyetçi” kesim, son yıllarda da, muhalefet partileri üzerinden, siyasette, medyada, üniversitede, bürokraside kendisine bir yetki alanı açma çalışmalarını hızlandırdı.

Karakter sınavını geçemeyenler, kariyer sınavını bir daha geçerlerse, bu büyük bir sürpriz olmaz!

Nihat GENÇ : KOMUTA GÖREVİNİ DEVREDİYORUM

KOMUTA GÖREVİNİ DEVREDİYORUM

Nihat Genç
Odatv.com, 29.07.2016
Komuta görevini devrediyorum
Her biri başka yere savrulmuş bu entelektüel arkadaşların en uzağına düşen Nihat Genç’tir,
basılı ilk kitabımdan beri yatağımı ayrı serdim, kendime bambaşka bir dünya aradım.
Bir… Nihayet Yüksek Askeri Şura toplanıyor ve yeni komuta kademesi belirlenecek..
Darbenin ilk gününden beri üstüme aldığım ‘komutayı’ yeni komuta kademesine devretme zamanı geldi. Bu sütunlarda sürdürdüğüm ‘komuta’ görevini layıkıyla yerine getirmeye çalıştım, bugün, badire kısmen atlatıldı ve komuta görevimi alnımın akıyla bitiriyorum. Tarihin yazıldığı bu felaket günlerinde, askerliğini çavuş olarak yapmış Türk halkının bağrından çıkmış bir yazar olarak komuta görevini anıyla şanıyla yerine getirmeye çalıştım.
Generallerin ve hiyerarşik kadronun birbir düştüğü bu günlerde, her bireyi asker Türk Milleti’nin bir ferdi olarak, ortada kimsecikler kalmayınca bir ‘çavuş yazar’ olarak
sizlerle kabus dolu iyi kötü günler geçirdik. Hepsi ülkemin bekası ve selameti içindi.
Komutayı yeni arkadaşlara devrederken milletimin huzurunda birkaç şey söylememe izin verin.
Bir daha böyle helikopter savaş uçağı bomba birbirinize girmeyin, kırıcı olmayın.
İyi insanlar olun.
Ordunun size emanet ettiği silahları halkınıza çevirmek ne ayıp şey, bir daha olmasın.
Amerika’dan emir almak, Meclisi bombalamak, bir daha görmeyeyim,
bir daha sizi Amerika işbirliği içinde görürsem bu kez kalemle değil kazıkla gelirim.

10-12 yaşlarında çocuklara mehdi Mesih gibi laflar öğretmek, olacak şey değil, bir daha yapan olursa, yazı çiziyi bırakır, ağzını burnunu dağıtır her birinizi meczup Mesih yaparım.
Komuta görevinde bana yardımcı olan ODA TV alnının akıyla çıktı, ODA TV’den hiç kimseyi ihraç etmek zorunda kalmadım. Yaverlerim Fethi Yılmaz ve Caner Taşpınar binlerce haber telaşı içinde yazılarımın (direktiflerimin) tashihinde kaş göz yaracak büyük hatalar yapmayıp hışmımdan şimdilik kurtuldular. Komutanlarımdan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan‘ın
geceli gündüzü memleket için dürüst doğru haber telaşı kahramancaydı ve ODA TV’de
halkın huzurunda yapılacak bir törenle yeni rütbelerini takacağım: Or-editörlüğe getirilmişlerdir.
Ayrıca Fethi Yılmaz, Caner Taşpınar, Mert Taşçılar ve Şahin Çakmaklı’yı bir üst rütbeye atadım, onlar artık birer kor-editör! Darbe sonrası komuta merkezi ODA TV karargahına hızla
intikal eden asker kökenli yazarlarımızın sevk ve hareket ve kabiliyetleri takdire şayandır.
Sevgili halkım!
Görevime son verdiğim bugün birkaç önemli hususu daha belirtmeme izin verin.
Ulusal Kanal’ı derhal Digitürk’e alın. Ayrıca, Dumankaya ve Boydak gibi bugüne kadar ‘himmetle’ ünlenmiş holdingler devrin değiştiğini gördüler ve özür ilanları veriyorlar, özrü ve ağlamayı bırakın, Ulusal Kanal’a beş katlı bir bina verin, yetmez, sınırlı personellerinin maaşları için sürekli bir gelir (akar) olabilecek otuz-kırk evin kirasını hemen bağlayın, beni oraya getirmeyin.. Ayrıca, biz ne bok yedik diye ağlaşan cemaate yakın kurum kuruluş şirketler,
derhal Türkan Saylan’ın vakfından özür dileyin!
Ordudan atılan Balyoz subaylarına da birkaç lafım olacak :
Rica edeceğim; Türk Ordusu bir daha solcuları sosyalistleri marjinalize edecek, tehlike ilan edecek söz – yazı – tutum içinde olmasın, solu – sosyalizmi küçük düşürücü en küçük bir demeç
görürsem, o yeni kurulan orduyu bu kez ben dağıtırım.
Ayrıca halkımız nihayet Türk ordusundan iftira ve kumpasla atılmış onurlu subaylarını tanıma şansına sahip oldu ve bizim ne aklı başında ne düzgün sorumlu konuşan subaylarımız var deyip ekran başında sevinmeye başladı, yetmez, Amiral Cem Gürdeniz gibi entelektüel donanımı görkemli bir insanı hala ekranlarda göremedim, hemen stüdyonuzda ağırlayın. Türkiye halkı
ve özellikle kendini bir bok sanan köşe yazarları ‘bilgi’ ‘donanım’ ‘kültür’ nedir öğrensin!
Gazeteci Müyesser Yıldız, tasfiye sonrası uzun yıllar süren komuta boşluğunda
Türk Ordusu’na komuta etmiş ve büyük ve yararlı hizmetler yapmıştır. Ancak, askeri personel kuralları gereği, boyu ve kilosu ‘komutanlık’ için elverişli değildir. Lütfen askeri personel yasasını değiştirin ve 1.50 boyunda 40 kilo ağırlığında insanların da ‘general’ rütbesine girebilmelerini sağlayın.
İki…  
Sevgili halkım, görevimi yeni komuta kademesine devrettiğim bugün,
birkaç ‘özel’ hissiyatımı da sunmama izin verin..
Zaman Gazetesi yazarı Ahmet Turan Alkan’ı on yedi yaşımdan beri tanırım, beyefendi, kültürlü, nükteci ve sosyal ilişkilerinde çok geniş bir insandır. Bu kadar görgülü bir insanın uzun yıllar cemaat tv’lerinde çalışıp uyanmaması beni kalbimden yaralamış ve düşündürtmüştür. Bu değerli insanın bu derin gafletinden çıkarttığım ders şudur : İnsan ne kadar kültürlü olursa olsun, kendini ‘bir kalıp’ içine dökmeye başlayınca, zaman içinde o kalıptaki insanlardan biri oluveriyor. İnsan beyni eski çocukluk anılarını budar ve yeni çevre koşullarına göre kendini biçimlendirir. İnsan beyni bir kütüphane dolusu kitap okuyunca ‘tamamlanmış’ olmaz,
insan beyni yapım süreci yapım taşları hayat ve olaylar karşısında duruşlarıyla inşa olur.
Yani dış dünyaya verdiğiniz tepkiler devirdiğiniz kütüphaneden daha değerlidir.
Ülkemizin yaşadığı olağanüstü siyasi olaylar yazarların stres ve kaygı durumlarını bozmuş ve öfkelerini frenleme yetisini ellerinden almıştır. Ve bu fren boşalmasıyla, kimlik ve kişiliğinizde yapısal bir ‘kayma’ meydana gelir, argoda ‘kayış koparttı’ denir. Dikkat edin travmalar karşısında kayış kopartan bu arkadaşların üstelik beslenme ve maaş durumları da fena değildi.
Buradan sesleniyorum; ey yazarlar, yazıp çizdiğiniz dergi gazete ekran ve ideolojik mekanların tarikat ve patron yapılarına dikkat edin, o yapılar sizi de bir gün kendi karanlık yapısına dönüştürür, bunca bilginiz bunca hayatınız heba olur, fren tutmaz kayış kopar. Ahmet Turan Alkan’a hayatının bundan sonrasında ‘insan kalbini inceleme’ cezası veriyorum.
Bir insanın otuz yıl alicenap ve yüce kalpli yazılar yazıp, içinde yaşadığı kalpsiz ve vahşi saldırganları göremeyişi, entelektüel hayatımız için azap vericidir, bu feci insanlık manzarasından yandaş medyanın çok bilmiş entelektüel yazarlarının da ders çıkartacağını umuyorum.
Sevgili okuyucu, benim için çok zor olacak, vicdanım için hayati önemde birkaç cümle söylemek istiyorum, cemaat tv’lerinden tanıdığınız Mümtazer Türköne’yi de 17 yaşımdan beri tanırım, uzun yıllar süren arkadaşlığımız vardır, ta ki Ergenekon operasyonları başlayıncaya kadar. Ellerini kelepçeli görmek dayanılır bir hissiyat değil. Cemaat sözcülüğünü neden üstlendi, neden cemaat adına tehditler savurmaya başladı, öfkesini neden bir muamma tarikatın emrine verdi, ve kendisini çok yakından tanıyan onbinlerce eski arkadaşını neden utandırdı, anlaşılır şey değil? İnsanların tarihin hangi süreçlerinde hangi tarikat ve cemaat ve ideolojik yapılar içinde nasıl bir ‘kişilik’ geliştirdikleri uzun uzun yazılacak romanların konusudur, düşünün Mümtazer Türköne kelepçeyle götürülürken en yakın arkadaşı AKP grup başkanvekili Naci Bostancı’dır ve mesela bir arkadaşları da Taha Akyol’dur ve tuhaflığa bakın bir arkadaşları da benim..
Bu nasıl rüzgardır bu nasıl savruluştur, Stefan Zweig’in muhteşem analizci otobiyografik kalemi olmadan anlamak kolay değildir. Buralarda neler oldu da hayat birini nereye birini nerelere sürükledi?
Bir tarih felsefesi babında şunu söyleyebilirim : Darbe gecesi meclise atılan bombalardan bir şarapnel parçası iki kilometre öteye Bahçeli Yedinci Caddeye kadar geldi, yorumuma geçiyorum. bu arkadaşlar 12 Eylül günlerinde Kenan Evren’in patlattığı darbenin bugüne kadar gelen ‘şarapnel’ parçalarıdır.. Büyük toplumsal travmalar, ne kadar kitap okursanız okuyun atlatmanız ve normal bir hayata geçmeniz ve sağlıklı düşünmenizi sabote eder.
‘Ağır travmalara’ rağmen öfke duygusunu taraftarlık duygusunu cepheleşme düşmanlık duygusunu nötralize edemezseniz ibretlik olursunuz. Ağır travma demek ağır hastalık demektir.
Her biri başka yere savrulmuş bu entelektüel arkadaşların en uzağına düşen Nihat Genç’tir,
basılı ilk kitabımdan beri yatağımı ayrı serdim, kendime bambaşka bir dünya aradım.
Şöyle oldu efendim :
Kardeş savaşı ve 12 Eylül’ü her bir arkadaşımın yorumu farklıydı, benim 12 Eylül tahlilim şuydu, bu kardeş savaşının asıl sebebi: sosyal eşitsizlik ve bölüşümün adaletsizliğidir.
O halde bundan sonraki siyasi hayatıma sosyal eşitliksizliğin karşısında bir yer bulmalıyım diyerek uzun ve umutsuz bir yola kitaplarımla merhaba dedim. Ancak yüzlerce arkadaşım önce karınlarını doyurmak, bir yere kapağı atmak, önce taraf olmak, önce, kendilerine yakın ideolojik mekanları yeniden şenlendirmek, kendilerine yakın fikirlerin dozunu ve haklılığını daha da bağırarak hayatlarına devam ettiler.
Kardeşlerim; sağcılık madde bağımlılığı gibi bir şeydir, maaşı vardır, işsiz kalmazsın, adamını tutarlar karnın aç kalmaz, ancak, dünyaya karşı tavrını sosyal eşitsizliklere göre konuşlandıran insanların karşısına dünyanın başka bir boyutu açılır, marjinalize edilirsiniz, kovulursunuz, küçümsenir dalga geçirilirsiniz. Sosyal eşitsizliği ideal edinen bir insan önce kendi ekmeğini kendi kazanacak, kimseye muhtaç olmayacak, kendi yeteneklerini geliştirip bir meslek sahibi olacak ve direnecek! Beyninizi bir kütüphane dolusu kitap tamamlamaz, beyninizi, eyvallahsız kimseye ağbi demeyen açlık yoklukla ağır bedeller ödeyen, ambargolara sansüre görmezden gelmelere karşı direnen tek kişilik gücünüz tamamlar. Beynini kendi imkan kendi gücü kendi bilekleriyle takviye edemeyen insanlar, başkalarının yer ve mekanlarında başka patron ve şeyhlerin elinde, istedikleri kadar okumuş bilgili olsunlar, o beyni rezil rüsvay kul köle ibretlik hale getirirler!
Kardeşlerim: aç işsiz sahipsiz ve sesinizi kimse duymuyor olabilir, olacak, hayatın bütün bu ağır travmalarından korkmayın, çünkü insan denen şey çok güçlüdür. Doğruya doğru insanlar atom bombasından daha güçlüdür. En çıkışsız en umutsuz günlerde ‘Allah büyüktür’ diyemeyen insanlar onun bunun elinde oyuncak olur.. Bir şeyhe bir lidere bu denli körü körüne inanmış insanlar ‘Allah büyüktür’ diyemez.. Sırtını Allah’a değil bir şeyhe bir patrona bir lidere teslim edenler bu ibreti alem kepazelikten kurtulmaları mümkün değildir.
Çünkü Allah çok büyüktür!
Bundan henüz birkaç hafta önce ya da birkaç yıl önce bir halk olarak ne diyorduk? Bu kadar aleni pislik, bu kadar aleni ajanlık, bu kadar aleni iftira, Allahım, elimizden de bir şey gelmiyor, Allah’ım görmüyor musun, diye isyan içinde değil miydik?
İşte Allah’ın sopası indi göklerden!
Ötelerin aynasını Allah mahşerden topraklarımıza indirdi!
Artık aynalar her şeyi gösteriyor herkesi gösteriyor, çırılçıplak anadan üryan hepimiz yapıp ettiklerimizle o mahşeri aynanın içindeyiz!
O büyük aynaların sahibi Allah, şimdi, tepeleye tepeleye dövüyor ajanları yalancıları, evire çevire dönüyor: üstelik Kur’an Meali yazmış aydınları!
İlkokul ikinci sınıf terk rahmetli annemin en büyük öğüdüdür ve bu öğüt Anadolu’nun bayrağıdır:
‘Oğlum Allah büyüktür demeyenden korkacaksın!”
En umutsuz günlerde bu ajanlar orduyu tasfiye ederken bu ajanlar arkadaşlarımı içeri tıkarken, en çıkışsız işgal günlerinde, annemin duasına sarıldım:
Allah büyüktür. Allah büyüktür. Ve bize bu günleri göstermiştir.
Holding sahibi oldum, benim arkamda Amerika var, benim yüzlerce ekranım var,
emniyet yargı hukuk ordu hepsi benim, demeyeceksin.
Ben padişah oldum, ben yüz milyar servet sahibi oldum, demeyeceksin.
Bir ağaç yaprağı kadar ince, bir ot parçası kadar, bir can taşıdığımızı, bu üç günlük dünyada unutmayacaksın.. Bütün dünyanın güya sırrına ermiş, bütün hakikatları güya çözmüş, bütün doğruları kasama doldurmuşum, gibi, kibirli küstahlıkla konuşmayacaksın…
Allah büyüktür! Allah insanı çok fena eder!
Hakkı yenen iftira edilen kardeşlerim, uzun yıllar sizlere bir pire bir bit kadar dahi değer vermediler, ve bu bit bu pire bu kuru ot parçasının da Bektaşi felsefesiyle bir nefes bir can taşıdığını hangi servetlerin güçlerin rüyasına düşmüşlerse çoktan unuttular…
Bir kuru ot’un taşıdığı canı nefesi ve onu da Allah’ın yarattığını kitaplarından sildiler?
İstediğin kadar kitap oku, istediğin kadar servet sahibi ol, o kuru ot’a can veren Allah’a sökmez, tek bir insanın kalbine bütün servetleriniz bütün silahlarıyla toplanıp gelse, sökmez.
Sökmedi, tarih yazıldı, gördünüz işte!
Çünkü biz, göklerin altında da üstünde de semasını binlerce yıldır Allah Büyüktür diye diye dönen Anadolu’nun çocuklarıyız.
————
Türk yoktur diyenler, Türklüğü ayaklar altına alanlar, 36’ya bölenler,
T.C.’yi silenler, andımızı ve milli bayramları engelleyenler şimdi nerede ?

Anayasa Mahkemesi’nin Önünde Adalet Nöbeti Sürüyor..

Anayasa Mahkemesi’nin Önünde Adalet Nöbeti Sürüyor..

Dostlar,

Anayasa Mahkemesi’nin önünde günlerdir Adalet Nöbeti tutan
avukatlar Şule Nazlıoğlu Erol, İlkay Sezer, Murat Ergün, Başkan Haşim Kılıç’la görüştü. Haşim Kılıç‘la yaklaşık 1 saat süren bir görüşme yapan avukatlar,
saat 12.00’de basın açıklaması yapacak.
(Şu dakikalarda bu basın açıklaması başladı, konuyu ayrıca işleyeceğiz..)

Nöbetin 2. gününde akşam 17:30 – 19:00 arasında 15 saat biz de nöbete katıldık.
ODATV’den Müyesser Yıldız öğlen saatlerinden beri oradaydı.
Yeniçağ’dan Yavuz Selim Demirağ ile ayaküstü konuştuk.
CHP eski Ankara Milletvekilerinden Av. Hakkı Süha Okay ile de..
Deneyimli hukukçu Okay, 5 numaralı sabit diskin apaçık suç üreten komplo oluşu karşısında Adalet Bakanlığı’nın yasa yararına bozma istemiyle Yargıtay’a başvuracak olmasını önemsiyordu. AYM’nin kararını ise kestirmekte zorlanıyordu..

– Mahkeme göreve
– AYM göreve
Mustafa Kemal’in askerleririyiz…
başlıca sloganlardı..

Ellerde bayraklar, kimilerinin üzerinde Yüce ATATÜRK‘ün kalpaklı posteri basılmış, çeşitli içerikte dövizler..

Bizim de bir elimizde bayrağımız, öbür elimizde bir döviz vardı..
Çankaya Belediyesi’nin Ahlatlıbel açıkhava dinlenme tesislerinin giriş kapısı önünde idik. Anayasa Mahkemesi de tam karşımızdaydı.
Mahkeme kapısı önünde 2 polis otomobili bir de irikıyım cipi önlem almıştı.

İlginç gözlemimiz ise, yoldan geçen araçların korna çalarak, el sallayarak ve
ışıklarını yakarak destek vermeleri idi. 1,5 saat boyunca bu olguyu dikkatle izledik.
Teker teker çetele tut(a)madık ama rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yüzlerce araçtan 3/4’ü göstericilere sıcak destek verdiler. 3/4’ü olmasa bile kesinkes 2/3’ünden az değildi..
Büyük araçlardan TIR’lar, kamyonlar havalı kornalarını özellikle tempolu olarak çaldılar ve mimikleri ile jestleri ile, el sallayarak apaçık ve coşkulu destekler verdiler..

Bir canlı yayın aracı alan girdi.. CNN Türk’ten Cüneyt Özdemir’in 5N1K programı için geldiğini Yavuz Selim Demirağ gidip öğrendi ve “abla” diye seslendiği Müyesser Yıldız’a bilgi verdi..

Dönüşte otobüs durağında beklemekte olan orta yaş üstü bir bayanı, eşimizle birlikte bulunduğumuz otomobilimize aldık.. Hoşdere Cadddesi’nden inerken de evlerinin önünde bıraktık. Rahmetli Org. Teoman Koman Paşa’nın kızkardeşi Nur(h?)an Koman idi bu konuk yolcumuz. Çooook dertli idi 6-7 yıldır sürdürülen zulümden.
Ağabeyinin 27 Mayıs’ta Teğmen olduğunu, asılan 3 kişiden sorumlu olamayacağını isyan ederek anlatıyordu. Daha sonra darbelere karşı oluşu nedeniyle “tabutlukta yatırıldığını” da belirtti Koman Paşa’nın. Cezaevinde ağır hastalığına karşın dimdik durarak ailesine bile hastalığını söylemediğini, duruşmada bayılması üzerine ilerlemiş kanser olduğunu öğrendiklerini ve hastalığı yüzünden serbest bırakılmasının (tutuksuz yargılama) ardından kısa sürede (3 ay!), etkili sağaltım için geç kalınmış olduğundan sevgili ağabeyini gözleri nemli bize aktardı..

Tutsak askerlerin eşlerinin, çocuklarının, yakınlarının yaygın ölçüde ve
ağır depresyonda olduklarını, ilaçla ayakta kalmaya çabaladıklarını aktardı.
Bu zulmün “bir an önce”, dakika oyalanmadan bitirilmesinin zorunlu olduğunu vurguladı. 25 Aralık 2013’ten bu yana, TSK’ya kumpasın Başbakan ve danışmanınca
kamuoyu önünde ve gazete makalesiyle (STAR, Yalçın Akdoğan) itirafının üzerinden
4,5 ay geçtiği halde masum tutsakların salıverilmemesine isyan ettiğini belirtti.
Kendisinin de ciddi sağlık sorunları vardı ve yoğun sigara içiciliğini bırakamıyordu..

***************

ADD Genel Merkezi de eyleme destek kararı aldı ve
web sitesine aşağıdaki açıklamayı koydu :

*****

Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik tüm ülkeye egemen olmuştur.
Yargı, maalesef siyasal hesaplaşmanın aracı haline getirilmiş;
tarafsızlığını, bağımsızlığını ve evrensel değerlerini yitirmiştir.

Hukuk düzeninin ülkeye yeniden egemen olabilmesi için  yürütülen adalet arayışları neticesinde; Ergenekon, Poyrazköy, Oda TV, Şike ve 28 Şubat Davalarında
haksız ve hukuksuz olarak tutuklanan yurtseverler tahliye edilmişlerdir.

Şimdi sıra; kumpas kurularak, katakulli yapılarak yüzlerce şerefli Türk Askerinin
tutsak edildiği Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davalardadır.

Bu davalarda insanların sahte ihbar mektuplarıyla, yasadışı dinlemelerle, sahte delillerle, tasarlanmış ve ayarlanmış bir kısım yargı mensuplarıyla mahkum edildikleri, sadece iktidar değil, iktidar yanlısı basın ve hukukçular tarafından da kabul edilmektedir.

Artık bu davalardan tutsak edilen kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının hapislerde tutulması mümkün değildir. Acilen tahliye edilmeleri gerekmektedir.

Bu kapsamda; Anayasa Mahkemesi’nden, Balyoz ve Askeri Casusluk Davası sanıklarının bireysel başvurularını acil olarak değerlendirmesi beklenmektedir.

Ancak, bireysel başvuruların üzerinden 6 ay’dan çok zaman geçmesine karşın
Anayasa Mahkemesi henüz kararını açıklamamıştır. Bu nedenle, adaletsizliğe karşı son umut olan Anayasa Mahkemesini göreve davet etmek üzere 05 Mayıs 2014 Pazartesi günü saat 13.30’da Anayasa Mahkemesi önünde Türkiye Emekli Subaylar Derneği ve diğer demokratik kitle örgütleri ile birlikte bir basın açıklaması yapılması ve daha sonra karar açıklanıncaya kadar Mahkemenin karşısında nöbet tutulması planlanmıştır.

Tüm dostlarımızın eş, dost ve yakınları ile birlikte basın açıklamasına katılımı beklenmektedir.

Saygılarımızla

Vardiya Bizde Platformu-Ankara

Not: Güvenpark’tan kalkan 103, 192-2, 192-4, 192-5 ve Akköprü’den kalkan 102 nolu otobüslerin İncek yolu üzerinde Anayasa Mahkemesi önünden geçtiği öğrenilmiştir. Hareket Memurluklarından da sorulabilir.

Ulus İtfaiye Meydanı’ndan da İncek dolmuşları kalkmaktadır.

Ulusal Eğitim Derneği : MADEM İNSAN HAKLARI GÜNÜ…

LOGOSU

Ulusal Eğitim Derneği

Necatibey Cad. No: 13/13 Sıhhiye/Ankara
Tel: (0312) 229 43 25 Belgeç: (0312) 229 45 26
Eposta: ogdunyasi@gmail.com
Web: ogretmendunyasi.org
Ankara, 10 Aralık 2013

MADEM İNSAN HAKLARI GÜNÜ… 

         Dün akşam, gazeteci-yazar ve CHP İzmir Milletvekili
Mustafa Balbay serbest bırakıldı. Geçmiş olsun.

Ailesi için, dost ve arkadaşları için, partisi için, gazetesi için, olup biten bunca çirkinliklerden rahatsız olan herkes için, hepimiz için bu, sevindirici bir gelişme olmakla birlikte, yıllardır yalanlarla örülen bir kara duvarın yıkılış sürecinin başladığına işaret ettiği için ayrıca önemlidir.

5 yıldır, adı Ergenekon, Balyoz, Oda TV, İnternet Andıcı gibi tümü uydurma, düzmece, tümü uzaklardan yakınlardaki işbirlikçilerle birlikte tezgâhlanıp
başta medyadakiler olmak üzere dama taşları gibi çeşitli köşelere yerleştirilen tetikçiler eliyle yürütülen bu davalar aracılığıyla gerçekleştirilen operasyonun gerçek amacı, bütünüyle Cumhuriyetin aydınlanmacı yanını, bağımsızlıkçı, devrimci, laik karakterini sıfırlamaktı. Ülkemizi emperyalizmin hizmetinde,
1 Mart 2003 Tezkeresi’nin reddi gibi olası diklenmelere karşı daha sessiz,
daha ılımlı, daha uyumlu, dikensiz gül bahçesine çevirmek içindi olup bitenler. Bu yolda önemli kazanımlar da elde etti, hem Büyük Patronlar
hem taşeronları…

Fakat gerçek amaçlarına ulaşamayacaklarını biliyorlar.

Öyle değil de, bunlar, gerçekten demokrasi için, gerçekten hak hukuk ihlallerinin önüne geçmek için, gerçekten insan hakları için, gerçekten karanlığa karışan cinayetlerin sorumlularını bulmak için yapılmış olsaydı, özellikle 80’li-90’lı yıllar boyunca işlenen onca aydın cinayetinin, onca faili meçhulün,
Maraş-Sivas-Çorum-Gazi.. gibi birçok toplukıyımın önünde arkasında
yer alanlardan bir tanesi olsun aydınlatılamaz mıydı? Son beş yıldır yürütülen “cadı avı”yla bunlardan bir tanesinin aydınlandığını duyan, bilen, gören
var mıdır?

Öyleyse?…

Madem bu gün İnsan Hakları Günü!

Madem, haksız tutuklamaların zaten karşısındaymışsınız!

Madem üç yıl önce bile bunu çok kez söylemiştiniz!

Madem adalet yerini bulmuşmuş…

Bu gün yapılacak iş belli: Hiç beklemeden, bütün bu uydurma davalardan “yargıladığınızı” iddia ettiğiniz üniversite hocalarını, hukukçuları, parti yöneticilerini, subayları, gazeteci ve yazarları…

Tümünü bu gün özgürlüğüne kavuşturmalısınız. Tümünü…

Ama yetmez: Yaptıklarınızın adaletle uzaktan yakından ilgisi olmadığını itiraf edeceksiniz.

O da yetmez: Yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.

Ancak o zaman Balbay’ın aramıza dönüşü bizi daha çok sevindirecek.

Ancak o zaman ülke derin bir soluk alacak.

Ancak o zaman sizin gerçek kimliğiniz ortaya çıkacak.

Madem bu gün İnsan Hakları Günü…  

            Ne duruyorsunuz!…

Nazım Mutlu
Genel Başkan   

Balyoz Delilleri Erdoğan’ın hukuk danışmanını bile ikna etmedi!


Deliller Erdoğan’ın hukuk danışmanını ikna etmedi!

  • Balyoz delilleri, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hukuk danışmanı
    Prof. Dr. İzzet Özgenç’i bile ikna edemedi. Özgenç, Yargıtay’a dosyadaki delillerle ilgili bir rapor sundu. Özgenç, raporda “Tüm deliller gerçek olsa dahi bir darbe teşebbüsünden söz edilemez.” ifadelerini kullandı.

Deliller Erdoğan'ın hukuk danışmanını ikna etmedi
(http://www.ulusalkanal.com.tr/images/haberler/deliller_erdoganin_hukuk_daqnismanini_ikna_etmedi_h16313.jpg)

Balyoz Davası’nın dijital delilleri, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın
hukuk danışmanı
Prof. Dr. İzzet Özgenç‘i bile ikna edemedi.

Oda TV‘nin haberine göre Özgenç, Tümamiral Caner Bener’in avukatı Abdullah Alp Arslankurt’un istemi üzerine Balyoz delilleri ile ilgili bir rapor hazırladı. Rapor,
karar öncesinde Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne sunuldu.

Raporda, delillerin hüküm kurmaya yeterli olmadığı belirtildi.

Prof. Dr. Özgenç, 46 sayfalık raporda, deliller gerçek olsa bile bir darbe teşebbüsünden söz edilemeyeceğini ifade etti. Özgenç, “suç işlemek için anlaşma” suçlamasının yöneltilebileceğini, bu durumda da sanıklara hapis cezası verilemeyeceğini kaydetti.

Özgenç, Erdoğan’ın hukuk danışmanı olarak biliniyor. İzzet Özgenç,
Türk Ceza Kanunu’nda 2005’te yapılan değişikliğin mimarlarından kabul ediliyor.

ulusalkanal.com.tr, 10.10.13