Etiket arşivi: Mustafa Balbay

Tuncay Özkan’ın ÖTEKİLER romanının tanıtımı ve özeti

Dostlar,

  • Tuncay Özkan’ın “ÖTEKİLER” adlı romanının tanıtımı ve özeti

Sevgili Tuncay Özkan kardeşimiz 5 yılı aşkın bir zamandır (5 yıl, 1 ay, 17 gün!)

Balbay_ve_Ozkan_ayni_kogusta_4.9.12

Devr-i AKP’de Silivri zindanlarında Ergenekon tertibinin tutsağı..

Tutsaklık döneminde de çağına
tanıklık etmeyi ve üretmeyi sürdürüyor..
Kitaplarını kalemle yazıyor..
Bilgisayar zinhar yassah!
Oysa “İmralı sakini“nin konforu neredeyse birkaç yıldızlı oteli buldu!?

Son kitabı bir roman.. Cezaevi arkadaşı Hüseyin’in hazin ve çarpıcı öyküsü;
Türkiye fotoğrafı yani..

Kırmızıkedi yayınlarından çıktı ve yayınevinin kısa tanıtımı şöyle :

*****

Bu romanda geçen olaylar, yerler ve kişiler gerçektir. Olayların tamamı
gerçek bir yaşam öyküsünden kurgulanarak romanlaştırılmıştır.

Dersim’in Sığşo Köyü’nde doğdu. Dağlarda devrimci oldu,
Şam’da PKK’lı, Elazığ’da itirafçı, Silivri’de Ergenekoncu…

Terörist Başı” Abdullah Öcalan’ın hevaliydi, yıllarca çatıştığı,
düşmanı Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “suç ortağı” yapıldı.

Hep “ötekilerin” tarafına düştü.

Dersim dağlarından, Silivri’nin bulutlarına yükselen gerçek bir yaşamın romanı.
Tuncay Özkan, Hüseyin Yanç’ın gözünden dağdaki yaşamı, kadın gerillaların dağlardaki yaşamını, kadınlığın ve aşkın yasaklanışını, yasak aşkları ve sevişmeleri, dağlarda doğan ve terk edilen bebekleri, basılıp yakılan köyleri, bölge insanının gerçeğini anlatıyor. Savaş hali içinde insanın nasıl vahşileşebileceğini; karşıdaki, düşman, bizden olmayanlarla yani “öteki”lerle yüzleşmenin ve onun da sadece bir insan olduğunu fark etmenin tüm düşmanlık ve savaş duygularını nasıl altüst edeceğini yaşanmış hikâyelerle aktarıyor.

Ötekiler, adı unutturulmaya çalışılan bir entelektüelden çatışmaların ve
savaşın içindeki insanlık dramını gözler önüne seren çarpıcı ve
ön 
yargıları yıkacak bir roman.

*****

Birsen İğci Saltık sizler için özetledi.. Özet ve tanıtım 4 sayfa..
pdf olarak aşağıda sunuyoruz..

Okumak için lütfen tıklar mısınız??

TUNCAY_OZKAN’in_OTEKILER_kitabi_ozeti_16.11.13


Sevgili Tuncay
;

Seni, kalemini ve yazdıklarını hep okuyoruz..
Senden öğrenmeyi sürdürüyoruz..
Sen karanlık, soğuk ve de zalım mı zalım Silivri zindanlarında
kasıtlı siyasal tutsakken bile çağına tanıklık etmeyi sürdürebilen bir devsin!

Yanıbaşındaki Mustafa Balbay da öyle..
Her biriniz ötekinden daha devsiniz..
Tarihler sizi “unutmak” ne sözcük, yaza yaza bitiremeyecek..
Yaşarken de canlı tarihsiniz..

“Öteki” yarılarımızsınız siz “içeride” bizse “güya dışarıda”..

Hiç ama hiç kuşku yok, bunlar da geçecek,
birlikte direneceğiz, birlikte dayanacağız..


Sevgi ve saygı ile.
16 Kasım 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dil Derneği Ödüllerini Kazananlar Belli Oldu

 

Dil Derneği Ödüllerini Kazananlar Belli Oldu..

DİL DERNEĞİ KERİM AFŞAR ÖDÜLÜ MUSTAFA BALBAY’IN

30 Ekim 1993’te yitirdiğimiz Ömer Asım Aksoy’u dilci ve devrimci kişiliğiyle yaşatmak, düşünce ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla Aksoy Ailesiyle
Dil Derneği tarafından düzenlenen Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü bu yıl
öykü dalında açılmıştır. Adnan Binyazar, Şemsettin Ünlü, Hidayet Karakuş, Hakan Akdoğan ve Sevgi Özel’den oluşan seçici kurul ödülü oyçokluğuyla
Berat Alanyalı’nın Ömrün Yazı (Bilgi Yayınevi, 2012) adlı öykü kitabına vermeyi kararlaştırmıştır.

Berat Alanyalı Ankara doğumludur. İTÜ Edebiyat Fakültesinin Klasik Filoloji Bölümünü bitirmiştir. Dergi, radyo, televizyonlara haber ve metin yazmakta, öykü ve inceleme dalında ürün vermektedir. Ömrün Yazı ikinci öykü kitabıdır. Berat Alanyalı’ya ödülü
26 Eylül 2013 Perşembe günü, Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezinde yapılacak
81. Dil Bayramı töreninde verilecektir.

Ölümünün 20. yılında Ömer Asım Aksoy’u saygıyla anıyor, Berat Alanyalı’yı kutluyoruz.

*******

Dil Derneği Kerim Afşar Ödülü, 26 Eylül 2003’te yitirdiğimiz, Dil Devriminin ödünsüz savunucusu Kerim Afşar’ın Türk tiyatrosuna verdiği emeği ve sanatçı kimliğini gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla düzenlenmiştir. Kerim Afşar’ın eşi Leyla Afşar’la Dil Derneği’nin birlikte düzenlediği ödül,
“oyun yazarları”nı özendirmek için 2005’ten bu yana verilmektedir.

Ahmet Levendoğlu, Üstün Akmen, Gülşen Karakadıoğlu, Zeynep Kaçar ve Leyla Afşar’dan oluşan
seçici kurul ödülü oyçokluğuyla Mustafa Balbay’ın Yargıtatör adlı oyununa vermeyi kararlaştırmıştır.

Gazeteci Mustafa Balbay, Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisiyken tutuklanmıştır;
4 yılı aşkın bir süredir hapistedir. İzmir’den milletvekili seçilmiştir; ancak seçimle kazandığı bu hakkı kullanamamaktadır. Tutuklanmadan önce de birçok kitap yazan Balbay, türlü olanaksızlıklara karşın zindanda da üretmeyi sürdürmüş,
birbiri ardına kitaplar yazarak düşüncenin tutuklanamayacağını kanıtlamıştır.

Mustafa Balbay’ın ödülünü 26 Eylül 2013 Perşembe günü, Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezinde yapılacak 81. Dil Bayramı töreninde ailesi alacaktır.

Ölümünün 10. yılında Kerim Afşar’ı saygıyla anıyor, Mustafa Balbay’ı kutluyoruz. 

                                                           Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

                                                                       Sevgi Özel

==================================

Dostlar,

Biz de, üyesi olduğumuz Di Derneği yöneticilerine emekleri için teşekkür ediyor,
ödül alanları kutluyoruz…

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 14.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Rektör İçin 5001. İmza…


Rektör İçin 5001. İmza…

Prof. Dr. TÜLAY ÖZÜERMAN 

Cumhuriyet 13.09.2013


Ergenekon davası
nedeniyle 17 Nisan 2009’dan başlayarak 4.5 yıldır tutuklu olan ve yapılan son duruşmada (5 Ağustos 2013) 23 yıl hüküm giydirilen İnönü Üniversitesi

eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu davasında kesin sonuç, Yargıtay tarafından verilecek…

Ancak değerli bilim insanımız kanser hastasıdır ve cezaevi koşullarından
bir an önce çıkarılarak tedavi görmesi gerekmektedir.

Duyarlı vatandaşlar tüm yetkililere “Fatih Hilmioğlu’na Özgürlük Kampanyası” adı altında topladıkları 5000 imza ile sesleniyorlar; tedavisi için vicdani ve haklı gerekçeler ile özgür bırakılmasını talep ederken, rahmetli Kuddusi Okkır’ın trajedisinin tekrar yaşanmaması için çaba gösteriyorlar. Ergenekon tutuklularını ziyaret eden
CHP’li milletvekillerine Hilmioğlu durumunu şu sözlerle özetlemişti.

Fatih_Hilmioglu_portresi

 

  • Darbeye eksik teşebbüs suçundan 16 yıl ceza aldım. Bizi suçladıkları iki şey, 2003’te Jandarma Genel Komutanı’nı ziyaret, bir diğeri de Kent Otel’deki tesadüfi yemek. Düşünebiliyor musunuz, 10 general, 10 rektör yemek yiyor, 3 rektör ve 1 generale ceza veriliyor. 2003 yılında YÖK tasarısı tartışılırken YÖK Başkanı’nın da içinde olduğu bir heyetle her yeri geziyorduk. Askeriyenin de 23 eğitim kurumu var. Onlar da
    söz konusu tasarının paydaşı. Her kuruma gittiğimiz gibi oraya da gittik.
    Biz 7 rektördük ve 10 general vardı. Şimdi bu toplantı örgüt toplantısı olarak değerlendiriliyor. 7 rektörden 3 sanık, 10 komutandan ise sadece
    Şener Eruygur suçlanıyor. Eğer ortada bir suç varsa hepsinin suçlanması lazım. Toplam 17 kişiyiz. 4’ü suçlanıyor, 13’üne kimsenin bir şey dediği yok.
    Bu nasıl eşitlik, bu nasıl adalet?
  • Bir diğer suçlama ise, 3 Mart 2004’te Kent Otel’de yenilen bir yemek.
    Ankara Ticaret Odası’nda bir panele katıldık. Panelde konuşmacıydım. Panelden sonra hep beraber Kent Otel’e gittik, yemek için. Orada da
    Mustafa Balbay, rahmetli İlhan Selçuk ile yemek yiyormuş, masaları birleştirdik, bu yemek örgüt toplantısı oldu. Baştan hükmümüz verilmiş,
    5 yıl boşuna yatmışız. Ayrıca, İnönü Üniversitesi öğrencilerini fişlemek suçundan cezalandım. Suçlama 2003 tarihli, belgesi ise 2006’ya ait.
    Böyle bir şeyle ilgim olmadığını kanıtladığım halde bundan 7 yıl ceza verdiler.”

Kamuoyu Hilmioğlu’nu; rektörlüğü sırasında İnönü Üniversitesi kütüphanesinin girişine yazdırdığı “Atatürk Türkiye’dir; Türkiye Atatürk” yazısıyla ve türbana mesafeli duruşu ile tanımıştı. O süreçte Sayın Hilmioğlu daha sonra başına gelecekleri hayal bile edemezdi, pek çok yurttaşın T.C. ibaresinin kaldırılacağını aklına getirmediği gibi…

Benim en büyük eserim Cumhuriyettir” diyen Atatürk’ü ve Cumhuriyeti kucaklayan bu söz kendisinden sonra kaldırılmış; -yeri boş bırakılırsa tepki daha çok olacağı için şimdilik- Atatürk’ün “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” deyişine yer verilmiştir. Atatürk’ü sahipleniyor gibi yapanların, gerçek sahiplenicileri gönderdiği günümüz sürecinin çarpıcı örneklerinden biridir bu. Bugün Atatürkçü söylemlerle kendilerini alkışlatarak Atatürkçü kadroları tasfiye eden bazı rektörlerin nasıl baş tacı edildiklerini, hatta bazılarının AKP kadroları ile yakın temasta olup, vekillik hayalleri içinde olduklarını duyuyoruz… Atatürkçü kadroları tasfiye için üzerlerinde kurulan baskıya direnemeyenler, telkinle yola getiremedikleri öğretim üyelerini kaçırtmak için kurumlarında onlarla uğraşacak kişilerle işbirliği yaparak tasfiye etme yoluna gidiyorlar.

Kimin ne dediği değil, ne yaptığı önemli… Ne mi diyorum: “Söylediğiniz değil, yaptığınızsınız… Sözleriniz yalnızca sizi kandırır, bizleri değil…” diyorum.
Bugünün konjonktürüne göre uydurulmuş “suç” kavramı ile suçlu muamelesine
tabi tutulanların, hukukun ve adaletin geri çağırılacağı gelecek süreçlerin kahramanları olacağını en iyi Atatürk’ün akıl ve bilimi önceleyen sözlerini yansıtan kurumlarda
yer alanların bilmeleri gerekir. Sayın Hilmioğlu’na, düşüncesi, söylemi, eylemi bir oluşunun vebali ödetilirken seyirci kalarak Atatürkçü olunmaz. Rektörlerin bir araya gelerek, rektörlük yapmış meslektaşlarının göz yumulamayacak durumda bırakılmasına insani ve vicdani olarak itiraz etmeleri gerekmektedir. Bu görev hepsine, (yurttaş olarak hepimize) ama en çok hekim kökenlilere düşmektedir.

Hasta bir insana bugünkü konjonktürü onaylamayan düşünceleri nedeniyle mesafeli durmak, ölüme ilerleyişine göz yummak insanlıkla bağdaşmaz;
hekimlik mesleği ile hiç bağdaşmaz.

  • Yapılması gereken, Sayın Hilmioğlu’nun hastalığının daha fazla ilerlemesinin durdurulması için özgürlüğüne kavuşturulmasıdır.

Bu yazı ile bana ulaştığında 5000 olan imza listesine 5001. imzayı atarken;
durumdan haberdar olup böyle bir talebi haksız bulacak tek bir vicdan sahibi olamaz diye düşünüyorum.

Umarım yanılmıyorum.

İşgal Gücü Bile Bunu Yapmazdı!

Dostlar,

Mustafa Balbay’ın aşağıdaki yazısı tarihe not düşen çok varsıl bir içerik taşıyor.

Hangi çarpıcı tümceyi paylaşsak ki?

  • “10 demir kapı geçip hapishane çıkışındaki bekleme koğuşuna konduk.”
  • Silivri’de 18. mevsimi geçiyorduk.

Okunmalı ve okutulmalı.

Bu terazi bu sıkleti kaldırmaz..

Çoook yıptatıldı ise de, gerçek odur ki “Adalet mülkün gerçekten temelidir!”

Sevgi ve saygı ile.
Pertek – Tunceli, 10.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

İşgal Gücü Bile Bunu Yapmazdı!

Balbay_hapiste

Mustafa BALBAY
Cumhuriyet, 10.8.13

5 Ağustos sabahı saat 06.45’te koğuşların içinde kurulu duyuru sisteminden şu anonsla uyandırıldık:

 

“Tutuklu ve hükümlülerin dikkatine… Sabah sayımı için sayım düzeni alınız…”

Bu anons her sabah saat 08.00’de yapılıyordu.
Olağanüstü bir güne başladığımız sabah sayımında belli olmuştu.
Hapishane yönetimi işi sağlama almıştı.

Saat 08.15’te 10 demir kapı geçip hapishane çıkışındaki bekleme koğuşuna konduk. 2 saat sonra infaz koruma memurları ve jandarmalardan kurulu 4 kat etten duvarın arasında 5’erli gruplarla cezaevi aracına konduk. Her birimiz bir jandarmaya zimmetlenmiştik. Sorumlu olduğu mahpusu tanımayan jandarmalar,
yoklama yaparak isimleri netleştirdiler.

Her zamanki gibi toplu halde otobüsle değil, koca cezaevi araçlarına 5’e kişi konarak duruşma salonuna götürülüyorduk.Aracın santimlik penceresinden karşı tepedeki Yolçatı Köyü’ne baktım.
Hemen önündeki ayçiçeği tarlaları sararmıştı.
Silivri’de 18. mevsimi geçiyorduk.
***
Birkaç dakika sonra, 10 cezaevinden oluşan kampüsün açık cezaevi bölümüne geldik. Duruşmaya gittiğimiz günlerde buradan geçerken derin bir nefes alıyorduk. Yemekler burada pişirildiği için öğle mönüsünü öğreniyorduk.
Özellikle tavuk ve kuru fasulye kokusu hemen hissediliyordu.

5 Ağustos günü ise her tarafı kapalı aracın metal kokusundan başka bir şey yoktu.
Bir dakika sonra iç içe demir duvarların hemen ötesindeki duruşma salonunu gördük. Salonun dış duvar bölümü canlı yayın araçlarıyla iç kısmı ise
onlarca askeri araç, müdahale aracı ve dozerle doluydu.

5 yıldır belki 10 kez yenilenen ama hep çamur içinde olan salon kapısının girişinde de iki tarafta 3’er sıralı güvenlik görevlileri bizi bekliyordu. Çoğu, giydiği kumaş plastik karışımı kıyafetlere yabancı duran bu güvenlik görevlilerinin arasında salonun bekleme bölümüne geldik.

Bir saati aşkın da burada bekletildikten sonra salona alındık.
İçeride de tutuklu sanıkların etrafını saran etten güvenlik duvarının iki yanında avukatlar, tam karşısında da izleyiciler vardı.

15 metre ötedeki izleyici bölümüyle konuşmak olanaksızdı. Ancak yüksek sesle bağırarak bir şeyler söylenebilirdi. Eskiden de böyleydi ama, güvenlik görevlileri daha az olduğu için ses daha kolay ulaştırılabiliyordu.

İzleyici bölümündeki CHP milletvekillerine ve gazetecilere seslenip
teşekkür etmeden önce ilk, dışarısını sordum.
Şu bağırışlar birbirine karışıyordu:

“Bütün yollar kapalı, insanlar tarlalardan girmeye çalışıyor…”
“Her türlü engele karşın buraya ulaşmış binlerce insan var…”
“Merak etme, halk sizi yalnız bırakmadı…”

Onları tam olarak duymaya çalışırken bir yandan cezaevinin içinden cezaevi içindeki yargılama salonuna getirilişimizi, bir yandan buraya ulaşmak isteyenlerin çabalarını ve karşılaştıkları engelleri düşündüm.
Aklımdan geçen ilk cümle şu oldu:

Bir işgal gücü olsa bizi bu kadar vahşi yargılamazdı...”
***
Hüküm öncesi son kez bulunduğumuz salondaki avukatlara, gazetecilere
dilim döndüğünce teşekkür ettim.
Milletvekillerimize de şu özlemle birlikte teşekkür ettim:

“Asıl olan iktidar, ötesi bize dar…”

Bu hedefle seslendiğim milletvekillerimizin adlarını okurla da paylaşmak istedim. Salonun o karmaşasında yapılan listeyi yeniden sıralama yapmaksızın aktarmayı borç biliyorum:

Engin Altay, Akif Hamzaçebi, Muharrem İnce, Candan Yüceer, Malik Ejder Özdemir, Veli Ağbaba, Rıza Yalçınkaya, Ercan Cengiz, Turgut Dibek, Emine Ülker Tarhan, Umut Oran, Bülent Tezcan, Bihlun Tamaylıgil, İlhan Cihaner, Ali İhsan Köktür,
Nur Serter, Namık Havutça, Gökhan Günaydın, Mehmet Kesimoğlu, Emre Köprülü, İzzet Çetin, Kemal Değirmendereli, Ali Haydar Öner, Tufan Köse, Özgür Özel, Alaattin Yüksel, Hülya Güven, Mustafa Moroğlu, Haluk Eyidoğan, Gürkut Acar,
Dilek Akagün Yılmaz, Şevki Kulkuloğlu, Birgül Ayman Güler, Refik Eryılmaz, Mehmet Ali Edipoğlu, Recep Gürkan, İsa Gök, Engin Özkoç, Mehmet Hilal Kaplan, Melda Onur, Aylin Nazlıaka, Aytuğ Atıcı, Oktay Ekşi, Süheyl Batum, Oğuz Oyan, Musa Çam, Orhan Düzgün, Kemal Ekinci, Ahmet Topbaş, İdris Yıldız,
Ali Özgündüz, Kadir Gökmen Öğüt, Aytun Çıray.

Hüküm sonrasını yarına bırakalım.

İLKER BAŞBUĞ : ‘TÜRK MİLLETİ’NE SAVUNMAMDIR’


Dostlar,

Genelkurmay eski Başkanı emekli orgeneral İlker Başbuğ’dan 2. mektup aşağıda..

Ümraniye davasında hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen
Genelkurmay eski Başkanı emekli orgeneral İlker Başbuğ,
avukatları aracılığıyla ikinci mektubunu kamuoyuyla paylaştı

Tarihe not düşmek üzere biz de sitemizde yer verelim..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 22.3.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

Ilker_Basbug_portresi

  • Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığı görevini yapmış ve bu görevden
    yaş haddinden emekli olarak ayrılmış olan bir kişinin. 
    görevi başında iken
    terör örgütünün yöneticisi olarak faaliyet icra ettiğini iddia etmek,
    bir akıl tutulmasının yansımasıdır.”  İLKER BAŞBUĞ

 

 İLKER BAŞBUĞ : ‘TÜRK MİLLETİ’NE SAVUNMAMDIR’

İlker Başbuğ’dan ikinci mektup. (SÖZDE) Ümraniye davasında hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen Genelkurmay eski Başkanı emekli orgeneral İlker Başbuğ, avukatları aracılığıyla ikinci mektubunu kamuoyuyla paylaştı.

Başbuğ;

Sayın Başbakan ve değerli hukukçu Sn. Prof.Özgenç ne söylerse söylesin;
‘bulundukları makam itibarıyla, kendilerini sağlamda görenler’in düşüncelerinde bir değişiklik görülmemektedir
” dedi.

İlker Başbuğ Türk Milletine Savunma başlıklı mektubunda şunları söyledi:

ASLINDA BERAAT OLMASI GEREKİRDİ

Cumhuriyetin savcılarının hazırladığı mütalaaya göre;
26.Genelkurmay Başkanı, Ergenekon Terör Örgütü yöneticisidir.
Aslında, bir hukuk devletinde olması gereken, örgüt yöneticiliğine ilişkin
ortada hiçbir somut delilin olmaması neticesinde, savcıların örgüt yöneticiliği suçlamasından beraat istemesidir.

Savcılara göre örgüt yöneticiliği iddiasının dayanakları arasında;
3 Mart 2004 tarihinde Ankara’da yapılan “Hilafetin İlgası ve Tevhidi Tedrisat Paneli” ne katılmak;

Sn. Mustafa Balbay ile 2004 yılında Genelkurmay Karargahında görüşmek,
2009 yılında Hırvatistan’da resmi bir gezide bulunurken, Genelkurmay 2. Başkanı tarafından aranarak bir konu hakkında bilgi verilip görüşünün sorulması ve iki kişi arasında geçen bir telefon konuşmasında, diğer birçok ismin yanında isminin de geçmesidir.

Savcılara göre, en güçlü somut delil ise, İnternet Andıcı davası nedeniyle
halen yargılanması devam eden sanıkların, Genelkurmay Başkanı’nın liderliğinde;
Türk Silahlı Kuvvetleri içinde hukuk dışı bir yapılanma içinde örgütlenmesidir.

AKIL TUTULMASI

İşte bu somut delillere (!) dayanılarak, örgüt yöneticiliğine ilişkin suçlamada
ısrar edilmiştir.

Örgüt yöneticiliği suçlamasından vazgeçilmesi, diğer bir ifade ile bu suçtan dolayı beraat istenmesi durumunda, kamuoyunda “İnternet Andıcı Davası” olarak bilinen ve bu davaya benzer durumda olan diğer dava dosyalarının da;
Ergenekon Davası olarak bilinen dosyadan ayrılması gibi bir durum ortaya çıkar.
Böyle bir sonuçta ise; iddia edilen suçların vasıf ve mahiyeti de değişikliğe uğrayabilir. Böyle bir durum istenmemektedir.

Terör örgütü yöneticisi olarak suçlanılması, salt hukuk açısından
ne kadar doğrudur?

Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında görev alan Sn. Prof. İzzet Özgenç,
bu konuyu şu şekilde değerlendirmektedir:

Türkiye’de Genelkurmay Başkanlığı görevini yapmış ve bu görevden
yaş haddinden emekli olarak ayrılmış olan bir kişinin görevi başında iken
terör örgütünün yöneticisi olarak faaliyet icra ettiğini iddia etmek,
bir akıl tutulmasının yansımasıdır.”


DÜŞÜNCELERİNDE BİR DEĞİŞİKLİK YOK

Sayın Başbakan’da bu konu üzerinde değerlendirmelerde bulunmuş ve şunları söylemiştir:

Generallerimiz emekli olsun, muvazzaf olsun yani hiç birisine bir defa kalkıp da,
yani alışılmış anlamda bir terör örgütü mensubu demek çok ciddi yanlıştır, affedilemez. Yani şu anda kendileri bulundukları makam itibarıyla,
yani kendilerini sağlamda görseler bile, tarih onları affetmez.”


Sayın Başbakan ve değerli hukukçu Sn. Prof.Özgenç ne söylerse söylesin; “bulundukları makam itibarıyla, kendilerini sağlamda görenler” in düşüncelerinde bir değişiklik görülmemektedir. Eğer bu yaklaşım tarihin bile affedemeyeceği boyutta ciddi ise, ortada bir görev vardır. Görevde, öncelikle sözlerinin arkasında durması gereken, yetkili siyasi makamlara düşmektedir.

İNTERNET ANDICI SUÇ DEĞİL

Cumhuriyet Savcılarının hazırladıkları mütalaada ileri sürdükleri asıl suçlamayı;
“darbe ortamı oluşturmak amacıyla belirtilen internet siteleri ve bu siteleri meşrulaştırmak amacıyla düzenlenen andıç vasıtasıyla kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerinin icra ve organize edilmesi” iddiası oluşturmaktadır.

Bu iddia temelden yoksundur.
Defalarca anlatılmasına rağmen de maalesef anlaşılmak istenilmemektedir.

İlk önce, “İnternet Andıcı” internet sitelerini konu alan, metin kısmı iki sayfadan ibaret yasal, ancak tamamlanmamış bir karargah çalışmasıdır.

İnternet Andıcında, kesinlikle suç teşkil edecek bir husus yoktur.
Mütalaada;söz konusu Andıç’da suç unsuru teşkil eden hangi hususların olduğunu ortaya konulmamıştır. Andıç’da suç teşkil eden hangi somut fiiller vardır?

İnternet Ancının, daha önce açılmış olan sitelerle bir ilişkisi yoktur.
Ağustos 2008’den önce açılmış olan siteler Şubat 2009 kapatılmıştır.
İnternet andıcı ile açılması planlanan sitelere yönelik çalışma ise;
siteler hiçbir zaman aktif hale getirilmeden, yayına geçirilmeden, görülen lüzum üzerine 19 Haziran 2009’da sona erdirilmiştir. Dolayısıyla; Şubat 2009’dan Ağustos 2010’a kadar olan süreçte Genelkurmay Başkanlığının bu amaçla kullanabileceği internet sitesi yoktur.

Bu durumda, mütalaayı hazırlayan savcılar, internet siteleri vasıtasıyla nasıl kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerinin icra edildiğini ileri sürebilirler?
Ortada öyle bir iddia varsa, somut olarak Ağustos 2008 – Ağustos 2010 arasında kara propagandayı içeren hangi haberlerin internet sitelerine konulduğunu ortaya koymaları gerekmez mi?

Aslında internet sitelerinin olmadığı bir dönemde, böyle bir iddianın
ortaya konulması dayanaktan yoksundur.

Türk milletine savunmamız devam edecektir.


 

Cumhuriyet Gazetesi’nin 20 Mart 2012 günlü sayısının kapağı

Cumhuriyet Gazetesi’nin 20 Mart 2012 günlü sayısının kapağı..

İşte Türkiye’nin yakıcı gündeminden kesitler..

Savcılar ancak 722 yılda okunabilecek dosyadan görüş oluşturdu!

Rekoru kırdılar adaleti yıktılar!

KARAR BAŞTAN BELLİ

Ergenekon davasında özel yetkili savcılar imkânsızı başardı!

120 milyon sayfayı bulan Ergenekon dosyasının karar öncesi tamamının okunabilmesi için 722 yıl gerekiyor. İçinden çıkılmaz hale gelen dosyadan savcılar, hem örgüt çıkardı hem de rekor cezalar istedi.

‘HESAP VERECEKLER’

Kılıçdaroğlu, Silivri’de “adaletin katledildiğini” belirterek;

  • “Siz savcı, yargıç değilsiniz, iktidarın taşeronusunuz!
    Adaleti katledenler geldikleri gibi gideceklerdir!
    Mutlaka hesap verecekler.
    Şerefli bir yargıç tarafsızlığına inanmadığı davadan çekilmelidir.”
    dedi. 

‘SABİT OLAN ZULÜM’

Yazarımız Balbay ile gazeteci Özkan, 8 Nisan’daki duruşmaya katılım çağrısı yaparak

“Bu mütalaa yırtılacak; Silivri yıkılacak!” dedi.

Balbay ve Özkan;

“Savcılar varlığını kanıtlayamadıkları örgüt için ‘sabittir’ deyip geçmiştir.
Sabit olan tek şey hukuksuzluktur, zulümdür.” açıklamasını yaptı.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 20.3.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Mandela Olabilmek İçin…

GÜNDEM
Mustafa Balbay
11.2.13, Cumhuriyet 

Mandela Olabilmek İçin…

İç gerilimin, çatışmanın çok yüksek olduğu ülkelerde barış, bu yola baş koymuş, önümüzdeki seçimleri değil, önümüzdeki nesilleri düşünen liderlerin öncülüğünde gerçekleşmiştir.

Bu liderler öncelikle topluma güven vermiş, korkutarak değil umutlandırarak
barış iklimini hazırlamıştır. Bu iklimi hazırlarken gerilimin taraflarından birinin ötekine üstün geldiği düşüncesinin oluşmaması için olağanüstü çaba harcanmıştır.
Bazı coğrafyalarda barış, savaştan daha zordur. İşte liderlerin farkı bu noktada
ortaya çıkar.

Türkiye’de iç barışın konuşulduğu bir mevsimdeyiz. Dileğimiz o ki, bu mevsim geçici olmasın, yalancı olmasın. Konunun birincil anlamda iki siyasal muhatabı oluştu;
iktidar partisi AKP ve BDP. İki muhatap özünde birbirini anlıyor ve anlaşıyor.
Ama ikisinin de aklından “önümüzdeki seçimler” çıkmıyor. İktidar, atacağı adımın
aynı zamanda kendisine oy kazandırmasını, BDP’yi de geriletmesini,
gözden düşürmesini istiyor. BDP de ne olursa olsun oy deposu olarak gördüğü bölgelerdeki hâkimiyetini kaybetmek istemiyor.

Bu gözlemlerimizi daha da derinleştirmek yerine zaman zaman tarafların dile getirdiği “Mandela’ya benzer misyon” tartışmasını başka bir açıdan sütuna yatıralım.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde kalıcı bir iç barışın temellerini atan,
ülkenin eski Devlet Başkanı Nelson Mandela bunu nasıl başardı?
Önce 1918 doğumlu Mandela’ya sağlıklı bir yaşam dileyelim.
Doğduğunda ailesi ona Rolihlahla adını koydu. Kabilesindeki yaygın adlardan biri buydu. Ancak bu adla okula gidemez, nüfus cüzdanı edinemezdi.
Beyaz egemenliğindeki ülkede siyahların okula gidebilmesi için mutlaka bir beyaz adı alması gerekiyordu.

İlkokula başlarken öğretmeni Miss Mdingane O’na şunu söyledi:

“Senin okuldaki, kimliğindeki adın Nelson olacak. Sana büyük İngiliz kaptanı
Lord Nelson’un adını veriyorum.”

O dönem Güney Afrika’da okullar beyazlar, renkliler, siyahlar olarak üçe ayrılıyordu. Beyazların nüfusu % 10-15’i geçmiyordu ama ülkeye egemendiler. Renkliler,
maden ocakları için siyahlar yetersiz kalınca Hindistan, Malezya başta olmak üzere Asya’dan getirilenlerdi. Siyahlar, toprakların en eski sakinleriydi ama ellerinde hiçbir şey yoktu. Beyazların oturduğu semtlere özel pasoları olanlar girebiliyordu.

  • Beyaz yönetim köpek öldüreni cezalandırıyordu ama
    siyah öldürmenin cezası yoktu.
  • Siyahlar da ev inşa ederken temele bir beyaz gözü koymayı uğur sayıyordu.

Üniversiteyi bitiren Mandela bir gün herkesin gözü önünde pasosunu yaktı.
Yakış o yakış. Artık gemileri de yakmış, uzun bir mücadeleye girişmişti.
Bu yol O’nu Afrika Ulusal Kongresi (ANC) liderliğine ve cezaevine götürdü.
27 yıl hapis yattıktan sonra 11 Şubat 1990’da serbest bırakıldı. Mandela’nın özgürlüğüne kavuşmasının 23. yılı kutlu olsun diyelim, O’nun özgürlükte 13 Şubat 1990’da Johannesburg’un siyah gecekondu semti Soweto’da binlerce kişiye yaptığı konuşmadan bir kesit aktaralım:

  • “Beyaz egemenliğine karşı çıktım, karşı çıkacağım. Siyah egemenliğine karşı çıktım, karşı çıkacağım. Yaşamım boyunca insanların uyum içinde yaşaması, eşit fırsatları paylaşması için savaştım. Demokratik ve özgür bir toplum
    düşü kurdum. Bu, benim uğruna ölmeye hazır olduğum bir amaçtır.”

1994’teki seçimde Mandela oyların % 62’sini aldı. Beyazlar % 20’sini. Mandela hükümeti beyazlarla birlikte kurdu. “Bir dönem devlet başkanı olacağım”demişti.
Koltuk O’na sıcak gelmedi, sözünde durdu. Sonraki seçimlerde aday olmadı.
Bu bir döneme barışı sığdırdı ve çekildi.

Elbette Güney Afrika’nın koşulları bizden çok farklıydı. Ancak, “İç barışı sağlayacak liderin nasıl olması gerekir?” sorusuna yanıt ararken Mandela’nın çizgisinden alınacak dersler var.

Her şey bir yana, siyasal hırsını ikincilleştirebilmesi gerekiyor. Siyasetin tüm renklerine hükmetmeyi değil, hitap etmeyi hedeflemek gerekiyor. Kendi iktidar gücünü uzatmak ve artırmak değil, toplumu bir arada tutan değerleri ve gücü sağlamlaştırmak gerekiyor.
Güney Afrika’nın bütün renklerini bir arada tutup “Gökkuşağı Ülkesi” unvanını kazandıran Mandela’nın özgürlüğünün 23. yılı kutlu olsun.

Silivri’den Ortak Mesaj: ‘13 Aralık’ta Bekliyoruz’

Dostlar,

Basın Konseyi, geçtiğimiz günlerde özel izinle, Silivri’de Ergenekon davasından tutuklu gazetecileri ziyaret etti. Orhan Birgit öncülüğünde.. Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer de ziyareti ustaca bir yazıyla köşesinde sundu. Tarihe ciddi bir materyal sundu bu makalesi ile. Örn. ziyaretçi heyete, oğlunu yitiren Prof. Fatih Hilmioğlu‘na başsağlığı dileği sunma izni verilmedi!

Silivri zindanında yanlnız insanlar değil, hukuk değil, insanlık da tutsak anlaşılan..

13 Aralık 2012 sabahı orada olmak bir boyun borcu artık..

Sevgi ve saygı ile.
7.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Silivri’den Ortak Mesaj: ‘13 Aralık’ta Bekliyoruz’

 utku cakirozer
Utku ÇakırözerBasın Konseyi’nin iki haftada bir yaptığı Yüksek Kurul toplantısını önceki gün olağan olmayan bir mekânda, Silivri Cezaevi’nin 2 No’lu açık görüş salonunda gerçekleştirdik. Orhan Birgit başkanlığındaki heyette, Yüksek Kurul üyeleri arasında yer alan Yassıada mahkemelerinde avukatlık yapan eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, meslek büyüklerimiz Doğan Heper, Tufan Türenç, Pınar Türenç, Yalçın Büyükdağlı, Oktay Duran ve Üstün Ünügür ile Koç Üniversitesi’nden Yard. Doç. Murat Önok, Basın Konseyi’nin eski ve yeni genel sekreterleri Oktay Huduti ve Kaan Karcılıoğlu yer aldı.

  • Silivri’nin önü 29 Ekim gibi olmalı

Toplantımızın ‘yarım saat arayla’ değişen ünlü konukları vardı. Meslektaşlarımız Soner Yalçın, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Deniz Yıldırım ve Turhan Özlü sırayla aramıza katıldı. İki infaz görevlisi de sürekli salonda yer aldı. Odatv davasından iki yıldır tutuklu Yalçın’ın ilk sözü şu oldu:

  • “Hepimiz 13 Aralık’ı bekliyoruz. Bu davalar artık bireysel mesele olmaktan çıktı. Artık tüm Türkiye’nin meselesi.”

Ergenekon davasında savcının mütalaasını açıklayacağı tarihte duruşma salonu ve cezaevi yerleşkesine 29 Ekim ve 10 Kasım’ı aratmayacak bir kalabalık bekliyor.

  • CHP’nin etkin rol almasının katılımı artıracağı inancında.

Tutukluluk halinin sürmesine isyan eden Yalçın,

Silah yok, bomba yok. Yazan çizen adamım. TÜBİTAK da dahil kaç raporla tespit edildi ki bilgisayarımdaki dosyalar virüsle gelmiş. Beni içeride tutma ısrarı niye?
141 ve 142’yi mumla arar hale geldik. O zaman neden yattığını bilirdi insan.
Partisi, örgütü vardı. Ben şimdi ‘örgütüm yok’ demeye utanıyorum” diyor.

Cezaevi koşullarını da konuştuk. “İnsani özellikleri hayata geçirecek hiçbir şey yok” dedi ve saydı: “Kütüphaneye gidemiyoruz. Diğer tutuklu ve hükümlülerle haftalık 10 saat ortak yaşam hakkımızdan yararlandırılmıyoruz.”

Toplam 284 sanıklı Ergenekon davasında 65 kişi tutuklu yargılanıyor.

  • Ergenekon davasında tutukluluğu 5 yılı geçenler var.

Milletvekili seçilmesine rağmen 1371 gündür tutuklu olan yazarımız Mustafa Balbay dava sürecinin talimatla hızlandırıldığına inandığını belirterek “Akordeon gibi bir yavaşlatıp bir hızlandırıyorlar. Şubatta MİT müsteşarının sorgulanmasına yönelik hamleden önce hızlanmıştı. O dönem yaşanan tartışmalar sonrasında 20 iddianameyi birbirine bağlayarak yavaşlattılar.

Ergenekon dava dosyası 5 terabayta ulaştı; yani 120 milyon sayfa.

Yıllar sürer derken bir anda bir şeyler oldu ve karar aşamasına geçiliverdi” dedi.
O da Yalçın gibi 13 Aralık’ın önemini vurguladı:

  • “29 Ekim ve 10 Kasım’daki ruh Silivri’yi de etkileyecektir.”

Cezaevi koşulları konusunda, oğlunu kaybeden Prof. Fatih Hilmioğlu’na “cezaevi personelinin yanında 5 dakika başsağlığı dileme” talebinin reddedilmesini örnek göstererek “Güvenliği hesaplamışlar ama insanı hesaplamamışlar” değerlendirmesini yaptı.

Üçüncü olarak aramıza katılan Tuncay Özkan da Yalçın ile Balbay gibi “tecrit” koşullarından şikâyetçi. “Hepimiz tecritle yalnızlaştırıldık. Ergenekonculara aktivite imkânı verilmiyor” dedikten sonra ekledi:

“Zaten örgütün silahlı yöneticisi olmakla, suikastlar düzenlemekle, finansal bağlantıları sağlamakla suçlananların hepsi dışarıda. Ama biz içerideyiz”

Silivri’den Ortak Mesaj: ‘13 Aralık’ta Bekliyoruz’

Danıştay saldırısı davası hükümlüsü Osman Yıldırım’ın Ergenekon davasında hem “sanık”, hem “tanık” hem de ve “gizli tanık” olduğunun ortaya çıktığını anımsatan Özkan, “Burada adalet yok. Varsa bile, bize değil katillerin katilliğini silmek için var” dedi. Soner Yalçın söyleyince fark ettik ilk kez. Her girenin gözleri bozuluyor içeride. Yalçın’ın 3 derece artmış içeride. Eski Aydınlık Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım’ın da artık 2.5 astiğmatı var. Nedeni “Gözlerin sürekli ufka değil, 5 metreyi geçmeyen hücre duvarlarına bakmak zorunda kalması…”

Yıldırım bir yıl önce cezaevindeki üçüncü yılını doldurdu. Önce İrtica ile Mücadele Eylem Planı davası, ardından Andıç davası, şimdi de Ergenekon davasına bağlanmış durumda. Yayımladıkları görüşme kayıtları hakkında dava açmayan Başbakanlık, görüşmelerin Erdoğan’a ait olduğunu da teyit etmiş üstelik. Buna rağmen, o ve 15 aydır tutuklu bulunan son görüştüğümüz isim Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Turhan Özlü,
3. yargı paketinde çıkan “erteleme” imkânından da yararlandırılmadılar.

Özlü’nün “Suçumuz sadece gazetecilik yapmak” sözleri kulağımızda yankılanarak ayrıldık Silivri’den.

  • Cindoruk: Adil Olmayan İnfaz

Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit, Silivri yargılamalarındaki çarpıklıkları;

“Silivri’ye dışarıdan hiçbir şey alınmıyor. AİHM kararları bile”..

diye eleştirirken Cindoruk da, davaların Yassıada yargılamaları ile ortak yönünü şöyle aktardı:

“Yassıada’da da olduğu gibi burada da sizlerin içeride tutulmasını isteyen siyasi iktidardır. Silivri’de yaşanan olay artık uzun tutukluluktan çıkmış. Adil olmayan infaz haline dönüşmüş.” Cindoruk milletvekillerinin bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunmasını da eleştirerek Balbay’a “Milletvekillerinin tarihte lehte örnekler bulunmasına rağmen buradan çıkamaması, bugünkü Meclis ve onun başkanının ayıbıdır. Ben başkan olsam ne yapmış etmiş onları buradan çıkarmıştım” dedi. (Cumhuriyet 05.12.2012)

 

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Silivri tutsaklarının kitaplarını imzaladı..


Elinizi vicdanınıza koyun ve Silivri’yi öyle düşünün
..

İSTANBUL – CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
31. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nı ziyaret etti.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TÜYAP Kitap Fuarını ziyaret etti ve
4 yıla yakın zamandır Silivri tutsağı olan Mustafa Balbay’ın, Soner Yalçın’ın, Tuncay Özkan’ın.. kitaplarını onların yerine imzaladı..

  • CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TÜYAP Kitap Fuarı’nın son gününde, tutuklu CHP İzmir milletvekili ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay ile gazeteci-yazar Soner Yalçın ve Tuncay Özkan’ın kitaplarını imzaladı. Kılıçdaroğlu ‘Silivri akademi oldu. Elinizi vicdanınıza koyun ve Silivri’yi
    öyle düşünün. Bugün birisine yönelik haksızlık yarın size yönelebilir.
    Bu ülkenin zindanlarında aydınlar yatmamalı.
    dedi. (Cumhuriyet, 25.11.12)

Kılıçdaroğlu, Soner Yalçın’ın ”Samizdat” kitabına;

  • ”Sevgili Soner, bu kitap, hapishane tarihinin herhalde bir başyapıtıdır. Hukuksuzluklar, adaletsizlikler ve önyargılarla devam eden bir dava…
    Aydınlık ve özgür bir Türkiye dileğiyle”;
  • Mustafa Balbay’ın ”Gülümsemek Direnmektir” kitabına,
    ”Yaşama hep gülümseyeceğiz”;
  • Tuncay Özkan’ın ”Anne hiç canım acımadı” kitabına da
    ”Sevgili Tuncay, Hiçbir karanlık sürekli olmamıştır. Aydınlık günler dileğiyle” yazdı.

CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu nezih davranışını son derece özdeşim yüklü (diğerkâm, empatik) bir davranış olarak gördüğümüzü belirtmeliyiz.

Kamuoyundanda bu tür “PR” girişimlerinin çok işe yarayacağını düşünüyoruz.
CHP’nin PR danışmanlarını da kutlamak isteriz, eğer bu girişim onların ürünü ise..

Ama,
AKP’nin tutuklu milletvekilleri için yasal düzenleme yapma sözü askıdadır.
2011 seçimleri sonrası CHP’liler yemin etmemişlerdi TBMM’de.. Bu bunalım bir centilmenlik sözü ile sözde aşıldı. Ancak AKP’nin yasal düzenlemesi, her nasılsa (??) Silivri yargısı (özel yetkili mahkemelerce!) yeterli bulmadı ve yorum yolu ile tu kaka edildi.. CHP’den M. Haberal, M Balbay ile E. Alan (MHP) ve 5 BDP’li vekil halen tutuklu.

CHP, kamuoyu desteğini de arkasına alarak,
yaratıcı PR girişimleriyle bu sorunu çözmek zorunda.

Bu tür özdeşim yüklü kitap imzalama seremonileri bir yere de etkileyici halkı.
Kalıcı sonuçlar almalı can yakıcı sorunlara..

Sevgi ve saygı ile.
25.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Balbay’dan Gül’e açık mektup…

1 No’lu Cezaevi F-3 alt koğuş Silivri / İSTANBUL
(Son 3,5 yıllık adresi)

Balbay’dan Gül’e açık mektup…

Ergenekon davasından 3.5 yıldır tutuklu yargılanan CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay, TBMM’nin yeni yasama yılının 1 Ekim Pazartesi günü başlayacak olması nedeniyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e açık bir mektup kaleme aldı.

Açık mektubuna “Sayın Cumhurbaşkanı” hitabıyla başlayan Mustafa Balbay “Anayasamızın 104. Maddesi’ne göre görev ve yetkilerimizden başlıcası, devlet organlarının uyumlu ve düzenli çalışmasını gözetmektir. Anayasa şahsınıza bu çerçevede yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açılış konuşması yapma, gerektiğinde Meclis’i toplama hakkı vermiştir” dedi. Balbay mektubunda 1 Ekim 2012 pazartesi günü TBMM 24. dönem 2. yasama yılının resmen başladığını vurgulayarak “Tablo şudur: Yasama, yargı ve yürütme arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesi adeta kuvvetler yarışına dönüşmüş, denge ve uyum kaybolmuştur” değerlendirmesinde bulundu.Balbay mektubuna şu ifadelerle devam etti:

“Devlet içinde devlet oldular’

“Başbakan, yargının en tartışmalı kurumlarından olan özel yetkili mahkemelere (ÖYM) güvenmediğini açıkça dile getirmiş, ‘devlet içinde devlet oldular’ demiştir. Yürütmenin başının bu çıkışı sonrasında yasama, ÖYM’leri tasfiye eden bir yasa çıkarmıştır. Yargı da yasama organının çıkardığı yasanın özgürlüklerle ilgili bölümlerini uygulamama kararı almıştır.”

Milli irade

Balbay açık mektubunda Cumhurbaşkanı’na “Bütün bunlar sizin ‘Bu düzenlemeler bağlamında özgürlükler bağlamında yararlanacaklar var, bekletilmemeli’ diye düşünüp birkaç saat içinde onayladığınız 3. Yargı Paketi kapsamında yaşanmıştır” değerlendirmesi yaparak, “Seyrek de olsa sizin de altını çizdiğiniz tutuklu milletvekilleri sorununun çözümü, milli iradenin Meclis’te çözümü, milli iradenin Meclis’te tam temsili bu aşamada da gerçekleşmemiştir” dedi.

TBMM eksik başlıyor

“Yüce Meclis, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yasama yılına eksikli başlamaktadır” diyen Balbay mektubunda şunları kaydetti: “Bu durumun da yarattığı olumsuz iklim nedeniyle Meclis’in içinde de, en azından kimi temel sorunların çözümü için beklenen genel uyum gerçekleşememiştir. Bu yıl da Meclis zemininde olumlu bir başlangıç havası oluşamamıştır. Meclis’teki küçük bir yarılma, toplumda derin bir çatlak demektir. Meclis’ten çıkan yasaların adalet beklentisini karşılamaması, yargının üzerine çöken hukuksuzluk gölgesi, devleti devlet yapan organları ve kavramları erozyona uğratmaktadır. Milli iradenin tam temsil edildiği, ortak paydaları yüksek bir Meclis’in sizin de amaçlarınız ve sorumluluklarınız arasında olduğunu düşünmekteyim.”

Balbay, mektubunu “Kaygılarımla” sözcüğüyle tamamladı.

(28 Eylül 2012, Cumhuriyet)