Etiket arşivi: Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu

Ben bu davanın…

Ben bu davanın…

Yeliz Koray
https://www.abcgazetesi.com/yeliz-koray/ben-bu-davanin/haber-114500, 04.12.2018

Yarbay Mustafa Dönmez
Hapisti. Kazada ölen oğlunun cenazesine katılmak istedi. Kaçar diye 2 saatlik deniz yolculuğu yerine 7 saatlik karayolundan götürdüler. Oğlunun cenaze namazına yetişemedi.
Cenaze defin için mezarlıkta bekletildi. Yarbay Dönmez, oğlunun mezarına toprak atıp;

“Şeytanla bile kavga edebileceğimi düşünürdüm, hayatımda ilk kez yenildim.” dediği sırada

Bülent Arınç; “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyordu.

Enver Arpalı
Van 100. Yıl Üniversitesi’nde Genel Sekreter Yardımcısıydı. Yolsuzluk ve evrakta sahtecilik suçundan hapisti. Aylarca hakim karşısına çıkmayı bekledi, depresyona girdi. Hapishanedeki görevli imama “İntihar etmek günah mı?” diye sordu. “Günah” dediler ama dayanamadı. “Bu lekeyle yaşayamam” dedi intihar etti. Aynı dosyada yargılanan koğuş arkadaşı Prof. Yücel Aşkın da haberi alıp kalp krizi geçirdiği sırada ‘Bakaracı’ Egemen Bağış, “Bulanık suda balık avlamaya çalışanları hizaya soktuk” diyordu.
*
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu
Silivri Cezaevi’nde tutukluydu. Oğlu trafik kazasında ölünce izinle evine; Ankara’ya getirdiler.
Acılar paylaşıldıkça azalırdı ama kaçar korkusuyla geceyi eşinin yanında geçirmesine izin vermediler. Eşi evde O Sincan Cezaevi’nde ağladı. Sabah olup, 5 yıl hapis yatacağı Silivri’ye giderken, Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan, “Cumhuriyet tarihinin en büyük hesaplaşması” diyordu.

Türkan Saylan
Ömrünü fakir çocuklarının okumasına ve cemaatlerin gerçek yüzlerini ortaya çıkarmaya adadı.
Korkmadı, anlattı; “Bunları söylüyorum ama kim bilir başıma neler gelecek?”dedi.
Üstelik kanserdi… ÇYDD’yi bastılar, elleriyle yerleştirilen belgelere ‘delil’ dediler.
Sahte evraklar, belgeler yazışmalar… Kadına ömrünün son 1 ayını zehir ettiklerinde AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik, “Merhametten maraz doğar” diyordu.
*
Üsteğmen Nazlıgül Daştanoğlu
Asker de olsa kadındı, makyaj yapmak hakkıydı. Soruşturmasını şimdilerde FETÖ tutuklusu Korgeneral Mustafa Özsoy yaptı. Tek suçu (!) makyajdı ama ‘disiplinsizlik ve ahlaki durum’ denilerek ordudan uzaklaştırıldı. Onuruna yediremedi, intihar etti. Oğlu anneannesine sarılıp “Annem aklıma gelince kalbim acıyor” dediğinde Ahmet Davutoğlu,
 “Demokrasinin daha sağlam temellere oturması için Ergenekon bir fırsat”diyordu.
*
Kurmay Albay Murat Özenalp
Darbeye teşebbüs iddiasıyla tutukluydu. Açık görüşte kızı Duru’yla oynarken yere yığıldı.
Beyin kanaması geçirdi, öldü. Kızı Duru, “Bir daha top oynamayız baba kalk” dediği sırada Bülent Arınç, “Bu davaların savcılarına Türkiye’nin borcu var” diyordu.
*
Kuddusi Okkır 
Sözde örgüte finansal destek sağlamaktan tutukluydu. Haksızlığı yediremedi; akciğer kanseri oldu.
Yatağa bağlı özgürlüğüne (!) kavuştuğunun 5. günü yaşamını yitirdi. Cezaevinde “Bir daha sizi hiç anmayacağım. Dört bir yan duvar, yalnızlık dolu… Yalnızlık öğretti susmayı ve düşüncelere sevgi katmayı” dizelerini yazdığında yalaka basın, Ergenekon kitaplarından kazandığı paraları sayıyordu!
*
Yarbay Ali Tatar
Amirallere Suikast Girişimi iddiasıyla tutuklandı. 11 gün sonra serbest kaldı ama savcı 3 gün sonra itiraz etti, yeniden tutuklanması istendi. Banyoya girdi, eşine ve kızına mektup yazdı;
“Başınızı öne eğecek hiçbir şey yapmadım. Kızım Gökçe iyi yerlere gel ki hesabımı sorabilesin. Böyle giderse ne ordu ne Cumhuriyet ne de ülke bulamayacaksınız. Karanlığa bir nebze ışık olsun diye hayatıma son veriyorum.” dedi.
Silahı başına dayayıp tek kurşunla hayatına son verdiğinde Bülent Arınç,
“İyi ki savaşa girmemişiz. Bunlar askerlikten başka her şeyi yapmışlar.” diyordu.
*
Şu Allah’ın işine bak ki Tayyip Erdoğan tam da 15 Temmuz 2008’de “Ben bu davanın savcısıyım” dediğinde, 8 yıl sonra darbeye kalkışacakların, darbeyi engelleyecek askerlere darbe yapmasını savunuyor, “Askerlikten başka her şeyi yapmış olanların” askerlikten başka hiçbir şey yapmamış olanları hapse atmalarını izliyorduk.

Velhasıl, “Ergenekon çöktü, bitti, yalanmış, aldatıldık, Allah affetsin” deyip yıllarca boş yere hapis yatan, kanser olan, ölen, intihar eden insanlara-ailelerine “Adalet geç de olsa tecelli etti” demek yetmez. Zira, geç gelen adalet adalet değildir, zaten adalet de henüz tecelli etmemiştir!

Sessiz Çığlık Eylemi 74 Haftadır Sürdürülüyor..


Sessiz Çığlık Eylemi 74 Haftadır Sürdürülüyor..

Dostlar,

Bu sitede SESSİZ ÇIĞLIK eylemi hakkında epey yazı yazdık..

Her Cumartesi 13:00 – 14:00 arasında gerçekleştirilen bu eylemlere büyük oranda katıldık.

3-5 kez de, Sevgili E. Alb. Ali Gönüldaş söz verdiğinde düşüncelerimizi aktardık.

Yöneticileri sağduyuya çağırdık.

Çok ama çok açık konuşarak

  • “SİZİ KATİL OLMAKTAN KURTARMAYA ÇABALIYORUZ;
    DUYUYOR VE GÖRÜYOR MUSUNUZ SESSİZ ÇIĞLIKLARIMIZI??”

dedik..

“3 Maymunu’u oynamayı bırakın!..” diye uyardık..

Özellikle de tutuklu ve hükümlülerin ulusal ve uluslararası hukuktan kaynaklanan sağlık haklarını bir uzman olarak anımsatmaya çalıştık..

Sessiz_ciglik_2014-01-11

Ne var ki; Ergenekon düzmecesinin başlatıldığı
12 Haziran 2007
‘nin,
İstanbul Ümraniye’de bir gecekonduya konarak yakalandığı süsü verilen el bombaları kumpasının (sonra da bu “bombalar” yasadışı bir biçimde yok edilerek suç kanıtı ortadan kaldırıldı!) üzerinden geçen süre 7 yılı bitirmek üzere..

Birkaç tutuklu var ki, 7 yılı aşkın zamandır içeride tutsaklar..

Tüm uyarılara karşın 12 insanımız bu zulüm sürecinde ağır hastalıklarına karşın sağaltım için serbest bırakılmayarak, hüküm giyenlerin infazı ertelenmeksizin
apaçık ölüme mahkum edildiler..

Yetkili ve sorumlular bu masum insanların katilleri oldular! 

Çırılçıplak uyarılarımız bir işe yaramadı..

Dışarıda da sürdü AKP iktidarının eli kanlı zulmü..
Meşru halk direnişlerinde 7 gencimiz polis şiddeti ve kurşunu ile şehit edildi!
16 insanımız gözünü yitirdi, binlercesi yaralandı.

Siyasal iktidar, en küçük meşru ve yasal, demokratik, AİHS ve Anayasa’ya uygun
halk eylemini bilerek ve isteyerek orantısız polis şiddetiyle engellemek istedi.

Sokaklarda halkı ile eylemde olan milletvekillerini, uluslararası ün sahibi bilim – sanat – kültür  insanlarını, emekli generallerini gözünü kırpmadan gaza boğdu ve boyalı, aşırı basınçlı su ile ıslattı.

Polis, plastik mermi kullanmaktan çekinmediği gibi, hedef gözeterek insanların yüzüne hedef aldı. Gaz fişeklerini de benzer biçimde kullanarak kapsülleri ile 16 genç insanın gözünü yitirmesine neden oldu. Başbakan R.T. Erdoğan, “destan yarattılar” diyerek polis şiddetini para ikramiyesi ile ödüllendirdi.

Tüm bunlar insanlık tarihine yazıldı, sorumlularını esefle kınıyoruz; insanlık suçu işlemişlerdir. İktidarı bırakmak istemeyen her politikacı gibi faşist – despotik bir diktatörlük Türkiye’ye dayatılmaktadır ama Türk Ulusu bu baskılara boyun eğmez!

Vardiya_bizde_2014-02-01Başbakan danışmanının aydınlar – komutanlar – gazetecilere.. Cemaat kumpasını itiraf eden makalesinin üzerinden 68 gün geçmesine karşın (STAR, 25.12.13) bu yurtseverler,
hukuk ayaklar altına alınarak hala zindanda.(Bkz. “MASUM TUTSAKLAR ve AKP’nin SİYASAL KUMARI” başlıklı makalemiz,
http://ahmetsaltik.net/2014/02/24/ masum-tutsaklar-ve-akpnin-siyasal-kumari/, 24.2.14)
İç hukuk bir yana, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) de hiçe sayılarak
en temel  insanlık hakkı olan yaşam hakkı,
faşist bir zorbalıkla gasp edilmekte!

Meslektaşımız Dr. Aytekin Ertuğrul’un 1 Mart 204 günü Ankara Sakarya Cd.  74. SESSİZ ÇIĞLIK eyleminde bir konuşma yaptı. Bu metni paylaşmak istiyoruz :

*****
1 Mart 2014, Sessiz Çığlıktaki (Sakarya – ANKARA) Konuşmamız

                                                                                                          Op. Dr. Aytekin Ertuğrul
(E) Dz Tbp. Kd Alb.

Eski Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hocamız
Anayasa Mahkemesince bir tedbir olarak tahliye edildi ve aramıza katıldı.
Milletimiz O’na bağrını açmıştır. Şimdi O’nu dinliyoruz:

“Ergenekon isimli bu davada beş yıldır tutukluyum. Bugün tahliyem Anayasa Mahkemesi tarafından yapıldı. Bu kararı veren Anayasa Mahkemesi Başkanı
ve üyelerine teşekkür ediyorum. Eğer bu tahliyem uzun tutukluluk nedeniyle gerçekleşmişse benden daha uzun süredir cezaevinde bulunanlar var.

Yok, hastalık nedeniyleyse benden daha ağır hasta olanlar var.
Umarım onlar için de en kısa sürede bir çözüm olur ve tahliyelerine kavuşurlar.

7 yıla yakındır süren bir dava bu. Bu davanın ilk başkanı (Köksal Şengün)
bir demeç verdi. ‘
Bugün olsa bu iddianameyi kabul etmezdim’ dedi.
Bu davada yargılanan insanlar 6-7 yıldır bir tertip, bir kumpas olduğunu kezlerce söylediler. Fakat inanan olmadı.

Sonunda Sayın Başbakan ve hükümetin öbür üyelerince bu davanın bir kumpas olduğu ve devlet içindeki bir çete tarafından yapıldığı ifade edildi. Bu ifadelerden sonra,
bu davalar düşmüştür.

  • Ortada ne Ergenekon örgütü ne de darbe teşebbüsü vardır.

Eğer Ergenekon diye bir örgüt varsa başı kimdir?

Karaciğer rahatsızlığım var. Bu ağır stres koşullarında biraz ilerledi.
Hiç iyi bir şey hissedemedim, sevinemedim çünkü içerideki herkes suçsuz.“

Hocamızın söylediklerini özetlersek diyor ki:

  • Türkiye’de Ergenekon diye bir örgüt yoktur.
    Ben de böyle bir örgüte girerek hükümetimizi zor kullanarak
    ıskata teşebbüs etmedim. Ama bu suçu işlemiş gibi 23 yıl ceza aldım.

Eskiden bir söz vardı. Ankara’da hâkimler var.” denirdi. Bunun anlamı Ankara’da
Yargıtay var demekti. Gerçekten de böyle idi. Hukuka, eldeki kanıtlara ve yerleşik içtihatlara uymayan kararlar, gerekçe gösterilerek bozulur ve yerel mahkemelere de
yol gösterilirdi. Ama şimdi bunun böyle sürdüğünü rahatça söyleyemiyoruz.

Anayasamıza göre yargıçlar görevlerinde bağımsızdırlar.
Anayasaya, yasaya uygun olarak vicdanı kanaatlarına göre karar verirler.

Şimdi yerel özel mahkemelere ve Yüce Yargıtay’a Türk milleti adına soruyoruz :

Kahramanlarımızın Hükümetimizi cebir ve şiddet kullanarak devirmeye teşebbüs ettiklerine ilişkin vicdanı kanaatlarınız oluştu mu? Vicdani kanaatlarınızı oluşturan
hangi zor kullanım hareketlerini göstermektesiniz? Türk milletine neden bu eylemleri gerekçelerinizde gösteremiyorsunuz? Sizi tarih ve Milletimizin önünde vicdani kanaatlarınızın nasıl oluştuğunu gerekçenizde açıklamaya davet etmekle her halde Anayasamızın Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” (Anayasa madde 141) emrinden başka fazla bir şey istemiyoruz.

Bu davalar ve kararlar ilerde bu kararları alanlarla birlikte anılacaktır.
Dilerim, “hukuka ve Anayasaya uygun kararlar verdiler” yönünde anılacaktır.
Ama bugün bile anılmaya başlamıştır.

Prof. Dr. Köksal Bayraktar:

  • “Cebir ve şiddet kullanılmamıştır. Dolayısı ile ETCK ( Eski Türk Ceza Kanunu) 147/1 maddesine göre ceza verilmesi yersizdir.” diyor.

Prof. Dr. Ersan Şen ise;

“Bana bir cebir ve şiddet eylemi gösterin ki ‘Darbeye teşebbüs olarak yorumlayalım’..” demektedir.

Prof. Dr. Sami Selçuk ise şöyle diyor:

  • “Darbeye hazırlık var ama teşebbüs yok.
    Bu haliyle darbeye teşebbüs suçu oluşmaz.”

Uzatmayalım sözü, bugün uygulanan hukuk sistemi Cumhuriyetimizin hukuk sistemi değildir. Cumhuriyetimizin hukuk sisteminde askerler askeri suçlardan dolayı Askeri mahkemelerde yargılanabilirlerdi. Bir gece yarısı kanunu (5918 sayılı yasa) ile bu değiştirildi. Ancak zamanın CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal ve Gurup Başkan Vekilleri Sayın Kemal KılıçdaroğluHakkı Süha Okay ve Kemal Anadol yasayı Anayasa Mahkemesine götürdüler. Anayasa Mahkemesi, başkanı Sayın Haşim Kılıç dahil yasayı oybirliği ile iptal etti.
(Anayasa Mahkemesi’nin 21 Ocak 2010 tarihli 2009/52 esas ve 2010/16 sayılı kararı).
Bunun üzerine Anayasamızın 145 maddesine şu fıkra eklendi : 

  • Devletin güvenliğine, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine ait davalar
    her halde adliye mahkemelerinde görülür
    .

Bu madde TBMM’de Anayasanın değiştirilmesine yetecek ölçüde çoğunluk sağlanamadığından “REFERANANDUMA” götürüldü. 12 Eylül referandumunda yüzlerce TIR yükü kömür, odun, fasulye.. desteği ile %58 oyla (A.S. Geçerli  oyların %58’i, toplam oyların yaklaşık %40’ı!) referandumdan geçirildi. Oysa 1982 Anayasası’nın değiştirilen bu maddeleri daha önce
Türk Milletinin %92 oyu ile kabul edilmişti. Demokrasi herhalde daha büyük çoğunluğun verdiği bir kararı daha az bir çoğunluğun oyu ile değiştirmek oyunu değildir..
İşte bu gün yaşadıklarımız bu ucube hukuk düzenlemesinin ürünüdür.

Yeri zamanı değildir biliyorum ama, Menderes’ten başlayarak Recep Tayyip Erdoğan’a dek gelen tün demokrasi kahramanlarımızın harici bedhahlarımızla birlikte milletimize yaptıkları hizmeti bir cümle ile özetlersek: 

Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk gününde 80 kuruş olan
1 ABD Dolarını bu gün 2.220.000 TL’ye çıkarmışlardır. Yani Türk parası 2.800.000 kez ezilmiştir.

Türk milleti hukukunu yıllar evvel kurmuştur.

“Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir!” denilmiştir.

“YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!” denilmiştir.

“Ne mutlu Türküm diyene!” denilmiştir.

İşte hukukumuzun özünde bunlar vardır. Ama bugün Türkiye’mizi;

Hâkimiyet milletindir, KOCAMAN bir yalan!” diyenlerle

“Dağlara taşlara ‘Ne mutlu Türküm diyene yaza yaza ilkelleştik” diyenler idare ediyorlar. Sıkıntı da işte buradadır.

Ulusal egemenliğe dönüş yolunda Türk Milletine zaferler ve başarılar dilenir.

*****

Değerli meslektaşımız Dr. Aytekin ERTUĞRUL’a teşekkür ediyoruz
bu önemli konuşması için..

Sevgi ve saygı ile.
2 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TTB Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun Tahliyesini İstedi

Dostlar,

Dün (10.2.14) sitemize koyduğumuz yazıda TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği)
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hk. bilim kurulu raporunu konu etmiş ve
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e açık mektup yazmıştık..Bu raporun TTB tarafından bir basın açıklaması ile kamuoyuna duyurulduğunu
ve ilgililerine bir mektup ekinde gönderildiğini de paylaşalım..

TTB’ye yerinde çabası için teşekkür ederiz.

Dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, bir kez daha yineleyelim :

“…Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül, son derece kritik bir karar aşamasındadır, hem de hiç gecikmeden.. Aynaya bakmalı ve büyük bir ivedilikle vicdanının sesini dinlemelidir.

Anayasadaki yetki artık O’nu bağlamaktadır; istenen, olmayan suçun ve cezasının kaldırılması – Hilmioğlu’nun affı değildir; istenen; cezanın infazının mağdur sağlığını kazanana dek ertelenmesidir. Sağlık durumu elverdiğinde yine cezaevine konmak üzere.. Dilerseniz cezayı ağır hastalık ve kocama nedeniyle hafifletmek ya da kaldırmak yetkiniz de var :

Anayasa md. 104/b : Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak..  

Evet Sayın Gül, insaf ediniz artık insaf..

Bu yazı sizi cinayete ortak olmaktan, katil olmaktan alıkoyma amacı da taşıyor..
Bütün kalbimizle geç kalmamanızı diliyor ve bekliyoruz ulusal ve uluslararası kamuoyu önünde..

Türkiye’nin artık bu tür insancıl adımlara çok acil gereksinimi var..”

Sevgi ve saygı ile.
11 Şubat 2014, Ankara
 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net=========================================

TTB, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun Tahliyesini İstedi

TTB_logosu
TTB Merkez Konseyi tarafından 6 Şubat 2014’te- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
– Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
– TBMM Başkanı Cemil Çiçek,
– Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve
– Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na gönderilen mektupta;

  • Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumunun cezaevi koşullarında bulunmaya uygun olmadığını dikkat çekildi ve Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun tahliyesi istendi.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan imzasıyla gönderilen mektuba ek olarak Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumu, hastalığın klinik seyri ve hapishane koşullarında kalmasının sağlığını ve yaşamını nasıl etkileyeceği konusunda hazırlanan bilimsel bir değerlendirme raporu da sunuldu.

Mektupta şu ifadelere yer verildi:

“Son zamanlarda cezaevlerindeki hükümlü ve tutukluların sağlık sorunları kamuoyunun gündemindedir. Bu tutuklulardan birisi de Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’dur.

Prof.Dr Fatih Hilmioğlu’nun ailesi ve avukatının başvurusu üzerine Türk Tabipleri Birliği bir Bilimsel Araştırma Kurulu kurarak; Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hakkında düzenlenmiş tıbbi belgeleri inceledi. Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumu, hastalığın klinik seyri ve hapishane koşullarında kalmasının sağlığını ve yaşamını
nasıl etkileyeceği konusunda bilimsel bir değerlendirme raporu yayınladı.

Ekte bir örneğini sunduğumuz rapor (TTB’nin_Fatih_Hilmioglu_Raporu)
yapılan bir basın açıklaması ile 30 Ocak 2014 tarihinde kamuoyu ile paylaşıldı.

Raporda da belirtildiği gibi, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumunun cezaevi koşullarında bulunmaya uygun olmadığına dair kanaatimizi ve tahliye edilmesi talebimizi tarafınıza iletir, saygılar sunarız.”

Fatih Hilmioğlu Hakkında Türk Tabipleri Birliği Bilim Kurulu Raporu ve Cumhurbaşkanı’na Mektup

Fatih Hilmioğlu Hakkında Türk Tabipleri Birliği Bilim Kurulu Raporu ve Cumhurbaşkanı’na Mektup

TTB_logosu

 

Pof. Dr. Fatih Hilmioğlu Hakkında Türk Tabipleri Birliği
Bilim Kurulu Raporu ve
Cumhurbaşkanı’na Mektup

 

 

 

Dostlar,

17 Nisan 2009’dan bu yana neredeyse 5 yıldır hapiste tutulan sevgili meslektaşımız
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu için, bizim de üyesi olduğumuz Türk Tabipleri Birliği (TTB)
bir Uzmanlar Kurulu Raporu hazırlattı :

  • TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ BİLİMSEL ARAŞTIRMA KURULU
    DEĞERLENDİRME RAPORU

Rapor 30 Ocak 2014 günü TTB web sitesinde yayımlandı.

Prof. Dr. Osman Cavit Özdoğan (Gastroenteroloji ve Hepatoloji)
Prof. Dr. Ümit Biçer (Adli Tıp)
Prof. Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu (Ceza ve Ceza Usul Hukuku)
Uzm. Dr. Ali Çerkezoğlu (Adli Tıp)
Uzm. Dr. Ali Özyurt (Anesteziyoloji ve Reanimasyon)

4’ü hekim 1’i Ceza hukukçusu bu uzmanlardan,

  • 22.01.2014 tarihli Türk Tabipleri Birliği’nin görevlendirme yazısıyla;
    Fatih Hilmioğlu hakkında düzenlenmiş tıbbi belgeler incelenerek
    Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumu, hastalığın klinik seyri ve hapishane koşullarında kalmasının sağlığını ve yaşamını nasıl etkileyeceği konusunda
    bilimsel değerlendirme talep edilmiştir.

Kurul, toplam 16 sayfadan oluşan kapsamlı bir rapor düzenlemiş ve
TTB Merkez Konseyi‘ne sunmuştur.

Portresi_sizin_Allahiniz_yok_mu

 

 

 

 

 

Rapor kritik durumu başından beri irdelemekte, hukuksal ve tıbbi tabloyu
bilmem kaçıncı kez net olarak ortaya koymakta.

Dr. Hilmioğlu, ilerlemiş Hepatit B enfeksiyonu hastası, siroz başlamış, karaciğerinde
3 tane kanser öncesi nodül var, her an öldürücü kanama riski taşıyan
özofagus varisleri gelişmiş ve ağır depresyonda..

Hijyenik koşullarda stressiz ortamda yaşaması ve uygun beslenmesi gerekiyor.
Hastanede yatarak tedavisi de..

Ayrıca yemek borusunun mideye bağlandığı bölgedeki varisler nedeniyle
Portal hipertansiyon ve gastropati) her an öldürücü kanama tehlikesi olduğundan,
açık göğüs cerrahisi yapılabilecek tam donanımlı bir hastanenin olduğu merkezde yaşaması gerekiyor.

Bu ağır ve vahim durum, en az 3 ayrı kurul raporuyla aşağı yukarı ortak vurguyla belirlenmiş durumda.. Fakat Adli Tıp Kurumu ayda bir Silivri Devlet Hastanesinde
kontrol vererek tutuklu – hükümlü durumun sürdürülmesinde sakınca görmüyor!

Rapor ayrıntılı okunduğunda tam bir ders – eğitim belgesi aslında..
Hem Adli Tıp derslerinde hem de Ceza ve Ceza Usul Hukuku derslerinde..

Söz konusu raporu bütünüyle okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız..

Dr. Hilmioğlu’nun ağabeyi ve Avukatı Hayati Hilmioğlu’nun Anayasa Mahkemesi’ne
uzun tutukluluk nedeniyle başvurusu henüz sonlanmadı??..

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, önüne Adli Tıp Raporunu içeren başvuru gelmesi durumunda yetkisi olabileceğini belirterek suret-i haktan görünen bir savunma yaptı kamuoyu önünde. Cumhurbaşkanı neden şunu sorgulamaz :

  • Adli Tıp Kurumu, neden en az 3 tam donanımlı hastane kurul raporunu
    görmezden gelir??

Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104. maddesine göre (ilk tümce);

  • Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve
    Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını,
    Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.

Adli Tıp Kurumu‘nun bu anlaşılmaz ve anlatılamaz inadının ardında ne vardır?

Bu açık çatışmaya bir insanın yaşamının kurban edilmesini
Cumhurbaşkanı seyir mi edecektir?

Bir türlü uzman kurul raporlarına saygı göstermeyen bu Adli Tıp Kurumu’nun keyfi
ve hukuk tanımaz tutumu sorgulanmayacak mıdır? Bunu Adalet Bakanlığı,
ilgili mahkeme, infaz savcılığı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yapmadığına göre, sorunu çözecek makam Devletin başıdır. Adli Tıp Kurumu Başkanının atama kararnamesinde Cumhurbaşkanı Gül’ün de imzası vardır.

Gül, Kurum Başkanını çağırıp bilgi almış mıdır? Kamuoyuna açıklayabilir mi?
Almadıysa şimdi düşünür mü? Eğer hala tatmin olmadı ise bir de kendisi dilediği
tam donanımlı hastaneden, bağımız uzmanların da yer alacağı (Türk Tabipleri Birliğinden, Uzmanlık Derneklerinden, Yabancı uzmanlardan) soncul (nihai)
hakem kurul raporu isteyemez mi??

Dahası, Devletin başı, buyruğundaki Devlet Denetleme Kurulu‘nu
neden devreye sokmaz? Adli Tıp Kurumu bu denli politize olmuş – edilmiş ve
şaibe altında iken..

Bu arada vurgulayalım :

  • Adli Tıp Kurumu mutlaka özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Unutulmasın;

  • Çoğulcu (Çoğunlukçu değil!) Demokrasi,
    özerk kurumların kolonları üstünde yükselir.

Cumhurbaşkanı Gül, bu davranışıyla, ayrımında ya da değil, Fatih Hilmioğlu’nun
yavaş yavaş, taammüden öldürülmesi suçuna, apaçık bir cinayete ortaklık etmektedir.

Yüce Atatürk‘ün yüksek makamı, böylesine utandırıcı bir eyleme ortak olabilir mi?

Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül, son derece kritik bir karar aşamasındadır,
hem de hiç gecikmeden..

Aynaya bakmalı ve büyük bir ivedilikle vicdanının sesini dinlemelidir.

Anayasadaki yetki artık O’nu bağlamaktadır; istenen, olmayan suçun ve cezasının kaldırılması – Hilmioğlu’nun affı değildir; istenen; cezanın infazının mağdur sağlığını kazanana dek ertelenmesidir. Sağlık durumu elverdiğinde yine cezaevine konmak üzere.. Dilerseniz cezayı ağır hastalık ve kocama nedeniyle hafifletmek ya da kaldırmak yetkiniz de var :

Anayasa md. 104/b : Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak..  

Evet Sayın Gül, insaf ediniz artık insaf..

Bu yazı sizi cinayete ortak olmaktan, katil olmaktan alıkoyma amacı da taşıyor..
Bütün kalbimizle geç kalmamanızı diliyor ve bekliyoruz ulusal ve uluslararası kamuoyu önünde..

Türkiye’nin artık bu tür insancıl adımlara çok acil gereksinimi var..

Sevgi ve saygıyla
10.02.2014, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Fatih Hilmioğlu’na Acil Tahliye Çağrısı!

Dostlar,

Dostumuz gazeteci – yazar Sayın Ahmet Mümtaz İDİL bir kampanya başlatmış..

Prof. Dr. Fatih HİLMİOĞLU için..

“Herkesin başına gelebilir, kimsenin hayatı garanti değil.
Herkes bu yargı önünde bir gün tutsak kalabilir ve hastalanabilir.”

diyor ve aşağıdaki erişkeyi veriyor..

Ziyaret edip imza vermek gerekiyor..

Sanırım biz az önce 971. imza olduk..

Değerli İdil, bizi aşağıdaki gibi yanıtladı :

*****

Sevgili AHMET, 

“Tüm Türkiye: Tutuklu bulunan Fatih Hilmioğlu hocanın tutuksuz yargılanması ve bir an önce tahliye edilmesi gerek. Her gün ölüme daha çok yaklaşıyor.” başlıklı kampanyama imza verdiğin için teşekkürler. 

Bu kampanyanın başarıya ulaşması için arkadaşlarından da imza vermelerini ister misin? Arkadaşlarınla Facebook’ta paylaşması çok kolay — kampanyayı Facebook’ta paylaşmak için buraya tıklaman yeterli. 

Aşağıda arkadaşlarına iletebileceğin bir örnek email bulunuyor. 

Tekrar teşekkürler — değişimi birlikte gerçekleştiriyoruz, 

Ahmet Mümtaz İdil 

*****

Siz de çabalayın..

Bu sitede sevgili arkadaşımız, dostumuz Fatih hoca için çoook yazı yazdık..

Kayalara çarptı sanki..

Ama artık duvara dayandık..

Fatih hocanın sağlığı gerçekten kritik..

Hem beden hem de ruh sağlığı ağır derecede bozuk..

cenaze_toreni_17.10.12

Kansere dönüşmüş Hepatit C hastalığı.. eşlik eden ağır depresyon..
Oğlunu yitirmesiyle iyice yerleşen ve yıkıma götüren..

Ceza_Muhakemeleri_Yasasi_infazi_erteleme

İlgili mahkeme kamuoyuna duyarsız..

Oysa yasa maddesi çok açık : Ceza Muhakemeleri Kanunu md. 16/2 yukarıda..

Ya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül?
Anayasanın 104. maddesindeki görev ve yetkileri bağlamında cezasının kaldırılıp affedilmesi de olanaklı olmakla birlikte; istenen “infazın ertelenmesi” dir..
Yasa hükmü çoook açıktır..

  • Göz göre göre insanımızı öldürmeyelim, katil olmayalım..

Bir Kuddusi Okkır olayı daha yaşamayalım..

Kuddusi_Okkir_cinayeti_gorduk
İlgili Özel Yetkili 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne,

Adli Tıp Kurumu‘na

ve..

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘e belki de son çağrıdır..

Yarın çok geç olmadan!

http://www.change.org/tr/kampanyalar/t%C3%BCm-t%C3%BCrkiye-tutuklu-bulunan-fatih-hilmio%C4%9Flu-hocan%C4%B1n-tutuksuz-yarg%C4%B1lanmas%C4%B1-ve-bir-an-%C3%B6nce-tahliye-edilmesi-gerek-her-g%C3%BCn-%C3%B6l%C3%BCme-daha-%C3%A7ok-yakla%C5%9F%C4%B1yor?share_id=qJIgVXXsKr&utm_campaign=twitter_link_action_box&utm_medium=twitter&utm_source=share_petition

Sevgi ve saygı ile.
12 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

Mustafa Mutlu: Hilmioğlu ve tüm hasta tutuklular tahliye edilmeli!


Dostlar
,

Değerli yazar Mustafa Mutlu‘nun nefis bir yazısını paylaşalım..
Birçok konuyu irdelemekte..
Yüreklilikle, insan sıcaklığıyla..

Okuyalım ve paylaşalım..

Son gazetesi Vatan’da neden kovulduğu bir kez daha net olarak anlaşılıyor.
Yeni gazetesi AYDINLIK’ta da köşesini hakkıyla dolduruyor..

Sevgi ve saygı ile.
15 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

=====================================

Mustafa Mutlu: Hilmioğlu ve tüm hasta tutuklular tahliye edilmeli!


Söylemesi acı ama… AKP iktidarı döneminde, “yasaklar”ın “yasa” olduğu bir ülke haline geldik.

Evet “yasaklar” yasa…

“Çarpıklıklar”“hukuk” oldu!

Daha da önemlisi, herkesi eşit görmesi gereken yargı; bizzat Anayasa Mahkemesi’nin son kararıyla “ayırımcılık” yaptığını dünyaya ilan etti!

***

Biliyorsunuz; Anayasa Mahkemesi, CHP İzmir Milletvekili ve Ergenekon Davası sanığı, kardeşim Mustafa Balbay’ın kişişel başvurusunu kabul etti. Onun “milletvekili” olmasını gerekçe göstererek, uzun süre tutuklu kalmasının yanlış olduğuna karar verdi ve Adalet Bakanlığı’nı 5 bin lira tazminat ödemeye mahkûm etti…

Gerekçe olarak da “bir milletvekilinin uzun tutukluluk nedeniyle yasama yetkisini kullanamamasının hukuka aykırı” olmasını gösterdi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de bu kararı sadece “milletvekilleriyle” sınırlandırdı.

***

Hukuk bilgisi olmasa da “vicdanı” olan herkes şimdi aynı soruyu soruyor:

“İyi de milletvekili olmayanların ‘hukuku’ ne olacak?
Uzun süre tutuklu kalmamak milletvekilleri için ‘hak’ ise; neden diğer mağdurlar da bu haktan yararlandırılmıyor?

Yasalarda var olan bu konudaki hükümler, neden sadece milletvekillerine kullandırılıyor?

Örneğin, askerler neden ülkenin güvenliğini sağlamak…

Hukukçular, adalete hizmet etmek…

Gazeteciler, halkı bilgilendirmek ve haberdar etmek…

Doktorlar, iyileştirmek görevlerini yapmaktan alıkonuluyor?

***

Bir sanığın uzun süre tutuklu kalması, “adaletin işlediği adaletsizlik suçu”nun en büyüğü…

Ancak bu suç, hele hele hasta bir tutukluya karşı işleniyorsa;
o zaman yeni bir suçun daha oluşmasına neden oluyor.
Üstelik o yeni suç, aynı zamanda bir “insanlık suçu…”

Adı da “tedavi edilme hakkının kullandırılmaması” suçu!

Bugün cezaevindeki yüzlerce tutuklu, mahkemelerin kayıtsızlığı
ya da anlayışsızlığı sonucu bu haktan yoksun durumda…

  • Ergenekon sanıkları Kuddusi Okkır ve Kaşif Kozinoğlu başta olmak üzere onlarca tutuklu, mahkeme izin vermediği için tedavi olma hakkını kullanamadı ve öldü.

***

Uzun tutukluluk mağdurlarından biri de
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu

Rektörlüğü sırasındaki türban ve laik eğitim düzeni ile ilgili ödünsüz tutumu nedeniyle AKP’nin ve Cemaat’in hedefi oldu.

13 Nisan 2009′da saçma sapan suçlamalarla gözaltına alındı ve tutuklandı.

Tam 4 yıl 8 aydır Silivri Cezaevi’nde…

Önce siroza yakalandı; ardından gözünün bebeği oğlunu kaybetti… Sonrasında ise kanser oldu!

Ancak mahkeme akıl almaz bir tutumla tahliyesine izin vermedi ve tedavi edilme hakkını engelledi.

***

Hilmioğlu için eski gazetemde 70′ten çok yazı yazıp, sorumluluk sahibi olanların dikkatini çekmeye çalıştım. Ne yazık ki hiçbir sonuç alamadım.

Duydum ki Hilmioğlu geçenlerde yine fenalaşmış ve Murat Kölük Devlet Hastanesi’ne kaldırılmış… Ancak kısa süreli bir tedaviden sonra tekrar Silivri Cezaevi’ne gönderilmiş!

***

Kısacası, Hilmioğlu başta olmak üzere ağır hasta yüzlerce tutuklu “uzun süredir cezaevinde”oldukları halde,
Anayasa Mahkemesi’nin kararından yararlanamıyor.

Göz göre göre ölümü bekliyor!

Ve “yüce adalet”, Balbay’ı anasının ak sütü kadar helal olan özgürlüğüyle buluştururken bile; bunu, “milletvekilliği”yle ilişkilendirip diğer tutuklu sanıklara ve O’na büyük haksızlık ediyor.

***

Kral çıplak; sayın hâkimler!

Ayırımcılık yapıyorsunuz.

Hasta tutukluları bile tahliye etmeyerek cinayet işliyorsunuz.

FIRST LADY!

Geçen hafta Meclis çatısı altında “hastane zinciri sahibi olan bir first lady”den söz edildi.

Ben de Başbakan’a açık açık sordum:

“Bu first lady, eşiniz Emine Hanım mı?”

Eşi ve çocukları söz konusu olunca şahin kesilen Başbakan,
tam bir haftadır bu soruma yanıt vermedi…

Neden acaba?

GÜNÜN SORUSU

Türkiye’nin ABD Seattle Fahri Konsolosu Ufuk Gökçen, Gezi’ye destek verdiği gerekçesiyle Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın imzasıyla görevden alınmış… Sorum kendisine:

Size halk adına ABD Seattle Gönül Konsolosluğu’nu teklif ediyorum. Kabul eder misiniz?

*****

Kabak tadı veren terbiyesiz!

Dün Meclis Genel Kurulu’nda yine küfür edildi.

Hem de öyle böyle bir küfür değil… AKP’nin küfürbaz Tokat Milletvekili Zeyid Aslan, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’yle kavga etti ve üzerine yürüyerek, 

  • “Senin k.çını s…..m” dedi.

Hani Başbakan ve bakanları, kendilerini eleştiren herkesi
her fırsatta ahlaksızlıkla ve terbiyesizlikle suçluyor ya…

Alın size ahlaksızlığın da terbiyesizliğin de dik âlâsı!

Ben kendi adıma bu adamı izlerken utanıyorum.

O’nun gibi birine Atatürk’ün kurduğu bu Meclis’te yer olmamalı!

Yazık… Gerçekten çok yazık!

Günün İsyanı!

Haziran Direnişi’yle ilgili İstanbul’daki 41′inci iddianameyi hazırlayan savcılık, gençlerin canlarını kurtarmak için camiye sığınmalarını suç saymış ve “ibadethaneye ‘kirletme yolu’yla
zarar vermek”
 suçunu işlediklerini öne sürmüş…
İsyanım kendisine:

İbadethaneyi kirletmemek için dışarıda kalıp yaralansalardı;
o zaman da kanlarını dökerek caddeyi kirletmekle suçlayacak mıydınız? (AYDINLIK, 12.12.13)

Rektör İçin 5001. İmza…


Rektör İçin 5001. İmza…

Prof. Dr. TÜLAY ÖZÜERMAN 

Cumhuriyet 13.09.2013


Ergenekon davası
nedeniyle 17 Nisan 2009’dan başlayarak 4.5 yıldır tutuklu olan ve yapılan son duruşmada (5 Ağustos 2013) 23 yıl hüküm giydirilen İnönü Üniversitesi

eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu davasında kesin sonuç, Yargıtay tarafından verilecek…

Ancak değerli bilim insanımız kanser hastasıdır ve cezaevi koşullarından
bir an önce çıkarılarak tedavi görmesi gerekmektedir.

Duyarlı vatandaşlar tüm yetkililere “Fatih Hilmioğlu’na Özgürlük Kampanyası” adı altında topladıkları 5000 imza ile sesleniyorlar; tedavisi için vicdani ve haklı gerekçeler ile özgür bırakılmasını talep ederken, rahmetli Kuddusi Okkır’ın trajedisinin tekrar yaşanmaması için çaba gösteriyorlar. Ergenekon tutuklularını ziyaret eden
CHP’li milletvekillerine Hilmioğlu durumunu şu sözlerle özetlemişti.

Fatih_Hilmioglu_portresi

 

  • Darbeye eksik teşebbüs suçundan 16 yıl ceza aldım. Bizi suçladıkları iki şey, 2003’te Jandarma Genel Komutanı’nı ziyaret, bir diğeri de Kent Otel’deki tesadüfi yemek. Düşünebiliyor musunuz, 10 general, 10 rektör yemek yiyor, 3 rektör ve 1 generale ceza veriliyor. 2003 yılında YÖK tasarısı tartışılırken YÖK Başkanı’nın da içinde olduğu bir heyetle her yeri geziyorduk. Askeriyenin de 23 eğitim kurumu var. Onlar da
    söz konusu tasarının paydaşı. Her kuruma gittiğimiz gibi oraya da gittik.
    Biz 7 rektördük ve 10 general vardı. Şimdi bu toplantı örgüt toplantısı olarak değerlendiriliyor. 7 rektörden 3 sanık, 10 komutandan ise sadece
    Şener Eruygur suçlanıyor. Eğer ortada bir suç varsa hepsinin suçlanması lazım. Toplam 17 kişiyiz. 4’ü suçlanıyor, 13’üne kimsenin bir şey dediği yok.
    Bu nasıl eşitlik, bu nasıl adalet?
  • Bir diğer suçlama ise, 3 Mart 2004’te Kent Otel’de yenilen bir yemek.
    Ankara Ticaret Odası’nda bir panele katıldık. Panelde konuşmacıydım. Panelden sonra hep beraber Kent Otel’e gittik, yemek için. Orada da
    Mustafa Balbay, rahmetli İlhan Selçuk ile yemek yiyormuş, masaları birleştirdik, bu yemek örgüt toplantısı oldu. Baştan hükmümüz verilmiş,
    5 yıl boşuna yatmışız. Ayrıca, İnönü Üniversitesi öğrencilerini fişlemek suçundan cezalandım. Suçlama 2003 tarihli, belgesi ise 2006’ya ait.
    Böyle bir şeyle ilgim olmadığını kanıtladığım halde bundan 7 yıl ceza verdiler.”

Kamuoyu Hilmioğlu’nu; rektörlüğü sırasında İnönü Üniversitesi kütüphanesinin girişine yazdırdığı “Atatürk Türkiye’dir; Türkiye Atatürk” yazısıyla ve türbana mesafeli duruşu ile tanımıştı. O süreçte Sayın Hilmioğlu daha sonra başına gelecekleri hayal bile edemezdi, pek çok yurttaşın T.C. ibaresinin kaldırılacağını aklına getirmediği gibi…

Benim en büyük eserim Cumhuriyettir” diyen Atatürk’ü ve Cumhuriyeti kucaklayan bu söz kendisinden sonra kaldırılmış; -yeri boş bırakılırsa tepki daha çok olacağı için şimdilik- Atatürk’ün “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” deyişine yer verilmiştir. Atatürk’ü sahipleniyor gibi yapanların, gerçek sahiplenicileri gönderdiği günümüz sürecinin çarpıcı örneklerinden biridir bu. Bugün Atatürkçü söylemlerle kendilerini alkışlatarak Atatürkçü kadroları tasfiye eden bazı rektörlerin nasıl baş tacı edildiklerini, hatta bazılarının AKP kadroları ile yakın temasta olup, vekillik hayalleri içinde olduklarını duyuyoruz… Atatürkçü kadroları tasfiye için üzerlerinde kurulan baskıya direnemeyenler, telkinle yola getiremedikleri öğretim üyelerini kaçırtmak için kurumlarında onlarla uğraşacak kişilerle işbirliği yaparak tasfiye etme yoluna gidiyorlar.

Kimin ne dediği değil, ne yaptığı önemli… Ne mi diyorum: “Söylediğiniz değil, yaptığınızsınız… Sözleriniz yalnızca sizi kandırır, bizleri değil…” diyorum.
Bugünün konjonktürüne göre uydurulmuş “suç” kavramı ile suçlu muamelesine
tabi tutulanların, hukukun ve adaletin geri çağırılacağı gelecek süreçlerin kahramanları olacağını en iyi Atatürk’ün akıl ve bilimi önceleyen sözlerini yansıtan kurumlarda
yer alanların bilmeleri gerekir. Sayın Hilmioğlu’na, düşüncesi, söylemi, eylemi bir oluşunun vebali ödetilirken seyirci kalarak Atatürkçü olunmaz. Rektörlerin bir araya gelerek, rektörlük yapmış meslektaşlarının göz yumulamayacak durumda bırakılmasına insani ve vicdani olarak itiraz etmeleri gerekmektedir. Bu görev hepsine, (yurttaş olarak hepimize) ama en çok hekim kökenlilere düşmektedir.

Hasta bir insana bugünkü konjonktürü onaylamayan düşünceleri nedeniyle mesafeli durmak, ölüme ilerleyişine göz yummak insanlıkla bağdaşmaz;
hekimlik mesleği ile hiç bağdaşmaz.

  • Yapılması gereken, Sayın Hilmioğlu’nun hastalığının daha fazla ilerlemesinin durdurulması için özgürlüğüne kavuşturulmasıdır.

Bu yazı ile bana ulaştığında 5000 olan imza listesine 5001. imzayı atarken;
durumdan haberdar olup böyle bir talebi haksız bulacak tek bir vicdan sahibi olamaz diye düşünüyorum.

Umarım yanılmıyorum.

FATİH HİLMİOĞLU’NA ÖZGÜRLÜK KAMPANYASI

 

T.C. Cumhurbaşkanı sayın Abdullah Gül
T.C. T.B.M.M. Başkanı sayın Cemil Çiçek
T.C. Başbakan yardımcısı sayın Beşir Atalay
T.C. Adalet Bakanı sayın Sadullah Ergin
 
Devletimizin sayın yöneticileri ,
 
İnönü Üniversitesi eski Rektörü değerli bilim adamı, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu 17 Nisan 2009 tarihinden bu yana Ergenekon davası nedeniyle 4.5 yıldır tutuklu olup, son duruşmada 23 yıla mahküm edilmiştir.
Davanın kesin sonuçlanması Yargıtay aşamasına gelmiştir.
 
Sayın Hilmioğlu, her gün daha da ilerleyen, hapishane şartlarında tedavisi yapılamayan ölümcül derecede kanser hastasıdır. Uzun tutukluluk süresiyle sadece özgürlükler tutsak edilmemekte, ileri yaşlarda olan tutuklu ve hükümlülerin yaşam hakları da ellerinden alınmaktadır.
Ayrıca tutuklu iken öğrenci olan oğlunu da trafik kazasında kaybederek
büyük acı yaşamış ve ruhsal olarak da sağlığını ve direnme gücünü daha da kaybetmiştir.
 
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun tedavisinin ev ve hastahane şartlarında yapılması gereklidir. İnsani ve vicdani gerekçelerle, geciktirilmeden başka bir Kuddusi Okkır olayı yaşamamak adına, ölüm sayın Hilmioğlu’nun kapısını çalmadan, değerli bilim adamı Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun SAĞLIK NEDENİYLE tahliye edilmesini ekte imzaları olan 5000 KİŞİ olarak siz Devlet yöneticilerinden İNSANİ ve VİCDANİ gerekçelerle
talep ediyoruz.
 
Saygıyla.
 
FATİH HİLMİOĞLU’NA
ÖZGÜRLÜK KAMPANYASI YÜRÜTÜCÜLERİ
 
Naci Kaptan
Lale Gürman
Sili Özerdim
Engin Demirkollu Sarıkartal
Mine Uysal
Nuran Ryder.
……..
İmza listesi ekteki listededir..
Aşağıdaki yasa maddesini de biz ekleyelim..
Daha önce bu sitede benzer çağrı kezlerce yapıldı tarafımızdan da..
Ceza_Muhakemeleri_Yasasi_infazi_erteleme
portresi
Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bir Tıp Öğrencisinden E. Org. Ergin Saygun Paşa Dramının Yorumu


Dostlar
,

Ankara Tıp Fak. Dönem 3’ten değerli öğrenci arkadaşım Sevgili Arda Civelek,

E. Org. Ergin Saygun Paşa‘nın cezasının sağlık koşulları nedeniyle infazının ertlenmesi bağlamında “tahliyesi” (cezasının kaldırılması anlamında değil..
Buna ancak Cumhurbaşkanı yetkili.. Paşa ileride “cezasını çekecek düzeyde iyileşirse” yeniden hapse konabilecektir!) yazımıza biir yorum yazmış..

21 yaşlarında bir Türk gencinin yorumunun sitemizde arkadüzlemde (background) kalmasına gönlümüz razı olmadı..

Bu yazı okunmalı, paylaşılmalı. Kendisinin izniyle aşağıya alıyorum..

Aşkolsun sana çocuk, aşkolsun!

Sevgi ve saygı ile.
10.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Arda CİVELEK

Arda_Civelek_portresi

“Kurtla birlikte olur kuzuyu yer; koyunla birlikte olur kuzuya ağlar.”

Gün geçmiyor ki Sn. Başbakan yaptığı manevralarla bizi şaşırtmasın, Türkiye’nin gidişatı hakkındaki görüşlerimizi alt üst etmesin. Alışılageldiği üzere yine bu tür bir hareketle Ergin Saygun Paşa’yı hastanede ziyaret etti. Bize de bu ziyaretin içinde barındırdığı gizleri anlamak düştü.

Yazıda savunacağım fikirlerin nasıl eleştirileceğini tahmin ettiğimden, öncelikle
Ergin Paşa halen cezaevindeyken kendisi hakkında, kızı Ece Saygun’un tuttuğu bloga bıraktığım iki notu paylaşmak istiyorum. Notlar sırasıyla geçtiğimiz yılın 10 Haziran ve 22 Eylül 2012 günlerine aittir:

Sevgili Ece Hanım;

Blogunuzu, Vardiya Bizde’nin Facebook sayfasında gördüm ve karmaşık duygular içinde okudum. Tıp fakültesinde okumaya, tercih döneminde annemin geçirdiği kısa bir taşikardi atağı üzerine karar vermiştim: ben kalp krizi geçiriyor zannedip çıldırmanın eşiğine gelmiştim ve kendisi de doktor olan annem bile beni teskin edememişti.

Babanızın -ki bir subay çocuğu olarak kendisini Ergin Amca olarak anmak isterim-
sağlık durumunu, eski Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, şimdinin CHP MV Dr. Aytun Çıray’ın katıldığı bir televizyon programında dinledim. Mitral kapak değişikliğinden vertebrobaziler yetmezliğe, diabetes mellitus’a dek son derece riskli bir medikal tablo içinde, Ergin Amca’yı bu koşullarda yaşamda kalmaya mahkum kılan vicdanı imgelemeye (tasavvur etmeye) çabaladım ancak başaramadım. Bu, gerçekten yalnızca derin bir “kin” ile açıklanabilir. 50 yıla yakın asker üniforması giymiş, devleti en üst düzeyde teslim etmiş, bunca sağlık sorunu olan birini “kaçabilir, kaçırılabilir” kuşkusuyla cezaevine koymak nasıl bir saygısızlık, nasıl bir vicdansızlıktır? Neyin intikamını almaya çalışıyorlar? Bir tümamiralimizin avukatına savcı “Siz Yassıada’yı bilir misiniz?” diye sormuş. Anlaşılan o ki yarım yüzyıl öncesinin intikamını almayı görev (misyon) edinmiş bir anlayış iş başında.

Babam emekli bir subay, Kuleli Askeri Lisesi’nde ilk kez giydiği üniformayı neredeyse 35 yıl üzerinde taşıdı. Talihliyiz ki, özgürlüğü elinden alınmadı. Alınabilirdi de, çünkü tutuklama gerekçelerinin iler tutar yanının olmadığını hepimiz biliyoruz. Bugün yaşananları gördükçe, acaba bir askerin ve ailesinin çektiği sıkıntılara değer miydi diye soruyorum kendime… Babam yurtdışı görevlerine gitmeye, NATO tatbikatlarına katılmaya ben henüz konuşmayı öğrenemediğim sıralarda başlamıştı. Annem hastanede nöbet tutarken, gecenin bir yarısı hastası telefon edince palas pandıras evden çıkarken, ben bakıcımla büyüdüm. Öyle ki, Bulgar göçmeni olan bakıcım sayesinde az daha Elveda Rumeli karakterlerinin şivesiyle sökecektim Türkçe’yi…

Güneydoğu’ya gitti sonra, en karışık zamanlarda, izne gelmek için konvoyla havalimanına giderler, annem evde hop oturup hop kalkar, haberlere bakmaya korkarız. Terör örgütünün saldırısında yaşamını yitiren subayın adını söylemek üzereyken spiker, zaman yoğunlaşır, bakışlar donuklaşır, korku elle tutulabilir hale gelir.
Bakıyorum da, ergenlik öncesindeki 12-13 yılımın birçoğunda babam hep meşgulmüş.

Bir cenah var ki ülkede, TSK’ya saldırmayı görev edinmiş. Neymiş efendim,
GATA keyfiymiş! O gazeteciyi tanıyoruz, dezenformatif ve misenformatif eserlerini,
incir çekirdeğini doldurmayacak fikirlerle bezeli makalelerini, mensubu olduğu “oluşum”u, “hizmet” aşkıyla yanıp tutuşan yüreğini… Ve bunlardan çok var, ne yazık ki çok var.

İnanın yüreğim sıkışıyor, onun için de daldan dala atlıyorum sürekli. Gece yastığa başımı koyunca aklıma Silivri geliyor, Hasdal geliyor. Bu ülke bu duruma nasıl geldi?

Ece Hanım, dillere pelesenk olmuş şiirlerden alıntı yaparak, bugünlerin sonunda yeniden aydınlığa çıkacağımız umudunu paylaşmak yerine, sağlam bir öngörümü paylaşmayı yeğliyorum: Bu bir umut değil, bir gereklilik, diyalektiğin bir sonucu, bu etki tepkisiz kalamaz ve kalmayacaktır. Bugün üzgünüz, hepimiz farklı ölçülerde acı çekiyoruz, öfkemizi içimizde biriktiriyoruz ve yumruklarımızı sıkıyoruz. Bu ülkenin
en güzel insanlarının yaşamlarından çalınan yılların telafisi nasıl yapılacak, bilmiyorum. Hesaplar sorulacak, ama yitirilen yıllar? Hatta yaşamlar, Yarbay Ali Tatar gibi
onur intiharları, onların geride bıraktıkları?

Lütfen Ergin Amca’yı benim için öpün ve en içten selamlarımı iletin kendisine. Sıkıntısını paylaşan bir kişi daha var, huzura ermesini dört gözle bekleyen…
Hepinize sabır ve güç diliyorum. (10 Haziran 2012)

Sevgili Ece Hanım;

Blogunuza ikinci kez yazıyorum. İlkinde, 10 numaralı girinizin altında duygularımı paylaşmıştım ve o satırları yazarken, hakkında konuştuğum şeyin tassavur edilemeyecek ölçüde zor bir deneyim  olduğuna ikna olmuş, bir yandan elimden geldiğince sizi teskin etmeye çalışırken, öbür yandan kendi kendime
“Bundan kötü ne olabilir ki?” diye soruyordum. “Balyoz” gibi bir cevap aldım bu soruma, şimdi duygularım öncekinden daha da yoğun, umutlarım daha da zayıf,
Perşembe gününden beri çökmüş durudayım.

Adalet marketlerde satılan bir ürün olsaydı, üretici firma hukuksal olarak ürünlerinin üstüne “Çocukların kullanımına uygun değildir.” yazmak zorunda olurdu bence.
Sekiz yaşında bir çocuk yanında anababası olmadan “bir paket adalet” almak istese, kasiyer tarafından engellenmesi çocuğun ve ailesinin yararına olurdu. Çünkü adaletle oynamak, kibritle yahut fare zehriyle oynamaktan bile daha tehlikelidir. İnsan kibritin de, fare zehrinin de tehlikeli şeyler olabileceğini büyüdükçe anlar; ama, adalet ile oynamanın tehlikesini anlamak için yaşlanmaktan çoğu gereklidir: onur ve şeref gibi şeyler örneğin, bir de vicdan doğallıkla. Öyle bir durumdayız ki; fare zehrini bir tür yiyecek sanıp tüketebilecek yahut evi kibritle tutuşturabilecek bir çocuk bile, uygun bir dille bu saçma davada dönenleri dinlese ve kendisinden karar verilmesi istense,
en basitinden bir kişinin hem deniz altında hem deniz üstünde olamayacağına
kanaat getirip düzgün bir karar verebilirdi. Çünkü bir çocuk, az önce saydığım erdemler bakımından, kalemi elinde tutanlara göre çok daha zengindir. En azından temiz ya da daha az kirlenmiş bir vicdanı, kin gütmeyen bir kalbi vardır.

Şaşırarak fark ettim: blogunuzun adını -l5f6- üzerinde düşünmeksizin adres çubuğuna giriverdim; halbuki burayı ziyaret edişimin üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçmişti ve bu süre içinde belleğimde l5f6 kodunu kenara itebilecek bir yığın şey birikmişti.
Meğer l5f6 sandığımdan daha güçlü biçimde kazınmış belleğime, elbette harf veya numaraların arasındaki ilişkiden değil, bana çağrıştırdıklarından: onurlu bir meslek yaşamı, devlete hizmet, emeklilik… bir iftiranın muhatabı olma, “kaçabilir” kuşkusuyla görevlilerin gözetiminde ordan oraya sevk edilme, koca bir ömrün adandığı millet tarafından aptal bir futbol maçı kadar bile önemsenme… Sanıyorum listeyi uzatmayıp keyfinizi daha da kaçırmamam yerinde olacak.

Sanmayın ki buraya bunları yazarak yalnızca üzüntülerimi paylaşıyorum. Bakmayın umutlarım daha zayıf falan dediğime de, eğer bizler umudumuzu yitirirsek her şey biter. Bugün uygun yerlerine yakacak kına yetiştirmekte güçlük çeken demokrasi havarilerinin suratlarındaki gülümsemeyi görmeye devam etmek, cehenneme kaçak kat çıkıp oturmak kadar azap verici bir durum benim için.

  • İşleri rayına sokmak da boynumuzun borcu.

Kararın açıklandığı sırada duruşma salonundan ağlayarak çıkan kadın annem olabilirdi, şu anda O’nu teselli etmeye çalışan kişi de ben olabilirdim. O uçsuz bucaksız subaylar listelerinde babamın adı da yazılı olabilirdi. Ortada bir suç olmadığı için suçlanan kişilerin torbaya atılmasının bir standardı da yok sonuçta. Bundan ötürü, duyarsızlık, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık mahallemize uğramayacak.

Bugün yaşadıklarımızı anlatan belgeseller çekilecek, kitaplar yazılacak gelecekte.
Yeni bir Attila İlhan çıkacak, tıpkı selefinin 1940′ları “40′ların Karanlığı” diye andığı gibi, bugünleri anacak. Diziler çekilecek, o günün çocukları anne babalarına -yani
bizim kuşağımıza- “Gerçekten oldu mu böyle şeyler?” diye soracak. Muhabirler her
21 Eylül’de, o zamana dek çoktan dönüştürülmüş Silivri Zulümhanesi’nde haberler yapacak, o gün TV karşısındakiler VTR’leri izlerken içlerinde bir sıkıntı hissedecekler. Kısacası, bugünler geçecek. Tolstoy, “En kuvvetli savaşçılar sabır ve zamandır.” demiş. Güç onlarda olsa da hala biz haklıyız. Size sabır ve güç diliyorum.
Kucak dolusu sevgiler… (22 Eylül 2012)

****************************

Ergin Paşa’nın tahliyesine ne denli sevindiğimi bu iki nottan anlayabiliriz.

Bildiğiniz gibi, son aylarda “Ne şiş yansın, ne kebap!” felsefesini ilke edinen
Sn. Başbakan, hem ulusalcıların, hem de ayrılıkçı Kürtlerin gönlünü hoş tutabilmek adına büyük bir çaba gösteriyor. Eh, yolun sonunda tüm bu çabalara değecek bir havuç var sonuçta: Başkanlık!

Yeni anayasayı Meclis’ten geçirebilmek için BDP’ye, Başkan seçilebilmek için milliyetçilerin desteğine gerek duyuyor Sn. Başbakan. İşte bunun için televizyonlarda uzun tutukluluk sürelerini eleştiriyor, tahliye çağrıları yapıyor; hatta bununla kalmayıp, başında bulunduğu hükümeti cebir kullanarak devirmeye teşebbüsten yargılanmış ve 18 yıl hapisle cezalandırılmış emekli bir orgenerali hastanede ziyaret ediyor.
Ama, bu noktada adama sorarlar:

Siz değil miydiniz, sizi karşılamak için ayağa kalkmayan korgeneral için
“bedelini ödedi, yerini buldu” diyen?

Siz değil miydiniz, Silahlı Kuvvetler içindeki çetelerle savaşa savaşa bugünlere geldiğinizi iddia eden?

Siz değil miydiniz bu davaların savcısı?

Sizin bakanlarınız, “İyi ki bunlarla savaşa girmemişiz.” demediler mi
esir subaylarımız için?

Sizin partinizin mensupları değil miydi “Ordu bağırsaklarını temizliyor.” diyen?

Bu liste uzatılabilir, çünkü AKP’de tepeden bir çıkış geldiğinde o çıkışın yankıları partinin her düzeyinden duyulur.

Ha, bir de Sn. Cumhurbaşkanımız… Kendisi Türkiye’de, Anayasa’nın ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca, bir tutuklunun – hükümlünün sağlık – yaşlılık nedenleriyle cezasını affetme / infazını erteleme yetkisiyle donanmış tek kişi değil miydi? Ee, Ergin Paşa’ya geçmiş olsun dileklerini ileten Cumhurbaşkanı, adam enfektif endokardit olmadan önce nerdeydi? Yoksa haberdar mı değildi sağlık durumundan? Benzer duyarlığı Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ve E. Tuğg. Levent Ersöz için de gösterecek mi?

Adalet ve Kalkınma Partisi, Türk halkını unutkan bellemiş olabilir.

Eh, bu değerlendirmede kullandıkları insan profilini kendi seçmen portföylerinden seçtilerse onları suçlamak yersiz olur! Ama bizler, Atatürk Cumhuriyeti’nin yetiştirdiği kuşağın torunları olarak; bu ülkenin, bütün Atatürkçü değerlerle bezenmiş, “Türk’üm!” demekten haz duyan insanları olarak kimi şeyleri kolay kolay unutmayız. Şehit Yarbay Ali Tatar’ı, Şehit Albay Abdülkerim Kırca’yı,
yıllardır subaylarımıza, aydınlarımıza çektirilen ızdırapları u-nut-ma-yız!

Benim asıl eleştirim Saygun Paşa ve ailesine: Kendileri tüm bunlardan haberdar
değil miydiler ki, Sn. Başbakan’ı güler yüzle karşılayıp, aylardır süregelen PR çalışmasına alet oldular? Neden, “Şimdiye dek nerdeydiniz?” diye sormadılar? Kendisini kibarca reddetmek, babalarının ziyaretçi kabul etmediğini bildirmek
çok mu zordu?

Dün Ankara’daki Sessiz Çığlık eyleminde edindiğim izlenim, tutsak subayların ailelerinin, deyimi yerinde ise, “olası bir Büyük Takas“a sıcak bakmadıkları,
iktidardan gelen açıklamaların içtenliğine inanmadıkları yönündeydi.
Umarım yanılmıyorumdur.

Sn. Mine Kırıkkanat’ın dediği gibi:

  • “Merhamete gelen kasabın bıçağını yalamak bizim kitabımızda yazmaz.

Saygılar sunarım…

Arda CİVELEK
10.2.13

E. Org. Ergin Saygun’un cezasının infazının ertelenmesi üzerine

Dostlar,

Em. Org., eski Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun bu gün ağır bir
açık kalp operasyonu geçirdi.

Dileriz şifa bulsun..

Önce, Ergin Saygun Paşa’nın 9 saat süren ameliyatının başarılı geçmiş olmasının hepimizi çok mutlu ettiğini belirtmeliyiz. Kendisine, ailesine
ve tüm yurtseverlere geçmiş olsun diyoruz!

Ancak bu ağır ve yaşamsal kalp ameliyatına girmeden önce aşağıda özetlenen istemde bulunması içler acısı bir durumdur. “Beni ve bizleri yalnız bırakarak
bu duruma sokan Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman paşaların hem bu dünyada hem de öbür dünyada iki elim yakalarındadır..” demektir bu istem…

Son anda iki eski komutana seslendi :

(SÖZDE) Balyoz davasında 18 yıl hapse mahkum edilen, 1. Ordu eski Komutanı E. Org. Ergin Saygun‘un Mehmet Akif Ersoy Hastanesi‘nde devam eden
AÇIK KALP AMELİYATI 9 saatin ardından 17.20‘de sona erdi.
Komutanın sağlık durumunun şu an için iyi olduğu öğrenildi.

Saygun, ameliyata girerken yanında bulunan avukatı Sedat Küçükyılmaz operasyon öncesi son konuşmalarını Ulusal Kanal‘da canlı yayında anlattı.

KüçükyılmazSaygun‘un son anda, Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman’a kendisi aracılığıyla çağrıda bulunduğunu ve “Bildiklerinizi açıklayın. Bu sizin komutanlık sorunluluğunuzdur.” dediğini anlattı.

Küçükyılmaz’dan, emekli Orgeneral Aytaç Yalman‘a, (SÖZDE) Balyoz iddianamesinde yer alan “Yalman darbeyi önledi” ifadesinin ne anlama geldiğini sormasını isteyen Saygun, Yalman‘ın “Elimde birtakım bilgi ve belgeler var, kimse incinmemesi için daha sonra açıklayacağım.” dediğini hatırlattı.

Bir komutan için mesleğinde en acı şey, astlarının ve daha da kötüsü halkının ondan kuşku duyması ve ona güven duymamasıdır. Öbür yandan askeriyede silah arkadaşlarının namusu en az kendi namusunuz ölçüsünde yaşamsal
önem taşır. Harbiye’de bu konuda ‘’şerefim ve namusum’’ üzerine yemin edilir.

Biz de bir yurttaş olarak bu iki komutana Ergin Saygun Paşamız gibi ‘’ “Bildiklerinizi açıklayın. Bu sizin komutanlık sorunluluğunuzdur
çağrısında bulunuyoruz. Ayrıca;

  • Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı sorumluluğunuz bu çağrıya
    mutlaka yanıt vermenizi gerektirir… diyoruz.. 

Bu arada, çoook geç de olsa, Ergin Saygun Paşa’nın cezasının infazı,
CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) uyarınca ertelendi.

Benzer durumda ağır sağlık sorunu olan öbür tutuklu ve hükümlüler için de,
başta Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu olmak üzere aynı uygulamanın ivedilikle yapılmasını diliyoruz..

İlgili yasa maddesini bir kez daha aşağıya aktarıyoruz :

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) md. 16/2’de,
sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Madde 16/3, “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin cumhuriyet başsavcılığınca verilir.”

Cumhuriyet’in “Cumhuriyet Savcılarını” göreve çağırıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
8.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net