Etiket arşivi: Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İnsan Hakları Derneği (İHD)

Taşeron Ölümdür; Yasaklansın!


Taşeron Ölümdür, Yasaklansın!

Başta Türk Tabipleri Birliği (TTB) olmak üzere sağlık alanındaki emek ve meslek örgütleri, Soma’da yaşanan işçi kıyımının birinci ayı olan 13 Haziran Cuma günü TBMM Dikmen Kapısı önünde düzenledikleri basın açıklamasında, taşeron işçilerin iş güvencesi, işçi sağlığı güvenliği sorunları ile sendika ve toplu sözleşme hakkına dair yaşadığı sıkıntıları çözmek yerine kamu kurumları başta olmak üzere her alanda taşeronun önünü açacak nitelikte düzenlemelere sahip olan yasa tasarısına karşı tepkilerini dile getirdiler.

Bazı CHP ve HDP milletvekillerinin de destek verdiği eylemde basın açıklaması metni, Dev Sağlık-İş Genel Başkanı ve DİSK Genel Sekreteri Dr. Arzu Çerkezoğlu tarafından okundu.

Yapılan açıklamada, iktidarı döneminde taşeron işçi sayısını neredeyse on katına çıkaran AKP hükümetinin, Türkiye’yi bir taşeron cumhuriyeti yapmak için bir adım daha attığı belirtilerek, “Bizler bu ülkede sağlık ve sosyal hizmeti üreten emekçiler olarak insanca yaşam ve güvenceli iş talebimiz için mücadeleye devam edeceğiz. Halkın sağlık ve sosyal hizmet hakkı için ve biz sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin insanca koşullarda yaşayıp çalıştığı bir ülkede yaşamak için AKP’nin torba yasasına ve sağlıkta taşerona hayır diyoruz!” denildi.

TTB’nin çağrısıyla tabip odaları da bulundukları illerde sağlık alanındaki emek ve meslek örgütleri ile birlikte “TAŞERON ÖLÜMDÜR, YASAKLANSIN” başlıklı basın açıklamaları düzenledi.

BASIN AÇIKLAMASI

TAŞERON ÖLÜMDÜR, YASAKLANSIN!
13 Haziran 2014

            Soma’da resmi rakamlara göre 301 maden emekçisinin hayatını kaybettiği büyük işçi kıyımının üzerinden bir ay geçti. Bir kez daha gördük, sermayenin sınırsız kar hırsı işçilerin kanıyla, canıyla palazlanıyor. Bir kez daha gördük, sınırsız kar hırsı taşeron düzeniyle katmerleniyor.

            Yıllar önce Sağlık Bakanlığı bir taşeron bakanlığına çevrilirken bizler bu kuralsız, güvencesiz çalıştırma biçimine itiraz etmiştik. Hükümetin Sağlıkta Dönüşüm programına karşı verdiğimiz uzun ve meşakkatli mücadelenin sloganlarından birisi de “Sağlıkta taşeron ölüm demektir” idi. Gelinen noktada taşeron çalışma Türkiye’de çalışma hayatının kanayan bir yarasına dönüştü. Yıllardır inşaatlarda, tersanelerde gün be gün gelen iş kazaları haberleri ve son olarak Soma’da her birimizi yasa boğan 301 insanımızın hayatına mal olan katliam itirazımızın ve tespitimizin haklılığını bizlere gösterdi.

            Biz sağlık örgütleri yaşanılan tüm facialardan sonra bu vahşi ve kuralsız çalışma düzeninin ortadan kaldırılması, taşeron çalışmanın yasaklanması sonucunu çıkarttık. Fakat hükümet bu manzaradan aksi bir sonuç çıkararak taşeronu kaldırmak yerine başta kamu hizmetleri olmak üzere yaşamın her alanında yaygınlaştıracak bir yasayı gündeme getirdi. Bakanlar Kurulu tarafından 30 Mayıs’ta içinde maden işçilerinin çalışma koşulları ve “alt işveren” uygulamasına dair düzenlemelerin yer aldığı “İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” olarak geçen bir “torba yasa” TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na gönderildi.

            Söz konusu yasa taslağında maden işçilerinin çalışma koşullarına dair kısmi iyileştirmeler bulunmakla beraber 650 bini kamuda çalışan 1 milyon yüz bin taşeron işçiyi ilgilendiren çalışma yaşamına dair düzenlemeler de bulunuyor. Tasarı taşeron işçilerin iş güvencesi, işçi sağlığı güvenliği sorunları ile sendika ve toplu sözleşme hakkına dair yaşadığı sıkıntıları çözmek yerine kamu kurumları başta olmak üzere her alanda taşeronun önünü açacak nitelikte düzenlemelere sahip. Yasaya dair temel itiraz noktaları üç işçi konfederasyonu tarafından hükümete iletilerek bu konuda kısmi geri adım attırılması sağlandı. Fakat yasanın ruhunu oluşturan taşeron çalışmayı kamuda başat çalışma biçimi haline getiren düzenlemelerde bir değişiklik yok.

            Bu düzenlemeden en çok da 150 binden fazla taşeron işçi ile sağlık ve sosyal hizmetler alanı etkilenecek. Sağlıkta dönüşüm programı ile sağlık hizmeti paralı hale getirilip, özelleştirilmişti. Bu piyasalaştırma dalgası sağlık emekçilerinin güvencesizleştirilmesiyle kol kola yürümüştü. Şimdi çıkarılmak istenen yasa ile sağlık emekçilerinin geleceği ve halkın sağlığı taşeron şirketlerin insafına terk ediliyor.

            Yeni yasayla iktidar taşeron çalışmayı yerleşik hale getiriyor, yıllardır sağlık alanında tümüyle yasadışı biçimde yaygınlaştırılan taşeronlaştırmaya yasal kılıf hazırlanıyor. Bu Yasa tasarısı ne anlama geliyor?

            Yıllardır taşeron işçiye müjde, kadro haberleri ile gündeme gelen yasada taşeron işçilerin iş güvencesine dair hiçbir düzenleme yok. Kamuda çalışan işçilere kadro söylentileri ile pazarlanan yasada buna dair hiçbir ifade yer almamaktadır.

            Yasa, taşeron işçilerin her işçinin iş kanunundan doğan mevcut haklarını bir yenilikmiş gibi sunarken, başta sendika ve toplu sözleşme hakkı olmak üzere taşerona karşı temel savunma araçlarını da ellerinden alınıyor almaktadır.

            Yasa taşeron işçilerin kadro ve iş güvencesine dair temel umudu olan muvazaa tespitini uzatarak zorlaştırıyor.

            Yasa ile birlikte sağlık çalışanları açlık sınırı altında sendikasız bir şekilde çalıştırılmaya devam edecek, iş güvencesinden mahrum kalacaktır.

            Yasa ile birlikte sağlık hizmeti üretim süreci ihale masalarının konusu olacaktır. Çünkü hastanelerin dezenfeksiyonundan, servis hizmetlerine, tıbbi sekreterlikten laboratuvar hizmetlerine kadar tüm hizmetler ihaleye çıkarılacaktır. Tek amaç, ucuz ve güvencesiz işçiliktir. Her şey “maliyet unsuru”!

            Çok tehlikeli iş yeri statüsünde olan hastanelerde, iş güvenliği önlemleri kâğıt üzerinde bırakılıyor. Taşeron şirketlerin keyfi bildirimleri esas alındığı için birçok işyerinde sağlık hizmeti veren emekçiler sağlık çalışanı olarak tanımlanmıyor. Özel koruma ve çalıştırma düzeneklerinden yararlanamıyor.

            Sağlık çalışanlarının geleceği ve hastalarımızın sağlığı taşeron şirketlerin üç kuruşluk karı için akıl almaz oyunlarına kurban ediliyor.

            İktidarı döneminde taşeron işçi sayısını neredeyse on katına çıkaran AKP hükümeti, Türkiye’yi bir taşeron cumhuriyeti yapmak için bir adım daha atmıştır, bu uğurda halkın sağlığını tehlikeye atacak kadar da gözünü karartmıştır.

            Bizler bu ülkede sağlık ve sosyal hizmeti üreten emekçiler olarak insanca yaşam ve güvenceli iş talebimiz için mücadeleye devam edeceğiz. Halkın sağlık ve sosyal hizmet hakkı için ve biz sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin insanca koşullarda yaşayıp çalıştığı bir ülkede yaşamak için AKP’nin torba yasasına ve sağlıkta taşerona hayır diyoruz!

            İNSAN İHALEYLE ÇALIŞTIRILMAZ; SAĞLIKTA TAŞERON OLMAZ !

Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Türk Tabipleri Birliği
Türk Dişhekimleri Birliği
Türk Hemşireler Derneği
Ebeler Derneği
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği
Türk Medikal Radyo Teknoloji Derneği
Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği

 

 

Fatih Hilmioğlu Hakkında Türk Tabipleri Birliği Bilim Kurulu Raporu ve Cumhurbaşkanı’na Mektup

Fatih Hilmioğlu Hakkında Türk Tabipleri Birliği Bilim Kurulu Raporu ve Cumhurbaşkanı’na Mektup

TTB_logosu

 

Pof. Dr. Fatih Hilmioğlu Hakkında Türk Tabipleri Birliği
Bilim Kurulu Raporu ve
Cumhurbaşkanı’na Mektup

 

 

 

Dostlar,

17 Nisan 2009’dan bu yana neredeyse 5 yıldır hapiste tutulan sevgili meslektaşımız
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu için, bizim de üyesi olduğumuz Türk Tabipleri Birliği (TTB)
bir Uzmanlar Kurulu Raporu hazırlattı :

  • TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ BİLİMSEL ARAŞTIRMA KURULU
    DEĞERLENDİRME RAPORU

Rapor 30 Ocak 2014 günü TTB web sitesinde yayımlandı.

Prof. Dr. Osman Cavit Özdoğan (Gastroenteroloji ve Hepatoloji)
Prof. Dr. Ümit Biçer (Adli Tıp)
Prof. Dr. Fatih Selami Mahmutoğlu (Ceza ve Ceza Usul Hukuku)
Uzm. Dr. Ali Çerkezoğlu (Adli Tıp)
Uzm. Dr. Ali Özyurt (Anesteziyoloji ve Reanimasyon)

4’ü hekim 1’i Ceza hukukçusu bu uzmanlardan,

  • 22.01.2014 tarihli Türk Tabipleri Birliği’nin görevlendirme yazısıyla;
    Fatih Hilmioğlu hakkında düzenlenmiş tıbbi belgeler incelenerek
    Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumu, hastalığın klinik seyri ve hapishane koşullarında kalmasının sağlığını ve yaşamını nasıl etkileyeceği konusunda
    bilimsel değerlendirme talep edilmiştir.

Kurul, toplam 16 sayfadan oluşan kapsamlı bir rapor düzenlemiş ve
TTB Merkez Konseyi‘ne sunmuştur.

Portresi_sizin_Allahiniz_yok_mu

 

 

 

 

 

Rapor kritik durumu başından beri irdelemekte, hukuksal ve tıbbi tabloyu
bilmem kaçıncı kez net olarak ortaya koymakta.

Dr. Hilmioğlu, ilerlemiş Hepatit B enfeksiyonu hastası, siroz başlamış, karaciğerinde
3 tane kanser öncesi nodül var, her an öldürücü kanama riski taşıyan
özofagus varisleri gelişmiş ve ağır depresyonda..

Hijyenik koşullarda stressiz ortamda yaşaması ve uygun beslenmesi gerekiyor.
Hastanede yatarak tedavisi de..

Ayrıca yemek borusunun mideye bağlandığı bölgedeki varisler nedeniyle
Portal hipertansiyon ve gastropati) her an öldürücü kanama tehlikesi olduğundan,
açık göğüs cerrahisi yapılabilecek tam donanımlı bir hastanenin olduğu merkezde yaşaması gerekiyor.

Bu ağır ve vahim durum, en az 3 ayrı kurul raporuyla aşağı yukarı ortak vurguyla belirlenmiş durumda.. Fakat Adli Tıp Kurumu ayda bir Silivri Devlet Hastanesinde
kontrol vererek tutuklu – hükümlü durumun sürdürülmesinde sakınca görmüyor!

Rapor ayrıntılı okunduğunda tam bir ders – eğitim belgesi aslında..
Hem Adli Tıp derslerinde hem de Ceza ve Ceza Usul Hukuku derslerinde..

Söz konusu raporu bütünüyle okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız..

Dr. Hilmioğlu’nun ağabeyi ve Avukatı Hayati Hilmioğlu’nun Anayasa Mahkemesi’ne
uzun tutukluluk nedeniyle başvurusu henüz sonlanmadı??..

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, önüne Adli Tıp Raporunu içeren başvuru gelmesi durumunda yetkisi olabileceğini belirterek suret-i haktan görünen bir savunma yaptı kamuoyu önünde. Cumhurbaşkanı neden şunu sorgulamaz :

  • Adli Tıp Kurumu, neden en az 3 tam donanımlı hastane kurul raporunu
    görmezden gelir??

Cumhurbaşkanı, Anayasanın 104. maddesine göre (ilk tümce);

  • Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve
    Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını,
    Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.

Adli Tıp Kurumu‘nun bu anlaşılmaz ve anlatılamaz inadının ardında ne vardır?

Bu açık çatışmaya bir insanın yaşamının kurban edilmesini
Cumhurbaşkanı seyir mi edecektir?

Bir türlü uzman kurul raporlarına saygı göstermeyen bu Adli Tıp Kurumu’nun keyfi
ve hukuk tanımaz tutumu sorgulanmayacak mıdır? Bunu Adalet Bakanlığı,
ilgili mahkeme, infaz savcılığı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yapmadığına göre, sorunu çözecek makam Devletin başıdır. Adli Tıp Kurumu Başkanının atama kararnamesinde Cumhurbaşkanı Gül’ün de imzası vardır.

Gül, Kurum Başkanını çağırıp bilgi almış mıdır? Kamuoyuna açıklayabilir mi?
Almadıysa şimdi düşünür mü? Eğer hala tatmin olmadı ise bir de kendisi dilediği
tam donanımlı hastaneden, bağımız uzmanların da yer alacağı (Türk Tabipleri Birliğinden, Uzmanlık Derneklerinden, Yabancı uzmanlardan) soncul (nihai)
hakem kurul raporu isteyemez mi??

Dahası, Devletin başı, buyruğundaki Devlet Denetleme Kurulu‘nu
neden devreye sokmaz? Adli Tıp Kurumu bu denli politize olmuş – edilmiş ve
şaibe altında iken..

Bu arada vurgulayalım :

  • Adli Tıp Kurumu mutlaka özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Unutulmasın;

  • Çoğulcu (Çoğunlukçu değil!) Demokrasi,
    özerk kurumların kolonları üstünde yükselir.

Cumhurbaşkanı Gül, bu davranışıyla, ayrımında ya da değil, Fatih Hilmioğlu’nun
yavaş yavaş, taammüden öldürülmesi suçuna, apaçık bir cinayete ortaklık etmektedir.

Yüce Atatürk‘ün yüksek makamı, böylesine utandırıcı bir eyleme ortak olabilir mi?

Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül, son derece kritik bir karar aşamasındadır,
hem de hiç gecikmeden..

Aynaya bakmalı ve büyük bir ivedilikle vicdanının sesini dinlemelidir.

Anayasadaki yetki artık O’nu bağlamaktadır; istenen, olmayan suçun ve cezasının kaldırılması – Hilmioğlu’nun affı değildir; istenen; cezanın infazının mağdur sağlığını kazanana dek ertelenmesidir. Sağlık durumu elverdiğinde yine cezaevine konmak üzere.. Dilerseniz cezayı ağır hastalık ve kocama nedeniyle hafifletmek ya da kaldırmak yetkiniz de var :

Anayasa md. 104/b : Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak..  

Evet Sayın Gül, insaf ediniz artık insaf..

Bu yazı sizi cinayete ortak olmaktan, katil olmaktan alıkoyma amacı da taşıyor..
Bütün kalbimizle geç kalmamanızı diliyor ve bekliyoruz ulusal ve uluslararası kamuoyu önünde..

Türkiye’nin artık bu tür insancıl adımlara çok acil gereksinimi var..

Sevgi ve saygıyla
10.02.2014, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Doktorlar örgütünden çok sert Gezi raporu

Dostlar,

Yorumsuz paylaşıyoruz..

Gazete haberlerinin kaynağı olan siteyi ve yazı başlığını da biz ekleyelim :

*******

FOR IMMEDIATE RELEASE

PHR Documents Unlawful Use of Force and Tear Gas and Attacks on
Medical Community in Turkey

Report Shows Government’s Excessive and Unnecessary Tactics
Constitute Ill Treatment

– See more at: http://physiciansforhumanrights.org/press/press-releases/phr-documents-unlawful-use-of-force-and-tear-gas-and-attacks-on-medical-community-in-turkey.html#sthash.ltY1mKEo.dpuf

Sevgi ve saygı ile.
26.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Doktorlar örgütünden çok sert Gezi raporu

YURT, 25 Eylül 2013 Çarşamba 17:48

ABD merkezli İnsan Hakları Savunucusu Doktorlar (PHR) örgütü, yayınladığı 32 sayfalık bir raporla, Türkiye’de polisin Gezi Parkı protestolarında orantısız şiddet uygulayıp biber gazını halka karşı silah olarak kullandığını ve kasti olarak da sağlık kuruluşlarını, personelini hedef aldığını belirtti

Doktorlar örgütünden çok sert Gezi raporu

WASHINGTON- ABD’nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarından, dünyada sağlık alanında yaşanan insan hakkı ihlallerini araştıran
İnsan Hakları Savunucusu Doktorlar (PHR) örgütü, Türkiye’deki Gezi Parkı protestoları sırasında polisin olaylara müdahale şeklini eleştiren sert bir rapor yayınladı. Raporda, polisin orantısız şiddet uyguladığı, biber gazını halka karşı silah olarak kullandığı ve kasti olarak da sağlık kuruluşlarını, personelini hedef aldığını belirtildi.

DeDe Dunevant, Eliza Young, Michele Heisler, Vincent Iacopino’dan oluşan dört kişilik bir doktor heyetinin haziran sonunda Türkiye’de yaptığı bir haftalık incelemelerden sonra hazırlanan ve dün yayınlanan 32 sayfalık raporda, PHR, İstanbul’daki Gezi Parkı’nın yıkımını protesto için başlayan barışçıl gösterilerin uluslararası hukuka aykırı şekilde bastırıldığını ifade ediyor. Polisin biber gazı, plastik mermi, tazyikli su, darp ve silah kullanarak uyguladığı şiddetin de, 8000’den çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlandığını belirtiyor.

130 BİN KAPSÜL BİBER GAZI

Mağdur ve görgü tanıklarıyla yapılan görüşmeler sonucu yazılan raporda, Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) gibi sivil toplum kuruluşlarının olaylarla ilgili açıkladığı verilerden de yararlanılıyor.
Buna göre gösterilerin başlangıcından itibaren güvenlik güçlerinin resmi verilere göre; 130 bin kapsül biber gazı kullanarak ülkenin yıllık biber gazı rezervini 20 günde bitirdiği hatırlatılıyor.

169 MAĞDUR VAKASI

PHR’ın incelediği 169 mağdurun fiziksel ve psikolojik verilerine göre bu mağdurların tümünün biber gazına maruz kaldığı ve çeşitli hastalık belirtileri gösterdikleri ifade ediliyor. Bu belirtiler arasında da solunum problemleri, alerji ve deri kaşıntıları, işitme kaybı, yüksek tansiyon yer alıyor.

Raporda, protestolara katılan sağlık görevlilerine ve göstericilerin bakımını üstlenen sağlık kuruluşlarına yapılan müdahaleler de detaylı olarak inceleniyor. Ve yaralanan göstericilere müdahale eden sağlık personelinin gözaltına alınması, revirlere yapılan saldırılar sıralanıyor. Ayrıca sağlık bakanlığı tarafından Temmuz ayında parlamentoya sunulan, acil sağlık hizmetlerinin bazı gereklerini suç kapsamına alan yasa taslağının mevcut yasama yılında kabul edilme ihtimali olduğu hatırlatılıyor.

KULLANIM YASAKLANMALI

Raporu hazırlayanlardan Dr. Iacopino, çalışmayla ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Gezi Parkı gösterileri sırasında Türk yetkililer tarafından hem göstericilere hem de göstericileri tedavi eden sağlık personeline karşı kullanılan gücün biçimi ve şiddeti orantısızdır ve kabul edilemez. Türkiye’de biber gazının her türlü kullanımı yasaklanmalı ve hükümet yetkilileri bu tarz istismarların önlenmesinin garantisini vermelidir.”

TASARI REDDEDİLMELİ

PHR’ın yönetim kurulu üyesi Dr. Heisler ise raporla ilgili şöyle konuştu:

“Türk yetkililer yaralıları tedavi eden doktorları ve revirleri kasıtlı olarak hedef almakla kalmayıp şimdi de bu sağlık hizmetlerini suç unsuruna dönüştürmek için çaba sarf ediyorlar. Sağlık Bakanlığı’nın Türk Ceza Kanunu’nu ihlal edecek bu yasa tasarısı sağlık çalışanlarının yaralılara korkusuzca ve tarafsızca sağlık hizmeti sağlayabilmeleri adına reddedilmelidir.”

BASKI REJİMLERİNİ ARAŞTIRIYOR

1986’da kurulan PHR, Şili’deki Pinochet diktatörlüğünün sağlık görevlilerine uyguladığı baskıları araştırmış, ardından 1988’de Irak’ta Saddam rejiminin kimyasal silah kullanımını belgelemişti. Örgüt, Bahreyn’de doktorlara yapılan sistematik saldırılar, İran’daki doktor tutuklamaları, Suriye ve eski Yugoslavya’daki sağlık kuruluşlarının hedef gösterilmesi gibi konuları da araştırdı.
 (Hürriyet/Tolga Tanış)