Etiket arşivi: İNSANLIK SUÇU!

HİROŞİMA’NIN 78.YILINDA KÜRESEL GÜVENLİĞE YÖNELİK TEHLİKE TIRMANIYOR!

NKP

Nükleer Karşıtı Platform (NKP), Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasının 78. yıldönümü dolayısıyla bir basın açıklaması yaptı. Nükleer silahlanmanın gün geçtikçe gelişme ve artış gösterdiğine dikkat çekilen açıklamada, küresel güvenliğe yönelik insanlığı doğasıyla birlikte yok edecek tehlikenin tırmanışının hızlandığı vurgulandı. Açıklamaya yazımızın devamından ulaşabilirsiniz.
***
NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BASIN AÇIKLAMASI

HİROŞİMA`NIN 78.YILINDA KÜRESEL GÜVENLİĞE YÖNELİK TEHLİKE TIRMANIYOR!

ABD`nin 2.Dünya Savaşı`nda Japonya`nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı nükleer bombaların üzerinden tam 78 yıl geçti. Emperyalist kapitalizm, yok etme hırsıyla ürettiği insanlığın gördüğü en korkunç silahı gözü kara biçimde kullanmış ve yüzbinlerce insanı çevresiyle birlikte katletmiştir. İnsanlık suçu oluşturan bu kırımın hesabı ise hiçbir zaman sorulamamıştır. Dünyanın ilk atom bombası saldırısının acısı ve dehşeti unutulmazken;  gün geçtikçe gelişme ve artış gösteren

  • Nükleer silahlanma, küresel güvenliğe yönelik insanlığı doğasıyla birlikte yok edecek tehlikenin tırmanışını hızlandırmıştır.     

Başını ABD-Batı-NATO`un çektiği kapitalist-emperyalist saldırganlık ve yayılmacılık, ekonomik, toplumsal, kültürel, bütün alanlarda engel tanımamakta, sürekli çatışma ve savaş riskleri doğurmaktadır.

Hiroşima ve Nagazaki saldırısının ardından nükleer silahların üstünlük ve caydırma özelliğine tanık olan kapitalist ülkeler, nükleer silah üretimi ve nükleer santral faaliyetlerine ağırlık ve hız vermiştir. Yapılan araştırmalar, insanlığın geleceğini doğrudan ilgilendiren nükleer silahlara ilişkin tedirgin edici rakamları ortaya koymuştur.

  • ABD,
  • Rusya,
  • Çin,
  • Fransa,
  • Birleşik Krallık,
  • Pakistan,
  • Hindistan,
  • İsrail ve
  • Kuzey Kore‘`de yaklaşık 13000 nükleer başlık bulunmaktadır.

Bunlardan bir bölümü karşılıklı anında otomatik ateşlenebilecek biçimde konuşlandırılmıştır. Yine Avrupa`da İtalya, Türkiye, Belçika, Almanya ve Hollanda topraklarında ABD-NATO nükleer silahlarını barındırmaktadırlar (Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü‘nün (SIPRI) 2023 yılı raporu, ICAN kaynakları).

Batı yayılmacılığıyla kışkırtılan Rusya ve Ukrayna savaşı ile birlikte iki ülke arasında giderek tırmanan şiddetin her an nükleer bir savaşa dönmesi ihtimali ciddi bir tehdit olarak tüm dünyanın ortak sorunu haline gelmiştir. Bu ülkelerdeki nükleer santrallerin hedef alınması büyük facialara neden olacaktır. Nükleer savaşın kazananı olmayacağı, böyle bir savaşın insanlığın sonu olacağı açıkken “gerekli görülmesi halinde nükleer silah kullanmaktan kaçınılmayacağı” yönünde yapılan açıklamalar, küresel güvenlik kaygılarını büsbütün artırmıştır.

Ülkemizde ise nükleer silah ve nükleer santral hayalini eyleme dönüştürme çabası içinde bulunan siyasal iktidar, bölgede yaşanan çatışmalar ve savaşlara karşın emperyalizmin saldırı örgütü NATO`nun nükleer paylaşımı kapsamında nükleer kitle imha silahlarına ev sahipliği yapmakta bir sakınca görmemektedir. Bu silahlar ülkemiz ve bölge halklarını açıkça hedef durumuna getirerek tehdit etmektedir.

Ülkemiz topraklarında konuşlandırılan ABD-NATO nükleer silahları derhal ve tümüyle çekilmeli, İncirlik Üssü nükleer silahlardan arındırılmalıdır. 

Dünya insanlığının nükleer silahlarla yok olma tehdidinden kurtarılması, bölge ve dünya barışının sağlanması ve barış ortamının korunması için Birleşmiş Milletlerde ezici bir çoğunlukla 2017 yılında kabul edilen

  • Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması daha fazla vakit yitirilmeden imzalanmalı ve TBMM gündemine alınarak onaylanmalıdır.

Öte yandan; Türkiye`nin de taraf olduğu Nükleer Silahların Yayılmasının Önlemesi Anlaşması`na (NPT) tüm ülkelerin yükümlülüklerine samimiyetle uymasıyla daha güvenli bir gelecek sağlanacağı unutulmamalıdır. 1970`de kabulünden bu yana, bu temel anlaşmanın maddeleri arasında bulunan nükleer silahları giderek azaltma-kaldırma çabaları ve başka ülkelere konuşlandırmama hükümlerine yıllardır uyulmamaktadır.

Toplumsal hiçbir faydası olmayan, yaşamsal riskler barındıran Mersin`de deprem fay hattı yakınında inşa edilen, meydana gelen aksaklıklarla daha şimdiden tehlike yaratan

  • Akkuyu Nükleer Güç Santralı başta olmak üzere,
  • Sinop ve Kırklareli`nde kurulması planlanan santral ile
  • nükleer silah projeleri durdurulmalıdır.

Yayılmacı, sömürü düzeni ekseninde insanlığın geleceğini tehdit eden savaş ve paylaşım planlarına karşı günümüzde olmadığı kadar güçlü bir barış hareketine ihtiyaç olduğu hatırlanarak, nükleer santrallar ve nükleer silahlara yatırım yapan, bu araçları canlıların, doğanın yaşam hakkına karşı kullanan, nükleer güç sahiplerine karşı ortak tutum alınmalıdır.

Dünyanın en önde gelen 100 kadar tıp dergisinin yöneticileri, uzman yazarlarla birlikte, Hiroşima kırımının 78. yıl dönümü münasebetiyle yaptıkları ve bütün dünya medyasında yayınlanan ortak açıklamada, bütün sağlık meslek mensuplarını ve dünya kamuoyunu büyüyen ve acil duruma gelen insanlığı yok edecek bir nükleer savaş tehdidine karşı nükleer silahların yasaklanması çalışmalarını desteklemeye çağırmıştır (https://peaceandhealthblog.com/2023/08/02/medical-journals-issue-urgent-call-for-elimination-of-nuclear-weapons/#more-6067).

Nükleer Karşıtı Platform olarak, Hiroşima ve Nagazaki`de yaşamlarını yitirenleri saygıyla anıyor,

  • Silahlanmaya ayırılan bütçenin ekonomik krizin derinleştiği, yaşamlarına yoksullukla mücadele eden halkımızın; beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılması için siyasal iktidar ve tüm muhalefet partilerini sorumluluğa, yurtta ve dünyada barış ve silahsızlanma çalışmalarını içtenlikle güçlendirmeye çağırıyoruz.
  • ABD-NATO nükleer silahları derhal ülkemizden temizlensin!
  • Türkiye zaman geçirmeden Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşmasını imzalasın!
  • Yurtta Barış, Dünyada Barış!
  • Nükleere İnat Yaşasın Hayat!

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BİLEŞENLERİ
05.08.2023, HİROŞİMA’NIN 78.YILINDA KÜRESEL GÜVENLİĞE YÖNELİK TEHLİKE TIRMANIYOR! | NKP

=============================
Bizim katkılarımız…

Image

Image

(19) Cem GÜRDENİZ (@cemgurdeniznet) / X (twitter.com)

 

Ülke bir eşikte

Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu
ergin.yildizoglu@gmail.com
20 Şubat 2023, Cumhuriyet

Rejim, deprem felaketini bir trajedi olarak sunmaya çalışıyor. Çünkü, trajedide suçlu yoktur; “kontrol edilemez” bir güç (Tanrı/doğa) ile güçsüz insan arasındaki çelişki, çoğu kez iyi niyetle yapılan hataların sonuçları vardır. Buna karşılık, kimi büyük felaketler, örneğin soykırımlar, “Hiroşima”, “Nagasaki”, birer trajedi değil, insanlığa karşı işlenmiş suçlardır.

BİR TRAJEDİ – BİR İNSANLIK SUÇU

Depremzedelerin başına gelenler, işledikleri bir suçtan değil, iyi niyetle yapılmış bir hatadan kaynaklandı: Dinci siyasetçilerin gerçekten dürüst olduklarını varsaydılar. Bu nedenle deprem olayı, ölenler, acı çekenler, kurtulanlar için trajik bir boyuta sahiptir ama bu olayın bir de suç boyutu var.

  • Büyük sermaye, ABD emperyalizminin yardımıyla siyasal İslamı iktidara taşıdı,
    sonra cebini açtı, gözlerini kapadı, kulaklarını tıkadı.

Siyasal İslamın egemen sınıfı, rejimini rant ekonomisi üzerine kurdu, inşaat sektörünü destekledi, rant sermayesini, açgözlü müteahhitleri serbest bıraktı, hatta hızlandırmak için liberal entelijensiyadan öğrendiği vesayet kavramına sığınarak (“Mimar ve mühendis vesayeti bitti… Bundan sonra projeler, hiçbir (!?) kurumun vize ve onayına tabi tutulmayacak” -Yeni Şafak, 10/07/2013) denetçi uzmanların elini; kolunu bağladı, iskâna uygun olmayan çürük binaları imar aflarıyla yasallaştırdı, bu arada deprem felaketi riski artarken, deprem için toplanmış kaynakları “kaybetti”.

  • Karşımızda bir insanlık suçu var! 

VE BİR MÜSTEHCEN KOMEDİ

Depremden sonra halk açısından trajedi, derinleşerek sürerken rejimin sorumluluktan kaçma çabaları hızla müstehcen bir komediye dönüştü. Bu müstehcen komedinin iki unsuru (ögesi) var biri iktidarsızlığını örtme telaşıyla yaptığı inandırıcılıktan uzak açıklamalar, saçma tepkilerden oluşuyor. İkincisi de bu iktidarsızlık karşısında, halkta yükselen öfkeyi savuşturmak için ürettikleri “algı yönetimi” dedikleri, bir yalan haber furyasından

Birincisinin en iyi örnekleri, “kader” edebiyatı, yapmak, gereken ama yapamadıkları işleri yapanları baskı altına almak, susturmaya çalışmaktır. İkincisine de “bir yılda yeniden yapacağız” saçmalığını, AFAD’ın her kurtarma anını sahiplenme telaşının ilkelliğini, halkın parasının kamu bankaları aracılığıyla halka “bağışlanmasını”, bu arada rejimden daha çok güvenilir oldukları için daha çok bağış toplayan bağımsız kurumların kasalarına “sulanmayı” örnek gösterebiliriz.

Yukarıdaki trajedi ve insanlık suçu ikilemine ek olarak“Kim bağış toplayabilir-kim toplayamaz”; “Kim yemek dağıtır-kim dağıtamaz”, “Çocuklara ne oluyor”, “Oteller dururken niye öğrenci yurtlarını boşaltıyorsunuz”, “Ekonomik kriz derinleşirken özel emeklilik fonlarını borsaya itmenin sonucu ne olur” sorularına, kurtarma işlemlerini, aksatma pahasına, tekeline alma çabalarına ek olarak, “seçimler yapılabilir-yapılamaz”, “ ‘şahıs’ aday olabilir-olamaz”, “Anayasa kutsal değil delinebilir-bunun adı darbe olur”, gibi tartışmaları, “evlat edinmek değil ama evlenmek caizdir” anlamında gelen açıklamayı da ekledik mi 

  • Ülkenin, ekonomik, ideolojik/kültürel hatta ahlaki boyutlara sahip bir siyasi eşiğe gelmiş olduğunu görebiliriz.

Ya toplum, siyasal İslamın rejimini, “süreç olarak faşizmi” geriletme şansını yakalayacak;
ya da siyasal İslamın rejimi, “süreç olarak faşizm” bir sıçrama daha yapacak.

TTB BAŞKANI DR. ŞEBNEM KORUR FİNCANCI BUNALIMI

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli

www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Dr. Ş.K. Fincancı hakkında bu sitede epey yazı yayınladık. 2020 Haziran’ında TTB seçimli genel kurula giderken, hemen ardından… bu kişinin TTB Merkez Konseyi’ne (TTB MK) aday gösterilmemesi hele Başkan olarak kesinlikle seçilmemesi için düşüncelerimizi gerekçeli ve belgeli olarak açıkladık. Ardından Dr. Fincan’cıyı istifaya çağırdık. Olmadı… 2 yıl sonra 2022 Haziran’ında oyları azalarak gene TTB MK içinde yer aldı ve adeta inatlaşırcasına “gene” TTB MK Başkanı seçildi 11 kişi içinde.

27.10.22 günü tutuklama kararı verilene dek suskun kaldık.
Tutuksuz yargılamanın daha doğru ve adil olduğu kanısındayız, bu kesin.

Tutuklama kararının ardından bizim de düşüncelerimizi açıklama hak ve yükümümüz var. 1977’de hekim olduğumuz yıldan bu yana 45+ yıldır TTB üyesiyiz ve meslek örgütümüze çok emeğimiz oldu. O’ndan da çok şey öğrendik.

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı bizi de çok iyi dile getirdi BEŞİNCİ KOL başlıklı yazısıyla (Beşinci kol | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM).
Onbinlerce hekimin benzer düşündüğünden hiç kuşku duymuyoruz.
Kamuoyu Dr. Fincancı’yı çok az tanıyor. Hekimlerin de epeycesi öyle. Dolayısıyla cansiperane savunma temelsiz.. Uğur Mumcu‘nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu ile açın konuşun..
Yazdıklarını okuyun. Uğur Mumcu davasında Fincancı’nın neler yaptığını.. (https://youtu.be/l4Rb0wxy9qg?t=1536, 31 Ocak 2022 ‘Şebnem Korur Fincancı Uğur Mumcu’nun Katillerinin Salınmasını Sağladı!’ Av. Ceyhan Mumcu | Saygı Öztürk, Sisler Bulvarı, KRT)

Av. Ceyhan Mumcu’ya göre; adeta yurt dışından uzanan eller Fincancı’yı devreye soktu ve Uğur Mumcu cinayeti nedeniyle yakalanan şüphelilerin İŞKENCE ALTINDA ifade verdikleri tezi o gece yarısı üretildi. Türkiye’de bir yığın Adli Tıp uzmanı içinde nasılsa Dr. Fincancı hemen bulundu, ısmarlama ve uzaktan rapor yazdı bu şüphelilere! Bu eylem açıkça suç ve tıp etiği dışında. İnsanları görmeden, muayene edip bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli rapor düzenlemek ağır suç.

  • Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur hiç kuşku duymuyoruz...

27.10.222 günü, Fincancı’nın tutuklanmasının ardından what’s up üzerinden bir ileti dağıtıldı, çok okundu. Burada aktaralım :
***
ONUN İŞİ SAHTE RAPOR, SAHTE BEYAN…

Şebnem Korur Fincancı… Okul yıllarından beri arkadaşım. Daha doğrusu eski arkadaşım.

  • Kişileri görmeden rapor yazmayı,
    misyonu gereği sürekli yalan beyanda bulunmayı alışkanlık haline getirmiş.
  • Aslında işini yapıyor, görevi bu.
  • Kişileri görmeden, muayene etmeden kimyasal silah saldırısı suçlamasında bulunuyor.
  • Daha önce Uğur Mumcu ve katledilen öteki aydınların davasında yine sanıkları görmeden işkence raporu vermiş, suçluların itirafçı olmasını engellemişti.

Ceyhan Mumcu açık açık anlatıyor. Bunlar biliniyor ama birçokları ABD’den, AB’den esen güçlü rüzgardan ötürü Fincancı’yı kahraman gösteriyor. Ergenekon davasına da hiç ilgisi olmadığı halde şikayetçi, müdahil olarak katılmıştı. Sanıkların kendisini tehdit ettiği yönünde uydurma beyanlarda bulunmuş, muhbirlik yapmıştı. Tüm bunlar vatandaşlık suçu, insanlık suçu! Ama TTB başkanı olarak en çok üstünde durulması gereken şey Deontolojik suç.

  • Sen nasıl muayene etmediğin kişiler hakkında rapor verir,tıbbi beyanda bulunursun!

Bu suç için insanlar kime şikayet etsin? Tabipler Birliği’ne mi?

Dr. Kaan Arslanoğlu
****

Dr. Kaan Arslanoğlu bir Psikiyatri uzmanı, yazar. Gün içinde (27.10.22) bu iletisi ile ilgili bir yalanlama da olmadı bu güne dek. Öte yandan, aynı gün biri 3 öbürü 2 yıldızlı güvendiğimiz, saygın – yurtsever 2 yüksek rütbeli subayla (general, amiral) iletişim kurduk. TSK’da kimyasal silah bulunmadığını, dolayısıyla kullanılmasının da söz konusu olamayacağını, çok net ve kesin bir dille bize belirttiler. MSB de geçtiğimiz günlerde bu yönde açıklama yaptı.

Dolayısıyla, Dr. Fincancı’nın öteden beri süregelen söz ve eylemleri ortadadır. Bu kişi, sayıları 200 bini aşan Türk Hekimlerini temsil sorumluluğunu ve saygınlığını gösterememiştir. İdeal olanı hiç olmazsa 2. kez Başkanlığa aday olmaması ya da bu son olay patlak verdiğinde, TTB’ye ve onbinlerce hekime zarar vermemek için hemen istifa idi. Dr. Fincancı bunu yap(a)madı, TTB Başkanlığı zırhını, artık nereye dek ve ne ölçüde olacaksa, koruyucu olarak kullanma yolunu seçti belki de ya da TTB MK O’nun istifa dileğini geri çevirdi, vuruşmayı seçti??

Dilek ve önerilerimiz :

  • Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmeli / istifa dileği varsa işleme konmalıdır.

TTB MK 1. yedek üyeyi çağırarak yeniden Başkan seçmeli ve hemen olağanüstü seçimli ve genel kurul kararı almalıdır. Dr. Korur istifa etmezse TTB MK kararı ile Başkanlıktan alınmalıdır.

Örgütün adından “Türk” sözcüğü kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hemen hemen tüm dünyada
bu yol gelenektir :

British Medical Association,
– American Medical Association,
– Italian Medical Association,
– Japan Medical Association,
– French Medical Association
……
***
Pireye kızıp yorgan yakmanın anlamı yoktur.
TTB, TMMOB, TDHK, TEB…. Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları olup, Anayasanın 135. maddesi güvencesine sahip vazgeçilmez demokratik kurumlardır.

Sonuç olarak                                               :

  • Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmeli ya da TTB MK görevden almalıdır..
  • Ş.K. Fincancı tutuksuz ve adil yargılanmalıdır.
  • İktidar bu olayı gerekçe yapıp Anayasanın 135. maddesine ve demokrasiye aykırı
    yeni yasal düzenlemelere ve kayyım atamasına gitMEmeli
  • Buna karşılık şimdiki TTB MK, kamuoyundan özür dileyerek / makul bir açıklama yaparak hemen seçimli olağanüstü genel kurul kararı almalıdır

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 31 Ekim 2022, Ankara

Beşinci kol

featuredDr. Ceyhun Balcı


Beşinci kol – VeryansınTV (veryansintv.com)

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Başka şekilde elde edilemeyen, etki altına alınamayan kitleyi (milleti) propaganda, casusluk, sabotaj ya da terör yoluyla istenen biçime sokmak olarak tanımlanmış kaynaklarda Beşinci Kol etkinliği. İspanya İç Savaşı sırasında Madrid’e 4 kol halinde ilerleyen faşistlere Madrid içinden destek olanlara beşinci kol göndermesine rastlanıyor pek çok kaynakta. Yine, klasik düzende 4 kol olarak yürüyen orduya destek amaçlı olarak düşman ülkede yürütülen casusluk etkinlikleri beşinci kol olarak adlandırılmıştır.

Beşinci Kol etkinliklerinin emperyalizmin günümüzdeki en etkin silahlarından birisi olduğu kuşkusuzdur. Silah zoruyla ve saldırganlıkla hedefe erişmenin her zaman ve her ortamda başarı şansı olmadığı düşünüldüğünde Beşinci Kol etkinliğinin küresel ölçekteki önemini ve yaygınlığını anlamak kolaylaşacaktır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey (TTB MK) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın geçtiğimiz günlerde etnik bölücülüğün sözcülüğünü yapan bir medya ortamında Türk Ordusu’nu kimyasal silah kullanmakla suçlaması doğal olarak gündemde önemli yer tuttu.

Başta hekim kitlesi olmak üzere toplumun her kesiminden öfkeli tepkiler yükseldi bu sorumsuz ve bir o kadar aymazlık ürünü açıklamaya. Doğrusu bu açıklamanın benzerlerine pek çok kez tanıklık etmiş bir hekim olarak son çıkışa da şaşırmadım.

BİR TANIKLIK

Yıl 2014. Yer Ankara! Daha birkaç ay önce TTB Genel Kurulu yapılmıştı. Kasım ayı başında bu kez olağanüstü genel kurul için aralarında benim de bulunduğum İzmir Tabip Odası TTB Büyük Kongre delegeleri Ankara’ya çağırıldı. Gündem mi? Üye ödentilerinin gözden geçirilmesi, düzenlenmesi ve güncellenmesi. Soğuk kasım gününde Ankara’da toplanan olağanüstü genel kurulun gerçek gündemi çok geçmeden anlaşıldı.

  • Rojava Devrimi”ni selamlamak için genel kuruldan bir heyet oluşturulması.

İnanması güç ama neredeyse gün boyu süren tartışmalar bu bağlamdaydı.

TTB ARKA BAHÇE Mİ?

Türkiye’de toplumcu hekimliğin öncüsü Nusret Fişek hocanın TTB yönetiminden ayrılması sonrasındaki 30 yıl boyunca TTB etnik ayrılıkçılığın arka bahçesine dönüştürüldü. Bu nedenle, az önce paylaştığım yaşanmışlık kesinlikle şaşırtıcı sayılmazdı bu süreci yakından izleyenler için.

  • Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışına dönecek olursak

Dayanaksızlığı ve gerçekdışılığı bir yana, yasayla kurulmuş bir meslek kuruluşunun başındaki kişinin ayrılıkçı teröre kol kanat geren bir televizyon kanalında ne işi vardı diye sormakla başlayabiliriz işe.

Türk Ordusunun envanterinde bulunmadığı pek çok kez dile getirilen kimyasal silahlarla ilgili bir savın bölücülüğün sözcülüğüne eşdeğer bir ortamda dile getirilmesi kabul edilebilir gibi değildir. Burada amaçlananın bir kuşkunun dile getirilmesinden çok emperyal destekli ayrılıkçılığa kamuoyu desteği sağlanması olduğu açıktır.

Her şeyi bir yana bırakıp sormak gerekir!

Bugün ülkemizin güneydoğusunda yoğunlukla kendisini gösteren, sınır ötesinde yuvalanma ve barınma olanağı bulan ayrılıkçı terör kimlerce özendirilmektedir ve desteklenmektedir? Terör örgütüne sözde bağlaşığımız ABD’nin TIR’lar dolusu silah gönderdiği ve ayrılıkçılığı saklamaya gerek duymaksızın silahla donattığı ve bu donatımı sürdürdüğü nasıl olur da göz ardı edilebilir?

Avrupa’nın pek çok ülkesinin yanı sıra Atlantik’in karşı kıyısındaki başemperyalist ABD’nin ayrılıkçı teröre verdiği destek kuşkuya yer vermeyecek denli ortadadır.

  • Ayrılıkçı terör dünyanın başka pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de emperyalist kurgunun gereği olarak varlığını sürdürmektedir.

Bu gerçekten hareketle ayrılıkçı teröre yakınlık duyan, bununla da yetinmeyip destek olan, kol kanat geren herkes, konumu ne olursa olsun emperyalizmin piyonu olmayı içine sindirmiş olmaktadır. Bu duruma destek olanların kendilerini siyasi yelpazenin neresinde gördüklerinden çok, kimin yararına duruş içinde olduklarına bakmak çok daha doğru olacaktır.

KOÇBAŞINA DÖNÜŞTÜRÜLEN TTB

Şebnem Korur Fincancı’nın duruşunda vurgulanması gereken bir diğer önemli nokta, sorunları dağları aşmış bir meslek grubunun kamu kurumu niteliğindeki kuruluşunun başındaki kişi olarak asal görevini bir yana bırakarak üzerine görev olmayan konulara odaklanmış olmasıdır. Şebnem Korur Fincancı için TTB öncelikli değil ikincil bir olgudur dersek yanılmış olmayız. Kendi görüşlerini ve düşüncelerini yayarken, terör odaklarına yakınlık duymakta sakınca görmezken, TTB’nin gücünden yararlanmaktadır. Başka deyişle kendisi TTB’ye güç katacak yerde, başında bulunduğu kurumun gücünü başka amaçla koçbaşı olarak kullanmaktadır.

Türkiye’deki 170.000’i aşkın (AS: 200 binin biraz üstünde) hekimin yasayla kurulmuş meslek kuruluşu olan TTB, yönetilecek olmaktan çok sıçrama tahtası işlevi gören ikincil bir oluşuma dönüştürülmüştür. Şebnem Korur Fincancı bu çıkışıyla bir yandan sorunlarına çözüm getirmekle yükümlü olduğu hekim topluluğuna zarar verirken diğer yandan da ayaklarını bastığı ülkeye ihanete eşdeğer kötülük yapmış olmaktadır.

RASTLANTI MI?

Bu arada, barolarda da seçim eğik düzlemine girildiği bugünlerde İzmir Barosu seçimli genel kurulundan (22.10.2022) gelen bir haber de bu yazının konusuyla ilintisi nedeniyle ilgi çekiciydi. Genç bir avukat hanımefendi ayrılıkçı ve etnikçi söylemlerini kürsüden dile getirme sınır tanımazlığı sergiledi. TTB ortamında bu ve benzeri söylemler pek çoğumuzu şaşırtmazken, İzmir Barosu ortamında etnikçi-ayrılıkçı çıkış tarihte bir ilk olarak kayıtlara geçmiş olmaktaydı.

Önce TTB sonra Baro! Rastlantı mı diye sormakla yetiniyorum. Kısa zaman aralığında yaşanan ardışık iki olay doğal olarak beşinci kol etkinliğini çağrıştırdı. Yazının başındaki Beşinci Kol girişi bu çağrışımın ürünüydü.

İĞNEYİ KENDİMİZE…

6023 sayılı yasayla 1953’te kurulan Tabip Odalarına üyelik, 12 Eylül döneminde yapılan bir düzenlemeyle zorunlu olmaktan çıkartılmıştır. Üye olma zorunluluğu özel hekimlik alanında çalışan hekimlerle sınırlandırılmıştır. Her şeye karşın hekimlerin önemli niceliğinin kamuda çalıştığı gerçeği önümüzde durduğuna göre, Tabip Odalarının önemli bir üye kaynağından yoksun bırakıldığı açıktır. Şebnem Korur Fincancı ve çizgisinin TTB ortamına egemen olma fırsatı bulması, Tabip Odalarına üye olan hekimlerin seçimlere ilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Tüm hekimlerin değil üyelerin % 15-20’sinin seçtiği Tabip Odası ve TTB yöneticilerinin “beşinci kol etkinliği” içinde yer alıyor izlenimi vermelerine şaşırılabilir mi?

Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışı sonrasında TTB’yi kapatalım sesleri yükselebilir kimi odaklardan. Nasıl ki yargıdan kaynaklı sorunları adliyeleri kapatarak çözmeyi aklımıza getirmiyorsak, TTB’de yaşanan sorunları da TTB’yi kapatarak çözmek akılcı olmayacağı gibi, tutarlı bir yaklaşım da olmayacaktır. Yakın geçmişte benzer durumlar karşısında ülkemizi yönetenlerin sergilediği tutum ve uygulamalar anımsandığında “TTB’yi kapatma” olasılığının hiç de düşük olmadığını saptamak zorunda olmanın yarattığı kaygının da ayrıca acı verici olduğu kuşkusuzdur. (AS: Kanımızca kayyım atanır..)

Hekimlerin ezici çoğunluğunun benimsemediği, görüş birliği içinde olmadığı TTB yöneticilerinin bulundukları yerden uzaklaştırılmaları ve o yöneticilerin önderliğinde kuruma egemen olan çizgi kaynaklı kısır döngüye son verilmesi fırsatı pek çok kez yakalanmış olsa da, ilgisizlik ve katılımsızlık bu fırsatın tepilmesi sonucunu doğurmuştur.

Emperyal sözcülüğüne heveslenen,
beşinci kol etkinliğine özdeş davranışlar içinde olmakta sakınca görmeyen
TTB MK Başkanı Şebnem Korur Fincancı
hiç kuşkusuz birincil sorumludur, baş kusurludur.

Ancak, ilgisiz ve katılımsız biz hekimlerin bu olumsuzluktaki sorumluluğu da görmezden gelinemez. Bugün bir kez daha su yüzüne çıkan bu olumsuzluk geçmişte de pek çok kez gündeme gelmişti. Yaşananlardan ders alınıp da keşke bu olumsuzluğa hekimlerin kendi kurumlarına sahip çıkan oylarıyla son verilseydi demekten alamıyorum kendimi.

  • Her şeye karşın Şebnem Korur Fincancı’nın istifa ederek hekimler başta olmak üzere kamuoyunun beklentilerini karşılamak gibi bir seçeneği olduğunu anımsatarak…

FIRSAT BU FIRSAT

Kestirilebileceği gibi Şebnem Korur Fincancı istifa istemlerini kulak arkası etti. Hatta, hızını alamamış olmalı ki soluğu Almanya’da aldı. Bir yanında etnikçilerle diğer yanında FETÖ’cülerle Türkiye’deki insan haklarını konuştu. Türkiye karşıtlığını sürdürdü demekle yetinelim.

Bu arada, Fincancı’nın içinde olduğu etnikçilikle iktidarın bitip tükenmez ümmetçilik anlayışının ortak paydada buluştuğu izlenimi yaratan gelişmeler de yaşanıyor.

Cumhurbaşkanı “o kişinin başında bulunduğu…” sözleriyle başlayan değerlendirmesinde Türk Tabipleri Birliği’ni niteleyen “Türk”ü silme ya da Baroda yeltenildiği gibi hekimlikte de çoklu meslek kuruluşu oluşturma doğrultusunda işaret vermiş oldu. Çayın taşıyla çayın kuşunu vurmaya eşdeğer bir girişim.

Fincancı ve ekibini sevindireceği kuşkusuz.
==================================

Dostlar,

Dr. Ş.K. Fincancı hakkında bu sitede epey yazı yayınladık. 2020 Haziran’ında TTB seçimli genel kurula giderken, hemen ardından… bu kişinin TTB Merkez Konseyi’ne (TTB MK) aday gösterilmemesi hele Başkan olarak kesinlikle seçilmemesi için düşüncelerimizi gerekçeli ve belgeli olarak açıkladık. Ardından Dr. Fincan’cıyı istifaya çağırdık. Olmadı… 2 yıl sonra 2022 Haziran’ında oyları azalarak gene TTB MK içinde yer aldı ve adeta inatlaşırcasına “gene” TTB MK Başkanı seçildi 11 kişi içinde.

Bu gün tutuklama kararı verilene dek suskun kaldık.

Tutuksuz yargılamanın daha doğru ve adil olduğu kanısındayız, bu kesin.

Tutuklama kararının ardından bizim de düşüncelerimizi açıklama hak ve yükümümüz var. 1977’de hekim olduğumuz yıldan bu yana 45+ yıldır TTB üyesiyiz ve meslek örgütümüze çok emeğimiz oldu. O’ndan da çok şey öğrendik.

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı bizi de çok iyi dile getirmiş. Onbinlerce hekimin benzer düşündüğünden hiç kuşku duymuyoruz. Kamuoyu Dr. Fincancı’yı çok az tanıyor. Hekimlerin de epeycesi öyle. Dolayısıyla cansiperane savunma temelsiz.. Uğur Mumcu‘nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu ile açın konuşun.. Yazdıklarını okuyun. Uğur Mumcu davasında Fincancı’nın neler yaptığını.. (https://youtu.be/l4Rb0wxy9qg?t=1536, 31 Oca 2022 ‘Şebnem Korur Fincancı Uğur Mumcu’nun Katillerinin Salınmasını Sağladı!’ Ceyhan Mumcu | Saygı Öztürk, Sisler Bulvarı, KRT)

Av. Ceyhan Mumcu’ya göre; adeta yurt dışından uzanan eller Fincancı’yı devreye soktu ve Uğur Mumcu cinayeti nedeniyle yakalanan şüphelilerin İŞKENCE ALTINDA ifade verdikleri tezi o gece yarısı üretildi. Fincancı, ısmarlama ve uzaktan rapor yazdı bu şüphelilere. Bu açıkça suç. İnsanları görmeden, muayene edip bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli rapor düzenlemek ağır suç,

  • Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur hiç kuşku duymuyoruz...

Bu gün what’s up üzerinden bir ileti dağıtıldı, çok okundu. Buraya aktaralım :
***
ONUN İŞİ SAHTE RAPOR, SAHTE BEYAN…

Şebnem Korur Fincancı… Okul yıllarından beri arkadaşım. Daha doğrusu eski arkadaşım.

  • Kişileri görmeden rapor yazmayı,
    misyonu gereği sürekli yalan beyanda bulunmayı alışkanlık haline getirmiş
    .
  • Aslında işini yapıyor, görevi bu.
  • Kişileri görmeden, muayene etmeden kimyasal silah saldırısı suçlamasında bulunuyor.
  • Daha önce Uğur Mumcu ve katledilen öteki aydınların davasında yine sanıkları görmeden işkence raporu vermiş, suçluların itirafçı olmasını engellemişti.

Ceyhan Mumcu açık açık anlatıyor.

Bunlar biliniyor ama birçokları ABD’den, AB’den esen güçlü rüzgardan ötürü Fincancı’yı kahraman gösteriyor.

Ergenekon davasına da hiç ilgisi olmadığı halde şikayetçi, müdahil olarak katılmıştı. Sanıkların kendisini tehdit ettiği yönünde uydurma beyanlarda bulunmuş, muhbirlik yapmıştı.

Tüm bunlar vatandaşlık suçu, insanlık suçu!

Ama TTB başkanı olarak en çok üstünde durulması gereken şey Deontolojik suç.

  • Sen nasıl muayene etmediğin kişiler hakkında rapor verir,
    tıbbi beyanda bulunursun!

Bu suç için insanlar kime şikayet etsin? Tabipler Birliği’ne mi?

Dr. Kaan Arslanoğlu
=========================

Dr. Kaan Arslanoğlu bir Psikiyatri uzmanı, yazar. Gün içinde bu iletisi ile ilgili bir yalanlama da olmadı bu saate dek.

Öte yandan, bu gün biri 3 öbürü 2 yıldızlı güvendiğimiz, saygın – yurtsever 2 yüksek rütbeli subayla (general, amiral) iletişim kurduk. TSK’da kimyasal silah bulunmadığını, dolayısıyla kullanılmasının da söz konusu olamayacağını, çok net ve kesin bir dille bize belirttiler. MSB de geçtiğimiz günlerde bu yönde açıklama yaptı.

Dolayısıyla, Dr. Fincancı’nın öteden beri süregelen söz ve eylemleri ortadadır. Bu kişi, sayıları 200 bini aşan Türk Hekimlerini temsil saygınlığını gösterememiştir. İdeal olanı hiç olmazsa 2. kez Başkanlığa aday olmaması ya da bu son olay patlak verdiğinde, TTB’ye ve onbinlerce hekime zarar vermemek için hemen istifa idi. Dr. Fincancı bunu yapmadı, TTB Başkanlığı zırhını, artık nereye dek ve ne ölçüde olacaksa, koruyucu olarak kullanma yolunu seçti.

Dilek ve önerilerimiz :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.

TTB MK 1. yedeği çağırarak yeniden Başkan seçmeli ve olağanüstü seçimli genel kurul kararı almalıdır.

Örgütün adından “Türk” sözcüğü kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hemen hemen tüm dünyada bu yol gelenektir :
British Medical Association
American Medical Association
Italian Medical Association
Japan Medical Association
French Medical Association
……
Pireye kızıp yorgan yakmanın anlamı yoktur. TTB, TMMOB…. Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları olup, Anayasanın 135. maddesi güvencesine sahiptir.

Sonuç olarak                                               :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.
  • Dr. Ş.K. Fincancı tutuksuz ve adil yargılanmalıdır.
  • İktidar bu olayı gerekçe yapıp Anayasanın 135. maddesine ve demokrasiye aykırı
    yeni yasal düzenlemelere ve kayyım atamasına gitmemelidir.
  • Buna karşılık şimdiki TTB MK, kamuoyundan özür dileyerek hemen seçimli olağanüstü genel kurul kararı almalıdır

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

 

BİZİM TV Programımız : 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ve Salgın Yönetiminde Son Durum

Dostlar,

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, BİZİM TV’den Sayın Burcu Uğur’un konuğu olduk. 2 konu belirlenmişti yaklaşık 40-45 dakika program için :

1. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
2. Salgın Yönetiminde Son Durum..


Sayın Uğur’un sorularını yanıtlamaya çalıştık.. Aşağıdaki görsel ekranda paylaşıldı :


Büyük ATATÜRK‘ün Türk kadınına dünyanın pek çok ülkesinden önce kazandırdığı hakları vurguladık. Üstteki görselde, 1930’da İngiltere’de kadın hakları için eylemde taşınan posterde yazılan çok öğretici:

  • İngiliz kadını Türk kadınından daha mı değersiz??

Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi‘nin – CEDAW tam olarak yaşama geçirilmesi gerektiğini belirttik.

İstanbul Sözleşmesi‘ndan geri çekilmenin Bay Erdoğan’ın yetkisinde olmadığını, bu işlemin hukuk dışı ve geçersiz olduğunu, TBMM’nin yetkisinin gaspı nedeniyle hükümsüz olduğunu vurguladık.

RTE’nin, Türkiye’de kadın cinayetlerinin başka ülkelerden az olduğu söyleminden duyduğumuz acıyı paylaştık. Bu bölümü bir şiir ile kapattık..

****
İkinci bölümde Covid-19 salgınında son durumu ve
– aşı olmayan TURKOVAC skandalı ve dayatmasını irdeledik.
– Salgının bitmediğini, ölüm ve olgu sayılarının hala çok yüksek olduğunu,
– iktidarın salgın yönetimi yerine algı yönetimi peşinde olduğunu,
– bu çok acı – çok başarısız – insanlık suçu tablodan bile hiç sıkılmadan başarı öyküsü çıkarmaya çabaladığını vurguladık.

Salgının bittiğini açıklamaya yetkili kurum Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ). Bu yetkili uzmanlık kuruluşunun bu yönde değil tersi yönde açıklamaları var!

Halkımıza bireysel önlemleri bırakmamasını ve etkili aşı ile (mRNA aşısı) aşılarını tamamlamasını önerdik.

İktidara da sorumluluktan kaçamayacağını ve yapılması gerekenleri belirttik.
Toplam 46 dakika.. İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereğini diliyoruz.

https://youtu.be/MfkBwzxG0u8

Sevgi ve saygı ile. 11 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

‘TURKOVAC’ çıkışı : “İnsanlık suçu”

Prof. Dr. Ahmet Saltık’tan ‘TURKOVAC’ çıkışı:

“İnsanlık suçu”

Sağlık Bakanlığı’nın 25 Kasım’da acil kullanım için başvuruda bulunduğu yerli aşı TURKOVAC için acil kullanım izni çıktı. Prof. Dr. Ahmet Saltık, Omicron varyantı ve TURKOVAC ile ilgili Cumhuriyet‘e çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

23 Aralık 2021 Perşembe, 10:58 Videoyu izlemek ve haber metni için tıklayınız..

https://www.cumhuriyet.com.tr/video/erdogan-turkovaci-duyurdu-prof-dr-ahmet-saltiktan-korkutan-uyari-insanlik-sucu-1894890

Cumhuriyet‘e konuşan Prof. Dr. Ahmet Saltık, koronavirüsün (Covid-19 etkeni) yeni varyantı Omicron’un Delta varyantına göre 70 kat daha bulaşıcı olduğunu söyledi.

Yerli aşı çalışması TURKOVAC‘a ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Saltık, aşıyla ilgili sağlam (bilimsel) veriler olmadan kullanıma sunulmasının bir “insanlık suçu” olduğunu vurguladı.

Güney Afrika Ulusal Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü tarafından saptanan ve “Şimdiye dek görülen en kötü varyant” olarak nitelendirilen Omicron, Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada yayılmayı sürdürüyor. 

“AŞILAR %70-80 KORUYOR”

Omicron varyantıyla ilgili olarak Cumhuriyet’e açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Ahmet Saltık, kullanılan eldeki aşıların bu varyanta yönelik etkileri hakkında henüz net bilgiler olmadığını ifade etti. Saltık, “Elimizde bulunan aşılar %70-80 düzeyinde bir koruma sağlıyor” dedi ve var olan aşıların güncellenmesi için de çalışmaların sürdüğünü belirtti.

Şimdiye dek yapılan 1. ve 2. doz aşıların yeni varyant karşısında etkisinin yetersiz olabileceğini anımsatan Saltık, “Halkımıza, eksik kalan aşılarını tamamlamalarını öneriyoruz. Sağlık Bakanı her gün söylüyor. Günlük aşılama sayısı 50 binlere düştü. Fakat aşı bağışıklığını yitiren insanlar her gün aşılananlardan daha da çoğalıyor. Dolayısıyla Türkiye’deki toplumsal bağışıklık oranı gerçekte azalıyor” diye konuştu.

“TURKOVAC’A ‘ACİL ONAY’ İNSANLIK SUÇU OLUR”

Yerli aşı adayı TURKOVAC hakkında da değerlendirmelerde bulunan Saltık, aşı çalışmasıyla ilgili verilerin saydam olmadığını belirterek, 

  • “Sayısal veriler nerede? Bu analizleri kimler yaptı? Hangi tarafsız gözlemcilerin eşliğinde yapıldı? Bunları bilmeden TURKOVAC’ı bir aşı olarak kabul etmek ve acil kullanım onayı almak insanlık suçu olur” ifadelerini kullandı.

“Bir saçmalığımız da acil kullanım onayını Türkiye Tıbbi Cihaz ve İlaç Kurumu’nun (TİTCK) veriyor olmasıdır” diyen Saltık, acil kullanım onayı veren kurumların FDA, EMA… vb. gibi bilimsel açıdan özgür ve yönetsel bakımdan özerk olması gerektiğini vurguladı.

ABD ve AB’de ‘acil kullanım onayı’ alan aşıların onay ve ruhsat (lisans) süreçlerini anımsatan Saltık, şunları kaydetti:

  • “BioNTech ve Moderna‘ya olağan kullanım izni (ruhsat, lisans) veren özerk bağımsız bilim kurumu FDA bu toplantıları basına açık yaptı. Kameraların karşısında bilim insanları saatlerce tartıştı. Özetle, ‘bir aşı geliştirdik‘ diye siyasal başarı öyküsü yaratmak uğruna insanların sağlıklı yaşamak hakkıyla kumar oynanmaz
  • Bu, insanlığa karşı bir suçtur.
  • Uluslararası standart koşullara uymadan Acil kullanım onayı verilmiştir. Onaya temel  verilerin son derece saydam olması gerekir. Eğer acele eder, ‘bakın biz aşı geliştirdik’ diye kendinize bir siyasal başarı öyküsü yaratmaya çalışırsanız tarih sizi bağışlamaz ve mutlaka yargıda da hesabını verirsiniz.”

 

TELE-1 Programımız – 23 Ekim 2021

Dostlar,

23 Ekim 2021 Cumartesi günü, bu gün sabah saat 11:00’de TELE1‘de olacağız. / OLDUK.
Sn. Namık Koçak‘ın programı saat 10:00’da başlıyor ama bizi 11:00’de konuk alacak / ALDI, yaklaşık 50 dakika süre ile. Erişke (link) aşağıda.

Duyuru görseli aşağıda..


Belirlenen konu kovit-19 ölümleri…

  • SALGINI YÖNETEMEYEN İKTİDAR, COVİD KAYNAKLI ÖLÜM SAYILARINDA HALKA YALAN MI SÖYLÜYOR ??

22 Ekim 2021 verileri aşağıda. Günlük yeni yakalanan olgu / vaka sayısı 28.192, ölüm sayısı ise 228. Bunlar “resmi” veriler doğallıkla. Tarama amaçlı test yapılmadıkça; test, olguları %100 yakalama yeteneğinde olsa bile (gerçekte %50-70 arasında) yakalanabilenler buzdağının ucu olup, gerçeğin 1/10’una dek düşebilir. Ölümlerde ise, birçok etmene bağlı olarak gerçek veriler ortaya kon(a)mamakta, kamuoyuna açıklanmamaktadır.


Dünya genelinde toplam olgu sayısı, salgının 22. ayı biterken 243,7 milyona dayanmıştır. Bunların 220,8 milyonu iyileşmiş, 4,95 milyonu ölmüştür. Halen aktif durumda olan olgu sayısı 17,9 milyondur. Olgu ölüm hızı %2’dir.

Türkiye’de toplam olgu / vaka sayısı 7,800,796’a ulaşmıştır ve bu veri ile Dünyada 6., Avrupa’da ise İngiltere’nin ardından 2. sıradayız.

Aktif hasta sayısı 500,174 olup, dünya toplamı 17,904,801’in %2,8’ine karşılıktır. Keza, 22 Ekim 2021 günü için Dünya toplamı olan günlük yeni olgu sayısı 440,282 olup, Türkiye’de 28,192 yeni olgu kayda alınmıştır, %6,4’e karşılıktır. Oysa Türkiye nüfusu Dünya toplamının %1,1’idir.

Ölümler ise yine “resmi” rakamla 68,700’e erişmiştir ve milyon nüfusta 803’e karşılıktır. Bu rakam dünya geneli için milyon nüfusta 635’tir. Türkiye’de ölümlerin dünya ortalamasının üstünde olduğu görülmektedir. Öte yandan olgu ölüm hızı %0,9 ile Dünya ortalamasının yarısından azdır !? Niçin? Hangi üstünlükle??

Ülkemizde son 1 haftada toplam 201,672 yeni olgu tanı almıştır. Dünya toplamı son hafta için 2,881,068 olup, %7’sine karşılıktır! Öte yandan Dünyada son 1 haftada olgu sayılarında önceki haftaya göre %1 artış yaşanırken ölümler %0,7 azalmıştır. Türkiye’de bu oranlar aynı sırayla -%6 ve -%2’dir; niçin ve nasıl??

Gerek günlük, gerek haftalık gerekse aktif olgu sayılarında nüfusuna oranla Dünya ortalamasının epey önünde olan Ülkemizde, ölümlerde ise tersine bir “iyilik” (!?) söz konusudur. Tanrı Türk’ü koruyor mu hala?! İktidar “Türk” de tanımıyor ve Bahçeli’nin “Milliyetçi” (!?) partisi bu insan kıyan salgın politikalarını seyrediyor, gıkı çıkmıyor!

Ülkemizde olgu ölüm hızının Dünya ortalamasının yarısından da az olmasını açıklayabilecek hiçbir bilimsel veri yok! Bu hız eğer %0,9 yerine %2 olarak kabul edilecek olursa, 152,667 ölüme karşılıktır.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), özellikle gelişmekte olan ülkelerde ölüm rakamlarını 3-3,5 ile çarpmayı önermektedir. Böyle yapıldığında Türkiye’de Kovit-19 ölümleri, ilk ölümün açıklandığı 17 Mart 2020’den bu yana 206,100 ile 240,450 arasında beklenir, açıklanan salt 68,700!

Tüm bulgular, ölüm verilerinde ciddi bir karartmaya gidildiğini ortaya koymaktadır. En iyimser rakamla 152,677 ölümün kayda alınmış olması gerekirdi. DSÖ’ne göre beklenebilecek üst sınır ise yukarıda da hesaplandığı gibi 206,100’dür!

Çok dikkat çeken bir veri ise, kritik durumda olan olgu / vaka / hasta sayısının neredeyse
6 haftadır 633 olarak sabit kalabilmesidir!?

Bu rakamın da (633!) yukarıdaki derin tutarsızlıklar gibi, Epidemiyolojik olarak açıklanabilmesi olanağı yoktur! TV ekranlarında kezlerce uyarmamıza karşın bu veriye dokunulmamaktadır!? Hatta Halk Sağlığı Genel Müdürüne what’s up ile sormamıza, yurttaş olarak bilgi edinme hakkı kapsamında yanıt istememize ve bu iletimizin okunmuş olmasına karşın!! En hafif terimi ile bu tutum özensizlik, ciddiyetsizlik ve halka saygısızlık olup, güven yitiği nedenidir. Oysa salgın yönetiminde halkın güvenini kazanmak en başat yükümdür.

Dünya genelinde ve Türkiye için ölüm verilerinin (seyri) gidişi sırasıyla aşağıdadır.

Dünyada 4. dalga ölümlerinde belirgin iniş gözlenirken, ülkemizde tırmanma söz konusudur. Üstelik güven verici olmaktan, tutarlı olmaktan çok uzak, indirgenmiş olgu ve özellikle ölüm verileri ile.

En belirgin sorun alanlarından biri ise, 2020 yılı ölüm istatistiklerinin TÜİK tarafında hala açıklan(a)mamış olmasıdır. Hiç kuşlu yok, bu bir teknik sorun değil, iktidarın engellemesidir. 440 bin dolayında beklenen 2020 yılı ölümleri (2019’da 436 bin idi) anormal artmış olmalıdır ve AKP iktidarı bu fiyaskoyu / ağır skandalı göze alamamakta, ölüm verilerini açıkla(ya)mamaktadır! Ancak nereye dek? Ya da nasıl bir kılıf uydurulacaktır? Minare hangi kılıfa sığabilecektir? 2021 bitiyor ve salgın bu yılda da sürdü, sürmekte, çoook can almakta.

2020’de nüfus artışı yalnızca 459 bin kişi oldu! Bu rakam 2019’da 1 milyon 151 bin idi. Nüfus artış hızı binde 13,9’dan binde 5,5’e düştü. 1927 nüfus sayımlarından bu yana böylesine düşük bir nüfus artış hızı görülmedi! 2. Dünya Savaşında 1940-45 arasında bile binde 10,6 idi. Binde 8,4 düzeyinde bir anormal nüfus artış hızı azalması nasıl açıklanabilir? Bu çok belirgin (dramatik) azalmanın nedeni salt salgın nedeniyle doğumlardaki azalma mıdır? Ya da 2020’de gerçekleşen kovit ölümleri midir? 2019’da 1 milyon 187 bin olan bebek doğumu geçen yıl 1 milyon 113 binde kaldı. Doğum sayısında azalma yalnızca 74 bin. Eğer binde 13,9 nüfus artış hızı 2020’de de gerçekleşseydi nüfus, 83.155 m x 0,0139 = 1 milyon 156 bin artış ile 84 milyon 312 bin olacaktı.

Beklenen nüfus artışı, 2019 verisiyle sabit alınırsa, 1.156 milyon yerine yalnızca 459 bin olduğuna göre aradaki fark 697 bin kişi olup, bu insanlar nerededir? Bunun salt 74 bini doğum sayısındaki azalma kaynaklıdır. Geriye 623 bin kayıp kalıyor. 2020 içinde resmen açıklanan toplam kovit ölümü 20,881’dir. Geriye yaklaşık 602 bin kayıp, açıklanamayan nüfus yitiği var! Gerçekleşen nüfus artışı TÜİK açıklamasına göre 459 bindir,  Beklenen 1 milyon 156 bin nüfus artışının olağan koşullarda 440 bininin ölüm olarak kayda girmesi beklenirdi. Çünkü önceki yıl 2019’da 436 bin resmi ölüm kaydı vardı. Bu durumda, beklenen en az nüfus artışı 1 milyon 156 bin – (440 bin ölüm + 459 bin nüfus artış hızı) = 257 bin nüfus kayıptır!

DİKKAT                                        :

  • Türkiye’de 2020 yılında fazladan 257 bin kayıt dışı ölüm olmuştur.
  • Açıklanan 21 bin kovit ölümüne ek, 257 bin ölüm daha söz konusudur.
  • AKP iktidarı bu muazzam ölüm sayısını saklamaktadır.

Her ne ise 257 bin insanın ölüm verileri, nedenleriyle ortaya konmalıdır. Kovit salgını yaşanırken, ölümlerdeki bu anormal ötesi fırlama başka hangi nedene bağlanabilir? Muhalefet partileri, mezarlık kayıtları ile bu acı tabloyu doğrulamalı ve iktidarın üstüne giderek ülke gündemi yapmalıdır.

Kovit salgının AKP iktidarınca yönetilememesi, olağanüstü kötü – yanlış yönetiminin isyan ettiren bedeli, 21 bin resmi kovit ölümüne ek,
ÇEYREK MİLYON CANIMIZDIR!

Bu korkunç gerçek hiçbir biçimde göz ardı edilemez, muhalefet ve Türkiye ayağa kalkmalı, iktidardan hesabı sorulmalı ve istifaya zorlanmalıdır.

Çeyrek milyon masum insan, AKP’nin kutsal yaşam hakkını hiçe sayan akıl dışı, ilkel, insanlık dışı ve insanlığa karşı suç oluşturan sözde sağlık / salgın politikaları (!) yüzünden ölmüştür!

  • Hangi iktidar görevde kalabilir Dünyada böylesine yüz kızartıcı ağır bir insanlık suçu ile!???

Sonuç olarak                                             ;

Ülkemizde salgın iyi yönetil(e)memektedir, bu durum kabul edilemez ve sürdürülemez. Önlenebilecek çok sayıda olgu ve ölüm ne yazık ki yaşanmıştır, yaşanmaktadır.

Masum 250 bini aşkın insanımız, AKP politikaları yüzünden, yaşatılabilecek iken, hastalığa değil KÖTÜ YÖNETİME kurban verilmiştir salt 2020’de!

  • Bu durum katlanılamaz, bağışlanamaz; salgın savaş politikaları köktenci olarak değiştirilmelidir.
  • Muhalefet partileri ve Türkiye toplumu, örgütlü gücü ile bu kırıma, insanlık suçuna engel olabilir, olmalıdır.
  • Bu veriler üstelik, salt 2020 için; 2021’de ölümler 2020’nin 2,5 katı, şu güne dek 69,112 (24.10.2021 akşamı). Bunun 20.881’i 2020 yılının, kalan 48.231’i 24 Ekim 2021’e dek.

Bunları konuşacağız / KONUŞTUK TELE1’de Sn. Koçak ile bu gün saat 11:00’de 45 dakika boyunca.

Kaçıranların izlemesi ve yaygın paylaşması için erişke (link) aşağıda :

Ölüm sayısı 152 bin mi, 240 bin mi? | FORUM HAFTA SONU – YouTube

Sevgi ve saygı ile. 23 Ekim 2021, Ankara
(Güncelleme : 23.10.21, 23:22)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Yazının pdf biçimi :
SALGINI YÖNETEMEYEN İKTİDAR, COVİD KAYNAKLI ÖLÜMLERDE HALKA YALAN MI SÖYLÜYOR

 

KRT TV Programımız : 25 Eylül 2020

Dostlar,

Bu gün, 25 Eylül 2020 Cuma günü, 15:00 sonrası, KRT TV’den Sn. Çiğdem Akdemir’in konuğu olduk..

21 dk. gibi kısa bir sürede KORONA SALGINI‘na geldiğimiz tıkanmayı değerlendirdik..

Yeni bir algı operasyonu : Bu kez “hasta, olgu, vaka” kavramlatı üzerinden sorunu denetim altında imiş gibi gösterme çabaları…

Turkuaz / AKP yeşiline boyanan tablodaki akıl almaz çelişkiler hala, inatla sürdürülmekte.
Yurdum insanı zaten düşünmüyor ve sorgulamıyor ki; “Reiz onların yerine de düşünüp gerekeni yapıyor..” nasılsa!!??

Ölüm ve olgu / hasta sayıları açıklananın 10 katı gibi duruyor. Çok ciddi kaygılarımız var.
Bu yöntemlerle devam edilemez.
İktidar salgını yönetemiyor; masum insanlar ölüyor!..
Bu tablo böyle sürdürülemez.

  • Bu bir İNSANLIK SUÇUDUR / İNSANLIĞA KARŞI SUÇTUR..

Ne var ki, 18 yıllık tek başına AKP iktidarı ile moratoryum (uluslararası iflas) eşiğine sürüklenen ülkemizde Gordion’un düğümü bu! Salgın için etkin Epidemiyolojik – yönetsel önlemler alınmamasının / ALINAMAMASININ temel nedeni kaynak yokluğu, para yok Hazinede!

İşte böyle… ekonomik talanın ağır faturası salgınla başedememe ve masum yurdum insanlarını feda etme.. Çaresiz, kıvranıyoruz..

  • 50 milyar Dolara yakın kaynağı AK iktidarı ne yapıp edip bulmak ve daha çok oyalanmadan 14 günlük TAM KAPATMA uygulamak zorunda..

Salgını başkaca denetleme yolu kalmadı.. Pansumanlar, merhemler, ateş düşürücüler, çatlakları sıvamalar, sözcük oyunları, tedbir tekerlemeleri.. artık işe yaramıyor..

Maskeler de… Ezici çoğunluğu uyduruk, göstermelik.

Aylardır söylüyoruz; maskelere asgari bilimsel standart getirme, denetleme ve Devletin akçalı desteği (sübvansiyon)..

  • Anlaşıldı mı? Oyalanmadan, en az 14 gün TAM KAPATMA!

Ayrıntılı anlattık.. izleyin, paylaşın ve gereğini yapın, gecikmeyin; masum insanlar ölüyor!

Sevgi ve saygı ile. 26 Eylül 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Şırnak’ta Polis aracı ile sürüklenen cansız insan bedeni..

tbb_logosu

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİNDEN BASIN AÇIKLAMASI

Şırnak’ta, eldeki fotoğrafa göre polis aracı olduğu anlaşılan bir araca bağlanıp sürüklenen cansız insan bedenine ilişkin görüntüler hepimizi derinden sarsmıştır. Bu görüntüler doğru ise; yapılan, görevi kötüye kullanma (TCK 257) ve ölüye hakaret (TCK 130) suçlarına vücut vermektedir.

Terör örgütüne halk nezdinde taban kazandırmaya ve terörle mücadeleye büyük zarar vermeye elverişli bu suçların hükümet tarafından kınanması hiçbir biçimde yeterli değildir. Derhal etkin olarak yürütülecek adli ve idari soruşturmaların açılması gereklidir. Bu soruşturmaların hukuk dışı gerekçelerle engellenmesi mutlaka önlenmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Bu vahşet görüntüsü hem vicdanları sızlatmış hem ülkenin itibarını sarsmış hem de terörle mücadeleye zarar vermiştir . Hiçbir gerekçe insan haklarını ayaklar altına alan bu suçların sorumlularının hak ettikleri ceza ile cezalandırılmalarına engel olmamalıdır.

Bu vahim olayın takibi için Başkanlığımızca Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezimiz görevlendirilmiştir.

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı

===============================

Dostlar,

Şırnak’ta Polis aracı ile sürüklenen
cansız insan bedeni..

Yetişemiyoruz olaylara..

Son verilere göre o 2 polis görevden uzaklaştırılmışlardır.
Anlaşılan bu yaptırım “geçici” ve idari nitelikte bir önlemdir (tedbir).
Yargılama hızla ve adil olarak yapılmalı ve bir insanlık suçu olan söz konusu eylem,
hakettiği yaptırımı görmelidir.

Türkiuye Cumhuriyeti Devleti, her durumda “hukuk içinde” kalmalı, “Hukuk Devleti” olma nitelğine asla gölge düşürmemelidir.

Güvenlik güçlerinin temel ve görev hukuk eğitimi eksiksiz, etkili ve sürekli olarak yapılmalıdır.
Bu yönetsel (idari) soruşturmsyı ve ardınan açılacak davayı izleyeceğiz..

Sevgi ve saygı ile.
16 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Danıştay’dan İMAM HATİP LİSELERİNE YÖNELİK KAYIRMACI YAKLAŞIMA “DUR”

Danıştay’dan İMAM HATİP LİSELERİNE YÖNELİK KAYIRMACI YAKLAŞIMA “DUR!

YÜKSEK YARGI MEB’İN İMAM HATİP LİSELERİNE YÖNELİK KAYIRMACI YAKLAŞIMINA “DUR” DEDİ

YÜKSEK YARGI, MEB’İN İMAM HATİP LİSELERİNE YÖNELİK KAYIRMACI YAKLAŞIMINA “DUR” DEDİ

Sendikamızca, Danıştay’da Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 20.07.2010 tarih ve 76 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Haftalık Ders Çizelgeleri Konulu kararının ve bu karara bağlı olarak düzenlenen Haftalık Ders Çizelgelerinin iptali talebiyle açılan davada, Yüksek Mahkeme, Haftalık Ders Çizelgelerinin iptaline hükmetmiştir. Söz konusu kararda Danıştay; dava konusu çizelgelerde, Mesleki ve Teknik Liseler ile yine meslek lisesi olan
İmam Hatip Liseleri arasında eşit statülerde olmalarına karşın İmam Hatip Lisesi öğrencileri lehine ayrıcalık sağlandığını tespit etmiştir.

Bu anlamda da Mesleki ve Teknik Lise öğrencilerinin bugüne dek mağdur edildiği mahkeme kararı ile ortaya konmuştur. Amacı öğrencilerini mesleğe ve aynı zamanda yükseköğretime hazırlamak olan mesleki ve teknik liselerin, Bakanlıkça uygulanan politika nedeniyle, öğrencilerini yükseköğretime hazırlamaları bakımından mağdur edildiği ifade edilmiştir.

Yargı bu kararı ile:

1-    İmam Hatip Liselerinin de meslek lisesi olduğu gerçeğini bir kere daha vurgulamıştır.
2-    MEB’in İmam Hatip Liselerine fazladan seçmeli ders koyarak AKP iktidarının siyaseten arka bahçesi olarak gördüğü bu okulları kayırdığını, öbür meslek liselerine üvey evlat işlemi yaptığını da ortaya koymuştur.

Danıştay, meslek liseleri için öngörülen seçmeli ders saatinin, İmam Hatip Liselerinde verilen seçmeli ders saatinden çok aşağıda olmasının, yetersiz bir eğitim verilmesine neden olacağını da kararında ayrıca vurgulamıştır.

Eğitim-İş olarak; 2015-16 eğitim-öğretim yılı başlamadan önce mesleksel ve teknik lise öğrencilerinin mağduriyetine neden olan uygulamaların iptaline karar veren Yüksek Mahkeme kararının Milli Eğitim Bakanlığı ve Talim Terbiye Kurulu’nca derhal eksiksiz olarak
yerine getirilmesini bekliyoruz.

Danıştay’ın kararı uygulanmadığı takdirde ilgililer hakkında gerekli yasal girişimlerde bulunulacaktır. (Karar metni için : http://www.egitimis.org.tr/haber-arsiv/yksek-yargi-meb-n-mam-hatp-lselerne-ynelk-kayirmaci-yaklaimina-dur-ded#.VdkP5fntmkp, 20 Ağustos, 2015)

EĞİTİM -İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU

====================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ‘in Danıştay’da açtığı davanın bu yönde sonlanması sevindiricidir. Merkez Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarımızı, başta Sayın Genel Başkan
Veli Demir olmak üzere kutlamak isteriz.

“Siyaset”, Yüce ATATÜRK ve can yoldaşı Saygın İsmet İNÖNÜ‘den sonra hiç bu denli yozlaşmamıştı. AKP – RTE ikilisi 13 yıla yaklaşan iktidarlarında siyasal tercihleri adına
ne demokrasinin genel kurallarını, ne geleneklerini (teamülleri) ne de yasaları,
hatta Anayasayı engel gördüler! Bilindiği gibi demokrasinin en yaygın tanımlarından biri “gelenekler rejimi(regime of traditions) olmasıdır.

AKP – RTE ikilisi, siyaseten çıkarlarına uygun gördükleri, partilerinin ve yandaşlarının yararına olan hemen her şeyi gözü kara yapageldiler. Son örneği, 7 Haziran 2015 seçimlerini yitirerek iktidardan halk tarafından düşürülmelerine karşın iktidarı bırakmamalarıdır!..

Nichola Makyavelli yaşasa idi, “İl Principe” adlı klasik siyasetbilim yapıtında tiplemeleri eminiz AKP – RTE üzerinden ve onların Makyavelizm‘e taş çıkartacak yoz edimlerinden seçerdi! Çağdaş Makyavelliler herhalde bu “varsıl” (!) kaynakçayı bolca kullanarak
gelecek kuşaklara ders çıkarmaları için malzeme sağlayacaktır.

Değerlerin bu denli ayaklar altına alındığı “keyfilik”lere demokrasilerde asla yer yoktur.
Bunu Bay RTE ve oyuncağı AKP de bal gibi bilmektedir; Opportünizm göklere erişmiştir!
Bu yüzden Başkanlık rejimi ile Türkiye’yi Halife – Sultan müsvettesi bir rejime,
Patagonya / Hotanto ya da Filipinler usulu bir “cici demokraiscilik” maskarasına
dönüştürmek istemektedirler.

Bunun da altında yatan gemlenemeyen ekonomo-politik dürtü (saik) ise, ülkenin kaynaklarını hiçbir hesap vermeden talan edebilmek, peş keş çekebilmektir. 13 yıla yakın zamandır yapılanlar yetmediği gibi, pek çok suç işlendiğinden, bunlardan da hesap vermeden kurtulmak için
totaliter bir rejim kurmak dışında yol yoktur!

AKP-RTE yapışıkları buna zorunlu ve mahkum hatta tutsaktırlar!
Köprüleri atmışlardır, dönüşleri olanaksızdır.
Bu yüzden, neredeyse tüm okulları İmam Hatip yapacaklardır..
Eğitim sistemi hızla ve yaygın olarak dincileştirilmiştir!
4+4+4 için AKP – RTE, TBMM’de gövdelerini koymuşlardır ve anamuhalefet CHP vekillerini Komisyonda tekme-tokat dövmüşlerdir.. Kısa sürede İHL öğrencisi sayısı birkaç kat artarak
1 milyona dayanmıştır! 
Bu sayısal artış hızını beklemediklerini ancak vardıkları başarının (!?) kendilerini çok mutlu ettiğini kamuoyu ile paylaşmaktan geri durmadıklarını da açıklamışlardır.

“AKP – RTE’nin arka bahçesi – fidanlığı IHL’ler” e dönük bitmeyen – gözü kara kayırma
o boyuta vardırılmıştır ki; İHL’ler dışında milyonlarca öğrencinin eğitiminin niteliği bilerek ve isteyerek geriletilmekte, İHL mezunlarına yükseköğretime girişte belirgin haksız avantaj sağlanmaktadır.

Bu apaçık ayrımcılıktır ve Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerine açık aykırılık bir yana;
kapsamlı (milyonları ilgilendiren) bir “diskiriminasyon” suçu olup, insanlığa karşı suçtur,
bir insanlık suçudur! BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden tutunuz, İHEB’ne ve AİHM’nin yerleşik içtihatlarına da aykırıdır. Davalı idare (MEB) bu Kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu katında (nezdinde) temyiz ederse, EĞİTİM-İŞ karşı savunmasında, bu paragrafta
dile getirdiğimiz aykırılık gerekçelerini de ileri sürebilir.

AKP’-RTE’nin gözü öylesine karadır ki; İHL’liler lehine olsun diye milyonlarca öğrencinin eğitimleri bilerek ve isteyerek eksik, daha az nitelikli yapılabilmektedir! Bu boyutuyla
EĞİTİM-İŞ’in kazandığı dava çok önemlidir ve kamuoyu ile paylaşılmalı, halka anlatılmalıdır. AKP’nin yaptığı masum bir siyasal tercih ya da salt yönetsel (idari) yargıda iptaliyle yetinilecek bir işlem değildir. Halka karşı suçtur hem politik yaptırımı – bedeli olmalı hem de Türk Ceza Yasası‘nda karşılığı olmalıdır. Sorun, TBMM gündemine de taşınmalı ve sorgulanmalıdır.

*****

Tek çare; Türk Ulusu’nun 2-3 ay içinde yapılacak “zoraki tekrar seçim“de bu iğrenç “oyun“u görerek AKP-RTE ikilisine kadim tokatını indirip onları siyaset sahnesinden silmektir.

Halkımızın sağduyusuna güveniyor ve 7 Haziran 2015’te oy kullanmayan 9,1 milyon seçmeni Kasım 2015 seçiminde mut – la – ka OY KULLANMAYA çağırıyoruz. Bu kitle AKP yandaşı değildir ve ülkenin yazgısı bir bakıma onların elindedir.. En az yarısının CHP’ye oy vermesi durumunda AKP, oyları % 41’i aşsa bile –ki hiç ama hiç sanmıyouz– tek başına iktidar olamayacaktır! Türkiye böylece 13 yıllık lanetli bir fetret döneminden sıyrılabilecektir..
1402-13 arası Osmanlı Devleti de 2. Beyazıt’ın Timur’a yenilmesi sonucu böylesine bir
karmaşa dönemi geçirmişti.

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ, böylesi zor bir dönemde dimdik ayakta durarak
laik – demokratik rejimin ve onun eğitim sisteminin korunup kollanması için savaşım vermektedir. Gücü sınırlıdır, üye sayısı özlenenin ve Türkiye’nin sahip olduğu aydın kaynağının (potansiyelinin) gerisindedir.

Eğitim – bilim işgörenlerini / çalışanlarını Yüce ATATÜRK’ün yolundan giden
EĞİTİM-İŞ’e üye olmaya çağırıyoruz!

Sevgi ve saygı ile.
23 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
EĞİTİM-İŞ Bilim Kurulu Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi : EGITIM-IS’in_DANISTAY’da_Kazandigi_IHL_Davasi