Etiket arşivi: Ümmetçilik

Beşinci kol

featuredDr. Ceyhun Balcı


Beşinci kol – VeryansınTV (veryansintv.com)

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Başka şekilde elde edilemeyen, etki altına alınamayan kitleyi (milleti) propaganda, casusluk, sabotaj ya da terör yoluyla istenen biçime sokmak olarak tanımlanmış kaynaklarda Beşinci Kol etkinliği. İspanya İç Savaşı sırasında Madrid’e 4 kol halinde ilerleyen faşistlere Madrid içinden destek olanlara beşinci kol göndermesine rastlanıyor pek çok kaynakta. Yine, klasik düzende 4 kol olarak yürüyen orduya destek amaçlı olarak düşman ülkede yürütülen casusluk etkinlikleri beşinci kol olarak adlandırılmıştır.

Beşinci Kol etkinliklerinin emperyalizmin günümüzdeki en etkin silahlarından birisi olduğu kuşkusuzdur. Silah zoruyla ve saldırganlıkla hedefe erişmenin her zaman ve her ortamda başarı şansı olmadığı düşünüldüğünde Beşinci Kol etkinliğinin küresel ölçekteki önemini ve yaygınlığını anlamak kolaylaşacaktır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey (TTB MK) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın geçtiğimiz günlerde etnik bölücülüğün sözcülüğünü yapan bir medya ortamında Türk Ordusu’nu kimyasal silah kullanmakla suçlaması doğal olarak gündemde önemli yer tuttu.

Başta hekim kitlesi olmak üzere toplumun her kesiminden öfkeli tepkiler yükseldi bu sorumsuz ve bir o kadar aymazlık ürünü açıklamaya. Doğrusu bu açıklamanın benzerlerine pek çok kez tanıklık etmiş bir hekim olarak son çıkışa da şaşırmadım.

BİR TANIKLIK

Yıl 2014. Yer Ankara! Daha birkaç ay önce TTB Genel Kurulu yapılmıştı. Kasım ayı başında bu kez olağanüstü genel kurul için aralarında benim de bulunduğum İzmir Tabip Odası TTB Büyük Kongre delegeleri Ankara’ya çağırıldı. Gündem mi? Üye ödentilerinin gözden geçirilmesi, düzenlenmesi ve güncellenmesi. Soğuk kasım gününde Ankara’da toplanan olağanüstü genel kurulun gerçek gündemi çok geçmeden anlaşıldı.

  • Rojava Devrimi”ni selamlamak için genel kuruldan bir heyet oluşturulması.

İnanması güç ama neredeyse gün boyu süren tartışmalar bu bağlamdaydı.

TTB ARKA BAHÇE Mİ?

Türkiye’de toplumcu hekimliğin öncüsü Nusret Fişek hocanın TTB yönetiminden ayrılması sonrasındaki 30 yıl boyunca TTB etnik ayrılıkçılığın arka bahçesine dönüştürüldü. Bu nedenle, az önce paylaştığım yaşanmışlık kesinlikle şaşırtıcı sayılmazdı bu süreci yakından izleyenler için.

  • Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışına dönecek olursak

Dayanaksızlığı ve gerçekdışılığı bir yana, yasayla kurulmuş bir meslek kuruluşunun başındaki kişinin ayrılıkçı teröre kol kanat geren bir televizyon kanalında ne işi vardı diye sormakla başlayabiliriz işe.

Türk Ordusunun envanterinde bulunmadığı pek çok kez dile getirilen kimyasal silahlarla ilgili bir savın bölücülüğün sözcülüğüne eşdeğer bir ortamda dile getirilmesi kabul edilebilir gibi değildir. Burada amaçlananın bir kuşkunun dile getirilmesinden çok emperyal destekli ayrılıkçılığa kamuoyu desteği sağlanması olduğu açıktır.

Her şeyi bir yana bırakıp sormak gerekir!

Bugün ülkemizin güneydoğusunda yoğunlukla kendisini gösteren, sınır ötesinde yuvalanma ve barınma olanağı bulan ayrılıkçı terör kimlerce özendirilmektedir ve desteklenmektedir? Terör örgütüne sözde bağlaşığımız ABD’nin TIR’lar dolusu silah gönderdiği ve ayrılıkçılığı saklamaya gerek duymaksızın silahla donattığı ve bu donatımı sürdürdüğü nasıl olur da göz ardı edilebilir?

Avrupa’nın pek çok ülkesinin yanı sıra Atlantik’in karşı kıyısındaki başemperyalist ABD’nin ayrılıkçı teröre verdiği destek kuşkuya yer vermeyecek denli ortadadır.

  • Ayrılıkçı terör dünyanın başka pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de emperyalist kurgunun gereği olarak varlığını sürdürmektedir.

Bu gerçekten hareketle ayrılıkçı teröre yakınlık duyan, bununla da yetinmeyip destek olan, kol kanat geren herkes, konumu ne olursa olsun emperyalizmin piyonu olmayı içine sindirmiş olmaktadır. Bu duruma destek olanların kendilerini siyasi yelpazenin neresinde gördüklerinden çok, kimin yararına duruş içinde olduklarına bakmak çok daha doğru olacaktır.

KOÇBAŞINA DÖNÜŞTÜRÜLEN TTB

Şebnem Korur Fincancı’nın duruşunda vurgulanması gereken bir diğer önemli nokta, sorunları dağları aşmış bir meslek grubunun kamu kurumu niteliğindeki kuruluşunun başındaki kişi olarak asal görevini bir yana bırakarak üzerine görev olmayan konulara odaklanmış olmasıdır. Şebnem Korur Fincancı için TTB öncelikli değil ikincil bir olgudur dersek yanılmış olmayız. Kendi görüşlerini ve düşüncelerini yayarken, terör odaklarına yakınlık duymakta sakınca görmezken, TTB’nin gücünden yararlanmaktadır. Başka deyişle kendisi TTB’ye güç katacak yerde, başında bulunduğu kurumun gücünü başka amaçla koçbaşı olarak kullanmaktadır.

Türkiye’deki 170.000’i aşkın (AS: 200 binin biraz üstünde) hekimin yasayla kurulmuş meslek kuruluşu olan TTB, yönetilecek olmaktan çok sıçrama tahtası işlevi gören ikincil bir oluşuma dönüştürülmüştür. Şebnem Korur Fincancı bu çıkışıyla bir yandan sorunlarına çözüm getirmekle yükümlü olduğu hekim topluluğuna zarar verirken diğer yandan da ayaklarını bastığı ülkeye ihanete eşdeğer kötülük yapmış olmaktadır.

RASTLANTI MI?

Bu arada, barolarda da seçim eğik düzlemine girildiği bugünlerde İzmir Barosu seçimli genel kurulundan (22.10.2022) gelen bir haber de bu yazının konusuyla ilintisi nedeniyle ilgi çekiciydi. Genç bir avukat hanımefendi ayrılıkçı ve etnikçi söylemlerini kürsüden dile getirme sınır tanımazlığı sergiledi. TTB ortamında bu ve benzeri söylemler pek çoğumuzu şaşırtmazken, İzmir Barosu ortamında etnikçi-ayrılıkçı çıkış tarihte bir ilk olarak kayıtlara geçmiş olmaktaydı.

Önce TTB sonra Baro! Rastlantı mı diye sormakla yetiniyorum. Kısa zaman aralığında yaşanan ardışık iki olay doğal olarak beşinci kol etkinliğini çağrıştırdı. Yazının başındaki Beşinci Kol girişi bu çağrışımın ürünüydü.

İĞNEYİ KENDİMİZE…

6023 sayılı yasayla 1953’te kurulan Tabip Odalarına üyelik, 12 Eylül döneminde yapılan bir düzenlemeyle zorunlu olmaktan çıkartılmıştır. Üye olma zorunluluğu özel hekimlik alanında çalışan hekimlerle sınırlandırılmıştır. Her şeye karşın hekimlerin önemli niceliğinin kamuda çalıştığı gerçeği önümüzde durduğuna göre, Tabip Odalarının önemli bir üye kaynağından yoksun bırakıldığı açıktır. Şebnem Korur Fincancı ve çizgisinin TTB ortamına egemen olma fırsatı bulması, Tabip Odalarına üye olan hekimlerin seçimlere ilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Tüm hekimlerin değil üyelerin % 15-20’sinin seçtiği Tabip Odası ve TTB yöneticilerinin “beşinci kol etkinliği” içinde yer alıyor izlenimi vermelerine şaşırılabilir mi?

Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışı sonrasında TTB’yi kapatalım sesleri yükselebilir kimi odaklardan. Nasıl ki yargıdan kaynaklı sorunları adliyeleri kapatarak çözmeyi aklımıza getirmiyorsak, TTB’de yaşanan sorunları da TTB’yi kapatarak çözmek akılcı olmayacağı gibi, tutarlı bir yaklaşım da olmayacaktır. Yakın geçmişte benzer durumlar karşısında ülkemizi yönetenlerin sergilediği tutum ve uygulamalar anımsandığında “TTB’yi kapatma” olasılığının hiç de düşük olmadığını saptamak zorunda olmanın yarattığı kaygının da ayrıca acı verici olduğu kuşkusuzdur. (AS: Kanımızca kayyım atanır..)

Hekimlerin ezici çoğunluğunun benimsemediği, görüş birliği içinde olmadığı TTB yöneticilerinin bulundukları yerden uzaklaştırılmaları ve o yöneticilerin önderliğinde kuruma egemen olan çizgi kaynaklı kısır döngüye son verilmesi fırsatı pek çok kez yakalanmış olsa da, ilgisizlik ve katılımsızlık bu fırsatın tepilmesi sonucunu doğurmuştur.

Emperyal sözcülüğüne heveslenen,
beşinci kol etkinliğine özdeş davranışlar içinde olmakta sakınca görmeyen
TTB MK Başkanı Şebnem Korur Fincancı
hiç kuşkusuz birincil sorumludur, baş kusurludur.

Ancak, ilgisiz ve katılımsız biz hekimlerin bu olumsuzluktaki sorumluluğu da görmezden gelinemez. Bugün bir kez daha su yüzüne çıkan bu olumsuzluk geçmişte de pek çok kez gündeme gelmişti. Yaşananlardan ders alınıp da keşke bu olumsuzluğa hekimlerin kendi kurumlarına sahip çıkan oylarıyla son verilseydi demekten alamıyorum kendimi.

  • Her şeye karşın Şebnem Korur Fincancı’nın istifa ederek hekimler başta olmak üzere kamuoyunun beklentilerini karşılamak gibi bir seçeneği olduğunu anımsatarak…

FIRSAT BU FIRSAT

Kestirilebileceği gibi Şebnem Korur Fincancı istifa istemlerini kulak arkası etti. Hatta, hızını alamamış olmalı ki soluğu Almanya’da aldı. Bir yanında etnikçilerle diğer yanında FETÖ’cülerle Türkiye’deki insan haklarını konuştu. Türkiye karşıtlığını sürdürdü demekle yetinelim.

Bu arada, Fincancı’nın içinde olduğu etnikçilikle iktidarın bitip tükenmez ümmetçilik anlayışının ortak paydada buluştuğu izlenimi yaratan gelişmeler de yaşanıyor.

Cumhurbaşkanı “o kişinin başında bulunduğu…” sözleriyle başlayan değerlendirmesinde Türk Tabipleri Birliği’ni niteleyen “Türk”ü silme ya da Baroda yeltenildiği gibi hekimlikte de çoklu meslek kuruluşu oluşturma doğrultusunda işaret vermiş oldu. Çayın taşıyla çayın kuşunu vurmaya eşdeğer bir girişim.

Fincancı ve ekibini sevindireceği kuşkusuz.
==================================

Dostlar,

Dr. Ş.K. Fincancı hakkında bu sitede epey yazı yayınladık. 2020 Haziran’ında TTB seçimli genel kurula giderken, hemen ardından… bu kişinin TTB Merkez Konseyi’ne (TTB MK) aday gösterilmemesi hele Başkan olarak kesinlikle seçilmemesi için düşüncelerimizi gerekçeli ve belgeli olarak açıkladık. Ardından Dr. Fincan’cıyı istifaya çağırdık. Olmadı… 2 yıl sonra 2022 Haziran’ında oyları azalarak gene TTB MK içinde yer aldı ve adeta inatlaşırcasına “gene” TTB MK Başkanı seçildi 11 kişi içinde.

Bu gün tutuklama kararı verilene dek suskun kaldık.

Tutuksuz yargılamanın daha doğru ve adil olduğu kanısındayız, bu kesin.

Tutuklama kararının ardından bizim de düşüncelerimizi açıklama hak ve yükümümüz var. 1977’de hekim olduğumuz yıldan bu yana 45+ yıldır TTB üyesiyiz ve meslek örgütümüze çok emeğimiz oldu. O’ndan da çok şey öğrendik.

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı bizi de çok iyi dile getirmiş. Onbinlerce hekimin benzer düşündüğünden hiç kuşku duymuyoruz. Kamuoyu Dr. Fincancı’yı çok az tanıyor. Hekimlerin de epeycesi öyle. Dolayısıyla cansiperane savunma temelsiz.. Uğur Mumcu‘nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu ile açın konuşun.. Yazdıklarını okuyun. Uğur Mumcu davasında Fincancı’nın neler yaptığını.. (https://youtu.be/l4Rb0wxy9qg?t=1536, 31 Oca 2022 ‘Şebnem Korur Fincancı Uğur Mumcu’nun Katillerinin Salınmasını Sağladı!’ Ceyhan Mumcu | Saygı Öztürk, Sisler Bulvarı, KRT)

Av. Ceyhan Mumcu’ya göre; adeta yurt dışından uzanan eller Fincancı’yı devreye soktu ve Uğur Mumcu cinayeti nedeniyle yakalanan şüphelilerin İŞKENCE ALTINDA ifade verdikleri tezi o gece yarısı üretildi. Fincancı, ısmarlama ve uzaktan rapor yazdı bu şüphelilere. Bu açıkça suç. İnsanları görmeden, muayene edip bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli rapor düzenlemek ağır suç,

  • Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur hiç kuşku duymuyoruz...

Bu gün what’s up üzerinden bir ileti dağıtıldı, çok okundu. Buraya aktaralım :
***
ONUN İŞİ SAHTE RAPOR, SAHTE BEYAN…

Şebnem Korur Fincancı… Okul yıllarından beri arkadaşım. Daha doğrusu eski arkadaşım.

  • Kişileri görmeden rapor yazmayı,
    misyonu gereği sürekli yalan beyanda bulunmayı alışkanlık haline getirmiş
    .
  • Aslında işini yapıyor, görevi bu.
  • Kişileri görmeden, muayene etmeden kimyasal silah saldırısı suçlamasında bulunuyor.
  • Daha önce Uğur Mumcu ve katledilen öteki aydınların davasında yine sanıkları görmeden işkence raporu vermiş, suçluların itirafçı olmasını engellemişti.

Ceyhan Mumcu açık açık anlatıyor.

Bunlar biliniyor ama birçokları ABD’den, AB’den esen güçlü rüzgardan ötürü Fincancı’yı kahraman gösteriyor.

Ergenekon davasına da hiç ilgisi olmadığı halde şikayetçi, müdahil olarak katılmıştı. Sanıkların kendisini tehdit ettiği yönünde uydurma beyanlarda bulunmuş, muhbirlik yapmıştı.

Tüm bunlar vatandaşlık suçu, insanlık suçu!

Ama TTB başkanı olarak en çok üstünde durulması gereken şey Deontolojik suç.

  • Sen nasıl muayene etmediğin kişiler hakkında rapor verir,
    tıbbi beyanda bulunursun!

Bu suç için insanlar kime şikayet etsin? Tabipler Birliği’ne mi?

Dr. Kaan Arslanoğlu
=========================

Dr. Kaan Arslanoğlu bir Psikiyatri uzmanı, yazar. Gün içinde bu iletisi ile ilgili bir yalanlama da olmadı bu saate dek.

Öte yandan, bu gün biri 3 öbürü 2 yıldızlı güvendiğimiz, saygın – yurtsever 2 yüksek rütbeli subayla (general, amiral) iletişim kurduk. TSK’da kimyasal silah bulunmadığını, dolayısıyla kullanılmasının da söz konusu olamayacağını, çok net ve kesin bir dille bize belirttiler. MSB de geçtiğimiz günlerde bu yönde açıklama yaptı.

Dolayısıyla, Dr. Fincancı’nın öteden beri süregelen söz ve eylemleri ortadadır. Bu kişi, sayıları 200 bini aşan Türk Hekimlerini temsil saygınlığını gösterememiştir. İdeal olanı hiç olmazsa 2. kez Başkanlığa aday olmaması ya da bu son olay patlak verdiğinde, TTB’ye ve onbinlerce hekime zarar vermemek için hemen istifa idi. Dr. Fincancı bunu yapmadı, TTB Başkanlığı zırhını, artık nereye dek ve ne ölçüde olacaksa, koruyucu olarak kullanma yolunu seçti.

Dilek ve önerilerimiz :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.

TTB MK 1. yedeği çağırarak yeniden Başkan seçmeli ve olağanüstü seçimli genel kurul kararı almalıdır.

Örgütün adından “Türk” sözcüğü kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hemen hemen tüm dünyada bu yol gelenektir :
British Medical Association
American Medical Association
Italian Medical Association
Japan Medical Association
French Medical Association
……
Pireye kızıp yorgan yakmanın anlamı yoktur. TTB, TMMOB…. Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları olup, Anayasanın 135. maddesi güvencesine sahiptir.

Sonuç olarak                                               :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.
  • Dr. Ş.K. Fincancı tutuksuz ve adil yargılanmalıdır.
  • İktidar bu olayı gerekçe yapıp Anayasanın 135. maddesine ve demokrasiye aykırı
    yeni yasal düzenlemelere ve kayyım atamasına gitmemelidir.
  • Buna karşılık şimdiki TTB MK, kamuoyundan özür dileyerek hemen seçimli olağanüstü genel kurul kararı almalıdır

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

 

HALİL ÇİVİ’DEN HİSSELİ YENİ MANİLER

ŞİİR KÖŞESİ

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Hak Şairi
25 Mart 2022

(1)
İftiracı zalimdir,
Yaptığı mezalimdir,
Suçsuza suçlu demek,
Yaradana zulümdür.
(2)
Sevgi dostluk üretir,
Düşmanlığı çürütür,
Sevgiden yoksun insan,
Vicdanını kurutur.
(3)
Yalancı ahlaksızdır,
Sözü dayanaksızdır,
Tumturaklı dese de,
Dedikleri köksüzdür.
(4)
Irkçılık kin üretir,
Sağduyunu eritir,
Irkları eşit bilmek,
Ahlakını arıtır.
(5)
Zalime dilsiz olma,
Zorbaya elsiz olma,
Korku seni kurtarmaz,
Hak ara; sessiz olma.
(6)
Ümmetçilik ütopyadır,
Maziye taze boyadır,
Tüm kusurları gizlenmiş,
Gerçekten kopuk rüyadır.
Xxx

Dinsel Nasyonalizm ve Üniformalar sorunu

Dostlar,

“Entegrasyon Komitesi İsviçre – Vevey” imzalı bir yorum sitemize ulaştı (22.11.13).

“Türban” ın ülkemizin başına doğrudan Başbakan

RT Erdoğan’ın “Velev ki siyasal simge olsun!” meydan okuması ile

giydirilişini izleyen süreçte sitemizde yer alan yazılara yorum olarak ulaştı..
(Esin Duran imzasıyla, e.duran.ekomitesi@gmail.com ve IP no : 92.70.88.130)

Yazının altında çok sayıda başkaca imzada yer alıyor.. Yorumu aşağıya alıyoruz..
(http://ahmetsaltik.net/wp-admin/edit-comments.php?comment_status=approved)

Bir noktada önemli bir çekincemiz var, metinde belirttik :

“.. Kemalizm ve onu yaşatan askeri darbeciler, tek tip, her şeyi Türk ve Müslüman olarak algılayan, Anadolu’ya sanki uzaydan düşmüş bir insan tipini yaratmada
büyük ilerlemeler kaydettiler.. ”

Diye değerlendirme yapılmakta.. Biz ise şu çekinceyi koyuyoruz buaraya :

* Burada çekincemiz var : Kemalist rejim“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek meşru ve insan haklarına uygun, birleştirici – antiemperyalist bir uluslaşma süreci hedeflemiştir ve izlenecek biricik politika da budur.. Ahmet Saltık).

*****

Dinsel Nasyonalizm ve Üniformalar sorunu

başlıklı yazı, “Türban ve din faşizmi” bağlamında değerli bir yazı.
Gönlümüz, sitemizde vitrinde yer alan yazıların altında gözden kaçan bir yorum olmasına elvermedi; öne çıkarmak istedik.. Dilini bir parça arılaştırdık,
elbette öze dokunmadan..

Bu 186 kolektif imzalı değerli irdelemeye emek veren saygıdeğer sitemiz ortaklarına (okurlarına – izleyicilerine) teşekkür ederiz..

Turban_din_ticareti
Sevgi ve saygı ile.
28.11.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Dinsel Nasyonalizm ve Üniformalar sorunu

Son dönemlerde özellikle Arap toplumlarında görülen ve Türkiye’de de yaygınlaşan
dinci milliyetçiliğin karakteristiklerine daha yakından bakıldığında, bunların 1930’larda Avrupa’ya egemen olmaya başlayan Nasyonal Sosyalizm ile örtüştüğünü görüyoruz.
Arap ülkeleri ve Türkiye’ye hızla yayılmaya başlayan bu türden Dinci milliyetçilik ile Askeri cuntalar arasında da önemli yakınlaşmalar olduğu da görülüyor.

Nasyonal Sosyalizm ırkçılığında <> vardır:

– tek millet
– tek bayrak 
– tek vatan
– tek din
– tek dil vs…

Dinci miliyetçilik olan Politik İslam‘da da bunların benzerlerini görüyoruz.

  • Türban bir üniformadır!
  • Arap ülkelerinde kara veya beyaz çarşaf, sistemi niteleyen ana önemli direklerden biridir.
  • Kadınların çarşafları atması demek, Arap ideoloji ve sisteminin yok olması demektir

Bu rejimlerin varlıklarını sağlayan kadın kölelerdir, bunlar petrol kadar değerli olup üniforma taşırlar.

* Türk islam sentezi ise Türban’ı resmi üniforma olarak benimsemiştir.

Nasyonal Soszyalizm’de olduğu gibi, Politik İslam’da da Üniforma önemlidir.
Üniforma taşımak ideolojinin vurgularından biridir. Müslüman kadınlara dayatılan Türban ve benzeri üniformalar, Cuntaların askeri kıyafetleri kadar önemlidir. Kadınların,
bizzat başbakanın önderliğinde bir çocuk doğurma makinası gibi değerlendirilerek
üç çocuk, beş çocuk tartışmasına muhatap kılındığı Tükiye’de, türban üniforması giderek daha çok önem kazanıyor.

  • Getirilmek istenen, gelen, Anadolu’daki kadınlarımızın yaşmağı,
    başörtüsü değildir.
  • Gelen, Arap-Vahabi ve Abbasi-Emevi İslam yorumunun, Türkiye’ye yönelik tasarımlarının bir simgesi olarak, Türkiye’deki işbirlikçileriyle birlikte
    Anadolu halkına dayatmaya başladığı bir kölelik üniformasıdır …

Bu, konsantrasyon (toplama) kamplarında taşınan Üniformalarla özde aynıdır.

Yeni Tek Tip, türbanlı üniforma, türbanı takmanın kılık kıyafet özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği bizzat Tayyip Erdoğan tarafından da itiraf edilmiştir.

Türban takan kadınlar, bunu, inandıkları dinin kurallarının toplumsal yaşama nüfuz edebilmesini sağlamak için ya da erkekler tarafından dikte edilerek takmaktadırlar.

  • Türban bir simgedir,
  • Türban, dinci gericiliğin yaygınlaştırılmasını sağlayan işlevsel bir araçtır.
  • Din sömürüsünün, yobazlığın, zenginleşme çabasının ürünüdür türban.
  • Tarikat liderlerinin, patronların, din tüccarlarının gücünü pekiştirmeye,
    cüzdanını şişirmeye yarayan, bunun için de zavallı kadınların gözlerini bağlayan ideolojinin yayılmasının simgesidir.

Şeriatla yönetilen ülkelerde bu zorunluluk yaşamı etkileyebilmektedir,
bu ülkelerde kadınlara üniforma gibi giysi zorunluluğu getirilmiştir

  • İslam’a göre kadın ikinci sınıf bile değildir, kadının hiçbir değeri yoktur.
  • Kadının erkekler için yaratılmış olduğu kabul edilir.

Bu yüzden de AKP rejimince hedeflenen kadınlara, ancak kocanın veya abi ya da babanın yanında ve özel durumlarda bunların izni ile seyahat edebilir. Çocuklar üzerinde hiçbir hakkı olmadığı gibi, maddi açıdan da kendi geliri olamaz. Mirastan da eşit yararlanamaz. Eğitim görmek kadınlar için gereksizdir, zaten eğitimli olsa da çalışmasına izin verilmez. Bu kuralların dışında yaşamak isteyen kadınlara,
-ki çoğunlukla buna cüret eden çıkmaz,- hayat zindan edilir.

İşte Dershane ve öğrenci yurtları tartışmaları, bu yönde atılacak adımların
ilk sinyalleridir.. Ayrıca, birçok kız yurdunda kız öğrencilerin kapanması için (veya erkek yurtlarında erkeklerin oruç tutmaya ve namaz kılmaya zorlanması, baskı yapıldığı, baskıyla halledilemediğinde yoksul öğrencilere vakıflardan para yardımı ve kalacak yer sağlamak yoluyla onları aralarına kattıkları ortadadır.

Ne kadar çok türbanlı olursa o kadar örgütlenmiş olacaklar ve arzuladıkları şeriata
biraz daha yaklaşmış olacaklardır. Bu nedenle de türban sorununun dinsel gereksinim olmaktan çıkıp siyasal bir üniforma, siyasal bir araç durumuna geldiği kesinleşmiştir.

  • Türban savunuculuğu özgürlüğün değil gerici bir kısıtlayıcılığın savunuculuğudur. 

Kadınları baskı (tahakküm) altına almak isteyen bir kısıtlayıcılığın savunusudur.
Türban savunuculuğu, kadınların İslami kurallara göre giyinmesinin zorunluk olduğunu savunanların, kadına “güdülmezse yoldan sapar” gözüyle bakmanın bir başka anlatımıdır. Bu düşünce aslında kadınları, kendileri için birer yumurtlayıcı makine gören geri kalmış Müslüman erkeklerin beyinlerindeki yanlış bir işlevden kaynaklanmaktadır. AKP, dershane ve yurtlara bu denli önem veriyorsa, burada, Müslüman üretim mekanizmasının zaafa girme riskini taşıyan etmenlerin denetiminin endişesi yatıyor.

Yalnızca tek parti döneminde yoğunluklu olarak değil, öbür bütün otoriter ve tek parti rejimlerinin önem verdiği bir konudur üniforma kullanımı ve yeni kuşak üretiminin kesintisizliğini sağlayan makinenin sağlam işleyişi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında
etkin olan İtalya faşizmi ve Alman nasyonalizmi, sözde modernleştirici elitler tarafından yapacakları değişikliklerde esin kaynağı olmuştur. Örneğin Anadolu’daki bütün etnik topluluklar resmen ölü sayılmıştır. Bütün insanlara bellek yitimi terapisi uygulanmış, herkes kendisini Orta Asya’dan gelen birer yabancı kişi diye algılamaya başlamıştır.

Bilindiği gibi her siyasal rejimin, ana beslenme kaynağı yaslandığı ideoloji doğrultusunda yetişecek kuşaklardır. Askeri kanatlar 1980’lerde yeni bir yol belirlediler ve şimdiki AKP
kadrosu o zamandan başlayarak yetiştirilmeye başlandı.

Kemalizm ve onu yaşatan askeri darbeciler, tek tip, her şeyi Türk ve Müslüman olarak algılayan, Anadolu’ya sanki uzaydan düşmüş bir insan tipini yaratmada
büyük ilerlemeler kaydettiler..
(Burada çekincemiz var : Kemalist rejim, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek meşru ve insan haklarına uygun, birleştirici – antiemperyalist bir uluslaşma süreci hedeflemiştir ve izlenecek biricik politika da budur.. Ahmet Saltık)

Her dikta rejimi, aile ve okul eğitimini kendi doktrini çizgisinde topluma dayatmayla başlar. İşte AKP bu yolu izliyor. R.T. Erdoğan da kendi doktirinini uygulamak zorundadır. Aksi halde AKP’nin varlık temelleri ortadan kalkacaktır.

Hiç kuşkusuz bu tek tipleştirici projeyi uygulayanların ana amacı, rejime sadık vatandaşlar yetiştirmektir. Askeri cuntalar bunu yaptı ve AKP sürdürüyor.
AKP rejimi Askeri cuntalar gibi tek tip insan yaratma yolunda sürekli yeni değişiklikler yapıyor, toplumu kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden biçimlendirmeye devam ediyor.. Bu haliyle dikta rejimlerini karakteristiklerini taşıyan, Ümmetçilik diye de adlandırılan İslamcı nasyonalizm değişik adlar almasına karşın ortak payda da
aynı kalmaktadır.

  • Dinsel Nasyonalizmin Türkiye’deki adı Türk İslam sentezidir.

Örneğin Tayyip Erdoğan, Barzani’yle yaptığı Diyarbakır gösterisinde bile,
Nasyonal İslam’ın sloganlarını yinelemekten vazgeçmedi:

”ein volk ein reich ein führer’ sloganlarının Türkçesini, Kenan Evren gibi ezbere okuyup duran AKP lideri, burada, amaç için her aracın denenebileceği mesajını verdi.

Erdoğan, T.C. Ordusu’nun, eski ideolojisini İslam nasyonalizminin yayılmacı amaçları doğrultusunda AKP ideolojisine entegre ederek, Askeri kesimleri Türk milliyetçiliği alanında yakın görüşlere yöneltti.

Çobancılık, Dikta ve Baskı sistemi Tarih boyunca İslamiyet’in ayrılmaz bir parçası olmuştur.

İslamcı ümmet Nasyonalizminin, hem siyasal, hem de ideolojik olarak uygulanması, günümüz koşullarının demokratik devlet sistemiyle çelişkiye düşmektedir.

İslamcı kuram, siyasal – dinsel iktidarların birliğini öngörerek Milliyetçiliğini inşa etmektedir.

AKP hükümeti gelinen noktada asker – sivil devşirme güçlerden devraldığı yapının
resmi milliyetçilik söylemini sürdürüyor.

  • T.C. devleti hükümeti olmak, ABD’den verilecek mazbata olmadan olamaz. Mazbata el değiştirdi. Yeni vali Erdoğandır.

Şimdi aynı biçimde aynı Ordu üst yönetimi ve yüksek bürokrasi içindeki
milliyetçi-ulusalcı-Türk-İslam Sentezcisi çevrelerin işbirliği ve teslimiyetiyle rejimin mazbatası AKP’ye verilerek,12 Eylül rejiminin temellerini oluşturan anayasa ile dikta rejimi revize edilmiştir.

  • Erdoğan ve AKP hükümeti iktidara, ABD onayını alarak geldi.

Şu anda AKP, MİT ve öbür çekirdek kadrolarını Başbakanın izni olmadıkça yargılanmaktan koruyacak bir yasaya sahipler; işte bu, her diktatörlüğün çıkış noktasıdır. Her otoriter rejim, çekirdek kadroyu yasa üstüne koyarak işe başlar.

* Erdoğan sorunlu adamları için hemen, <> diyerek onları yasa üstü yapıyor.

Topluma hoş görünmek başka, kendi arkadaşlarını özel yasalarla koruma altına almak başka..! Herkes hukuk önünde eşit ise, ‘yedirmem, ettirmem’ nereden çıkıyor?

Sevgi ve saygılarla.