Etiket arşivi: Ergenekon davası

TTB BAŞKANI DR. ŞEBNEM KORUR FİNCANCI BUNALIMI

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli

www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Dr. Ş.K. Fincancı hakkında bu sitede epey yazı yayınladık. 2020 Haziran’ında TTB seçimli genel kurula giderken, hemen ardından… bu kişinin TTB Merkez Konseyi’ne (TTB MK) aday gösterilmemesi hele Başkan olarak kesinlikle seçilmemesi için düşüncelerimizi gerekçeli ve belgeli olarak açıkladık. Ardından Dr. Fincan’cıyı istifaya çağırdık. Olmadı… 2 yıl sonra 2022 Haziran’ında oyları azalarak gene TTB MK içinde yer aldı ve adeta inatlaşırcasına “gene” TTB MK Başkanı seçildi 11 kişi içinde.

27.10.22 günü tutuklama kararı verilene dek suskun kaldık.
Tutuksuz yargılamanın daha doğru ve adil olduğu kanısındayız, bu kesin.

Tutuklama kararının ardından bizim de düşüncelerimizi açıklama hak ve yükümümüz var. 1977’de hekim olduğumuz yıldan bu yana 45+ yıldır TTB üyesiyiz ve meslek örgütümüze çok emeğimiz oldu. O’ndan da çok şey öğrendik.

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı bizi de çok iyi dile getirdi BEŞİNCİ KOL başlıklı yazısıyla (Beşinci kol | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM).
Onbinlerce hekimin benzer düşündüğünden hiç kuşku duymuyoruz.
Kamuoyu Dr. Fincancı’yı çok az tanıyor. Hekimlerin de epeycesi öyle. Dolayısıyla cansiperane savunma temelsiz.. Uğur Mumcu‘nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu ile açın konuşun..
Yazdıklarını okuyun. Uğur Mumcu davasında Fincancı’nın neler yaptığını.. (https://youtu.be/l4Rb0wxy9qg?t=1536, 31 Ocak 2022 ‘Şebnem Korur Fincancı Uğur Mumcu’nun Katillerinin Salınmasını Sağladı!’ Av. Ceyhan Mumcu | Saygı Öztürk, Sisler Bulvarı, KRT)

Av. Ceyhan Mumcu’ya göre; adeta yurt dışından uzanan eller Fincancı’yı devreye soktu ve Uğur Mumcu cinayeti nedeniyle yakalanan şüphelilerin İŞKENCE ALTINDA ifade verdikleri tezi o gece yarısı üretildi. Türkiye’de bir yığın Adli Tıp uzmanı içinde nasılsa Dr. Fincancı hemen bulundu, ısmarlama ve uzaktan rapor yazdı bu şüphelilere! Bu eylem açıkça suç ve tıp etiği dışında. İnsanları görmeden, muayene edip bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli rapor düzenlemek ağır suç.

  • Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur hiç kuşku duymuyoruz...

27.10.222 günü, Fincancı’nın tutuklanmasının ardından what’s up üzerinden bir ileti dağıtıldı, çok okundu. Burada aktaralım :
***
ONUN İŞİ SAHTE RAPOR, SAHTE BEYAN…

Şebnem Korur Fincancı… Okul yıllarından beri arkadaşım. Daha doğrusu eski arkadaşım.

  • Kişileri görmeden rapor yazmayı,
    misyonu gereği sürekli yalan beyanda bulunmayı alışkanlık haline getirmiş.
  • Aslında işini yapıyor, görevi bu.
  • Kişileri görmeden, muayene etmeden kimyasal silah saldırısı suçlamasında bulunuyor.
  • Daha önce Uğur Mumcu ve katledilen öteki aydınların davasında yine sanıkları görmeden işkence raporu vermiş, suçluların itirafçı olmasını engellemişti.

Ceyhan Mumcu açık açık anlatıyor. Bunlar biliniyor ama birçokları ABD’den, AB’den esen güçlü rüzgardan ötürü Fincancı’yı kahraman gösteriyor. Ergenekon davasına da hiç ilgisi olmadığı halde şikayetçi, müdahil olarak katılmıştı. Sanıkların kendisini tehdit ettiği yönünde uydurma beyanlarda bulunmuş, muhbirlik yapmıştı. Tüm bunlar vatandaşlık suçu, insanlık suçu! Ama TTB başkanı olarak en çok üstünde durulması gereken şey Deontolojik suç.

  • Sen nasıl muayene etmediğin kişiler hakkında rapor verir,tıbbi beyanda bulunursun!

Bu suç için insanlar kime şikayet etsin? Tabipler Birliği’ne mi?

Dr. Kaan Arslanoğlu
****

Dr. Kaan Arslanoğlu bir Psikiyatri uzmanı, yazar. Gün içinde (27.10.22) bu iletisi ile ilgili bir yalanlama da olmadı bu güne dek. Öte yandan, aynı gün biri 3 öbürü 2 yıldızlı güvendiğimiz, saygın – yurtsever 2 yüksek rütbeli subayla (general, amiral) iletişim kurduk. TSK’da kimyasal silah bulunmadığını, dolayısıyla kullanılmasının da söz konusu olamayacağını, çok net ve kesin bir dille bize belirttiler. MSB de geçtiğimiz günlerde bu yönde açıklama yaptı.

Dolayısıyla, Dr. Fincancı’nın öteden beri süregelen söz ve eylemleri ortadadır. Bu kişi, sayıları 200 bini aşan Türk Hekimlerini temsil sorumluluğunu ve saygınlığını gösterememiştir. İdeal olanı hiç olmazsa 2. kez Başkanlığa aday olmaması ya da bu son olay patlak verdiğinde, TTB’ye ve onbinlerce hekime zarar vermemek için hemen istifa idi. Dr. Fincancı bunu yap(a)madı, TTB Başkanlığı zırhını, artık nereye dek ve ne ölçüde olacaksa, koruyucu olarak kullanma yolunu seçti belki de ya da TTB MK O’nun istifa dileğini geri çevirdi, vuruşmayı seçti??

Dilek ve önerilerimiz :

  • Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmeli / istifa dileği varsa işleme konmalıdır.

TTB MK 1. yedek üyeyi çağırarak yeniden Başkan seçmeli ve hemen olağanüstü seçimli ve genel kurul kararı almalıdır. Dr. Korur istifa etmezse TTB MK kararı ile Başkanlıktan alınmalıdır.

Örgütün adından “Türk” sözcüğü kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hemen hemen tüm dünyada
bu yol gelenektir :

British Medical Association,
– American Medical Association,
– Italian Medical Association,
– Japan Medical Association,
– French Medical Association
……
***
Pireye kızıp yorgan yakmanın anlamı yoktur.
TTB, TMMOB, TDHK, TEB…. Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları olup, Anayasanın 135. maddesi güvencesine sahip vazgeçilmez demokratik kurumlardır.

Sonuç olarak                                               :

  • Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmeli ya da TTB MK görevden almalıdır..
  • Ş.K. Fincancı tutuksuz ve adil yargılanmalıdır.
  • İktidar bu olayı gerekçe yapıp Anayasanın 135. maddesine ve demokrasiye aykırı
    yeni yasal düzenlemelere ve kayyım atamasına gitMEmeli
  • Buna karşılık şimdiki TTB MK, kamuoyundan özür dileyerek / makul bir açıklama yaparak hemen seçimli olağanüstü genel kurul kararı almalıdır

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 31 Ekim 2022, Ankara

Beşinci kol

featuredDr. Ceyhun Balcı


Beşinci kol – VeryansınTV (veryansintv.com)

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Başka şekilde elde edilemeyen, etki altına alınamayan kitleyi (milleti) propaganda, casusluk, sabotaj ya da terör yoluyla istenen biçime sokmak olarak tanımlanmış kaynaklarda Beşinci Kol etkinliği. İspanya İç Savaşı sırasında Madrid’e 4 kol halinde ilerleyen faşistlere Madrid içinden destek olanlara beşinci kol göndermesine rastlanıyor pek çok kaynakta. Yine, klasik düzende 4 kol olarak yürüyen orduya destek amaçlı olarak düşman ülkede yürütülen casusluk etkinlikleri beşinci kol olarak adlandırılmıştır.

Beşinci Kol etkinliklerinin emperyalizmin günümüzdeki en etkin silahlarından birisi olduğu kuşkusuzdur. Silah zoruyla ve saldırganlıkla hedefe erişmenin her zaman ve her ortamda başarı şansı olmadığı düşünüldüğünde Beşinci Kol etkinliğinin küresel ölçekteki önemini ve yaygınlığını anlamak kolaylaşacaktır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey (TTB MK) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın geçtiğimiz günlerde etnik bölücülüğün sözcülüğünü yapan bir medya ortamında Türk Ordusu’nu kimyasal silah kullanmakla suçlaması doğal olarak gündemde önemli yer tuttu.

Başta hekim kitlesi olmak üzere toplumun her kesiminden öfkeli tepkiler yükseldi bu sorumsuz ve bir o kadar aymazlık ürünü açıklamaya. Doğrusu bu açıklamanın benzerlerine pek çok kez tanıklık etmiş bir hekim olarak son çıkışa da şaşırmadım.

BİR TANIKLIK

Yıl 2014. Yer Ankara! Daha birkaç ay önce TTB Genel Kurulu yapılmıştı. Kasım ayı başında bu kez olağanüstü genel kurul için aralarında benim de bulunduğum İzmir Tabip Odası TTB Büyük Kongre delegeleri Ankara’ya çağırıldı. Gündem mi? Üye ödentilerinin gözden geçirilmesi, düzenlenmesi ve güncellenmesi. Soğuk kasım gününde Ankara’da toplanan olağanüstü genel kurulun gerçek gündemi çok geçmeden anlaşıldı.

  • Rojava Devrimi”ni selamlamak için genel kuruldan bir heyet oluşturulması.

İnanması güç ama neredeyse gün boyu süren tartışmalar bu bağlamdaydı.

TTB ARKA BAHÇE Mİ?

Türkiye’de toplumcu hekimliğin öncüsü Nusret Fişek hocanın TTB yönetiminden ayrılması sonrasındaki 30 yıl boyunca TTB etnik ayrılıkçılığın arka bahçesine dönüştürüldü. Bu nedenle, az önce paylaştığım yaşanmışlık kesinlikle şaşırtıcı sayılmazdı bu süreci yakından izleyenler için.

  • Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışına dönecek olursak

Dayanaksızlığı ve gerçekdışılığı bir yana, yasayla kurulmuş bir meslek kuruluşunun başındaki kişinin ayrılıkçı teröre kol kanat geren bir televizyon kanalında ne işi vardı diye sormakla başlayabiliriz işe.

Türk Ordusunun envanterinde bulunmadığı pek çok kez dile getirilen kimyasal silahlarla ilgili bir savın bölücülüğün sözcülüğüne eşdeğer bir ortamda dile getirilmesi kabul edilebilir gibi değildir. Burada amaçlananın bir kuşkunun dile getirilmesinden çok emperyal destekli ayrılıkçılığa kamuoyu desteği sağlanması olduğu açıktır.

Her şeyi bir yana bırakıp sormak gerekir!

Bugün ülkemizin güneydoğusunda yoğunlukla kendisini gösteren, sınır ötesinde yuvalanma ve barınma olanağı bulan ayrılıkçı terör kimlerce özendirilmektedir ve desteklenmektedir? Terör örgütüne sözde bağlaşığımız ABD’nin TIR’lar dolusu silah gönderdiği ve ayrılıkçılığı saklamaya gerek duymaksızın silahla donattığı ve bu donatımı sürdürdüğü nasıl olur da göz ardı edilebilir?

Avrupa’nın pek çok ülkesinin yanı sıra Atlantik’in karşı kıyısındaki başemperyalist ABD’nin ayrılıkçı teröre verdiği destek kuşkuya yer vermeyecek denli ortadadır.

  • Ayrılıkçı terör dünyanın başka pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de emperyalist kurgunun gereği olarak varlığını sürdürmektedir.

Bu gerçekten hareketle ayrılıkçı teröre yakınlık duyan, bununla da yetinmeyip destek olan, kol kanat geren herkes, konumu ne olursa olsun emperyalizmin piyonu olmayı içine sindirmiş olmaktadır. Bu duruma destek olanların kendilerini siyasi yelpazenin neresinde gördüklerinden çok, kimin yararına duruş içinde olduklarına bakmak çok daha doğru olacaktır.

KOÇBAŞINA DÖNÜŞTÜRÜLEN TTB

Şebnem Korur Fincancı’nın duruşunda vurgulanması gereken bir diğer önemli nokta, sorunları dağları aşmış bir meslek grubunun kamu kurumu niteliğindeki kuruluşunun başındaki kişi olarak asal görevini bir yana bırakarak üzerine görev olmayan konulara odaklanmış olmasıdır. Şebnem Korur Fincancı için TTB öncelikli değil ikincil bir olgudur dersek yanılmış olmayız. Kendi görüşlerini ve düşüncelerini yayarken, terör odaklarına yakınlık duymakta sakınca görmezken, TTB’nin gücünden yararlanmaktadır. Başka deyişle kendisi TTB’ye güç katacak yerde, başında bulunduğu kurumun gücünü başka amaçla koçbaşı olarak kullanmaktadır.

Türkiye’deki 170.000’i aşkın (AS: 200 binin biraz üstünde) hekimin yasayla kurulmuş meslek kuruluşu olan TTB, yönetilecek olmaktan çok sıçrama tahtası işlevi gören ikincil bir oluşuma dönüştürülmüştür. Şebnem Korur Fincancı bu çıkışıyla bir yandan sorunlarına çözüm getirmekle yükümlü olduğu hekim topluluğuna zarar verirken diğer yandan da ayaklarını bastığı ülkeye ihanete eşdeğer kötülük yapmış olmaktadır.

RASTLANTI MI?

Bu arada, barolarda da seçim eğik düzlemine girildiği bugünlerde İzmir Barosu seçimli genel kurulundan (22.10.2022) gelen bir haber de bu yazının konusuyla ilintisi nedeniyle ilgi çekiciydi. Genç bir avukat hanımefendi ayrılıkçı ve etnikçi söylemlerini kürsüden dile getirme sınır tanımazlığı sergiledi. TTB ortamında bu ve benzeri söylemler pek çoğumuzu şaşırtmazken, İzmir Barosu ortamında etnikçi-ayrılıkçı çıkış tarihte bir ilk olarak kayıtlara geçmiş olmaktaydı.

Önce TTB sonra Baro! Rastlantı mı diye sormakla yetiniyorum. Kısa zaman aralığında yaşanan ardışık iki olay doğal olarak beşinci kol etkinliğini çağrıştırdı. Yazının başındaki Beşinci Kol girişi bu çağrışımın ürünüydü.

İĞNEYİ KENDİMİZE…

6023 sayılı yasayla 1953’te kurulan Tabip Odalarına üyelik, 12 Eylül döneminde yapılan bir düzenlemeyle zorunlu olmaktan çıkartılmıştır. Üye olma zorunluluğu özel hekimlik alanında çalışan hekimlerle sınırlandırılmıştır. Her şeye karşın hekimlerin önemli niceliğinin kamuda çalıştığı gerçeği önümüzde durduğuna göre, Tabip Odalarının önemli bir üye kaynağından yoksun bırakıldığı açıktır. Şebnem Korur Fincancı ve çizgisinin TTB ortamına egemen olma fırsatı bulması, Tabip Odalarına üye olan hekimlerin seçimlere ilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Tüm hekimlerin değil üyelerin % 15-20’sinin seçtiği Tabip Odası ve TTB yöneticilerinin “beşinci kol etkinliği” içinde yer alıyor izlenimi vermelerine şaşırılabilir mi?

Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışı sonrasında TTB’yi kapatalım sesleri yükselebilir kimi odaklardan. Nasıl ki yargıdan kaynaklı sorunları adliyeleri kapatarak çözmeyi aklımıza getirmiyorsak, TTB’de yaşanan sorunları da TTB’yi kapatarak çözmek akılcı olmayacağı gibi, tutarlı bir yaklaşım da olmayacaktır. Yakın geçmişte benzer durumlar karşısında ülkemizi yönetenlerin sergilediği tutum ve uygulamalar anımsandığında “TTB’yi kapatma” olasılığının hiç de düşük olmadığını saptamak zorunda olmanın yarattığı kaygının da ayrıca acı verici olduğu kuşkusuzdur. (AS: Kanımızca kayyım atanır..)

Hekimlerin ezici çoğunluğunun benimsemediği, görüş birliği içinde olmadığı TTB yöneticilerinin bulundukları yerden uzaklaştırılmaları ve o yöneticilerin önderliğinde kuruma egemen olan çizgi kaynaklı kısır döngüye son verilmesi fırsatı pek çok kez yakalanmış olsa da, ilgisizlik ve katılımsızlık bu fırsatın tepilmesi sonucunu doğurmuştur.

Emperyal sözcülüğüne heveslenen,
beşinci kol etkinliğine özdeş davranışlar içinde olmakta sakınca görmeyen
TTB MK Başkanı Şebnem Korur Fincancı
hiç kuşkusuz birincil sorumludur, baş kusurludur.

Ancak, ilgisiz ve katılımsız biz hekimlerin bu olumsuzluktaki sorumluluğu da görmezden gelinemez. Bugün bir kez daha su yüzüne çıkan bu olumsuzluk geçmişte de pek çok kez gündeme gelmişti. Yaşananlardan ders alınıp da keşke bu olumsuzluğa hekimlerin kendi kurumlarına sahip çıkan oylarıyla son verilseydi demekten alamıyorum kendimi.

  • Her şeye karşın Şebnem Korur Fincancı’nın istifa ederek hekimler başta olmak üzere kamuoyunun beklentilerini karşılamak gibi bir seçeneği olduğunu anımsatarak…

FIRSAT BU FIRSAT

Kestirilebileceği gibi Şebnem Korur Fincancı istifa istemlerini kulak arkası etti. Hatta, hızını alamamış olmalı ki soluğu Almanya’da aldı. Bir yanında etnikçilerle diğer yanında FETÖ’cülerle Türkiye’deki insan haklarını konuştu. Türkiye karşıtlığını sürdürdü demekle yetinelim.

Bu arada, Fincancı’nın içinde olduğu etnikçilikle iktidarın bitip tükenmez ümmetçilik anlayışının ortak paydada buluştuğu izlenimi yaratan gelişmeler de yaşanıyor.

Cumhurbaşkanı “o kişinin başında bulunduğu…” sözleriyle başlayan değerlendirmesinde Türk Tabipleri Birliği’ni niteleyen “Türk”ü silme ya da Baroda yeltenildiği gibi hekimlikte de çoklu meslek kuruluşu oluşturma doğrultusunda işaret vermiş oldu. Çayın taşıyla çayın kuşunu vurmaya eşdeğer bir girişim.

Fincancı ve ekibini sevindireceği kuşkusuz.
==================================

Dostlar,

Dr. Ş.K. Fincancı hakkında bu sitede epey yazı yayınladık. 2020 Haziran’ında TTB seçimli genel kurula giderken, hemen ardından… bu kişinin TTB Merkez Konseyi’ne (TTB MK) aday gösterilmemesi hele Başkan olarak kesinlikle seçilmemesi için düşüncelerimizi gerekçeli ve belgeli olarak açıkladık. Ardından Dr. Fincan’cıyı istifaya çağırdık. Olmadı… 2 yıl sonra 2022 Haziran’ında oyları azalarak gene TTB MK içinde yer aldı ve adeta inatlaşırcasına “gene” TTB MK Başkanı seçildi 11 kişi içinde.

Bu gün tutuklama kararı verilene dek suskun kaldık.

Tutuksuz yargılamanın daha doğru ve adil olduğu kanısındayız, bu kesin.

Tutuklama kararının ardından bizim de düşüncelerimizi açıklama hak ve yükümümüz var. 1977’de hekim olduğumuz yıldan bu yana 45+ yıldır TTB üyesiyiz ve meslek örgütümüze çok emeğimiz oldu. O’ndan da çok şey öğrendik.

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı bizi de çok iyi dile getirmiş. Onbinlerce hekimin benzer düşündüğünden hiç kuşku duymuyoruz. Kamuoyu Dr. Fincancı’yı çok az tanıyor. Hekimlerin de epeycesi öyle. Dolayısıyla cansiperane savunma temelsiz.. Uğur Mumcu‘nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu ile açın konuşun.. Yazdıklarını okuyun. Uğur Mumcu davasında Fincancı’nın neler yaptığını.. (https://youtu.be/l4Rb0wxy9qg?t=1536, 31 Oca 2022 ‘Şebnem Korur Fincancı Uğur Mumcu’nun Katillerinin Salınmasını Sağladı!’ Ceyhan Mumcu | Saygı Öztürk, Sisler Bulvarı, KRT)

Av. Ceyhan Mumcu’ya göre; adeta yurt dışından uzanan eller Fincancı’yı devreye soktu ve Uğur Mumcu cinayeti nedeniyle yakalanan şüphelilerin İŞKENCE ALTINDA ifade verdikleri tezi o gece yarısı üretildi. Fincancı, ısmarlama ve uzaktan rapor yazdı bu şüphelilere. Bu açıkça suç. İnsanları görmeden, muayene edip bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli rapor düzenlemek ağır suç,

  • Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur hiç kuşku duymuyoruz...

Bu gün what’s up üzerinden bir ileti dağıtıldı, çok okundu. Buraya aktaralım :
***
ONUN İŞİ SAHTE RAPOR, SAHTE BEYAN…

Şebnem Korur Fincancı… Okul yıllarından beri arkadaşım. Daha doğrusu eski arkadaşım.

  • Kişileri görmeden rapor yazmayı,
    misyonu gereği sürekli yalan beyanda bulunmayı alışkanlık haline getirmiş
    .
  • Aslında işini yapıyor, görevi bu.
  • Kişileri görmeden, muayene etmeden kimyasal silah saldırısı suçlamasında bulunuyor.
  • Daha önce Uğur Mumcu ve katledilen öteki aydınların davasında yine sanıkları görmeden işkence raporu vermiş, suçluların itirafçı olmasını engellemişti.

Ceyhan Mumcu açık açık anlatıyor.

Bunlar biliniyor ama birçokları ABD’den, AB’den esen güçlü rüzgardan ötürü Fincancı’yı kahraman gösteriyor.

Ergenekon davasına da hiç ilgisi olmadığı halde şikayetçi, müdahil olarak katılmıştı. Sanıkların kendisini tehdit ettiği yönünde uydurma beyanlarda bulunmuş, muhbirlik yapmıştı.

Tüm bunlar vatandaşlık suçu, insanlık suçu!

Ama TTB başkanı olarak en çok üstünde durulması gereken şey Deontolojik suç.

  • Sen nasıl muayene etmediğin kişiler hakkında rapor verir,
    tıbbi beyanda bulunursun!

Bu suç için insanlar kime şikayet etsin? Tabipler Birliği’ne mi?

Dr. Kaan Arslanoğlu
=========================

Dr. Kaan Arslanoğlu bir Psikiyatri uzmanı, yazar. Gün içinde bu iletisi ile ilgili bir yalanlama da olmadı bu saate dek.

Öte yandan, bu gün biri 3 öbürü 2 yıldızlı güvendiğimiz, saygın – yurtsever 2 yüksek rütbeli subayla (general, amiral) iletişim kurduk. TSK’da kimyasal silah bulunmadığını, dolayısıyla kullanılmasının da söz konusu olamayacağını, çok net ve kesin bir dille bize belirttiler. MSB de geçtiğimiz günlerde bu yönde açıklama yaptı.

Dolayısıyla, Dr. Fincancı’nın öteden beri süregelen söz ve eylemleri ortadadır. Bu kişi, sayıları 200 bini aşan Türk Hekimlerini temsil saygınlığını gösterememiştir. İdeal olanı hiç olmazsa 2. kez Başkanlığa aday olmaması ya da bu son olay patlak verdiğinde, TTB’ye ve onbinlerce hekime zarar vermemek için hemen istifa idi. Dr. Fincancı bunu yapmadı, TTB Başkanlığı zırhını, artık nereye dek ve ne ölçüde olacaksa, koruyucu olarak kullanma yolunu seçti.

Dilek ve önerilerimiz :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.

TTB MK 1. yedeği çağırarak yeniden Başkan seçmeli ve olağanüstü seçimli genel kurul kararı almalıdır.

Örgütün adından “Türk” sözcüğü kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hemen hemen tüm dünyada bu yol gelenektir :
British Medical Association
American Medical Association
Italian Medical Association
Japan Medical Association
French Medical Association
……
Pireye kızıp yorgan yakmanın anlamı yoktur. TTB, TMMOB…. Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları olup, Anayasanın 135. maddesi güvencesine sahiptir.

Sonuç olarak                                               :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.
  • Dr. Ş.K. Fincancı tutuksuz ve adil yargılanmalıdır.
  • İktidar bu olayı gerekçe yapıp Anayasanın 135. maddesine ve demokrasiye aykırı
    yeni yasal düzenlemelere ve kayyım atamasına gitmemelidir.
  • Buna karşılık şimdiki TTB MK, kamuoyundan özür dileyerek hemen seçimli olağanüstü genel kurul kararı almalıdır

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

 

Teğmen Çelebi geldi-gitti

featuredE. TümgNaci Beştepe yazdı


Mehmet Ali Çelebi’yi Ergenekon davasındaki savunmasından dolayı tanıdım. Daha teğmen rütbesinde gencecik, pırıl pırıl bir Türk subayı idi. Okulun verdiklerinin üzerine koyarak kendini geliştirmiş yaşına göre bilge denebilecek bir düzeye gelmişti. Kendinden üst rütbeli pek çok subay ve general bireysel savunma yaparak kurtuluşu ararken o Ergenekon’un kumpas olduğunu değerlendirmiş ve kurumsal savunmayı yeğlemişti.

Sonra hepsi mahkum olan veya yurt dışına kaçan FETÖ’cü yargıçlara, “Siz burada bizi değil Atatürk’ün Nutuk’unu yargılıyorsunuz” diyerek hem komutanlarına örnek olmuş hem de Atatürkçü vatanseverlerin gönlüne taht kurmuştu.

Vardiya Bizde Platformu’nun sevgilisi olmuştu. Herkes ona ve ailesine dört elle sarılmıştı. Aydın medya ona geniş yer veriyordu. Tutuklu subaylar ona “Silivri’nin Genelkurmay Başkanı” sıfatını taktılar. O muhteşem savunmasından sonra Silivri’ye özel olarak O’nun için giderek ziyaret etmiş, tanışmış ve takdir duygularımı ifade etmiştim.

TEĞMEN ÇELEBİ GELDİ

Daha sonra aile bireyleri ve şimdiki eşi olan kız arkadaşı ile de tanıştık. Çelebi o zaman bana “Komutanım cezaevinden çıkınca ilk önce size ziyarete geleceğim” demişti.

  • İlk tahliyesinde Hasdal’daki general, amirallerin omuzlarında taşınarak çıkarılmıştı.

Babası Muharrem Bey telefonla hem müjde vermiş hem de ertesi günü bizde olacaklarını söylemişti. Söz verdiği gibi babası ile birlikte son derece külüstür bir araba ile Ankara’daki evimize geldi. O zaman Aydınlık Gazetesi’nde haftada bir köşemde yazmakta idim. Ziyarete denk gelen hafta yazımın başlığı “TEĞMEN ÇELEBİ GELDİ” olmuştu. O’ndan övgüyle, gururla söz etmiş, ziyaretinden mutluluğumu vurgulamıştım.

TEĞMEN ÇELEBİNİN İKİNCİ GELİŞİ

Teğmen Çelebi bir süre özgür kaldıktan sonra tekrar tutuklandı. Hasdal’da tutuklu iken evlendi. Kılıçdaroğlu nikah şahitliğini yaptı. Cezaevinde görüştüğüm arkadaşlarım, ikinci girişten sonra Teğmen Çelebi’nin davranış değişikliği sergilediğini söylemişlerdi. Ancak genel görünümde  önemli bir fark yoktu. O kararlı savunmaları aynen sürdü. Son savunmasını izledim. Meydan okuma idi. Savcıyı ve hakimleri acınacak duruma soktu.

17-25 Aralık (2013) olaylarından sonra önce Org. Başbuğ ardından tüm sanıklar tahliye oldu. Teğmen Çelebi, Kezban Hanım ile evlendi. Düğününe CHP belediyesi ev sahipliği yaptı. Kılıçdaroğlu düğüne katıldı. Ben, eşim ve  bir grup Vardiya Bizde üyesi ile Ankara’dan düğününe gittik. Ergenekon ve Balyoz sanıklarının neredeyse tamamı ve Vardiya Bizde’ciler orada idi.

Bir süre sonra Teğmen Çelebi ve babası yine evimize ziyarete geldiler. Bu kez amaç bir fikir alış-verişi idi. Çelebi CHP’den milletvekili olmak istiyordu. Bu konudaki fikrimi sordular. Ben o dönemde Vatan Partisi yönetiminde idim. CHP’nin kumpas davalarda gerekli ve yeterli tepkiyi göstermediği, birkaç milletvekili dışında ilgisiz kaldığı, Kılıçdaroğlu’nun ise yargılamaları haklı bulan açıklamaları olduğu için doğru adres olmadığını söyledim. Bence  o gün doğru adres Vatan Partisi idi.

Parti tüm yönetimi, kurumları (gençlik ve kadın örgütü, televizyon, gazete) ile kumpas davaların üzerine yürümüştü. CHP’de milletvekilliği kolay, Vatan Partisi’nde ise zorlu bir yoldu. Teğmen Çelebi’ye zorlu yolun yakışacağını anlatmaya çalıştım. Çelebi “Komutanım ben partideki yanlışları düzeltmek için gireceğim, içeride mücadele ederek CHP’yi düzelteceğiz” diyerek aslında kararını vermiş olduğunu gösterdi. Bizimki sohbetten ileri gitmedi. Sonra milletvekili oldu. Sonra partiden ayrıldı. Sonra bağımsız olarak devam edeceğini açıkladı. Sonra Memleket Partisi’ne girdi. Sonra oradan da ayrıldı. Tekrar bağımsız milletvekili olarak devam edeceğini açıkladı. Ve sonra…

AKP’YE GEÇİŞ SİNYALLERİ

Temmuz 2022’de Teğmen Çelebi birden gündeme girdi. Sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda 6’lı masaya yönelik 20 soru sıraladı. Bunları katıldığı TV’lerde de yineledi. “Cumhur İttifakıMillet İttifakı’ndan daha net ve daha fazla güven vermektedir” şeklinde açıklamada bulundu. AKP ve yandaş basın gibi CHP ve Millet İttifakı’nı PKK-FETÖ ile mutabakat halinde gösteren ifadeler kullandı. Sinyal belli idi. Birileri bir yerden düğmeye basmıştı.

Atatürk sevdalısı Vardiya Bizde’ciler başta olmak üzere Teğmen Çelebi’yi maddi manevi desteklemiş herkes ayağa kalktı. Vardiyacı bir arkadaşımız telefonda Kezban Hanım’a üzüntüsünü ve tepkilerini dile getirdiğinde “Abla sen Çelebi’nin Mecliste olmasını istemez misin?” diyerek girilen yolu, amaçlarını açıkça belirtti. Bu bilgileri aldıktan sonra önce baba Muharrem Çelebi’yi aradım. Bizi ziyarete külüstür bir araba ile gelen Muharrem Bey yurt dışı gezisinde idi. Sonra Mehmet Ali’yi aradım. Gelişmeleri ilk ağızdan duymak istediğimi söyledim.

Bana da 20 sorusundan dem vurdu. AKP’ye geçiş konusunu, Köşkte görüşmeye gidip gitmediğini sordum,” Yok komutanım öyle bir şey” dedi. “Benim Teğmen Çelebi’me yakışmazdı zaten” sözümle görüşmeyi bitirdik. Hemen aynı günlerde, eski dostların yoğun tepkisi üzerine medyada AKP’ye geçişle ilgili “şimdilik” böyle bir gelişme olmadığını açıkladı. Bugün, 12 Ekim 2022 Çarşamba, Mehmet Ali Çelebi’ye RTE parti rozeti takacak.

20 SORU KİME?

İnsanlar elbette fikir değiştirebilir. Siyasi görüş değiştirebilir. Buna bağlı olarak parti değiştirebilir. Ancaaaak;

  • Atatürk’ü savunuyorum, Atatürk’ün askeriyim, cumhuriyetin neferiyim” diyen biri Atatürk’ün adını anmayanların, ona ve eseri cumhuriyete düşman olanların kum gibi kaynadığı bir partiye gidemez.
  • PKK ile mutabakata karşı olan biri, PKK ile en üst düzeyde görüşen, Açılım yaparak yüzlerce şehit vermemize neden olan Hendek Savaşlarının sorumluları ile kucaklaşamaz.
  • S-400’ü muhalefetteki partilere soran biri, S-400’ü kilitleyen, F35’lerimizin hesabını soramayanlara sorgusuz sualsiz gidemez.
  • Anayasa değişikliğini sorgulayan biri, Anayasanın değiştirilemez özellikli ilkesi “laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu tescillenmiş” bir partinin vekili olamaz.
  • Kurumsal savunma yaparken kumpasın ayakları polis, gazeteci, savcı, yargıç herkese kafa tutan bir yiğit, o ayakları görevlendiren, onlarla beraber yürüyenlerle yan yana gelemez.
  • Muhalefete ekonomide kamuculuğu soran bir kişi, kamunun anasını ağlatanlar kendine kucak açınca gerine gerine o kucağa oturamaz.

Şimdi ben M. Ali Çelebi’ye soruyorum:

  • Sen bu 20 soruyu doğru adrese sorduğundan emin misin?
  • İlkeli bir kişilik sergilediğinden emin misin?

TEĞMEN ÇELEBİ GİTTİ

Çelebi şöyle diyor şimdi:

“FETÖ kumpaslarında kader arkadaşlığı yaptığım komutanlarıma, kardeşlerime, sevdiklerini kaybetmiş ailelerimize sesleniyorum: Başımın tacısınız. Söylediklerimde, hassasiyetlerimde haklı çıkmazsam, bunu teyid etmezseniz siz istediğiniz an Siyaseti bırakmayı söz veriyorum.”

Nasıl inanalım senin sözüne Bay Çelebi?
Hani CHP içinde, CHP’yi düzeltmek için çalışacağına verdiğin söz?
Hani CHP’den ayrıldığında bağımsız kalacağına dair sözün?
Hani Memleket Partisi içinde mücadele için verdiğin söz?
Hani oradan ayrılınca bağımsız kalacağına dair ikinci kez verdiğin söz?
Hani AKP’ye girmeyeceğine dair verdiğin söz?

Senin sözüne kim nasıl inansın?
Söz ağızdan çıkar ve tutulur. Senin sözünün çıkış yeri belli değil ki.
Sen artık siyaset yapsan da bıraksan da bizi ilgilendireceğini sanma.
Çünkü sen artık bizim için yoksun.
Bizim tanıyıp değer verdiğimiz TEĞMEN ÇELEBİ GİTTİ.
Dönmemecesine.
Milletvekili olanaklarından yararlanabilir. Ailesini mutlu edebilir.
Soylu ve Kurtulmuş gibi AKP üst düzeyinde, Feyzioğlu gibi elçiliklerde görev alabilir.
Bunların hepsi olabilir ama bir daha bizim Teğmen Çelebimiz asla olamaz.

Güle güle AK Çelebi.

13 Aralık 2012… Silivri… 

13 Aralık 2012… Silivri… 

Mustafa Balbay
13 Aralık 2018
Bugün, dünyada bir davayı izlemek ve “hak, hukuk, adalet” aramak üzere duruşma salonu önüne gelen insan rekorunun kırıldığı günün yıldönümü.

Altı yıl önce 13 Aralık 2012’de Silivri cezaevi mahkemesi önüne yüz bin insan gelmişti. 
Silivri soğuğu jilet gibidir. Esti mi yüzü keser. Böyle bir gündü… 
Silivri cezaevleri zinciri kentin merkezinden uzakta. Yola saptınız mı ötesi yok.
Anayol sapağı kesilince alternatif yol yoktur. 

İşte böyle bir günde Türkiye’nin dört bir yanından birkaç yüz bin insan yola çıktı. En çok dörtte biri Silivri’ye ulaşabildi. 
Anayol kapanınca tarlalardan yürüyerek cezaevi mahkemesi önüne gelenleri, biber gazı, cop ve barikatlar bekliyordu. Buna rağmen binlerce kişi, sabahtan gece yarısına dek cezaevi önünü terk etmedi. 
30 Kasım 2012’de İstanbul Kitap Fuarı’na gelenlerin yönünü Silivri’ye çevirme çağrısı yapmıştık. O gün duruşma ertelenince 13 Aralık’ta buluşma çağrısını dışarıya haykırdık. Yıllardır devam eden, sonuna yaklaştıkça yeni bir iddianame ekleyerek çoğaltılan Ergenekon davasına toplumsal bakış adım adım değişmişti. Böyle dava olmaz yorumu ağırlık kazanıyordu.

***

12 Aralık gecesi Tuncay’la hücrelerimize çekilirken aklımız sabahtaydı. Yığınsal bir katılım, özgürlük mücadelesinde yeni bir aşama olabilirdi. 
Sabahları saat 07.30 sırasında gardiyanlar gelir, havalandırma kapısını açar. Geliş yoğunluğunu ilk onlardan öğrenebilirdik. 
07.30’da gelmediler… 07.45 yok… 08.00 kimse yok… 08.30’a doğru telaşla kapıyı açtılar. Yollar insan seliymiş, otobüsler sıra sıra tarla kıyılarına dizilmiş. 
Gardiyanlar yaşadıkları zorluğu anlatırken bizim sevincimize diyecek yoktu. 
O gün Ergenekon davasının halkın gözünde bittiğinin ilanıydı. 
O gün mahkeme ne yaptı? 
Birleştirdiği 21 iddianamenin üstüne 22.’yi ekledi. 
Mahkeme heyetine şunu söylediğimi anımsıyorum: 
“İstanbul’dan yola çıktınız Ankara’ya gidiyorsunuz. Bir saat sonra tabela ‘Ankara 300’ yazıyor. Basıyorsunuz gaza, iki saat sonra yolu çoktan yarıladığınızı düşünüyorsunuz. Ankara 500’ yazıyor. Dava buna benzedi…”

***

13 Aralık 2012’de Silivri’ye geliş öykülerini sonradan aldığım mektuplarda okudum. Onları saklıyorum. Hâlâ karşılaştığım pek çok insan o güne dair anısını anlatır. 
Kimin adını saysam sayamadığıma haksızlık olur. Kamuoyunda tanınan tanınmayan

  • yüz binlerce insan ayaza, gaza, fişlenmeye aldırmaksızın Silivri’de bir destan yazdı. 

O gün avukatlarla sanıklar arasına dizilen robocop’ların arasında, dışarıdan haberler alırken şunu düşünmüştüm: 

  • “Gün olur geç uyanır, gün olur zor bir araya gelir ama, bu halkla daha yaşanılası bir Türkiye mücadelesi verilir…” 

Bize düşen bu halka layık olabilmek, bu halkla omuz omuza olabilmek, bıkmadan usanmadan onun anlayacağı dille gerçekleri anlatabilmek…
====================================
Dostlar,

O gün biz de bilmem kaçıncı kez oradaydık..
Türkiyemiz bu kuşatmayı da aşacak..
Biz, kadim Anadolu halkı hancıyız; iktidarlar yolcudur..
Kimler geldiiii, kimler geçti…
Genellikle de gitmemek için direndiler…
Ama ne çare…

Sevgi ve saygı ile. 14 Aralık 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

BOP YIKIM EKİBİ

BOP YIKIM EKİBİ

Rifat Serdaroğlu

Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanıyım. Bize verilmiş görevlerimiz var!
AKP Genel Başkanı Erdoğan yukarıdaki sözleri tam 34 (otuz dört) kez söyledi…

Yargıtay’ın bozma kararından sonra, Ergenekon Davasına bakan İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin Cumhuriyet Savcısı;

  • “Uzun yıllar kamuoyunu meşgul eden bu davada, sahte deliller kullanılmış, suç işlemediği kesin şekilde bilinen kişilere iftira edilmiştir. Bu dava öncesi yaşanan bazı terör ve suikast olaylarını Cemaatin hazırladığı ve amacın devleti tamamen ele geçirmek olduğu kesinleşmiştir.”

    Dönemin Başbakanı Erdoğan; “Ben bu davanın Savcısıyım”, demişti!

AKP Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkan Adayı (Bilecik eski Valisi) Tahir Büyükakın, düzenlediği ilk basın toplantısında şunları söyledi:

  • “Hak ve batıl mücadelesi veriyoruz. Şu anda bu kalenin temsilcisi Cumhurbaşkanımızdır. Bu kale yıkılırsa, ümmet yıkılır.”

Hak: Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de bildirdiği, her hal ve şart altında doğru olan şey.
Batıl; Şeytana boyun etmek ve onun istediklerini yapmak!
Ümmet; Hz. Muhammed’e inanarak, onun yaptıklarını ve söylediklerini uygulayarak çevresinde toplanan, çeşitli milletlerden oluşan topluluk.

Adana’nın Aladağ İlçesindeki öğrenci yurdunda çıkan yangını sonucu 12 çocuğumuz yanarak ölmüş, 22 çocuğumuz da yaralanmıştı. Davada tutuklu bir kişi kalmadı. TBMM’deki eleştiriler üzerine söz olan AKP Bursa Milletvekili Osman Mesten;

  • “Kan, acı üzerinden siyaset yapmayın. Türkiye’de 18 milyon öğrencimiz var. 900 bin Suriyeli öğrenciyi de katarsak neredeyse 19 milyona yaklaşıyoruz. Bu kadar çocuğun olduğu yerde böyle şeyler olur. Provokasyon yapmayın.” dedi.

Bu beyanların tamamı ve daha niceleri bilerek, planlanarak söylenen sözlerdir. Bu sözler, AKP’nin Atatürk Cumhuriyetine, Türklüğe, Demokratik Rejime, Lâikliğe ve Hukuk Devletine karşı olduklarının kanıtıdır.

Yıllar önce FETÖ ile ilgili iki kitap yazıp, herkesi uyarmaya çalıştık. Devletin, uyarılarımızı dinlemesi gereken kurumlarının başındakiler, bunları görmedi, duymadı! Çünkü ya onlar da FETÖ alçaklarının tarafına geçmişler ya da AKP’den korkularına yenilerek görevlerini yapmamışlardı.

Yıllar sonra (AS: 11 yıl sonra!) Cumhuriyetin bir Savcısı, AKP-FETÖ-CIA tarafından hazırlanan kumpası açıklamak yürekliliğini gösterdi.

Çekilen acılar, yitirilen canlar, kaybolan hayatlar Türk Milletine olan değişmez sevgimize kurban olsun. Türk Milletine hizmet etmek çok zordur. Siz Türk Milleti uğruna canınızı bile feda etmekten çekinmezsiniz ama kimse sizin fedakarlığınızı bilmez, bilmek de istemez! Bir canın bir dünya olduğunu bilmeyen bazı oğlaklar, “Ne olmuş ölmüşse, görevi değil mi?” derler ve sizi bir daha öldürürler…

Fakat bu coğrafyada yaşamanın olmazsa olmazı “Güçlü Türk Ordusunun” komuta heyetinin yok edilip, Ordunun üst kademelerine karakter fukarası zavallıların gelmesiyle, Türk Milletinin başına çok büyük yeni belalar açılmakta olduğunu görmezler. Zoru görünce de “Çıkın bir şeyler söyleyin, sadece yazmakla olur mu?” diye bir de akıl vermeye başlarlar.

Değerli Okurlar;
Bir daha ve altını da üstünü de çizerek söylüyoruz :

Ülkemizde demokratik rejim değiştiriliyor.
TBMM yok hükmünde,
Bakanlar sekreter olmuş,
Yargı vatanseverleri hapse tıkmak için AKP’nin maymuncuğu durumunda!
Polisin ve Askerin zimmetinde olan binlerce ağır silah kayıp!
BOP devam ediyor. Eşbaşkan da görevde.

Barzani, Irak’ın kuzeyinde sessizce “devlet kurma” faaliyetini tamamladı.
ABD öncülüğünde ve Türk Devletini yönetenlerin ihanete varan stratejik körlüğü sayesinde Suriye’nin kuzeyinde de “devlet” kurulmuş durumda!
İsrail’in istediği Büyük Kürdistan Devletinin iki parçası şimdiden yaratılmış oldu. Geriye Türkiye ve İran’dan koparılacak iki parça kaldı.
Eğer engel olunmazsa yakında, kurulması düşünülen Kürt Devletinin üçüncü parçası olacak kısmının bizden koparılması demek olacak “Federe İslam Devletine” dönüştürülecektir.

Aziz Türk Milleti,

Eğer Atatürk gibi bir kurtarıcı bekliyorsak, daha çok bekleriz! Yok öyle biri!
Sen varsın, ben varım, biz varız, Türk Milleti var. Bir araya geleceğiz ve kendi yaramızı kendimiz saracağız. Çare biziz, çare Türk Milletidir.

Türk Milletinin göz göre göre bölünmesine engel olamayan muhalefet partilerinin, hala ülke gerçeklerini görmedikleri ve bir işe yaramadıkları ortada.

Bizler “Çoban Ateşlerini” ülkenin her yerinde yakan Atatürk Milliyetçileri ve Türk Milleti sevdalılları çalışmalarımız hakkında sizleri sürekli bilgilendireceğiz.

Şimdilik vatandaşlar olarak yapmamız gereken şey şudur:

31 Mart 2019 tarihindeki yerel seçimlerde,
AKP’li hiçbir adaya oy vermemek ve verdirtmemek!

İllerde ve ilçelerde dürüstlüğüne, çalışkanlığına, bilgisine güveneceğiniz adaylara oy vermeliyiz.
Bu konuda zaman yaklaştıkça sizlere düşüncelerimizi aktaracağız.

Biz Türk Milletiyiz. Bir ve beraber olduğumuzda emperyalist devletleri yenmiş bir milletin çocuklarıyız. Yine yaparız, yine başarırız…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 03 Aralık 2018.

Batı’dan Cumhuriyet’e Yönelik Eleştirilerin Düşündürdükleri

Batı’dan Cumhuriyet’e Yönelik Eleştirilerin Düşündürdükleri

Onur Öymen
Cumhuriyet,
29.9.18

Cumhuriyet Vakfının Başkanlığına seçilen Dr. Alev Coşkun, “Cumhuriyeti hedefe koymak rastlantı mı?” başlıklı makalesinde yabancı basında yer alan ölçüsüz tepkileri de yanıtladı.

Coşkun, Cumhuriyetteki yönetim değişikliğinden sonra Alman basınındaki suçlamaları şöyle özetledi: “Türkiye’deki yegâne muhalif gazete Cumhuriyet, Erdoğan destekli karanlık, ekstrem nasyonalist ve ultra Kemalist darbe sonucu tasfiye edilmiş bulunuyor.”

Bedri Baykam da Le Monde gazetesinde yer alan suçlamaları “yüz kızartıcı” ve yanıltıcı, demokratik haklar açısından kabul edilemez buluyor.

Bugün Cumhuriyet gazetesi yöneticilerini suçlayanların ülkelerinde ve Avrupa Parlamentosunda maalesef medyalar konusunda her zaman demokrasiyle bağdaştırılabilecek örnekler görmüyoruz.

Fransa’nın en önemli gazetelerinden biri Türkiye’nin Kıbrıs harekatının ilk günlerinde sergilediği tarafsız tutumu, Türkiye’den beklentileri karşılanmayınca değiştirmiş ve Rum yanlısı bir yayın politikası izlemeye başlamıştı.

Frankfurter Allgemeine Zeitung’da uzun yıllar köşe yazarlığı yapan Alman gazeteci Udo Ulfkotte 2015 yılında yazdığı “Satın Alınmış Gazeteciler” başlıklı kitabında devlet güçlerinin baskısıyla makaleler yazmak ve tasvip etmediği görüşleri savunmak zorunda bırakıldığını açıkladı. Ulfkotte bu konuda maruz kaldığı baskıları YouTube’da İngilizce olarak yaptığı bir konuşmada anlattı. Ancak yazdığı kitap ve yaptığı konuşma Alman medyalarında neredeyse görmezlikten gelindi.

Türkiye’de bizim bir kilise kapattığımız iddiası üzerine ülkemize davet ettiğimiz 14 Alman gazeteci bu iddianın gerçek dışı olduğunu gözleriyle görmelerine karşın, onların kaleminden Alman basınında gerçek durumu yansıtan bir habere rastlamadık.

Türkiye’ye yönelik bazı haksız suçlamalar Başbakan Kohl’ü bile rahatsız etmişti. Kohl, bir kezinde bu eleştiri sahiplerine “Hepimiz camdan evlerde oturuyoruz. Başkasının evini taşlarken kendi camımızı kırabiliriz,” demişti.

Avrupa Parlamentosu da bu konularda her zaman iyi bir sınav vermemiştir. Türkiye raportörlerinden biri, saygın gazetecilerin tutuklandığı Ergenekon davasında kanıtlanmamış iddiaları desteklemiş ve Ergenekon’un devletin içine sızmış bir çete olduğunu ileri sürerek devletin bu örgüt mensuplarını cezalandırması gerektiğini söylemiştir.

Kuşkusuz insan hakları ve demokrasi gibi kavramlar Türkiye gibi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalayan ülkelerde bir iç sorun sayılamaz. İnsan hakları alanında ülkemize yönelik eleştirilerde hiç haklılık payı olmadığını da söyleyemeyiz. O nedenle yabancıların eleştirilerini dikkatle değerlendirmeliyiz. Ancak bu eleştiriler Cumhuriyet vakfına yapılan saldırılar gibi, çağdaş ve demokratik düşünce sahibi oldukları bilinen kişilere yönelik olarak yapıldığında, onlara karşı sessiz kalamayız. Özellikle Türk gazetecilerini ‘bizden yana olanlar, bize karşı olanlar’ şeklinde tasnif edenleri ve görüş ve eleştirilerini bu anlayışla dile getirenleri dikkatli bir gözle okumalıyız. Cumhuriyet Vakfı olayında olduğu gibi, bu konularda görüş açıklayanlar belli kesimlerin ve kişilerin sözcülüğünü yapmak yerine adil, tarafsız ve ilkeli bir tutum izlemeye özen göstermelidirler.

Mehmet Bedri Gültekin : “Böyle kepazeliklere izin vermeyin!”

“Böyle kepazeliklere izin vermeyin!”

www.ulusalkanal.com.tr, 14 Ekim 2015

"Böyle kepazeliklere izin vermeyin!"

Gültekin’in gençliğinden başlayarak İşçi Partisi görüşünü savunmuş bir kişi olduğunu belirten Mumcu, “Doğu Perinçek’in tutukluluğundan sonra Genel Başkan Vekili olmuştur. Daha sonra kendisi de bu davaya dahil edildi. Doğu Perinçek ile görüşmeleri için bile suçlandı. Doğu Perinçek’ten talimat almayacak da kimden alacak?” dedi.

Her darbe döneminde Doğu Perinçek ile birlikte Mehmet Bedri Gültekin’in en büyük iki mağdur olduğunu belirten Mumcu,

Gültekin; 12 Mart’ta 5; 12 Eylül’de 4 yıl cezaevinde kalmıştır. 17 Ekim 2009’da Gültekin’in basın toplantısı olmuştur. Mehmet Ali Talat ve Tayyip Erdoğan görüşmesiyle ilgili. Bu ses kaydı gazetelerde de yer almıştı. Bu konuşmada Rauf Denktaş’ın tasfiyesi ve KKTC’den vazgeçilmesi konuları yer almaktadır. Gültekin’in burada Rauf Denktaş’ı destekleyip KKTC’nin yanında yer alması çok doğaldır.” ifadelerini kullandı.

DÜNYADA EN ÇOK SANSÜR EDİLEN KİŞİ “ATATÜRK”

Mumcu, Mehmet Bedri Gültekin’in ADD’yi yönetmeye kalkmak suçlanmasıyla ilgili olarak da,

“ADD, rahmetli Prof. Muammer Aksoy‘un kurduğu, Atatürkçü düşünceyi benimsemiş bir dernektir. Aksoy, CHP’den istifa edip ADD’yi kurmuştur. İşçi Partisi 2006’da bir kurultay yapmıştı. Ben de divan başkanıydım. Bu kurultayda Atatürk devrimlerinin tamamlanması için bir karar alındı. Dolayısıyla ADD ile bir amaç birlikteliği var. ADD tarihi boyunca
3 İşçi Partili burada yönetim kurulunda yer almıştır. ADD’yi ele geçirmek gibi bir iddia dayanaktan yoksundur ve gerçek dışıdır. Kaynak Yayınları Atatürk’ün Bütün Eserleri diye 30 ciltlik bir eser çıkarttı. Dünyada en çok sansür edilen kişi Atatürk iken, Kaynak Yayınları’nın bu çalışması çok önemliydi. ADD bile Atatürk’ün bu kadar sansür edilmesine karşı bir yayın çıkartamayarak bu sansüre uydu. Ancak Kaynak Yayınları, Atatürk ile ilgili en çok yayın yapan yayıncılık oldu.”
diye konuştu.

“BÖYLE KEPAZELİKLERE İZİN VERMEYİN”

Mehmet Bedri Gültekin için Ulusal Kanal, Aydınlık Gazetesi emekçileriyle görüştüğü suçlamasının olduğunu da hatırlatan Mumcu, “Kiminle görüşecekti? Yine Doğu Perinçek ile ilgili de benzer bir suçlama vardı, Mehmet Perinçek ile ilgili görüştüğü suçlaması. Baba ile oğul görüşemeyecek mi? Eğer heyetinizden birisi beni tanıyorsa, benimle görüşmüşse ve ben de bir konu hakkında suçlanmak isteniyorsam heyetinizdeki o kişi yandı demektir. Türk halkını rahatlatmak için böyle kepazeliklere izin vermeyin. açıklamasını yaptı.

Mumcu, öbür Parti yöneticilerinin yurt dışında seçim çalışması yaptığını kaydederek,
Gültekin hakkında verilen yurt dışı yasağının kaldırılmasını talep etti. Mumcu savunmasının ardından Yargıtay 16. Ceza Dairesi heyetine, Mehmet Bedri Gültekin’in ‘Tayyip Gül ve
Gülen Örgütü’
adlı 
kitabını hediye etti.

=========================================

Dostlar,

Bu tertip – düzmece (kumpas) davanın da (Ergenekon davası) tüm sanıkları açısından aklanmayla (beratla) sonlanması dileğimizidir.

Yapılan hukuksuzluk öylesine büyüktür ki; sürdürülememiş, Anayasa Mahkemesi’nin
çok uzayan (5 yılı aşan!) hüküm verilmeden tutuklıluk durumlarını insan hakkı çiğnemi (ihlali) sayınca, ardından gelen yeniden yargılamalarla gerçekler görülmüş ve aklamalar başlamıştır.

FG Cemaatının etkisine giren bir bölüm yargıç – savcı bu süreçte tasfiye edilmiştir.

İbretlik acı olaylar 2007 ilyazından (ilkbahar) başlanarak ülkemizde yaşanagelmiştir.

Sayın Mehmet Bedri Gültekin, tutarlı bir devrimcidir. Bu sitede pek çok yazısına yer verilmiştir. Yazdığı kitaplarla Türkiye’nin önünü açan düşünler (fikirler), belgeler sergilemiştir. Av. Ceyhan Mumcu da ustaca vekiledenini müvekkilini) savunmuştur. Söz, Yargıtay 16 Ceza Dairesi’nin
5 sayın yüksek yargıcınındır. Türkiye’nin ve dünyanın gözleri ve kulakları bu mahkemenin vereceği karara odaklıdır. Yaşanmışş bu tür kepazalikleri, bir asla daha sahnelenmemek üzere  yargının yine kendisinin temizlemesinde büyük yarar görüyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
15 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İlker Başbuğ : NE YAPACAKSANIZ BANA YAPINIZ? BURADAYIM, DIMDIK AYAKTAYIM!


26. Genelkurmay Başkanı E. Org. 
İlker Başbuğ:

  • Ne yapacaksanız bana yapınız?
    Buradayım, dimdik ayaktayım!

  • Ergenekon davasının Yargıtay’daki temyiz duruşmalarının ikinci günü, 26’ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasıyla başladı.
  • “Cemaat, işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir” diyen Orgeneral Başbuğ, cemaatin kumpası yargı ve emniyet içine yerleştirdiği kadroları ile gerçekleştirdiğini belirtti. Başbuğ, hükümetin ve
    AbD yönetiminin de cemaate destek verdiğini söyledi.

AYDINLIK, 07 Ekim 2015

İlker Başbuğ: Ne yapacaksanız bana yapınız? Buradayım, dimdik ayaktayım

Yargıtay 16’ncı ceza dairesinde görülen Ergenekon davasının temyiz duruşmalarına
devam ediliyor. 2. duruşma, 26’ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un savunması ile başladı. Başbuğ ifadesinde “2011 yılı başlarında, bir savcı hazırladığı iddianame ile bizim müebbet hapisle cezalandırılmamızı talep etti ve ÖYM de bu cezayı verdi.” dedi. “Daha dört yıl geçmeden, aynı konu 25 Aralık iddianamesinde yer aldı.” diyen Başbuğ, bu bölümü tekrar okudu.

Bazı sorumlulukları olduğunu söyleyen Başbuğ, “Birinci sorumluluğum, bu süreçte hayatlarını kaybedenleredir. İkinci sorumluluğum silah arkadaşlarıma ve üçüncüsü ise tarihe karşıdır. Dördüncü sorumluluğum ise; TSK’ne karşı yapılan bu komploları planlayıcı ve icracılarının yakalanıp, adil yargılanmalarını sağlamaktır.” diye konuştu.

“Cemaat işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir” diyen Başbuğ,

“Bu cinayeti yargı ve emniyet içine yerleştirdikleri kadroları vasıtasıyla işlemiştir” dedi.

Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ, “Siyasi iktidar ise, “Ne istediler de vermedik” ve “aldatıldık” ifadeleri ile Cemaate gerekli desteği verdiklerini açıkça belirtmiştir.
George W. Bush yönetimi de TSK’ne karşı oynanan oyunu desteklemiştir”

ifadelerini kullandı.

İşte Başbuğ’un savunmasının tamamı    :

Sayın Başkan, Sayın Üyeler ve Sayın Cumhuriyet Savcısı;

Dün akşam, bu sabah burada yapacağım konuşmanın metni üzerinde çalışırken, daha önce de düşündüğüm bazı sorular, yine aklıma takıldı. Bu sorulara doğru dürüst cevaplar da bulamadım. İlk önce bunları sizinle paylaşmak istiyorum:

-Bugün 7 Ekim 2015. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum nedir?
PKK terör örgütünün eylemleri, Suruç saldırısından hemen sonra beklenmedik şekilde başladı. Daha önce yaşanmamış seviyede devam ediyor. Her gün şehitler veriyoruz.
Yüreğimiz yanıyor. Şehit haberlerini takip bile edemiyoruz. Güneydoğudaki bazı
yerleşim yerlerine ilişkin medyaya yansıyan görüntüler vahim ve endişe verici.

Suriye hududunda Türk uçakları ile Rus uçakları burun buruna geliyor.
Türkiye bu halde iken, bu gün ben neden Yargıtay’dayım?
Türkiye ve bizler acaba enerjimizi yanlış yerlerde mi harcıyoruz?
Burada ne yapacağım, ne konuşacağım?

-Özel Yetkili Mahkemelerde başlayan ve sonuçlanan bazı davaların, yerel mahkemelerde yeniden yargılanmaları sürüyor. Bazı davalar ise Yargıtay’da temyiz aşamasında.
Bu sürece olağan bir süreç olarak bakabilir miyiz?
Rutin bir yargılama süreci içinde olduğumuzu kabul edebilir miyiz? Elbette ki, hayır.

BU SAVCILAR KİM?

Neden? Bu davaların iddianamelerini hangi savcılar hazırladı?
Görevlerinden uzaklaştırılan, suç örgütleri ile ilişkili oldukları ileri sürülen, kimi şuanda tutuklu olan, kimi de yurtdışına kaçan savcılar bu iddianameleri hazırladılar.
İddianameleri hazırlayan bu savcılar kimdir?
145 Osmanlı yöneticisi yargılanmak üzere Malta’ya gönderildi. Soruşturmayı yürüten
İngiltere Kraliyet Başsavcılığı; 29 Temmuz 1921 tarihinde, Malta’ya gönderilen Türklerin “eldeki kanıtlarla” yargılanıp cezalandırılamayacağına karar verdi.

Üzülerek söylüyorum; bu iddianameleri hazırlayan kendi ülkemizdeki bu savcılar,
bir düşman ülkenin savcısı kadar bile adil olamadılar.

Özel Yetkili Mahkemeler ise bu kararlara imza atan mahkemelerdir.
Bu mahkemeler AYM’nin ihlal kararlarının üzerine alelacele kapatılan mahkemelerdir.
Bu mahkemeler neden kapatıldı?
Görevleri bittiği için mi? Yoksa işledikleri hukuk cinayetleri ayyuka çıktığı için mi?
Bu mahkemelerin hakimlerine ne oldu?
Bazıları görevlerinden uzaklaştırıldı, bazıları suç örgütü içine sokuldu, bazıları da tutuklandı.
Bu savcıların ve hakimlerin aldıkları kararların hukuk değeri taşıdığını söyleyebilir miyiz?
Bu iddianameler ve kararlar üzerinden hareket ederek, davaların yeniden yargılanmasını
veya temyizini yapmak ne kadar adil ve doğru bir durumdur?

Türkiye ve 16. Ceza Dairesi olarak sizler bir ilkle karşı karşıyasınız. Böyle bir durum Türkiye’de daha önce yaşanmadı. Bu duruma olağan ve rutin olarak bakılması mümkün müdür? Hayır.
O zaman biz burada ne konuşacağız? 16. Ceza Dairesi olarak, bir ilkle ve aynı zamanda tarihi sorumluluklarla karşı karşıyasınız. Sizlerin; bu tarihi sorumluluktan başarı ile çıkacağınıza ilişkin inancımı korumak istiyorum.

-Yaşanan bu sürecin olağanüstü olduğuna dair diğer bir soruya da değinmeden geçemeyeceğim.

2011 yılı başlarında, bir savcı hazırladığı iddianame ile bizim müebbet hapisle cezalandırılmamızı talep etti. 13. Ağır Ceza Mahkemesi de bu talep çerçevesinde bize bu cezayı verdi. Dün, burada, verilen cezalar tekrar okundu. Neredeyse daha 4 yıl geçmeden; bu sefer aynı adliyedeki bir Cumhuriyet Savcısı; aynı konuya 25 Aralık İddianamesinde yer verdi. Bu bölümü burada okumak istiyorum:

“2007 yılında Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan el bombalarından yola çıkılarak hazırlanan Ergenekon terör örgütü dosyası o kadar genişletilmişti ki, Cemaat muhalifi olan herkes bir şekilde bu örgütün üyesi olmakla karşı karşıya kalıyordu. 14 Nisan 2009 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genel Kurmay Başkanı olan İlker Başbuğ kamuoyuna
bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamada ‘Bazı Cemaatler, kendilerini demokratik alanın
bir oyuncusu olarak takdim etmektedirler. Hedeflerine ulaşmada, kendilerine büyük engel olarak TSK’yı görmektedirler. Bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında TSK’nın tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük bir yanılgıdır.’

İlker Başbuğ bu açıklamayı yapmakla cemaatin hedefine girmiştir.

Artık kurtuluşu yoktur. Kum saati dönmeye başlamıştır. Pensilvanya’da kalemi kırılmıştır.
Süreç işlemeye başlar. Bir şekilde müritler onun icabına bakacaklardır. Tarihi fırsatlar gözetilir. Bir yandan da Orduya yerleşilmektedir. İlker Başbuğ’un bu açıklaması Orduda Cemaate
rahat verilmeyeceğinin işaretleridir ve bu engel bir şekilde aşılmalıdır. Paralel cuntanın
yargı ayağı faaliyete geçer ve sudan bir sebeple internet andıcı davası adı altında genel kurmay başkanlığı yapmış bir kişi Terör örgütü yöneticiliğinden ve hükümeti düşürmeye teşebbüs suçundan TCK 314/1 ve 312/1 maddeleri gereğince 06/01/2012 tarihinde tutuklanır.

Konu hükümet aleyhine kara propaganda yapıldığı iddia edilen internet sitelerinin kurulmasına İlker Başbuğ’un önderlik ettiği hususudur. Bu gün Fetö terör örgütü liderinin güdümündeki internet sitelerinin devlet başkanını, hükümet üyelerini, yargı mensuplarının alenen tehdit etmeleri ve bunu basın özgürlüğü adına yapmaları, nereden nereye geldiğimizin göstergesidir. İlk pervasızlık buradan başlamıştır. Artık cemaat yargı yoluyla her türlü hukuksuzluğu yapabileceğini görmüştür. Özel yetkili mahkemelerdeki hakim ve savcılar yoluyla dilediği kişiyi infaz edebileceğini anlamıştır.

Cemaatin karşısında yer almak neredeyse imkansız gibi idi. Güç sarhoşu olan cemaat ilk büyük infazını İlker Başbuğu tutuklayarak yapmıştır. Toplumun nabzı ölçülmüş, sol kesimler hariç yeterli tepki yoktur, hatta sağ kesimlerden hükümete karşı bir oluşum içerisinde olan bir ordu ve komutanı şeklinde bir suçlama gündeme getirildiği için destek görmüştür. Cemaat süreci iyi okumuştur. Kendi lehine değerlendirmiştir.”

Şimdi, bugün biz burada ne söyleyeceğiz, ne yapacağız?

SORUMLULUĞUM ŞEHİTLERE KARŞI

Aslında, bu sözlerden sonra benim konuşmamı sonlandırmam, başka söz söylememem lazım. İşte burada çok düşündüm. Nasıl hareket etmeliyim?
Ben, Türkiye’nin 26. Genelkurmay Başkanıyım.

Emekli olmuş olsam da bazı sorumlulukları hala taşımaktayım.

Birinci sorumluluğum; Bu süreçte hayatlarını kaybedenlere yani bu davaların şehitlerine karşıdır.

İkinci sorumluluğum; Bu davalar süresince özellikle Beşiktaş Adliyesinde ifade verirken, kendilerini kendi topraklarımızda, yani Türk topraklarında; “yabancı bir ordunun askeri gibi” hisseden, bu acıyı yaşayan, arkadaşlarıma karşıdır. Bu acıyı kimse unutturamaz. 11 Şubat 2011 günü Silivri’de Balyoz Davası duruşması sonunda yaşatılan acıyı da kimse hafızalarımızdan silemez.

Üçüncü sorumluluğum
; Tarihe karşıdır. Belki bugün Türkiye’nin ve Türk Milletinin bu davalar karşısında yorulduğunu söylesek, pek yanlış olmaz.
Ama, ileride mutlaka birileri bu dönemin tarihini sebep ve sonuç ilişkilerine dayanarak yazacaklardır. İşte onlara yardımcı olmayı da bir görev olarak kabul ediyorum.

Dördüncü sorumluluğum ise; TSK’ne karşı yapılan bu komploların planlayıcı ve icracılarının yakalanıp, ortaya çıkarılıp, adil şekilde yargılanmalarını sağlamaktır. Bu olmadan, bu davalar, bu süreç bitmez. Bu nedenle, olayların büyük bir kısmını bire bir yaşayan birisi olarak bu komplolara ilişkin değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak mecburiyetindeyim.

Sayın Başkan, Sayın Üyeler;

Vereceğiniz hüküm sadece “usul” ile sınırlı olursa bu çok yetersiz bir sonuç olur. Sadece “usul” ve “esas”la yetinilirse, bize göre yine yetersiz olur.
Bizim düşüncemiz, vereceğiniz hüküm bir üçüncü boyutu da içermelidir. O boyutta; komplolara ilişkin ortaya konulan hususların suç duyurusuna dönüştürülmesine yönelik olarak, Yüce Mahkemenizin yönlendirici bir rol oynamasıdır.
Bütün bu değerlendirmeler ışığında, bugün burada taşıdığım sorumluluklar çerçevesinde konuşmamın uygun olduğunu düşündüm.
Burada söyleyeceklerim asla savunma amaçlı değildir ve o şekilde de algılanmamalıdır.
Sözlerim; daha önce ifade ettiğim gibi tarihe not düşmeye ve kumpasları planlayan ve uygulayanlar hakkında suç duyurusunda bulunmaya yöneliktir.
Konuşmama şu soru ve soruya verilecek cevap ile devam etmek istiyorum:

 

NEDEN TSK HEDEF ALINMIŞTIR?

26 Ağustos 2006 günü Kara Kuvvetleri Komutanı oldum. Yapılan devir ve teslim töreninde, kendimi şu sözleri söylemeye mecbur hissetmiştim:

“Her zaman olduğu gibi, Türkiye üzerinde dış ve iç kaynaklı radikal değişim projelerinin bulunduğunu görmekteyiz. Bu kesimler projelerinin önündeki en önemli engel olarak
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni görüyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasete müdahale ettiğini ifade ederek, Silahlı Kuvvetleri’nin özellikle milli güvenlik açısından anayasal düzenin üç temel niteliği olan ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete karşı yapılan saldırılara karşı kayıtsız kalmasını istiyorlar.”

Bu sözlerim neye dayanıyordu?
…….
………..

*****

Savunmanın tam metni için lütfen tıklayınız.. (word ve pdf )

Yargıtay’da_Ergenekon_Savunması_7Ekim2015  (word, 30 A4 sayfası, 170 KB)

Yargıtay’da_Ergenekon_Savunması_7Ekim2015
  (pdf, 30 A4 sayfası, 537 KB)

=====================================

Dostlar,

T.C.’nin 26. Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ‘un 07 Ekim 2015 günü
Yargıtay 16. Ceza Dairesinde yaptığı savunma tarihsel bir belgedir.

Özel Yetkili Silivri Mahkemelerinin kumpas Ergenekon davasında verdiği ağır cezaların,
uzun tutukluluk sürelerinin…. Anayasa Mahkemesince “Hak ihlali” sayılması üzerine yargılama yenilenmeketedir. 2 yılıl aşkın süre Silivri zindanlarında hukuksuz olarak tutulan Sayın Başbuğ, tarihe not düşen bir savunma sunmaktadır. Daha öncesinde de yazdığı kitaplarla bu lanetli dönemi kapsamlı ve belgesel olarak anlatmıştır.Bu savunmanın dikkatle okunması ve gerekli derslerin çıkarılması gerekir.Başbuğ, 3,5 saati bulan savunmasını şöyle tanımlıyor :

*****

Her şey bütün çıplaklığı ile ortadadır.
Adeta “düşman hukuku” uygulanarak suçlananlar, cezaevlerinde yıllarca tutulanlar, bugün Türk Milletinin gözünde suçsuzdurlar, çoktan beraat etmişlerdir. Ya bu süreçte hayatını kaybedenler? Onları geriye getirebilecek bir güç var mıdır? Ortada yapılacak iki şey kalmıştır:Birincisi, bu süreçte zarar görenlerin “itibarlarının” geri verilmesi, böylelikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kırılan onur ve gururunun tamir edilmesidir.İkincisi ise, bu komploları planlayan, icra eden ve açıkça destekleyenlerin yargı önüne çıkartılarak, adil şekilde yargılanmasıdır.

Hala önümüzde zaman ve şans olduğunu düşünmekteyim.
Heyetinizin bu tarihi fırsatı en iyi şekilde kullanacağına ilişkin inancımı koruyorum.

*****

Sayın Başbuğ’a dik duruşu ve yürekliliği için teşekkür ediyoruz..
Sıra Yargıtay’ın 16. Ceza Dairesindedir.
Adalet ülkenin temelidir ve geç kalan adalet adalet değildir..
Gereğini, tarihe not düşerek Yargının saygınlığını da onaracak nitelikte bir kararı
sayın yargıçlardan beklemek en doğal hakkımızdır. Olağanüstü dönemin ağır yaraları olabildiğince sarılmalıdır,

TSK ciddi bir yurt savunmasında sıcak çatışma içindedir ve her gün şehitler vermektedir.
Bunun nedeni de söz konusu kumpas davalar serisidir..“Ankara’da, Yargıtay’da yargıçlar var…” demek istiyoruz ünlü Berlin örneği gibi..Sevgi ve saygı ile.
08 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Mustafa MUTLU : YİRMİ MADDEDE BUGÜNKÜ TARİHİ DAVA


YİRMİ MADDEDE BUGÜNKÜ TARİHİ DAVA !

Mustafa MUTLU
AYDINLIK, 28.1.15
Türkiye için tarihi önemdeki “kader duruşması” bugün…
Olup bitenleri, konuyu hiç bilmeyenler için özetleyelim:
Bir     : İsviçre Hükümeti, “Ermeni soykırımı olmamıştır” demeyi suç sayan yasayı kabul etti ve bunu söyleyen dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı’nı mahkûm etti.

İki      : Bunun üzerine Talat Paşa Komitesi üyeleri İsviçre’ye giderek “insan hak ve özgürlükleri”ne aykırı, salakça hazırlanmış bu “ırkçı” yasayı protesto etti.

Üç     : İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, “Ermeni soykırımı yoktur” diyerek,
yasayı bile bile ihlal etti.

Dört    : Perinçek hakkında dava açıldı ve İsviçre adaleti, cezalandırılmasına karar verdi.

Beş     : Perinçek’in avukatları bu kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı.

Altı     : AİHM’in ilgili dairesi Perinçek’in ifade özgürlüğünün kısıtlandığına,
Ermeni soykırımının varlığını iddia etmenin siyasetçilerin işi olmadığına karar verdi. Mahkumiyet kararını, Perinçek lehine bozdu.

Yedi      : İsviçre Hükümeti temyize gitti.

Sekiz     : AİHM’in Büyük Dairesi aylar önce duruşma tarihini açıkladı: 28 Ocak 2015… Yani bugün. Davanın bir numaralı aktörü Doğu Perinçek, bugün yapılacak duruşmaya davet edildi.

Dokuz     : Ancak Perinçek hakkında, Ergenekon Davası nedeniyle anlamsız bir yurt dışına çıkma yasağı bulunuyordu. Avukatları, bu yasağın kaldırılması için dört ay önce
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na dilekçe verdi.

On     : Nedense bu izin, davaya 15 gün kalıncaya kadar çıkmadı.
Bunun üzerine ben bu sütunlarda bir yazı yazdım ve bu davanın Perinçek’in değil, Türkiye’nin davası olduğunu, onun mutlaka Strazburg’a gitmesi gerektiğini,
eğer kaçmasından korkuluyorsa seve seve rehin olabileceğimi yazdım.

On bir      : Bu sözlerim, kısa sürede on binlerin katıldığı büyük bir kampanyaya dönüştü.
Yaşlı, genç, erkek, kadın her siyasi görüşten on binlerce yurttaş, “Perinçek’i gönder, beni al” yazılı dövizle kamera karşısına geçip fotoğraf ya da görüntü çekti ve kanala gönderdi.
Sağır sultanı oynayan köşe yazarları bile harekete geçip konuyla ilgili yazmak zorunda kaldı.

On iki     : Ve nihayet ilgili mahkeme, bugünkü duruşmaya sadece 11 gün kala
Perinçek’in yurt dışı yasağını kaldırdı.

On üç        : Perinçek ve Talat Paşa Komitesi’nin önde gelen isimleri de dün 150’ye yakın vatandaş, gazeteci, siyasetçi, milletvekili, hukukçu ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle Strazburg’a geldi. Merak edenler için söyleyeyim ben de heyetteyim ve bugünkü duruşmayı izleme şansını elde eden ender Türk gazetecilerden biriyim.

On dört     : Sabiha Gökçen’den kalabalık bir yurtsever grubu tarafından tezahüratlarla ve coşkuyla yolcu edildik. Doğu Perinçek burada yaptığı konuşmada, kendisinin ve Türkiye’nin haklılığını bütün dünyanın göreceğini söyledi.

On beş     : Yolculuk oldukça coşkuyla geçti. Strazburg’a hareket eden uçaktaki
değişik siyasi görüşteki yolcular arasında karamsar olan bir kişi bile yoktu.

On altı     : Strazburg’daki ilk izlenimim; polisin olası bir “Türk-Ermeni karşılaşması”na hazır olduğuydu.

On yedi      : Dün öğleden sonra kenti gezerken bu dava için Avrupa’nın dört bir yanından Strazburg’a akın eden Türkleri gördük ve kucaklaştık.

On sekiz       : Kente Ermeni diasporasının düzenlediği organizasyonlarla gelenlerin sayısı da oldukça fazla… Fransız polisinin, bugünkü duruşma öncesinde ve sonrasında Türklerle Ermeniler arasında tatsız olaylar yaşanmaması için gerekli önlemleri aldığı bize gelen haberler arasında…

On dokuz     : Bu duruşma, milli maçlar dışında Türklerin organize olarak yurtdışına aktıkları ilk ciddi organizasyon olma niteliğini taşıyor.

Yirmi     : Bu ruhun, Türk siyasetine yansımaması bana göre mümkün değil…

*****

Gelelim sonuca                                    :

Perinçek’in kimliğinde Türkiye’nin kaderini belirleyecek olan bu dava,
100 yıllık soykırım yalanının ipliğini pazara çıkaracak
AKP iktidarının tam 13 yıldır kaderine terk ettiği bu konuda Türkiye’yi zafere taşıyan herkese, sıradan bir Türk vatandaşı olarak teşekkürü borç bilirim.

GÜNÜN SORUSU

Sorum CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na     :

Böyle bir dönemde, Hrant Dink’in cenazesinde “Soykırım tanınmalı” pankartının arkasında yürüyen genel başkan yardımcılarınızla ve milletvekillerinizle gurur duyuyor musunuz?

SEVGİLİLER GÜNÜ’NDE HUBER’DE BULUŞUYORUZ! (85)

Önceki Cumhurbaşkanı Gül’ün, beş aydan fazla bir süredir işgal ettiği Huber Köşkü hakkındaki 100’üncü yazımı, (eğer o güne kadar Köşk boşaltılmazsa) 14 Şubat Sevgililer Günü’nde yazacağım.

14 Şubat Cumartesi günü saat 12:00’de Huber Köşkü’nün sahil kapısında olacağım ve
bu işgalin daha kaç gün süreceğini sormak için Sayın Gül’ün gelmesini bekleyeceğim.
Eğer siz de benimle birlikte beklemek isterseniz sevgilinizi, eşinizi alın gelin;
hep birlikte Boğaz keyfi yapalım!
Var mısınız?

GÜNÜN İSYANI!

İsyanım “Ermeni Soykırımı olmamıştır” diyenleri hapse atmak için yasa çıkaran ve
Ermeni goygoyculuğu yapmaktan vazgeçmeyip AİHM kararını temyiz eden
İsviçre Hükümeti’ne:

Tarih yazmak size mi kaldı a haddini bilmezler?

YILMAZ ÖZDİL : PROFESÖR HİLMİOĞLU

 

Dostlar,

Yetenekli yazar Yılmaz ÖZDİL,

Aşağıdaki yazısında Ergenekon davasının acı çelişkilerini
büyük ölçüde sayısal verilerle irdelemekte.
Gerçekten hukuk ve insanık tarihine geçti bu dava..

Başbakan’ın başdanışmanı ve AKP Ankara milletvekili Yalçın AKDOĞAN,
24 Aralık 2013 günü STAR Gazetesi’ndeki köşesinde yazmıştı.. Akdoğan’ın yazısında vurgu yaptığı ilginç bir bölüm vardı. Türk Ordusu’na kumpas kurulduğunu
ileri süren Akdoğan,

  • Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına,
    milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların
    bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir.
    Amaca ulaşmak için her yolu mübah görenlerin nasıl hastalıklı anlayışlar ürettiğini çok iyi bilir.”
    diye yazmıştı.
    (“Ellerinde nur mu var, topuz mu?” başlıklı makale)

Bu itiraf yazısının üzerinden 62 gün geçti ve masum tutsaklar hala zindanlardan salıverilmedi..

Üstelik Başbakan dahil üst düzey AKP yöneticileri de benzer yönde demeçler verdiler bu süre içinde.

Masum Tutsaklar Niçin Salıverilmiyor ??

Kulağımıza mide bulandıran söylentiler ulaşmakta..
Çirkin pazarlıklara bu masum ve onurlu insanlar alet edilmek istenmekte.
Bir an önce serbest bırakılıp yeniden ve adil yargılama yolu açılmamakta.
Süreç bilerek ve istenerek tıkanmakta ve bir “genel af” fa sürüklenmektedir.

Yerel seçimler sonrası, hatta gerekirse -AKP oyları kritik derecede düşerse- öncesinde AKP’nin bir siyasal kumarıyla;

  • “Yep yeni bir beyaz sayfa açıyoruz.. Genel af…”

demagojisiyle İmralı, PKK ve KCK sanıkları – suçluları toptan tahliye edilmek istenmekte. Masum kurbanlar bu iğrenç af planının piyonları yapılmak istenmekte.

Tutsak kahramanların asla böyle bir pazarlığa ödün vermeyeceklerini biliyoruz.

AKP’nin böylesi siyasal kumarı geri tepip hızlı tükenişe de yol açabilir.
Bu bakımdan, böylesi basit ayak oyunlarını bir yana itip, masum insanlara yıllardır sürdürülen zulme derhal son vermeleri tek yoldur.

AKP’yi daha fazla direnmeden bir kez daha sağduyuya çağırıyoruz.
İçeride ölümün eşiğinde ağır hasta 150’yi aşkın tutuklu – hükümlü vardır.
Bu insanların ise saat bile geçirilmeden tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmalarından başka hukuksal – siyasal – stratejik – politik… çözüm yoktur!

İçeride yaşamını yitirecek her masum tutsağın katili AKP ve siyasal iktidar olacaktır
ve bunun da hukuksal hesabı er ya da geç mutlaka ama mutlaka sorulacaktır.
Azıcık yakın ve uzak tarih bilgisi, bu yargımızın çok sayıda somut örneği ile dolu.

Sevgi ve saygı ile.
23 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

PROFESÖR HİLMİOĞLU

Beş yıldır tutuklu bulunan Profesör Fatih Hilmioğlu’nu,
lütfettiler, kanser olduğu için tahliye ettiler.

*

Dile kolay.
Beş yıl.

*

Silivri mesela… Güya İstanbul’da.
Beşiktaş’tan gelen bir avukat, 90 kilometre gidiyor, 90 kilometre dönüyor. Anadolu yakasından, Pendik’ten gelen bir avukat, 135 km gidiyor,
135 km dönüyor. Beş yıldır.

*

Ekvator’dan dolanırsan, dünyanın çevresi 40 bin km.
800 dolayında duruşma yapıldı. Ergenekon davasının avukatları,
en az birer kez dünyanın çevresinde tur atmış oldu.

*

Haftada iki depo yakıt harcanıyor. Sanıklara ödetilen maddi faturayı hesap et. Otomobili olmayan avukat ise, beş ayrı toplu taşıma aracına binerek, anca beş saatte gelebiliyor. Beş yıldır.

*

Avukatların duruşma salonuna bisküvi sokması bile yasaktı.
Cezaevi kantini saat 17’de kapanıyordu. Duruşmalar gece saat 24’e dek devam ediyordu. En yakın büfe, 8 km uzaktaydı. Kan şekerleri düştü, baygınlık geçirdiler ama… Maalesef geberemedi şu avukatlar!

*

İlk başlarda, duruşma salonundaki tuvaletin tek kapısı vardı, kadın-erkek tuvaleti bitişikti. Kadın avukatlar, erkek avukatlarla erkek gazetecilerle, erkek sanık yakınlarıyla yan yana ihtiyaç gideriyordu.
Bademler sırıtıyordu… Kadın’dan avukat mı olur?
Al sana kenef, ya patlayana kadar tut ya git otur!

*

Haftada dört gün duruşma vardı, her duruşma 14-15 saat sürüyordu, içeriye telefon sokmak yasak… Avukatlar emanete bırakıp,
öyle giriyordu. Ama… Bu arada bir başka müvekkilin başı sıkışsa,
telefon etse, avukatına ulaşamıyordu. 50 kez arayıp, avukatına ulaşamayan müvekkil vardı.

Sonuç ?

Kimi avukatlar, kendini feda etti, öbür müvekkillerini bırakıp,
yaşamını bu davaya adadı. Kimi avukatlar ise, bu davayı bıraktı.
Özellikle maddi sıkıntı çeken Ergenekon sanıkları,
zaman zaman avukatsız kaldı.

*

Ergenekon davası avukatlarına, yandaş medyada vebalı muamelesi yapıldı. Kurumlar-şirketler, korkudan, avukatlarının Ergenekon avukatı olup olmadığına bakmaya başladı; sözleşmeleri feshedildi.

*

Bu dava, dünya hukuk tarihinde… Duruşma salonuyla, mahkemesi arasında 85 km uzaklık bulunan… Duruşma salonuyla mahkemesi birbirine en uzak, eşi benzeri olmayan, ilk ve tek davadır.

*

Dünya hukuk tarihinde… Sanıkları tarafından 328 kez reddedilen,
ilk ve tek mahkeme heyetidir.

*

Dünya hukuk tarihinde… 18 bin sayfa iddianameye, 40 bin küsur sayfa celse zabıtlarına, 120 milyon sayfa ek klasöre sahip, ilk ve tek dosyadır.

*

Dünya hukuk tarihinde… Bir avukat hakkında, savunması, istemleri ve beyanları nedeniyle 17 ayrı suç duyurusunda bulunulan -ki o avukat
Vural Ergül’dür- ilk ve tek davadır.

*

Dünya hukuk tarihinde… Lider kadrosu 70 yaşında, lideri 75 yaşında,
ilk ve tek örgüttür.

*

Dünya hukuk tarihinde… Genelkurmay başkanının, Yargıtay cumhuriyet başsavcısının, adalet bakanının, hâkim, savcı, avukat, subay, polis, istihbaratçı, rektör, profesör, gazeteci, sendikacı ve siyasal parti
genel başkanlarının komple terörist olarak yargılandığı, ilk ve tek davadır.

*

Dünya hukuk tarihinde… Bir kadının, erkek cezaevinde tutuklu yargılandığı, ilk ve tek davadır.

*

Dünya basın tarihinde… 2.5 milyondan çok habere konu olan,
ilk ve tek davadır.

*

Beş sene deyip geçiyorlar.
Dile kolay.

*

İnsanlık tarihinde… İçeridekilerin, ailelerinin, avukatlarının, onları yalnız bırakmayan yurttaşların, namuslu gazetecilerin, kahırdan komple kanser olması için ne gerekiyorsa yapılan… İlk ve tek davadır.