Etiket arşivi: hukuk cinayetleri

İlker Başbuğ : NE YAPACAKSANIZ BANA YAPINIZ? BURADAYIM, DIMDIK AYAKTAYIM!


26. Genelkurmay Başkanı E. Org. 
İlker Başbuğ:

  • Ne yapacaksanız bana yapınız?
    Buradayım, dimdik ayaktayım!

  • Ergenekon davasının Yargıtay’daki temyiz duruşmalarının ikinci günü, 26’ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasıyla başladı.
  • “Cemaat, işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir” diyen Orgeneral Başbuğ, cemaatin kumpası yargı ve emniyet içine yerleştirdiği kadroları ile gerçekleştirdiğini belirtti. Başbuğ, hükümetin ve
    AbD yönetiminin de cemaate destek verdiğini söyledi.

AYDINLIK, 07 Ekim 2015

İlker Başbuğ: Ne yapacaksanız bana yapınız? Buradayım, dimdik ayaktayım

Yargıtay 16’ncı ceza dairesinde görülen Ergenekon davasının temyiz duruşmalarına
devam ediliyor. 2. duruşma, 26’ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un savunması ile başladı. Başbuğ ifadesinde “2011 yılı başlarında, bir savcı hazırladığı iddianame ile bizim müebbet hapisle cezalandırılmamızı talep etti ve ÖYM de bu cezayı verdi.” dedi. “Daha dört yıl geçmeden, aynı konu 25 Aralık iddianamesinde yer aldı.” diyen Başbuğ, bu bölümü tekrar okudu.

Bazı sorumlulukları olduğunu söyleyen Başbuğ, “Birinci sorumluluğum, bu süreçte hayatlarını kaybedenleredir. İkinci sorumluluğum silah arkadaşlarıma ve üçüncüsü ise tarihe karşıdır. Dördüncü sorumluluğum ise; TSK’ne karşı yapılan bu komploları planlayıcı ve icracılarının yakalanıp, adil yargılanmalarını sağlamaktır.” diye konuştu.

“Cemaat işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir” diyen Başbuğ,

“Bu cinayeti yargı ve emniyet içine yerleştirdikleri kadroları vasıtasıyla işlemiştir” dedi.

Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ, “Siyasi iktidar ise, “Ne istediler de vermedik” ve “aldatıldık” ifadeleri ile Cemaate gerekli desteği verdiklerini açıkça belirtmiştir.
George W. Bush yönetimi de TSK’ne karşı oynanan oyunu desteklemiştir”

ifadelerini kullandı.

İşte Başbuğ’un savunmasının tamamı    :

Sayın Başkan, Sayın Üyeler ve Sayın Cumhuriyet Savcısı;

Dün akşam, bu sabah burada yapacağım konuşmanın metni üzerinde çalışırken, daha önce de düşündüğüm bazı sorular, yine aklıma takıldı. Bu sorulara doğru dürüst cevaplar da bulamadım. İlk önce bunları sizinle paylaşmak istiyorum:

-Bugün 7 Ekim 2015. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum nedir?
PKK terör örgütünün eylemleri, Suruç saldırısından hemen sonra beklenmedik şekilde başladı. Daha önce yaşanmamış seviyede devam ediyor. Her gün şehitler veriyoruz.
Yüreğimiz yanıyor. Şehit haberlerini takip bile edemiyoruz. Güneydoğudaki bazı
yerleşim yerlerine ilişkin medyaya yansıyan görüntüler vahim ve endişe verici.

Suriye hududunda Türk uçakları ile Rus uçakları burun buruna geliyor.
Türkiye bu halde iken, bu gün ben neden Yargıtay’dayım?
Türkiye ve bizler acaba enerjimizi yanlış yerlerde mi harcıyoruz?
Burada ne yapacağım, ne konuşacağım?

-Özel Yetkili Mahkemelerde başlayan ve sonuçlanan bazı davaların, yerel mahkemelerde yeniden yargılanmaları sürüyor. Bazı davalar ise Yargıtay’da temyiz aşamasında.
Bu sürece olağan bir süreç olarak bakabilir miyiz?
Rutin bir yargılama süreci içinde olduğumuzu kabul edebilir miyiz? Elbette ki, hayır.

BU SAVCILAR KİM?

Neden? Bu davaların iddianamelerini hangi savcılar hazırladı?
Görevlerinden uzaklaştırılan, suç örgütleri ile ilişkili oldukları ileri sürülen, kimi şuanda tutuklu olan, kimi de yurtdışına kaçan savcılar bu iddianameleri hazırladılar.
İddianameleri hazırlayan bu savcılar kimdir?
145 Osmanlı yöneticisi yargılanmak üzere Malta’ya gönderildi. Soruşturmayı yürüten
İngiltere Kraliyet Başsavcılığı; 29 Temmuz 1921 tarihinde, Malta’ya gönderilen Türklerin “eldeki kanıtlarla” yargılanıp cezalandırılamayacağına karar verdi.

Üzülerek söylüyorum; bu iddianameleri hazırlayan kendi ülkemizdeki bu savcılar,
bir düşman ülkenin savcısı kadar bile adil olamadılar.

Özel Yetkili Mahkemeler ise bu kararlara imza atan mahkemelerdir.
Bu mahkemeler AYM’nin ihlal kararlarının üzerine alelacele kapatılan mahkemelerdir.
Bu mahkemeler neden kapatıldı?
Görevleri bittiği için mi? Yoksa işledikleri hukuk cinayetleri ayyuka çıktığı için mi?
Bu mahkemelerin hakimlerine ne oldu?
Bazıları görevlerinden uzaklaştırıldı, bazıları suç örgütü içine sokuldu, bazıları da tutuklandı.
Bu savcıların ve hakimlerin aldıkları kararların hukuk değeri taşıdığını söyleyebilir miyiz?
Bu iddianameler ve kararlar üzerinden hareket ederek, davaların yeniden yargılanmasını
veya temyizini yapmak ne kadar adil ve doğru bir durumdur?

Türkiye ve 16. Ceza Dairesi olarak sizler bir ilkle karşı karşıyasınız. Böyle bir durum Türkiye’de daha önce yaşanmadı. Bu duruma olağan ve rutin olarak bakılması mümkün müdür? Hayır.
O zaman biz burada ne konuşacağız? 16. Ceza Dairesi olarak, bir ilkle ve aynı zamanda tarihi sorumluluklarla karşı karşıyasınız. Sizlerin; bu tarihi sorumluluktan başarı ile çıkacağınıza ilişkin inancımı korumak istiyorum.

-Yaşanan bu sürecin olağanüstü olduğuna dair diğer bir soruya da değinmeden geçemeyeceğim.

2011 yılı başlarında, bir savcı hazırladığı iddianame ile bizim müebbet hapisle cezalandırılmamızı talep etti. 13. Ağır Ceza Mahkemesi de bu talep çerçevesinde bize bu cezayı verdi. Dün, burada, verilen cezalar tekrar okundu. Neredeyse daha 4 yıl geçmeden; bu sefer aynı adliyedeki bir Cumhuriyet Savcısı; aynı konuya 25 Aralık İddianamesinde yer verdi. Bu bölümü burada okumak istiyorum:

“2007 yılında Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan el bombalarından yola çıkılarak hazırlanan Ergenekon terör örgütü dosyası o kadar genişletilmişti ki, Cemaat muhalifi olan herkes bir şekilde bu örgütün üyesi olmakla karşı karşıya kalıyordu. 14 Nisan 2009 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genel Kurmay Başkanı olan İlker Başbuğ kamuoyuna
bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamada ‘Bazı Cemaatler, kendilerini demokratik alanın
bir oyuncusu olarak takdim etmektedirler. Hedeflerine ulaşmada, kendilerine büyük engel olarak TSK’yı görmektedirler. Bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında TSK’nın tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük bir yanılgıdır.’

İlker Başbuğ bu açıklamayı yapmakla cemaatin hedefine girmiştir.

Artık kurtuluşu yoktur. Kum saati dönmeye başlamıştır. Pensilvanya’da kalemi kırılmıştır.
Süreç işlemeye başlar. Bir şekilde müritler onun icabına bakacaklardır. Tarihi fırsatlar gözetilir. Bir yandan da Orduya yerleşilmektedir. İlker Başbuğ’un bu açıklaması Orduda Cemaate
rahat verilmeyeceğinin işaretleridir ve bu engel bir şekilde aşılmalıdır. Paralel cuntanın
yargı ayağı faaliyete geçer ve sudan bir sebeple internet andıcı davası adı altında genel kurmay başkanlığı yapmış bir kişi Terör örgütü yöneticiliğinden ve hükümeti düşürmeye teşebbüs suçundan TCK 314/1 ve 312/1 maddeleri gereğince 06/01/2012 tarihinde tutuklanır.

Konu hükümet aleyhine kara propaganda yapıldığı iddia edilen internet sitelerinin kurulmasına İlker Başbuğ’un önderlik ettiği hususudur. Bu gün Fetö terör örgütü liderinin güdümündeki internet sitelerinin devlet başkanını, hükümet üyelerini, yargı mensuplarının alenen tehdit etmeleri ve bunu basın özgürlüğü adına yapmaları, nereden nereye geldiğimizin göstergesidir. İlk pervasızlık buradan başlamıştır. Artık cemaat yargı yoluyla her türlü hukuksuzluğu yapabileceğini görmüştür. Özel yetkili mahkemelerdeki hakim ve savcılar yoluyla dilediği kişiyi infaz edebileceğini anlamıştır.

Cemaatin karşısında yer almak neredeyse imkansız gibi idi. Güç sarhoşu olan cemaat ilk büyük infazını İlker Başbuğu tutuklayarak yapmıştır. Toplumun nabzı ölçülmüş, sol kesimler hariç yeterli tepki yoktur, hatta sağ kesimlerden hükümete karşı bir oluşum içerisinde olan bir ordu ve komutanı şeklinde bir suçlama gündeme getirildiği için destek görmüştür. Cemaat süreci iyi okumuştur. Kendi lehine değerlendirmiştir.”

Şimdi, bugün biz burada ne söyleyeceğiz, ne yapacağız?

SORUMLULUĞUM ŞEHİTLERE KARŞI

Aslında, bu sözlerden sonra benim konuşmamı sonlandırmam, başka söz söylememem lazım. İşte burada çok düşündüm. Nasıl hareket etmeliyim?
Ben, Türkiye’nin 26. Genelkurmay Başkanıyım.

Emekli olmuş olsam da bazı sorumlulukları hala taşımaktayım.

Birinci sorumluluğum; Bu süreçte hayatlarını kaybedenlere yani bu davaların şehitlerine karşıdır.

İkinci sorumluluğum; Bu davalar süresince özellikle Beşiktaş Adliyesinde ifade verirken, kendilerini kendi topraklarımızda, yani Türk topraklarında; “yabancı bir ordunun askeri gibi” hisseden, bu acıyı yaşayan, arkadaşlarıma karşıdır. Bu acıyı kimse unutturamaz. 11 Şubat 2011 günü Silivri’de Balyoz Davası duruşması sonunda yaşatılan acıyı da kimse hafızalarımızdan silemez.

Üçüncü sorumluluğum
; Tarihe karşıdır. Belki bugün Türkiye’nin ve Türk Milletinin bu davalar karşısında yorulduğunu söylesek, pek yanlış olmaz.
Ama, ileride mutlaka birileri bu dönemin tarihini sebep ve sonuç ilişkilerine dayanarak yazacaklardır. İşte onlara yardımcı olmayı da bir görev olarak kabul ediyorum.

Dördüncü sorumluluğum ise; TSK’ne karşı yapılan bu komploların planlayıcı ve icracılarının yakalanıp, ortaya çıkarılıp, adil şekilde yargılanmalarını sağlamaktır. Bu olmadan, bu davalar, bu süreç bitmez. Bu nedenle, olayların büyük bir kısmını bire bir yaşayan birisi olarak bu komplolara ilişkin değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak mecburiyetindeyim.

Sayın Başkan, Sayın Üyeler;

Vereceğiniz hüküm sadece “usul” ile sınırlı olursa bu çok yetersiz bir sonuç olur. Sadece “usul” ve “esas”la yetinilirse, bize göre yine yetersiz olur.
Bizim düşüncemiz, vereceğiniz hüküm bir üçüncü boyutu da içermelidir. O boyutta; komplolara ilişkin ortaya konulan hususların suç duyurusuna dönüştürülmesine yönelik olarak, Yüce Mahkemenizin yönlendirici bir rol oynamasıdır.
Bütün bu değerlendirmeler ışığında, bugün burada taşıdığım sorumluluklar çerçevesinde konuşmamın uygun olduğunu düşündüm.
Burada söyleyeceklerim asla savunma amaçlı değildir ve o şekilde de algılanmamalıdır.
Sözlerim; daha önce ifade ettiğim gibi tarihe not düşmeye ve kumpasları planlayan ve uygulayanlar hakkında suç duyurusunda bulunmaya yöneliktir.
Konuşmama şu soru ve soruya verilecek cevap ile devam etmek istiyorum:

 

NEDEN TSK HEDEF ALINMIŞTIR?

26 Ağustos 2006 günü Kara Kuvvetleri Komutanı oldum. Yapılan devir ve teslim töreninde, kendimi şu sözleri söylemeye mecbur hissetmiştim:

“Her zaman olduğu gibi, Türkiye üzerinde dış ve iç kaynaklı radikal değişim projelerinin bulunduğunu görmekteyiz. Bu kesimler projelerinin önündeki en önemli engel olarak
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni görüyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasete müdahale ettiğini ifade ederek, Silahlı Kuvvetleri’nin özellikle milli güvenlik açısından anayasal düzenin üç temel niteliği olan ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete karşı yapılan saldırılara karşı kayıtsız kalmasını istiyorlar.”

Bu sözlerim neye dayanıyordu?
…….
………..

*****

Savunmanın tam metni için lütfen tıklayınız.. (word ve pdf )

Yargıtay’da_Ergenekon_Savunması_7Ekim2015  (word, 30 A4 sayfası, 170 KB)

Yargıtay’da_Ergenekon_Savunması_7Ekim2015
  (pdf, 30 A4 sayfası, 537 KB)

=====================================

Dostlar,

T.C.’nin 26. Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ‘un 07 Ekim 2015 günü
Yargıtay 16. Ceza Dairesinde yaptığı savunma tarihsel bir belgedir.

Özel Yetkili Silivri Mahkemelerinin kumpas Ergenekon davasında verdiği ağır cezaların,
uzun tutukluluk sürelerinin…. Anayasa Mahkemesince “Hak ihlali” sayılması üzerine yargılama yenilenmeketedir. 2 yılıl aşkın süre Silivri zindanlarında hukuksuz olarak tutulan Sayın Başbuğ, tarihe not düşen bir savunma sunmaktadır. Daha öncesinde de yazdığı kitaplarla bu lanetli dönemi kapsamlı ve belgesel olarak anlatmıştır.Bu savunmanın dikkatle okunması ve gerekli derslerin çıkarılması gerekir.Başbuğ, 3,5 saati bulan savunmasını şöyle tanımlıyor :

*****

Her şey bütün çıplaklığı ile ortadadır.
Adeta “düşman hukuku” uygulanarak suçlananlar, cezaevlerinde yıllarca tutulanlar, bugün Türk Milletinin gözünde suçsuzdurlar, çoktan beraat etmişlerdir. Ya bu süreçte hayatını kaybedenler? Onları geriye getirebilecek bir güç var mıdır? Ortada yapılacak iki şey kalmıştır:Birincisi, bu süreçte zarar görenlerin “itibarlarının” geri verilmesi, böylelikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kırılan onur ve gururunun tamir edilmesidir.İkincisi ise, bu komploları planlayan, icra eden ve açıkça destekleyenlerin yargı önüne çıkartılarak, adil şekilde yargılanmasıdır.

Hala önümüzde zaman ve şans olduğunu düşünmekteyim.
Heyetinizin bu tarihi fırsatı en iyi şekilde kullanacağına ilişkin inancımı koruyorum.

*****

Sayın Başbuğ’a dik duruşu ve yürekliliği için teşekkür ediyoruz..
Sıra Yargıtay’ın 16. Ceza Dairesindedir.
Adalet ülkenin temelidir ve geç kalan adalet adalet değildir..
Gereğini, tarihe not düşerek Yargının saygınlığını da onaracak nitelikte bir kararı
sayın yargıçlardan beklemek en doğal hakkımızdır. Olağanüstü dönemin ağır yaraları olabildiğince sarılmalıdır,

TSK ciddi bir yurt savunmasında sıcak çatışma içindedir ve her gün şehitler vermektedir.
Bunun nedeni de söz konusu kumpas davalar serisidir..“Ankara’da, Yargıtay’da yargıçlar var…” demek istiyoruz ünlü Berlin örneği gibi..Sevgi ve saygı ile.
08 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com