Etiket arşivi: Ergenekon ve Balyoz

Muhalefet etmek eylemi 

DR. CEYHUN BALCI
ESKİ İZMİR TABİP ODASI YÖNETİCİSİ

31 Ekim 2022, Cumhuriyet

Son bir haftanın gündemine oturan Şebnem Korur Fincancı olayı tutuklamayla sonuçlandı. Tutuklama aşırı bir uygulama mıdır? Hukukçuların tartışacağı, görüş sunacağı bir alandır. Şu aşamada, yargılanması önde gelen dilektir.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir ayrıntı var. Bu tutuklamayı “muhalif” olmasına bağlayanlar da eksik değil. Güçler ayrılığının yerini güçler birliğine bıraktığı günümüz Türkiyesi’nde bu bağlamdaki kuşkulara şaşırmamak gerekir. Çok değil birkaç yıl önce, Şebnem Korur Fincancı’nın kendisinin değilse bile, benzer düşüncedekilerin açılım masalarının değişmez konukları olduğunu anımsayalım.

Tutuklanmasıyla sonuçlanan sürecin merkezindeki Şebnem Korur Fincancı’nın Açılım Sürecinin tutkulu kişiliklerinden olduğunu unutmayalım. Bununla da yetinmeyip Şebnem Korur Fincancı’ nın Türkiye’nin temellerini sarsan ve emperyalizm destekli FETÖ kurgusu olduğu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak denli ortaya konmuş olan Ergenekon ve Balyoz başta olmak üzere derin iz bırakan ve günümüzde de etkileri süren davaların “müdahil” kişisi olduğunu bir kenara not edelim.

KUTSAL OLGU

Şimdi “muhalefet etmek” kavramına değinelim. Yirmi yılı doldurmaya gün sayan AKP iktidarının her geçen gün toplumu sıkan ve boğan bir cendereye dönüşmüş olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bu olumsuz ortamda “muhalefet etmek” eylemine ilişkin toplumsal gereksinimin altını da önemle çizelim.

Bu koşullar altında muhalefet etmenin değerli olmakla kalmayan, gerekli olan bir duruş olduğu açıktır. Biraz daha ileri gidilerek denilebilir ki muhalefet etmek ya da muhalif olmak bu yanıyla kutsal bir olguya dönüşmüştür. Hiç kuşkusuz öyledir. İktidar-muhalefet ilişkilerinin her geçen gün asimetrik görünüme büründüğü, orantıdan arındığı günümüz Türkiye koşullarında bu algıya şaşırmamak gerekir. Özetle, “muhalefet etmek” ve “muhalif olmak” ilgi gören, alıcısı çok olan bir ürüne dönüşmüştür Türkiye’de.

BEŞİNCİ KOL

Şimdi kime, neye ve nasıl muhalefet sorularına dönelim. Gereksinimin ve istemin üst düzeyde olduğu muhalefet etmek ya da muhalif olmak kapsamında kimilerinin fırsatçı davrandıklarını görüyoruz. Başka deyişle, muhalefeti siyasetin olağan bir öğesi olmaktan çıkarmaktadır bu kimileri.

İktidarın olumsuz uygulamalarına yönelik gibi görünen kimi çakma muhalefet çıkışlarının iktidardan çok devlete yöneldiği gözlenmektedir. Ülkenin birliğine, dirliğine ve varlığına yönelen bu sözde muhalefet anlayışının bir kavram kargaşasından yararlandığı açıktır. Beşinci kol hevesleriyle de bezeli bu odakların muhalif görünümlü yıkıcılık isteği içinde olduklarını saptamak abartı olmasa gerektir.

ÖNEMLİ AYRINTI

Yine işin hukuksal boyutuna ve yorumuna girmekten kaçınarak, Şebnem Korur Fincancı olgusunda, iktidara yönelik görünümlü devlete muhalefet gerçeğine vurgu yapmak gerektiğini düşünüyorum.

İktidara gibi görünen devlete muhalefet yaklaşımından en çok etnik ayrılıkçı terörün ve her şeye karşın varlığını sürdürmeye kararlı olan FETÖ odaklarının yararlanma çabasını saptamanın önemli olduğu kanısındayım.

Doksan dokuzuncu yaşını kutladığımız Cumhuriyetimizin yüzüncü yaşını görmek istiyorsak bu önemli ayrıntıyı göz ardı etmemeliyiz.

Gezi davası kararlarının anlamı!

authorMERDAN YANARDAĞ

Gezi davası kararlarının anlamı!

Bu nedenle önce AKP iktidarının yaşadığı Gezi paranoyasının nedenlerine ve niçin hukuku/ mahkemeleri bu kadar hoyrat şekilde zorladığına bakalım.

1- Daha önce (geçen yıl) yine BirGün gazetesinde yazdığım, “Gezi/Haziran Direnişinden Siyaset Dersleri” başlıklı yazılarımda da belirttiğim gibi; Gezi Direnişi, belli bir siyasal önderlik ve programdan yoksun da olsa, gerici/İslamcı bir iktidara yönelik olarak toplumsal bir refleks şeklinde gerçekleşen, Cumhuriyet tarihinin en büyük kitlesel isyanıydı. AKP iktidarının bütün tarih ve toplum hipotezlerini çürüten ve çökerten bir anlam taşıyordu.

2- Gezi/Haziran Direnişi, siyasal bakımdan yenilse bile, ahlaki ve felsefi anlamda “zafer” kazandı. Topluma kurtuluşun yolunu gösterdi, Sadece gerici-faşizan bloku değil, liberal tezleri de dağıttı. İslamcı bir iktidar eliyle “vesayet rejimi” yıkılarak ülkenin demokratikleştirileceği ve özgürlükçü bir gelecek kurulabileceği şeklindeki liberal ve muhafazakâr/İslamcı palavra çöktü.

3- Bu nedenle, Gezi’nin anlamını belki de en iyi kavrayan AKP liderliği oldu. Çünkü ideolojik, siyasal ve toplumsal bakımdan iktidarı bir daha geri alamamak üzere kaybedeceğini, toplumsal başkaldırının yıkıcı niteliğini gördü.

4- Gezi, yenildiği için, daha gerici ve baskıcı karakter kazanan bir iktidarla sonuçlansa da, bütün büyük toplumsal isyanlar gibi kalıcı izler ve sonuçlar bıraktı. Bu nedenle iktidar, toplum nezdinde sürekli olarak Gezi Direnişi’nin aslında bir “terör” eylemi olduğunu, “halkın inançlarına, yani dinine bir saldırı” niteliğini taşıdığını ve dış kaynaklı bir kalkışma anlamını taşıdığını ileri sürdü. Bunu sürekli tekrarlayarak, genel kabule dönüştürmeye ve direnişi itibarsızlaştırmaya çalıştı. Yapamadı.

5- Hiç kuşku yok ki, Gezi isyanının diğer bütün özelliklerini şu ya da bu düzeyde belirleyen yanı; tarihsel kazanımlarını tehdit altında gören milyonların laiklik ve yeni bir aydınlanma istemiyle ayağa kalktığı büyük ve yaygın bir halk hareketi olmasıydı. Başkaldırıya karakterini veren olgu, toplumun seküler hakları için eyleme geçmesiydi. Eylemler sırasında Türk bayrağının bir direniş sancağına dönüşmesinin nedeni de buydu. Bayrak, hem eylemlerin meşruiyet alanını genişletiyor hem de daha da kitleselleşmesini sağlıyordu. Kitle hareketinin bu özelliği, AKP iktidarı için “siyasi ölüm” demekti.

6- Burjuvazinin cumhuriyetçi kanatlarının da şu ya da bu düzeyde, ama daha çok örtük şekilde eyleme sempati duyduklarını göstermeleri ya da hissettirmelerinin anlamı da bu seküler özelliğiydi. Batıcı Türk sermayesi, bütün kirli işlerini gördürdüğü İslamcı iktidarı artık istemiyor, ama iktidardan da alamıyordu.

7- Gezi Direnişi’ne herhangi bir örgüt dolayımı olmadan katılan milyonlar, ona laik olduğu kadar bir emekçi karakteri de veriyordu. Merkez sol ve sağ cumhuriyetçilerden sosyalistlere, her renk ve meşrepten demokratlar ile anarşistlere kadar uzanan bütün muhalif ve ilerici güçleri içine aldığı için, toplumun merkezini de sarsmıştı. Korkutucu olan bu özelliğiydi

8- Gezi/Haziran isyanı dinci-faşizan AKP iktidarı ve İslamcı hareketin, liberallerin paha biçilmez desteğiyle kurduğu entelektüel hegemonyayı parçaladı. İktidara toplumsal meşruiyet üreten gerici-liberal blokun bütün tarihsel-siyasal tezleri büyük bir gürültüyle çöktü. Liberal çevreler, aşağıdan gelen bu büyük öfke patlaması karşısında şaşkına döndü. Onun aydınlanmacı, laik ve emekçi karakteri karşısında ne yapacaklarını bilemez hale geldi. Kadere bakın ki, Osman Kavala da bu liberal ve sol liberal çevrelere yakındı. Ancak, hakkını teslim etmek gerekiyor; Kavala ‘Yetmez ama evet’çi değildi, 12 Eylül referandumunda “Hayır” oyu vermişti.

9- Gözleri “milliyetçi” taleplerinden başka şeyi görmeyen Kürt hareketi, Gezi’ye destek vermedi. Tam tersine iktidarla yürüttükleri “Çözüm sürecini” her şeyin önüne koydular. Kürt hareketi, sonradan özeleştiri yapsa da, bu tutumla, köklü bir perspektif değişimi olmadan hiçbir zaman bir Türkiye hareketi haline gelemeyeceklerini gördü.

10- Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davalarıyla muhalefeti sindiren ve devleti bütünüyle ele geçirmeye çalışan İslamcılar, bir güç sarhoşluğu içindeydi. Küstahlaşmış ve insanların yaşam tarzlarına müdahale etmeye, dolayısıyla laikliği bütünüyle tasfiyeye yönelmişlerdi. İslamcı iktidar odakları sinsi ve kıyıcı bir saldırganlık içindeydi. Gezi Direnişi bu ikiyüzlülüğe son verdi.

KARARLARIN ANLAMI BÜYÜK KORKUDUR

Gezi Direnişi hakkında yukarıdaki kısa, ama yoğunlaşmış değerlendirmeden sonra, verilen hükümlerin anlamını da birkaç madde halinde irdelemekte yarar var.

1- Öncelikle belirtilmelidir ki, kararlar bütünüyle siyasal iktidarın beklentileri doğrultusunda verilmiş, hukuk dışı hükümlerdir. Hoyrat ve kıyıcıdır. Osman Kavala kurban seçilmiştir. Dahası vahşi bir gerici-faşist saldırı altındadır. Kurban seçilmesinin nedeni, Gezi Direnişi’nin, İslami iktidarı yıkmaya yönelik dış destekli bir eylem olduğu, üzerinden en kolay şekilde iddia edebilecekleri bir profile sahip olmasıdır. Başkaca hiçbir nedeni yoktur. Yargılamanın anlamsız ve vahşi bir intikam davası gibi görünmesinin nedeni budur.

2- AKP için, Gezi Direnişi’ni, dış destekli, Batı’nın güdümünde, yerli ve milli bir iktidara karşı eylem olarak mahkûm etmek ve bunu kayda geçirmek önem taşıyor. Çünkü Gezi eylemleriyle meşruiyeti temeli sarsılan, ittifakları dağılan, İslamcı ve muhafazakâr çevreler dışında rıza üretme zemini kalmayan AKP iktidarının, yeniden bir meşruiyet alanı / havzası yaratması gerekiyor. Bunun yolu, bir kalkışma gerekçesi yaratarak Gezi Direnişi’ni kirletmekten geçiyor.

3- Verilen kararların, insana “bu kadar da olmaz” dedirtecek türden ağır olmasının bir nedeni de, verdikleri kararlara kendilerinin inanmamasıdır. Bu nedenle, bir “şok” hamlesi yaparak, toplumda “acaba” duygusu yaratmak istediler. Nazi Propaganda Bakanı Goebbels’in, “Bir yalan ne kadar büyükse o kadar inandırıcı olur” ilkesinden hareket edildiği anlaşılmaktadır.

4- Türkiye, olağan koşullarda yaklaşık bir yıl sonra seçimlere gidecektir. Bu seçimler hem AKP-MHP bloku hem de demokrasi güçleri için yaşamsal bir önem taşıyor. İslamcı-faşizan ittifak mutlak şekilde seçimleri almak, demokratik muhalefet ise, iktidar blokunu yenilgiye uğratmak zorunda. Dolayısıyla, iktidar seçimler öncesinde toplum üzerinde baskıyı artırmak, korku iklimini yaymak istiyor.

5- Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Gezi davasında verilen kararlar büyük bir korkuya da işaret ediyor. Hile, pusu, sahtekârlık, kumpas, yağma, talan, yasadışı servet transferleri, örtülü darbe, yasaları ve Anayasa’yı çiğnemek gibi çoğu suç olan yöntemlerle rejimi değiştirmeye çalışan İslamcı hareket, iktidarı kaybetmekten ve hesap sorulmasından çok korkuyor. Bu nedenle topluma gözdağı vererek, benzer bir isyanın ya da eylemin bir daha yaşanmasını önlemeye çalışıyor.

Balyoz ve Ergenekon davalarının avukatından flaş açıklamalar!

Balyoz ve Ergenekon davalarının avukatından
flaş açıklamalar!

Balyoz ve Ergenekon davalarının avukatı Celal Ülgen,
Cemaatin dergisi Aksiyon’a açıklamalarda bulundu.
(YURT Gazetesi, 16 Aralık 2015, (http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/balyoz-ve-ergenekon-davalarinin-avukatindan-flas-aciklamalar-h100854.html)

Balyoz ve Ergenekon davalarının avukatı Celal Ülgen,
Ergenekon ve Balyoz davalarından 17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk ve Rüşvet Soruşturmalarına kadar birçok konuda açıklamalarda bulundu.

Türkiye’de bağımsız bir hukuktan bahsetmenin mümkün olmadığını belirten Ülgen,
“Hukukun kendi adalet sistemi içinde çok ince uygulamaları vardır. Ama bizde kaba hukuk uygulaması yapılıyor. Adına hukuk densin ama yeterli incelikleri, estetiği içermesin diye
her şey yapılıyor. Örneğin bir mahkeme karar verdiğinde, “Kararı mahkeme vermiştir,
karar da hukuksaldır.” gibi bir algı söz konusu.

Hâlbuki bu mahkemenin mahkeme olması için yargının bağımsız olması gerekir.”
ifadelerini kullandı.

POLİS İÇİNDEKİ YAPILANMA!

Polis içinde bir yapılanmanın bulunduğuna dikkat çeken Ülgen,

Ergenekon ve Balyoz sürecinde polis içinde bir yapılanma var.
Ve bu yapılanma hem savcıları hem yargıçları yönetiyor demiştim.
Ama böyle bir araştırma yok. Kimse hakkında soruşturma açmadılar.
Ve benim niyetim şu: Polis içinde o günkü iklimden etkilenen ve amirlerinden emir alan polisler olabilir, onları kastetmiyorum. Bile isteye bir ekip kurup üretilmiş delillerle suçsuz ve günahsız insanları tutuklayanların, sorgulayanların sorgulanmasını istiyorum. Ama 2 yıl önce 17-25 Aralık’ta (AS: 2013) karşımıza bir ses kaydı çıktı. Yaşamımın her döneminde illegal kayıtlara karşı çıktım. Ama bu kayıtlar illegal de değil. Bunu Erdoğan yasayla, iktidarla
illegal göstermeye çalışıyor. Ama bu sesi dinleyin. Bu ses olağan dışıdır. Bu seste herhangi bir müdahale var diyemiyorsunuz. Düşünüyorsunuz o zaman.” dedi.

“ULUSALCI GİBİ GÖZÜKÜP AMERİKANCI YAPI VAR”

Devlet içindeki derin yapılanmalara da değinen Ülgen;

Ulusalcı gibi gösterip aslında Amerikancı bir yapı taşıyan bir derin devlet var Türkiye’de.
Bir dönem buna kontrgerilla deniyordu. 12 Mart’larda, 12 Eylül’lerde farklı adlarla anıldı.
Ama bu sonraları biçim, kabuk değiştirerek Amerika’nın daha çok içine sızması ve yönlendirmesiyle, Amerikan çıkarlarını koruyan ve kollayan, ama ulusalcı gibi görünen
bir derin devlet var. Doğan görünümlü Şahin gibi bir şey.” ifadelerini kullandı.

BALYOZ VE ERGENEKON DAVALARINDA ABD’NİN ROLÜ

Balyoz ve Ergenekon Davalarında üretilen sahte delillere de değinen Ülgen, “Bazı şeylerle karşılaştık biz Ergenekon’la ilgili dosyaları incelerken. Türkiye’deki jargonun dışında jargonlar vardı. Mesela, bizde bir evrakı incelemek için denize atarlar. Orada “Okyanusa atalım.” diye bir tabir vardı.” diyen Ülgen şöyle devam etti: Ve bu tabir Amerika’da kullanılır. Bunun gibi şimdi sıralayamayacağım yüzlerce ifade vardı uluslararası güce işaret eden.

  • Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy davalarının kurgusu, biçimlendirilmesi, örgütlenmesi,
    tespit edilen ve varsayılan kişilerle ilişkilerin kurulması tam bir profesyonel casusluk işiydi.

Türkiye’de başından böyle deneyimler geçmemiş kimselerin gerçekleştirmesi mümkün değil. Yalnızca bir Cemaate mal etmek de olanaklı değil.

  • Ergenekon, Balyoz kumpasının arkasında % 80 yabancı bir güç var.
    Bunun kim olduğunu herkes biliyor. Aynı bu güç PKK’ya destek veriyor.
    Aynı güç AKP’ye destek veriyor. Kimi zaman MHP’ye destek veriyor.Bu çok olağanüstü ve çok büyük boyutlarda büyük işlevi olan bir görev.
    Çelişkili tarafların yanında olabiliyor. Kavga eden her iki tarafın yanında olabiliyor.
    Öyle bir güç.
    Cemaate bağlılığını bildiren yargıç ve polisleri ise iktidar bu işte kullandı.“DEVLET SIRRI İFŞA EDİLDİ”
  • “Ses kaydının niteliği ve içeriği önemlidir. Mesela “Devlet sırrı ifşa edildi.” deniyor.
    Acaba o sır ifşa edilmeseydi, devlet sırrı dediğin şey resmen kötülük içeriyordu.
    Devlet sırrı ifşa edildi diyerek o kötülüğü devlet sırrı olarak kabul ediyorsun. Ses kaydında da
    bu böyle. “Kim sızdırdı?” diye sorarak içeriğini ve içeriğindeki melaneti kabul ediyorsun.”diyen Ülgen; Dündar, Gül ve MİT TIR’ları konusuna da değinerek- “Bu generallerin, Can Dündar ve Erdem Gül’ün şu an devletin gizli sırlarını yayımlamaktan tutuklanması gibi. ‘Melanet bendedir ama bunu kim sızdırdı?’ diye soruyorlar.” dedi.

    “ASKER ve CEMAAT ARASINDA İRTİBAT KURMAK MÜMKÜN DEĞİL”
    “Özellikle MİT TIR’larındaki askerlerle ilgili cemaatle ilgi ve irtibat kurmak mümkün değil.”

    diyen Ürgen şöyle devam etti:

  • “Bu kişiler yalnızca ve yalnızca polise ve MİT’e göre kendilerini daha bağımsız ve
    TSK’ya mensup hissettikleri için böyle bir olay meydana geldi. Şimdi böyle bir tavır gelişti.
    ‘Ne olumsuzsa at cemaate!’ Eskiden de ‘Ne olumsuzsa at Ergenekon’a!’ denirdi.
    Şimdi de her şeyi cemaatçiler yapıyor. Yok böyle bir şey.=================================Dostlar,

    Sayın Av. Celal Ülgen dostumuzdur.
    Kendisiyle birçok kez aynı masayı paylaştık
    ADD etkinlikkerinde. Özellikle Tuzla ADD şubemizin AYDINLANMA PANELERİ’nde birlikte konuşmacı olduk.

    Hatta bir Cumhuriyet Bayramı haftasında Ümraniye Cezaevinde mahpuslara birlikte konuşmacı olduk!
    (Cumhuriyetimiz 86 Yaşında : Sonsuza Dek Yaşatacağız. Ümraniye Cezaevi, 22.10.09)

    Yiğit ve birikimli bir yurttaş ve nitelikli bir hukukçudur.
    Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy vb. davalarda mazlum ve masumların sadakatle yanında durmuş, nitelikli emeğini hiçbir karşılık gözetmeden cömertce ve özveri ile sunmuştur.
    Pek çok kumpas kanıtını ortaya koyan O’dur..
    Meslektaşı olan kızı Deniz da babasının yolundadır yıllardır..

    Av. Ülgen, söz konusu kumpas – tertip davaların çökertilmesinde ciddi katkı koymuştur.
    Özellikle Ulusal Kanal’daki TV programlarında konuşmaları dikkatle kaydedilmiştir.

    Bu kez söyledikleri de çok önemli :

    – “Ergenekon ve Balyoz sürecinde polis içinde bir yapılanma var.
    Ve bu yapılanma hem savcıları hem yargıçları yönetiyor..”

  • Ergenekon, Balyoz kumpasının arkasında % 80 yabancı bir güç var.
    Bunun kim olduğunu herkes biliyor. Aynı bu güç PKK’ya destek veriyor.
    Aynı güç AKP’ye destek veriyor. Kimi zaman MHP’ye destek veriyor………Gereksiz yinelemeyelim… Sayın Av. Ülgen’in demeci özenle ve kezlerce okunmalı..
    Üstünde düşünülmeli..  Dersler çıkarılmalı..

    Türkiye’nin AYDINLANMA – DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNİ çürüten, engelleyen…. olışumların mutlaka dışlanması (tasfiye edilmesi), sorumlularından hesap sorulması ve Türkiye’nin önündeki ayrık otlarının mutlaka temizlenmesi gerek.. AKP’den başlayarak..

    Dostumuz yetkin ceza avukatı Sayın Celal Ülgen’e, ülkemiz için verdiği hukuk savaşımı nedeniyle teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyoruz ve biz kendi adımıza Sn. Ülgen’e şükranlarımızı sunuyoruz.. Mutlaka birkaç on kg kilo vermesini ve sağlıklı – üretken – uzun bir ömür sürmesini diliyoruz..

    Sevgi ve saygı ile.
    17 Aralık 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Erol Manisalı : Suriye’de Büyük Paket

Suriye’de Büyük Paket

Dostlar,

Deneyimli ve birikimli yazar Sayın Prof. Dr. Erol Manisalı,
çok bilinmeyenli Suriye deklemini irdeliyor aşağıdaki makalesinde..
Okuyalım ve düşünelim.. Erdoğan’a ne oldu? 

Bunca değişken bir rota izlenebilir mi?

Sevgi ve saygıyla.
08.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Suriye’de Büyük Paket

portresi

Erol Manisalı
Cumhuriyet
, 8.12.14

 

– Ankara neden Suriye ve Irak konusunda “bütünleştirilmiş bir planın” peşinde?
– “Esad’ın gitmesine” neden bu kadar endekslenmiş bir politika izleniyor?
İncirlik’in ABD’ye kullandırılmasını bile buna bağlamış.

Çöken IŞİD politikasının yerine neyi ikame etmek istiyor? Güneyde (Suriye, Irak) ve Doğu’daki (İran) Şii kuşatması(!) karşısında, “ne pahasına olursa olsun”,
yeni bir Sünni açılımı mı yaratmak istiyor?

Büyük paket ve Kürdistan

-Suriye’de Esad’ın varlığı, Suriye Kürdistanı’na karşı en önemli güvencedir.
IŞİD ise 3’e bölmenin aracıdır.

-Ankara’nın önerdiği büyük paket, “Kürt koridoru”nun altyapısına yöneliktir. Peşmergenin (Barzani’nin) Kuzey Suriye’deki etkinliği koridorun altyapısını oluşturur.
-Yoksa hesaplar “al koridoru ver Esad’ı” pazarlığına kadar mı dayandı?
-Amerika Kuzey Suriye’de ne Türk ne de Amerikan askeri istiyor.
Bunların yerine peşmergeyi (Kürtleri) tercih ediyor. IŞİD de yavaş yavaş gidecek.

AB de Amerika’nın arkasında duruyor. NATO koalisyonu bunu gösterdi.
Amaçları, inisiyatifin Ankara’nın ve Esad’ın elinden alınması ve
peşmergenin yönetiminde kendi denetimlerine geçmesi.

-Sahnede esas çatışanlar Kürt koridoru ve Sünni mezhepçiliğidir.

Putin’den sonra

Putin’in ziyaretinden sonra Ankara ile Moskova arasındaki farklı görüşler de netleşti.
-Ankara ile Rusya, Suriye konusunda çok farklı duruş sergilediler.
-Rusya, Suriye ve Doğu Akdeniz’de varlığını, ödün vermeden sürdürmek istiyor. Suriye’de yerleşik bir deniz üssü var, devam edecek.
-ABD ve Rusya, Ukrayna’dan sonra bir de Suriye yüzünden birbirlerinin kuyruğuna
fazla basmak istemiyorlar.

Rusya Kürt koridoruna karşı çıkıyor, çıkarları ile örtüşmüyor; malum enerji konusu.
-Ankara’nın Barzani politikası Moskova’yı rahatsız ediyor.
-Ankara bir yandan NATO bağımlılığı, öte yandan Rusya’ya doğalgaz bağımlılığı arasında sıkışmış kalmış. Erdoğan iki tarafı da idare etmek durumunda.
Doğalgaz konusu Türkiye için yaşamsal. Üstelik artırılması için Putin’in gelişinde
yeni anlaşmalar yapıldı.

Putin de Türkiye’ye doğalgaz satışının önümüzdeki dönemlerde artırılacağı
taahhüdü altına girdi.

Öte yandan AKP üst yönetimi iktidarda kalabilmek için ABD’nin desteğine muhtaç.
Ankara bölgedeki konumunu ABD ve Rusya arasında dengelemeye “mahkûm”.

Erdoğan ve Kılınç

Tayyip Erdoğan’ın, Putin’in gelişinde söylediği
“Türkiye, Rusya ve İran bir araya gelmeli, dayanışmayı artırmalı” yolundaki konuşması ilginçtir.

Tuncer Kılınç MGK Genel Sekreteri olarak 7 Mart 2002’de Harp Akademileri’nde seminerde aynı sözcükleri kullandığında herkesin başına gelmedik kalmadı,
kendisinin ve benim de… Hatta bir bakıma farkında olmadan Ergenekon ve Balyoz hareketlerinin ön hazırlıklarının kimileri tarafından başlatılmasına yol açmıştı.
Fincancı katırlarını ürkütmüştü.

Kılınç bu açıklamayı “benim sunduğum tebliğ sonrasında yapmıştı”.
Konu Türkiye Batı ilişkileri idi. (*)

(*) Manisalı, Hayatım Avrupa, “Avrupa’nın Askerle Kavgası” 4. kitap, sayfa 276-331, Cumhuriyet Yayınları, 2009

Rektör İçin 5001. İmza…


Rektör İçin 5001. İmza…

Prof. Dr. TÜLAY ÖZÜERMAN 

Cumhuriyet 13.09.2013


Ergenekon davası
nedeniyle 17 Nisan 2009’dan başlayarak 4.5 yıldır tutuklu olan ve yapılan son duruşmada (5 Ağustos 2013) 23 yıl hüküm giydirilen İnönü Üniversitesi

eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu davasında kesin sonuç, Yargıtay tarafından verilecek…

Ancak değerli bilim insanımız kanser hastasıdır ve cezaevi koşullarından
bir an önce çıkarılarak tedavi görmesi gerekmektedir.

Duyarlı vatandaşlar tüm yetkililere “Fatih Hilmioğlu’na Özgürlük Kampanyası” adı altında topladıkları 5000 imza ile sesleniyorlar; tedavisi için vicdani ve haklı gerekçeler ile özgür bırakılmasını talep ederken, rahmetli Kuddusi Okkır’ın trajedisinin tekrar yaşanmaması için çaba gösteriyorlar. Ergenekon tutuklularını ziyaret eden
CHP’li milletvekillerine Hilmioğlu durumunu şu sözlerle özetlemişti.

Fatih_Hilmioglu_portresi

 

  • Darbeye eksik teşebbüs suçundan 16 yıl ceza aldım. Bizi suçladıkları iki şey, 2003’te Jandarma Genel Komutanı’nı ziyaret, bir diğeri de Kent Otel’deki tesadüfi yemek. Düşünebiliyor musunuz, 10 general, 10 rektör yemek yiyor, 3 rektör ve 1 generale ceza veriliyor. 2003 yılında YÖK tasarısı tartışılırken YÖK Başkanı’nın da içinde olduğu bir heyetle her yeri geziyorduk. Askeriyenin de 23 eğitim kurumu var. Onlar da
    söz konusu tasarının paydaşı. Her kuruma gittiğimiz gibi oraya da gittik.
    Biz 7 rektördük ve 10 general vardı. Şimdi bu toplantı örgüt toplantısı olarak değerlendiriliyor. 7 rektörden 3 sanık, 10 komutandan ise sadece
    Şener Eruygur suçlanıyor. Eğer ortada bir suç varsa hepsinin suçlanması lazım. Toplam 17 kişiyiz. 4’ü suçlanıyor, 13’üne kimsenin bir şey dediği yok.
    Bu nasıl eşitlik, bu nasıl adalet?
  • Bir diğer suçlama ise, 3 Mart 2004’te Kent Otel’de yenilen bir yemek.
    Ankara Ticaret Odası’nda bir panele katıldık. Panelde konuşmacıydım. Panelden sonra hep beraber Kent Otel’e gittik, yemek için. Orada da
    Mustafa Balbay, rahmetli İlhan Selçuk ile yemek yiyormuş, masaları birleştirdik, bu yemek örgüt toplantısı oldu. Baştan hükmümüz verilmiş,
    5 yıl boşuna yatmışız. Ayrıca, İnönü Üniversitesi öğrencilerini fişlemek suçundan cezalandım. Suçlama 2003 tarihli, belgesi ise 2006’ya ait.
    Böyle bir şeyle ilgim olmadığını kanıtladığım halde bundan 7 yıl ceza verdiler.”

Kamuoyu Hilmioğlu’nu; rektörlüğü sırasında İnönü Üniversitesi kütüphanesinin girişine yazdırdığı “Atatürk Türkiye’dir; Türkiye Atatürk” yazısıyla ve türbana mesafeli duruşu ile tanımıştı. O süreçte Sayın Hilmioğlu daha sonra başına gelecekleri hayal bile edemezdi, pek çok yurttaşın T.C. ibaresinin kaldırılacağını aklına getirmediği gibi…

Benim en büyük eserim Cumhuriyettir” diyen Atatürk’ü ve Cumhuriyeti kucaklayan bu söz kendisinden sonra kaldırılmış; -yeri boş bırakılırsa tepki daha çok olacağı için şimdilik- Atatürk’ün “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” deyişine yer verilmiştir. Atatürk’ü sahipleniyor gibi yapanların, gerçek sahiplenicileri gönderdiği günümüz sürecinin çarpıcı örneklerinden biridir bu. Bugün Atatürkçü söylemlerle kendilerini alkışlatarak Atatürkçü kadroları tasfiye eden bazı rektörlerin nasıl baş tacı edildiklerini, hatta bazılarının AKP kadroları ile yakın temasta olup, vekillik hayalleri içinde olduklarını duyuyoruz… Atatürkçü kadroları tasfiye için üzerlerinde kurulan baskıya direnemeyenler, telkinle yola getiremedikleri öğretim üyelerini kaçırtmak için kurumlarında onlarla uğraşacak kişilerle işbirliği yaparak tasfiye etme yoluna gidiyorlar.

Kimin ne dediği değil, ne yaptığı önemli… Ne mi diyorum: “Söylediğiniz değil, yaptığınızsınız… Sözleriniz yalnızca sizi kandırır, bizleri değil…” diyorum.
Bugünün konjonktürüne göre uydurulmuş “suç” kavramı ile suçlu muamelesine
tabi tutulanların, hukukun ve adaletin geri çağırılacağı gelecek süreçlerin kahramanları olacağını en iyi Atatürk’ün akıl ve bilimi önceleyen sözlerini yansıtan kurumlarda
yer alanların bilmeleri gerekir. Sayın Hilmioğlu’na, düşüncesi, söylemi, eylemi bir oluşunun vebali ödetilirken seyirci kalarak Atatürkçü olunmaz. Rektörlerin bir araya gelerek, rektörlük yapmış meslektaşlarının göz yumulamayacak durumda bırakılmasına insani ve vicdani olarak itiraz etmeleri gerekmektedir. Bu görev hepsine, (yurttaş olarak hepimize) ama en çok hekim kökenlilere düşmektedir.

Hasta bir insana bugünkü konjonktürü onaylamayan düşünceleri nedeniyle mesafeli durmak, ölüme ilerleyişine göz yummak insanlıkla bağdaşmaz;
hekimlik mesleği ile hiç bağdaşmaz.

  • Yapılması gereken, Sayın Hilmioğlu’nun hastalığının daha fazla ilerlemesinin durdurulması için özgürlüğüne kavuşturulmasıdır.

Bu yazı ile bana ulaştığında 5000 olan imza listesine 5001. imzayı atarken;
durumdan haberdar olup böyle bir talebi haksız bulacak tek bir vicdan sahibi olamaz diye düşünüyorum.

Umarım yanılmıyorum.

E. Amiral Türker ERTÜRK : VİRÜS..

E. Amiral Türker ERTÜRK

portresi_gulumseyen

VİRÜS..

Geçtiğimiz Pazartesi günü Bilkent Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Topluluğu’nun
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma Günü nedeniyle düzenlediği panele konuşmacı olarak davetliydim.

Panelde bana tanınan süre içinde yabancıların Gelibolu bizim Çanakkale Savaşları olarak adlandırdığımız bu kanlı mücadeleyi, nedenlerini, bölgeye ve dünyaya etkilerini neden-sonuç ilişkileri içinde anlatmaya çalıştım.

Öğrencilerden etkilendim

Gerek beni panele davet eden ve Bilkent yerleşkesi içinde bulunduğum sürede bana mihmandarlık yapan, gerekse panele dinleyici olarak katılan öğrencilerden gerçekten etkilendim ve pozitif elektrik yükü aldım. Hepsinin gözlerinin ışıldadığını, öğrenme duygusu içinde olduklarını ve ruhlarında bilim ateşinin yandığını gözlemledim.
Bu öğrencilerle aileleri ve hocaları ne denli öğünse azdır.

Panel sırasında dikkatimi çeken hususlardan birisi de bizi dinlemeye gelenler arasında türbanlı kız öğrencilerin bulunmamasıydı. Çok garibime gitti! Çünkü panel başlamadan önce yerleşke içinde bana mihmandarlık yaban öğrenci ile dolaşmış ve türbanlı kız öğrenciler görmüştüm.

Beklentim onların da panele katılacağı yönündeydi. Daha bir hafta önce Kartal Uğur Mumcu Mahallesi’nde düzenlenen Milli Anayasa Forumu sırasında bizi dinlemeye gelen türbanlı kadınlarımızı görmüş ve sevinmiştim.

Türbanlı öğrenci yoktu

Panel bitikten sonra bizi dinlemeye gelen bir küme (gurup) öğrenci ile konuşurken,
onlara “Salonda niçin türbanlı öğrenci yoktu?“ diye sordum. Yanıt olarak “Türbanlı arkadaşlarımız bu tür milli günlere katılmazlar.“ dediler.
Bu yanıtı duyunca şaşkınlığım bir kat daha arttı.

Hatta öğrencilerden biri “Geçenlerde okulda Atatürk’ün Nutuk kitabını dağıtıyorduk, kitabı bir türbanlı öğrenciye uzattığımda ‘Ben komünist miyim ki Nutuk’u okuyacağım?‘ diyerek kitabı almadığını.. anlattı.

Aman Allah’ım, bu nasıl bir yanıt, bu ne biçim düşmanlık! Böyle bir hainliğe ve bilgi fukaralığına dünyanın hiçbir yerinde gerçekten rastlayamazsınız. Siz saf ve temiz zihinleri virüsle kirletiyor ve toplumsal ortak aklın düzgün çalışmasını engelliyorsunuz.
Bunun toplumsal barışa bir katkısı olabilir mi?

Hukuk ve Siyaset Bilimi

Başka bir öğrenci türbanlı öğrencilerin en çok hukuk ve siyaset bilimi dallarında kümeleştiklerini, mühendislik bölümlerine pek itibar etmediklerini anlattı.
Sizce bunun nedeni ne olabilir?

Bunların bilgi ile bilimle işleri yok, akılları fikirleri devleti ele geçirmek.
Altın nesil bu işte! Evlere girip Delil Üretim Merkezleri’nde ürettikleri evrakları koymak, bilgisayarlara dijital terör unsuru belge atmak! Daha sonra da Ergenekon ve Balyoz türü operasyonları vizyona koymak. Amaç çok açık, karşı devrime yönelik olarak darbe yapmak! Bir buluş, bir patent veya bir sanat eseri ürettiklerini ve ortaya koyduklarını gören duyan var mı? En iyi bildikleri yalan, dolan, karalama ve iftira!

AKP ve Cemaat

  • Ülkemizde birbirine düşman iki tip insan yetişiyor.

Birincisi eleştirel aklın egemen olduğu, bilim egemen kafalı ve ulusal değerlerine bağlı,

İkincisi ise ulusal değerlerine düşman olan ve ortaçağ karanlığından medet uman
insan tipi.

  • Bu gidiş kanlı kapışmaya ve iç savaşa gidiştir. 

Batı’da eğitim ve öğretim sistemleri böyle bir bölünmeye ve kamplaşmaya
asla izin vermez.

Bu kötü gidişin baş sorumlusu

Emperyalizm ve onun işbirlikçileri olan AKP
ve misyoner okulları / dershaneleri ile Cemaattir.

Saygılar sunarım.
22.3.13
İLK KURŞUN