Etiket arşivi: 3. Yargı Paketi Ergenekon davasında tahliye getirmedi

Onur ÖYMEN : Bazı Davaların Düşündürdükleri

Onur ÖYMEN

portresi2

Bazı Davaların Düşündürdükleri

Balyoz davasında çok sayıda üst düzeyde görev yapmış komutanlara ağır cezalar verildi.

Ergenekon davasında da tanınmış gazeteciler, bilim adamları ve subaylar için savcı tarafından gene çok ağır cezalar talep edildi.

Geçmişte, demokrasiyle idare edilen kimi ülkelerde de yeterince kanıtlanmayan iddialara dayanılarak mahkum edilen veya işini yitiren insanlar olmuştu.
Bu örneklerin en ünlüsü Amerika’da 2. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan McCarthyzm cereyanıdır.

Daha 1940 yılında çıkartılan ve Amerikan Hükümetinin devrilmesini savunmayı,
bu amaçla dernek kurmayı, bu derneklere üye olmayı ağır suç sayan hükümler içeren Smith yasasına dayanılarak Amerikan Komünist Partisi‘nin birçok üyesi
hapis cezalarına çarptırıldılar. Wisconsin Senatörü McCarthy komünistlerin ve Sovyet casuslarının ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarına sızdığı iddiasıyla
çok yaygın bir suçlama kampanyası başlattı. Amerikan Kongresi ve çeşitli kurumlar bu iddialar üzerine insanları sorgulamak için komisyonlar kurdular. 1949 ile 1954 arasında yaygınlaşan bu kampanya sırasında yalnızca Senato’nun kurduğu araştırma komisyonlarının sayısı 109’a ulaştı. Halkın muhafazakar kesimleri
bu iddiaları kuvvetle destekledi. Kamuoyu araştırmaları Amerikalıların %50’sinin McCarthy’nin iddialarını benimsediğini gösteriyordu.

Bu kampanya sonucunda yüzlerce kişi hapis cezasına çarptırıldı, On bin kişi işini yitirdi. Charlie Chaplin ve pek çok sanatçı Amerika’yı terketmek zorunda bırakıldı.
Başkan Henry Truman bu akıma karşıydı. 1950 yılında şöyle diyordu:

  • “Özgür bir ülkede insanlar işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırılırlar,
    hiçbir zaman düşünceleri dolayısıyla değil.”

Truman, 1953’te görevinden ayrıldıktan sonra, Başkan Eisenhower‘in McCarthy’nin görüşlerini benimsemesini kuvvetle eleştirmiş ve şöyle demişti:

  • “Şimdi anlaşılıyor ki, bu yönetim, siyasal çıkarları uğruna McCarthyzm’i benimsemiştir. Bu, gerçeğin suistimal edilmesi ve adil yargı sürecinin terkedilmesidir. Şimdi yapılan iş, büyük bir yalanı vesile yaparak Amerikancılık veya güvenlikadı altında vatandaşlar aleyhine dayanaksız suçlamalarda bulunulmasıdır.Bu, korkunun yaygınlaştırılması ve toplumun her kesiminde inancın tahrip edilmesidir.”

Sonunda McCarthy’nin politikalarının yanlışlığı anlaşıldı. Senato, 2 Aralık 1954’te 22’ye karşı 65 oyla, Senato’nun saygınlığını sarstığı için McCarthy’yi suçlayan
bir karar aldı. Evvelce verilen mahkeme kararları iptal edildi, haksızlığa uğrayanlar özgürlüklerine ve itibarlarına kavuştular.

Şimdi ülkemizde saygın hukukçular, basının önemli bir bölümü, siyasetçiler tepkilerini ve rahatsızlıklarını dile getiriyorlarsa yapılacak iş, çağdaş ülkelerin yasalarını
dikkate alarak hukukun üstünlüğünü ve gerçek anlamda yargı bağımsızlığını sağlayacak, insanların haksızlığa uğramalarına olanak vermeyecek yasal düzenlemeler yapmaktır. Yoksa yalnızca mahkemeleri suçlayarak sonuç almak olanaklı değildir.

Başbakan bile kimi davalarda yargının yanlış değerlendirmelerinden yakındığına göre sorunun çözümünü Meclis’te aramaktan başka çare yoktur. Bu konuyu öbür bütün sorunlardan daha öncelikli bir iş olarak Meclis gündemine taşımakta muhalefete de büyük görev düşmektedir. Bu önemli hukuksal ve insani sorunu çözemeyenlerin daha özgürlükçü bir anayasa yapma iddiasıyla ortaya çıkmalarını inandırıcı bulmak mümkün değildir.

Unutulmasın ki, bugün ülkemizde yaşanan demokrasi, insan hakları ve özgürlükler alanlarındaki güçlüklerin sorumlusu anayasa değildir. (Onur Öymen, 20.3.13)

Bölünmeye sürüklenen Türkiye ve Ergenekon davasında savcının istemleri


Dostlar,

Cumhuriyet’ten Nilgün Cerrahoğlu, İspanya’da yerinde gözlemlerle bu ülkenin tekil (üniter) yapısının nasıl bozulduğunu gözledi. Ayrılıkçı ETA gerillalarının Bask bölgesinin özerkliği için yılarca çarpıştığını biliyoruz. Sonunda dileklerine kavuştular Katalanlar ve özerklikten de öte Bask ülkesini kurdular..

Olup biten hazin gelişmeleri Sayın Cerrahoğlu ardışık (seri) yazılarında dile getirdi.
İspanyollar ve de Basklılar İnsanlar çook pişmanlar.. Özerk bölgelerin aşırı yetkilerini daraltma peşindeler ama cin şişeden çıkmış bir kez..

Türkiye’deki özerklik ve / veya federasyon özlemi içinde olan “içtenlikli” arkadaşlarımızın dikkatine getirmek isteriz. İş işten geçmeden, Sayın Cerrahoğlu’nun uyarılarının ve
Sayın Gürkut Acar‘ın vurguladığı hususların ülkemizde dikkate alınması gerekiyor.

Ne var ki, 18.3.2013 günü, ne rastlantıdır ki Çanakkale deniz utkusunun 98. yılında Ergenekon davası savcısının davanın esası hakkında görüşünü – istemlerini açıkladığını izliyoruz. Savcı Pekgüzel, 64 sanık için son derece ağır cezalar (müebbet hapis!) istemekte..

Türkiye; İpanya’dan bin beter bölünmeye sürüklenirken, bu ölüm kalım saldırısına direnecek yurtsever ilerici güçler hapislerde tutuluyor ve yaşam boyu hapse mahkum ediliyor.

“Hukuk çözer” diyenlerin de kulaklarını çınlatmak isteriz.

Karar duruşması 8 Nisan’da..

Yargı heyetinin şimdiye dek olan tutumu bütün güveni yıktı, hukuku ayaklar altına aldı. Kamuoyu vicdanı isyanlarda.. Avukatlar duruşmadan çıkarılıyor, 38 avukat hapiste..

Türkiye bu vahim hatadan dönmeli..

Birşey yapmalı, birşeyler yapılmalı, sağduyu egemen olmalı.

Türkiye, kökü dışarıda bu tertiplere yenilmemeli..

Halkımız, bu çok kritik gidişe el koymalı.. Cumhuriyetine sahip çıkmalı; Atatürk’ün emaneti demokratik Türkiye Cumhuriyeti yeniden kurulmalı..

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Nilgün Cerrahoğlu’na Açık Mektup

GÜRKUT ACAR

7 Şubat 2013 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin “SAĞNAK” Köşenizdeki yazınızı okuduğumda, “Türkiye’de fırtına yaratacak bir yazı” demiştim.
Aradan iki hafta geçti. Ne basında, ne televizyonlarda ve ne de siyasetçilerin konuşmalarında bir yansımasını görmedim. Acaba diyorum, “yüreklerin kulakları sağır” mı?
İspanya’daki özerk bölge uygulamasının acıklı durumunu, olanları yaşayan filozof FERNANDO SAVATER ile yaptığınız söyleşiyle bizlere aktardığınız için binlerce teşekkür ediyoruz.

“Ayrılıkçılık”, “bölgecilik” ve “bölgesel milliyetçilik” konusunda yaşanmış gerçekleri ortaya sermeniz, sanki parçalanmış ülkelerin tek örneği gibi görünen Yugoslavya’dan başka diğer ülkelerin bütünmüş gibi görünen yapılarının aslında nasıl dehşet verici bir bölünmeye uğradığını göstermiştir.

FERNANDO SAVATER’in “fırsatçı bir hastalık” tanımı tam da Türkiye’deki durumu özetliyor. Yabancı desteğiyle ülkemizde egemen hale getirilen “gerici-yağmacı” iktidarın zayıflattığı bünyemize musallat olan bu hastalığı atlatmanın bir yolu var mı?

Bence var. Hastalığa hiç yakalanmamak!…

Yazınızın beni etkileyen bölümünü izninizle buraya aynen geçmek istiyorum:

“Örneğin eğitim sistemi problem oldu. Bugün İspanya’nın 17 özerk bölgesinde
17 tedrisat
var. Her bölgenin tedrisatı ayrı. Bazı bölgelerde ‘resmi dil İspanyolca’ ile
eğitim yapılamıyor. Avrupa’da başka böyle bir ülke yok.”

Katalonya’da İspanyolca tedrisat yapılamıyor galiba!

“Katalonya’da yapılamıyor. Bask’ta, (Portekiz’in kuzeyi) Galisya’da, (Akdeniz adaları) Balear’da zorlukla yapılıyor. Çocuklarının İspanyolca öğrenmesi isteyen velinin, bu hizmeti alabilmesi için paralı okul seçmesi lazım. İngilizceyi orada çocuk nasıl öğreniyorsa; İspanyolcayı da öyle öğreniyor. (Özerk) Kamu okulları bu hizmeti vermiyor.”

– İspanyolcayı çocuk nerede öğreniyor bu durumda?

“TV ve sokakta! Aynı şey değil tabii. Ama ‘İspanyolca nasılsa hâkim dil. Okulda yerel dili öğrenecek!’ diye diretiyorlar. O zaman aritmetiği de öğretmeyelim. Alışveriş yaparken
nasıl olsa aritmetik öğrenilmiyor mu? Böyle mantık olur mu? Ama işte oluyor.”

Yukarıdaki “İspanyolca” sözcüklerinin yerine “Türkçe” yazınız.
On yıl sonraki Türkiye’yi göreceksiniz! AKP’nin bizi götürdüğü yer budur!

Karadenizli’nin idam edilirken dediği gibi;
“Bundan sonra bu bana bir ders olsun” demeyelim.

İş işten geçtikten sonra dövünmenin bir faydası olmaz.
Bunu ne güzel anlatmışsınız yazınızda;

“Hedef 17 devlet yaratmak değildi. Biz yalnızca daha iyi bir yönetim istiyorduk.
Özerklikten çıkarılan dersle bugün söylenecek şey, bazı yetkilerin geri alınmasıdır…”

“…Ne var ki milliyetçilik tüm özerk bölgelere yayıldığında, geri dönüş olanaksız oluyor…”

FERNANDO SAVATER, AKP’nin Türkiye’yi götürdüğü yeri göstermiş!
Ülkemizi paramparça edecek bu gözü kara ihanet,
Türk Halkı tarafından mutlaka önlenecektir!

Doğru düşündüğümüzü anladığımız yazınız için yürekten kutluyorum. (4.3.13)

============================================

SAĞNAK
Nilgün Cerrahoğlu
 nilgun@cumhuriyet.com.tr, 7.2.13 

Düşünür Fernando Savater:

‘Özerklikle Milliyetçilik Yumuşamadı, Bilendi’Fernando Savater’i Vikipedi; “İspanya’nın yaşayan en popüler filozofu ve deneme yazarı” olarak tanımlıyor.

Ayrılıkçılık sorunları ile özerklik meselesine harcadığı özel mesai ile tanınan Savater’i, Cumhuriyet için Madrid’de bulduk. Ayrılıkçılık, bölgecilik ve bölgesel milliyetçilik konularını “fırsatçı bir hastalık” olarak tanımlayan tanınmış yazar; bu hastalığın “zayıflayan organizmalara saldırdığını”, İspanyol devletinin de “zayıflayan bir organizma olarak şu anda saldırı altında” olduğunu söylüyor.
Ülkesi İspanya’da kitapları satış rekorları kıran, Türkçeye de “Oğluma Ahlak Üzerine Öğütler” isimli bir eseri ile çevrilen İspanyol solunun ünlü düşünürüyle Madrid’de kitapları ile çevrili evinde gerçekleştirdiğimiz söyleşi şöyle:
– Geçen 30 yılın sonunda, demokrasiye geçiş sürecinde kurulan özerklik sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özerklikler yenilgi mi oldu, başarı mı?
“Bir bilanço yapmak mümkün ama bu siyah-beyaz bir bilanço değil. Özerklikler her şeyden önce milliyetçilik ateşini söndüremedi. Bir ‘özerklikler devleti’ oluşacağına, ortaya çıkan devlet; ‘milliyetçilikler devleti’ oldu. Murcia ile (Portekiz sınırındaki) Ekstramadura gibi milliyetçiliğin esamesinin olmadığı yerlere bile milliyeçilik bulaştı. Bask, Katalonya gibi özerk bölgelerin, ‘milliyetçilik tehdidi’ ile ayrıcalıklar aldığını gören öteki bölgeler de; ‘Bizim de özelliklerimiz var. Biz de ayrıcalık isteriz’ demeye başladılar. Etkin olmayan merkezi devleti, özerklikler, ademi merkeziyetçileştirdi. Yerel hükümetlerin devreye girmesiyle unutulan köşelerin de ilerlemesini sağladı. Ancak bu çok pahalı bir sistem oldu ve krizde bize ağır bilanço çıkardı. Almanya dahi ‘eyalet/lander’leri sorgularsa, gerisini siz düşünün.” 

Özerklikler problem oldu

– Almanya’da böyle bir tartışma mı var?
“Eski Alman Cumhurbaşkanlarından Johannes Rau, son konuşmalardan birine, ‘lander’leri idame ettirmenin güçlüğünden söz etmişti. Sistemin ekonomik yükü ve federal yasaların farklı eyaletlerce sürekli veto edilmesinden yakınmıştı. Almanya ki zengin ve çok örgütlü bir ülke, yakınırsa; İspanya gibi kötü örgütlenmiş ve etkin olmayan bir ülkeyi varın siz düşünün. Özerklikler problem haline geldi.” 

Resmi dil ‘out’, tedrisat bölündü

– Nasıl problem?
“Örneğin eğitim sistemi problem oldu. Bugün İspanya’nın 17 özerk bölgesinde 17 tedrisat var. Her bölgenin tedrisatı ayrı. Bazı bölgelerde ‘resmi dil İspanyolca’ ile eğitim yapılamıyor. Avrupa’da başka böyle bir ülke yok.”
– Katalonya’da İspanyolca tedrisat yapılamıyor galiba!
“Katalonya’da yapılamıyor. Bask’ta, (Portekiz’in kuzeyi) Galisya’da, (Akdeniz adaları) Balear’da zorlukla yapılıyor. Çocuklarının İspanyolca öğrenmesi isteyen velinin, bu hizmeti alabilmesi için paralı okul seçmesi lazım. İngilizceyi orada çocuk nasıl öğreniyorsa; İspanyolcayı da öyle öğreniyor. (Özerk) Kamu okulları bu hizmeti vermiyor.”
– İspanyolcayı çocuk nerede öğreniyor bu durumda?
“TV ve sokakta! Aynı şey değil tabii. Ama ‘İspanyolca nasılsa hâkim dil. Okulda yerel dili öğrenecek!’ diye diretiyorlar. O zaman aritmetiği de öğretmeyelim. Alışveriş yaparken nasıl olsa aritmetik öğrenilmiyor mu? Böyle mantık olur mu? Ama işte oluyor.”

Yetkiyi geri almak mücadelesi

– Geriye dönseniz, özerklikte nereye dek giderdiniz?
“(Sosyalistlerden kopan) İlerleme ve Demokrasi Birliği adlı partiyi (2007’de) kurduğumuzda, isteklerimizden biri devletin, özerkliklere devrettiği yetkilerin bazılarını geri almasıydı. Özerk bölgeler, devletin ademi merkeziyetçilikle daha iyi çalışması için kurulmamış mıydı? Bu neticeye ulaşılmadığına göre mantıklı olan eğitim gibi bazı yetkilerin geri alınması…” 

Geri dönüş zor

“Ne var ki milliyetçilik tüm özerk bölgelere yayıldığında, geri dönüş olanaksız oluyor. Tavizler, alanın yanında kalıyor. Üstüne hep daha çok isteniyor. Bunun geri dönüşü yok. Hiçbir yolcunun olmadığı, kervan geçmez yerlere hızlı tren istasyonu yapıyorlar. Uçakların inmediği kuş uçmaz yerlere havaalanı konduruyorlar. Profesör ya da öğrencinin bulunmadığı, beş bin nüfuslu kente üniversite yapıyorlar. Milyarlar havaya gidiyor. Niye? ‘O özerk bölgede var. Bende de olacak!’ deniyor. Mantık bu.” 

– Merkezi devlet etkin olmadığı için özerklik yeğlendi, dediniz başta. Ama ademi merkeziyetçilikte de benzer şekilde etkinlik sorunu çıkıyor demek…

“Evet değişmeyen tek gerçek, etkin olmamak… Bazılarının rüyası özerkliklerle bu sorunu aşmaktı. Ama ‘İspanya devletini’ de korumak istiyorlardı. Hedef 17 devlet yaratmak değildi. Biz yalnızca daha iyi bir yönetim istiyorduk. Özerklikten çıkarılan dersle bugün söylenecek şey, bazı yetkilerin geri alınmasıdır.” (Sürecek…)

Silivri’den Ortak Mesaj: ‘13 Aralık’ta Bekliyoruz’

Dostlar,

Basın Konseyi, geçtiğimiz günlerde özel izinle, Silivri’de Ergenekon davasından tutuklu gazetecileri ziyaret etti. Orhan Birgit öncülüğünde.. Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer de ziyareti ustaca bir yazıyla köşesinde sundu. Tarihe ciddi bir materyal sundu bu makalesi ile. Örn. ziyaretçi heyete, oğlunu yitiren Prof. Fatih Hilmioğlu‘na başsağlığı dileği sunma izni verilmedi!

Silivri zindanında yanlnız insanlar değil, hukuk değil, insanlık da tutsak anlaşılan..

13 Aralık 2012 sabahı orada olmak bir boyun borcu artık..

Sevgi ve saygı ile.
7.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Silivri’den Ortak Mesaj: ‘13 Aralık’ta Bekliyoruz’

 utku cakirozer
Utku ÇakırözerBasın Konseyi’nin iki haftada bir yaptığı Yüksek Kurul toplantısını önceki gün olağan olmayan bir mekânda, Silivri Cezaevi’nin 2 No’lu açık görüş salonunda gerçekleştirdik. Orhan Birgit başkanlığındaki heyette, Yüksek Kurul üyeleri arasında yer alan Yassıada mahkemelerinde avukatlık yapan eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, meslek büyüklerimiz Doğan Heper, Tufan Türenç, Pınar Türenç, Yalçın Büyükdağlı, Oktay Duran ve Üstün Ünügür ile Koç Üniversitesi’nden Yard. Doç. Murat Önok, Basın Konseyi’nin eski ve yeni genel sekreterleri Oktay Huduti ve Kaan Karcılıoğlu yer aldı.

  • Silivri’nin önü 29 Ekim gibi olmalı

Toplantımızın ‘yarım saat arayla’ değişen ünlü konukları vardı. Meslektaşlarımız Soner Yalçın, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Deniz Yıldırım ve Turhan Özlü sırayla aramıza katıldı. İki infaz görevlisi de sürekli salonda yer aldı. Odatv davasından iki yıldır tutuklu Yalçın’ın ilk sözü şu oldu:

  • “Hepimiz 13 Aralık’ı bekliyoruz. Bu davalar artık bireysel mesele olmaktan çıktı. Artık tüm Türkiye’nin meselesi.”

Ergenekon davasında savcının mütalaasını açıklayacağı tarihte duruşma salonu ve cezaevi yerleşkesine 29 Ekim ve 10 Kasım’ı aratmayacak bir kalabalık bekliyor.

  • CHP’nin etkin rol almasının katılımı artıracağı inancında.

Tutukluluk halinin sürmesine isyan eden Yalçın,

Silah yok, bomba yok. Yazan çizen adamım. TÜBİTAK da dahil kaç raporla tespit edildi ki bilgisayarımdaki dosyalar virüsle gelmiş. Beni içeride tutma ısrarı niye?
141 ve 142’yi mumla arar hale geldik. O zaman neden yattığını bilirdi insan.
Partisi, örgütü vardı. Ben şimdi ‘örgütüm yok’ demeye utanıyorum” diyor.

Cezaevi koşullarını da konuştuk. “İnsani özellikleri hayata geçirecek hiçbir şey yok” dedi ve saydı: “Kütüphaneye gidemiyoruz. Diğer tutuklu ve hükümlülerle haftalık 10 saat ortak yaşam hakkımızdan yararlandırılmıyoruz.”

Toplam 284 sanıklı Ergenekon davasında 65 kişi tutuklu yargılanıyor.

  • Ergenekon davasında tutukluluğu 5 yılı geçenler var.

Milletvekili seçilmesine rağmen 1371 gündür tutuklu olan yazarımız Mustafa Balbay dava sürecinin talimatla hızlandırıldığına inandığını belirterek “Akordeon gibi bir yavaşlatıp bir hızlandırıyorlar. Şubatta MİT müsteşarının sorgulanmasına yönelik hamleden önce hızlanmıştı. O dönem yaşanan tartışmalar sonrasında 20 iddianameyi birbirine bağlayarak yavaşlattılar.

Ergenekon dava dosyası 5 terabayta ulaştı; yani 120 milyon sayfa.

Yıllar sürer derken bir anda bir şeyler oldu ve karar aşamasına geçiliverdi” dedi.
O da Yalçın gibi 13 Aralık’ın önemini vurguladı:

  • “29 Ekim ve 10 Kasım’daki ruh Silivri’yi de etkileyecektir.”

Cezaevi koşulları konusunda, oğlunu kaybeden Prof. Fatih Hilmioğlu’na “cezaevi personelinin yanında 5 dakika başsağlığı dileme” talebinin reddedilmesini örnek göstererek “Güvenliği hesaplamışlar ama insanı hesaplamamışlar” değerlendirmesini yaptı.

Üçüncü olarak aramıza katılan Tuncay Özkan da Yalçın ile Balbay gibi “tecrit” koşullarından şikâyetçi. “Hepimiz tecritle yalnızlaştırıldık. Ergenekonculara aktivite imkânı verilmiyor” dedikten sonra ekledi:

“Zaten örgütün silahlı yöneticisi olmakla, suikastlar düzenlemekle, finansal bağlantıları sağlamakla suçlananların hepsi dışarıda. Ama biz içerideyiz”

Silivri’den Ortak Mesaj: ‘13 Aralık’ta Bekliyoruz’

Danıştay saldırısı davası hükümlüsü Osman Yıldırım’ın Ergenekon davasında hem “sanık”, hem “tanık” hem de ve “gizli tanık” olduğunun ortaya çıktığını anımsatan Özkan, “Burada adalet yok. Varsa bile, bize değil katillerin katilliğini silmek için var” dedi. Soner Yalçın söyleyince fark ettik ilk kez. Her girenin gözleri bozuluyor içeride. Yalçın’ın 3 derece artmış içeride. Eski Aydınlık Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım’ın da artık 2.5 astiğmatı var. Nedeni “Gözlerin sürekli ufka değil, 5 metreyi geçmeyen hücre duvarlarına bakmak zorunda kalması…”

Yıldırım bir yıl önce cezaevindeki üçüncü yılını doldurdu. Önce İrtica ile Mücadele Eylem Planı davası, ardından Andıç davası, şimdi de Ergenekon davasına bağlanmış durumda. Yayımladıkları görüşme kayıtları hakkında dava açmayan Başbakanlık, görüşmelerin Erdoğan’a ait olduğunu da teyit etmiş üstelik. Buna rağmen, o ve 15 aydır tutuklu bulunan son görüştüğümüz isim Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Turhan Özlü,
3. yargı paketinde çıkan “erteleme” imkânından da yararlandırılmadılar.

Özlü’nün “Suçumuz sadece gazetecilik yapmak” sözleri kulağımızda yankılanarak ayrıldık Silivri’den.

  • Cindoruk: Adil Olmayan İnfaz

Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit, Silivri yargılamalarındaki çarpıklıkları;

“Silivri’ye dışarıdan hiçbir şey alınmıyor. AİHM kararları bile”..

diye eleştirirken Cindoruk da, davaların Yassıada yargılamaları ile ortak yönünü şöyle aktardı:

“Yassıada’da da olduğu gibi burada da sizlerin içeride tutulmasını isteyen siyasi iktidardır. Silivri’de yaşanan olay artık uzun tutukluluktan çıkmış. Adil olmayan infaz haline dönüşmüş.” Cindoruk milletvekillerinin bir yılı aşkın süredir tutuklu bulunmasını da eleştirerek Balbay’a “Milletvekillerinin tarihte lehte örnekler bulunmasına rağmen buradan çıkamaması, bugünkü Meclis ve onun başkanının ayıbıdır. Ben başkan olsam ne yapmış etmiş onları buradan çıkarmıştım” dedi. (Cumhuriyet 05.12.2012)

 

Ergenekon’da zulüm sürüyor! / Tiranism continues through with Ergenekon trial..

Ergenekon’da zulüm sürüyor! Ergenekon davasında, kamuoyunda “3. Yargı Paketi” olarak bilinen 6352 sayılı kanun kapsamında yapılan tahliye taleplerini değerlendiren mahkeme heyeti kararlarını açıkladı: Tahliye yok! Sanıklar
DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ marşını hep birlikte söylediler. Doğu Perinçek, “Burası mahkeme değil Fetullah divanı!” dedi. (www.ulusalkanal.com.tr, 30.7.12)