Etiket arşivi: Fethullah Gülen cemaati

Tarikatların güdümünde iktidar…

Erdal Atabek
Erdal Atabek

erdalatak@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Burhaniye Zeytinli Rock Festivali kaymakamlık eliyle yasaklandı.

Belediyelerin şenlikleri “kadın şarkıcılar” bahanesiyle yasaklanıyor.

Son yıllarda ortaya çıkan bu “sistemli yasaklamalar” ne anlama geliyor?

Yıllardır yapılan bu şenlikler, festivaller neden bu dönemde sakıncalı oldular?

  • Nedeni, artık iktidarın tarikatların güdümüne girmesidir.

Tarikatlar, cemaatler bu konularda yıllardır karşı çıkıyorlardı.

Ama AKP iktidarı ve Erdoğan, tarikatlar ve cemaatlerle içli dışlı olmasına karşın güdümüne girmeye direniyordu.

Özellikle Erdoğan iktidarını paylaşmaz.

İktidarın gücü Erdoğan’ın varoluş nedenidir.

Onun için “iktidar gücü” devredilebilir bir emanet değil, bırakılması felaket olan bir ganimettir.

Ancak son yıllarda, özellikle ekonominin çıkmaza girmesiyle arkasındaki desteğin zayıflaması AKP yönetiminin ve Erdoğan’ın tarikatlara, cemaatlere yaslanmasına neden oldu.

Toplumun desteği azaldıkça iktidar tarikat ve cemaatlere daha çok yaslandı, sonra da güdümüne girdi.

Bu yeni durum, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasıyla işaretini verdi.

TARİKAT-CEMAATLERİN GÜCÜ

Tarikat ve cemaatlerin gücü, iktidarda olanın gücüyle ters orantılıdır.

Osmanlılar dönemi de böyledir. Osmanlı sultanının güçlü olduğu zamanlarda dinsel cephe geride durur. Sultanın gücü zayıfladıkça öne çıkar ve harekete geçerler.

III. Selim, II. Mahmut, Abdülmecit dönemlerinde bu çatışma yaşanmıştır.

Cumhuriyet döneminde çalışmaları yasaklanan tarikatlar ve cemaatler, yeraltına girerek fırsat kollamışlardır. Bu fırsat 1950 yılında Demokrat Parti iktidarıyla ellerine geçmiştir.

Celal Bayar-Adnan Menderes’in Demokrat Partisi döneminde de Süleyman Demirel’in Adalet Partisi döneminde de tarikatlarla, cemaatlerle sıcak ilişkiler kurulmuş ancak iktidara ortak olmalarına izin verilmemiştir.

AKP iktidarında, 2002 yılından beri, siyasal iktidar, tarikat ve cemaatlerle iç içe çalıştıkları izlenimini vermiştir.

Her tarikat, her cemaat iktidarın içinde olmaya, iktidar gücünden pay almaya çalışmıştır.

Bunların içinde en sistemli çalışan Fethullah Gülen cemaati olmuş, iktidar ortağı olarak her alana yayılmıştır. Ordu, yargı, yürütme, eğitim alanları onların denetimine geçmiş, yıllarca iktidardan yararlanmışlardır.

Ancak, FETÖ “iktidar olma” zamanının geldiği kanısıyla harekete geçtiği zaman özellikle Erdoğan tarafından yenilgiye uğratılmışlardır.

FETÖ’den boşalan yerlere öteki tarikatların ve cemaatlerin yerleşmesi uzun sürmemiştir.

Ancak Erdoğan, son yıllara kadar kendi gücüne güvenmiş, onların iktidarı gütme niyetlerine izin vermemiştir.

AKP İKTİDARI ZAYIFLAYINCA

İşte, AKP’nin arkasındaki güvenilir destek azalınca kaybedilen güç tarikatlarla cemaatlerde aranır olmuştur.

Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması,

medreselerin açılması ve bakanlık denetimi dışına çıkılması,

küçük çocuklara din eğitimi verilmesi,

her kademe okullarında din derslerinin zorunlu olması

müzikli eğlencelerin yasaklanması,

üniversitelerin iktidarın denetimine sokulması.

her alanda fetvaların geçerli kılınması…

Bu değişim artık iktidarın tarikat ve cemaatlerin güdümüne girmesinin işaretleridir.

Şimdi sıra “şeriat uygulamaları” ve “hilafetin geri getirilmesi” taleplerine gelmiştir.

Bunlar olabilir mi?

Laik Cumhuriyet yerine şeriata dayalı İslam devleti kurulabilir mi?

Son dönemeç yoktur!

Tarihte “son dönemeç” yoktur.

Tarihte “yengiler” ve “yenilgiler” vardır.

Laiklik, uygarlık tarihinde yıllar süren din ve mezheplerin kanlı çatışmalarının sonunda uygarlığın vardığı bir eşiktir.

“Laiklik eşiği”, barışçı ortak yaşamın, özgür akılla yönetilen dünya yaşamının simgesidir.

Bu eşiğin altı olan “dogmatik yaşam”, din ve mezheplerin kanlı savaşlarının, bitmeyen kinlerin, dogmaların intikamcı baskılarının simgesidir.

Laik Türkiye ve laik dünya, kendisini yok edecek güçleri tanır, bilir ve onlara geçit vermez.

AKP yönetimi ve Erdoğan da elbette gerçekleri görerek ve bilerek “iktidar emanetini” seçimle devredecektir.

  • Atatürk Cumhuriyeti bu demokrasi sınavını da başarıyla verecek güvenle uygarlık yolunda yürüyecektir…

İslamın ruhban sınıfı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
Cumhuriyet

05 Nisan 2021

İslamın ruhban sınıfı

İncil Hıristiyanlık dininin, Kuran da İslam dininin temelini ve özünü oluşturduğuna göre, Hıristiyanlıkta da İslamda da bir ruhban sınıfı yoktur. Ancak fiili uygulamada her iki din de kendi ruhban sınıfını yaratmıştır. Hıristiyanların çoğunlukta olduğu coğrafyada papa, patrik, kardinal, başpiskopos, piskopos, papaz, Müslümanların çoğunlukta olduğu coğrafyada da halife, şeyhülislam, ulema, imam, cemaat ve tarikat lideri, dinden türetilen ruhban sınıfını oluşturmaktadır.

Öte yanda, İncil’de ve Kuran’da mezhep ayrımı da yoktur. Hıristiyanlıkta Ortodoksluk, Katoliklik, Protestanlık gibi mezhepler İncil’den sonra, İslamda da Sünnilik, Şiilik, Alevilik gibi mezhepler Kuran’dan sonra ortaya çıkmıştır. İncil’de ve Kuran’da bu tür dinsel ayrımlar ve bölünmeler yoktur.

***

Mezhepsel ayrımlar da ruhban sınıflarının oluşması da bu dinlerin özüne ve temeline aykırı olduğu gibi, dünyada din adına ortaya çıkan çatışmaların, anlaşmazlıkların ve savaşların en büyük nedenlerinden birisidir. Dini kendi yorumuyla tekeli altına alan ruhban sınıfı, tarih boyunca, kendi din anlayışını ve mezhebini başkalarına dayatmaya çalışmıştır.

Bu sorun batı Avrupa’da 18. yüzyıldan itibaren laiklik ilkesinin yaygınlaşmasıyla birlikte çözüldü. Laiklik ilkesi ruhban sınıfının yetkilerini kısıtladı, insanların dindar olup olmamasını, dindar olacaklarsa, dini nasıl yorumlayıp uygulayacaklarını, bireylerin kendisine bıraktı. Laiklik ilkesiyle birlikte, dinin devlet, siyaset, hukuk ve eğitim alanlarına müdahale etmesi engellendi. Bu nedenle laiklikten en fazla rahatsızlık duyan kesim her zaman ruhban sınıfı olmuştur. Çünkü laiklik, ruhban sınıfının apoletlerini sökmüştür ve onun yetkilerini sınırlandırmıştır. Bilim, felsefe, sanat, demokrasi ve uygarlık yolunda ilerlemek ancak böyle olanaklı hale gelmiştir.
***
Türkiye’de laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk sayesinde yürürlüğe girmiştir ve bir anayasa maddesi haline gelmiştir. O zamandan beri, ruhban sınıfı ve onlarla birlikte hareket eden köktendinci siyasetçiler, laiklik ilkesini ortadan kaldırmak için büyük bir çaba sarf etmektedir. Çünkü laiklik ilkesiyle birlikte ruhban sınıfı, bir yandan yetkilerini, bir yandan da halkı din üzerinden kandırmak ve aldatmak olanağını kaybetmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde, bir aile devleti olan Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’de var olan halifelik ve şeyhülislamlık makamları yoktur. Ancak kendisini halife ve şeyhülislam sanan siyasetçiler ve bürokratlar vardır. Ayrıca dini tarikatlar ve cemaatler de halen, ülkeyi bir kanser tümörü gibi yok edip tüketmektedirFethullah Gülen cemaati bunun sadece bir örneğidir. Atatürk’e, cumhuriyete, demokrasiye, laikliğe ve anayasaya düşman olan bu vatan hainleri, AKP iktidarında, ülkenin her tarafını kuşatmıştır.
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının en büyük güvencelerinden birisi olan Türk Silahlı Kuvvetleri bile bu vatan hainleri tarafından kısmen işgal edilmiştir. Laiklik ruhban sınıfının apoletlerini sökerken bazı askerler ve komutanlar, apoletlerini ruhban sınıfına teslim etmiştir!

  • Türk Silahlı Kuvvetleri, gaflet, dalalet ve hıyanet içinde olan bu odaklara gerekli tepkiyi vermediği, önlem almadığı ve kendisini korumadığı sürece, Türk milletinin değil, ruhban sınıfının silahlı kuvvetleri olacaktır.

Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Aydınlanma devrimlerinin öncüsü olan Atatürk’e düşman olan herkes, Türkiye’nin de düşmanıdır!

Yargı’da halen 2221 hakim ve savcı ya FETÖ’cü ya da FETÖ destekçisi!..

Yargı’da halen 2221 hakim ve savcı ya FETÖ’cü ya da FETÖ destekçisi!..

Aytunç ERKİN
SÖZCÜ, 20.09.2019
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır. Ayrıca yazarın konuyla bağlantılı 4 yazısının erişkeleri / linkleri yazının sonunda verilmiştir.)

Balyoz mağduru emekli Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok rakamlarla analiz etti:

✔ YARGITAY: 2014 HSYK seçiminde FETÖ’cü adaya 196 oy verildi. 133’ü ihraç edildi. 63 kişi görevde

✔ DANIŞTAY: 2014 HSYK seçiminde FETÖ’cü adaya 73 oy verildi. 43’ü ihraç edildi. 30 kişi görevde

✔ ADLİ YARGI: 2014 HSYK seçiminde FETÖ’cü adaya 5.319 oy çıktı. 3.236’sı ihraç edildi. 2.083’ü görevde

✔ İDARİ YARGI: 2014 HSYK seçiminde FETÖ’cü adaya 735 oy verildi. 690’ı ihraç edildi. 45 kişi görevde

1 – “Sayın Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e seslenmek istiyorum: Siz 2014 yılında yapılan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde FETÖ üyesi hakim ve savcıların Türk yargısı için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu görmüş ve bu ucube yapıyı adalet sistemimizden tasfiye etmek için Yargıda Birlik ile beraber mücadele etmiş birisisiniz. Sayın Gül, şimdi size düşen en önemli görev, Adalet Bakanı olarak o günlerin artıkları olan (Kripto FETÖ’cüleri) temizleyerek yarım kalan bu işi tamamlamaktır. Diğer yandan yeni adıyla Hakimler ve Savcılar Kurulu’na büyük bir görev düşmektedir. Türk yargısının içerisindeki (Kripto FETÖ’cüleri) tespit ederek yargı önünde hesap vermelerini sağlamak onların boyunlarının borcudur.”

Bu cümleler, emekli Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok’a ait… Üçok’la, son günlerde yaşanan “Yargıdaki FETÖ’cüler” tartışması üzerine konuştuk. Üçok da, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül başta olmak üzere başta yargı olmak üzere kurumlarda bu örgütle savaşan isimlere desteğini esirgemiyor. Ki, Bakan Gül’ün hedefe konulmasına da karşı çıkıyor! Ancak… Şerhini de koyuyor!

2014 HSYK SEÇİMLERİ ÖNEMLİ

Sözü, Üçok’a bırakıyorum: “…15 Temmuz darbe girişiminin hemen ertesi günü, HSYK, iki binden fazla FETÖ mensubu hakim ve savcıyı ihraç etti. HSYK’nın bu tutumu, FETÖ ile mücadele için atılmış en önemli adımdır. HSYK tarafından, FETÖ üyesi hakim ve savcılar ihraç edilmemiş olsaydı kendi örgüt üyesi asker, polis, sivil, hiç kimseyi ne soruştururlar ne de dava açarlardı. Bu operasyonu yapan, Türk hukuk tarihinin en başarılı HSYK’sı kolay oluşturulmadı. O günleri ve bugünleri anlayabilmek için 23 Eylül 2014 tarihinde yapılan HSYK üye seçimlerini çok iyi analiz etmek gerekir.”

Bu analizi iyi okuyun… Çünkü rakamlar çok dikkat çekici…

Her biri FETÖ abileri tarafından ankesörden aranmış hakim ve savcı var. Ben bu kişiler hakkında HSK’ya giderek suç duyurusunda bulunmaya hazırım.

‘İhraçlara rağmen yargıda tam bir temizlik olmadı’

“2010 yılında 10 bin 739 olan hakim savcı sayısı dört yıllık süreçte neredeyse tamamı FETÖ ile iltisaklı 4 bin 273 hakim savcı alınarak 15 bin 12’ye çıkarılmış, Yargıtay’da 107 yeni üyelik ele geçirmiş ve yargı adeta FETÖ yargısına dönüştürülmüştür.”

YARGI İKİYE BÖLÜNMÜŞTÜ

“O günleri yaşayan ve FETÖ yargısının hukuksuzluklarına bilfiil maruz kalan birisi olarak, 23 Eylül 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimlerinin Türk hukuk tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu en acı biçimde öğrenenlerdenim. Türk yargıç ve savcıları adeta FETÖ’cüler ve diğerleri olarak ikiye ayrılmışlardı. Türk yargı sistemindeki karanlık gidişi gören diğerleri yani FETÖ üyelerinin dışında kalan sosyal demokratlar, ülkücüler, muhafazakarlar, Atatürkçüler, milliyetçiler, dindarlar hepsi bir araya geldi ve Yargıda Birlik Patformu adı altında birleşti.”

3926 KİŞİYE İHRAÇ

“Bu seçimde FETÖ üyesi hakim, savcı, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile Yargıda Birlik Platformu adayları kıyasıya yarışmışlar, adeta bir ölüm kalım mücadelesi vermişlerdir. FETÖ üyesi hakim ve savcıların, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin aldıkları oy miktarları Türk yargısı iindeki FETÖ’cülerin miktarını da ortaya çıkarmıştır. Sayın Adalet Bakanı’nın açıklamalarına göre bugüne kadar 3926 hakim ve savcı FETÖ iltisakı nedeniyle ihraç edilmiştir.

  • Türk yargısı FETÖ’den temizlendi mi? Tabii ki hayır.”

İŞTE RAKAMLARLA ‘KRİPTO’ GERÇEĞİ

“Yargıtay’da, Danıştay’da mevcut görev yapan FETÖ’cü kaç üye var, adli yargıda, idari yargıda halen FETÖ’cü kaç hakim savcı var” soruma Üçok, “ Yüksek Seçim Kurulunun resmi tutanaklarında tespit edilmiş olan rakamlarla bunları sunuyorum” dedi.

YARGITAY: 23 Eylül 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimi sırasında 387 Yargıtay üyesi mevcuttur. 373 Yargıtay üyesi, üç HSYK üyesini belirlemek için oy kullanmışlardır. FETÖ kontenjanından seçime giren ve 15 Temmuz sonrası ihraç edilen isim 196 (FETÖ üyesi ya da FETÖ’severler) oy almıştı. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası 133 Yargıtay üyesi FETÖ iltisakı nedeniyle ihraç edildiğine göre; 196’dan 133’ü çıkarırsak halen görevde olan 63 Yargıtay üyesinin FETÖ üyesi veya FETÖ müzahiri (destek çıkan) olduğu, Yüksek Seçim Kurulu tarafından ilan edilen rakamlara ve HSYK verilerine dayanarak söyleyebiliriz.

DANIŞTAY: 23 Eylül 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimi sırasında mevcut 156 Danıştay üyesinden 151 kişisi iki HSYK üyesini belirlemek için oy kullandılar. Yapılan seçim sonrasında  FETÖ kontenjanından seçime giren ve 15 Temmuz sonrası ihraç edilen isim 73 oy aldı. 15 Temmuz sonrası 43 Danıştay üyesinin FETÖ’cü olmaktan ihraç edildiğini göz önüne alacak olursak, Danıştay’da görev yapan 30 üyenin FETÖ üyesi veya FETÖ müzahiri olduğu anlaşılmaktadır.

ADLİ YARGI: 2014 yılında HSYK verilerine göre, adli yargıda 6841 hakim, 4777 savcı olmak üzere toplam 11618 kişi görev yapmaktadır. FETÖ listesinden seçime katılan ve 15 Temmuz sonrası ihraç edilen isim 5319 oy almıştır. 15 Temmuz sonrası FETÖ iltisakı nedeniyle 2047 hakim ve 1189 savcı olmak üzere toplam 3236 adli yargı mensubu ihraç edilmiştir. Bir gerçek var ki ihraç edilen isme oy veren 5319 hakim-savcının, 3236 kişisi atılmış. Adli yargıda görev yapan 2083 hakim savcının FETÖ üyesi veya müzahiri olduğu kesindir.

İDARİ YARGI: Seçimlerin yapıldığı 2014 yılında HSYK verilerine göre 1147 hakim vardır. Bilmeyenler için söyleyelim idari yargıda savcılık makamı yoktur. İdari yargıdan HSYK’a seçilen ve 15 Temmuz sonrası ihraç edilen isim 735 oy almıştır. 15 Temmuz sonrası idari yargıdan 690 hakim FETÖ iltisakı nedeniyle ihraç edilmiştir. Bu ihraçları dikkate aldığımızda idari yargıda halen görev yapan 45 hakim FETÖ üyesi veya FETÖ müzahiri olduğu anlaşılmaktadır.

SONUÇ                            :

  • 23 Eylül 2014 yılında yapılan HSYK seçimleri sonrasında bugün Yargıtay, Danıştay, Adli  ve İdari Yargı ‘da halen 2221 hakim savcının FETÖ üyesi veya FETÖ müzahiri olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

Emin olun bu kişiler bugün kendilerini Okuyucu, Yazıcı, Menzilci, sosyal demokrat, milliyetçi gibi başka sıfatlarla tanımlasalar da hepsi yargı tarafından isim isim bilinmektedir.
=====================================

Dostlar,

SÖZCÜ yazarı Sn. Aytunç ERKİN‘in aşağıdaki yazılarının da, yukarıda sunulan çarpıcı makale ile bütünlük içinde okunmasını öneriyoruz :

Hem Sn. Erkin’i hem de FETÖ’nün tuzak (kumpas) davalarında hapis yatarak ağır biçimde mağdur edilen ama sonunda aklanan E. Yargıç Albay Ahmet Zeki Üçok‘u bu cesur girişimleri ve kamuoyunu uyarmaları nedeniyle kutluyoruz.. Ahmet Zeki Üçok, 2009’da Fethullah Gülen cemaati hakkında yürüttüğü soruşturmanın ardından Balyoz Davası sanığı oldu. 4 yıl 9 ay cezaevinde yattı. (https://www.biyografi.info/kisi/ahmet-zeki-ucok, 23.9.19)

Sıra Devletin yetkili organlarında.. Hukuk içinde kalarak gereğini derhal yapmaları zorunlu. AKP içindeki siyasal uzantıları da dahil elbette! Saygı Öztürk’ün yine SÖZCÜ‘de 22.09.2019 günü yayınlanan yazısına göre; durum ciddiyetini korumaktadır ve zaman tehlikeli biçimde hızla akmaktadır. 15 Temmuz’un üzerinden 3+ yıl geçmiştir, sorun şimdiye dek çözülmüş olmalıydı gerçekte..

152 bin kişi hakkında yürütülen gizli soruşturma

Epey uzun zamandır sitemizin manşetinde tutuyoruz :

  • AKP’nin utanç veren, ibretlik FETÖ bağlantılarını kendi ses ve görüntüleri ile izleyin : https://youtu.be/KKxkccTS1DI
    AKP içi uzantılara dokunmak yok ama her yere, başta TSK, bitmeyen FETÖ operasyonları.. Niye!? Ulusal ordu yerine majestelerinin ordusu mu hedef?! Ya korunan AKP’liler?!

Hesap ortada.. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘e Ergenekon – Balyoz kumpaslarına ilişkin sözde ön bilgi verildiğinde zat-ı muhterem,

  • “..Bir savcı bulun, delillendirin..“buyurmuşlardı. O savcı bulundu, “Zekeriya Öz“ misyonunu yerine getirdi ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin eb sıcak zamanlarında “adeta“ elini – kolunu sallaya sallaya yurt dışına çıkmasına göz yumuldu..

Daha da ibret ve acı verici olanı ise, dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan’ın kameralar önünde gümbür gümbür ilan ettiği “misyonu“ idi :

  • “… Ben bu davanın savcısıyım…“

Davalar çöktü, siyasal yargılama yapan yargıç – savcılar sanık sandalyesine oturarak hüküm giydiler..

  • Erdoğan, boşa çıkan savcılığının hesabını vermedi, vermeyecek mi, ne aman ve nasıl verecek!?

​Sevgi ve saygı ile. 23 Eylül 2019, Datça

Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı​ (Ankara Üniv. Tıp Fak.)
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

EMRE KONGAR : ANAYASAL DİKTATÖRLÜK

ANAYASAL DİKTATÖRLÜK

portresi_resmi

EMRE KONGAR
Cumhuriyet, 06.12.2016

Türkiye, demokratik rejimi yerleştirmeye çalışırken, bir ara “Anayasal Vatandaşlık” kavramı gündeme gelmişti:
Anayasal vatandaşlık” kavramı, aslında zaten anayasada güvenceye alınmış haklara gönderme yaparak, “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” kimliğinin, bütün öteki dinsel ve etnik kimliklerin üzerinde olduğunu vurgulamak için kullanılıyordu… Böylece, etnik ya da dinsel kimlik farklılıklarından doğan sorunların önüne geçileceği umut ediliyordu. Ayrıca Avrupa Birliği yolundaki ülkede, ilerisi için de bir “Avrupa Vatandaşlığı” hedefi vurgulanıyordu.
***
Ne yazık ki bugün bu “Anayasal Vatandaşlık” anlayışının üç ayağı da sakatlandı ve elbette kavram da tedavülden kalktı:
Etnik kimliğin aşılması umudu, Kürt kökenli politikacıların terörle suçlanması sonucunda bitti…
Dinsel kimliğin aşılması umudu, Fethullah Gülen Cemaati mensup ve sempatizanlarının terör örgütü üyesi sayılmalarıyla ve iktidarın, Ateist, Zerdüşt, Gâvur gibi sıfatları, siyasal eleştiri olarak kullanmasıyla son buldu…
Avrupa Vatandaşlığı beklentisi ise AB ile köprülerin atılması sonucunda, en azından şimdilik, hayal oldu!
***
“Anayasal Vatandaşlık” kavramı rafa kalkınca, “Tuvalet kâğıdımız kalmadı, zımpara kâğıdı verelim mi?” diyen bakkal öyküsündeki gibi, “Anayasal Diktatörlük” kavramı gündeme geldi:
Şimdi yasama, yürütme ve yargı erklerine egemen olan bir başkanlık yönetimi, yani açıkça diktatörlük kuran bir “Cumhurbaşkanlığı Rejimi”, “Türk Usulü Başkanlık Rejimi” olarak önümüze getiriliyor.
AKP/Erdoğan iktidarının söylediklerine bakılırsa, rejim zaten fiilen böyle işliyor, yaptıkları sadece bunu anayasal hale getirmek…
Burada yine kendilerinin belirttiği küçük ama önemli bir ayrıntı var:
Bugünkü rejim, anayasanın öngördüğü “Parlamenter Demokrasi” değil, yani aslında bir “Sivil Darbe” yaşanıyor; yapılacak değişiklikle bu “Sivil Darbe” “Anayasal Diktatörlük” haline getirilecek ve meşrulaştırılacak!
***
AKP/Erdoğan iktidarını bugünkü gücüne beşli bir ittifak taşımıştı:
AKP/Cemaat/ABD/AB/Kendilerine “Liberal-sol” diyen enteller.
Oysa, iktidar bu dört müttefikini de artık yitirmiş durumda…
Onların yerini MHP ve Vatan Partisi almış görünüyor; ama gerek MHPgerekse Vatan Partisi bu ittifak sonunda kan kaybediyor!
Bütün medya, üniversiteler, haber ve bilgi kaynakları sansür ve baskıaltında olduğu için toplumun gerçek eğilimleri şu sırada pek fark edilemiyor…
MHP’yi ve Vatan Partisi’ni eriten bu yeni ittifak, acaba “Anayasal Diktatörlük” rejimini getirmeye yetecek mi, bilemiyoruz!
=========================
Dostlar,

Ulusumuz bu iğrenç oyuna geçit vermeyecek; bunu umuyor ve diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
06 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

 

DARBE TEŞEBBÜSÜNÜN HEDEFİ; ANAYASADA NİTELİKLERİ TANIMLANMIŞ TÜRKİYE CUMHURİYETİ ve ÜNİTER YAPIMIZDIR

tbb_logosu

DARBE TEŞEBBÜSÜNÜN HEDEFİ;
ANAYASADA NİTELİKLERİ TANIMLANMIŞ TÜRKİYE CUMHURİYETİ ve
ÜNİTER YAPIMIZDIR

Türkiye Cumhuriyeti, 15 Temmuz 2016 gecesi, tarihinin en büyük saldırısına uğramıştır. Demokrasinin kalbi Türkiye Büyük Millet Meclisi dahi, darbeye kalkışan demokrasi düşmanlarının, içeride milletvekilleri bulunduğu sırada havadan ve karadan saldırısına maruz kalmıştır. Çok sayıda güvenlik görevlisi ve sivil vatandaşımız katledilmiş; birçok devlet binası da tahrip olunmuştur.

Darbe girişiminde şehit olan tüm polis asker ve sivil vatandaşlarımızı rahmetle anıyoruz; yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz.

Bu kalkışmayı gerçekleştirenlerin devlet içine sızmış ve “Fethullah Gülen Cemaati” adıyla bilinen bir terör örgütü olduğu ifade edilmektedir. Yargı ve emniyet güçleri içine sızmış
bu yapının, yakın geçmişte, kendine bağlı hakim, savcı ve polisler eliyle, devlet kurumlarında
ve bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri’nde sahte delillerle büyük bir tasfiye gerçekleştirdiği ise tarafımızca bilinmektedir. Adı geçen örgütün, bu tasfiye sonunda boşalan yerlere kendi kadrolarının yerleşmesini sağladığı anlaşılmaktadır. Geçtiğimiz gün yaşanan kanlı kalkışmanın, işte bu kadroların oluşturduğu söz konusu terör örgütünün eseri olduğu yetkililerce belirtilmektedir.

Darbe girişimi; Devlete bağlı sağduyulu ve milli asker ve polislerin, iktidar ve muhalefet partileri ile yurt çapında yaygın demokratik kitle örgütlerinin, medyanın, Türkiye Barolar Birliği’nin, istisnasız tüm Baroların ve elbette vatandaşlarımızın kararlılıkla karşı durması sonucunda engellenmiştir.

Bundan sonra yapılması gereken, devletin içinde yuvalanmış olan bu terör örgütünün
hukuk çerçevesinde ve ivedilikle devlet yapısından ayıklanmasıdır.

  • Hain darbe girişiminin,
    hiçbir şekilde milli ordumuza leke sürmesine izin verilemez.

Bu noktaya nasıl gelindiğinden dersler alınarak, yargı, polis, ordu ve tüm devlet bürokrasisinde liyakat sistemi hayata geçirilmelidir. Darbe teşebbüsünden haberi olmayan ve sadece emir aldığı için kışlasından çıkan erlerimiz hakkında uygulanan özgürlük kısıtlamalarına ise
bir an önce son verilmelidir. 

Bütün terör örgütleri karşısında olduğu gibi adı geçen terör örgütüne karşı da devletin en etkili gücü, hukuk kurallarına uygun davranmaktan kaynaklanan meşruiyetidir. Bu sebeple, terörle mücadelede kalıcı başarı sağlanması için soruşturma ve kovuşturmaların adil yargılama kuralları çerçevesinde yürütülmesi zorunludur. Avukatların, şüphelilerle görüşme ve
ifadeler alınırken hazır bulunma yetkileri başta olmak üzere savunma yetkilerini kullanmaları engellenmemeli, engelleyenler hakkında işlem yapılmalıdır.

Darbeciler başarılı olsalardı yok sayacakları adil yargılama kuralları, darbeye kalkışan terör örgütünün mensubu olduğu iddia edilenler hakkında eksiksiz uygulanmalıdır. Bu, hukuk devleti olmanın vazgeçilmez şartıdır. Yapılan soruşturmaların şaibesiz olması ancak böyle sağlanabilir ve ancak bu şekilde halkımızın tamamı, açılacak davaların ve verilecek hükümlerin
önceki dönemdekinin aksine birer kumpas olmadığına inanabilir.

Türkiye Barolar Birliği ve Türkiye’nin bütün Baroları olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, kamu kurumlarına, polis, asker ve sivil vatandaşlarımıza yapılmış bu saldırıyı; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olarak ifadesini bulan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yapılmış bir saldırı olarak görüyoruz.

Bu terör örgütünün yıllar içerisinde sinsice verdiği ve en sonunda kanlı darbe teşebbüssüyle yol açtığı büyük zararı hep birlikte gidereceğiz. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Öte yandan unutulmamalıdır ki, bu hain darbe girişimi vatandaşlarımızın bir bütün olarak karşı durması sonucunda püskürtülmüştür. Bundan sonra her vatandaşımızın, özellikle her siyasetçinin ve kanaat önderinin ayrıştırıcı ve halkı birbirine düşürmeye yönelik provokasyonlara karşı her zamankinden daha dikkatli olması gereklidir.

Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da hukukun üstünlüğünden, Cumhuriyetimizin ilke ve değerlerinden, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinden ve bunun güvencesi olan kuvvetler ayrılığı ilkesinden; adil yargılanma hakkının temel şartı olan yargı bağımsızlığından ve bağımsız savunmadan yana mücadelemizi aynı kararlılıkla sürdüreceğimizi bir kere daha ifade ediyoruz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ
(http://www.barobirlik.org.tr/Detay70968.tbb)

=================================================

Dostlar,

İstanbul Barosu ve Türkiye Barolar Birliği, son günlerde olağanüstü sağduyulu açıklamalar yayımlamakta.

Hukukun üstünlüğüne olan sarsılmaz inanç ve bağlılık, yüksek adalet ülküsü bir kefede;
ülke – vatan sevgisi ve Cumhuriyet aşkı öbür kefede..

Nazik ve akılcı bir denge..
Bu değerli açıklamalara herkes kulak vermeli, hepimizin yararına olacak..

Sevgi ve saygı ile.
06 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Merdan YANARDAĞ : Hukuksuzluğa karşı çıkalım; ancak…

 

Merdan YANARDAĞ

Hukuksuzluğa karşı çıkalım; ancak...

Başta Kanaltürk Televizyonu olmak üzere Fethullah Gülen Cemaatine yakınlığıyla tanınan Koza-İpek Grubu’na bağlı medya kuruluşlarına el konularak yönetimin kayyuma devredilmesi üzerine çok yönlü bir tartışma başladı.

Kanaltürk Televizyonu’na polis zoruyla girilmesi, çalışanlara yer yer şiddet uygulanması ve yayının kesilmesi kabul edilebilir değildir.

Diğer taraftan el koyma ve kayyuma devretme işleminde bir hukuksuzluk söz konusuysa, bu uygulamaya ilkesel olarak karşı çıkılmalıdır. Amaç basın özgürlüğünü ortadan kaldırmaksa buna karşı çıkmak demokrasinin bir gereği ve gazeteci olarak bizlerin sorumluluğudur.

Ancak, başta Hrant Dink’in öldürülmesi olmak üzere, Danıştay Yüksek Yargıcı Mustafa Özbilen, Trabzon’da Rahip Santoro, Malatya’da Zirve Yayınevi cinayetlerinin örgütleyicisi ve azmettiricisi olan; Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davaları olarak bilinen siyasal tertipleri kurarak yüzlerce aydını, gazeteciyi, akademisyeni, siyasetçi ve askeri haksız ve hukuksuz şekilde yıllarca hapislerde çürüten; devlet içinde illegal şekilde örgütlenerek rejimi değiştirmeyi ve zaten on yıllardır içi boşaltılan Cumhuriyeti yıkarak (AKP ile birlikte) yerine dinci faşizan bir düzen kurmaya çalışan yasadışı bir örgütten söz ettiğimizi de unutmamalıyız.

Öncelikle şunu anımsatmalıyız; Koza-İpek Grubu‘na bugün operasyon yapanlar, Cemaatin eski ortağı, onu koruyan, önünü açan, büyüten, başta Adliye ve Emniyet olmak üzere devlet içinde derinlemesine örgütlenmesini sağlayan ve birlikte Cumhuriyeti yıkarak yerine ılımlı da olsa bir islami rejim kurmak için yola çıkan AKP iktidarıdır.

Bu kirli tarihsel dönemde dinci faşizan AKP-Cemaat koalisyonunun en büyük destekcisi, ona rıza ve meşruiyet üretenler ise, bir kısmı soldan gelen liberaller oldu.

  • Birlikte yıktıkları Cumhuriyet’e kimin hakim olacağı ve
    geleceği kimin belirleyeceği konusunda çıkan bir anlaşmazlık
    ve ardından başlayan çatışma sonucu bu aşamaya geldik.

Bu kavga, Tertibin tartışmasız şekilde ortaya çıkmasını sağladığı gibi, sıradan insanların gözünde de görünür ve anlaşılır kıldı. Ergenekon tertibi çöktü. Bu ve bağlı davaların nasıl kirli bir tertip ve yalan üzerine kurulduğu ortaya çıktı. Emniyet içindeki yapılanmanın şefleri Hrant Dink cinayetinden tutuklandı.

  • Başta AKP ve Cemaat olmak üzere siyasal islamcılar, muhafazakar sağcılar
    ve liberaller arasında oluşan gerici tarihsel blok çöktü.

Unutmayın; daha birkaç yıl önce bu ülkede gazeteciler tutuklanıyor, gazete ve televizyon binaları basılıyor, rektörler, akademisyenler sabaha karşı götürülüyor, TSK içindeki Kemalist subaylar, Alevi kökenli askerler tasfiye ediliyor, ama bugün “demokrasi ve basın özgürlüğü” diye ayağa kalkanlar, “askeri vesayet yıkılıyor” ya da “Kemalist despotizim çöküyor”  diye, dahası “darbeciler” yargılanıyor yalanına sarılarak, destek veriyordu.

Cemaat ve AKP iktidarı, alık liberalleri ve solcuları avlamak için bu davalara Susurluk artığı bazı isimler ile ülkücü mafya bozuntularını da dahil etmiş ve fakat onlar hakkında anlamlı tek bir soruşturma yapmamıştı. Cumhuriyetin tasfiyesiyle sonuçlanan bu büyük tertibi, Emniyet ve MİT merkezli olarak yeniden yapılandırdıkları Kontrgerilla (Gladyo) aracılığıyla kurmuşlardı.

Üretilen sahte dijital deliller, kendilerinin gömdüğü silahlar -ki bunlar kullanılamaz durumdaydı- çiğnenen hukuk, engellenen savunma hakkı, lehte kanıtların dikkate alınmaması, lehte tanıkların dinlenmemesi, çoğu yüz kızartıcı suçlardan mahkum olan gizli tanıkların sahte ifadeleri bu davaların temelini oluşturuyordu. Bütün bu hukuksuzluklar olanca açık kanıtlarıyla ortaya konulduğu halde, kimse bunlara kulak asmamıştı.

Çıkarılan bütün anti-demokratik yasalara, yapılan bütün gerici ve faşizan anayasa değişikliklerine, ironik biçimde özgürlükçü ve demokratik gerekçelerle “yetmez ama evet” denilerek destek veriliyordu. Cemaat yayınları “Onlar gazeteci değil” diye manşet atıyor, televizyonlarının ekranlarından o karanlık ve kanlı tertibin senaryoları yayınlanıyordu.

Nedim Şener, Merdan Yanardağ, Soner Yalçın, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay gibi gazeteciler sırf AKP muhalifi ya da Cemaatin yapılanmasını deşifre ettikleri, bu konuda kitap yazdıkları için tutuklanacaklardı. İnanılır gibi değil ama, o dönemde “basın özgürlüğü” demek, hukuktan söz etmek hemen “darbeci” diye suçlanmak için yetiyordu.

Hukuku bir kez yıktınız mı, oyunun kurallarını bir kez değiştirdiniz mi bir gün o silah size de döner. Bugün Koza-İpek Grubu’na yapılan operasyona karşı çıkanlar, bütün bunları da anımsamalıdır.

Keskin Kalem
http://abcgazetesi.com/yazar/hukuksuzluga-karsi-cikalim-ancak-1007.html

ÖNCEKİ YAZILARI

================================

Dostlar,

Merdan Yanardağ (KESKİN KALEM) son yıllarda Türkiye’nin yetiştirdiği çok değerli – birikimli – araştırıcı – yürekli – yurtsever araştırmacı gazeteci – yazarlardan biridir.

Bu nitelikleri nedeniyle de AKP –  Cemaat kumpaslarında hapislere atılmıştır.

“Türkiye’nin elektronik gazetesi ABC” adı verdikleri bir web sitesinde “keskin kalemiyle” yazılarını sürdürmektedir. Bu siteyi izlemek ve destek vermek gerekir..

ABC

http://abcgazetesi.com/…

Teşekkürler sevgili Merdan Yanardağ kardeşimiz ve bu sitenin değerli yazarlarına..

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yeni Yıla Girerken Eğitim


Yeni Yıla Girerken Eğitim

Portresi

 

Mustafa Gazalcı
www.gazalci.net
mgazalci@gmail.com

 

İnsan takvimlerdeki değişikliğe bakarak her şeyin değiştiğini sanır.
Ya da öyle görmek, ummak ister. Özellikle yeni yıla girerken.

Oysa gerçekler değişmez. Fiziki koşullar neyse o yaşanır.
Eski yılın izleri, etkileri yeni yıla yansır.

Örneğin 2013 yılının birikmiş sorunları, dertleri 2014 yılına devreder.
Tıpkı 2012 yılının sorunlarının 2013’e aktarıldığı gibi.

Bu gerçek yaşamın her alanında olduğu gibi eğitim alanında da geçerlidir.
2012 yılında eğitimin en çok tartışılan olayı 4+4+4 düzenlemesiydi.

Bu düzenlemeyle laik Cumhuriyet eğitimine büyük darbe vurulmuş,
8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim bölünmüş, imam hatip ortaokulu
yeniden açılmıştı.

4+4+4 Karşı Devrim Düzenlemesi

2013 yılında eğitimde 2012’den gelen 4+4+4 düzenlemesinin sancıları yaşandı.
Özellikle beş, beş buçuk yaşında ilkokula başlayan küçücük çocuklar büyük sıkıntılar çektiler. Okul öncesine gitmesi gereken çocuklar zorla ilkokula kaydedildi.
Uzmanların, öğretmen örgütlerinin uyarılarına kulak tıkayan iktidar bu öğretim yılında
bir ölçüde yanlışından döndü. Ancak bir öğretim yılında 5-7 yaşındaki çocuklar
bir arada eğitim gördüler. Kalabalık sınıflar, okul korkusu gibi birçok sıkıntı yaşadılar.

İkinci 4 diye bilinen ortaokulda da seçmeli dersler sıkıntısı çekildi. Çocuklar öğretmen,
sınıf yok diyerek belli dersleri seçmeye zorlandılar.

Üçüncü 4’te yani lisede açık öğretim yolu açıldığı için birçok öğrenci okula gelmedi.
Kimi çocuklar evlerinde oturdu, kimileri çalışmaya gitti.

Özetle daha önce uzmanların işaret ettiği sorunlar bir yıllık 4+4+4 uygulamasıyla
fazlasıyla yaşandı.

Bu düzenlemeyle devrim yaptık diyenlerin sözleri havada kaldı.
Karşı devrim olduğu görüldü.

İmam Hatip Okulları Sayısı Hızla Arttı

4+4+4 yasasıyla yeniden açılan imam hatip ortaokulları (İHO) sayısı hızla arttı.
“2012-2013 Öğretim yılı başında 1099 İHO’da 94 bin 467 öğrenci varken, 7 Kasım 2013 itibariyle bu sayının 1365’e, öğrenci sayısının ise 208 bin 212’ye çıkarıldığı kaydedildi.
Buna göre İHO sayısı son bir yılda %24, bu okullardaki öğrenci sayısı %120 arttı.
AKP’nin iktidara geldiği 2002-3 öğretim yılında 458 olan imam hatip lisesi (İHL) sayısının 2012-2013 öğretim yılında 708’e, öğrenci sayısının ise 64 bin 534’ten 380 bin 771’e çıkarıldığı kaydedildi.

  • 7 Kasım 2013 itibariyle İHL sayısının 850’ye,
    öğrenci sayısının ise 518 bin 482’ye yükseltildiği belirtildi.
  • Toplam 2 bin 215 İHL ve İHO’lara 726 bin öğrenci devam ediyor.” (1)

Yetersiz, Yatırımsız MEB Bütçesi                    :

TBMM’de 2014 Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesi 55 milyar 704 milyon 610 TL olarak bağlandı. Bu bütçenin %78’i personel ve sosyal güvenlik payına ayrıldı.
104 devlet üniversitesi, açık öğretimle birlikte yaklaşık 5 milyon gencin okuduğu yükseköğretim kurulu 2014 bütçesi de 11.5 milyar lira, onun da %64’ü personel gideri.

AKP sözcülerinin durmadan “Eğitime en büyük pay ayırdık, şu kadar akıllı tahta,
tablet dağıttık, derslik yaptık” propagandalarına karşın 2014 yılı MEB bütçesi yetersiz, yatırımsız bir bütçedir.

2002 yılında eğitim bütçesinin %17’si yatırıma ayrılmışken 2004’ten başlayarak
hep %10’un altında kalmıştır.

  • Eğitim harcamalarının yükü yine 11 yıllık AKP iktidarında olduğu gibi
    bu yıl da velilerin sırtında olacaktır.

Dershane Kavgası

2013 yılında iktidarla Fethullah Gülen cemaati arasında dershanelerin kapatılıp kapatılmaması kavgası yaşandı.
Yapılan pazarlıklar sonucunda iktidar, dershanelerle ilgili yasal düzenlemeyi
2015 yılına erteleyince tartışmalar durulur gibi oldu.

Ancak 17 Aralık 2013 içinde üç bakan oğlunun da bulunduğu “rüşvet ve yolsuzluk” operasyonu, duruldu sanılan bu kavgayı yeniden canlandırdı.
Bu iki güç arasındaki kavga daha çağdaş, daha nitelikli bir eğitim için değil.
Bugüne değin iktidarla, cemaat birlikte laik Cumhuriyet eğitimini kuşattılar.
Bilimsel, kamusal eğitimi dinselleştirip, paralı duruma getirdiler.

11 yılı aşan AKP iktidarı döneminde dershane sayısı ve dershaneye giden öğrenci sayısı yaklaşık iki kat arttı.

2002-3 öğretim yılında dershane sayısı 2122, öğrenci sayısı 606522 iken,
2011 ve 2012 öğretim yılında özel dershane sayısı 3961, öğrenci sayısı 1 219 472 oldu. (2)
Dershanelerde yaklaşık 50 bin öğretmen çalışıyor.
Bunların yaklaşık %25’i cemaatin etkisinde dershaneler.
Dershanelerin yıllık cirosu 4 milyar TL. (3)

Fethullah Gülen cemaatinin Anaokulundan üniversiteye dek yurt içinde ve dışında
eğitimle ilgili birçok yatırımı var.
“İddialara göre, Gülen cemaatinin Türkiye genelinde 210’dan fazla özel okulu,
binlerce ışık evi, dershane ve kurs, 500 öğrenci yurdu bulunuyor. Bunun yanı sıra
Türkî cumhuriyetlerinden Kanada’ya, Nijerya’dan Singapur’a uzanan 134 ülkede
2010 itibariyle toplam 400 okul, bu ülkelerde 38 öğrenci yurdu, 13 üniversiteye
hazırlık kursu ve on binlerce öğrencisi, 7 binden fazla öğretmeni var.
Bu okulların mali kapasitesi ise 1.5 milyar dolar olarak hesaplanıyor.” (4)

2005’te 69 CHP milletvekiliyle birlikte Fethullah Gülen’in etkisinde olan yurtların, dershanelerin ve okulların 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na,
Anayasaya uygun olup olmadığının araştırılması için TBMM önerge verdik.
Önerge AKP oylarıyla gündeme alınmadı.
Aradan geçen süre içinde cemaate bağlı eğitim kurumlarının sayısı sürekli arttı.

Aydınlık Bir Türkiye İçin

Ne AKP iktidarının ne de Fethullah Gülen cemaatinin anlayışı,
eğitim uygulaması aydınlık Türkiyeyi yaratabilir.

Yeniden laik Cumhuriyet eğitimi anlayışına dönmek gerekir.

  • 3 Mart 1924’te getirilen Anayasanın 174. maddesinde bugün de geçerli olması gereken Öğretim Birliği yasası ödünsüz uygulanmalıdır.
  • Kesintili eğitim anlayışına yol açan 4+4+4 sistemine son verilip
    12 yıllık kesintisiz, bilimsel zorunlu eğitim getirilmelidir.
  • Ders programları ve ders kitapları bilimsel anlayışa göre yeniden düzenlenmelidir.
  • Eğitim yöneticileri seçilmesine özen gösterilmelidir.

Bütün bu önlemlerin alınması, yeniden laik, bilimsel, üretici eğitimin getirilmesi
bir iktidar sorunudur.

Cumhuriyete, laik eğitime karşı olanlara yaklaşan seçimlerde sandıkta bir ders vermek, Gezi Parkı ruhunun bütün ülkeye yansıtılması gerekir.

Kaynaklar
1) Emine Kaplan, Cumhuriyet, 2.11.2013, AKP imam hatipleri uçurdu.

2) Mustafa Gazalcı, Paralı Eğitim Tuzağı, Ulusal Eğitim Derneği, 2010.
3) Güngör Uras, Milliyet, 9.12.2013.
4) Prof. Dr. Nurşen Mazıcı, Cumhuriyet, 5.12.2013, Cemaatler ve Siyaset.
5) Eğitimde AKP’nin 10 Yılı, Eğitim-Sen Yayınları, 2012, s:116-7