Etiket arşivi: Millet İttifakı

Teğmen Çelebi geldi-gitti

featuredE. TümgNaci Beştepe yazdı


Mehmet Ali Çelebi’yi Ergenekon davasındaki savunmasından dolayı tanıdım. Daha teğmen rütbesinde gencecik, pırıl pırıl bir Türk subayı idi. Okulun verdiklerinin üzerine koyarak kendini geliştirmiş yaşına göre bilge denebilecek bir düzeye gelmişti. Kendinden üst rütbeli pek çok subay ve general bireysel savunma yaparak kurtuluşu ararken o Ergenekon’un kumpas olduğunu değerlendirmiş ve kurumsal savunmayı yeğlemişti.

Sonra hepsi mahkum olan veya yurt dışına kaçan FETÖ’cü yargıçlara, “Siz burada bizi değil Atatürk’ün Nutuk’unu yargılıyorsunuz” diyerek hem komutanlarına örnek olmuş hem de Atatürkçü vatanseverlerin gönlüne taht kurmuştu.

Vardiya Bizde Platformu’nun sevgilisi olmuştu. Herkes ona ve ailesine dört elle sarılmıştı. Aydın medya ona geniş yer veriyordu. Tutuklu subaylar ona “Silivri’nin Genelkurmay Başkanı” sıfatını taktılar. O muhteşem savunmasından sonra Silivri’ye özel olarak O’nun için giderek ziyaret etmiş, tanışmış ve takdir duygularımı ifade etmiştim.

TEĞMEN ÇELEBİ GELDİ

Daha sonra aile bireyleri ve şimdiki eşi olan kız arkadaşı ile de tanıştık. Çelebi o zaman bana “Komutanım cezaevinden çıkınca ilk önce size ziyarete geleceğim” demişti.

  • İlk tahliyesinde Hasdal’daki general, amirallerin omuzlarında taşınarak çıkarılmıştı.

Babası Muharrem Bey telefonla hem müjde vermiş hem de ertesi günü bizde olacaklarını söylemişti. Söz verdiği gibi babası ile birlikte son derece külüstür bir araba ile Ankara’daki evimize geldi. O zaman Aydınlık Gazetesi’nde haftada bir köşemde yazmakta idim. Ziyarete denk gelen hafta yazımın başlığı “TEĞMEN ÇELEBİ GELDİ” olmuştu. O’ndan övgüyle, gururla söz etmiş, ziyaretinden mutluluğumu vurgulamıştım.

TEĞMEN ÇELEBİNİN İKİNCİ GELİŞİ

Teğmen Çelebi bir süre özgür kaldıktan sonra tekrar tutuklandı. Hasdal’da tutuklu iken evlendi. Kılıçdaroğlu nikah şahitliğini yaptı. Cezaevinde görüştüğüm arkadaşlarım, ikinci girişten sonra Teğmen Çelebi’nin davranış değişikliği sergilediğini söylemişlerdi. Ancak genel görünümde  önemli bir fark yoktu. O kararlı savunmaları aynen sürdü. Son savunmasını izledim. Meydan okuma idi. Savcıyı ve hakimleri acınacak duruma soktu.

17-25 Aralık (2013) olaylarından sonra önce Org. Başbuğ ardından tüm sanıklar tahliye oldu. Teğmen Çelebi, Kezban Hanım ile evlendi. Düğününe CHP belediyesi ev sahipliği yaptı. Kılıçdaroğlu düğüne katıldı. Ben, eşim ve  bir grup Vardiya Bizde üyesi ile Ankara’dan düğününe gittik. Ergenekon ve Balyoz sanıklarının neredeyse tamamı ve Vardiya Bizde’ciler orada idi.

Bir süre sonra Teğmen Çelebi ve babası yine evimize ziyarete geldiler. Bu kez amaç bir fikir alış-verişi idi. Çelebi CHP’den milletvekili olmak istiyordu. Bu konudaki fikrimi sordular. Ben o dönemde Vatan Partisi yönetiminde idim. CHP’nin kumpas davalarda gerekli ve yeterli tepkiyi göstermediği, birkaç milletvekili dışında ilgisiz kaldığı, Kılıçdaroğlu’nun ise yargılamaları haklı bulan açıklamaları olduğu için doğru adres olmadığını söyledim. Bence  o gün doğru adres Vatan Partisi idi.

Parti tüm yönetimi, kurumları (gençlik ve kadın örgütü, televizyon, gazete) ile kumpas davaların üzerine yürümüştü. CHP’de milletvekilliği kolay, Vatan Partisi’nde ise zorlu bir yoldu. Teğmen Çelebi’ye zorlu yolun yakışacağını anlatmaya çalıştım. Çelebi “Komutanım ben partideki yanlışları düzeltmek için gireceğim, içeride mücadele ederek CHP’yi düzelteceğiz” diyerek aslında kararını vermiş olduğunu gösterdi. Bizimki sohbetten ileri gitmedi. Sonra milletvekili oldu. Sonra partiden ayrıldı. Sonra bağımsız olarak devam edeceğini açıkladı. Sonra Memleket Partisi’ne girdi. Sonra oradan da ayrıldı. Tekrar bağımsız milletvekili olarak devam edeceğini açıkladı. Ve sonra…

AKP’YE GEÇİŞ SİNYALLERİ

Temmuz 2022’de Teğmen Çelebi birden gündeme girdi. Sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda 6’lı masaya yönelik 20 soru sıraladı. Bunları katıldığı TV’lerde de yineledi. “Cumhur İttifakıMillet İttifakı’ndan daha net ve daha fazla güven vermektedir” şeklinde açıklamada bulundu. AKP ve yandaş basın gibi CHP ve Millet İttifakı’nı PKK-FETÖ ile mutabakat halinde gösteren ifadeler kullandı. Sinyal belli idi. Birileri bir yerden düğmeye basmıştı.

Atatürk sevdalısı Vardiya Bizde’ciler başta olmak üzere Teğmen Çelebi’yi maddi manevi desteklemiş herkes ayağa kalktı. Vardiyacı bir arkadaşımız telefonda Kezban Hanım’a üzüntüsünü ve tepkilerini dile getirdiğinde “Abla sen Çelebi’nin Mecliste olmasını istemez misin?” diyerek girilen yolu, amaçlarını açıkça belirtti. Bu bilgileri aldıktan sonra önce baba Muharrem Çelebi’yi aradım. Bizi ziyarete külüstür bir araba ile gelen Muharrem Bey yurt dışı gezisinde idi. Sonra Mehmet Ali’yi aradım. Gelişmeleri ilk ağızdan duymak istediğimi söyledim.

Bana da 20 sorusundan dem vurdu. AKP’ye geçiş konusunu, Köşkte görüşmeye gidip gitmediğini sordum,” Yok komutanım öyle bir şey” dedi. “Benim Teğmen Çelebi’me yakışmazdı zaten” sözümle görüşmeyi bitirdik. Hemen aynı günlerde, eski dostların yoğun tepkisi üzerine medyada AKP’ye geçişle ilgili “şimdilik” böyle bir gelişme olmadığını açıkladı. Bugün, 12 Ekim 2022 Çarşamba, Mehmet Ali Çelebi’ye RTE parti rozeti takacak.

20 SORU KİME?

İnsanlar elbette fikir değiştirebilir. Siyasi görüş değiştirebilir. Buna bağlı olarak parti değiştirebilir. Ancaaaak;

  • Atatürk’ü savunuyorum, Atatürk’ün askeriyim, cumhuriyetin neferiyim” diyen biri Atatürk’ün adını anmayanların, ona ve eseri cumhuriyete düşman olanların kum gibi kaynadığı bir partiye gidemez.
  • PKK ile mutabakata karşı olan biri, PKK ile en üst düzeyde görüşen, Açılım yaparak yüzlerce şehit vermemize neden olan Hendek Savaşlarının sorumluları ile kucaklaşamaz.
  • S-400’ü muhalefetteki partilere soran biri, S-400’ü kilitleyen, F35’lerimizin hesabını soramayanlara sorgusuz sualsiz gidemez.
  • Anayasa değişikliğini sorgulayan biri, Anayasanın değiştirilemez özellikli ilkesi “laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu tescillenmiş” bir partinin vekili olamaz.
  • Kurumsal savunma yaparken kumpasın ayakları polis, gazeteci, savcı, yargıç herkese kafa tutan bir yiğit, o ayakları görevlendiren, onlarla beraber yürüyenlerle yan yana gelemez.
  • Muhalefete ekonomide kamuculuğu soran bir kişi, kamunun anasını ağlatanlar kendine kucak açınca gerine gerine o kucağa oturamaz.

Şimdi ben M. Ali Çelebi’ye soruyorum:

  • Sen bu 20 soruyu doğru adrese sorduğundan emin misin?
  • İlkeli bir kişilik sergilediğinden emin misin?

TEĞMEN ÇELEBİ GİTTİ

Çelebi şöyle diyor şimdi:

“FETÖ kumpaslarında kader arkadaşlığı yaptığım komutanlarıma, kardeşlerime, sevdiklerini kaybetmiş ailelerimize sesleniyorum: Başımın tacısınız. Söylediklerimde, hassasiyetlerimde haklı çıkmazsam, bunu teyid etmezseniz siz istediğiniz an Siyaseti bırakmayı söz veriyorum.”

Nasıl inanalım senin sözüne Bay Çelebi?
Hani CHP içinde, CHP’yi düzeltmek için çalışacağına verdiğin söz?
Hani CHP’den ayrıldığında bağımsız kalacağına dair sözün?
Hani Memleket Partisi içinde mücadele için verdiğin söz?
Hani oradan ayrılınca bağımsız kalacağına dair ikinci kez verdiğin söz?
Hani AKP’ye girmeyeceğine dair verdiğin söz?

Senin sözüne kim nasıl inansın?
Söz ağızdan çıkar ve tutulur. Senin sözünün çıkış yeri belli değil ki.
Sen artık siyaset yapsan da bıraksan da bizi ilgilendireceğini sanma.
Çünkü sen artık bizim için yoksun.
Bizim tanıyıp değer verdiğimiz TEĞMEN ÇELEBİ GİTTİ.
Dönmemecesine.
Milletvekili olanaklarından yararlanabilir. Ailesini mutlu edebilir.
Soylu ve Kurtulmuş gibi AKP üst düzeyinde, Feyzioğlu gibi elçiliklerde görev alabilir.
Bunların hepsi olabilir ama bir daha bizim Teğmen Çelebimiz asla olamaz.

Güle güle AK Çelebi.

Sivil ölü kadavraları anayasası

TBMM’ye vurulan ters kelepçe olarak Cumhur İttifakı, şimdi Türkiye’yi kelepçelemek istiyor.

Nisanda seçim yasası değişikliği, şimdi basın ve sosyal medya ile sürmekte.

Seçim yasası, serbest yarış ortamına son vererek demokratik siyaset alanını daralttı. Basın ve sosyal medya düzenlemesi ise demokratik toplumu baskılamaya yönelik. Tek kişi iktidarı ve sürekliliği için dayatılan 2017 Anayasa kurgusunun yasal alt yapısı olarak tasarlanan düzenlemelerin amacı, demokratik muhalefete TBMM ve CB seçimlerini kazanma yolunu tıkamak. Bunlara eklenen “sivil anayasa”(!) sloganı ne anlama geliyor?

NE İSTEDİNİZ DE YAPAMADINIZ?

“İçimizde ukde kalan bir diğer mesele de ülkemizi yeni, sivil, demokratik yöntemlerle inşa edilmiş, kapsayıcı, sade ve vizyoner bir anayasaya kavuşturmak. Yeni anayasa konusunda 2013 ve 2021 yıllarında yaptığımız samimi çağrılar maalesef ülkemizi böyle bir kazanımla buluşturmaya yetmedi. İlk çalışma, Meclis’teki ortak komisyonda tıkandı. İkinci çağrımıza da somut hiçbir yanıt alamadık…” (1 Ekim, TBMM, CB Erdoğan).

“Yeni anayasa Türkiye’nin değişmez gündem maddesidir… Dört anayasanın hiçbiri olağan dönemde hazırlanmadı. Anayasalar korku değil güven üstüne bina edilmelidir.” (Adalet Bk. Bozdağ, 3 Ekim).

Bellek bobinini 15 yıl öncesine sarıyor: Başbakan’ın ‘sivil anayasa’ istemi üzerine Prof. Özbudun ve arkadaşlarınca hazırlanan taslak nerede? AKP, bunu TBMM gündemine neden getirme yerine, 2007, 2010 ve 2017 değişikliklerini yaptı.

2007’de, 367 krizi bahanesi ile halkı aldatarak CB’yi genel oyla seçme yolu açıldı. 2010’da yargı erkini yürütme güdümüne koyarken, “ortağımız bizi aldattı” dendi. 2017’de ise, anayasal denge ve denetim düzenekleri silindi. FETÖ ile ilk kapışmaları ardından, “ne istediler de vermedik?” (2014) diyenlere, Anayasa için 2017 değişikliğinde, “ne istediniz de yapamadınız?” sorusu yöneltilmeli.

NEDEN KADAVRA ANAYASASI?

“Allah’ın lütfu” denen darbe girişimi bahanesiyle ilan edilen OHAL ortamı, “anayasa dayatması” için kullanılarak değişiklik, ‘sivil ölü kadavraları’ üzerine inşa edildi.

  • OHAL KHK’leri, bir tür ‘giyotin’ olarak kullanıldı.

Darbe girişimi ile ilişkileri bir yana, cemaat tarzı örgütlenmelere karşı olan on binlerce kişi, ‘yargısız infaz’ yoluyla ‘sivil ölü’ haline getirildi. Dahası, ağaç kabuğu reva gördükleri “sivil ölü kadavraları” savrulurken, kendileri için çok katmanlı yasal sorumsuzluk duvarı ördüler. Değişikliğe ‘hayır’ diyenleri sindirmek için OHAL ortamında devlet olanaklarını seferber ederek kurdukları baskı ile sonuç alamayanlar, YSK gibi anayasal kurumları da kullanarak zorlama ‘evet’ sonucu elde ettiler.

Sözün özü              : 2007’de ‘sivil anayasa’ ile yola çıkanlar, 2017’de Cumhuriyet’in eşit yurttaşlarını zifiri karanlıkta kalleşçe kurşunlayarak ortalığa saçtıkları
‘sivil ölü’ kadavraları üzerine
Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY)’yi kurguladı.

1 ŞUBAT 2021 VE SONRASI

Millet İttifakı, anayasa çalışmalarını somutlaştırmaya başladığı bir sırada 1 Şubat 2021’de yeniden ‘sivil Anayasa’ çıkışı yapıldı. AKP ve MHP, çalışmalara başladıklarını açıkladı. MHP, 100 maddelik metnin ana çizgilerini kamuoyu ile paylaştı.

Demokratik anayasa çalışmalarının, geçiş dönemi programı ile pekiştirmeye çalıştığı bir sırada, 1 Ekim ve sonrası çıkışları, anayasa gündemi yaratmak mı, gölgelemek mi? Kadınların kamu hizmetlerinde kıyafet özgürlüğüne ilişkin CHP’nin yasa önerisine karşı, AKP, anayasal düzenleme önerisi ile karşılık verdi.

YENİ TUZAKLARA HAYIR!

2013’te TBMM’de Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasını yıkan AKP.

2017’de, anayasal ve siyasal kazanımlarımızı silen AKP-MHP.

2021’de anayasa çalışması başlattıklarını beyan eden AKP-MHP.

2022’de, “İkinci çağrımıza da somut hiçbir yanıt alamadık” diyen de AKP.

‘Pes’! dedirten bu zihniyet ve tavra karşı, başta CHP ve Millet Masası bileşenleri, her zamankinden daha uyanık olmak tarihsel yükümlülüğü ile karşı karşıya.

Güçlü yetkiler demokrasi için kullanılacak

GÜNCEL29.09.2022, BİRGÜN

“CHP için öncelik; seçim değil sistem, iktidar değil Anayasa” yazısındaki (26.09.19) öngörü ve öneriler, ilerleyen zamanda doğrulandı.

  • 2017 Anayasa kurgusunun 4 yılı aşan uygulaması, Türkiye Cumhuriyeti’ni, ülkesi ve ulusu ile yıkım eşiğine sürükledi.

Belirleyici etken, OHAL koşullarında devlete ve hükümete ilişkin bütün yetkilerin tek kişide toplanması oldu: Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY).

Millet İttifakı’nın seçimleri kazanmasıyla CB’nin güçlü yetkileri, rejim/sistem değişikliği için kullanılarak ‘PBDBY ayracı’ kapatılacak. Nasıl?

-Anayasa’nın askıdaki hükümleri uygulanacak.

-Cumhurbaşkanı (CB), parti başkanı olmayacağı için yansız yönetimle, kişi+parti+devlet birleşmesi son bulacak.

-PBDBY yetkileri parlamenter rejim mantığı doğrultusunda kullanılacak.

YÖNETMEK VE KURAL KOYMAK

Yönetmek, yürütmenin; Anayasa değişikliği ise yasamanın görevi.

Bu çifte görevin kullanılması, TBMM’de elde edilen çoğunluğa bağlı. Üç olasılık:

-2/3 nitelikli çoğunluk: TBMM yasama faaliyetleri yanı sıra Anayasa değişikliğini doğrudan gerçekleştirebilecek.

3/5 nitelikli çoğunluk: TBMM’nin oyladığı Anayasa değişikliği, halkoyuna sunularak onaylanacak.

Salt çoğunluk: ‘Güçlendirilmiş parlamenter sistem’ (GPS) yanlılarının TBMM’deki çoğunluğu, uzlaşmacı bir anlayışla Anayasa değişikliği için muhalefet partilerinin de desteği ile yükseltilebilecektir.

PARLAMENTOCU MANTIK

Anayasal kurumların ana sorunsalı, değiştirilecek olan yürürlükteki Anayasa’ya parlamenter sistem mantığı çerçevesinde saygıdır.

Geçiş dönemi”nde Anayasa’nın, güçlendirilmiş parlamenter rejim hedefinde yorumlanması ve uygulanması, Cumhurbaşkanı artık parti başkanı olmayacağı için kolaylaşacak. CB kararnameleriyle oluşturulan Saray’daki Anayasa dışı politika kurullarının yetkileri bakanlıklara aktarılacak; Bakanlar, CB başkanlığında ve CB yardımcılarının da katılımıyla düzenli toplantılarla, dayanışma içinde kurul halinde çalışmalar yapabilecek. Bu çerçevede, CB yardımcıları, anayasal kurum ve kuralların işleyişinde eşgüdüm görevleri ile geçiş döneminde kilit işlev üstlenecek.

Bu yönetim anlayışına koşut olarak Anayasa değişikliği ve temel yasa düzenlemeleri, 28. Yasama Dönemi’nin tarihsel görev ve sorumluluğu olacak.

GPS için erkler ayrılığı çerçevesinde (yasama önünde sorumlu olan ve yasamanın güvenine dayanan hesap verebilir hükümet, anayasal denge ve denetim düzenekleri, görev+yetki+sorumluluk ilkeleri ve yargı bağımsızlığı gibi) teknik nitelik ağırlıklı Anayasa değişiklikleri öncelik taşıyacaktır.

İKTİSADİ GÜVENLİK

Hukuki güvenliğin olmadığı bir devlette ekonomik istikrarın da olmayacağı, 2017 Anayasa kurgusu ile kanıtlandı.

PBDBY’de uzman ve özerk düzenleyici birimler tasfiye edildi (DPT gibi) veya tek kişinin keyfi tercihleri nedeniyle işlevsiz kılındı (TCMB gibi).

  • İktisadi bunalım ve yoksullukta, hukukun çökertilmesinin payı belirleyici.

Bu nedenle, geçiş döneminde Anayasa’nın görev+yetki+sorumluluklar bağlamında uygulanması, iktisadi güven ve istikrar için de gerekli.

Şu halde, iktisadi istikrarı sağlamanın ön koşulu, bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip, siyasal ve yönetsel yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmaktan geçtiğine göre, demokratik hukuk devleti kurumları ve kurallarının işletilmesi önem taşımakta. Yine, geçiş döneminde kamucu ve planlı ekonomi politikalarını uygulamaya koymak veya sosyal devlet gereklerini olanak ve fırsat eşitliğini sağlamaya yönlendirmek de mümkün olacak.

Burada yalnızca değinilen öngörü ve öneriler, CHP öncülüğünde kurulan Millet Masası ortak paydaları haline geldikçe yol haritası da somutlaşacak ve kamuoyu ile paylaşılacak.

Özetle                                         :

  • CB’ye tanınan güçlü yetkiler, bu kez, demokratik hukuk devleti ereğinde güçlendirilmiş parlamenter sistem için kullanılacak ve ‘PBDBY ayracı’, Cumhuriyet’in 2. yüzyılı eşiğinde kapatılacaktır.

Siyasal münavebe zamanı

GÜNCEL08.09.2022, BİRGÜN

‘Kumpas, istikşaf, iltisak, köstebek‘, yazılacak siyasal tarihin AKP iktidarı dönemine ilişkin kilit kavramları. Hükümet ve yönetim, sorumluluğunu örtbas etmek için genellikle Türkçe olmayan sözcükler kullanır AKP. İktidarın eldeğiştirmesi anlamında ‘siyasal münavebe(alternance politique) ise, AKP söylem ve yazınına yabancı. Oysa siyasal münavebe (SM), demokrasinin kilit kavramı.

Demokratik toplum ve siyaset, çoğunluğu elinde tutan siyasal partilerin seçimler sonucu azınlığa düşmesi ve başka partilerin çoğunluğu elde etme yollarının sürekli açık tutulmasını gerekli kılar. Bu yolun açık tutulması, yönetimin de meşruluk ölçütü.

SM SENDROMU

Siyasal münavebe (SM) yollarını tıkama yönünde 2007 seçimleri sonrasında görünür hale gelen AKP eğilimi, 2011 seçimleri sonrası sürdü. Buna karşın, 2015 seçimlerinde çoğunluğu yitirince, SM’yi önlemek için ahlak ve Anayasa dışı yollarla seçimleri yineledi (1 Kasım).

2017 Anayasa kurgusu ve partinin başına yeniden geçmesi, münavebe yolunu kapatma amaçlı idi. Hükümetin ilgası ve eşzamanlı CB+TBMM seçim düzeneği bile, tek başına çoğunluk için yeterli olmadı ve AKP, MHP’yi yedeğine aldı. Türkiye’yi çok yoran 20 yıllık iktidar için, kişi+parti+devlet birleşmesi de kurtarıcı olmadı.

Haliyle, en geç 9 ay içinde yapılacak seçimde AKP-MHP ikilisinin en büyük korkusu siyasal münavebe olduğu için, seçime yönelik söylemleri “iktidarı devirme“ mecrasına yönlendirme çabası açık. Seçim (Nisan 2022) ve sansür (Ekim 2022) düzenlemeleri, AKP-MHP’nin SM sendromu aslında.

SİYASAL SÖZLEŞME

Bu nedenle, demokratik parlamenter rejim için oluşan Millet İttifakı’na ‘adayını açıkla’ yönündeki baskıya, “sana ne benim adayımdan?” yanıtı verilmeli.

Kuşkusuz en ahlak dışı saldırıları, yakın geçmişte kendilerinin iltisaklı ve irtibatlı olduğu (için siyasal ayağına dokundurtmadıkları) FETÖ ve PKK üzerinden yapmaları, geçmişe ilişkin (ortak yönetim ve eylem) ve gelecek (SM) korkuları ile açıklanabilir.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun önderliğinde oluşan Millet İttifakı’nın Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem (GPS) belgesi, gerçekte bir siyasal sözleşme ve CB adayının en meşru ve haklı ortak zemini.

İvecen olmaya gerek yok; çünkü aday açıklamasından önce, yapılmakta ve yapılacak olanlara ilişkin bir yol haritası somutlaştırılmalı. Geçiş dönemi, üç aşamalı tasarlanmalı:

Siyasal münavebe öncesi

SM sonrası ve anayasa değişikliği öncesi

Anayasal düzen kuruluşu sonrası.

Geleceğe yönelik saydamlık önemli; zira 6’lı Masa’yı yıkmaya yönelik örtülü ve açık kumpaslar, iltisak ve irtibat çamurları, yaratılacak köstebekler ağı, sürekli körüklenen bilgi kirliliği eşliğinde katmerleşecek.

SM=DEVRİM

“Kandırıldık, ihanet ettik İstanbul’a, ne istedilerse verdik” vb. itiraflar zinciri ile kendini özdeş kılan parti yönetiminin, Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerini sürekli ve sistematik ihlali, vatana ihanetle özdeş. Haliyle, SM’ye direnci, pek kararlı ve sürekli.

Bu nedenle, demokratik hukuk devleti yanlıları için siyasal münavebe, ortak söylem ve dayanışma paydası olmalı.

CHP, 2022 yazı kucaklayıcı Türkiye çalışmasını, TBMM’de de nitelikli yasama yasama etkinliği ile sürdürecek, hafta sonları saha çalışmalarını aksatmaksızın.

Sivas Kongresi’nde 103 yıl önce temelleri atılan ve 9 Eylül 1923’te kurulan CHP’nin,

  • Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci‘ ilkelerde somutlaşan kuruculuk misyonu, 2023’te de yeniden kuruluş için sürmekte:

Doğru bilgi temelinde düşünce alanını genişleterek,

Demokrasi yanlıları ile dayanışma halkalarını büyüterek,

Değişimin devrim niteliği taşıdığı bilinci ile,

Dünyevi hukuk ve bilim ekseninde,

Siyasal iktidarın seçimlerde eldeğiştirmesi için dirençli ve sistematik çaba…

ÇOKLU İHANET

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Dünyanın en güçlü eşkıyası tarafından “Eşbaşkanlık” madalyası (!) Oval Ofis’te eline verilen AKP (Arapçı-Kürtçü Parti), Türkiye’yi bir defa (kez) daha Sevr öncesi “Hasta Adam” durumuna getirdi!

  • Çevremiz leş yiyicileriyle doldu, hepsi saldırmak için iyice düşmemizi bekliyor.

Cumhuriyeti korumakla görevli kurumlarımızın başındakiler ve muhalefet partileri ya AKP ile aynı düşüncede olduklarından ya korktuklarından ya da bilgisizliklerinden, ihanete ortak oluyor.

HDP Milletvekili Ermenistan Ajanı bir pislik, Kurtuluş Savaşımızı yönetmiş Gazi TBMM’ye, sözde Ermeni Soykırımının tanınması ve Türk Komutanların adlarının vatan sathından silinmesi için kanun teklifi (yasa önerisi) verebiliyor!

ABD’li tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy’e göre, Osmanlı-Rusya savaşı sırasında 3 milyon Türk katledildi. Savaşta, Ruslarla beraber olan Ermenilerden de 600 bin kişi öldü! 3 milyon Türk’ü katleden Ermenilere bile, Türk’ün öz benliğinde bulunan hoşgörüyü esirgemeyen Türk Milletine ve ülkemizde kardeşlerimiz olarak yaşayan Ermeni kökenli vatandaşlarımıza yapılabilecek en büyük hakareti yapmaktan çekinmiyor!

Milli Bayramlarımıza katılmamaya özen gösteren, Türk Devletinin Kurucu Önderi Atatürk’e her fırsatta hakaret eden, minberden hakaret edilmesine izin veren AKP Genel Başkanından bu pisliğe üç gündür söylenmiş tek söz yok!

Ya Türk Milliyetçiliğini Saraya paspas yapan Püskevitçi’den ses var mı?

TBMM çoğunluğu AKP-MHP ikilisinin elinde değil mi? Ekmek yediği kaba pisleyen bu Türk düşmanının dokunulmazlığını kaldırmak için ne bekleniyor?

Ya sizler, Cumhuriyetimizin Cumhuriyet Savcıları?

Türk Ordusunun Genelkurmay Başkanına “Terör Örgütü Yöneticisi” diye soruşturma açmayı, emekli Türk Komutanlarını, FETÖ’cü savcıların yarattığı yalan yanlış sahte bilgilerle zindana atmayı biliyorsunuz da, bu pisliğe neden dava açmıyorsunuz?

  • Türk Tarihine ve Türk Milletine yapılan bu ağır hakaret, sizin onurunuza dokunmuyor mu?

Pes be arkadaş!
Her gün ve her gece bu pisliği ekranlarına çıkaran CHP’nin Halk TV’si-Tele1’i-KRT’si, aynen böyle devam edin! Ne kadar Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı varsa hepsine ekranlarınızı açın. Cumhuriyet yıkıldıktan sonra, sanki televizyonlarınız elinizde kalacak!
AKP-MHP’yi Türk Milleti artık tanıdı, ne yaparlarsa yapsınlar ikisinin oyu %30’u geçmeyecek. İnanmayan bu yazıyı saklasın, seçimden sonra görüşürüz.

  • Tamam da, Bremen mızıkacıları gibi sürekli kakofoni yapan Millet İttifakı ne yapıyor?

İngiliz Bankerlerinin adamı ve Telekom dahil Cumhuriyetin tüm eserlerinin satıcısı, Millet İttifakının ekonomik kaptanı Ali Babacan Diyarbakır’da konuştu :

“Biz kuru kardeşlik sloganları atmıyoruz. Biz, eşitlik diyoruz. EŞİT VATANDAŞLIĞIN altını kalın bir çizgi ile çiziyoruz. Eşit Vatandaşlık olsaydı, bu topraklarda konuşulan hiçbir dil yok sayılmazdı” dedi!

Aziz Türk Milleti, izninizle, PKK Narko-Terör örgütünün tüm kongrelerinde T.C. Devletinden talep ettiği ve HDP’nin sürekli kullandığı “Eşit Vatandaşlık” ne demektir ve bundan ne istenir? Açıklayalım :

“Türk Vatandaşlığından vazgeçilmesi ve halkın etnik topluluklara bölünme isteğidir. Eşit Vatandaşlık, bireyler arasında eşitlik, yurttaşların eşitliği demek değildir. İstenen, etnik toplulukların Anayasamızda kimlik olarak tanınması, etnik anadillerin ulusal ve bölgesel RESMİ DİL haline gelmesi, tüm devlet ve toplum hizmetlerinde (ÇOKLU RESMİ DİL) kullanılması, seçimlerde parlamentonun ve belediye meclislerinin etnik topluluk kotaları temelinde oluşturulmasıdır.

Bosna-Hersek’te Dayton Antlaşmasıyla kurulmuş olan “Milliyetler Sistemine” geçilsin demektir. Elbette bu talebin olmazsa olmaz şartı, Anayasamızdan Türk Vatandaşlığının silinmesidir.”
İyi de, Türkiye’de herkes zaten eşit değil mi? Anayasamızın 10’ncu maddesi; “Herkes dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Yetmez mi?

Babacan denen şapşik bir de tweet attı:

  • “Geçmişte yaşanan acıların faili biz değiliz. Hepimiz, karşılıklı anlayış çerçevesinde, birbirinin yarasını sarmaya çalışan Anadolu insanları olmalıyız. Bu vesileyle, Ermeni halkının bugün derinden hissettiği acıyı anlıyor, 1915’te hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini anıyorum.”

Şimdi sorulması gereken soru şudur :

Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Akşener; Sizler de Babacan gibi mi düşünüyorsunuz?
“Hayır, düşünmüyoruz” diyorsanız, PKK ağzı ile konuşan AKP Larvalarıyla ne işiniz var?

  • “Türkiye’ye Said-i Nursi gibi bir önder gerek” diyen Gültekin Uysal ile ne işiniz var?

Hem bizim önderimiz Atatürk’tür diyeceksiniz, hem PKK ve Tarikat artıklarıyla iş tutacaksınız! İşte bunu Türk Milleti yemez. DOĞRU Parti olarak biz buna izin vermeyiz. Açıklamanızı bekliyoruz! Yoksa hepinizi üst üste koyup, bir seferde sandığa gömeceğiz!

FOX TV’nin Sayın Yöneticileri;
Televizyonunuzun sahibi “İngiliz Sermayesi” bunu biliyoruz. Ama siz Türkiye’de yayın yapıyorsunuz. Sabah akşam Babacan ve Davutoğlu’nu çıkartıyorsunuz. Yürürlükteki Anayasamız sizi bağlamaz mı? Kendinizi Anayasamızın üstünde mi görüyorsunuz?
DOĞRU Parti, Cumhuriyete, Demokrasiye ve Atatürk’e bağlı Büyük Türk Milletiyle birlikte bu emperyalist oyunu mutlaka bozacaktır. Göreceksiniz.

Sağlık ve başarı dileklerimle, 25 Nisan 2022

Alternatif ekonomi modeli

Geniş halk kitlelerini derinden etkileyen olağan dışı bir ekonomik krizin içindeyiz. Salgını dahi unuttuk, geçim derdindeyiz. Ekmekten suya, yaşamın her alanında fiyat artışları karşısında çaresiziz. Tepkimizi bir süredir kamuoyu araştırmalarıyla göstermeye çalışıyoruz.

Araştırmalarda ekonomi “ülkenin en büyük sorunu” olarak açık arayla ilk sıradaki yerini koruyor. İPSOS’un son araştırmasında %90 çıtasını da aşmış. 2. sıradaki salgın %10’u bile bulamıyor…
***
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, buna rağmen (karşın) oldukça iyimser.

Türkiye’nin krizden en az etkilenen ülkelerden olduğunu” söylüyor. “İsteyen herkesin çalışacak işi var” diye de ekliyor.

Çarşı, pazar böylesi bir iyimserliği doğrulamıyor. “İsteyen herkesin çalışacak işi var” sözünün de en azından şimdilik TUİK’in istatistiklerinde bile karşılığı yok.
***
Kriz bazı iktisatçılar tarafından “stagflasyon” diye adlandırılıyor. “Durgunluk içinde yüksek enflasyon” olarak kavramsallaştırılıyor. Peki doğru mu bu?

Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu krize “stagflasyon” denilmesini eksik ve yetersiz bulanlar olduğu gibi, böylece krizin doğallaştırıldığını, yapısal nedenlerinin ve toplumu yoksullaştıran sonuçlarının gizlendiğine dikkat çekenler de var.

Klasik ekonomi literatüründe “durgunluk” kavramı ekonomide üretimin düştüğü ya da en azından artmadığı bir ortamı, “yüksek enflasyon” kavramı da fiyatların hızla arttığı bir dönemi tanımlanıyor.

Bugün Türkiye’de döviz şoklarıyla birlikte yaşanan fiyat artışları, halk diliyle hayat pahalılığı “stagflasyon” tanımıyla örtüşüyor. İstihdamdaki ve üretimdeki daralmalar bağlamında da  herhangi bir tanım uyumsuzluğu görülmüyor. Ancak, büyüme konusunda “stagflasyon” tanımı yerli yerine oturmuyor.

Büyümenin “stagflasyon” olarak kabul görmesi için belirli bir süre -/+ 1 aralığında ya düşmüş ya da yerinde saymanın en fazla bir adım ilerisinde artmış olması gerekiyor.

Türkiye’nin büyümesi -/+ 1 aralığında değil. Çok ama çok farklı.

TUİK’in resmî açıklaması, 2021’de ekonominin % 11 oranında büyüdüğü yolunda. Böylece son beş yılda salgına ve döviz krizlerine rağmen (karşın), TUİK verilerine göre ekonomimiz yıllık %4’lük bir büyüme ortalamasına ulaşmış oluyor.
***
TUİK verileri aynen enflasyonda olduğu gibi, büyüme konusunda da ne kadar güvenilir, bu ayrıca tartışılabilir. Ancak bu tartışma, yüksek büyüme oranlarıyla gündeme gelen bir dizi temel soruyu gölgelememeli. Ekonomi dünyasının efsane hocası Prof. Korkut Boratav soruyor:

· 2021’de Türkiye ekonomisi %11 büyüdü. O zaman sokaklar niçin tepkilerle doldu? Neden işçiler sokaklara indi? Yakılan elektrik faturaları neden?
· Türkiye ekonomisi son beş yılda salgına ve döviz krizlerine rağmen yıllık %4’lük bir ortalama ile büyümüş oluyor. Bu tempoda bir büyümeye rağmen mutlak yoksullaşma, gelirleri aşan enflasyon, işsizlik, istihdamdan kopma, reel ücretlerde erime, diplomalı işsizler nasıl açıklanabilir?

Prof. Boratav sorularının yanıtını da kendisi veriyor:

  • “Tek bir yanıt var: Türkiye son beş yılda iktisat tarihi boyunca benzerine hiç rastlamadığımız bir bölüşüm şokuyla karşılaştı.

Son beş yılın milli gelir verilerine göre ücretlilerin net hasıladan aldığı pay 6,2 puan eridi.

Demek ki ekonomi büyürken Türkiye’nin emekçi halkı mutlak yoksulluğa sürüklendi. Tüm emekçi katmanlar, işçi sınıfını, küçük esnaf ve köylüyü içine alan büyük bir kitle, gelir kayıpları yaşadı.”
***
Kamuoyu araştırmaları da doğruluyor Prof. Boratav’ı…
Son bir yılda hane gelirlerinin azaldığını söyleyenler çoğunluğa ulaşmışlar.
Ancak, yaşanan bunca soruna, yoksulluk ve işsizliğe rağmen bu çoğunluk sandıkta aynı oranda karşılık bulmuyor.

Bunun bir nedeni toplumun yorgunluk ve bıkkınlığı. Kendini yorgun ve bıkkın hissettiğini dile getirenlerin oranı %60’ın üzerinde. Bu yorgun kitle aynı zamanda yılgın da… Gelecekten umutsuzlar. Çoğunlukla yakın gelecekte ekonomik durumlarının daha kötüye gideceği kaygısını taşıyorlar. Siyasetten de umutlarını kesmiş gibiler. “Bu sorunları kim çözer” diye sorulduğunda kararlı bir duruş gösteremiyorlar.

Çözümü AKP’de aramıyorlar. Ancak, “çözü muhalefet” de demiyorlar.

Kendisini geleceğin iktidarı ilan eden Millet İttifakı, Türkiye’yi daha iyi yönetecekleri konusunda henüz toplumu ikna edebilmiş değil. Millet İttifakı’nın ülkeyi yönetmeye hazır olduğuna inananların oranı “oy vereceğim” diyenlerin 5 puan kadar altında. Kamuoyu araştırmacıları, muhalefetin halkta heyecan yaratacak politikalar üretemediğine, somut projeler ortaya koyamadığına dikkat çekiyor. Gerçekten de muhalefetin, “yolsuzlukları önleyince her şey çok güzel olacak” demek dışında alternatif bir ekonomi politikası yok.

Şimdilik sadece belediyelerin bazı, o da ister istemez sosyal politikalarla sınırlı çalışmalarıyla avunuluyor.
***
Muhalefet daha fazla gecikmemelidir. Alternatif (seçenek) ekonomi politikasını ortaya koymalıdır. Hiç kuşkusuz, nas temelli faiz politikasından vazgeçilmesi, ekonomi yönetiminin yolsuzluklardan arındırılması önemlidir. Yollar ve köprülerdeki araç, havaalanlarındaki yolcu, şehir hastanelerindeki hasta sayılarıyla ilgili uçuk taahhütlerin kamu yararı doğrultusunda düzenlenmesi büyük finansal rahatlama sağlayacaktır.

Ancak, muhalefetin alternatif (seçenek) politikası bununla sınırlı kalmamalıdır. Mevcut neoliberal küresel ekonomi politikalarından vazgeçilmediği sürece, yoksullaştırılmış halk kitleleri sahiplenilemez. Onların gayrisafi milli net hasıladan aldıkları pay yükseltilemez.

Bunu gerçekleştirmek için kamu yararını önceleyen, büyümeyi kalkınmaya dönüştüren alternatif bir ekonomi modeli uygulanmalıdır. Türkiye böyle bir modeli 1931-38 yılları arasında uygulamıştır.

  • 1929 Dünya Ekonomi Buhranı sonrasında ana omurgası planlama olan üretim odaklı karma ekonomi düzenine geçmiştir.

Bu düzen, özel sektör için yönlendirici, kamu sektörü için emredici olan devlet güdümlü bir kalkınma stratejisidir. Anılan dönemde bu stratejiyle bir yandan Osmanlı’nın borçları ödenirken öbür yandan yabancıların elinde olan sanayi, ulaşım gibi sektörlerde, su, demiryolu, tramvay, rıhtım, kömür madeni, telefon, elektrik, havagazı, bakır madeni, kömür madeni işletmeleri millileştirilmiştir. Yeni yatırımlarla da olağanüstü bir sanayileşme atılımı başlatılmış, bugün ucuz bedellerle satılan çok sayıda fabrika kurulmuştur.

Kısacası, 1929 Dünya Ekonomi Buhranı Türkiye için fırsata çevrilmiştir.

Unuttuğumuz, bize unutturulan bu başarı, dün olduğu gibi bugün de toplumda daha iyi gelecek umudunu yeşertecek, istenmeyen durumları değiştirme azmini pekiştirecek derslerle doludur. Bu dersler, muhalefetin yorgun ve bıkkın, gelecekten umudunu kesmiş geniş halk kitlelerini ikna etmesinin anahtarı olabilir

Laiklik cephesi

Örsan K. Öymen

Örsan K. Öymen

11 Nisan 2022, Cumhuriyet

Türkiye günümüzde ekonomi, demokrasi, hukuk, adalet, yargı, medya, ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanlarında ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Ancak Türkiye bu alanlarda ilk defa sorun yaşamamaktadır.

Ekonomik kriz Türkiye’nin hemen hemen her iktidarı döneminde yaşanmıştır. Demokrasi, hukuk, adalet, yargı, medya, ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanlarında da özellikle 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde, büyük sorunlar yaşanmıştır.

Ancak laikliğin bertaraf edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez yaşanmaktadır.

Türkiye, tarihinde ilk kez, demokrasinin yerine teokrasinin kurulması,
yani cumhuriyetin yıkılması tehlikesiyle karşı karşıyadır

Ayrıca günümüzde yaşanan öbür sorunlar da büyük ölçüde, AKP’nin teokrasi hedefinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle laikliğin bertaraf edilmesi, ülkedeki tüm öbür sorunları önceleyen, öncelikli bir sorun olarak ele alınmalıdır. Muhalefet öncelikle bu bilinçle hareket etmelidir.
***

  • Laiklik, dinin, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerine müdahale etmemesi, bu alanları esir almaması, devletin de bu koşulla, dindar olmayı seçen vatandaşın dini inanç ve ibadet özgürlüğünü, dinsiz olmayı seçen vatandaşın da dünya görüşünü ve yaşam tarzını güvence altına almasıdır.
  • Laiklik dinsizlik değildir.
  • Laiklik, farklı dinlerin, mezheplerin ve dünya görüşlerinin bir arada yaşamasını sağlayan, belli bir dinin ve mezhebin topluma zorla dayatılmasını engelleyen bir uzlaşma modelidir.
  • Laiklik, siyasetin, devletin, hukukun, eğitimin dinselleşmesinin önlenmesidir.
  • Laiklik, dinin, ekonomik ve siyasal amaçlarla suiistimal edilmesinin, dinin, ekonomik ve siyasi çıkarlar için bir araç olarak kullanılmasının önlenmesidir.

Üniversitelerde başörtüsünü yasaklamak laiklik değildir.

  • Laiklik, eğitim müfredatının dinselleşmesini önlemektir.

İmam hatip okullarının ve ilahiyat fakültelerinin tamamını kapatmak laiklik değildir.

Laiklik, imam hatip okullarını müftü ve imam ihtiyacına göre, ilahiyat fakültelerini ilahiyatçı ihtiyacına göre orantılı bir sayıda açmaktır.

Laiklik“Öğretim Birliği” Yasası’nı ihlal eden “4+4+4” eğitim modelinin kaldırılmasıdır,

Kuran kurslarının reşit olmayan öğrencilere dayatılmasının engellenmesidir.

  • Laiklik, zorunlu din dersinin kaldırılıp din dersinin seçmeli ders haline getirilmesidir. 

Laiklik, siyasetin dinsel söylemlere dayandırılmasının, hukukun din kurallarına göre belirlenmesinin, ekonominin din kurallarına göre yönetilmesinin, devlette kadrolaşmanın dini ölçütlere göre uygulanmasının engellenmesidir.

Laiklik, dinin ortadan kaldırılması, dinin yasaklanması değildir.

  • Laiklik, din devletinin kurulmasının ve köktendinci faşizmin önlenmesidir.

***
Türkiye’de laiklik konusunda kurumsal olarak duyarlı olan birçok siyasal parti vardır. Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Halkların Demokratik Partisi, Memleket Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Türkiye İşçi Partisi, Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Komünist Hareketi, Emek Partisi bu partilerin içinde sayılabilir.

Yapılan tüm araştırmalara göre söz konusu partilerin toplam oyu yaklaşık olarak %54’tür. Teokratik bir monarşinin kurulup demokrasinin ortadan kaldırılmasını amaçlayan AKP-MHP iktidarının son bulması için bu oy yeterlidir.

Söz konusu siyasal partilerin arasında birçok konuda farklılıklar olsa da laiklik bu siyasal partilerin asgari ortaklığıdır. Yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının sağlanması; parlamenter düzenin ve hukuk devletinin yeniden tahsis edilip “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin sonlandırılması; düşünce, ifade, medya ve örgütlenme özgürlüğünün, üniversite özerkliğinin sağlanması da bu siyasal partilerin asgari ortaklığıdır.

CHP’nin ve İYİ Parti’nin kuracağı ittifaka, söz konusu öbür siyasal partilerin dışarıdan ve sandıkta destek vermesi durumunda, Türkiye AKP diktatörlüğünden kurtulacağı gibi, anayasadaki laiklik ilkesi de korunmuş olacaktır.

CHP ve İYİ Parti, Millet İttifakına zarar verdiği son gelişmelerle anlaşılan Gelecek Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi ve Saadet Partisi ile zaman kaybedeceğine, yeni bir ittifak ve işbirliği modeline yönelmelidir.

Tabii laiklik ilkesinden kendileri de vazgeçmediyse!

Yeni anayasa ve yanıt bekleyen sorular

OSMAN GÖLCÜK
Bilişim ve Altyapı Teknolojileri Uzmanı

Cumhuriyet, 23 Mart 2022
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Millet İttifakı’nı oluşturan altı siyasal partinin güçlendirilmiş parlamenter sistem ile ilgili olarak yayımladıkları bildiri, anayasa ile ilgili konularda kimi tartışmalar yarattı.

NELER ÖNE ÇIKIYOR?

1- 1921 Anayasası yürürlüğe girdiğinde ne ortada devlet var ne de Cumhuriyet; yalnızca Ankara’da bir Meclis var.

2- Milli Mücadele’nin 9 Eylül 1922’de zaferle sonuçlanmasından sonra kabul edilen 1924 Anayasası zamanında artık Cumhuriyet ilan edilmiş ve devlet  kurulmuş oluyor. Devletin gerçek anayasası ortaya çıkıyor.

3- 1961 Anayasası, Türkiye Cumhuriyeti’nin en demokratik anayasasıdır. Günümüzde bile aynen uygulansa demokrasi konusunda kimsenin karşı çıkacağı bir durum olmaz.

Kuvvetler ayrılığının ve demokrasinin bütün kurumlarının var olduğu bir anayasadır. Keşke kesintisiz uygulanabilseydi. Demirel bile o yıllarda bu anayasa “Bu ceket, bu topluma bol geliyor” demişti.

4- 1961 ve 1982 anayasalarına darbe anayasaları diyorlar, yıllardır değiştirmedik yeri kalmadı, hâlâ darbe anayasası deniliyor.

Ama önemli olan anayasada ne yazdığı değil mi?

Araştırdığımızda hiçbir ülkede anayasalar, ülke barış ve demokrasi içinde idare edilirken yazılmamış. Çoğu ülkede iç savaş ve savaş sonrası yazılmış. Zaten anayasalar da bir toplumsal barış sözleşmesi değil mi?

Almanya anayasası, Amerikan işgal kuvvetleri komutanının talimatı ile yazılmış. Sonradan değişiklikler yapmışlar ama bu anayasa işgal anayasası diye yıllarca tartışmamışlar, pek de dert etmemişler.

Gelişmiş demokratik ülkelerde anayasa tartışması pek yok, önemli olan demokrasinin oturmuş olması. Anayasalar kadar önemli olan, siyaset yapan kişilerin, devletin kurumlarının ve toplumun demokrasiyi içine sindirmesi ve uygulaması değil mi?

5- Altı partinin ortak metninde yalnızca 1921 Anayasası’na atıfta bulunulması, “Hem Kürtleri hem de anti-laik partileri ürkütmemek için mi yapıldı” sorusunu akla getiriyor.

Hazırlanacak yeni anayasa da toplumsal barışı ve demokrasiyi hedeflemeli, her kesimi kapsayan ve herkesin kendini bu anayasanın dışında hissetmediği bir anayasa olmalı.
===================================
Dostlar,

TÜRKİYE, Anayasanın ilk 3 maddesine asla dokunulmaksızın;

  • Atatürk Devrim İlkelerine, Cumhuriyetin kurucu değerlerine tam bağlı kalmalı,
  • Tam bağımsız ve güçlü tekil (üniter) devlet olmalı,
  • Ülke ve halk bölünmezliğine dayalı bütünlükçü bir ulus anlayışı benimsemeli,
  • Anayasası ve tamamlayıcı tüm hukuk sistemi, kurumları ile çağın koşullarına tam uyumlu olmalı,
  • Demokratik, laik, sosyal bir hukukun üstünlüğü ile bağlı hukuk devleti olmalı;
  • Laiklik, başta eğitim yaşamın her alanında uygulanmalı,
  • İnsan haklarına dayanmalı, anti-emperyalist ve anti-kapitalist hukuk siyasası gütmeli,
  • Adil temsille güçler ayrılığına dayalı Parlamenter demokratik rejime hızla geri dönülmeli,
  • Bilimsel akılcılığı şaşmaz pusula kılmalı, bilim ve teknoloji üretmeli, bilişim çağı asla kaçırılmamalı,
  • Etkin demokratik hükümetler kurulabilmeli ve hızlı adalet temel değer ve hedeflerden olmalı,
  • Örgütlü halk, etkin siyasal katılım sağlanmalı, üniversite özerkliği mutlaka anayasaya konmalı,
  • Aydınlanmış ve çağdaş toplum, istihdamda liyakat ana kazanımlardan olmalı,
  • Özgürlük ve eşitlik : Yurttaşların eşitliği sağlanmalı; Ulusu bölen “Eşit yurttaşlık değil!”,
  • Salt siyasal – hukuksal değil ve fakat; Planlı sosyal ve ekonomik kalkınmayı, halkçı bütünsel ekonomi ekseninde toplumsal erinç (huzur) ve gönenci (refahı), adil gelir dağılımını, yoksulluktan kurtulmayı, bölgesel dengeli kalkınmayı, herkese sağlık-eğitim, sosyal güvenlik, onurlu iş, sağlıklı – güvenli çevre.. koşullarını gözeten üretici EKONOMİK DEMOKRASİ’yi ve hukukunu hedeflemeli,
  • Çalışan, üreten ve özyeterlik sağlayan ve dışsatım yapan bir hukuk dizgesi kurgulamalı,
  • Atatürk’ün “YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ” ilkesi hukukuna tam anlamıyla bağlı kalmalı,
  • İç hukuku düzenlerken, uluslararası andlaşma – sözleşmelere katılırken hiçbir ülkenin içişlerine karışmamalı ve kendi içişlerine karışılmasına izin vermemeli, tam bağımsız, egemen-eşit olmalı,
  • Mazlum uluslara hukukuyla da örnek ve önder, çağdaş uygarlık düzeyini aşma hedefli olmalıdır,
  • Anayasa başta, tüm ulusal, uluslararası hukuku aynı zamanda, Türkiye’nin sonsuza dek onurlu, gönençli yaşaması ve çağdaş uygarlık düzeyini aşması şaşmaz hedefinin güçlü aracı kılmalı,
  • Dünya uluslar ailesinin egemen-eşit, onurlu ve saygın bir üyesine yaraşır Hukuk Devleti olmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 25 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Anayasa Hukuku PhD (Doktora) Öğrencisi
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

3 Mart Devrim Yasaları 98. Yılda Yoğun Saldırı Altında!

3 Mart Devrim Yasaları 98. Yılda Yoğun Saldırı Altında!

Dostlar,

8 yıl önce, 3 Mart Devrim Yasaları hakkında yazdığımız 12 sayfalık kapsamlı değerlendirmeyi, ne yazık ki zamanın acı öngörülerimizi doğrulaması karşısında bir kez daha paylaşmak istiyoruz.
Bir fotoğraf ekleyeceğiz sürüklendiğimiz yere ilişkin tanık, belge…

Karşıdevrimin hızla durdurulması gerek…
6 Partinin MİLLET İTTİFAKI uzlaşma metninde bu yakıcı olgu, olası oy kaygıları bir yana bırakılarak net ve kararlılıkla mutlaka vurgulanmalı..

Sevgi ve saygı ile. 03 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Makaleler

**********

3_Mart_2014_90._Yil_BCP_Konf.

90 Yıl Sonra 3 Mart Devrim Yasaları : 

Onlar da Türkiye de Tam Bir Şeriatçı Kuşatmada ve Ne Yapmalı ??

“ Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu koruyabilecek güçtedir.”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

“3 Mart 1924”, 1923 Türk Devrimi’nin en önemli dönüşümlerinin gerçekleştirildiği kritik bir tarihtir. Osmanlı döneminde kadının ve eğitimin Ortaçağ karanlığına gömülü olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koyan sayısız belge arşivlerdedir. Kadınlar ve çocuklar.. Toplumun en temel 2 kesimi ve de en stratejik alanda; “Eğitim” sürecinde acımasızca gericiliğe mahkum edildikleri bir kıskaçta idiler..

Mustafa Kemal Paşa niçin Ulusal Kurtuluş Savaşı ortasında, Eğitim Kongresi topladı? (15-21 Temmuz 1921)

1 Mart 1922’de TBMM açış söylevinde;

Kadınlarımızın aynı öğretim devrelerinden geçerek yetiştirilmesine önem verilmesi” nden söz ederek, kız-erkek Türk çocuğunu birbirinden ayırmadığını gösterir. Benzer düşüncesini Ağustos 1924’te de dile getirmiş ve 3 Mart 1924’te “Öğretimin Birleştirilmesi” yasası ile kız ve erkek çocukların bir arada (karma)
ve çağdaş biçimde eğitimini sağlamıştır. 20 Nisan 1924’te, Anayasa’nın 87. maddesi değiştirilerek, Türk kızlarına eğitim-öğretim eşitliği sağlayan ilköğretim zorunluğu getirilmiştir.

T.C. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Devrimci kararlılıkla, 1 Kasım 1922‘de Saltanatın kaldırılmasında olduğu gibi, enerjik bir girişimle Halifelik yanlılarının yoğun engelleme girişimlerine karşın, 3 Mart 1924‘te Halifeliğin kaldırılmasını (Kurtuluş Savaşı’na ihanet eden, Sevr’e imza koyan Osmanlı Hanedanı’nın yurt dışına çıkarılmasını) TBMM’de büyük bir çoğunlukla gerçekleştirmiştir. Böylece Şeyhülislamlık, dinsel (şer’i) mahkemeler ve fetva usulü, dervişlik nişanı, medreseler de kaldırılmıştır.

Halifeliğin kaldırılmasıyla, dinsel devlet düzeninin son artığı yok ediliyor; devlet ve öğretim laik temeller üzerine oturtuluyordu. Atatürk, kendisine Halife olması önerildiğinde, Uygarlık Tarihine ışık tutacak değerlendirmeler yapmıştır :

  • “ Konusu, anlamı olmayan efsaneli bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?”
  •  “…Tarihin herhangi bir döneminde, bir halife, zihninden bu ülkenin yazgısına karışmak arzusunu geçirirse, o kafayı derhal koparacağız….Yuvalanarak, hâlâ Türkiye’yi yok etmek için ‘Kutsal Ayaklanma’ adı altında haydut çeteleriyle, cana kıyma düzenleriyle bize karşı durmadan çılgınca çalışmaların amaçları gerçekten kutsal mıdır?”
  • “ Buna inanmak için gerçekten bilinçsiz ve aymaz olmak gerekir… Yüzyıllarca olduğu gibi, bugün de ulusların bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak, bin türlü siyasal ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için dini araç olarak kullanmaya kalkışanların, ne yazık ki içerde ve dışarda var oluşu, bizi bu konuda söz söylemekten alıkoyamıyor. ”
  • “ İnsanlıkta din duygu ve bilgisi her türlü boş inanlardan (hurafelerden) sıyrılarak, gerçek bilim ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya değin, din oyunu oyuncularına her yerde rastlanacaktır… Yeni Türkiye’nin ve yeni Türkiye halkının artık kendi varlığından ve mutluluğundan başka düşünecek bir şeyi yoktur.”

“… Halife’nin Devlet Başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan halkın, bana ulaştırdığınız dilek ve önerilerini ben nasıl kabul edebilirim? Kabul ettim desem, o halkın başındaki kişiler bunu isterler mi? Halife’nin buyrukları ve yasakları yerine getirilir. Beni Halife  yapmak isteyenler buyruklarımı yerine getirebilecekler midir? Bu duruma göre, yapacak işi ve anlamı olmayan bir kuruntu sanını takınmak gülünç olmaz mı?”

“Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki; bugün var olan ve korunmakta bulunan Halife’nin ve makamının, gerçekte ne din, ne de siyasa bakımından varlığının hiçbir anlamı ve gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti varlığını, boş lâf yüzünden tehlikeye atamaz… Amaç, yaldızlı ve gösterişli yaşamak değil, insanca yaşamak ve geçim sağlamaktır…” (Başbakan İsmet İnönü’ye, 23 Şubat 1924)

Gazi, 1 Mart 1924 TBMM Konuşmasında ise :

1)    Ulus, Cumhuriyetin, bugün ve gelecekte, her türlü saldırılardan kesinlikle ve sonsuzluğa dek korunmasını sağlayacak ilkelere dayandırılmasını istemektedir.
2)    
Kamuoyu, eğitim ve öğretimin birleştirilmesinden yanadır ve bunun hiç zaman geçirilmeden uygulanması gereklidir.
3)    
İslam dinini, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere, bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtararak yüceltmenin zorunlu olduğunu da görüyoruz.” sözleri ile Halifeliğin kaldırılacağı işaretlerini veriyordu.

90 yıl önce TBMM (seçimle gelen 2. Meclis), arka arkaya 3 yasa önerisini benimsedi. Bu yasalar onaylanış sırasına göre (429, 430 ve 431 sayılı yasalar) :

  1. Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile Genelkurmay Bakanlığı’nın kaldırılması yasası,
  2. Öğretimin Birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat) yasası,
  3. Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı’nın Yurt dışına Çıkarılması..
    ile ilgili yasalardır. (Ne yazık ki, Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye’ye girişini yasaklayan maddeler, 50 yıl sonra kaldırıldı..)

1982 Anayasası, 174. maddesinde Devrim Yasalarını sıralamakta ve anayasal korumaya almaktadır :

  • “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz :

3 Mart 1924 DEVRİM YASALAR NELER GETİRİYORDU ??

Bu yasalardan ilk ikisi 3 Mart 1924 günü TBMM’nin ilk oturumunda, hemen hemen hiç tartışılmadan 15-20 dakikada benimsenmişti. Oysa 1. yasanın ilk maddesi Devrim’in doğrultusunu belirleyen bir pusula gibiydi. Bu madde, Türkiye Cumhuriyeti’nde halkın dünyasal yaşamını düzenleme yetkisinin Meclis’e ve onun hükümetine ait olduğunu saptıyordu. Böylelikle, şeriat yasalarının dinsel kurallarının bu alanda artık bir işlerliği kalmıyordu.

Egemenliğin kaynağı; sözde gökyüzünden yeryüzüne indirilerek
Aydınlanma’nın en önemli adımı atılıyordu.

Türk Toplumu; Tanrısal (ilahi) değil, insanların yaptığı, çağın gereklerine yanıt veren laik (seküler; akla ve bilime dayalı) yasalarla yönetilecekti.. Dinsel inanç ve yaptırımların toplumsal yaşamı düzenlemede bundan böyle bir işlevi olamayacaktı.

“ Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilânı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir…”

“… Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki; çürümüş bir hanedanın, Halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına olanak kalmayacak biçimde korunmasını zorunlu kılan bir devlet şeklinde, Cumhuriyet yönetimi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir.” (Atatürk; SÖYLEV II, syf. 831)

Peygamber vekil bıraktı mı?

Hz. Muhammet Tanrı’nın elçisi idi (Resulullah). Ölümünden sonra herhangi bir kimseyi “vekil” bırakması söz konusu değildi. Tanrı ile Müslümanlar arasında aracı ruhban sınıfı yoktur. Dolayısıyla Peygamberden sonra başlatılan “Halifelik” uygulaması başlangıçta Peygamberi izleyen, O’nun ardılı “Yönetici” bağlamındadır.

4 Halife Devri kanlı geçmiş, Müslümanlar Peygamber yerine kendi seçtikleri
bu 4 Halifeden 3’ünü, nasılsa, öldürebilmişlerdir! Zaman içinde “Halifelik” kavramı çarpıtılarak Osmanlı Padişahlarınca “Zıllullah”, “Tanrı’nın gölgesi” düzeyine yükseltilmiştir!? Özünden saptırılmış, haşa “Tanrı vekilliği”ne yükseltilmiştir. Bunun nedeni Padişahların güçlerini mutlaklaştırmaktır;

  • Hilafet açıkça siyasete alet edilmiştir.

Böylelikle Osmanlı padişahları 4 yüz yıla yakın süre kadir-i mutlak olmuşlardır.

  • Atatürk’ün Halifeliği kaldırması, bu bağlamda İslam dinine de son derece büyük bir hizmettir.
  • “ Türkiye Cumhuriyeti’nde, her reşit dinini seçmekte hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir; yani âyin hürriyeti korunmuştur. Tabiatıyla, âyinler asayiş ve umumî adaba aykırı olamaz; siyasî nümayiş şeklinde de yapılamaz. Mazide çok görülmüş olan bu gibi hallere artık, Türkiye Cumhuriyeti asla tahammül edemez. Bir de, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde bütün tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmıştır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, Halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vb. yasaktır. Çünkü bunlar gericilik kaynakları ve cehalet damgalarıdır. Türk milleti, böyle müesseselere ve onların mensuplarına tahammül edemezdi ve etmedi.”
    (Afetinan, Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, syf. 471-72, 1930)

Laik Eğitimin Yaşamsal Önemi                                                     :

Şeriye (Dinişleri) ve Evkaf (Vakıflar) Bakanlığı kaldırıldı. Tevhidi Tedrisat (Ögretim Birliği) yasası kabul edildi. Sözde dinsel bilgiler, değerler ve alışkanlıklarla beyni sulanmış mollalar yetiştiren Medreseler, Mahalle mektepleri kapatıldı. Batı örneği okullar açıldı. Böylece, tüm öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı ve öğretimde birlik sağlandı.. Atatürk; aydını, köylüyü ve kentliyi birbirine yakınlaştırmada; toplumsal değişmenin ve ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesinde, ulusal ve çağdaş bir eğitimin tüm yurt düzeyine yayılmasının önemini çok iyi biliyordu. Bu konu üzerinde çok durmuş ve özel ilgi göstermiştir. Bundan böyle tek tip ve laik eğitim yapılacaktır. Böylelikle çocuklar ve ilerde onların oluşturacağı toplum, artık;

– “Tütün ve kahve haram mıdır, değil midir?
– “Sineğin tek kanadı tabağın içindeyse, öbürünü de sokmak günah mı değil mi?”
– “Dünya öküzün boynuzunda mı hâlâ ?”

vb. ipsiz sapsız tartışmalarla; bilime, eleştiriye, tartışmaya kapalı bir ortamdan, Usun (aklın) özgürlüğünü kısıtlayan bağnazlıktan (taassuptan, fanatizmden) kurtulmuş olduk..

ÖĞRETİMDE İKİLİK                :

“Öğretimin birleştirilmesi,” laik öğrenime geçilmesi son yıllarda önemli yaralar almıştır. AKP hükümetlerince delik deşik edilerek, Devrim Yasası niteliğinin yok edilmesine çalışılmaktadır. Kamusal eğitim giderleri aşağı çekilmekte, özellikle Atlantik ötesi destekli Yeşil Sermayenin bu alana yatırım yapması, % 100 vergi bağışıklığı ile teşvik edilmektedir. Neden acaba ?!?

  • “Bir ulus ancak bir terbiye (eğitim) görebilir. İki türlü terbiye bir memlekette
    iki türlü insan yetiştirir. Bu ise -fikirde, duyguda- her türlü birliği yok eder.”

Ne yazık ki Türkiye, eğitimde bu tehlikeli “ikiliğe” savrulmuştur :
Sonuç, kaçınılmaz iç çatışmadır! Sivas’ta, Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Fatsa’da, Gaziosmanpaşa’da sergilenen toplu öldürüler (katliam) gibi.. Ya da fotoğrafta görüldüğü üzere, yaşam biçimleri ve temel değerleri birbirine tümüyle karşıt kuşaklar yetiştirerek.. Peki ulusal birlik nasıl sağlanacak?? Ortak toplumsal değerler nasıl üretilecek?

2_basli_egitimin_aci_sonucu

Ardından, “Us ve Bilim” in şaşmaz öncülüğünde -ki bu ikisi Büyük Atatürk’ün bizlere bıraktığı “biricik tinsel kalıt ”tır- ulusumuzun yüce ideali olan çağcıl uygarlık düzeyinin de ötesine erişim gerçekleştirilecektir. Bu yolda temel anahtarın EĞİTİM olduğu anlaşılmaktadır. Oysa

Atatürkçü eğitim sistemi ile; 

– Özgürlük
– Bağımsızlık
– Ulusal Egemenlik ..

ayakları üstünde yükselecek;

“Altı Ok” u bütüncül rehber edinerek
Anadolu Aydınlanması =  Türk Rönesansı 

yaşama geçirilecektir. Dolayısıyla, Başbakan R.T. Erdoğan’ın “Dindar – kindar nesil yetiştireceğiz” söylemi açıkça başta bu Devrim Yasalarına, Anayasa md. 174 ve laiklikle ilgili 24. maddeye ve Cumhuriyetin temel niteliklerini belirleyen 2. maddeye ve 42. maddeye açıkça aykırıdır. Anayasa Mahkemesince laikliğe karşı “eylemlerin” odağı olmuş bir siyasal parti, her nasılsa, kapatılmayarak “buyur, devam et..” denilmiştir. AKP iktidarı, Anayasa dahil hiçbir hukuksal düzenlemeyi dikkate almadan, ülkemizde laik rejimin ve dolayısıyla laik eğitim ve kamusal düzenin yıkımını sürdürmektedir.

4+4+4 ucube yasası, TBMM Komisyonlarında Anamuhalefet CHP vekilleri dövülerek geçirilmiş ve “Yeni” Anayasa Mahkemesi’nce -düşündürücüdür ki- iptal edilmemiştir!

Gerici kalkışmalar              :

  • Başbakanı Adnan Menderes; “ Arkadaşlarım beni diktatörlükle suçladılar.
    Benim sizin karşınızda diktatör olmama olanak var mıdır? Siz öylesine güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasayı bile değiştirebilir, Hilafeti bile geri getirebilirsiniz! ” der.. (22 Kasım 1955)

Ülkede Devrim karşıtlığı doruğa ulaşmıştır. 14 Mayıs 1950 seçimlerinden yalnızca
1 ay sonra, 1932’den sonra 18 yıldır Türkçe okunan Ezan, yeniden Arapça okunmaya başlanır..

  • Halkevleri ve Halkodaları’na düşmanca tutum takınılır,
    dış kökenli 12 Eylül 1980 gerici darbesi sonrası kapatılır
  • Köy Enstitüleri 1954’te kapatılır; imam köyde kalır, öğretmen kasabaya / ilçeye çekilir..
  • 2002-2013 AKP iktidarları döneminde üniversiteler medreseleştirilir,
    yabancı üniversite açılması için yasal düzenlemeye girişilir..
  • Atatürk döneminde 1 tane açılan İlahiyat Fakültesi sayıları 30’ları aşar, ilçelere dek kurulur..

İmam Hatip Liselerinin açılmasına hız verilir.. O denli ki, bu rakam 28 Şubat 1997 öncesinde 610’a erişerek toplam liselerin ¼’ünü bulur. Tüm okullar İHL mi olacaktır!? Son verilerle (4+4+4 yasası ile) İHL’ler adeta mitoza girer.. Sayıları yüzlerce, öğrencileri yüzbinlercedir! Tüm yükseköğrenim kurumlarına girme hakkı verilir..

Kuran, Peygamberin yaşamı, Arapça dersleri yetişeke (müfredata) konur, öğrenciler ve öğretmenler giderek yaygınlaşan biçimde türbanla derslere girmeye başlarlar. İlköğretimde verilecek güdük Arapça bilgisiyle Kuranı anlamaya çalışan çocuklarımız, giderek toplumumuz dinden de çıkacaklar, sorumlusu AKP!

Bu böyle sürer gider.. Köylerden Cumhuriyet’in öğretmenleri çekilirken, tümüne imamlar yollanır.. 2011 sonrasında ise AKP hükümeti diplomasız mollaları da (Mele!) memur kadrosuna aldı. Diyanet İşleri Başkanı “sahaya iniyor..” kendi deyimleri ile. Başbakan “Dindar nesil” (Mücahit, Cihat savaşçısı?) yetiştirmeyi dayatıyor topluma iktidarını iyice pekiştirdiği 10. yılda.

Başbakan bir yandan “dindar nesil” yetiştirme hevesinde (!?), öbür yandan $ milyarderi yaratma rekoru kırıyoruz!

*  İşte laik, parasız, karma, uygulamalı, akla-bilime dayalı kamu sorumluluğunda eğitim, ülkenin geleceği de bu kırıma = yoksullaşTIRma politikasıyla feda ediliyor.. Bu tablo kurgu değil de rastlantı mı?

Sayıları beş bini aşan resmi Kuran Kursları yetmiyor, binlercesi kaçak açılıyor, bunlara göz yumuluyor ve çok rahat parasal kaynak sağlanıyor? Laik rejime ve Anayasa’nın 174. maddesiyle korunan Devrim Yasalarından Öğretim Birliği Yasası’na meydan okunarak, Kuran kursları Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlanıyor ki; laik bir düzende İslam’ın Sünni mezhebine dayalı bu ucube yapının varlığı ve işlevleri başlı başına çıban başı. Çoğu Kuran kursları, haremlik-selamlık uyguluyor.

Dahası, çocuklar yerlere oturtularak ortak tabaklardan ELLERİYLE yemek yemeye zorlanıyor! Oysa Ulusal Eğitimin Ana Hedefi, Atatürk tarafından çok kesin ve keskin olarak belirlenmişti:

  • “ Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, her şeyden önce ve en evvel Türkiye’nin geleceğine, kendi benliğine, ulusal geleneklerine düşman olan tüm ögelerle mücadele etme gereği öğretilmelidir.”
  • “ Eğitimdir ki; bir ulusu özgür, bağımsız, şanlı yüksek bir toplum durumunda yaşatır veya bir ulusu kölelik ve yoksulluğa terk eder.”..

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e göre devrimlerin amacı..

  • “ Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağcıl (modern), bütün anlam ve görüntüsüyle uygar bir toplum olarak kurumlaştırmaktır. Devrimimizin temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri yerle bir etmek zorunludur. Bugüne dek, ulusun düşünme yeteneğini paslandıran, uyuşturan, bu zihniyette bulunanlar olmuştur.” değil miydi?

Şunları da eklemiyor muydu tamamlamak için :

  • “ O tür zihniyetlerde yuvalanan kara düşünceler,  boş inanlar (hurafeler) kökten yok edilecektir. Ölülerden medet ummak, umut dilenmek, uygar bir toplum için aşağılanmaktır. Bugün bilim ve tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın olanakları bizi beklerken; filan ya da falan şeyhin öncülüğünde özdeksel ve tinsel (maddi-manevi) mutluluk arayacak denli ilkel insanların varlığı, uygar Türkiye toplumu içinde asla kabul edilemez.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 2, syf. 217)

S o n u ç                                                        :

  • Ülkemizin, bu 3 Mart 1924 Devrim Yasalarıyla kazanımları yaşamsaldır
    ve vazgeçilemezdir.
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin 90 yıl öncesine, başa dönmesine asla izin verilemez.

Üstelik bu kez işbirlikçiler emperyalizmle birlikte çok daha örgütlü, araçları çok daha güçlü ve kinle-kör intikam güdüleriyle, bilenmiş olarak saldırmaktalar. Dolayısıyla buna göre konumlanmak ve hepimizin ortak anavatanı olan Türkiye’de bu kahir emperyalist saldırıya “topyekun” karşılık vermek zorunludur.

90 Yıl Sonra 3 Mart Devrim Yasaları :
Onlar da, Türkiye de Tam Bir Şeriatçı Kuşatmada ve Ne Yapmalı ??

Başlıklı 12 sayfalık kapsamlı makalemizi okumak için lütfen tıklar mısınız??

3_Mart_Devrim_Yasalari_90_Yil_Sonra

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 3.3.14
*****

Dostlar,

Bu gün 3 Mart 2015…

Kapsamlı dosyamız güncelliğini koruyor uyarıları, öngörüleri ve önerileri ile..
Bir kez daha paylaşıyoruz kaygı ile..
AKP’yi ve Türkiye’yi bir kez daha uyararak..

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Liderler zirvesi

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

Ekonominin, siyasetin, hukukun, eğitimin, kültürün çöktüğü bir dönemde muhalefet partilerinin bir araya gelerek iktidara bir alternatif (seçenek) sunmaları umut vericidir. Bu çerçevede Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, Demokrasi ve Atılım Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın bir araya gelmiş olmaları önemlidir.

Siyasal partiler kendi kimliklerini ve ideolojilerini korudukları ve kadrolarını kendi kimlikleri ve ideolojileri üzerinden oluşturdukları ve anayasadaki demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkesine uydukları sürece, başka kimliklere ve ideolojilere sahip siyasal partilerle seçim, ortak aday, anayasa, parlamenter sistem konusunda işbirliği yapabilirler.

Bu çerçevede söz konusu siyasal partilerin farklı parti programları olsa da asgari ortaklıklarda buluşarak ortak bir seçim beyannamesi oluşturmaları da olanaklıdır.

AKP hükümetinin olağanüstü hal koşullarındaki baskı ortamında, serbest ve özgür olmayan bir referandumla (halkoylamasıyla), ayrıca mühürsüz oyların sayılmasıyla yasalar çiğnenerek halka dayattığı “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” ve muhalefetteki siyasali partilerin mevcut oy oranları, bu işbirliğini ve ittifakı zorunlu kılmaktadır.
***
Öte yanda söz konusu muhalefet partileri, sorunun tek başına parlamenter sisteme dönmekle çözülmeyeceğini anlamalıdırlar. Çünkü Türkiye’nin temel sorunları 2017’de “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine” geçildikten sonra değil, bu sisteme geçilmeden önce, parlamenter demokratik sistemde ortaya çıkmıştır. 2007-2017 arasında AKP iktidarı döneminde yaşanan kimi olayları hatırlamakta büyük yarar bulunmaktadır:

1) Fethullah Gülen çetesi, hükümetin desteğiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, Emniyet’te, yargıda, istihbarat birimlerinde, üniversitelerde, eğitim kurumlarında ve medyada kadrolaştı.

2) “Ergenekon”, “Balyoz”, “Casusluk” ve “OdaTV” adlı sahte yargı süreçlerinin ve kumpasların sonucunda gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler, askerler tutuklandı ve yargı bağımsızlığı ortadan kalktı.

3) Medya kurumlarının yaklaşık %80’i, hükümete yakın şirketlere baskıyla sattırıldı, medya bu yolla hükümetin denetimi altına girdi, ifade, basın ve yayın özgürlüğü ortadan kaldırıldı.

4) Üniversiteler hükümetin baskısı ve denetimi altına girdi, hükümete yakın rektörler ve dekanlar atandı, öğretim üyeleri ve araştırma görevlileri işini yitirdi.

5) “Gezi” protestoları sırasında polis şiddeti nedeniyle gençler katledildi, binlerce vatandaş darp edildi.

6) Yolsuzluk iddiaları hükümet tarafından örtbas edildi, soruşturmalar ve yargı süreçleri engellendi.

7) Hükümet, Suriye’de yönetimi devirmeye kalktı, Suriye’deki köktendinci teröristleri destekledi.

8) Hükümet, terör örgütü PKK ile gizli müzakereler yürüttü.

“Millet İttifakı” iktidara gelir gelmez, cumhurbaşkanının halen sahip olduğu yetkilerle, devlet kurumlarındaki, yargıdaki, Emniyet’teki, istihbarat birimlerindeki, TSK’deki, üniversitelerdeki, eğitim kurumlarındaki, medyadaki AKP kadrolaşmasını ortadan kaldırmadığı sürece, ayrıca anayasayı ve yasaları ihlal eden AKP’liler bağımsız yargı önünde bunun hesabını vermediği sürece, Türkiye’nin anayasada belirlenen demokratik, laik, sosyal hukuk devletine kavuşması olanaksızdır.
***
“Millet İttifakı”nın çözmesi gereken bir başka sorun da “Millet İttifakı”nın içindeki siyasal partilerden birinin, özellikle de bu ittifakın en güçlü partisi olan CHP’nin, parlamenter sisteme geçildikten sonra gerçekleşecek seçimlerde 1. parti çıkmayı başarmasıdır. Çünkü bu sisteme göre cumhurbaşkanı, seçimlerde en yüksek oyu alan partinin genel başkanına hükümeti kurma görevini verecektir. AKP tüm kamuoyu araştırmalarına göre, oy oranında düşüş yaşasa da hâlâ birinci partidir. Parlamenter sistemle yapılacak ilk genel seçimlerde durum değişmezse ve anayasal düzeni yıkan, anayasadaki demokratik laik sosyal hukuk devleti ilkesini ortadan kaldıran AKP’nin ve onun yöneticilerinin seçime girmesi olanaklı kılınırsa, AKP tek başına veya MHP ile koalisyon hükümeti kurarak yeniden iktidar olacaktır.

Bu sorunlar çözülmeden, Türkiye AKP’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın vesayetinden kurtulamaz.