Etiket arşivi: emperyalizm

Beşinci kol

featuredDr. Ceyhun Balcı


Beşinci kol – VeryansınTV (veryansintv.com)

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Başka şekilde elde edilemeyen, etki altına alınamayan kitleyi (milleti) propaganda, casusluk, sabotaj ya da terör yoluyla istenen biçime sokmak olarak tanımlanmış kaynaklarda Beşinci Kol etkinliği. İspanya İç Savaşı sırasında Madrid’e 4 kol halinde ilerleyen faşistlere Madrid içinden destek olanlara beşinci kol göndermesine rastlanıyor pek çok kaynakta. Yine, klasik düzende 4 kol olarak yürüyen orduya destek amaçlı olarak düşman ülkede yürütülen casusluk etkinlikleri beşinci kol olarak adlandırılmıştır.

Beşinci Kol etkinliklerinin emperyalizmin günümüzdeki en etkin silahlarından birisi olduğu kuşkusuzdur. Silah zoruyla ve saldırganlıkla hedefe erişmenin her zaman ve her ortamda başarı şansı olmadığı düşünüldüğünde Beşinci Kol etkinliğinin küresel ölçekteki önemini ve yaygınlığını anlamak kolaylaşacaktır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konsey (TTB MK) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın geçtiğimiz günlerde etnik bölücülüğün sözcülüğünü yapan bir medya ortamında Türk Ordusu’nu kimyasal silah kullanmakla suçlaması doğal olarak gündemde önemli yer tuttu.

Başta hekim kitlesi olmak üzere toplumun her kesiminden öfkeli tepkiler yükseldi bu sorumsuz ve bir o kadar aymazlık ürünü açıklamaya. Doğrusu bu açıklamanın benzerlerine pek çok kez tanıklık etmiş bir hekim olarak son çıkışa da şaşırmadım.

BİR TANIKLIK

Yıl 2014. Yer Ankara! Daha birkaç ay önce TTB Genel Kurulu yapılmıştı. Kasım ayı başında bu kez olağanüstü genel kurul için aralarında benim de bulunduğum İzmir Tabip Odası TTB Büyük Kongre delegeleri Ankara’ya çağırıldı. Gündem mi? Üye ödentilerinin gözden geçirilmesi, düzenlenmesi ve güncellenmesi. Soğuk kasım gününde Ankara’da toplanan olağanüstü genel kurulun gerçek gündemi çok geçmeden anlaşıldı.

  • Rojava Devrimi”ni selamlamak için genel kuruldan bir heyet oluşturulması.

İnanması güç ama neredeyse gün boyu süren tartışmalar bu bağlamdaydı.

TTB ARKA BAHÇE Mİ?

Türkiye’de toplumcu hekimliğin öncüsü Nusret Fişek hocanın TTB yönetiminden ayrılması sonrasındaki 30 yıl boyunca TTB etnik ayrılıkçılığın arka bahçesine dönüştürüldü. Bu nedenle, az önce paylaştığım yaşanmışlık kesinlikle şaşırtıcı sayılmazdı bu süreci yakından izleyenler için.

  • Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışına dönecek olursak

Dayanaksızlığı ve gerçekdışılığı bir yana, yasayla kurulmuş bir meslek kuruluşunun başındaki kişinin ayrılıkçı teröre kol kanat geren bir televizyon kanalında ne işi vardı diye sormakla başlayabiliriz işe.

Türk Ordusunun envanterinde bulunmadığı pek çok kez dile getirilen kimyasal silahlarla ilgili bir savın bölücülüğün sözcülüğüne eşdeğer bir ortamda dile getirilmesi kabul edilebilir gibi değildir. Burada amaçlananın bir kuşkunun dile getirilmesinden çok emperyal destekli ayrılıkçılığa kamuoyu desteği sağlanması olduğu açıktır.

Her şeyi bir yana bırakıp sormak gerekir!

Bugün ülkemizin güneydoğusunda yoğunlukla kendisini gösteren, sınır ötesinde yuvalanma ve barınma olanağı bulan ayrılıkçı terör kimlerce özendirilmektedir ve desteklenmektedir? Terör örgütüne sözde bağlaşığımız ABD’nin TIR’lar dolusu silah gönderdiği ve ayrılıkçılığı saklamaya gerek duymaksızın silahla donattığı ve bu donatımı sürdürdüğü nasıl olur da göz ardı edilebilir?

Avrupa’nın pek çok ülkesinin yanı sıra Atlantik’in karşı kıyısındaki başemperyalist ABD’nin ayrılıkçı teröre verdiği destek kuşkuya yer vermeyecek denli ortadadır.

  • Ayrılıkçı terör dünyanın başka pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de emperyalist kurgunun gereği olarak varlığını sürdürmektedir.

Bu gerçekten hareketle ayrılıkçı teröre yakınlık duyan, bununla da yetinmeyip destek olan, kol kanat geren herkes, konumu ne olursa olsun emperyalizmin piyonu olmayı içine sindirmiş olmaktadır. Bu duruma destek olanların kendilerini siyasi yelpazenin neresinde gördüklerinden çok, kimin yararına duruş içinde olduklarına bakmak çok daha doğru olacaktır.

KOÇBAŞINA DÖNÜŞTÜRÜLEN TTB

Şebnem Korur Fincancı’nın duruşunda vurgulanması gereken bir diğer önemli nokta, sorunları dağları aşmış bir meslek grubunun kamu kurumu niteliğindeki kuruluşunun başındaki kişi olarak asal görevini bir yana bırakarak üzerine görev olmayan konulara odaklanmış olmasıdır. Şebnem Korur Fincancı için TTB öncelikli değil ikincil bir olgudur dersek yanılmış olmayız. Kendi görüşlerini ve düşüncelerini yayarken, terör odaklarına yakınlık duymakta sakınca görmezken, TTB’nin gücünden yararlanmaktadır. Başka deyişle kendisi TTB’ye güç katacak yerde, başında bulunduğu kurumun gücünü başka amaçla koçbaşı olarak kullanmaktadır.

Türkiye’deki 170.000’i aşkın (AS: 200 binin biraz üstünde) hekimin yasayla kurulmuş meslek kuruluşu olan TTB, yönetilecek olmaktan çok sıçrama tahtası işlevi gören ikincil bir oluşuma dönüştürülmüştür. Şebnem Korur Fincancı bu çıkışıyla bir yandan sorunlarına çözüm getirmekle yükümlü olduğu hekim topluluğuna zarar verirken diğer yandan da ayaklarını bastığı ülkeye ihanete eşdeğer kötülük yapmış olmaktadır.

RASTLANTI MI?

Bu arada, barolarda da seçim eğik düzlemine girildiği bugünlerde İzmir Barosu seçimli genel kurulundan (22.10.2022) gelen bir haber de bu yazının konusuyla ilintisi nedeniyle ilgi çekiciydi. Genç bir avukat hanımefendi ayrılıkçı ve etnikçi söylemlerini kürsüden dile getirme sınır tanımazlığı sergiledi. TTB ortamında bu ve benzeri söylemler pek çoğumuzu şaşırtmazken, İzmir Barosu ortamında etnikçi-ayrılıkçı çıkış tarihte bir ilk olarak kayıtlara geçmiş olmaktaydı.

Önce TTB sonra Baro! Rastlantı mı diye sormakla yetiniyorum. Kısa zaman aralığında yaşanan ardışık iki olay doğal olarak beşinci kol etkinliğini çağrıştırdı. Yazının başındaki Beşinci Kol girişi bu çağrışımın ürünüydü.

İĞNEYİ KENDİMİZE…

6023 sayılı yasayla 1953’te kurulan Tabip Odalarına üyelik, 12 Eylül döneminde yapılan bir düzenlemeyle zorunlu olmaktan çıkartılmıştır. Üye olma zorunluluğu özel hekimlik alanında çalışan hekimlerle sınırlandırılmıştır. Her şeye karşın hekimlerin önemli niceliğinin kamuda çalıştığı gerçeği önümüzde durduğuna göre, Tabip Odalarının önemli bir üye kaynağından yoksun bırakıldığı açıktır. Şebnem Korur Fincancı ve çizgisinin TTB ortamına egemen olma fırsatı bulması, Tabip Odalarına üye olan hekimlerin seçimlere ilgisizliğinden kaynaklanmaktadır. Tüm hekimlerin değil üyelerin % 15-20’sinin seçtiği Tabip Odası ve TTB yöneticilerinin “beşinci kol etkinliği” içinde yer alıyor izlenimi vermelerine şaşırılabilir mi?

Şebnem Korur Fincancı’nın çıkışı sonrasında TTB’yi kapatalım sesleri yükselebilir kimi odaklardan. Nasıl ki yargıdan kaynaklı sorunları adliyeleri kapatarak çözmeyi aklımıza getirmiyorsak, TTB’de yaşanan sorunları da TTB’yi kapatarak çözmek akılcı olmayacağı gibi, tutarlı bir yaklaşım da olmayacaktır. Yakın geçmişte benzer durumlar karşısında ülkemizi yönetenlerin sergilediği tutum ve uygulamalar anımsandığında “TTB’yi kapatma” olasılığının hiç de düşük olmadığını saptamak zorunda olmanın yarattığı kaygının da ayrıca acı verici olduğu kuşkusuzdur. (AS: Kanımızca kayyım atanır..)

Hekimlerin ezici çoğunluğunun benimsemediği, görüş birliği içinde olmadığı TTB yöneticilerinin bulundukları yerden uzaklaştırılmaları ve o yöneticilerin önderliğinde kuruma egemen olan çizgi kaynaklı kısır döngüye son verilmesi fırsatı pek çok kez yakalanmış olsa da, ilgisizlik ve katılımsızlık bu fırsatın tepilmesi sonucunu doğurmuştur.

Emperyal sözcülüğüne heveslenen,
beşinci kol etkinliğine özdeş davranışlar içinde olmakta sakınca görmeyen
TTB MK Başkanı Şebnem Korur Fincancı
hiç kuşkusuz birincil sorumludur, baş kusurludur.

Ancak, ilgisiz ve katılımsız biz hekimlerin bu olumsuzluktaki sorumluluğu da görmezden gelinemez. Bugün bir kez daha su yüzüne çıkan bu olumsuzluk geçmişte de pek çok kez gündeme gelmişti. Yaşananlardan ders alınıp da keşke bu olumsuzluğa hekimlerin kendi kurumlarına sahip çıkan oylarıyla son verilseydi demekten alamıyorum kendimi.

  • Her şeye karşın Şebnem Korur Fincancı’nın istifa ederek hekimler başta olmak üzere kamuoyunun beklentilerini karşılamak gibi bir seçeneği olduğunu anımsatarak…

FIRSAT BU FIRSAT

Kestirilebileceği gibi Şebnem Korur Fincancı istifa istemlerini kulak arkası etti. Hatta, hızını alamamış olmalı ki soluğu Almanya’da aldı. Bir yanında etnikçilerle diğer yanında FETÖ’cülerle Türkiye’deki insan haklarını konuştu. Türkiye karşıtlığını sürdürdü demekle yetinelim.

Bu arada, Fincancı’nın içinde olduğu etnikçilikle iktidarın bitip tükenmez ümmetçilik anlayışının ortak paydada buluştuğu izlenimi yaratan gelişmeler de yaşanıyor.

Cumhurbaşkanı “o kişinin başında bulunduğu…” sözleriyle başlayan değerlendirmesinde Türk Tabipleri Birliği’ni niteleyen “Türk”ü silme ya da Baroda yeltenildiği gibi hekimlikte de çoklu meslek kuruluşu oluşturma doğrultusunda işaret vermiş oldu. Çayın taşıyla çayın kuşunu vurmaya eşdeğer bir girişim.

Fincancı ve ekibini sevindireceği kuşkusuz.
==================================

Dostlar,

Dr. Ş.K. Fincancı hakkında bu sitede epey yazı yayınladık. 2020 Haziran’ında TTB seçimli genel kurula giderken, hemen ardından… bu kişinin TTB Merkez Konseyi’ne (TTB MK) aday gösterilmemesi hele Başkan olarak kesinlikle seçilmemesi için düşüncelerimizi gerekçeli ve belgeli olarak açıkladık. Ardından Dr. Fincan’cıyı istifaya çağırdık. Olmadı… 2 yıl sonra 2022 Haziran’ında oyları azalarak gene TTB MK içinde yer aldı ve adeta inatlaşırcasına “gene” TTB MK Başkanı seçildi 11 kişi içinde.

Bu gün tutuklama kararı verilene dek suskun kaldık.

Tutuksuz yargılamanın daha doğru ve adil olduğu kanısındayız, bu kesin.

Tutuklama kararının ardından bizim de düşüncelerimizi açıklama hak ve yükümümüz var. 1977’de hekim olduğumuz yıldan bu yana 45+ yıldır TTB üyesiyiz ve meslek örgütümüze çok emeğimiz oldu. O’ndan da çok şey öğrendik.

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı bizi de çok iyi dile getirmiş. Onbinlerce hekimin benzer düşündüğünden hiç kuşku duymuyoruz. Kamuoyu Dr. Fincancı’yı çok az tanıyor. Hekimlerin de epeycesi öyle. Dolayısıyla cansiperane savunma temelsiz.. Uğur Mumcu‘nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu ile açın konuşun.. Yazdıklarını okuyun. Uğur Mumcu davasında Fincancı’nın neler yaptığını.. (https://youtu.be/l4Rb0wxy9qg?t=1536, 31 Oca 2022 ‘Şebnem Korur Fincancı Uğur Mumcu’nun Katillerinin Salınmasını Sağladı!’ Ceyhan Mumcu | Saygı Öztürk, Sisler Bulvarı, KRT)

Av. Ceyhan Mumcu’ya göre; adeta yurt dışından uzanan eller Fincancı’yı devreye soktu ve Uğur Mumcu cinayeti nedeniyle yakalanan şüphelilerin İŞKENCE ALTINDA ifade verdikleri tezi o gece yarısı üretildi. Fincancı, ısmarlama ve uzaktan rapor yazdı bu şüphelilere. Bu açıkça suç. İnsanları görmeden, muayene edip bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli rapor düzenlemek ağır suç,

  • Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur hiç kuşku duymuyoruz...

Bu gün what’s up üzerinden bir ileti dağıtıldı, çok okundu. Buraya aktaralım :
***
ONUN İŞİ SAHTE RAPOR, SAHTE BEYAN…

Şebnem Korur Fincancı… Okul yıllarından beri arkadaşım. Daha doğrusu eski arkadaşım.

  • Kişileri görmeden rapor yazmayı,
    misyonu gereği sürekli yalan beyanda bulunmayı alışkanlık haline getirmiş
    .
  • Aslında işini yapıyor, görevi bu.
  • Kişileri görmeden, muayene etmeden kimyasal silah saldırısı suçlamasında bulunuyor.
  • Daha önce Uğur Mumcu ve katledilen öteki aydınların davasında yine sanıkları görmeden işkence raporu vermiş, suçluların itirafçı olmasını engellemişti.

Ceyhan Mumcu açık açık anlatıyor.

Bunlar biliniyor ama birçokları ABD’den, AB’den esen güçlü rüzgardan ötürü Fincancı’yı kahraman gösteriyor.

Ergenekon davasına da hiç ilgisi olmadığı halde şikayetçi, müdahil olarak katılmıştı. Sanıkların kendisini tehdit ettiği yönünde uydurma beyanlarda bulunmuş, muhbirlik yapmıştı.

Tüm bunlar vatandaşlık suçu, insanlık suçu!

Ama TTB başkanı olarak en çok üstünde durulması gereken şey Deontolojik suç.

  • Sen nasıl muayene etmediğin kişiler hakkında rapor verir,
    tıbbi beyanda bulunursun!

Bu suç için insanlar kime şikayet etsin? Tabipler Birliği’ne mi?

Dr. Kaan Arslanoğlu
=========================

Dr. Kaan Arslanoğlu bir Psikiyatri uzmanı, yazar. Gün içinde bu iletisi ile ilgili bir yalanlama da olmadı bu saate dek.

Öte yandan, bu gün biri 3 öbürü 2 yıldızlı güvendiğimiz, saygın – yurtsever 2 yüksek rütbeli subayla (general, amiral) iletişim kurduk. TSK’da kimyasal silah bulunmadığını, dolayısıyla kullanılmasının da söz konusu olamayacağını, çok net ve kesin bir dille bize belirttiler. MSB de geçtiğimiz günlerde bu yönde açıklama yaptı.

Dolayısıyla, Dr. Fincancı’nın öteden beri süregelen söz ve eylemleri ortadadır. Bu kişi, sayıları 200 bini aşan Türk Hekimlerini temsil saygınlığını gösterememiştir. İdeal olanı hiç olmazsa 2. kez Başkanlığa aday olmaması ya da bu son olay patlak verdiğinde, TTB’ye ve onbinlerce hekime zarar vermemek için hemen istifa idi. Dr. Fincancı bunu yapmadı, TTB Başkanlığı zırhını, artık nereye dek ve ne ölçüde olacaksa, koruyucu olarak kullanma yolunu seçti.

Dilek ve önerilerimiz :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.

TTB MK 1. yedeği çağırarak yeniden Başkan seçmeli ve olağanüstü seçimli genel kurul kararı almalıdır.

Örgütün adından “Türk” sözcüğü kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hemen hemen tüm dünyada bu yol gelenektir :
British Medical Association
American Medical Association
Italian Medical Association
Japan Medical Association
French Medical Association
……
Pireye kızıp yorgan yakmanın anlamı yoktur. TTB, TMMOB…. Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları olup, Anayasanın 135. maddesi güvencesine sahiptir.

Sonuç olarak                                               :

  • Dr. Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmelidir.
  • Dr. Ş.K. Fincancı tutuksuz ve adil yargılanmalıdır.
  • İktidar bu olayı gerekçe yapıp Anayasanın 135. maddesine ve demokrasiye aykırı
    yeni yasal düzenlemelere ve kayyım atamasına gitmemelidir.
  • Buna karşılık şimdiki TTB MK, kamuoyundan özür dileyerek hemen seçimli olağanüstü genel kurul kararı almalıdır

Sevgi ve saygı ile. 27 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

 

PARALEL YAPILANMA VE NASS

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı

Paralel yapılanma ya da son yıllarda konuşulan adıyla PDY (Paralel Devlet Yapılanması) bin yılı aşkın süredir bir olgu olarak devletlerin içinde olagelmiştir. Ancak çokça da dillendirilmemiştir. PDY Suriye’de üslenen terör örgütü PYD ile karıştırılsa da özellikle 15 Temmuz 2016’da yaşanan Amerikancı, FETÖ’cü darbe girişimi sonrası daha çok dilimize girmiştir.

Ortaçağ Avrupa’sında kiliseler üzerinden örgütlenen Tapınak Şövalyelerinin etkinliğinin günümüze dek geldiği söyleniyor. Ancak tarihte bilinen en dehşet verici paralel örgütlenmenin Hasan Sabbah tarafından kurulan ve Alamut Fedaileri olarak da bilinen Haşhaşiler (gerçekte bu örgütün Suriye koluna bu ad verilmiştir) olduğu bir gerçektir. Örgüt o denli dehşet saçmıştır ki, bugün terörizm adı “assassins” (katiller) de Haşhaşiler kökünden gelmedir.

Devletler içinde paralel yapılanma düşünce halinde her zaman vardır. Düşünce örgütsel olarak ete kemiğe bürünüp beklemeye geçer. Ancak devlet düzeninin zaafa uğrayıp güçsüzleştiği dönemlerde ortaya çıkıp kendini gösterir. Bilinenin tersine paralel yapılar salt silahlı, insan öldüren terör örgütleri olarak karşımıza çıkmıyor. Ekonomik yapılar, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, beyaz kadın ticareti, organ nakli ticareti, dinsel yapılar vb… İster terör, ister öbür alanlardaki paralel yapılanmaların tutunabilmesi, arkasında güçlü bir dış bağlantı gerektiriyor ki günümüzde bu bağlantıya emperyalizm adını veriyoruz. Terör biçiminde ortaya çıkan paralel yapılanmaların mutlaka çok etkin bir ekonomik bağlantısı vardır. Ancak paralel yapılanmalar içinde en tehlikeli ve yıkıcı olanı, hiç dikkat çekmeyen, devlet içinde saygın konumda olan, akçalı (mali) gücü ile herkesi susturan ya da satın alabilen ekonomik paralel yapılardır. Osmanlı devleti de işte böyle yıkılıp gitmiştir.

Osmanlı devleti içinde de farklı paralel yapılar hep olmuş, devlet güçsüzleştikçe bu yapıların örgüt ağı genişlemiş, devlet adamlarına, vezirlere, sadrazamlara hatta saraya dek uzanmıştır. Galata bankerleri, Cenevizliler, Venedikliler, Yahudi tefeciler, giderek genişlemiş, bozulan ekonomi ile birlikte yozlaşan Yeniçeri ocağını vurucu güç olarak kullanabilmişler, sonunda Osmanlı devleti İngiliz, Fransız, Alman, Rus çıkarları ve onların devlet içine yerleştirdikleri paralel yapıların elinde çökmüştür.

Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı yalnızca silahlı işgalcilere karşı değil; bu paralel yapıların oluşturduğu iç isyancılara, Saray destekli Kuvay-ı İnzibatiye birliklerine karşı da mücadele ile zafer kazanmıştır. Sonuçta Cumhuriyet kurulmuş ancak paralel yapılar devlet içinde varlığını koruma mücadelesini sürdürmüşlerdir. Bu da ortada yıkılan çürümüş bir düzen ve kendi düzenini oturtmaya çalışan çağdaş bir devlet arasındaki doğal bir mücadeledir.

Cumhuriyetin kurulduğu andaki yapıya ilişkin kimi örnekler vermek gerekirse:

Bir yanda Cumhurbaşkanı ve TBMM, öbür yanda Padişah unvanı elinden alınmış, Halife sanını taşıyan Osmanlı Sultanı, bir yanda yeni yasalar, buna uygun kurulan mahkemeler, yargıçlar, öte yanda şeriat hükümleri ve kadılar, modern eğitim yapan sayıca az okullar yanında medreseler, tekkeler, çağdaş sağlık sistemini kurmaya çalışan hekimler yanında üfürükçüler, devletin temsilcileri valiler, kaymakamlar, belediye başkanları karşısında ağalar, şeyhler, tarikat şefleri…

Devrimci Cumhuriyet bu zorlukların üstesinden geldikçe bu yapılar örgütsel olarak çözüldü. Kimisi çökertildi, kimileri kabuğuna çekilerek ortaya yeniden çıkmak için uygun zamanı kolladı. En az örgütlü olanı bile düşünsel düzlemde çekirdek olarak kaldı. Kozasının içinde kelebek olup kozadan çıkacağı günlerin umuduyla bekledi. 1950’de (14 Mayıs) Demokrat Parti iktidarı bu yapılar için bir işaret fişeğiydi. Pilavoğlu’nun Ticani tarikatı, evlerden yaygınlaşarak gelişen Nur ayinleri, hızla çoğaltılan İmam Hatip Okulları, dağ başlarında gözden ırak kurulan yatılı Kuran kursları hep paralel yapıların ete kemiğe bürünmüş biçimleriydi. Bir işgal durumuna karşı oluşturulan direnme örgütleri olan Sivil Savunma Teşkilatlarının NATO bünyesine girmemiz sonrasında Gladyo üslerine dönüşmesi, Komünizmle Mücadele Dernekleri aracılığıyla bugün bilinen adıyla FETÖ örgütünün temelinin atılması hep paralel yapıların ete kemiğe bürünerek örgütlenmesi sonucundadır. Bu yapılar öylesine güçlenmiştir ki; günün birinde artık devlet içinde belirli noktaları tutmakla yetinmemişler, iktidarın bütününü istemişler ve 15 Temmuz 2016’da darbe –ABD destekli– girişiminde bulunmuşlardır.

Paralel yapıların özellikle dış destekli olarak devlet içinde örgütlenmesi, bu yapıların kendi hedeflerine uygundur. Ancak bu yapıların, devleti yönetme iddiasındakilerce kendi elleriyle devletin içine yerleştirilmesi, örgütlenmelerinin önünün açılması bir yana; her türlü desteğin verilmesi devletin intiharı anlamındadır. Zamanın başbakanının “Ne istediniz de vermedik?” sözü bu durumun acı itirafıdır. 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanan AKP, bir tarikatlar koalisyonu halindeydi. Mecliste çoğunluğu almışlardı (%34 oyla %65 çoğunluk!) ancak devlet yönetme deneyimleri ve kadroları yoktu. İmam Hatip Okulu ve İlahiyat Fakültesi mezunu olanları doğal kadroları olarak görüyorlardı. Ancak bunların içinde bile Haşhaşiler gibi örgütlenmiş ayrı bir yapı vardı. FETÖ, AKP’ye işte bu hazır kadroları verdi ve devlete ortak oldu. 28 Şubat (1997) döneminde yapılan MGK toplantılarında bir askeri birlikte kendi komutanından değil, çok daha alt rütbede hatta sivil biri olan cemaat imamından buyruk (emir) alan subay örnekleri veriliyor ancak bunlar dikkate alınmıyordu. Çıplak gerçek darbe girişimi sırasında darbenin merkez üssü Mürted Hava Üssünde Adil Öksüz adlı kişinin yüksek rütbeli subaylara buyruk verdiği görüntülerde ortaya çıktı.

Paralel yapılardan biri görece çökertilmiş olsa bile, benzeri örgütlenmeler varlığını sürdürüyor. İşin en kötü yanı, paralel yapılanmaları ortaya çıkaracak ortam ve bunları hoş karşılayan yöneticilerin aymazlığı. Yukarıda söylediğimiz gibi en kötü durum da, devleti yönetme iddiasındakilerin bizzat paralel yapıların önünü açmasıdır ki bir kez daha yineleyelim; bu DEVLETİN İNTİHARIDIR…

Şimdilerde yaşadığımız ekonomik bunalım, bir ölçüde emperyalist merkezlerin ülkemizde kurduğu Dolar saltanatının ama gerçekte iktidarın hatalı politikalarının bir sonucudur. Bu da uluslararası sermaye güçlerinin devlet içine yerleştirdiği paralel unsurlarla sağlanmaktadır. Kuru kuruya “dış güçler” edebiyatı ile ekonomik bağımsızlık mücadelesi yürütülemez. Hele hele bu yapılarla mücadele adı altında devlet içinde on yıllardır örgütlenmiş geriye dönüş özlemcilerinin temsilcisi paralel yapıların önünü açmakla bu mücadele hiç yürütülemez. Devletin en tepesinde bulunanların “Nass” sözleriyle Anayasanın 2 nci, 24 üncü ve 174 üncü maddelerini açıkça çiğneyerek konuşmaları yalnızca konuşma ile kalmamış bu düşünceye bağlı bir paralel örgütlenmenin devlet içinde varlığını da ortaya çıkarmıştır. Bu durum, devlet içinde bir paralel ekonomik yapıyı sahneye sürmektir ki açıkça suç oluşturmaktadır. Yıllardır halkımızın kutsal duygularını sömürmek için söylenen “faiziz bankacılık” palavralarına aslında bu iktidarın kendi yandaşları da inanmamaktadır. Bankalardaki mevduatların %65’i döviz mevduatı olup bu mevduatların en yoğun olduğu yerler, iktidar partisinin en çok oy aldığı illerdir. Son kararlarla siyasal iktidar “Nass” önlemlerinin de yetersiz olduğunu görmüş, ABD Dolarını Türk Lirasına kefil göstermiştir.

Yeniden ekonomik düzlemdeki paralel yapılanmaya dönersek; Türk lirasını güçlendirmek için mevduatlarda Türk Lirasına dönenlere bir devlet bankasınca verilen “icazet” belgesinin Arap harfleriyle, dualarla başlıyor olması, bu belgenin altında imzası bulunan Z. Katılım Bankası Danışma Komitesi üyelerinin eğitimleri ve görevleri, paralel yapıların şimdi nerelere uzandığını gösteriyor.

Bir kez daha vurgulayalım:

  • Paralel yapıların en tehlikelisi ve ekonomik olanlardır, hedefleri DEVLET YIKMAKTIR.

 

Kemalistler Ne Yapmalı?

Mustafa Hüsnü Bozkurt kimdir? - Yeni Akit

Dr. MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT
25-26. DÖNEM KONYA MİLLETVEKİLİ

Cumhuriyet, 11 Mayıs 2021

Emperyalizm, 18. yüzyılda Sanayi Devrimiyle başlayan, başta İngiltere olmak üzere kapitalist ülkelerin, ticaret yollarını denetim altına almak, yeni hammadde kaynaklarına ulaşmak, yeni pazarlar edinmek amacıyla mazlum ülkeleri ve ulusları siyasal, ekonomik, kültürel açıdan sömürmelerine verilen isimdir. Faşizm ise emperyalizmin, kapitalizmin, yerli işbirlikçileri de kullanarak uyguladığı kıyıcı diktatörlüktür.

Ülkemizde faşizmin yolunu açan, öncelikle 1950’de başlayan karşıdevrim sürecidir, devamında taşlarını döşeyen 12 Mart 1971 Muhtırası’dır, iktidar olma koşullarını oluşturan da 12 Eylül 1980 Darbesi’dir. 12 Eylül sonrasında dinci hareketler ve faşist eklentileri, darbeci cunta yönetimiyle, arkasındaki emperyalist gücün teşvik ve korumasında örgütlenmiş, güçlenmiştir. 1980’lere dek ancak %3-7 arasında oyu olan dinci hareket, 1994 yerel seçimlerinde %20’ye ulaşmıştır. 2001’de gömlek değiştirmiş, 2002’de ise yeni adıyla ve ABD’nin de desteğiyle, % 34 oyla tek başına iktidara gelmiştir. Sonrasını biliyoruz.

GENETİK KODLAR DEĞİŞTİRİLDİ

İktidarı ele geçiren ve özünde bir tarikatlar koalisyonu olan dinci hareket, liderini cumhurbaşkanı seçtirdikten sonra, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında, rejim değişikliğini ana gündem maddesi yapmıştır. Tesadüfe bakın ki, CIA ajanı Paul Henze de, 2006’da, ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporunda “Türkiye’nin ABD çıkarlarına uygun davranmasını istiyorsak başkanlık sistemine geçmesini sağlamalıyız” diyordu. Keza başkanlık sistemini savunurken Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2 Ocak 2016’da şu örneği veriyordu: “Üniter devlette başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Şu an zaten dünyada bunun örneği var, geçmişten bu yana da var. Yani Hitler Almanyası’na baktığınızda orada da bunu görürsünüz.”

FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından, OHAL koşullarında yapılan 16 Nisan 2017 referandumuyla, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiştir. Fiilen tek adam düzeninde, rejimimizin, siyaset kurumumuzun, devlet aygıtımızın genetik kodları değiştirilmiştir. TBMM işlevsizleşmiştir. Siyaset, mezhep-etnik köken çıkmazında tıkanmıştır. Siyasal partiler etkisizleşmiştir. Millet hiç olmadığı kadar bölünmüş, kutuplaşmıştır. Laiklik ilkesi ve güçler ayrılığı yok edilmiştir. Devlet, hukuk devleti olma niteliğini yitirmiştir. Bürokraside liyakat, nepotizm çukurunda helak olmuştur. Yolsuzluklar ayyuka çıkmış, yoksulluk kemiğe dayanmış, yasaklar tavan yapmıştır. (AS: AKP, 3 Kasım 2002 seçimi öncesi bu 3 Y le savaşma propagandası yapmıştı..)

EMPERYALİZMDEN BAĞIMSIZ FAŞİZM OLMAZ

Faşizm demokrasiyi, hukuku, seçimleri salt bir iktidar aracı olarak görür. Çünkü haksız, hukuksuz, ahlaksız bir sermaye diktatörlüğüdür. Emperyalizmin olmazsa olmazıdır. Acımasız bir baskı rejimidir. O nedenle faşizme karşı mücadele, öncelikle emperyalizme ve küresel kapitalizme karşı ödünsüz ve kararlı bir duruşla mümkündür. Emperyalizme, kapitalizme, serbest piyasa ekonomisi denilen neo-liberal sömürü düzenine karşı çıkmadan, faşizmle mücadeleden söz etmek laf ebeliğidir.

Bir ülkede faşizmin iktidarı ele geçirmesini, sıradan bir siyasal iktidar değişimi olarak görmek vahim (AS: ürkünç) bir yanılgıdır. Bu yanılgı muhalefeti, küresel emperyalizme karşı mücadele etmeyen, antikapitalist duruştan yoksun, emek-sermaye çelişkisinden ve sınıfsal gerçeklerden kopuk kılar. Yalnızca mevcut iktidar karşıtlığına sıkıştırır. Sonuç alması olanaksız bir sözde demokrasi mücadelesine sürükler. Bugün ülkemizde, iktidara karşı olduğunu söyleyen ama emperyalizme karşı olduğunu söyleyemeyen, kapitalist sömürü düzenine karşı çıkmayan sözde bir muhalefet anlayışı oldukça yaygındır. Tıpkı Atatürkçü olduğunu söyleyip Kemalizm’i reddetme dalaleti (AS: sapkınlığı) gibi.!!..

  • Oysa ülkemizde emperyalizmi, faşizmi yenmenin tek yolu Atatürkçü, Kemalist olmaktan geçer.

Ahmet Taner Kışlalı’nın dediği gibi

  • “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”

Türkiye için olduğu kadar, bölgemiz ve tüm mazlum milletler için de tek gerçekçi çözüm yoludur.

NE YAPMALI?

Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels şöyle demiştir:

  • “Eğer hasmımız, ne kadar zayıf olduğumuzu bilebilse bizi herhalde un ufak ederdi.”

Dünyanın her yerinde despotik iktidarlar, ancak güçlü demokratik halk hareketlerinin mücadelesiyle işbaşından uzaklaştırılabilir. Faşist iktidarlar, hiçbir zaman sanıldıkları kadar güçlü, söyledikleri kadar cesur, göründükleri kadar muktedir olmamıştır. Milletler bu despotlara her zaman direnmiş, sonunda da mutlaka yenmiştir.

Demokratik haklarını kullanarak birleşecek, Kemalizmi yol haritası olarak belirleyecek, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir yapı, milletin azim ve kararını harekete geçirerek iktidar olacaktır. Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye’nin, hukuk devletinin, üretim ekonomisinin, hakça bölüşmenin, bilgi toplumunun, laik ve bilimsel eğitimin yaşamaa geçmesi, Cumhuriyetçi, Atatürkçü, Kemalist kadroların güçbirliğiyle mümkündür.

Putin açıkladı: “Her yeri vurabiliriz”

Putin açıkladı: “Her yeri vurabiliriz

Rusya Savunma Bakanlığı, sesten hızlı (hipersonik), nükleer başlık taşıyabilme kapasitesine sahip yeni füzelerini ilk kez konuşlandırıldığını duyurdu. Devlet Başkanı Putin, bu füzelerle dünyada her noktayı vurabileceklerini öne sürdü.

Sozcu.com.tr
(AS: Bizim kapsamlı irdelememiz yazının altındadır..)

Son dakika… Putin açıkladı: Her yeri vurabilirizAvangard adlı sistemde yer alan süzülüş aracı, üzerine oturtulduğu kıtalararası balistik füzenin hızını ses hızının 27 katına kadar çıkartabiliyor. Devlet Başkanı Vladimir Putin, geliştirilen yeni tip silahın çağın ötesinde olduğunu belirterek, bu gelişmenin Sovyetler Birliği’nin 1957 yılında uzaya ilk uyduyu göndermesine eş olduğunu kaydetti.

  • Rusya’nın yeni kuşak nükleer silahlarının dünya üzerinde neredeyse her noktayı vurabileceğini söyleyen Putin,
  • ABD menşeli herhangi bir füze kalkanının da buna engel olamayacağını ifade etti.
Avangard sisteminin var olan ve geliştirilecek tüm füze savunma sistemlerini delip geçebilecek düzeyde olduğunu söyleyen Putin sözlerini şöyle sürdürdü:
  • “Bugün yeni ve yakın tarihimizde eşi benzeri olmayan bir duruma sahibiz.
  • Diğer ülkeler bizi yakalamaya çalışıyor.
  • Tek bir ülke bile, kıtasal menzile sahip sesten hızlı silahlar bir yana dursun,
    sesten hızlı silahlara dahi sahip değil.”
    ==============================
    Dostlar,

    SİLAHLANMA YARIŞI UYGAR İNSANLIĞA YAKIŞMIYOR..

    Yeniden “dehşet dengesi” mi kuruluyor Dünyada?
    2. Büyük Paylaşım Savaşının ardından ABD ve SSCB öncülüğünde kurulan NATO ve Warşova Paktları, dünyada neredeyse 45 yıl süren bir “nükleer caydırıcılık”  (Nuclear Deterrence) temelli derin bir kutuplaşmaya sürüklemişti.
    Devlet Başkanı Mihail Gorbaçev’in istifasıyla SSCB’nin dağılmasından sonra (25 Aralık 1991) ABD hegemonisinde tek kutuplu dünya kurulmuş oldu.
    V. Putin, Başbakan ve Devlet Başkanı olarak 17+ yıldır Rusya’yı eski gücüne eriştirmeye çabalıyor. 2018’de 2. kez seçildiği Başkanlık görevi 2024’e dek sürecek.
    Pek çok bakından çok da başarılı oldu. Rusya yükselme dönemi yaşıyor adeta. 2019’da 1,5 Tr $’ı aşan ulusal geliri ile dünyada 12. sıradadır.

  • Ancak bu son silah teknolojisi açıklaması ürkütücüdür!

    Nükleer silahsızlanma çabaları özlenen başarıya ne yazık ki ulaşmıştır ve Küremiz, kazananı olmayacak bir nükleer son tehlikesiyle yüz yüzedir. Nükler Kulüp üyesi ülkelerin sayısı 10’u bulmuştur. İsrail nükleer güç sahibidir. Pakistan öyledir, İran ve Hindistan adaydır. K. Kore başlıbaşına bir risk odağıdır. Nükleer arsenalin (cephaneliğin) %90’ı ABD elindedir ve 29 NATO üyesi ülke üzerinden Türkiye ve Almanya, Hollanda dahil nükleer silahlar konuşlandırılmıştır.

    2019’da 1,7 trilyon $ silahlanma gideri söz konusudur 88 trilyon toplam küresel gelir içinde (%2). ABD’nin 2020 savunma bütçesi 800 milyar Dolara çok yakın olup, tüm dünyadaki silahlanma giderlerinin yarısını tek başına yapmaktadır. 20 Trilyon dolar düzeyinde 2020 ulusal gelirinin (Dünya toplamı 86,5 Tr. $) %4’ünü savunma gideri olarak ayıran bir ülkedir ABD..

    Tek kutuplu ABD düzeni son 10 yılda Çin ve Rusya’nın yükselişi başta olmak üzere, Almanya ve AB tarafından deyim yerinde ise silkelenmektedir.

    Öte yandan, 16 Ekim 2019’da FAO tarafından açıklanan verilerle, dünyada 820+ milyon aç insan vardır. Bu insanların açlıktan kurtulmaları için günlük 2 $ gibi “minik” bir kaynak yeterlidir. Dolayısıyla 2 milyar dolar bile tutmayan bu kaynak, dünyanın toplam silahlanma gideri olan 1,7 trilyon doların 850’de 1’idir! 2030’a ertelenen “SIFIR AÇLIK” hedefi kabul edilemez, öne çekilmelidir, gelecek yıl dünyada tek bir AÇ İNSAN KALMAMALIDIR!

    Bu durum çok ağır, çelişkili, kabul edilemez ve sürdürülemez bir trajedidir..
    Bütün insanlık bu insanlık dışı dayatma ve kuşatmaya isyan etmelidir.
    İnsanlığın emeği, tartışılmaz bir öncelikle onun gönenci (refahı) ve erinci (huzuru) için harcanmalıdır.


    Çocuk başına 10 $ harcama ile her yıl 3,7 milyon çocuk ölümü önlenebilir.
    Aynı harcama ile 65 milyon çocuk ağır beslenme yetersiliği ürünü bodurluktan korunabilir.
    265 milyon kadında anemi (kansızlık) görülmeyebilir..

    0-5 yaş çocuklar tüm dünyada 600 m dolayında olup, yukarıdaki 3 hedefe erişmek için gerekli kaynak 6 milyar $ dolayındadır ve 2019 toplam küresel silahlanma giderinin %3,5’idir.

    Dolayısıyla, akçalı (mali) olarak erişimi olanaklı (affordable) gerçekçi hedefler söz konusudur.

  • Savaş değil; SAĞLIK – BARIŞ – PAYLAŞMA – DAYANIŞMA – BİLİM – SANAT – EĞİTİM – ÖZGÜRLÜK – ADALET… son çözümlemede insan mutluluğu, insanın bilgeleşerek kendini bulması ve aşması ereği ile kullanılmalıdır insan emeğinin ürünleri.

Bu yönde değerlerin insanlara aile içinden başlanarak okulda, toplumda… aşılanması, özlenen geleceğin kurulmasında başlıca yatırım olacaktır.

Politik önderlere, uluslararası kurumlara, akademiye, basına.. büyük ve tarihsel önemde kritik görevler düşmektedir bu bağlamda..
***

  • “İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir.
  • Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır: İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.

    Bu, tekellerin ileri sürdükleri üzere ‘dünyadan kopma‘ ve ‘içe kapanma‘ değildir. Bu, emperyalizme karşı çıkma, sömürgeleşme sürecinden kopma ve dünyanın ¾’ünden daha büyük bir bölümünde yaşayan Güneyin İnsanları’na açılma demektir.”

    Yukarıdaki değerlendirme, Venezuela’nın Ankara Büyükelçiliği yapmış Prof. KALDONE G. NWEIHED‘indir. (KÜRESELLEŞME : İKİ YÜZE BİR MASKE, Çev. B.T. Gürel, Memleket Yayınları, ISBN: 978-9944-5435-1-4, 2006)

    Emperyalizm ve kapitalizm insanlığın 2 başdüşmanıdır ve bunlar yok edilmedikçe yeryüzünde insana rahat yoktur. Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün çok uyarıcı sözleridir :

    • Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı savaşımı MESLEK edinmiş insanlarız..

      Sevgi ve saygı ile. 28 Aralık 2019, Ankara

      Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
      Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
      Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
      www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Meslek Hastalıkları – Occupational Diseases

logo_AUTF

Sevgili AÜTF Dönem 5 Öğrencilerimiz ve asistanlarımız,
Emekçilerimiz, Site Okurlarımız…

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem V’te işlediğimiz
MESLEK HASTALIKLARI konulu dersin güncellenmiş yansılarını
(202 yansı, 7,5 MB) pdf olarak incelemek için lütfen tıklayınız. (27 Aralık 2019)

Bu yansıların ilk 104’ü sınav kapsamındadır
. Sonrakiler ek bilgi edinmek isteyenleredir.

Türkiye ve Dünya emekçilerini saygı ve şükranla selamlayarak!

Meslek_hastaliklari

Bu sunu, 13 Mayıs 2014’te Soma maden faciasında, iktidarın göz yumması ile sermayenin dizginsiz kâr hırsına göz göre göre kurban edilen 301 (üç yüz bir) masum emekçiye
ve ailelerine adanmaktadır…
 Karadon_faciasi_5._yil_17.5.15

ATA_Ergani'de_Kaza_Kader_Talih_Tesaduf_Arapcadir

Yüreğimiz Siirt – Şirvan – Maden köyü bakır madeni göçüğü kurbanı 16 emekçiye yandı.. Heyelan diyorlar ama Maden Mühendisleri Odası raporuna göre resmen şiv kayması ve işletmenin hatası – ihmali sonucu.. Sitemizde işledik :

Soma kırımının (katliamının), 301 masum maden emekçisinin ilkel ve vahşi – rezil sermaye birikimine kurban edilmesini lanetliyoruz..

6 yıl sonra sorumluların hak ettikleri yaptırımı görmemeleri sonucunu esefle kınıyoruz..

2017 sonunda kayda giren meslek hastalığı sayısı yalnızca 691…

İşle ilgili hastalık” kaydı yok! ILO toplam 160 milyon meslek hastalığı + İşle ilgili hastalık kestirimi yapıyor her yıl. Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’i; kabaca 1,6 milyon / yıl meslek hastalığı + İşle ilgili hastalık tanısı beklenebilirdi. 2018’da kişi başına yaklaşık 9 kez hekime başvurduk.. 700 milyonu aşıyor toplam hekim – başvuran görüşmesi (muayene!?).
Meslek hastalığı sayısı toplam muayene sayısının milyonda 1’i bile değil..

  • Örtük/örtülen, saklı/saklanan açık ama gizli meslek hastalığı salgını için için sürüyor..
  • Emekçiler sermayeye post-modern vahşi mi vahşi “yeni” bir vergi (!) daha ödüyor :
  • KAN VE CAN VERGİSİ!

Sorunların çözümünün BÜTÜN EMEKÇİLERİN BİRLEŞMESİNDEN GEÇTİĞİNİ
bir kez daha anımsıyor ve anımsatıyoruz.

Ama patron, sendika değiştiren emekçiyi bile işten atıyor; değil ki sendika kuran / üye olanı..

Siyaset kurumu seyirci olan bitene : Ölçüsüz-tarifsiz bir aymazlık ya da sermaye iktidarı..
3. seçenek ufukta görülüyor mu??

Yaklaşık 7 milyon emekçi için asgari ücret 2020 yılı için dün, net 2324 TL olarak belirlendi.
400 Dolar bile değil..

Sevgi ve saygı ile. 27 Aralık 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK, MD, MSc, BSc
AÜTF Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı –
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Çağdaş Uygarlığa Çağrı

Çağdaş Uygarlığa Çağrı

Türkiye Cumhuriyeti 1. Dünya Savaşı sonrasında çağdaş uluslar ailesinin modern bir üyesi olmak üzere kurulmuş olan bir büyük devlettir. Ortaçağ kalıntısı imparatorluklar düzeninde, çağdışı eğilimlerin öne çıkması üzerine, dünyanın tam ortasında Anadolu yarımadasını kendileri için ana yurt olarak kabul eden Türk ulusu, Misak-Milli sınırlarını ilan ettikten sonra tam bağımsızlık için yeni bir mücadeleye kalkışarak zafere ulaşmış ve böylece bugünkü Türk devletinin siyasal yapılanması ortaya konmuştur.

Ortaçağ kalıntısı birtakım hurafeler ve inanç sömürüleri ile ilerlemesi engellenmek istenen
Türk toplumunun, Cumhuriyet rejiminin kurucusu büyük önder Atatürk’ün açıkça dile getirdiği gibi tek inanç olarak uygarlık anlayışı ortaya konmuştur. Hangi tarikatı desteklediği sorusuna Türk devletinin kurucu önderi Atatürk tek yol olarak uygarlık inancının geçerli olduğunu ifade etmesi nedeniyle, Türk ulusunun da kurucu önderinin arkasından giderek Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefine ulaşması gerekmektedir. Dünyanın tam ortasında büyük bir devlet olarak yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin, 21. yüzyılda çağdaş uygarlık düzeyine erişerek emperyalist ülkelerin sömürü düzenini ortadan kaldırması gerekmektedir.

Güneşin doğduğunu gördüğü gibi mazlum ulusların uyanışını da gören büyük önder, kendi çağının insanları ile emperyalizme karşı başlatmış olduğu ulusal kurtuluş savaşını, bir büyük siyasal miras olarak bütün uluslara ve ulus devletlere bırakmıştır. Zaman geçtikçe ilerleyen teknoloji ve bilimin verilerini kullanmasını iyi bilen emperyalizm, her türlü ilerlemeye karşın, gerilememiş ve değişen koşullara uyum sağlayarak bütün dünya ülkelerini baskı altında tutarak her türlü sömürü girişimlerini günümüze dek sürdürmüştür.

Dünya nüfusunun % 1’inin aşırı zengin olması ve de geride kalan % 99’un işsizlik, açlık ve sefalete mahkûm edilmesi, çağdaş uygarlık düzeyi açısından kabul edilemez, son derece olumsuz bir durumdur. Bütün dünya ülkelerinin ve halklarının bugünün dünyasında ortaya çıkan böylesine çarpık bir durumu benimsemesi hiçbir biçimde kabul edilemez çok olumsuz tablodur. Bu nedenle, ekonomi ve piyasa türküleriyle sürekli kılınmak istenen kapitalist sömürü düzenine acilen son verilmesi gerekmektedir. Demokrasi, görünümünde kapitalist sömürü düzeni ile Kapitokrasi (Sermayenin yönetimi) rejimi kurarak zenginleri dünyanın patronu durumuna getiren, halk kitlelerine açlık ve sefaleti ekonomi adına dayatan böylesine bir çöküş, insanlığın yeni yüzyıldaki yazgısı olamaz.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde zengin Batılı emperyal ülkelerin çıkarları doğrultusunda ekonomik düzeni Batılı emperyalist imparatorluklara bağlama senaryolarının iflas ettiği bu aşamada, gene eskisi gibi emperyalistlerin desteğinden yarar uman kimi yeni girişimlerin, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere yeni bir umut olarak sunulması yolu ile ortaya çıkartılmak istenen göstermelik seçenek arayışlarına, artık Mustafa Kemal’in ülkesindeDur!” diyecek bir uygarlık  hareketine  gerek vardır. Hiçbir emperyal merkezden destek beklemeden, Türkiye’nin kendi yolunu çizmesi gereken bir noktaya gelinmiştir. Gelinen yeni aşamada, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş model ve ilkeleri ile birlikte kurucu ayarlarına dönerek oluşturulacak tam bağımsız bir çağdaş uygarlık hareketinin, Türk halkının ulusal çıkarları doğrultusunda örgütlenmesi gerekmektedir. Böylesine kutsal bir görevi üstlenmek isteyen Türk vatandaşlarını, Çağdaş Uygarlık Hareketi’ni desteklemeye çağırıyoruz.

ÇAĞDAŞ UYGARLIK HAREKETİ
cagdasuygarlikhareketi@gmail.com, 03.08.2019

==============================================
Dostlar,

Türkiye, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşamakta ve iktidar ülkemize, görülüp – algılanabilenden çok daha ötede zarar vermekte..

Çok ağır travmalar ve 17+ yıldır kesintisiz, gözü kara sürdürülüyor.

  • Bu siyasal kadrodan mutlaka ve elden gelen hızla kurtulmak kaçınılmaz olmuştur..  

Sevgi ve saygı ile. 03 Ağustos 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

KRİZ, NEDEN VE SONUÇ

KRİZ, NEDEN VE SONUÇ

 

Konuk yazar :
Mustafa AYDINLI

 

Şu günlerde ABD  karşıtı eylemler, protestolar son hızıyla sürüyor. Sözümüz ABD’ye  karşı duruşa değil, geç kalındığınadır. ABD’ye karşı olmak haksızlığa, sömürüye, zulme karşı olmaktır.

Biz ne zaman ABD ile bir pazarlığa, ortaklığa girdiysek hep zararlı çıktık. Hep arkamızdan vurdular.

Çok sayıda örnek arasından sanırım birkaçı yeterli olur.

ABD, 1974 Kıbrıs çıkarmamızın ardından silah ambargosu uygularken haksızdı.

Ülkemizde 1971’de haşhaş ekimini yasaklatırken de.

Askeri tatbikatta Muavenet gemimizi vururken ve 5 denizcimizi şehit ederken de.

4 Temmuz 2003’te Kuzey Irak’ta 11 askerimizin başına çuval geçirdiğinde de.

6. Filoyu Türk İstanbul Boğazı’na gönderirken de haksızdı…

6. Filoyu karşı devrimci gençler göğsünü açıp yürürken, kışkırtılan sağcı muhafazakâr gençlik taşla sopayla, devrimci gençlere saldırmışlar, 2 devrimci gencimizi ateş ederek öldürmüşlerdi!

Hatta yetmemiş, Dolmabahçe’ye demirlemiş 6. Filo’ya ait bir gemiyi kıble yaparak namaz kılmışlardı. Böylesine bir Amerikancılığa, Amerikan askerleri bile şaşırmıştı.

Ceplerinde bol Dolarlarla, İzmir kıyılarına çıkmış, Türk kadınları ile tanışmaya hevesli Amerikan askerlerine karşı, genelev kadınları genelevi kapatarak, Amerikan askerlerini içeri almamış, protesto etmiş, dünyada eşi benzeri görülmedik yurtsever bir tutum sergilemişti.  Sağcı gençlik ise, kıble yaptıkları 6. Filo gemisine karşı namaz kılmakla meşguldü.

ABD emperyalisttir. Emperyalizm evrendeki tüm kötülüklerin anasıdır. Ona karşı olmak için yurdunu sevmek yetmez. Emperyalizme karşı olmak geçici yaz yağmuru gibi bir heves değil, sistemli ve sürekli bir savaşım olmalıdır.

Bu savaşımın ülkemizde yakın geçmişte somut örnekleri vardır. ABD’nin  haşhaş ekim yasağı isteğini Ecevit hükümetinin tanımaması, 1974 Kıbrıs çıkarmamıza ikincil ABD silah ambargosuna karşılık İncirlik üssünün ABD kullanımına kapatılması ve Savunma Sanayisini, MİLGEM projesini kurup geliştirerek TSK’nın özyeterliğini artırmak…. gibi.

ABD dün neyse, bugün de odur, yarın da o olacaktır. Emperyalist politikalar sürdürüldükçe, Rahip A. Brunson olayı gibi nice benzerleri, Türkiye gibi tam bağımsızlığını yitirmiş, pek çok yumuşak karnı olan (örn. aşırı borç!) ülkelerde rahatlıkla silaha dönüştürülebilecek ve ciddi istikrarsızlıklar yaratılabilecektir.

Mustafa Kemal Paşa, ”.. bizi mahvetmek isteyen emperyalizm” ve ”..bizi yutmak isteyen kapitalizm” ile savaşımı ”meslek edinmiş insanlar” olduklarını kaydetmişti.

Dolayısıyla, 2 kadim düşmanla boş zamanlarda, tatillerde, Cumartesi-Pazar günleri savaşılmaz. Güncel deyimiyle 7/24 ve asıl işimizin yanı sıra bu savaşımı 2. bir meslek edinerek başarılı olunabilir. Üstelik, Büyük Atatürk‘ün bu sözlerinden günümüze emperyalizm ve kapitalizm sömürü – bölme – yok etme araçlarını Küreselleşme = Yeni emperyalizm çağında çoook daha geliştirmiş ve çeşitlendirmiş iken..

 

Dağlıca ve Aktütün kırımları bize ne anlatıyor ? / What says Daglica & Aktutun massacres to us?

Dostlar,

20 Haziran 2012 tarihli yazımızı, PKK’nın Dağlıca baskınının ardından yazmıştık.

Bu gün, 3 yıl sonra benzer bir baskın daha ve ilk bilgilere göre 16 şehit daha!

AKP’yi suçluyoruz, haklıyız; ama bu karakol daha önce feci vurgun yemiş..

Onu gereğince tahkim etmek gerekmez miydi?
Bu yapılmadı ise sorumluları kimler??

Yüreğimiz yangın yeri olarak soruyoruz..

Ve bu 3 yıl önceki yazımızı öne bu güne çekerek yeniden yayımlıyoruz..

O zaman “muhasebe zamanı”.. demiştik..
İyice anlaşılsın (!) diye İngilizcesini de yazmıştık..

  • AKP damgalı seçim hükümeti derhal istifa etmeli ve öbür 3 parti ortaklığında olağanüstü geçiş / seçim hükümeti kurulmalıdır.

Makaleyi okumak için lütfen tıklar mısınız??

Daglica_ve_Aktutun_Sinir_Karakolu_Baskinlari_Tarih_Laboratuvari_4.10.08_ve_20.6.12


Sevgi, saygı ve kahreden bir acıyla.
06.09.2015, Datça


Dr. Ahmet SALTIK

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

======================================

Lütfen tıklar mısınız??

Daglica_ve_Aktutun_Sinir_Karakolu_Baskinlari_Tarih_Laboratuvari_4.10.08_ve_20.6.12

Sevgi ve saygı ile.
20.06.2012, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

OZANİ; AYDIN, EĞİTİMCİ, OZAN


OZANİ; AYDIN, EĞİTİMCİ, OZAN

portresi

 

Mustafa AYDINLI

 

 

Ozani; “İbrahim GÖSTERİR” Aydın eğitimci ozanlarımızdan.  1965 yılında Çorum Merkeze bağlı, Sarin ‘’Çalyayla’’ köyünde yoksul bir aile çocuğu olarak doğdu. İlkokula köyünde başladı. Liseyi Çorum’da okudu. 1986 yılında Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesini bitirdi. Ülkenin değişik yerlerinde öğretmenlik yaptı. Ünlü halk ozanlarının şiirlerini okuyup severek, şiirlere gönül verdi.

ozani İbrahim Gösterir

Pek çok yerel gazetede şiirleri yayınlandı. Batman Çağdaş, Çorum, Kılçık, Sorun, Yazılıkaya gazeteleri bunlardan bazılarıdır. 2012 yılında Kaygusuz Abdal Şiir Yarışmasında hece dalında birincilik ödülü aldı. Halkbilimci ve araştırmacı Can YOKSUL “Ozani ve Şiirleri Üzerine” adlı bir inceleme yayınladı. Ozani aynı zamanda halk kültürü üzerine araştırmalarda yapmaktadır.  ‘’Örnekli-Tanıklı Çorum Ağzı’’ sözlüğü ve ‘’Ölüm Var Ayrılık Var-Çorum Manileri’’ adlı derlemesi Çorum belediyesi tarafından yayınlandı. BAHAR TÜRKÜLERİ ise ozanın ilk şiir kitabıdır. Halen Çorum da öğretmen olan ozan evli ve bir çocuk babasıdır.

Ozani halkın arasında yetişmiş, halkın dertlerini sorunlarını yaşayarak öğrenmiştir. Yoksulluğu, ayrılığı, zorlukları yaşayan kişi olduğundan. Şiirlerin mayasını ve hamurunu bu konular oluşturmaktadır. Konuları duyan değil, etinde, kemiğinde yaşayan, hisseden kişidir. Yaşanmış olayları, aydın, ışıklı düşünce ve birikimleri ile birleştirerek ortaya etkili ve olumsuzlukların, haksızlıkların üstüne, balyoz gibi inen şiirler çıkarmıştır.  Şiir bir duygu ve düşünce işidir. Bunu etkili, şiirin kuralları içinde sunmak, okuyucunun düşünce ufuklarında gedikler açmak, onu düşündürmek ve şiiri sevdirmek ise usta ozanların işidir. Ozani bu ustalığı gösteren, kıvrak zekalı, dili etkili kullanan sözcüklerle adeta dans eden usta ozanlarımızdandır. Zengin bir kültürel birikime sahiptir. Çağının hem bilincinde, hem de sorumluluğundadır.  Yaşadığı yerin yöresel ağzını, hem iyi bilmekte hem de etkili kullanmaktadır.   Yer yer hiciv ve mizahi şiirleri ise insanı güldürmekte ve düşündürmektedir. Değerli Ozan Halkbilimci Can YOKSUL; Ozani için şu yorumunda oldukça haklıdır. ‘’Ozani yöresinde olup bitenleri iyi gözlemlemiş, bunları yoğurup bir sentez yaparak kendi dünya görüşünü, bilincini, duygularını katarak çok değerli şiirler üretmiştir.’’  Ozani ve şiirleri üzerine; S.14

                   Hayrettin İVGİN ise, Ozani için haklı olarak şu betimlemeyi yapmaktadır. ‘’Sadece sözcükleri ve deyimleri değil atasözlerini, özlü sözleri, halk yargılarını da şiirlerinde ustalıkla kullanmasını biliyor.’’Bahar Türküleri s, 3

Ozani’nin BAHAR TÜRKÜLERİ kitabında yer alan şiirlerinin yanında Sayın Can YOKSU’un yazdığı ‘’Ozani ve şiirleri üzerine’’ kitabına aldığı seçkilere birlikte bakalım isterseniz.
Ozani seven bir insan, insanı, doğayı, hayatı, uğraşı seven. Sevgisiz ve duygusuz bu dizelerin dökülmesi olanaksızdır.  Şu güzel dizelere söylenecek söz olabilir mi?

Halimden anlarsan ey güzel peri
Usulca ruhumdan süzül içeri
Elleme bağrımda yaktığın yeri
Aşkından kor gibi yansın bir daha

Bahar Türküleri syf. 11

Bir başka dörtlük         :

İçimde bir umut yeşermiş gibi
Uzuyor bir dosta gidermiş gibi
Çölde bir çiçeğe su vermiş gibi
Bir güzele gönül vermek ne güzel

Bahar Türküleri syf. .52

Ozan sevgiyi, aşkı sözcüklerin sihirli gücünü kullanarak adeta bir nakış gibi işliyor.

Günümüz de ham sofuların, din cambazlarının, dini duyguları kişisel ve siyasi çıkarlara
alet ettiği günümüz de, Ozani, şu altın dörtlükleri söylüyor.

Vicdanında yoksa terazi tartı
Kurtarmaz kimseyi dinin beş şartı
Ne gezer cennette yobazın kartı
Cennet diye inileme boşuna

Tanrı yarattığı insanı yakmaz
Götürüp sen gibi çarmıha çakmaz
Ozani tehdide pabuç bırakmaz
Arkam sıra çenileme boşuna

Bahar Türküleri syf,15

İnsanlık bugüne dek ne çektiyse savaşlardan çekti. Savaş ölüm, yıkım, ayrılık, yokluk yoksulluk, gözyaşı demektir. Savaşı Emperyalistler ve egemen güçler çıkarır.
Ancak faturayı yoksullar ve çaresizler öder. Bu gerçeği gören etinde, kemiğinde hisseden ozan, savaşların yıkımına duyarsız kalmıyor. Yüreğinden koptuğu şekilde söylüyor.

Savaşın ektiği yokluk, yoksulluk
Barışın harmanı bereket bolluk
Ne yokluk yoksulluk, ne kula kulluk
Hür büyüsün oğlum kızım barışta

Savaşsız dünyada hayatlar solmaz
Barışsız dünyada insanlık onmaz
Ozani akan kan, kan ile yunmaz
Kanda, kinde değil, çözüm barışta

Bahar Türküleri syf. 18

*****

Cumhuriyet Devrimi ile ülkemiz yönünü batıya dönmüştür.

Batı ise çoktan Reform ve Rönesans devrimlerini geçmiştir. Bizim Cumhuriyetin kazanımlarını genişletmek gibi bir dönemde olmamız gerekirken. Ne yazık ki doksan yıl sonra hala Cumhuriyeti koruma mücadelesi veriyoruz. Aydınlanma devrimi ile birlikte, yok etme duygusunu taşıyanlarla mücadele sürüp gitmektedir. Halkın uyanması, bilinçlenmesi adeta
öcü gibi görülmekte, bunu yüreğinde duyan ozan, bu halk ne zaman uyanacak
diye haykırmakta :

Gece gündüz uykuda hep
Bu halk ne gün uyanacak?
Teneke mi çalsak acep
Bu halk ne gün uyanacak?

Uyanır derken sabaha
Ne oldu ki uyur daha
Kuşluk da savuştu aha
Bu halk ne gün uyanacak?

Bahar Türküleri syf, 47

Emperyalizm; Halkların kanını iliğini emen, sömüren, başta savaş olmak üzere,
çıkarı için her tür yolu meşru sayan rejimin adı.

Emperyalizmin dünya gezegeninde sicili bozuktur. Uzağa gitmeye gerek yok, hemen yanı başımızda komşumuz Irak’ta nükleer silah var diyerek, uydurma yalanlarla Irak’a saldırıp bir milyon insanın ölümüne sebep olduğu, sonrada pardon yanılmışız dediği henüz hafızalarımızda tazedir. Oysa aynı Emperyalizm Hiroşimo’ya atom bombasını kendisi atmıştır. Çağından sorumlu hiçbir ozan Emperyalizmin bu acımasızlığına duyarsız kalamaz. Ozani’de kalamıyor ve diyor ki;

Onca insanoğlu düşmüşken dara
Lüzum var mı daha azsın bu yara?
Silaha, kurşuna, bombaya para/utanmadan yatırana karşıyım

Emperyalist hırsız ile bir olup
Riyayla yalanla milleti soyup
Yoksul yurttaşını aç açık koyup
Adaleti bitirene karşıyım

Bahar Türküleri syf. 59

Ozani’in şiir güzelliğinin ötesinde kimi dizeleri tek başına da veciz anlam ifade etmekte.
İşte bunlardan bazıları : 

Ne yokluk yoksulluk, ne kula kulluk,
Mülke sultan oldu zulmün kralı,
Benim mürşidim insandır, 

Kimsesiz maraba ağa derdinde
Gökten çile yağar, yerden dert biter
Adın dudağımda üç harf bir hece,
İnsandır kıblemiz sevgi dinimiz,’
ygarlığa kapı açar kitaplar,
Yol sorduk yobaza hep kaldık geri,
Okudum, öğrendim özümü bildim
Kıble diye insanlığa yöneldim
Ozan susmaz can bedenden çıkmadan
Meydan düzenbazın paye namerdin
Balyoz et sözünü zalimlere vur..
 

Ve sayabileceğimiz benzeri pek çok söz. İnanıyorum ki her biri tek başına altın değerinde
bu sözler, bir gün çerçeveletip duvarlara asılacak yol boylarına yazılacak değerde ve güzellikte.
Ozani ‘’Bundan Kelli’’ şiiriyle yöresel ağzı iyi gözlemlemiş ve oldukça ustaca işlemiştir. Bununla kendine yeni bir çığır açma yolunda olduğunu da söyleyebiliriz. İşte bu zenginliği
ifade eden bir dörtlük;

Yeter yeliktiğin döme döşünü
Daştan daşa vurma şinnek başını
Şirikli gözünü yoluk gaşını
Cabcık göbellere çat bundan kelli

Ozani’in birbirinden güzel ölçülü, uyaklı, sekiz ve on bir heceli şiirlerini okumazsak,
bir şeyler eksik demektir.  İnanıyorum ki, Ozan bundan sonra da, sorumluluğunun bilincinde olarak ışıklı şiirlerini sunmaya devam edecektir.

Eline yüreğine sağlık Ozani.
Esin pınarların kurumasın.

Kaynak : Bahar Türküleri Kültür Ajans yay.

Ali Nejat ÖLÇEN : KİMLER HAİN ??


KİMLER HAİN ??

 portresi

 

Dr. Ali Nejat Ölçen

 

20. yüzyıla dek Emperyalizm, gelişmekte olan ülkeleri silah zoruyla işgal eder ve
doğal kaynaklarına  el koyardı. 21. yüzyılda bile bu geleneksel hunhar yöntemi sürdürdü. Demokrasiyi füzelerle Irak’a iletmesi bunun örneklerinden en sahtekârca olanı. Şimdi artık kendisinin kan dökerek ülke işgal etmesine gerek kalmadı.
Öylesi pahalı yöntemi tek ederek bunu artık o ülkede satın aldığı hainler aracılığıyla  gerçekleştirmekte, daha fizible yani daha ucuz ve daha kolay olduğu için. Öylesi ülkeler arasına Türkiye de girdi ve ABD-AB emperyalizmi  içimizdeki hainleri satın alarak, onurumuza, doğal kaynaklarımıza, inançlarımıza, insan gücü varlığımıza el koymaya
ve buna karşı çıkanları, acımasızca susturmaya, yok etmeye başlamıştır.

O halde artık ülkemizde emperyalizme karşı kendimizi savunabilmemiz için öncelikle
ve ivedikle kim ya da kimler haindir tanımını yapmamız gerekecek:

  1. Mustafa Kemal Atatürk’ün seküler (ne dinden yana ne dine karşı) devletini,
    o devletin laiklik ilkesini sahiplenmeyen ve karşı çıkmaya yeltenen kim olursa olsun hain’dir. 
  1. Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetine, o Cumhuriyetin korunmasını sağlayan kültürüne, o kültürün eğitimine kim karşı karar ve eylem içindeyse o kişi hain’dir.
  1. Misak-ı Millî sınırlarımızın kuşattığı vatan bildiğimiz toprağımıza ve toprağımızı korumakla görevli Ordumuza ve o Orduyu yaratan Ulusumuza, Ulusumuzun varlığına ve onuruna kim sahip çıkmıyor, sahip çıkmayı engelliyorsa o hain’dir.
  1. Mustafa Kemal Atatürk’ün Çağdaşlaşma sürecinde ileri  muasır medeniyetlerin ötesine ulaşmamızı sağlayacak bilim, bilimsel düşünceye, düşün özgürlüğüne ve özgür düşüncenin tartışılarak toplumsallaşmasına kim engel olmaya yelteniyorsa o kişi hain’dir.
  1. Mustafa Kemal Atatürk’ün “tam bağımsızlık” ilkesinin temeli olan kendine yeterli ekonomiye o ekonominin açık vermeyen dış ticaretine, bütçe açığı vermeyen  (Dr. Eruğrul Aytekin’in deyimiyle denk bütçeye) ve üretken, dış borca muhtaç olmaksızın ekonominin adil ve dengeli gelişmesine ve o gelişmenin ulusal tasarrufla ve o ulusal tasarrufu üretken yatırıma dönüştürerek  sanayileşmeyi ve teknolojik gelişmeyi sağlamaya önem vermiyor,
    uygulama dışına itekliyorsa o kişi hain’dir. 
  1. Kim ve hangi siyasal grup, ulusun devletiyle birlik ve bütünlüğünü korumak pekiştirmek yerine ikilem yaratıyorsa, hain’dir.
  1. Uluslararası kurum ve kuruluşlarla sözlü ya da yazılı, ulusumuzun bilgisi ve TBMM’nin kararı olmaksızın üstelik ulusal yararı korumaya gereksinim duymaksızın ilişkiye giriyorsa o kişi kim olursa olsun hain’dir.
  1. Adaleti hukuktan, Hukuku adaletten kopararak, suçluyu suçsuzdan suçsuzu suçludan ayırmayarak hukuksuzluğun hukukunu yaratanlar kimler olursa olsun hain’dirler.

Böylesi hainleri dışlayan, yetki ve görev dışına iten; yargılanmalarını olanaklı kılan hukuku yaratarak ve özendirerek, ulusal birliğimizi, bütünlüğümüzü korumayı,
her kararın Ulus tarafından öğrenilmesini sağlamayı amaçlayan; emperyalizmin karşısında tam bağımsızlığımızı ve ulusal varlığımızı korumayı görev bilen bir Cumhurbaşkanını Çankaya’da görebilmek ve;

Özel ya da kamusal kurumlarda hain’lerin yer almasına engel olacak
demokratik araçları yılmadan çekinmeden, kullanma  karar ve özlemiyle;

Bu yazı, laf salatasıyla  zaman  yitiren, emperyalizme hizmet ettiklerinin bilincine varamayan Aydıncık’larımıza ithaf ediliştir.

Böyle biline, çare buluna.
6.7.2014

Dr. Ölçen