Etiket arşivi: Tapınak Şövalyeleri

Bedeviye esir düştün Türkiye

Barış TerkoğluBarış Terkoğlu

06 Temmuz 2023, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

 

“Cehalet aklın gecesidir” diyor Konfüçyüs, “Aysız yıldızsız bir gece” diye de devam ediyor.

İstanbul’da bir sanat sergisi. Önünde kalabalık toplanmış. Hayır, görmeye gelmemişler. Söylediklerine göre, “ecdat yadigarı” mekanda; paganizm, LGBT, ahlaksızlık vb. her türlü “din düşmanlığı” var.

İBB’nin düzenlediği Feshane’deki sergiyi, dinciler protesto etti. Haliyle merak ettim: Acaba içeride, İslamcıları ayağa kaldıracak ne var?

Protestocular, içeri girmiş, “cemiyet ahlakına dinamit atan” eserleri fotoğraflamış, paylaşmıştı. 300 sanatçının, 400’den fazla eserinin olduğu sergide saldırı, üç eser üzerinde yoğunlaşmıştı.

ŞÖVALYE DEDİLER KEÇİ ÇIKTI

Birincisi; serginin girişinde yer alan heykellerdi. Protestoculara göre “Tapınak Şövalyeleri’nin taptığı şeytanı” temsil ediyordu.

Heykeli buldum. Eserin adı “No man’s land” yani “Sahipsiz toprak”. Hazırlayan sanatçı, Gönül Nuhoğlu. Gönül Hanım’la konuştum. “Ben bir enstalasyon (yerleştirme) sanatçısıyım, eserin sergileneceği mekâna göre iş yapıyorum” diye söze başladı Nuhoğlu. Bu eserini, İtalya-Milano’da bir şatoda düzenlenen sergi için yapmıştı. Şato, sınırları savunma için oluşturulmuş mekânlardan biriydi. Ortamın havasını, dışarıyı gözetleyen, keçilerle tamamlamıştı.

Keçilere yakından bakıldığında, ayakları, mühendislerin harita hazırlarken kullandığı aletlerin ayaklarından oluşmuştu. Nuhoğlu, eserin mesajını şöyle anlattı: “Dağ keçileri sınır tanımıyorlar. İnsanların çizdiklerinden bağımsız olarak, doğal sınırları onlar belirliyorlar.” Söyledikleri gayet açıklayıcıydı…

“Herkesi İtalya’ya götürmek mümkün değil. Mekânın dışına çıkınca anlaşılmıyor olabilir. Ama herkes anlamak zorunda da sevmek zorunda da değil. Ama birlikte yaşayacaksak en azından anlamaya çalışmak, saygı göstermek zorunda.” “Sığlığın kendisiyle derinlik ölçülmez” diyen Nuhoğlu, yaşananların sebebinin cehalet olduğunu düşünüyordu.

SEVİŞMİYOR SAVAŞIYOR

İkinci eserin sorunu LGBT idi! Protestocular, çırılçıplak iki erkeğin, kucak kucağa seviştiğini söylüyordu. O eseri de buldum. Dikkatli bakınca, sevişen değil savaşan iki canavar resmedilmiş gibi duruyordu.

Sanatçı Sema Maşkılı’yı buldum. Maşkılı, “O resim hâlâ devam eden kişisel sergimin bir parçası. Serginin adı ‘Güç Canavarlar Yaratır’ diye söze başladı. “Bu resimlerin hiçbirinde sanıldığı gibi cinsellik yok. İnsanlar birbiriyle güç mücadelesi yapıyorlar. Onları dövüşürken, boğuşurken resmediyorum.”

Canavarlar neden çıplak? Maşkılı anlatıyor: “Onları medeni olarak göstermek istemiyorum çünkü kıyafet medeniyetin temsilidir.”

Maşkılı, “Ben insanlığın sorunlarına eğiliyorum” derken sanatının siyasete alet edilmesini istemediğini ifade etti. Gerçekten de Maşkılı’nın aynı tema üzerine bir dizi eseri vardı.

ALATURKALIĞI ANLATIYOR

Hedefteki üçüncü eser ise mahyasında “Ala Turca” yazan minarelerin olduğu, şehir silüetinin göründüğü resimdi. Resimde rakı masası ve dansöz olması, İslamcı cenahı kızdırmıştı. Ressam Mevlüt Akyıldız’ın 2001 tarihli “Ala Turca” isimli eseriydi. Resme bakınca, sayamadığım kadar çok insan gördüm. Asker de aşçı da vardı. Protestocuların gözü ise dansöze ve rakıya takılmıştı. Ben ise onları çok zor seçebilmiştim.

Akyıldız’ı aradım. Adı üstünde, bizim alaturkalığımızı anlatmaya çalışıyordu. Osmanlı’dan bugüne tarihimizin farklı öğelerini yan yana getirmişti. “Arkada bir kantocu kadın, önde yerel bir şarkıcı, öbür yanda bir dansöz, yanına hem gelini hem sevgilisini oturtmuş bir damat, bir tarafta rakı içenler bir tarafta güreşenler…” diyerek resimdeki unsurları sıralamaya başladı Akyıldız. Bir tür kültürel karmaşa serüvenimizdi. Resimlerinde ironiyi sevdiğini anlatan Akyıldız, “Sanat öyle bir şey ki 80 yıl sonra resmime bakan belki de bambaşka yorumlayacak” ifadelerini kullandı. Ona göre sorun, dini bile tanımayan cahil insanlardan kaynaklanıyordu.

FESHANE KUTSAL DEĞİL

Kısacası siyasal İslamcılar neyi protesto ettiğini dahi bilmiyor. İBB’nin muhalefette olması, sanat sergisi düzenlemesi, onları sokağa dökmeye yetmişti.

Sanatçılarla konuştuktan sonra Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’ni açtım. Serginin olduğu Feshane’nin tarihini okudum. Elbette bir kutsallığı yoktu. Aksine, bir ticarethaneydi. Fes ithalatının ekonomiye zarar vermesi üzerine milli üretim için II. Mahmut tarafından kurulmuş bir fes fabrikasıydı. Osmanlı’da sanayileşmenin, modernleşmenin, Batı’yı yakalama arayışının bir parçasıydı. İBB ise dökülen yapıyı restore edip bir sanat merkezine çevirmişti. Haliyle içerdeki resimler-heykeller, kapıdaki İslamcı protestoculardan daha fazla Feshane’nin ruhunu temsil ediyordu. II. Mahmut yaşasa sergiyi gezer, belki de sarayın duvarlarına birkaç resim seçerdi.

  • Sorun bizim Talibanlaşmış İslamcılar’daydı.
  • Çölleşmiş Bedevi zihniyetini, sanki dinle, ecdatla, tarihle alakası varmış gibi millete dikte ediyorlardı.

Cehaletten daha kötüsü, eyleme geçmiş cehalettir. Asla küçümsemeyin!

====================================
Evet dostlar…

AKP=RTE ile 20,5 yılda sürüklendiğimiz yer bu batak.
Üstelik 21. yy’ın şafağında.

İrticaya sınır yok!
Yetenekli – araştırmacı – yürekli gazeteci Barış Terkoğlu‘nu içtenlikle kutluyoruz.

Siyasal İslamcı‘nın cehaletine sınır olmadığından, buna dayalı kör cüretine de sınır yok.

Ama ciddiye alınmalı, direnmeli.. bu asla kabul edilemez çöl şeriatı baskısına asla boyun eğilmemeli. Tüm uygar Türkiye’den gür sesle itirazlar yükselmeli..
***
Acaba??
Bu arada,
Kimin tavuğuna kışt dedik?” diyen zat-ı şahaneleri mübarek Reis hazretlerimiz ne buyururlar bu ilkel, cehalet kuyusu saldırıya??

Demokrasi tramvayından yıllardır indiklerini biliyoruz da,
Türkiye’yi daha ne denli şer’i / teokratik devlet yapacaklar?

Anayasal laik rejimi nereye dek budayacaklar?

Nerede duracaklar??

Unutulmasın                                   :

  • Türkiye, tarihinin en gerici tarikatlar koalisyonunca yönetilmekte.. 

Sevgi ve saygı ile. 06 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

PARALEL YAPILANMA VE NASS

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı

Paralel yapılanma ya da son yıllarda konuşulan adıyla PDY (Paralel Devlet Yapılanması) bin yılı aşkın süredir bir olgu olarak devletlerin içinde olagelmiştir. Ancak çokça da dillendirilmemiştir. PDY Suriye’de üslenen terör örgütü PYD ile karıştırılsa da özellikle 15 Temmuz 2016’da yaşanan Amerikancı, FETÖ’cü darbe girişimi sonrası daha çok dilimize girmiştir.

Ortaçağ Avrupa’sında kiliseler üzerinden örgütlenen Tapınak Şövalyelerinin etkinliğinin günümüze dek geldiği söyleniyor. Ancak tarihte bilinen en dehşet verici paralel örgütlenmenin Hasan Sabbah tarafından kurulan ve Alamut Fedaileri olarak da bilinen Haşhaşiler (gerçekte bu örgütün Suriye koluna bu ad verilmiştir) olduğu bir gerçektir. Örgüt o denli dehşet saçmıştır ki, bugün terörizm adı “assassins” (katiller) de Haşhaşiler kökünden gelmedir.

Devletler içinde paralel yapılanma düşünce halinde her zaman vardır. Düşünce örgütsel olarak ete kemiğe bürünüp beklemeye geçer. Ancak devlet düzeninin zaafa uğrayıp güçsüzleştiği dönemlerde ortaya çıkıp kendini gösterir. Bilinenin tersine paralel yapılar salt silahlı, insan öldüren terör örgütleri olarak karşımıza çıkmıyor. Ekonomik yapılar, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, beyaz kadın ticareti, organ nakli ticareti, dinsel yapılar vb… İster terör, ister öbür alanlardaki paralel yapılanmaların tutunabilmesi, arkasında güçlü bir dış bağlantı gerektiriyor ki günümüzde bu bağlantıya emperyalizm adını veriyoruz. Terör biçiminde ortaya çıkan paralel yapılanmaların mutlaka çok etkin bir ekonomik bağlantısı vardır. Ancak paralel yapılanmalar içinde en tehlikeli ve yıkıcı olanı, hiç dikkat çekmeyen, devlet içinde saygın konumda olan, akçalı (mali) gücü ile herkesi susturan ya da satın alabilen ekonomik paralel yapılardır. Osmanlı devleti de işte böyle yıkılıp gitmiştir.

Osmanlı devleti içinde de farklı paralel yapılar hep olmuş, devlet güçsüzleştikçe bu yapıların örgüt ağı genişlemiş, devlet adamlarına, vezirlere, sadrazamlara hatta saraya dek uzanmıştır. Galata bankerleri, Cenevizliler, Venedikliler, Yahudi tefeciler, giderek genişlemiş, bozulan ekonomi ile birlikte yozlaşan Yeniçeri ocağını vurucu güç olarak kullanabilmişler, sonunda Osmanlı devleti İngiliz, Fransız, Alman, Rus çıkarları ve onların devlet içine yerleştirdikleri paralel yapıların elinde çökmüştür.

Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı yalnızca silahlı işgalcilere karşı değil; bu paralel yapıların oluşturduğu iç isyancılara, Saray destekli Kuvay-ı İnzibatiye birliklerine karşı da mücadele ile zafer kazanmıştır. Sonuçta Cumhuriyet kurulmuş ancak paralel yapılar devlet içinde varlığını koruma mücadelesini sürdürmüşlerdir. Bu da ortada yıkılan çürümüş bir düzen ve kendi düzenini oturtmaya çalışan çağdaş bir devlet arasındaki doğal bir mücadeledir.

Cumhuriyetin kurulduğu andaki yapıya ilişkin kimi örnekler vermek gerekirse:

Bir yanda Cumhurbaşkanı ve TBMM, öbür yanda Padişah unvanı elinden alınmış, Halife sanını taşıyan Osmanlı Sultanı, bir yanda yeni yasalar, buna uygun kurulan mahkemeler, yargıçlar, öte yanda şeriat hükümleri ve kadılar, modern eğitim yapan sayıca az okullar yanında medreseler, tekkeler, çağdaş sağlık sistemini kurmaya çalışan hekimler yanında üfürükçüler, devletin temsilcileri valiler, kaymakamlar, belediye başkanları karşısında ağalar, şeyhler, tarikat şefleri…

Devrimci Cumhuriyet bu zorlukların üstesinden geldikçe bu yapılar örgütsel olarak çözüldü. Kimisi çökertildi, kimileri kabuğuna çekilerek ortaya yeniden çıkmak için uygun zamanı kolladı. En az örgütlü olanı bile düşünsel düzlemde çekirdek olarak kaldı. Kozasının içinde kelebek olup kozadan çıkacağı günlerin umuduyla bekledi. 1950’de (14 Mayıs) Demokrat Parti iktidarı bu yapılar için bir işaret fişeğiydi. Pilavoğlu’nun Ticani tarikatı, evlerden yaygınlaşarak gelişen Nur ayinleri, hızla çoğaltılan İmam Hatip Okulları, dağ başlarında gözden ırak kurulan yatılı Kuran kursları hep paralel yapıların ete kemiğe bürünmüş biçimleriydi. Bir işgal durumuna karşı oluşturulan direnme örgütleri olan Sivil Savunma Teşkilatlarının NATO bünyesine girmemiz sonrasında Gladyo üslerine dönüşmesi, Komünizmle Mücadele Dernekleri aracılığıyla bugün bilinen adıyla FETÖ örgütünün temelinin atılması hep paralel yapıların ete kemiğe bürünerek örgütlenmesi sonucundadır. Bu yapılar öylesine güçlenmiştir ki; günün birinde artık devlet içinde belirli noktaları tutmakla yetinmemişler, iktidarın bütününü istemişler ve 15 Temmuz 2016’da darbe –ABD destekli– girişiminde bulunmuşlardır.

Paralel yapıların özellikle dış destekli olarak devlet içinde örgütlenmesi, bu yapıların kendi hedeflerine uygundur. Ancak bu yapıların, devleti yönetme iddiasındakilerce kendi elleriyle devletin içine yerleştirilmesi, örgütlenmelerinin önünün açılması bir yana; her türlü desteğin verilmesi devletin intiharı anlamındadır. Zamanın başbakanının “Ne istediniz de vermedik?” sözü bu durumun acı itirafıdır. 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanan AKP, bir tarikatlar koalisyonu halindeydi. Mecliste çoğunluğu almışlardı (%34 oyla %65 çoğunluk!) ancak devlet yönetme deneyimleri ve kadroları yoktu. İmam Hatip Okulu ve İlahiyat Fakültesi mezunu olanları doğal kadroları olarak görüyorlardı. Ancak bunların içinde bile Haşhaşiler gibi örgütlenmiş ayrı bir yapı vardı. FETÖ, AKP’ye işte bu hazır kadroları verdi ve devlete ortak oldu. 28 Şubat (1997) döneminde yapılan MGK toplantılarında bir askeri birlikte kendi komutanından değil, çok daha alt rütbede hatta sivil biri olan cemaat imamından buyruk (emir) alan subay örnekleri veriliyor ancak bunlar dikkate alınmıyordu. Çıplak gerçek darbe girişimi sırasında darbenin merkez üssü Mürted Hava Üssünde Adil Öksüz adlı kişinin yüksek rütbeli subaylara buyruk verdiği görüntülerde ortaya çıktı.

Paralel yapılardan biri görece çökertilmiş olsa bile, benzeri örgütlenmeler varlığını sürdürüyor. İşin en kötü yanı, paralel yapılanmaları ortaya çıkaracak ortam ve bunları hoş karşılayan yöneticilerin aymazlığı. Yukarıda söylediğimiz gibi en kötü durum da, devleti yönetme iddiasındakilerin bizzat paralel yapıların önünü açmasıdır ki bir kez daha yineleyelim; bu DEVLETİN İNTİHARIDIR…

Şimdilerde yaşadığımız ekonomik bunalım, bir ölçüde emperyalist merkezlerin ülkemizde kurduğu Dolar saltanatının ama gerçekte iktidarın hatalı politikalarının bir sonucudur. Bu da uluslararası sermaye güçlerinin devlet içine yerleştirdiği paralel unsurlarla sağlanmaktadır. Kuru kuruya “dış güçler” edebiyatı ile ekonomik bağımsızlık mücadelesi yürütülemez. Hele hele bu yapılarla mücadele adı altında devlet içinde on yıllardır örgütlenmiş geriye dönüş özlemcilerinin temsilcisi paralel yapıların önünü açmakla bu mücadele hiç yürütülemez. Devletin en tepesinde bulunanların “Nass” sözleriyle Anayasanın 2 nci, 24 üncü ve 174 üncü maddelerini açıkça çiğneyerek konuşmaları yalnızca konuşma ile kalmamış bu düşünceye bağlı bir paralel örgütlenmenin devlet içinde varlığını da ortaya çıkarmıştır. Bu durum, devlet içinde bir paralel ekonomik yapıyı sahneye sürmektir ki açıkça suç oluşturmaktadır. Yıllardır halkımızın kutsal duygularını sömürmek için söylenen “faiziz bankacılık” palavralarına aslında bu iktidarın kendi yandaşları da inanmamaktadır. Bankalardaki mevduatların %65’i döviz mevduatı olup bu mevduatların en yoğun olduğu yerler, iktidar partisinin en çok oy aldığı illerdir. Son kararlarla siyasal iktidar “Nass” önlemlerinin de yetersiz olduğunu görmüş, ABD Dolarını Türk Lirasına kefil göstermiştir.

Yeniden ekonomik düzlemdeki paralel yapılanmaya dönersek; Türk lirasını güçlendirmek için mevduatlarda Türk Lirasına dönenlere bir devlet bankasınca verilen “icazet” belgesinin Arap harfleriyle, dualarla başlıyor olması, bu belgenin altında imzası bulunan Z. Katılım Bankası Danışma Komitesi üyelerinin eğitimleri ve görevleri, paralel yapıların şimdi nerelere uzandığını gösteriyor.

Bir kez daha vurgulayalım:

  • Paralel yapıların en tehlikelisi ve ekonomik olanlardır, hedefleri DEVLET YIKMAKTIR.