Etiket arşivi: Hasan Sabbah

PARALEL YAPILANMA VE NASS

portresiLütfü Kırayoğlu
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı

Paralel yapılanma ya da son yıllarda konuşulan adıyla PDY (Paralel Devlet Yapılanması) bin yılı aşkın süredir bir olgu olarak devletlerin içinde olagelmiştir. Ancak çokça da dillendirilmemiştir. PDY Suriye’de üslenen terör örgütü PYD ile karıştırılsa da özellikle 15 Temmuz 2016’da yaşanan Amerikancı, FETÖ’cü darbe girişimi sonrası daha çok dilimize girmiştir.

Ortaçağ Avrupa’sında kiliseler üzerinden örgütlenen Tapınak Şövalyelerinin etkinliğinin günümüze dek geldiği söyleniyor. Ancak tarihte bilinen en dehşet verici paralel örgütlenmenin Hasan Sabbah tarafından kurulan ve Alamut Fedaileri olarak da bilinen Haşhaşiler (gerçekte bu örgütün Suriye koluna bu ad verilmiştir) olduğu bir gerçektir. Örgüt o denli dehşet saçmıştır ki, bugün terörizm adı “assassins” (katiller) de Haşhaşiler kökünden gelmedir.

Devletler içinde paralel yapılanma düşünce halinde her zaman vardır. Düşünce örgütsel olarak ete kemiğe bürünüp beklemeye geçer. Ancak devlet düzeninin zaafa uğrayıp güçsüzleştiği dönemlerde ortaya çıkıp kendini gösterir. Bilinenin tersine paralel yapılar salt silahlı, insan öldüren terör örgütleri olarak karşımıza çıkmıyor. Ekonomik yapılar, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, beyaz kadın ticareti, organ nakli ticareti, dinsel yapılar vb… İster terör, ister öbür alanlardaki paralel yapılanmaların tutunabilmesi, arkasında güçlü bir dış bağlantı gerektiriyor ki günümüzde bu bağlantıya emperyalizm adını veriyoruz. Terör biçiminde ortaya çıkan paralel yapılanmaların mutlaka çok etkin bir ekonomik bağlantısı vardır. Ancak paralel yapılanmalar içinde en tehlikeli ve yıkıcı olanı, hiç dikkat çekmeyen, devlet içinde saygın konumda olan, akçalı (mali) gücü ile herkesi susturan ya da satın alabilen ekonomik paralel yapılardır. Osmanlı devleti de işte böyle yıkılıp gitmiştir.

Osmanlı devleti içinde de farklı paralel yapılar hep olmuş, devlet güçsüzleştikçe bu yapıların örgüt ağı genişlemiş, devlet adamlarına, vezirlere, sadrazamlara hatta saraya dek uzanmıştır. Galata bankerleri, Cenevizliler, Venedikliler, Yahudi tefeciler, giderek genişlemiş, bozulan ekonomi ile birlikte yozlaşan Yeniçeri ocağını vurucu güç olarak kullanabilmişler, sonunda Osmanlı devleti İngiliz, Fransız, Alman, Rus çıkarları ve onların devlet içine yerleştirdikleri paralel yapıların elinde çökmüştür.

Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı yalnızca silahlı işgalcilere karşı değil; bu paralel yapıların oluşturduğu iç isyancılara, Saray destekli Kuvay-ı İnzibatiye birliklerine karşı da mücadele ile zafer kazanmıştır. Sonuçta Cumhuriyet kurulmuş ancak paralel yapılar devlet içinde varlığını koruma mücadelesini sürdürmüşlerdir. Bu da ortada yıkılan çürümüş bir düzen ve kendi düzenini oturtmaya çalışan çağdaş bir devlet arasındaki doğal bir mücadeledir.

Cumhuriyetin kurulduğu andaki yapıya ilişkin kimi örnekler vermek gerekirse:

Bir yanda Cumhurbaşkanı ve TBMM, öbür yanda Padişah unvanı elinden alınmış, Halife sanını taşıyan Osmanlı Sultanı, bir yanda yeni yasalar, buna uygun kurulan mahkemeler, yargıçlar, öte yanda şeriat hükümleri ve kadılar, modern eğitim yapan sayıca az okullar yanında medreseler, tekkeler, çağdaş sağlık sistemini kurmaya çalışan hekimler yanında üfürükçüler, devletin temsilcileri valiler, kaymakamlar, belediye başkanları karşısında ağalar, şeyhler, tarikat şefleri…

Devrimci Cumhuriyet bu zorlukların üstesinden geldikçe bu yapılar örgütsel olarak çözüldü. Kimisi çökertildi, kimileri kabuğuna çekilerek ortaya yeniden çıkmak için uygun zamanı kolladı. En az örgütlü olanı bile düşünsel düzlemde çekirdek olarak kaldı. Kozasının içinde kelebek olup kozadan çıkacağı günlerin umuduyla bekledi. 1950’de (14 Mayıs) Demokrat Parti iktidarı bu yapılar için bir işaret fişeğiydi. Pilavoğlu’nun Ticani tarikatı, evlerden yaygınlaşarak gelişen Nur ayinleri, hızla çoğaltılan İmam Hatip Okulları, dağ başlarında gözden ırak kurulan yatılı Kuran kursları hep paralel yapıların ete kemiğe bürünmüş biçimleriydi. Bir işgal durumuna karşı oluşturulan direnme örgütleri olan Sivil Savunma Teşkilatlarının NATO bünyesine girmemiz sonrasında Gladyo üslerine dönüşmesi, Komünizmle Mücadele Dernekleri aracılığıyla bugün bilinen adıyla FETÖ örgütünün temelinin atılması hep paralel yapıların ete kemiğe bürünerek örgütlenmesi sonucundadır. Bu yapılar öylesine güçlenmiştir ki; günün birinde artık devlet içinde belirli noktaları tutmakla yetinmemişler, iktidarın bütününü istemişler ve 15 Temmuz 2016’da darbe –ABD destekli– girişiminde bulunmuşlardır.

Paralel yapıların özellikle dış destekli olarak devlet içinde örgütlenmesi, bu yapıların kendi hedeflerine uygundur. Ancak bu yapıların, devleti yönetme iddiasındakilerce kendi elleriyle devletin içine yerleştirilmesi, örgütlenmelerinin önünün açılması bir yana; her türlü desteğin verilmesi devletin intiharı anlamındadır. Zamanın başbakanının “Ne istediniz de vermedik?” sözü bu durumun acı itirafıdır. 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanan AKP, bir tarikatlar koalisyonu halindeydi. Mecliste çoğunluğu almışlardı (%34 oyla %65 çoğunluk!) ancak devlet yönetme deneyimleri ve kadroları yoktu. İmam Hatip Okulu ve İlahiyat Fakültesi mezunu olanları doğal kadroları olarak görüyorlardı. Ancak bunların içinde bile Haşhaşiler gibi örgütlenmiş ayrı bir yapı vardı. FETÖ, AKP’ye işte bu hazır kadroları verdi ve devlete ortak oldu. 28 Şubat (1997) döneminde yapılan MGK toplantılarında bir askeri birlikte kendi komutanından değil, çok daha alt rütbede hatta sivil biri olan cemaat imamından buyruk (emir) alan subay örnekleri veriliyor ancak bunlar dikkate alınmıyordu. Çıplak gerçek darbe girişimi sırasında darbenin merkez üssü Mürted Hava Üssünde Adil Öksüz adlı kişinin yüksek rütbeli subaylara buyruk verdiği görüntülerde ortaya çıktı.

Paralel yapılardan biri görece çökertilmiş olsa bile, benzeri örgütlenmeler varlığını sürdürüyor. İşin en kötü yanı, paralel yapılanmaları ortaya çıkaracak ortam ve bunları hoş karşılayan yöneticilerin aymazlığı. Yukarıda söylediğimiz gibi en kötü durum da, devleti yönetme iddiasındakilerin bizzat paralel yapıların önünü açmasıdır ki bir kez daha yineleyelim; bu DEVLETİN İNTİHARIDIR…

Şimdilerde yaşadığımız ekonomik bunalım, bir ölçüde emperyalist merkezlerin ülkemizde kurduğu Dolar saltanatının ama gerçekte iktidarın hatalı politikalarının bir sonucudur. Bu da uluslararası sermaye güçlerinin devlet içine yerleştirdiği paralel unsurlarla sağlanmaktadır. Kuru kuruya “dış güçler” edebiyatı ile ekonomik bağımsızlık mücadelesi yürütülemez. Hele hele bu yapılarla mücadele adı altında devlet içinde on yıllardır örgütlenmiş geriye dönüş özlemcilerinin temsilcisi paralel yapıların önünü açmakla bu mücadele hiç yürütülemez. Devletin en tepesinde bulunanların “Nass” sözleriyle Anayasanın 2 nci, 24 üncü ve 174 üncü maddelerini açıkça çiğneyerek konuşmaları yalnızca konuşma ile kalmamış bu düşünceye bağlı bir paralel örgütlenmenin devlet içinde varlığını da ortaya çıkarmıştır. Bu durum, devlet içinde bir paralel ekonomik yapıyı sahneye sürmektir ki açıkça suç oluşturmaktadır. Yıllardır halkımızın kutsal duygularını sömürmek için söylenen “faiziz bankacılık” palavralarına aslında bu iktidarın kendi yandaşları da inanmamaktadır. Bankalardaki mevduatların %65’i döviz mevduatı olup bu mevduatların en yoğun olduğu yerler, iktidar partisinin en çok oy aldığı illerdir. Son kararlarla siyasal iktidar “Nass” önlemlerinin de yetersiz olduğunu görmüş, ABD Dolarını Türk Lirasına kefil göstermiştir.

Yeniden ekonomik düzlemdeki paralel yapılanmaya dönersek; Türk lirasını güçlendirmek için mevduatlarda Türk Lirasına dönenlere bir devlet bankasınca verilen “icazet” belgesinin Arap harfleriyle, dualarla başlıyor olması, bu belgenin altında imzası bulunan Z. Katılım Bankası Danışma Komitesi üyelerinin eğitimleri ve görevleri, paralel yapıların şimdi nerelere uzandığını gösteriyor.

Bir kez daha vurgulayalım:

  • Paralel yapıların en tehlikelisi ve ekonomik olanlardır, hedefleri DEVLET YIKMAKTIR.

 

Rıfat Serdaroğlu: LEGAL GÖRÜNÜMLÜ İLLEGAL YAPI


Dostlar,

Sayın Rifat SERDAROĞLU‘ndan nefis bir yazı..
Biz biraz dilini arıttık, yer yer de ayraç içinde düzeltme – katkı sağladık..

Okunup – okutulmasını dileriz..

Sevgi ve saygıyla.
08.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

LEGAL GÖRÜNÜMLÜ İLLEGAL YAPI

portresi3

 

 

 

Rıfat Serdaroğlu

 

“Doğan Görünümlü Şahin” , “Legal Görünümlü İllegal Yapı” gibi deyimleri
Türk Siyaset sözlüğüne sokan kişi, maalesef “Cumhurbaşkanı Görünümlü [Başbakan + Genel Başkan + Zabıta] Tek Adam” Erdoğan’dır.

Can çıkar huy çıkmaz, dervişin fikri ne ise, zikri de odur.. demiş atalarımız.
Erdoğan ve ekibi, kökleri aldatmaya-kandırmaya-kazıklamaya dayanan
bu deyimleri kullanmaktan çok hoşlanırlar!

Bu üslubun “Devlet Adabına” hiç yakışmadığı, kullananı küçülttüğü,
bu konuşmaların ancak Kasımpaşa bitirimhanelerinde geçerli olduğu gerçeğini umursamazlar bile!

Erdoğan ve ekibi “Legal Görünümlü İllegal Yapı” demekle yalnıca
Cemaati işaret ederler. Bu illegal yapının [Cemaatin] Hasan Sabbah’ın Haşhaşin denen suikastçılarına benzediğini, ülkeye her türlü kötülüğü yapabileceklerini, en galiz küfür ve hakaretleri kullanarak söylerler.

Hâlbuki gerçek bambaşkadır.

AKP İktidarında geçirdiğimiz 13 yıl sonunda, Türkiye’de YÜZLERCE legal görünümlü illegal yapı oluşmuştur.
Evet, yanlış okumadınız yüzlercesi at koşturmaktadır!


* Tarikatlar – Cemaatler
* AKP’nin kurdurduğu Vakıflar
* AKP’nin kurdurduğu Gıda Bankaları
* AKP’nin kasası gibi çalışan yurt dışı ayakları da bulunan

   Yardım (!) Dernekleri
* Kaçak Kurslar vs…

Bunların hepsi Anayasa’ya, Lâik Cumhuriyete, özellikle mali yasalara aykırı işlemlerde bulunan legal görünümlü illegal yapılardır!

Bu kaçak yapılar aynı zamanda AKP’nin oy deposunu oluşturduklarından,
AKP Hükümeti tarafından korunurlar ve teşvik edilirler!
Bu illegal yapılar T.C. Devletinin denetim organları tarafından incelendiğinde devletin nasıl soyulduğu, dolandırıldığı, din istismarı (AS: sömürüclüğü) yapılarak insanların yardım duygularının nasıl sömürüldüğü,
Cumhuriyetin ve Türk Milletinin nasıl ihanete uğradığı net olarak görülecektir. 
Türkiye’deki yüzlerce yerel illegal yapıların yanında,
esas 3 (ÜÇ) adet Legal Görünümlü İllegal Yapı vardır; birlikte bakalım :

1) Adalet ve Kalkınma Partisi

AKP, T.C. Anayasası ve Yasalarına göre kurulmuş Legal bir yapıdır.

Fakat faaliyetleri – demokratik rejim hakkında açıkladıkları görüşleri,
illegal kuruluşlarla işbirlikleri, kezlerce Anayasa’yı çiğneme suçu işlemeleri AKP’nin Legal Görünümlü bir İllegal Yapı olduğunun kanıtıdır.

AKP iktidar olmasa idi ve Türk Yargısı da bağımsız, gerçek anlamda bağımsız olsaydı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu partiyi kezlerce kapatması
(AS: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu amaçla Anayasa Mahkemesinde dava açabilir; Anayasa md. 69..) gerekirdi!

2) Cemaat

Dünyanın çeşitli ülkelerinde okulları bulunan, bankaları, medya kuruluşları,
50 milyar Dolardan çok kaynağı olan ama devlet karşısında “Hayalet” bir görünüş sergileyen illegal bir yapıdır.

Son 13 yılda Erdoğan – AKP Hükümetleri ve CIA) işbirliği ile T.C. Devletinin
en duyarlı birimlerinde çöreklenmiş, devleti ele geçirme çalışması yapan tehlikeli bir yapıdır.


Cemaatte şeffaflık yoktur, her işleri saklı gizlidir.
Biat kültürüne göre tek kişinin talimatlarıyla yönetilir.
Bu illegal yapıya devletin koridorlarını açan bizzat Erdoğan ve AKP’dir.
Bu konuda Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik” sözü, birlikteliğin ve
gizli operasyon ortaklıklarının açık ifadesidir. (AS: Örn. 18 üniversite!)


AKP’nin yalnızca  bu faaliyeti bile, onun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapatılması için (AS: Anayasa Mahkemesinde dava açılması için)
yeterli kanıttır!


3) KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği)

Bugün için elle tutulur-gözle görünür, aynı zamanda terör estiren, gerektiğinde can alan, yakan yıkan illegal yapıların başında KCK gelir.

  • KCK, Güneydoğu bölgemizde, kendi Adalet-Vergi-Güvenlik sistemini kurmuş, T.C. Devletine ve güvenlik güçlerine
    meydan okuyan İllegal bir yapıdır.

Türkiye’den başka hiçbir demokratik ülkede böylesine sapkın ve kanlı bir illegal yapının oluşmasına izin verilmez, anında kafası ezilir.
AKP-KCK işbirliği ve bu nedenle sarsılan devlet sistemi, başlı başına AKP’nin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapatılması için (AS: dava açılması) yeterli gerekçedir!

AKP’nin 13 yıllık yönetiminin bu pervasız tutumu, Türkiye Cumhuriyeti Devletini zora sokmakta ve yakında

  • Türkiye’nin Uluslararası Mahkemelerde “Teröre Yardım ve Yataklık” eden devletler içinde (AS: “Haydut devlet” olarak) yargılanması ile karşı karşıya bırakacağı yakın bir tehlikedir.

Uluslararası Ceza Mahkemesinin “Mavi Marmara” olayı ile ilgili kararı
sizlere bir şeyler anlatmıyor mu?

*****

Temel kendini iyi hissetmiyor ve sürekli olarak
“Ben hastayım, beni doktora götürün.” diyormuş.
Karısı ve çocukları ise “Turp gibisin maşallah” deyip geçiştirirlermiş.
Sonunda Temel ölmüş ve vasiyeti gereği kabrinin başına,
üzerinde şunun yazdığı mermer dikilmiş :

“Hastayım dedim inanmadınız. Yine dedim, yine inanmadınız.
Gördünüz mü ne oldu!”

İnşallah bir gün biz de, “Gördünüz mü ne oldu?” demek zorunda kalmayız…

“Haşhaşiler” mi Dediniz?


“Haşhaşiler” mi Dediniz?

portresijpg

 

Prof. Dr. Kemal ARI

(-Haşhaşilerden Bugüne!)

 

 

Paralel devlet yapısı savları ile yolsuzluk ve operasyonlar arasında sıkışmış kalmış siyaset, sonundabir kavramla daha tanıştı:
“Haşhaşilik”…
Haşhaşilik diye bir şey varsa, bunu yapanlar da kuşkusuz, “Haşhaşi!
Haşhaşi, yani haşhaş içen; haşhaş içmeyi kendi yaşamının bir parçası haline getiren…
Günümüze baktığında; ortalık toz duman… Bir taraf öteki tarafa haşhaşiler dedi ya; şimdi de başka bir kavramla buna karşılık verildi:

“Yezidilik..:”

Bu kavgalar nereye varacak; kimsenin bir şey bildiği yok.
Ancak her gün bir şey duyuyor; onu bir iki gün konuşuyor, sonra daha güçlü başka bir olayla karşılaşınca, daha yeni konuşmaya başladığımızı rafa kaldırıveriyoruz.
Son iki yıldır, raflarda yerini alan çok şey var.
Şimdi de moda konu şu:
Haşhaşilik…
Ancak ne bu “haşhaşilik”?
Niçin Fethullah Gülen ve O’na bağlı olanlar, bu deyimden bu denli etkilendiler?
Anlatalım:

Alamut kalesini mekân tutmuş Hasan Sabbah, müritlerini çevresinde toplamış, şöyle bağırıyordu:

“Hiç kimseden korkmayacağız. Hedefimizi en beklenmedik yerde, halkın içinde, meydanlarda bulacağız ve kalbine hançeri indireceğiz. Ve yakalanmamak için öldürdüğümüz avın yanından kaçmayacağız. O kalabalık, biz avımızı devirince, bizi paramparça edecek belki… Ama biz yalnız bir kişiyi öldürmekle kalmayacağız, bin kişinin kalbine de korku tohumları ekeceğiz!
Niçin bu kadar öfkeliydi bu bu Batıni şeyh?
Amacı neydi?
Aslen Arap çöllerinden İran’ın Kum kentine gelmiş ve yerleşmiş bir ailenin çocuğuydu ve bu kentte doğmuştu. Babası ilimle uğraşmasını istemiş; bunun için dersler almıştı.
Amacı ünlü bir din bilgini olmaktı. Bâtıni hareketlere ilgi duydu. İsmailiye tarikatına yöneldi. O tarihte pek çok coğrafyada etkin olan Bâtıniler, Büyük Selçuklu Devleti’nde İsfehan’ı mekân tutmuşlardı.
O önce Mısır’a gitmiş; orada doktrinini iyice geliştirmişti. İslam coğrafyasında pek çok yer gezerek, Bâtınilik düşüncesini yaymaya çalışmıştı.
Selçuklu Devleti’nin bölgede hâkimiyet kurması üzerine; bu etkinliklerini Selçuklular içinde sürdürmeye çalıştı. Ünlü vezir Selçuklu’ya ve onun yönetimine hiç de hoşnut bakmayan Nizamimülk, Hasan Sabbah’ın propagandalarından büyük bir hoşnutsuzluk duymuştu. O ise hiç durmuyor; mevcut yönetimden hoşlanmayan kişileri yanında topluyordu. Nizamimülk onu yakalatmak için kimi ataklar yaptıysa da; o uzaklarda Hassan Sabbah’ı ararken, oysa burnunun dibindeydi. Hasan Sabbah gizlice İsfehan’a gizlice gelmiş, bir arkadaşının evinde gizlice kalmaya başlamıştı.
Bir gün arkadaşına, mevcut yönetimin zorbalığından söz ederek; yanında iki arkadaşı olsa, bu devletin altını üstüne getireceğini söylemişti.
Arkadaşı ise “bu bir deli mi; ruh hastası mı; bildiğim bu adam aklını mı yitirdi?” diye düşünerek, ona inanası gelmemişti. “Bu delirmiş olmalı” diye düşünüyordu.
Öyle ya, kalk sen, iki kişiyle koskoca Selçuklu Devleti’ne kafa tutacak, onun atını üstüne getireceksin!
Akıl alacak gibi değildi.
Arkadaşı, “delirmiş olmalı” diye düşündüğü bu kişiye kimi tedavi edici şerbetler ve yiyecekler sunmuşsa da, arkadaşının kafasından geçenleri anlayan Hassan Sabbah, buradan kaçmış ve pek çok yerde propaganda yaparak, çevresine topladığı Bâtıni ve düzen karşıtlarıyla, Alamut Kalesi’ne gelip yerlemişti.
Yüksek dağların ortasında bir kale…
Her yanında meyve ağaçlarının, verimli toprakların olduğu bir kale…
Artık o burayı yurt tutmuştu.
Bir yandan ilim merkezi yapacak, öte yandan burada örgütlenecek, ardından da düşüncelerini yayacaklardı.
Burada bir yandan kalenin onarımı ile uğraşırken, öte yandan çevresine kendine inanan müritler topluyordu.
Alamut kalesi öylesine kimi kaynaklarda, oluklarından birinden su akarsa birinden süt, birinden bal akarsa, ötekinden şerbet akan, kale duvarlarının içine bile günlerce kaledekilere yetecek bal, kaymak depolanmış, havuzlar yaptırmış bir yer diye anlatıldı.. Güya kalede genellikle kadınlar bulunurmuş ve burada içki yasak olmakla birlikte, afyon dâhil, keyif verici maddeler kullanılarak, müritlerin daha kendine güvenen ve korkusuz yaratılması için uğraşılmıştır.
İş bununla kalsa iyi…
Bu kez Hasan Sabbah, çevresindeki kaleleri zabdetmeye karar verdi.
Bunu da başardı.
Bununla yetinmedi, gizli kimi hücreler halinde Selçuklu kentlerinde, kentlerin kılcal damarlarına kadar sızarak, kendi daileri aracılığıyla hücre evleri oluşturdu. Onlara normal ev süsü verdirerek; insanlara orada Bâtıni fikirleri aşıladı. Ve zaman içinde önemli devlet adamları bu hücrelerin müdavimi oldu. Daha da öte, bunlar aracılığıyla, Selçuklu Sarayı’na sızdı.
Fırsat kolluyordu.
Bir fırsatını bulacak; Selçuklu sultanı Melikşah’ın kalbine hançeri indirecek ve Sünni Selçuklu Yönetimini, Batıni bir devlete çevirecekti..
İçin için yanıyordu.
Ancak ne garip!
İçkiye ve şaraba karşıydı. Bir rivayete göre, içki içtiler diye iki oğlunu bile öldürtmüştü. Bilgiye susamıştı. Bilimle uğraşıyor; ancak öte yandan kendi davasının başarıya ulaşması için haşhaş çekmiş kişileri ölümün üzerine itiyordu. Hindistan’dan kervanlarla haşhaş getirtiyor, müritlerine haşhaş çektiriyor; kafayı çekmiş kafadaşlarıyla akıl almaz cinayetler kurguluyor; avını öldürtüyor ve öldüren mürit, öldürülse bile, ölümden zerre korku duymuyordu.
Zaten cinayeti işlediği yerden kaçmıyorlardı ki…
Özellikle birileri gelsin, kendilerini öldürsün istiyorlardı.
Öldürürken de korkutmak, ölürken de korku salmaktı amaçları.
Zaten korkanlar ise; bu korku salan terörün gelip nerede, nasıl kendini bulacaklarını merak edip duruyorlardı.
Ancak kalplerin derinlerinde korku kor olup, yürekleri dağlamaktaydı.
Kim nereden, hangi köşe başında belirecek ve kalabalığın içinde belirecek, kaldırıp hançerini düşmanının göğsüne indirecek…
Olacak gibi değildi.
Her yanı bu tür cinayetler ve korku sarmıştı.
Önce Sultan Melikşah, bu terör gurubunu ortadan kaldırmak için harekete geçti. Ünlü vezir, Nizamimülk; başvezirlikten alındı; Alamut’a hareket edecek kuvvetlerin başına geçirildi.
Sen misin bunu yapan?
Bir suikastle, hem de Nizamimülk’ün çok yakını birinin bir hançeriyle ünlü vezir kanlar içinde yere düştü ve öldü.
Çünkü haşhaşiler, Selçuklu sarayının içine dek sızmışlardı.
Bu büyük darbeyi; daha büyük bir darbe izledi. Sultan Melikşah, yine bir fedai tarafından hançerlenerek, kanlı biçimde öldürüldü.
Ardından Sultan Sencer devreye girdi. Büyük bir sefer yapıp, Alamut’u alacaktı:
Ancak ne mümkün!
Sultan, bir sabah uyandığında yastığında bir hançerin saplanmış olduğunu gördü.
Mesaj açıktı:
“Ben isteseydim, bıçağı o yastığa değil, sultanın yumuşak göğsüne saptırabilirdim!”…
Koskoca Selçuklu Sultanlığı, Alamut Kalesi’nden gelen bu terör dalgalarıyla sarsıla sarsıla; başka etkenlerin de devreye eriyip girdi.
Hasan Sabbah, 36 yıl Alamut’ta yaşadı. Kimine göre bu işleri örgütlemekle yetinmedi ve bütün hareketleri oradan yönetti. Ve onca zaman sonrasında, yakalandığı bir hastalıktan dolayı öldü ve Alamut Kalesi’ne yakın bir yere gömüldü.
Büyük bir Moğol akını, Selçuklu Devleti’ni tarihten silip atmıştı. 1256’dan sonra Haşhaşi Kaleleri de ele geçirilip, yıkılmaya başlandı.
Selçuklu sultanlığını içten kemiren bu kanserli hücre bir biçimde varlığını gücünü yitirerek de olsa sürdürdü ve bir sapkın hareket olarak tarihteki yerini aldı.
Olay bu.

Ne dersiniz?
Günümüzde sözü edilen devlet içine sızmalar ve paralel devlet sözleri
bu olup bitene benziyor mu?

Fethullah Gülen; günümüzün Hasan Sabbahı mı acaba?

Bir taraf böyle söylüyor.
Bu konuda bir yorum yapmayalım.
Ancak, yaşanan bu tarihi olayları yakından bir inceleyin!
Çok şey öğreneceksiniz tarih okurken buna ilişkin, emin olun!

Naci BEŞTEPE : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 22.1.2014


Dostlar
,

Değerli dostumuz E. Tümg. Türk Vatandaşı Sayın Naci Beştepe,
bu hafta da ÇARŞAMBA İĞNELERİ başlıklı yazısında ince mizah yeteneğini sergiliyor..

Düşüne düşüne okuyalım, okurken çözüm düşünelim..
okuyup okutup paylaşalım ve tartışalım..

Teşekkürler Sayın Beştepe..

Sevgi ve saygı ile.
22 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 22.1.2014

portresi_kucuk

 


Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

EVLAT

RTE, “Evlatlarımdan biri yolsuzluğa karışsın, bir saniye tutmam, evlatlıktan reddederim.”

Bilal’in babası kim?

SAVCI

AKP iktidarı ERGENEKON-BALYOZ savcılarını dağıttı.

“Ben bu davanın savcısıyım” diyen savcıbaşı yerinde kaldı…

SABBAH

RTE, cemaat için “haşhaşi” dedi.

Onları yargıya, emniyete ve yargıya sokup haşhaş veren Hasan Sabbah kim oluyor?

ORTAK

Haşhaşiler devleti ele geçirirken devleti yöneten AKP ne yapıyordu?

Taleplerini karşılıyordu…

YANLIŞ

İdare Mahkemesi, SBS sınavında puanların yanlış hesaplandığına karar verdi…

Devri AKP’de bir iş de doğru bitirilseydi…

SÜRGÜN

Polisler – savcılar sürgün üstüne sürgün yiyor.

Yolsuzluk da sürgün mü ediliyor?..

YETİM

MEB, İnsani Yardım Vakfi ile “Her sınıfın bir yetim kardeşi var” adı altında
yardım topluyor.

Okul için yardım isteyince yöneticiler suçlu oluyor…

İMAM

İHL 100. Kuruluş yılı töreninde
RTE’nin gözü önünde Atatürk posteri ayaklar altına alındı.

Yobaz kindarlar RTE’ye “GIK “deseler pestilleri çıkarılırdı…

EMEKLİ

Ali Fuat Yılmazer emeklilik dilekçesi verdi.

Hesabı kesmeden nereye?..

KÖTÜ

RTÜK eski başkanı Zahit Akman, görevi kötüye kullanmaktan hapse mahkum edildi.

Sıra görevliyi kötü kullananlara geldi…

LEKE

Üç bakana 60 milyonluk rüşvetten fezleke,

Her yer pislik, her yer leke…

GÖTÜRÜŞ

Eski bakan Çağlayan, beş bin tonluk gemiye 150 bin tonluk ihracat izni vermiş.

Götürme yöntemi böyleymiş…

SECDE

AKP Gaziantep milletvekili Ali Şahin, camide fotoğraf çektirip “İşte AKP budur,
ehli secde” dedi.

AKP’liler hırsızlık yaparken secde nerdeydi?

CEMAATÇİ

Haksızlığa uğrayan cemaati koruması gerekiyormuş.

Söyleyen mi? Simgesinin bir oku laiklik olan partinin lideri…

KAZ

Ağaoğlu yutkunarak araziyi Bilal’e bağışlayıp,
“Bundan sonra işimiz olduğunda ikiletilmez” demiş.

Kaz gelecek yere tavuk vermiş…