Etiket arşivi: “Yezidilik..:”

“Haşhaşiler” mi Dediniz?


“Haşhaşiler” mi Dediniz?

portresijpg

 

Prof. Dr. Kemal ARI

(-Haşhaşilerden Bugüne!)

 

 

Paralel devlet yapısı savları ile yolsuzluk ve operasyonlar arasında sıkışmış kalmış siyaset, sonundabir kavramla daha tanıştı:
“Haşhaşilik”…
Haşhaşilik diye bir şey varsa, bunu yapanlar da kuşkusuz, “Haşhaşi!
Haşhaşi, yani haşhaş içen; haşhaş içmeyi kendi yaşamının bir parçası haline getiren…
Günümüze baktığında; ortalık toz duman… Bir taraf öteki tarafa haşhaşiler dedi ya; şimdi de başka bir kavramla buna karşılık verildi:

“Yezidilik..:”

Bu kavgalar nereye varacak; kimsenin bir şey bildiği yok.
Ancak her gün bir şey duyuyor; onu bir iki gün konuşuyor, sonra daha güçlü başka bir olayla karşılaşınca, daha yeni konuşmaya başladığımızı rafa kaldırıveriyoruz.
Son iki yıldır, raflarda yerini alan çok şey var.
Şimdi de moda konu şu:
Haşhaşilik…
Ancak ne bu “haşhaşilik”?
Niçin Fethullah Gülen ve O’na bağlı olanlar, bu deyimden bu denli etkilendiler?
Anlatalım:

Alamut kalesini mekân tutmuş Hasan Sabbah, müritlerini çevresinde toplamış, şöyle bağırıyordu:

“Hiç kimseden korkmayacağız. Hedefimizi en beklenmedik yerde, halkın içinde, meydanlarda bulacağız ve kalbine hançeri indireceğiz. Ve yakalanmamak için öldürdüğümüz avın yanından kaçmayacağız. O kalabalık, biz avımızı devirince, bizi paramparça edecek belki… Ama biz yalnız bir kişiyi öldürmekle kalmayacağız, bin kişinin kalbine de korku tohumları ekeceğiz!
Niçin bu kadar öfkeliydi bu bu Batıni şeyh?
Amacı neydi?
Aslen Arap çöllerinden İran’ın Kum kentine gelmiş ve yerleşmiş bir ailenin çocuğuydu ve bu kentte doğmuştu. Babası ilimle uğraşmasını istemiş; bunun için dersler almıştı.
Amacı ünlü bir din bilgini olmaktı. Bâtıni hareketlere ilgi duydu. İsmailiye tarikatına yöneldi. O tarihte pek çok coğrafyada etkin olan Bâtıniler, Büyük Selçuklu Devleti’nde İsfehan’ı mekân tutmuşlardı.
O önce Mısır’a gitmiş; orada doktrinini iyice geliştirmişti. İslam coğrafyasında pek çok yer gezerek, Bâtınilik düşüncesini yaymaya çalışmıştı.
Selçuklu Devleti’nin bölgede hâkimiyet kurması üzerine; bu etkinliklerini Selçuklular içinde sürdürmeye çalıştı. Ünlü vezir Selçuklu’ya ve onun yönetimine hiç de hoşnut bakmayan Nizamimülk, Hasan Sabbah’ın propagandalarından büyük bir hoşnutsuzluk duymuştu. O ise hiç durmuyor; mevcut yönetimden hoşlanmayan kişileri yanında topluyordu. Nizamimülk onu yakalatmak için kimi ataklar yaptıysa da; o uzaklarda Hassan Sabbah’ı ararken, oysa burnunun dibindeydi. Hasan Sabbah gizlice İsfehan’a gizlice gelmiş, bir arkadaşının evinde gizlice kalmaya başlamıştı.
Bir gün arkadaşına, mevcut yönetimin zorbalığından söz ederek; yanında iki arkadaşı olsa, bu devletin altını üstüne getireceğini söylemişti.
Arkadaşı ise “bu bir deli mi; ruh hastası mı; bildiğim bu adam aklını mı yitirdi?” diye düşünerek, ona inanası gelmemişti. “Bu delirmiş olmalı” diye düşünüyordu.
Öyle ya, kalk sen, iki kişiyle koskoca Selçuklu Devleti’ne kafa tutacak, onun atını üstüne getireceksin!
Akıl alacak gibi değildi.
Arkadaşı, “delirmiş olmalı” diye düşündüğü bu kişiye kimi tedavi edici şerbetler ve yiyecekler sunmuşsa da, arkadaşının kafasından geçenleri anlayan Hassan Sabbah, buradan kaçmış ve pek çok yerde propaganda yaparak, çevresine topladığı Bâtıni ve düzen karşıtlarıyla, Alamut Kalesi’ne gelip yerlemişti.
Yüksek dağların ortasında bir kale…
Her yanında meyve ağaçlarının, verimli toprakların olduğu bir kale…
Artık o burayı yurt tutmuştu.
Bir yandan ilim merkezi yapacak, öte yandan burada örgütlenecek, ardından da düşüncelerini yayacaklardı.
Burada bir yandan kalenin onarımı ile uğraşırken, öte yandan çevresine kendine inanan müritler topluyordu.
Alamut kalesi öylesine kimi kaynaklarda, oluklarından birinden su akarsa birinden süt, birinden bal akarsa, ötekinden şerbet akan, kale duvarlarının içine bile günlerce kaledekilere yetecek bal, kaymak depolanmış, havuzlar yaptırmış bir yer diye anlatıldı.. Güya kalede genellikle kadınlar bulunurmuş ve burada içki yasak olmakla birlikte, afyon dâhil, keyif verici maddeler kullanılarak, müritlerin daha kendine güvenen ve korkusuz yaratılması için uğraşılmıştır.
İş bununla kalsa iyi…
Bu kez Hasan Sabbah, çevresindeki kaleleri zabdetmeye karar verdi.
Bunu da başardı.
Bununla yetinmedi, gizli kimi hücreler halinde Selçuklu kentlerinde, kentlerin kılcal damarlarına kadar sızarak, kendi daileri aracılığıyla hücre evleri oluşturdu. Onlara normal ev süsü verdirerek; insanlara orada Bâtıni fikirleri aşıladı. Ve zaman içinde önemli devlet adamları bu hücrelerin müdavimi oldu. Daha da öte, bunlar aracılığıyla, Selçuklu Sarayı’na sızdı.
Fırsat kolluyordu.
Bir fırsatını bulacak; Selçuklu sultanı Melikşah’ın kalbine hançeri indirecek ve Sünni Selçuklu Yönetimini, Batıni bir devlete çevirecekti..
İçin için yanıyordu.
Ancak ne garip!
İçkiye ve şaraba karşıydı. Bir rivayete göre, içki içtiler diye iki oğlunu bile öldürtmüştü. Bilgiye susamıştı. Bilimle uğraşıyor; ancak öte yandan kendi davasının başarıya ulaşması için haşhaş çekmiş kişileri ölümün üzerine itiyordu. Hindistan’dan kervanlarla haşhaş getirtiyor, müritlerine haşhaş çektiriyor; kafayı çekmiş kafadaşlarıyla akıl almaz cinayetler kurguluyor; avını öldürtüyor ve öldüren mürit, öldürülse bile, ölümden zerre korku duymuyordu.
Zaten cinayeti işlediği yerden kaçmıyorlardı ki…
Özellikle birileri gelsin, kendilerini öldürsün istiyorlardı.
Öldürürken de korkutmak, ölürken de korku salmaktı amaçları.
Zaten korkanlar ise; bu korku salan terörün gelip nerede, nasıl kendini bulacaklarını merak edip duruyorlardı.
Ancak kalplerin derinlerinde korku kor olup, yürekleri dağlamaktaydı.
Kim nereden, hangi köşe başında belirecek ve kalabalığın içinde belirecek, kaldırıp hançerini düşmanının göğsüne indirecek…
Olacak gibi değildi.
Her yanı bu tür cinayetler ve korku sarmıştı.
Önce Sultan Melikşah, bu terör gurubunu ortadan kaldırmak için harekete geçti. Ünlü vezir, Nizamimülk; başvezirlikten alındı; Alamut’a hareket edecek kuvvetlerin başına geçirildi.
Sen misin bunu yapan?
Bir suikastle, hem de Nizamimülk’ün çok yakını birinin bir hançeriyle ünlü vezir kanlar içinde yere düştü ve öldü.
Çünkü haşhaşiler, Selçuklu sarayının içine dek sızmışlardı.
Bu büyük darbeyi; daha büyük bir darbe izledi. Sultan Melikşah, yine bir fedai tarafından hançerlenerek, kanlı biçimde öldürüldü.
Ardından Sultan Sencer devreye girdi. Büyük bir sefer yapıp, Alamut’u alacaktı:
Ancak ne mümkün!
Sultan, bir sabah uyandığında yastığında bir hançerin saplanmış olduğunu gördü.
Mesaj açıktı:
“Ben isteseydim, bıçağı o yastığa değil, sultanın yumuşak göğsüne saptırabilirdim!”…
Koskoca Selçuklu Sultanlığı, Alamut Kalesi’nden gelen bu terör dalgalarıyla sarsıla sarsıla; başka etkenlerin de devreye eriyip girdi.
Hasan Sabbah, 36 yıl Alamut’ta yaşadı. Kimine göre bu işleri örgütlemekle yetinmedi ve bütün hareketleri oradan yönetti. Ve onca zaman sonrasında, yakalandığı bir hastalıktan dolayı öldü ve Alamut Kalesi’ne yakın bir yere gömüldü.
Büyük bir Moğol akını, Selçuklu Devleti’ni tarihten silip atmıştı. 1256’dan sonra Haşhaşi Kaleleri de ele geçirilip, yıkılmaya başlandı.
Selçuklu sultanlığını içten kemiren bu kanserli hücre bir biçimde varlığını gücünü yitirerek de olsa sürdürdü ve bir sapkın hareket olarak tarihteki yerini aldı.
Olay bu.

Ne dersiniz?
Günümüzde sözü edilen devlet içine sızmalar ve paralel devlet sözleri
bu olup bitene benziyor mu?

Fethullah Gülen; günümüzün Hasan Sabbahı mı acaba?

Bir taraf böyle söylüyor.
Bu konuda bir yorum yapmayalım.
Ancak, yaşanan bu tarihi olayları yakından bir inceleyin!
Çok şey öğreneceksiniz tarih okurken buna ilişkin, emin olun!