Etiket arşivi: Süleyman Demirel

Bütçe Hakkı

Bütçe Hakkı

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Önümüzdeki pazartesi TBMM’de bütçe görüşmeleri başlıyor. Şu haber klişesiyle duyuruldu: “12 gün sürecek bütçe maratonu 10 Aralık’ta başlıyor”. Parlamentoda bütçe mesaisi, galiba artık sahici bir maraton olmaktansa, heveskârların gücü yettiği kadar koştuğu, gösterisel bir “jogging”dir.
***
Oysa bütçe dediğiniz, parlamentoculuğun, anayasacılığın, yurttaş haklarının tarihinde, kurucu değer taşıyan bir ‘şey’ değil miydi? Vergi gelirlerine kim nasıl tasarruf edecek? Merkezî otorite ile ‘derebeyleri’ arasındaki güç mücadelesinin önemli bir kalemiydi bu. Amerikan bağımsızlık savaşının sloganıydı: No taxation without representation, temsil yoksa vergilendirme de yok. Yasama hakkının özü sayılır: royal law’ın yani kraliyetin / egemenliğin hakkının-hukukunun eş anlamlısı: budget law, bütçe hakkı-hukuku. Demokrasinin ve parlamentoculuğun tarihsel gelişme seyrinde ilk adım, vergi koyma yetkisinde söz hakkı olmuş; ikinci adım, gelirlerin kullanımında, kaynak tahsis tercihlerinde söz hakkı.[1]***

Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki TBMM’lerinin ‘en özerk’ mebusu (Orhan Kemal’in babası, diye bildiğimiz) Abdülkadir Kemali Öğütçü’nün amasız-fakatsız has bir demokratik cumhuriyet uğruna yürüttüğü muhalefetin aslî konularından biri, bütçe hakkıdır. 1921 Mart’ında yeni konan vergileri eleştirirken, “(devlette) yeni bir teşkilât yaptınız mı, biliniz ki, memleketin başına bir müstebit ve bir zalim daha gelmiştir,” der. 1924 Ağustos’unda, “bizzat Reisicumhur Hazretlerine ayda on beş bin lira aylık vermeye bu fakir milletin tahammülü var mıdır?” diye sorar, 1924 Kasım’ında “bütçe israfları”nı sorgular. 1924 Aralık’ında bir yazısında, sözün özünü söyler: egemenliğin üç kuvvetinden birinin “milletin gelir ve giderleri üzerinde kayıtsız şartsız egemenliği” olduğunu vurgular. Evet, sözün özü budur: milletin temsilcileri aracılığıyla gelirler-giderler üzerinde karar, söz ve denetim sahibi olması, kısaca bütçe hakkı, şu meşhur milli egemenliğin kurucu ilkelerindendir.
***
Adnan Menderes, Demokrat Parti’nin muhalefet döneminde, yani liberal-demokrat donunda görünürken, bütçe hakkının da heyecanlı müdafiidir. 1948 Bütçesi görüşmelerinde, bütçe hakkını ihlâl eden uygulamaları yeren şu veciz sözlerini aktarayım:

“Vergi olarak toplanan paraların herhangi hizmet ve ihtiyaçlara ayrıldığını bir bakışta görebilmek ve hükümet ve bürokrasinin güttüğü politikayı bütçe denen belgede kolayca takip edebilmek… … öteden beri alışılmış itiyatların bir sonucu olarak bütçede görülen her bir kısmın mutlaka bir zaruretin ifadesi ve bir hükme dayanır olduğu zihniyeti… şuna buna yardım ve ihsanlarda bulunabilmek, yeni yeni kadrolar ihdası ile iktidar ve yetki sahalarını genişletmek eğilimleri…”[3]

Oysa, “Milletten alınan paraların, millet adına murakabesi esastır,” O’na göre.
Demirel’in de, –yine liberal-demokrat suretinde göründüğü anlarda–, “Bütçe hakkı demokrasinin en muhteşem kurumudur” dediği zikredilir.

11 Aralık 2000’de, Anavatan Partili –aslında Demirel ‘kökenli’– Maliye Bakanı Sümer Oral, bütçeyi sunuş konuşmasında, bütçelerin, “hukuki, sosyal, iktisadi, mali ve siyasi boyutları itibariyle ülkenin ve insanlarının geleceğe hazırlanmasında etkin bir role sahip” olduğunu söylemiş, “bütçe hakkı” ve “bilmek hakkını” vurgulamış. “Toplumun, ödediği verginin nasıl kullanıldığına haklı olarak büyük duyarlılık gösterdiğini” söyleyerek, “toplumun bilme hakkına özen göstereceklerini” taahhüt etmiş.
***
“Eski Türkiye”de, bütçe hakkının iyi kötü bir itibarı varken bile, neoliberal rejim bütün dünyada olduğu gibi bütçe hakkını ihlâl hatta ilga etmeye başlamıştı. Anavatan Partisi iktidarlarında “verimlilik-etkinlik” gerekçesiyle kurulan bütçe dışı fonlar, bütçe kaynaklarının denetiminde kibar tabiriyle “belirsizliğe kapı açmıştı. Bu çeşit bütçe (yani denetim [4]) dışı ‘açılımların’ 1994 ve 2001 krizlerindeki rolünü herkes teslim ediyor. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları altında, 2001 krizi sonrası rejime bağlı olarak parlamentonun bütçeye müdahale yolları önceleri yine ‘teknokratik’ akılla kısıtlanırken, sonra ek olarak denetim dışına çıkan yeni yan yollar da açılmaya başladı. Bunun zirvesi herhalde, 2016 Ağustos’unda ihdas edilen Türkiye Varlık Fonu’dur.

Sonuçta hesap vermezlik, gitgide kurumlaştı, kurumlaşıyor. Piyasanın hikmetine bağlılık, “devletin yüksek menfaatlerine” bağlılıkla beraber, ekonominin ‘sırrına’ teslimiyet, devlet sırrına teslimiyetle beraber, bütçe hakkının hükmünü folklorik bir ritüele indiriyor. Anayasasızlaşma sürecinin oldukça ‘maddî’ bir unsuru…
***
Daha 2016 yılı bütçe kanun tasarısı görüşülürken konuşulanlar, kaybedilmiş bir hakkın ardından yakılan ağıtlara benziyordu. CHP adına Mehmet Bekaroğlu’nun ‘tane tane’ söyledikleri, mesela: “Değerli arkadaşlarım, ‘bütçe hakkı’ dediğimiz, milletin bize emanet ettiği en temel, en kutsal hakkımızdır. Eğer bütçe hakkını hakkıyla kullanamıyorsa, bu parlamentonun hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Maalesef, bu bütçe, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkını gasbeden bir bütçedir. ‘Bütçe hakkı’ deyip geçmeyin. Şu, diyoruz ya, ‘tüyü bitmemiş yetim hakkı’, işte bütçe hakkı tam da budur. Hani dindarız ya, hani ‘medeniyet’ diyoruz ya, hani ‘millî-yerli’ diyoruz ya, hani ‘Dicle’nin kenarında bir kuzuyu kurt kaparsa’ diyoruz ya, işte bütçe hakkı bu.” Hükümete müzahir diyebileceğimiz bir tanığımız da var. MHP Grubu adına konuşan Samsun milletvekili Erhan Usta’nın söyledikleri: “2015 yılı için merkezî yönetim bütçesinde bu parlamentodan alınan ödeneğin 33 milyar TL üzerinde harcama yapılmıştır. Bu, parlamentonun bütçe hakkının ihlâli anlamına gelmektedir.”
***
Dava, müşterek varlıklarımız olarak yeniden tanımlanacak kamusal kaynakları, tümüyle kamusal’ı, devletin kıskacından kurtarmaktır aslında. Mülga bütçe hakkını yine de hâlâ ciddiye almak, işte bu iddia için, bu ufuk için kıymetli. Mesela Su Hakkı kampanyasını yürütenlerin, İSKİ bütçesini itinayla sorgulayışları, bunun için muhterem. Bütçe hakkı, doğrudan doğruya, hak sahibi olma hakkımızla ilgili, değil mi?

Ekşi sözlük’te “Benim vergilerimle bla bla…” diye bir entry var. “Bizim vergilerimizle… ne hakla!” sorusunun sadece bir şaka, sadece bir naiflik alâmeti olması, nasıl bir zillet…

Üç hafta önce kaybettiğimiz Kürşat Bumin, yurttaşlık ‘işini’ pek az kimse kadar ciddiye alırdı. Bir zamanlar vergi dairelerinin alnında yazan “İradesi ile kendini vergilendiren halk, millettir” düsturunun ‘sahihliğini’ sorgulamakla birlikte, asıl bu ilkenin ciddiye alınmazlığından yakınan bir yazı yazmıştı.[5] “Millet”in bir tarifi olarak, “iradesi ile kendini vergilendiren halk” denir mi?

Peki, vergilerinin niçin, nasıl, nereye harcandığını bilme hakkını, sorgulama olanağını, buna ilişkin merakını yitirmiş bir nüfusa ne denir?
—————————————–
[1] Osmanlı’nın son devrinde bütçe hakkının gelişimi hakkında bkz. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/528498
[2] Merâl Demirel’in çalışması: Tam Bir Muhalif: Abdülkadir Kemali Bey. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2006. Aktardığım sözler şu sayfalardan: s. 131, 166, 173, 177.
[3] Süleyman İnan: Muhalefette Adnan Menderes. Kendi yayını, Denizli 2003, s. 212, 215.
[4] Denetim demişken… İktisadiyata dair bir gaf işlemememi sağlayan denetimi için Refet Gürkaynak’a teşekkür borçluyum. Onun şu notunu da icazetine güvenerek iliştiriyorum: “Bağımsız merkez bankaları-bağımsız para politikası için büyük bir baskı, -haklı olarak-, varken kimse bağımsız maliye politikasından bahsetmiyor çünkü maliye politikası bağımsız olursa, orada karar yetkisini kullanan fiilen hükümet olur. Hükümetin karar verdiği vergileri bağımsız bir kurumun denetleyip toplaması mümkün ama vergiye bağımsız olarak karar vermek o karar alıcıyı hükümet haline getirir. Bu da bütçe hakkının bir cephesi.”
[5] https://www.yenisafak.com/yazarlar/kursatbumin/iradesi-ile-kendisi-vergilendiren-halk-millettir-15425
====================================
Dostlar,

TBMM’nin BÜTÇE YETKİSİ (!) ve CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET REJİMİ AÇMAZI

Önce Anayasanın Bütçe ile ilgili 3 maddesini paylaşalım :

Anayasa md. 87 – (Değişik: 21/1/2017-6771/5 md.)
Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe (ve kesinhesap) kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek;

Anayasa md. 160 – Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.

Bütçe ve kesinhesap
Anayasa md. 
161 – (3. ve 4. fıkralar) Cumhurbaşkanı bütçe kanun teklifini, malî yılbaşından en az yetmişbeş gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Bütçe teklifi Bütçe Komisyonunda görüşülür. Komisyonun ellibeş gün içinde kabul edeceği metin Genel Kurulda görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır.
Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır.
****
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun (TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASINDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN) ile yapılan Anayasa değişiklikleri, 29976
RG’de 11 Şubat 2017’de yayımlandı, 16 Nisan 2017’de yapılan halkoylaması ile onaylandı ve 24 Haziran 2018 günü genel seçimlerle birlikte yapılan cumhurbaşkanı seçimi ardından AKP’li CB Erdoğan’ın 09 Temmuz 2018 günü yapılan “cülus” (tahta çıkma!) töreni ardından bütünüyle yürürlüğe girdi.

TBMM, birçok işlevini, yetkisini yitirdiği gibi, Bütçe yapma veya hükümetin bütçe önerisini reddederek hükümeti düşürme erkini de yitirdi.

  • Malum Cumhurbaşkanına soru bile sorulamıyor Yüce Mecliste.. üstelik olağanüstü yetkilerine karşılık.. 

Son değişikliği ile Anayasa md. 161 uyarınca, Yüce Meclis, partili Cumhurbaşkanınca kendisine sunulan Bütçe Kanunu Teklifini süresi içinde yasalaştır(a)mazsa, “Geçici bütçe kanunu” çıkarmak zorundadır. Bunu da yap(a)mazsa, ne gam, partili CB Erdoğan, “yeniden değerleme oranına göre artırarak” bütçesini 2019’da da uygulayabilecektir! Bu orani ise Damat Maliye ve Hazine Bakanı / Sekreteri Albayrak belirleyecek.

Majestelerine hiçbir engel söz konusu değildir ve olamaz da!

Zaten Bütçe Plan Komisyonundan başlayarak çoğunluk AKP’de olduğundan, sıkışıldığında MHP hazır ve sadık yedek güç olduğundan, kimsenin Erdoğan’dan gelen bütçeye laf etmek haddi  bulunmadığından… gerisi laf-ı güzaftır (boş sözdür). Aynen RTE’nin istediği, gibi bütçe TBMM’den “biçimsel” olarak onanıp geçirilecektir.

Yüce Meclis’in içi boşaltılmıştır.

  • Erdoğan, bu durumda, 1215’te 64 maddelik Magna Carta ile (bir tür anayasa!) başta bütçe – vergi salma yetkisi sınırlanan İngiltere Kralından daha çok yetkili, ya da “daha çok kral” dır!

Adına “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilerek halkın aklıyla alay edilerek kabul ettirilen ve dünyada örneği olmayan “ucube” rejim işte böyle bir şeydir.

Gün geçtikçe boyası ve de foyası daha da dökülmektedir, dökülecektir..

Necip milletimiz çıplak gerçeği algıladığında korkarız ki, Türkiye mahv-ü perişan biçimde karanlık – koyu bir mutlakiyet (faşizm!) ve ekonomik çöküntü içinde bulacaktır kendini..

Sevgi ve saygı ile. 08 Aralık 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Sapere Aude

Sapere Aude

Enver Aysever
Cumhuriyet
, 18.10.18
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..
Yaygın umutsuzluğu salt iktisadi gerekçelere, içinden geçtiğimiz siyasal sürece bağlamak yeterli bir açıklama olmaz. Kaç gündür, özellikle sosyal medya ahalisinin gevezelikleri üzerinden, itiş kakış yapılan tartışmalara bakıyorum, içim sıkılıyor. Köksüz, içeriksiz, uçuşan kavramlar üzerinden savrulan fikir kırıntıları, bütünlüklü bir düşünce doğuramıyor. Ülke aklı askıya aldığı, düşünmekten vazgeçtiği için açmazda. Ağzına gelen her sözü değerli sanan insanlar arasında kaybolur yaratıcı, özgün fikirler. Hep böyledir, gürültü altında eziliyoruz. 
Aydınlanma akşamdan sabaha gerçekleşmiş dönüşüm değildir. Doğayı anlama, bilimle yön bulma, aklı mutlak egemen kılma insanlık için zorlu, kanlı süreçtir. Farklı düşünürlerin yaklaşımlarıyla uzun zamanla gelinmiş felsefi, toplumsal düzeyden söz ediyoruz. İnsan aklının üzerinde herhangi bir gücü, iradeyi kabul etmemek cesaret işidir. Bugün yığınların bunu başardığını düşünmek saflık olur. İnanmak kolaydır, sorgulamak güçtür. Temel çelişki burada başlar. Biri, başına geleni yazgı olarak görür, Tanrı’nın emri sayar. Diğeri edimleri ile sonuca varır. Nedenlerle meseleleri kavrar ve sorumluluktan kaçmaz. 
KantAydınlanma, insanın kendi ayağıyla içine düştüğü toyluktan kurtulmasıdır.
Toyluk, insanın kendi aklını bir başkasının rehberliğine ihtiyaç duymaksızın kullanamamasıdır. İnsanın bu toyluğa kendi ayağıyla düşmesinin nedeni de akılsız olması değil, aklı başkasının rehberliği olmaksızın kullanma kararlılığı ve cesaretini
gösterememesidir” der. 
Bundan dolayı, Aydınlanma’nın sloganı şudur: 
* “Sapere aude! (Kendi aklını kullanma cesareti göster)” 
“Toyluk” özenle seçilmiş sözcük. Suçlama yok, erken dönem zaafı olarak görüyor Kant bunu. İnsanlık öğrendikçe, geliştikçe bu toyluktan kurtulacak, iradesine sahip olarak, tercihlerini buna uygun yapacak, beklenti bu yönde. Peki, öyle mi? Tanrı fikrinin bir tarihi var. İnanç belli ki insanın doğasında var. Bunu belli dengede tutmak mümkün… Eğer aklın egemenliğini baskılarsa sonu felaket oluyor. Devrimler çağına yakından bakmak gerek. Bahis uzun, bize dönelim… 
Cumhuriyet aydınlanma fikri üstüne inşa edildi. Kapitalistleşmeyle birlikte kaçınılmazdı Osmanlı’nın yıkılması. Yerine ne konacağı önemliydi. Cumhuriyet ancak devrimle kurulabilirdi, öyle oldu. Mustafa Kemal başardı. Osmanlı’yı onarma fikri gericidir, Cumhuriyet kurmak ilericidir! Namık KemalŞinasi gibi isimler aydınlanmacıydı, devrimci değillerdi. Her devrim yeni sorular, sorunlar getirir kuşkusuz… Genç Cumhuriyet bu çatışmaları yaşadı, üzücü olan ilerleme beklentisinin boşa çıkmasıdır, uzun zamandır ricat söz konusu. 
Kapitalizm feodal toplumsal yapıya yönelik ciddi itirazdı başlangıçta. Endüstrileşme işçi sınıfını doğurdu, Aydınlanma etkisiyle kapitalizm ilerici rol üstlendi. Demokrasi bunun ürünüdür. Tanrı’dan güç alan hükümdarın egemenliği altında herkes onun kulu, kölesi, mülküydü. Kapitalizm mülkiyeti Tanrı eliyle kullanmak yerine, akılla elde edilen beceri sonucunda yurttaşlara dağıtmayı vaat etti ve başardı. Demokrasi burada önemli işlev gördü. Lakin insanlar eşit değildi. Uluslar aynı güce sahip değildi. Mülk/para güçlü olanın elinde birikti. Eşitsiz toplumsal yapı, patronların hızla güçlenmesine neden oldu. Mülkiyeti elinde bulunduran yeni, büyük başka güçler doğdu. Buna karşılık işçi sınıfı oluştu ve onun hak mücadelesi başladı. Kapitalizm muhafazakârlaştı, gericidir.
* İşçi sınıfı, kavgası doğası gereği ilericidir, sosyalist olmak zorundadır. 
Cumhuriyet aydınlanmanın ürünü insanlar yarattı, bu toplam, kaçınılmaz biçimde sınıfsal bilinç edinmeye başladı. Köy Enstitüleri bunun somut örneğidir. Üreten, okuyan, bilime uygun davranan insan elbet soracak, itiraz edecekti. Kapitalizm bu insandan korkar. Aklı, aydınlanmayı askıya almak ister. Patronlar saltanatları yıkılacağı için komünizmi öcü olarak sundu. Gericiliği beslemeye başladı düzen. Bunun sonucudur 1954’te Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurulması. İlk başkanı ülkücü İlhan Darendelioğlu’dur. Fahri başkan Cemal Gürsel’dir. 
Komünizmle Mücadele Dernekleri ülke siyasetini o günden bu tarafa yönetmektedir. Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Recai Kutan, Abdullah Gül, Numan Kurtulmuş, Ahmet Davutoğlu ve Recep Tayyip Erdoğan bu derneğin üyesidir. Sıkı durun, Fethullah Gülen Erzurum kurucu üyesidir. Aydınlanmanın okullarında yetiştiler, ancak kapitalizme uygun düşündüler. Akla uygun davranır gibi görünseler de sorgulanması pek mümkün olmayan ilahi bir güce dayandırdılar iktidarlarını. Kapitalizm bunu istemekteydi, piyasa koşullarının egemenliği için işçinin düşkün kalması zorunluydu. Milliyetçilik, dincilik buna uygundur.
* İlerici ilkelerle yola çıkan Cumhuriyet gericileşti. Çöküşün nedeni budur! 
Son günlerde mülkiyet tartışması sürerken yukarıdaki verilere iyi bakmak gerek. AB, NATO, BM türü kurumlar neden gericidir anlamak için hangi egemen güce hizmet ettiğini görmek gerek. Elbet küçük mülkünü korumak kaygısıyla Komünizmle Mücadele Derneği önderleriyle yan yana düşmemeye de dikkat etmek gerek.
Dediğim gibi, ilericiliği biçime indirgerseniz yanılırsınız!
RTE muhalifliği ilerici olmaya yetmez!
======================================
Dostlar,
Cumuriyet‘in yeni yazarlarından Enver Aysever, uygarlık tarihinin kilit kavramlarından AYDINLANMA‘yı, Aklı, Sorgulamayı…. ve Siyasal Düşünce Tarihinin – Siyaset Felsefesinin en parıltılı düşünürlerden ünlü Alman filozof İmmanuel Kant’a yer veriyor bu önemli yazısında.
SAPARE AUDE“, Aydınlanma Felsefesinin 1784’e tarihlenen bir çığlığıdır adeta.
Bizim de doğrusu kulaklarımızdan hiç eksilmiyor..
Kant, 1784’te bir “Aydınlanma mektubu” yazar insanlığa.. Yaklaşık 5 sayfa olan bu metnin erişkesini (linkini) sunuyoruz, okunmasını ve paylaşılmasını, üzerinde düşünülmesini dileriz :
Çağdaş bağlamda Aydınlanma (Enlightenment);
Aklın inançtan, Bilimin de dinden özgürleşmesidir. 

* İnsanın Aydınlanmasına ömürlerini, canlarını – yaşamlarını veren tüm erenlere selam olsun..

Hallac-ı Mansur’dan Giardano Bruno’ya,
İbni Sina’dan Galileo Galile’ye,
İbni Haldun’dan Jan Huse’a,
Farabi’den Copernicus’a..
……………
Türkiye Cumhuriyetini kuran ve Anadolu Aydınlanmasını başlatan başta Mustafa Kemal ATATÜRK olma üzere dava yoldaşlarına,
Son dönemlerin Aydınlanma bilgesi İlhan Selçuk‘a ve 19 yıl önce bu gün kalleşçe öldürülen Ahmet Taner Kışlalı‘ya…. selam olsun, selam olsun, selam olsun!

İnsanlığın geleceği, hiç ama hiç, zerrece kuşku olmaksızın “bilimsel akılcılığın” egemen olacağı bir eksende kurulacak ve yükselecektir..

Sevgi ve saygı ile. 22 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Meseleleri mesele yapmazsanız…

Meseleleri mesele yapmazsanız…

Uğur Cilasun

ucilasun@gmail.com
YURT Gazetesi, 01 Ekim 2018

Neredeyse 40 yıldan fazla, Türkiye’nin siyasal yaşamının en önemli aktörlerinden biri olan, merhum Başbakan-Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, siyasal literatürümüze pek çok unutulmaz söz de kazandırmıştır:

“Yollar yürümekle aşınmaz” 
“Dün dündür, bugün bugündür”
“Benzin vardı da biz mi içtik?”

gibi unutulmaz deyişler, O’nun geride bıraktıklarındandır.

Ama şimdi tümünü yazacağım deyiş, bana göre tüm bunların fevkinde (AS: üstünde) “siyasal oportünizmin doruğu” olan bir sözdür. Süleyman Bey,

  • Meseleleri mesele etmezseniz, ortada mesele kalmaz

deyişi ile yalnız ülkemizin değil, dünya siyaset tarihinin en unutulmaz sözlerinden birini literatüre (AS: yazına) armağan etmiştir.

Aslında şöyle bir baktığınızda, çok basit ve kolay anlaşılır bir cümleymiş gibi geliyor ama biraz düşünürseniz, nasıl derin bir yaşam felsefesi, yaşama karşı nasıl değişik bir duruş taşıdığını görüyorsunuz.

Bu bakış açısı, sıradan insanlar için yaşamın getirdiği zorluklara karşı “dervişane” bir tutumu ifade ediyor. Yönetici konumundaki insanlar için de, bütün sorunları çözen bir sihirli anahtar görevi görüyor.

Süleyman Bey’in devr-i iktidarından sonra gelen AKP yöneticileri ve onların efsanevi lideri Tayyip Bey, Süleyman Bey’in bu derin felsefesini kusursuzca benimsemiş görünüyor.

Memleket ekonomik olarak, tarihinin en büyük dar boğazlarından birinde boğuluyor.
Parası pula dönüyor.
Yoksulluk almış başını gidiyor.

Tayyip Bey, “Kriz falan yok, hepsi manüplasyon” diyor. Bir gün önce, tutuklu Amerikalı rahip Brunson’ı kastederek “Bir papaz yüzünden bizi ekonomik zorluklara sürüklüyorlar” diye yakınıyor; ertesi gün “Bu sıkıntıların rahiple bir ilişkisi yok” diyor; sorun, sorun olmaktan çıkıyor.

Liderlerinin izinden giden Bakanlar da O’nu aratmıyor. Ekonomi Bakanı Damat Bey

“Ülkemizin borç durumu dünyanın en iyilerinden” diyor.

Adalet Bakanı “Ekonomik sıkıntı gerçek değil, psikolojik” diyor…

Örnekler pek çok… En son, 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası finallerini, çok ağır gerekçelerle ülkemize vermiyorlar. Spor Bakanı “Ülkemizin kaybettiği hiçbir şey yok” diyor.

İktidar “Meseleleri mesele olmaktan çıkarıyor”.

Süleyman Bey’in ruhu şad oluyor.

Erdoğan’ın milisleri!

Erdoğan’ın milisleri!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)
Cumhurbaşkanı’nın dünürü Orhan Uzuner’in liderliğinde kurulan grubun amacı ‘darbe girişiminde halkı kısa sürede sokağa dökmek’ Grubun ocak ayındaki ilk toplantısında Uzuner, gerekli cihazları aldıklarını dile getirerek, “En küçük cihazımız düdük. Arabamda megafon var. Gerektiği zaman kullanacağımız silah var. Böyle hazırlıkları yapmamız lazım” ifadelerini kullandı. Uzuner, “Liderimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan etrafında kenetlendik” dedi.

[Haber görseli]

15 Temmuz darbe girişimini eniştesi Ziya İlgen’den öğrenen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dünürü Orhan Uzuner, “benzer bir darbe girişimi ya da kalkışma anında” halkı çok kısa sürede sokağa dökebilmek için geniş bir iletişim ağı kuruyor. “Kardeş Kal Türkiye” adını taşıyan grup Uzuner liderliğinde, anlık iletişim için WhatsApp grupları oluşturuyor, her ilçede telsiz sistemleri kuruyor, radyo yayını yapabilmek için şirket kuruyor. Grup, Sağlık Bakanlığı sertifikalı ilkyardım, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü sertifikalı insansız hava aracı – drone kullanım eğitimleri alıyor.

“Kardeş Kal Türkiye” grubu, 15 Temmuz darbe girişimin ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dünürü, Bilal Erdoğan’ın kayınpederi Orhan Uzuner’in liderliğinde kuruldu. Katılımcılar, fikir babaları Orhan Uzuner’i görüyor.

En kısa sürede sokak

Grubun kuruluşunun temel amacı, “yeni bir darbe girişiminde, kalkışmalarda, halkı en kısa sürede sokağa dökmek” için iletişim altyapısı kurmak olarak açıklandı.

Bu amaçla, atılan ilk adım, popüler anlık mesajlaşma uygulaması olan WhatsApp için atıldı. “Kardeş Kal Türkiye” içinde yer alan herkes, bir WhatsApp grubuna dahil ediliyor. Gruba girmesi kabul edilen tüm katılımcılardan da kendi WhatsApp grubunu kurması isteniyor. WhatsApp grupları birbirlerinden habersiz. Ancak Uzuner, tüm grupları kontrolü altında tutuyor.

Uzuner, grubun çeşitli toplantılarında, söz konusu WhatsApp gruplarında siyasi değerlendirmelerin paylaşılmaması talimatını veriyor. Sadece grup yöneticilerinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ilgili bilgileri paylabileceğini belirtiyor. Grubun çalışmaları arasında telsiz sistemlerinin kurulması da var. Bu kapsamda Uzuner, her ilçede 3 telsizcinin seçilmesi talimatını verdi. Telsiz sorumlularının kim olacağını ise doğrudan Uzuner belirliyor.

“Kardeş Kal Türkiye” grubu ayrıca “telsiz haberleşme” sistemi gibi çalışan ancak akıllı cep telefonları üzerinden iletişimi sağlayan uygulamalara da sahip. Grubun üyeleri “Zello” adı ile bilinen uygulamaya davet ediliyor. Kabul edilen üyeler aralarında telsiz ile haberleşebiliyor. Uygulamanın şu an için 300 üyesi var. Uygulamanın giriş şifresi ise “1071.”

Radyo kurulacak

Grubun bir internet radyosu kuruldu. Amacı, öncelikli olarak Uzuner’in paylaşımlarını yaygınlaştırmak, grubun faaliyetlerini duyurmak. Ancak “15 Temmuz’u unutturmamaya çalışan” bir yayın içeriğine sahip. Radyo için bir şirket kuruldu. Şirket, elindeki radyo lisansı ile karasal frekans alımı için de girişimde bulundu.

Drone eğitimi

Grup, üyelerine 4 başlık altında eğitim veriyor. Sağlık Bakanlığı sertifikasının dağıtıldığı “ilkyardım” eğitimi veriliyor. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafından 36 saat süreli insansız hava aracı – drone eğitimi de veriliyor. Ayrıca kurulacak telsiz ağı için de, telsiz lisans sınavına uygun bir kurs veriliyor. Üyeler kurslar aracılığı ile, haberleşme ve bilgi güvenliği konusunda da bilgilendiriliyor.

Olası darbe girişimi sırasında, elektrik ve internetin kesilmesi halinde, halkı sokağa dökmek için grubun geliştirmeyi planladığı sistemlerden biri de hoparlör ve siren sistemi. Sistemin, evlerde, binalarda, arabalarda bile kurulması amaçlanıyor. Ayrıca tüm üyeler, el megafonları temini için teşvik ediliyor.

Açık ‘silahlanın’ çağrısı

“Kardeş Kal Türkiye” grubunun Ocak ayı başında düzenlediği daha dar kapsamlı, ilk toplantısında Uzuner, grubun amacı, çalışma stratejisi ve iletişim yöntemlerini paylaştı.
Uzuner, söze “Ne yapsalar da bölünmeyiz, hep birlikte Türkiye’yiz” ifadeleri ile başlıyor. Uzuner konuşmasında, “Liderimiz ve özgürlüğün simgesi olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan etrafında kenetlendik. Ona bir zayiat gelmesini istemiyoruz” dedi. Grup olarak lazım olan cihazları aldıklarını dile getiren Uzuner, “En küçük cihazımız düdük. Arabamda megafon var. Gerektiği zaman kullanacağımız silah var. Böyle hazırlıkları yapmamız lazım” ifadelerini kullandı.

Uzuner konuşmasında bir akşam Ankara’dan yeni bir kımıldanmaya ilişkin bilgi geldiğini söyledi. Uzuner, “Arkdaşları aradım yok. Emniyet Müdürü’nü aradım, ‘öyle bir bilgi yok’ dedi. Sonra Allaha şükür durum müspet” dedi.

‘Evet’ için de varlar

Erdoğan’ın dünürü Uzuner’in henüz dar kapsamlı bu çalışması, darbe girişiminde halkı sokağa dökmek amacıyla planlarını yaparken, İstanbul’da çok sayıda toplantı da düzenledi. Başta WhatsApp grupları olmak üzere tüm iletişim yöntemleri, anayasa referandumunda evet sonucunun alınması için kullanılıyor. Uzuner toplantılarda bu yönde mesajlar veriyor, “evet” videoları çekiliyor.
========================================
Dostlar,

Ne demeli?
“Şükür Allah’a bu günleri de gördük…” mü demeli??

Tarihte milis güçleri – paramiliter silahlı güçler oluşturan faşist liderleri ve
kanlı iç savaşlarla faşizm bataklığına sürüklenen ülkeleri mi anımsamalı??

Yoksa, dünyada ve Türkiye’de halkın arasına çekinmeden giren, halkın sevgilisi olmuş politik önderleri mi anımsamalı?? Mustafa Kemal ATATÜRK gibi, Başbakan Bülent Ecevit (Halkçı Ecevit!) gibi, Cumhurbaşkanı ve Başbakan Süleyman Demirel gibi, başlangıç dönemlerinde Venezuela Başkanı Hugo Chavez, ABD Başkanları A. Lincoln, Bill Clinton ve B. Obama, Nehru, M. Gandhi, N. Mandela, Mao gibi… Erdoğan kaç koruma ile geziyor? 500 mü, 1000 mi, daha çok mu? Niçin? Erdoğan’ın güvenlik harcamaları ne düzeyde; resmi ve örtülü ödenekten? Bu doğal ve adil mi? Dünürün öncü olduğu hazırlıklar nereden – nasıl finanse ediliyor? Saydamlık var mı? Erdoğan ve Başbakan Yıldırım’ın tarihte görülmemiş muazzam rakamlara ulaşan örtülü ödenek harcamaları nasıl açıklanabilir? Buna kim sınır koyacak?

Halkın vergisi halka karşı silahlanan milislere kullanılabilir mi?

Bu politik kişiliklerin farklı patolojik yorumlamalarla paranoid bozukluklara (kuşkuculuk hastalığı) yakalandıkları, yaşamlarının zehir olduğunu, ülkelerini de cehenneme çevirdiklerini tarihten çok sayıda örnekle görüyoruz. Ya çok yanlışlar yapıyor halkı kendilerine düşman ediyor (kendi düşmanlarının yaratıyor!) bundan korkuyorlar ya da narsisistik kişilik başta olmak üzere megalomanik hezeyanlarla psikolojik açmazlara sürükleniyorlar..
Her 2 durumda da gerek kendileri gerek çevreleri ve ülke ağır bedeller ödüyor..
Sanrılar (hezeyanlar) çevreye bulaştırılıyor.. “Kardeş Kal Türkiye” (!?) milisleri kuruluyor.

Türkiye’yi kardeş tutmanın yolu, yandaşları kaynağı belirsiz paralarla silahlandırmak mıdır?? Bu ne denli tehlikeli, sevgisiz, barışsız, hukuksuz, demokrasisiz, insanlık dışı hoyrat yoldur??

Son olarak OHAL altında inletilen bir ülkede, akıl dışı bir halkoylamasına sürüklenirken,
bu tür haberler neden basına özellikle servis edilir? Haziran 2015 genel seçimlerini yitiren AKP, terör ve sabotajlarla halkı sindirerek seçimleri Kasım 2015’te yineletmiş ve 4,5 milyon dolayında ek oy (!?) ile %40’lara inen oylarını 9 puan artırarak (!?) gene tek başına iktidar olmuştu! Benzer senaryolar yinelenecek mi midir 16 Nisan 2017 halkoylaması sürecinde??
Bu yöntemler faşizmin klasik yöntemleri değil de nedir?

“Kardeş kal Türkiye” sötlemi kanlı tezgahların algı yönetimi midir bir bakıma??

Bir de sıkıkla gündeme getiriliyor : Devletin tepe yöneticilerinin yıllık resmi sağlık raporu alması ve bunların basına açıklanması.. Ne çok gerekli değil mi? Türkiye neden yap(a)maz?!

Sevgi ve saygı ile. 20 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..


Dostlar,

45 yıl sonra 12 Mart 1971 askeri darbesi için aşağıdaki yazımızı bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Ekleyelim ki; derin şaşkınlık içindeyiz (!), 45 yıl sonra Türkiye, nasıl da 12 Mart 1971 askeri darbesi öncesi koşullara benzer bir kıskaç ortamında gene??

Tarih tekerrür mü ediyor??
Niye?
Tarih, ondan gerekli dersi çıkaramayan “aptallar” için yinele(n)mez mi?
Biz aptal mıyız???
Biz aptal mıyız????
Biz ap – tal …..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

*********

43 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi

Dostlar,

12 Mart 1971 askeri darbesi yapıldığında Hacettepe Tıp Fakültesi’nde
1. sınıf öğrencisiydik. Bir anımızı aktararak başlayalım :

Hacettepe Tıp Fakültesi kütüphanesinde ders çalışmaktaydık.
Kaynak araştırırken bir kitap gözümüze ilişti :

  • MARKSİZM ve GERİLLA SAVAŞI..

Dikkatimizi çekti, ödünç aldık akşam evde okumak üzere. Tuzluçayır’da bir gecekonduda kiracı idik. Emniyet Komiser Yardımcısı babamız Artvin’de
Şark hizmetinde” idi. EGO otobüsünden son durakta indik ama daha 10 dakika kadar yürümemiz gerekiyordu. Tepede, yol ağzında bir asker, elinde silahı ile nöbetteydi. Başımıza çook işler açabileceği korkusuna kapıldığımız kitap çantamızdaydı.
Ya bizi durdurur ve ararsa? “Tehlikeli” üstelik de kırmızı renk ciltlenmiş bu “Kitabı” (?) bulursa halimiz ne olacaktı? Ailenin büyük çocuğu bizdik, babamız uzaklardaydı.
Bacaklarımız titremeye başlamıştı. Geri dönemezdik, deyim yerinde ise “çaktırmamak” da gerekliydi. Bütün hünerimizi (!) kullanarak, 1-2 dakikalık süreci saatlermişçecine, büyük gerilimle yaşayarak evimize doğru yürüdük. Yüreğimiz göğsümüze sığmıyordu..

Neyse, korktuğumuz başımıza gelmemişti..

Gece bir miktar karıştırdık ve sabah ilk iş olarak iade ettik bu “belalı” (!) kitabı.
Daha sonrasında da endişemiz bitmedi. Ya o kitap bir “tuzak” idiyse ve biz fişlendiysek?

***********************

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç Hazretlerine..

Sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığını ve “bu elbisenin” ülkeye bol geldiğini, daraltılması gerektiğini buyuruyordu. Demesi oydu ki; 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik hak ve özgürlükler rejimi sorunun temel kaynağıydı.

Gerçekte ise “sorun” çok kaynaklıydı.. Türkiye İşçi Partisi, adil seçim sistemi
(Ulusal Artık –
Milli Bakiye) sayesinde 15 sosyalist milletvekilini TBMM’ye taşımıştı (1965). TBMM’de ezber bozmaktaydılar. Çetin Altan harika konuşmalar yapıyordu.
İsmet İnönü, CHP Genel Başkanı olarak, “CHP’nin Ortanın solunda olduğunu” açıklamak zorunda kalmıştı.

İşçi hareketleri, sendikalar, öğrenci eylemleri, üniversitelere yansıyan
68 Fransa Üniversite Gençliği Eylemleri, ekonomide gelinen bıçak sırtı,
16 Şubat 1969 Beyazıt Kanlı Pazar’ı, 15-16 Haziran 1970 işçi eylemleri..
 vb.

O zamanki adıyla “anarşi” ülkede kol geziyordu. Necip (soylu) halkımız,
“anarşik eylemlere” karışanlara “anarşit” diyordu. Gerçekte bu terimin doğrusu “Anarşist” idi. “Anarşizm” bir ideoloji idi kurulu düzene karşı kullanılan.
Bu ideolojiyi benimseyen ve uygulayanlara ise “Anarşist” denmekteydi.

“Anarşi” ve “Anarşitler”, “solcu ve yıkıcı” olarak niteleniyordu. Ülkenin ulusal varlıklarına sabotajlar düzenliyorlardı (!). Kökleri dışarıda idi. Marksist-Leninist idiler!
Örn. Marmara araba vapurunu batırmışlar, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’ni yakmışlardı! Sonradan bu eylemlerin provokasyon olduğu kanıtlanmıştı ama
amaca da ulaşılmıştı ne yazı ki..

Asker ve polisle çatışıyordu “bu anarşitler..”, banka soyuyorlardı.

“Anarşitleri” ihbar eden ve yakalanmalarını sağlayan “sayın muhbir yurttaşlar
hatırı sayılır para ödülü almaktaydılar.

*****

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ise bu kez “anarşi” yerine “terör”, “anarşit” yerine “terörist” gelmişti. Gene bir Marksist-Leninist örgüt ile karşı karşıya idik.
Kökü gene dışarıda idi, yıkıcı ve bölücü idi..

Senaryo yineleniyordu “yeni kurban aktörler ve yeni retorik” ile..

*****

Bu gidişe bir “dur denilmesi” zamanı gelmiş hatta geçmekteydi de..

12 Mart Muhtırası hazırlandı12 Mart 1971‘de Genelkurmay Başkanı
Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur‘un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay‘a  verildi ve Demirel hükümeti istifaya zorlandı. Muhtıra’da şöyle denildi :

  • Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
  • Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
  • Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize… 

Süleyman Demirel, Başbakanlık koltuğunu terk etti, şapkasını alıp gitti..
Zaten, O’nun deyimiyle “Ülke 70 sente muhtaç” durumda idi.
Belki de hakkında hayırlı olurdu bu mola.. (kendi deyimiyle 6 kez gitti, 7 kez geldi!)

“12 Mart Balyoz hareketi ve büyük gözaltı” başladı.
Hukuk Profesörü Nihat Erim Başbakan oldu ve bir hukukçunun başına gelebilecek
en ağır yıkımı kendi diliyle başına sardı, hukukun en temel ilkelerinden birini çiğnedi :

“Makable şamil kanun yapacağız..” buyurdu.
(Geçmişe yürürlüklü yasa yapacağız..)

Büyük atasözüdür, “Dilim dilim, başıma giydirir kara kilim..”

Ülke genelinde sıkıyönetim, balyoz gibi “anarşit” lerin üzerine indirildi.
Toplumda ve Ordu’da “sol” hatta “Kemalizm” adına hemen tüm ögeler (unsurlar)
tasfiye hatta imha edildiler.. 12 Eylül kalanları temizledi.. AKP ile ise “eradikasyon” (kökünü kazıma) devrede.. Hatta Ordu’nun tasfiyesi..

Bu kez günah keçilerinin jargonu “Darbeci”!
AKP Hükümeti tam bir paranoya içinde..
Uçan kuşlar, esen yeller, akan sular… her şey ama her şey AKP’ye DARBE’yi anımsatıyor!

Onmaz bir politik paranoid bozukluk ve türevi darbe obsessif- kompülsif bozukluğu..

Bu yüzde yüzlerce yurtsever, öncü, gazeteci, yazar, asker… yıllardır içerde..
Balyoz mu demezsiniz, Ergenekon mu, Askeri Casusluk mu…?
Gırla komplo AKP hükümetine karşı..
Düşmanını yarat, yalanı büyük söyle ve belki, bir süre sonra sen de inan!
Ne hazin seyran..
Neyse ki bu günlerde biraz tavsadı bu hezeyan..

*****

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan..
“3 Fidan” 20’li yaşlarında idam edildiler.
Oysa hiçbir yaralama ve öldürme eylemleri olmamıştı.

******************

1961 Anayasası’nın 35 maddesi değiştirildi ve Muhtıra’nın başındaki komutanın
Bu anayasa bol geliyor..” bağlamındaki yakınmasının gereği yapıldı.
Anayasa Hukuku Profesörü Nihat Erim Başbakan iken..

Rejim zap-ü rapta alındı.. “Anarşit” ler temizlendi ve “anarşi” durdu(ruldu)!

Necmettin Erbakan, sağcı-dinci-milliyetçi-muhafazakar ilk partisini kurdu ve
hatırı sayılır oy aldı.. Önlenemeyen yükseliş başlamıştı ve 12 Eylül sonrasında,
Anayasa Mahkemesince birkaç kez kapatılıp ertesi gün yenisi açılan
Erbakan partilerinden Refah Partisi 1. parti oldu ve Çiller’li DYP ile
Refah-Yol Koalisyonunu kurdu,

Erbakan Başbakan bile oldu!

  • 12 Mart 1971 Darbesi Erbakan’ı iktidar yaptı..
  • 12 Eylül 1980 Darbesi de O’nun “Milli Görüş Gömleğini Çıkaran”
    ayrık otu çocuklarını, RT Erdoğan – Abdullah Gül ve takımını iktidar yaptı.

İşte size son 40 yılın kısa bir siyasal-tarihsel panoraması..

Veee, son darbe de bu 2 kritik dönüşümde kullanılarak işlevini şimdilik tamamlayan,
NATO süreçlerinde 1952’den bu yana “başkalaştırılan” (metamorfoza uğratılan)
TSK’ya vuruluyor..

Sonrası mı.. yazmaya gerek var mı?

***************************

Ama bu lanetli “Yeni Sevr” (BOP!) mutlaka bozulacak.

Büyük Atatürk‘ün hedefe attığı şaşmaz ok yoluna devam edecek :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
12.3.14, Ankara
(Geçen yıl bu gün yazdığımız yazının güncellenmiş biçimidir..
yazının pdf formatı için : 43_Yil_Sonra_12_Mart_1971_Darbesi)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Gazetelerin basıldığı ülke

Gazetelerin basıldığı ülke

Can Dündar
Cumhuriyet, 14 Eylül 2015
Türkiye’de basına baskıların tarihinde ilk doruk noktası 1945 tarihli Tan matbaası baskınıdır.

Tan baskınının belgeselini hazırlarken baskına gidenler arasında Süleyman Demirel’in de bulunduğunu öğrenmiştim. Kendisine sormak lazımdı. Fikret Bila’ya rica ettim; o sordu.

“Evet”
dedi Demirel; “Tan baskını sırasında oradaydım. O zaman anti-komünizm çok revaçtaydı ve o havadan etkilenmemek mümkün değildi. Olaya katıldım. Ama elebaşı değildim.”


Biliyor musunuz; o belgesel sırasında bir başka gerçek daha ortaya çıktı:

Matba basılırken Turgut Özal da oradaydı. Türkiye’nin demokrasiye geçmesinin hemen arifesinde gerçekleşen bir matba baskınının 2 Cumhurbaşkanı çıkarmış olması garip değil mi?

Tan’dan Hürriyet’e

Son Cumhurbaşkanı o ilk baskında yaşamda değildi, ama son baskını tetiklemek O’na kısmet oldu. Matba baskınlarından Cumhurbaşkanı yetiştiren Türkiye, 70 yılda, Cumhurbaşkanı’nın hedef göstermesiyle gazetelerin basıldığı bir ülke durumuna geldi.

Baskın kadar vahim olan şey, medya kurumlarının suskunluğu, hatta teşvikçiliğiydi. Merkez medya baskını görmezden gelmeyi tercih ederken, yandaş medya neredeyse alkış tuttu. Yarın kendi başına gelebileceğini unuttu.

Cumhuriyet, önceki hafta İpek Koza Grubu baskınında olduğu gibi Hürriyet baskınında da basın özgürlüğünün safında yani Hürriyet’in yanında durdu. Hem sayfalarımızda baskın haberlerine geniş yer vererek, hem Hürriyet’i ziyaret ederek, bu barbarlığa karşı tavır aldık. Ve her zamanki gibi özgür medya için dayanışmanın önemini vurguladık.

Sarsıcı bir hafta

Geçen haftaya Dağlıca’nın kanlı bilançosunu bekleyerek başladık. Bir yandan da gözümüz kulağımız Cizre’deydi. Adeta iki bıçak birbirine sürtünerek daha keskin hale getiriliyordu. Hafta boyunca hem Dağlıca ve Iğdır saldırılarının yıkıcı sonuçlarını ve şehit cenazelerini, hem de Cizre kuşatmasını ve HDP’lilerin yürüyüşünü izledik. PKK saldırılarından ve HDP baskınından sonra bir iç savaş provasını andıran ırkçı tırmanışı yansıttık.
Saldırganlara kapı açan polisleri, jandarma barikatını aşamayan bakanları, cenazelerden yükselen tepkiyi verdik.

Türkiye’de ilk kez karşılaştığımız bu manzaraları görmezden gelen gazetelere hayret ettik. Ama onlara aldırmadan bildiğimiz yolda yürümeye, gizlenmek isteneni yazıp çizmeye devam ettik.

Mahmut Oral
Cizre’den, HDP’lilerin yürüyüşünden, sıcak bölgeden yolladığı haberlerle haftaya damgasını vuran muhabirimiz oldu.

Ve başta Emine Kaplan olmak üzere Ankara büromuz, gerek kongreye giden iktidar partisi içindeki kaynamayı ilk elden ve en ayrıntılı şekilde vererek, gerekse kongreyi herkesten erken, ustaca değerlendirerek övgüyü hak etti.

Hepimize iyi haftalar.

================================

Dostlar,

Can Dündar, “Mustafa” adlı filmiyle Mustafa Kemal Atatürk’ü indirgeyici, haddi değil ama küçümseyici pek çok kesimin, bu arada bizim tepkimizi çekti.

Şu sıralar Cumhuriyet‘in genel yayın yönetmeni.
Bu gazete bize Mustafa Kemal’den, Yunus Nadi’den emanettir.
Mustafa Kemal’in isteğiyle İstanbul’daki matba, Yunus Nadi tarafından büyük zorluklarla Ankara’ya taşınmış ve Kurtuluş Savaşı’nın sesi olmuştur. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden bir gün sonra bu gazete İngilizler tarafından kapatıldı. 10 Ağustos 1920 sonrası gazetesini “Anadolu’da Yeni Gün” adıyla çıkardı ve Anadolu’daki Milli Mücadele’yi destekledi.

Epey çalkantı geçirdi Cumhuriyet.. İlhan Selçuk yıllarca “Gazete“‘ye kol kanat gerdi.
Can Dündar ile birlikte “Gazete” deyim yerinde ise Yeni-Cumhuriyet ya da Light-Cumhuriyet’e dönüştü. Bu doğrultu sapmasından hiç mutlu değiliz ve onaylamıyor, yanlış buluyoruz. Zaman içinde bu yalpalamanın da aşılacağını umuyor, aşılmasını diliyoruz.

Ancak bu arada “Gazete” AKP ve Bay RTE’nin hışmına uğruyor..
Hürriyet de öyle..
Dün NOKTA Dergisine de benzer baskı uygulandı ve Dergi toplatıldı, sorumlu müdür gözaltına alınarak mahkemeye verildi, denetimli serbestlik kapsamında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Biz Üniversiteye (Hacettepe Tıp) başladığımız yıllardan (1971) bu yana bu gazeteyi okuruz. 20’yi aşkın yazımız, söyleşimiz (Leyla Tavşanoğlu..) yayımlanmıştır (özellikle Sami Karaören döneminde, 2. sayfada). Bizim için 2. bir okul – öğretmen olmuştur.

Atatürk’ün adını koyduğu ve bizlere emanet bıraktığı bu Gazetenin yeniden tam anlamıyla, içten bir Kemalist – Atatürkçü – Devrimci çizgiye gelmesini  diliyoruz. Uğur Mumcu’nun, İlhan Selçuk’un, Nadir Nadi’nin, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun… kemikleri sızlatılmamalıdır.

Özgür basına yapılan hukuk dışı, demokrasi dışı, faşist iktidar baskısını şiddetle kınıyoruz!

Bunlara son verilmesini, özgür basının eleştirilerinden yararlanılmasını istiyoruz. Bay Erdoğan, Guiness Rekorlar Kitabına eminiz, açtığı dava sayısı nedeniyle, kimseciklerin geçemeyeceği biçimde girmiştir. Bu “tuhaf” ve kabul edilemez baskıya son verilmelidir.

Bay Erdoğan, AİHM’nin AİHS bağlamında verdiği içtihat kararlarına saygılı olmalı ve sert de olsa eleştiriler karşısında hoşgörülü davranmalı, tahammül etmelidir. Erdoğan, “..bunlaaaaar..” diye başlayarak ötekileştirici – ayrıştırıcı -aşağılayıcı – suçlayıcı ve hatta hedef gösterici ağır bir dili ısrar ve inatla kullanmakta ve toplum katmanlarına, kişilere, kurumlara hakaret ederek yargıya, polise… hedef göstermektedir. Bu davranışlar suçtur, suça tahriktir, hatta suça azmettirmedir. Ancak, CB’lığı dokunulmazlık zırhının ardında bunları yapmaktadır. 15-16 yaşında çocuktan tutun, 90 yaşını geçmiş insanlar, “Cumhurbaşkanına hakaret” takıntısı ile yargılanıp hapsedilmektedir.

Bu baskıcı – bilinçli yıldırma tutumu sürdürülemez ve kabul edilemez.

Bay RTE, dava açma hastalığını bırakıp, aynaya bakmalı ve toplumdaki kendisine dönük bu yaygın nefretin nedenlerini araştırarak topluma ve değerlerine saygılı bir tutum izlemelidir.

*****

Basına yapılan hukuk, Anayasa, yasa dışı tüm baskıları kınıyor ve son vermeye çağırıyoruz. Bu bağlamda Cumhuriyet‘e de desteklerimizi açıklıyoruz. Son birkaç gündür Cumhuriyet‘in web sitesine erişimin engellenmiş olmasını kabul edilemez buluyor ve asla yinelenmemesini istiyoruz. Bizzat Erdoğan çıkıp demeç vermeli, hatta uygarca özür dilemeli ülkedeki gerilimi yumuşatmalıdır. 13 yıldır ülkeyi tek başına yönetmektedir, Demokratik – Laik Cumhuriyetin nimetleri ile bu göreve  gelmiştir, aynı yolla da gitmeyi içine sindirmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
15.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

17 Ağustos 1999 Marmara depremi kayıpları anılıyor

 

17 Ağustos 1999 Marmara depremi kayıpları anılıyor

17 Ağustos kayıpları anılıyor
Marmara Bölgesini sarsan, resmi kayıtlara göre 17480 kişinin yaşamını yitirdiği,
500 bini aşkın insanın evsiz kaldığı 17 Ağustos 1999 depreminin 16’ncı yıldönümünde, deprem kurbanları bu akşam başta Gölcük olmak üzere depremin etkilediği öbür yerleşim birimlerinde anılacak.

Depremin etkilediği yerleşim birimlerinde, büyük yıkımın 16’ncı yıldönümünde
deprem kurbanları için bu akşam anma etkinliği gerçekleştirilecek. En büyük can ve
mal yitiği meydana gelen Gölcük’teki anma etkinliği yarın saat 21.00’de Kavaklı kıyısında

gerçekleştirilecek. Yerel yöneticiler ve Kandilli Rasathanesi yetkilileri ile bilim adamlarının da katılacağı bu anma etkinliğinde, Marmara ve depremi ve olası depremler konuşulacak.
Akşam geç saatlere dek sürecek olan bu etkinliğin ardından, depremin meydana geldiği
17 Ağustos (1999) saat 03.02’de Kavaklı kıyısında deprem kurbanları anısına denize
çelenk bırakılacak.17 Ağustos 2016 Pazartesi günü ayrıca Gölcük’te Donanma Komutanlığı’nda da,
depremde yaşamını yitiren askeri ve sivil çalışanlar için de anma töreni yapılacak.

=============================================

Dostlar,

Arşivimizde aşağıdaki gibi bir not var :

“Ulusal Devlet, Bağımsızlık ve Özelleştirme”
(Panel, Değirmendere / Gölcük, 25.07.1998)

Başta Gölcük olmak üzere Marmara Bölgesini, Kocaeli’yi, Yalova’yı derinden vuran
büyük depremden (Richter ölçeğine göre 7,4 şiddetinde idi) yaklaşık 1 yıl önce..
Şirin Gölcük’te ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) adına düzenlenen bir açıkoturumda idik. Kıyıda güzelim ağaç yontular (heykeller) vardı, açıkhava müzesi gibi idi çevre.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden Prof. İzzettin Önder;
sendikacı, sonra CHP Kocaeli milletvekili İzzet Çetin ve
biz (Edirne’den gelerek, ADD Genel Merkezi adına) konuşmacılar idik.

57. Koalisyon Hükümeti (Ecevit – Yılmaz ve Bahçeli) yaygın ve hızlı özelleştirmelere zorlanıyorlardı KüreselleşTİRmeci = yeni emperyalist güçler tarafından..
Özellikle MHP’li Ulaştırma Bakanı Prof. Enis Öksüz, telefon sisteminin özelleştirilmemesi için elinden geleni yapıyordu. Sonra bu sayın Bakan istifa ettirildi ve AKP döneminde
2-3 yıllık geliri karşılığı olan 6,5 milyar Dolar’a Lübnan’lı S. Hariri’ye (Öger Grubu)
AKP – Bay RTE tarafından TV ekranlarında şovlar yapılarak peş keş çekildi (14.11.2005).

AKP döneminde Kasım 2002 – Ağustos 2015, yaklaşık 13 yılda, tutarı 60 milyar Doları aşan kamusal varlık yerli – yabancı – yandaşlara satıldı..

1998, bu yabanıl (vahşi) sürecin başlangıç – erken yıllarıydı.
Vargücümüzle “özelleştirme” sürecinin yıkıcı sonuçlarını aktarmaya çabalamıştık.

Bugün geldiğimiz yer ortada..
O güzel akşamdan 1 yıl kadar sonra da 17 Ağustos 1999, saat 03.02 – 03.47 arasını,
“45 saniyelik bir şey” i yaşadık..

Geçen 16 yılda bölgede yapı stoku epey yenilendi. Ancak bunun oranını bilemediğimiz gibi, yapı denetimini özelleştirdikten sonra ne ölçüde etkin işlediğini de bilemiyoruz.
Geçtiğimiz hafta Prof. Naci GörürCumhuriyet‘te önemli uyarılarda bulundu.
Türkiye’nin ve AKP iktidarının gündeminde deprem yok!

Bir dahaki yıkım (felaket) ne zamandır acaba?
Eldeki veriler Türkiye’de her 7 yılda büyük ölçekli bir deprem yaşandığını göstermekte.
Büyük Marmara depremine ise en çok 30 yıl olduğu kestirilmekte.

AKP iktidarı, 13 yılda Türkiye’nin bu stratejik boyut ve önemdeki sorunu karşısında
ne yaptı acaba??

Yöneticiler yine “takdir-i ilahi, kader, Allah’tan geldi…” masallarını uydurabilecekler mi?

Ya da merhum Süleyman Demirel gibi :

– ” .. ne yazık ki altımız çürük.. ne yapalım??” mı diyecekler??“Ulusal – Ülkesel Ölçekte Stratejik Deprem Plan ve Politikaları” geliştirmek ve gecikmeden uygulamak zorundayız.. Japonya’nın çooook başarılı sonuçları önümüzde..
Bu planlar Ulusal Afet Planları bütünlüğü içinde yer almalı, onların bütünleyici parçası olmalı.

Avcılar’da 6+ katlı bir binanın giriş katında oto galerisi yapılmak üzere en az 1 kolonunun kesildiğini unutmadık.. Bu bine bu yüzden çöktü ve çok sayıda masum yurttaş kurban oldu.
“Kolon kesen” caniler bu ülkenin hangi okullarında okudular?
Oraya işyeri açılma izni veren belediye görevlileri bu akıldışılığı görmediler mi?
Binanın özgün planlarına bakıp, varsa değişiklik (tadilat), karşılaştırma niçin yapılmadı?
“Kolon kesen” caniler ve orada olup biteni görmezden gelerek işyeri açma izni verenler yargılandı mı, ne ceza aldılar??

O binanın fotoğrafları saklandı mı, tarihsel ders olsun diye??
Bütün bunları kim yapacak?

“7,4 az mı geldi?” diye Gölcük Deniz Üssünde yaşanan ağır yıkım ve yitikleri alçakça
alaya alan kimi “dinci – kinci” Ordu ve insanlık düşmanı yobazlar mı,
onların iktidardaki uzantıları mı??

Sevgi ve saygı ile.
17 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ONUR ÖYMEN’in Halk TV’de yaptığı görüşmenin özeti ve videosu


ONUR ÖYMEN’in Halk TV’de yaptığı görüşmenin özeti ve videosu

Portresi_ATA_ile

 

18 Haziran 2015 günü Halk TV’de Semra Topçu’nun programında Sayın Süleyman Demirel’in dış politika konusundaki yaklaşımıyla ilgili kimi gözlemlerimi aktardıktan sonra güncel gelişmelerle ilgili olarak özetle şunları söyledim:

 

Dış politika konusunda, işin esası, Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekleyici çözümler aramaktır. Son yıllarda Türkiye’nin bu ülkelere yönelik olarak izlediği politikalar Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumalarına yardımcı olacak nitelikte değildir. Esat yönetimi görevden ayrılsa bile Suriye’nin kimi bölgelerinde kendi devletlerini kurmak isteyenlerin bundan vazgeçeceklerini, kimi terör örgütlerinin de mücadeleden vazgeçip evlerine döneceklerini düşünmek olanaklı değildir.

Yalnız hava operasyonlarıyla terörün sona erdirilemeyeceğini koalisyon ülkeleri de kabul ediyor. O zaman kara operasyonu yapmak gerekiyor. Oysa kara operasyonuna hiçbir devlet katılmak istemiyor. Bu nedenle, Suriye’de terörle mücadeleyi Suriye Hükümeti yürütmek zorunda. Esasen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları da bu görevi Suriye Hükümetine veriyor. Bu durumda siz Suriye Hükümetini devirmek için silahlı mücadelede bulunan gruplara
destek vererek Suriye Hükümetinin terörle mücadelesini de zorlaştırmış olmuyor musunuz? Bugünkü koşullarda Suriye, bir yandan sizin de desteklediğiniz
Özgür Suriye Ordusu ile öbür yandan da terörist örgütlerle savaşmak zorunda. Türkiye’nin de katkıda bulunduğu yanlış politikalardan terör örgütleri
karlı çıkıyor.
Türkiye’nin izleyebileceği faklı politikalar var:

Suriye’yi kınayabilirsiniz, eleştirebilirsiniz, uluslararası kuruluşlara götürebilirsiniz. Ama, bence, o ülkenin şu anda BM’de temsil edilen yönetimine karşı silahlı güçleri desteklemek izlenmesi doğru olan politikalardan biri değildir. 

Ne yazık ki, Türkiye dış politikada Cumhuriyetin ilanından bu yana savunduğu temel ilkelerinden uzaklaştı.

Öncelikle komşularınızın toprak bütünlüğünü savunmalısınız.

İkinci olarak, terörle mücadelede ayrımcılığa müsaade etmeyeceksiniz.

İyi terörist kötü terörist yoktur. Bu mücadeleyi, başta kendi ülkenize saldıranlar olmak üzere bütün terör örgütlerine karşı uluslararası kuruluşlarla birlikte yürüteceksiniz. 

Dış politikada bugünkü yaklaşımların sürdürülmesinin
Türkiye’yi 2. bir Pakistan haline getirme riski vardır.

IŞİD’in mücadelesini Türk topraklarına yaymak işine gelebilir.
En ciddi tehlike budur. Başka terör örgütleriyle, IŞİD arasında Türk topraklarında da çatışma olabilir. Tüm bunları ancak etkili bir kriz yönetimi izleyerek önleyebiliriz. 

Bölgede Türkiye-İran sınırından başlayarak Akdeniz’e dek uzanacak büyük bir Kürt devleti kurulmak isteniyor. Bu devlet ikinci bir İsrail gibi büyük devletlerin stratejik menfaatlerine hizmet edecek bir nitelik kazanabilir.
Bu fikri, Amerikan basını ve devlet adamları da destekliyor. 


ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, kısa bir süre önce Washington’da kendisiyle görüşen Barzani’ye

“Bağımsız bir Kürt devletinin kurulduğunu sizin ve benim hayat süremiz içinde göreceğiz.” dedi.

Bu sözler ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmaktan vazgeçtiği anlamına geliyor. Bir süre önce İsrail Başbakanı Netenyahu da kurulacak bir Kürt Devletini İsrail’in tanıyacağını açıklamıştı. Amerikan basınında Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletine Türkiye’nin, Suriye’nin ve İran’ın Kürtlerin yaşadıkları bölgelerinin de dahil edilmesini savunan yazılar yayınlandı. Aşkale’nin (AS: Akçakale olacak..) güneyinde son olarak yaşanan çatışmalar PKK çizgisindeki PYD örgütünün denetimi altında bulunan toprakların sınırımızın güneyinde 600 kilometreyi aşan bir uzunluğa ulaştığını gösteriyor. Esas hedefin Kürt devletinin sınırlarının
birkaç yüz kilometre daha Batıya taşınarak Akdeniz’e uzatmak olduğu anlaşılıyor.

*****

İç siyasete dönersek, en önemli hedefimiz devletimizi gerçek bir demokratik yapıya ulaştırmak olmalıdır.

Geçen dönemdeki gelişmelere bakarsak bunun ancak AKP’siz bir koalisyon, azınlık hükümeti ya da erken seçim yoluyla olabileceğini anlarız.
Halkın seçimlerde verdiği mesaj doğru okunmalıdır. Halk,

“Tek bir partinin Türkiye’de ilelebet iktidar olmasını istemiyorum..”

diyor ve size AKP’nin dışarıda kaldığı bir koalisyon kurabilme şansı tanıyor.

Türkiye’de siyaset halkın söylediklerini esas almalı; iş adamlarının, medya patronlarının ya da yabancı ülkelerin beklentilerini değil. Halkın tercihlerine saygı göstermek gerek. Büyük devletlerin baskılarıyla İtalya ve Japonya gibi ülkelerde yıllarca aynı partiler işbaşında kaldı. Şimdi biz Türkiye’de bunu mu istiyoruz?
Oysa azınlık hükümetiyle yönetilen veya seçimlerde istikrarlı bir hükümet kurma olanağı çıkmadığı için yeni seçimlere giden birçok ülke var. Mesela Danimarka ve İsveç’te senelerce ülkeyi azınlık hükümetleri yönetmiş. 
MHP, HDP’yi koalisyon dışı bırakmak istediğini, hatta HDP’nin dışarıdan desteğini de istemediği söylüyor. Burada HDP kilit noktadadır.

HDP terörle bağlantılarını tamamen kesmeden Türkiye’de sağlıklı bir demokrasi yürüyemez.

Halk HDP’nin Meclis’e girmesini sağlayarak, aslında bu partiye bir şans tanıdı. Kısacası, burada önemli rol HDP’ye düşüyor. Eğer HDP.

– Ben terör örgütünün sözcüsü olmayacağım ve bu örgüt ile bütün bağlarımı keseceğim..

derse, belki MHP’nin HDP’ye karşı olan tepkisi azalabilir ve AKP’siz bir hükümet kurulabilir.

AKP’yle hükümet kurmaya heveslenenlere hatırlatmak gerekir ki;
bizim anayasamıza göre hükümet kurmak kolaydır, hükümeti düşürmek zordur.
Bu aşamada hata yapmamak gerekir. Son pişmanlık fayda etmez.


Halk TV’deki konuşmamın videosunun linki aşağıdadır.


https://www.youtube.com/watch?v=-GW5HmYb0gI&feature=youtu.be

Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen====================================

Dostlar,

Çooook deneyimli ve birikimli yurtsever dış politika uzmanı (E. Büyükelçi ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı) Sayın Öymen, ülkemize son derece değerli katkılar veriyor yorumları ve makaleleri ile, konferansları ile..
Bu konuda son yazdıklarına bütünüyle katılıyoruz.
Esasen biz de benzer içerikte bir makalemize web sitemizde daha önce yer vermiştik :

BİRLEŞİK BÜYÜK KÜRDİSTAN’a =
2. İSRAİL’e ve POSTMODERN ya da
YENİ SEVR’e = BÖLÜNMEYE BEŞ KALA…

http://ahmetsaltik.net/2015/06/20/birlesik-buyuk-kurdistana-2-israile-ve-postmodern-ya-da-yeni-sevre-bolunmeye-bes-kala/

Bir kez daha Türkiye’yi Büyük ATATÜRK‘ün altın öğüdüne uymaya çağırıyoruz..

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ..

Geç kalmadan..
Bunun ilk koşulu da AKP’siz bir hükümet…

Sevgi ve saygı ile.
23 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

22. ADALET-DEMOKRASİ HAFTASINDA UĞUR MUMCU – GAFFAR OKKAN – PROF. DR. MUAMMER AKSOY’u… ANIYORUZ…


22. ADALET-DEMOKRASİ HAFTASINDA
UĞUR MUMCU – GAFFAR OKKAN –
PROF. DR. MUAMMER AKSOY’u… ANIYORUZ… 

Dostlar,

Özgürlük – Demokrasi – AYDINLANMA kahramanı ve şehidi aziiiiiz Uğur Mumcuyu,
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan‘ı,
ADD Kurucu Genel Başkanı Prof. Dr.Muammer AKAOY’u başta olmak üzere
tüm yiğitlerimizi aramızdan koparılışlarının 22. yılında özlem ve savaşım azmiyle anıyoruz…

Biz İsparta Ulusal Güç Birliği’nin çağrılısı olarak bu kentte konferans vereceğiz
24 Ocak 2015 günü (bu gün) 14:00 – 16:00 arasında..

Sayın Başkan Mahmut ÖZYÜREK ve çalışma arkadaşlarına çook teşekkür ederiz.
İsparta’da salon sağlamak hiç kolay olmadı..

Sorunu sitemizde 17.1.15 günü (geçen hafta) yazdık.. Okunmasını dileriz..

İSPARTA’da 24 Ocak 2015 Günü Vereceğimiz Konferansın Engellenmek İstenmesi

(http://ahmetsaltik.net/2015/01/17/ispartada-24-ocak-2015-gunu-verecegimiz-konferansin-engellenmek-istenmesi/)

Öğretmenevi verilmişken izin iptal edildi!?
Halk Eğitim Merkezi de o saatte doluydu!?

Eeee. Süleyman Demirel‘in memleketinde “Demokrasilerde çare tükenmez” ilkesi geçerliydi ve özverili dava arkadaşlarımız bir düğün salonunu (Halı Sarayı Düğün Salonu) kiraladılar.

  • TÜRKİYE’de AYDIN CİNAYETLERİ
    NEDEN DURDURULAMIYOR?
    KATİLLER KİM??

başlıklı bir görsel sunumumuz olacak.
Bu yakıcı ve kritik sorunun yanıtını da vereceğiz.
Dönüşümüzde yansıları web sitemize koyacağız.
Kamera kaydı yapılabilirse onu da YouTube’a yükleyeceğiz.

*****

Bu etkinliklere emek veren tüm kişi ve kurumlara teşekkür ediyoruz.

Ülkemizin Özgürlük – Demokrasi – AYDINLANMA kavgasını canları pahasına sürdüren yiğitlerimizi şükranla selamlıyor, aziz anıları önünde saygı ile eğiliyoruz.

Devleti bu iğrenç cinayetleri aydınlatmaya ve engellemeye çağırıyoruz
bir kez daha,
BİN kez daha!

“Faili meçhul” yutturmacasını – dayatmasını kesinlikle reddediyoruz.

Tüm sözde “faili meçhul” cinayetlerin işleyenlerininin ve işletenlerinin günışığına çıkarılmasını istiyoruz.

İnsanın insana kıymadığı barışçı, demokratik, insan haklarına dayalı, hoşgörü iklimli

ve her tür şiddetin dışlandığı bir yaşam ve toplumsal düzen özlemimizdir.
Bu hedefler – özlemler için canlarını verenlerin yolundan yürümeyi sürdüreceğiz.

Ankara’daki çook varsıl (zengin) programı görmek için
lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız?? (16 MB)

22._ADALET_VE_DEMOKRASI_HAFTASI_PROGRAMI-2

Sevgi ve saygı ile,
24.01.2015

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

CHP ve Cumhurbaşkanı Seçimi


CHP ve Cumhurbaşkanı Seçimi

portresi

 

 

Cüneyt ÜLSEVER, PhD

 

 

Muhakkak ki CHP öncelikle; Cumhurbaşkanlığı için 2. turda öbür muhalif partilere
gönül verenlerden, hatta daha önce AKP’ye oy verdiği halde artık RTE’den
rahatsız olanlardan da oy alacak bir aday bulmak zorundadır. Bunu yapamaz ise Ağustos sonrası CHP yönetiminin ayakta kalması çok zor olur.

             ***

Ancak, CHP’nin Türkiye’de ilk kez halk oylaması ile seçilecek Cumhurbaşkanlığı yarışında şu noktaları da dikkate alması gerekir:

1) Bu kez millet genel seçimlerin aksine bir parti programına (vaatlere) değil,
bir kişiye oy verecektir. Hali hazırda geçerli Anayasa gereği seçilecek Cumhurbaşkanının, doğrudan yaptırım gücü yoktur. Seçilecek kişi çok güçlü
(ama 1. ama 2. turda oyların %50’sinin üzerinde bir oy oranına tek başına sahip olacak) ama yetkisiz olacaktır. Yetkisiz olduğu için programın anlamı olmayacaktır.

2) Genel ve Yerel Seçimlerin aksine Örgüt ilk kez kendisinden olmayan,
hatta tanımadığı bir kişinin propagandasını yapmak zorunda kalacaktır. Örneğin,
belki de Edirne Örgütü, yaşamında hiç Edirne’yi görmemiş, salt medya üzerinden tanıdığı bir Hakkârili adayın peşinden koşmak, O’nu Edirnelilere benimsetmek
zorunda kalacaktır.

3) Cumhurbaşkanlığı seçiminin bugün itibari ile finansmanı yoktur. Genel Merkez dışında İl ve İlçe Örgütleri, kendilerini doğrudan etkilemeyen bir seçim için
para harcamak zorunda kalacaktır.

4) Adayın bir programı (vaatleri) olamayacağına göre, yalnızca ve yalnızca nitelikleri
ön plana çıkacaktır. Kitlelere adayın dünya görgüsü, entelektüel düzeyi, hoşgörü üstünlüğü, kucaklayıcı özellikleri, sempatik tavırları, cana yakınlığı, gerektiğinde de pederşahi olabileceği vb. gibi nitelikleri anlatılacaktır ama sanırım geniş kitleleri
en çok devletin namusunu emanet edeceği kişinin kendi namusu ilgilendirir.

Kitlelere, rakibe oranla CHP adayının ne denli daha namuslu olduğu anlatılacaktır.
İster istemez bu seçimde kara propaganda (karşı tarafı kötüleme) ön plana geçecektir.
***
1991 seçimlerini Süleyman Demirel bir tek kelime ile kazandı: Hanedan!
Rahmetli Turgut Özal’ın bütün ailesini yolsuzlukla suçladı, başka hiçbir kavrama
itibar etmedi, yalnızca ve yalnızca “hanedan” söcüğünü yere göğe kazıdı ve
sonuca ulaştı.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimini CHP şöyle bir sloganla taçlandırabilir:

“Namusuna sahip çık!”

***

  • Eski Bakanların TBMM’de hayasızca yalan söyledikleri
    gün ışığına çıkmaya başladı. 

CHP fezlekeler hakkında halkı sürekli bilgilendirmeyi ve uyarmayı doğal ki, ilke edinmeli ama benim kendimce önemli bir uyarım var:

Ağustos ayında yolsuzlukla suçlanan eski bakanlar aday olmayacak,
büyük olasılıkla AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan olacak!

Çok sıkışırsa RTE topu onların üzerine atar, “zaten ben anında istifalarını aldım” diyerek sıyırmaya çalışır.

Ağustos seçimlerine giden dönemde hedefte yalnızca bir ad olmalıdır: RTE!
Fezlekelerde suçlanan Bakanlar yalnızca bu amaca yönelik ara duraklardır.

***

Zaten RTE hali hazırda CHP’ye çok önemli kozlar vermiş durumda :

1) 17 Aralık günü Bilal oğlanla yaptığı “sıfırlama” konuşması! (Bu konuşma gerçektir, dublaj olma olasılığı sıfırdır, zaten böyle olduğunu kanıtlamak RTE’ye düşer.)

2) Eski Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın (mealen) “Ne yaptı isem Başbakan’ın bilgisi içinde yaptım” sözü çok önemlidir, çünkü yol göstericidir.

CHP İstanbul’da artık rezalete dönen inşaat projelerini lime lime etmek zorundadır. Bunun için CHP’den uzman bir ekip Çevre Bakanlığı ve İBB’deki inşaat izinlerini
teker teker irdelemek durumundadır. “Medya Havuzları” ile “İnşaat Havuzları” arasında doğrudan bağlantı vardır. Bağlantı, RTE üzerinden kurulmaktadır.

3) Wikileaks Belgelerinde yer alan “RTE’nin İsviçre’de 8 ayrı hesabı olduğuna ilişkin iddia!”

Bu savlar Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın Şubat 2012’de yayınladığı
“Sızıntı (Wikileaks’de Ünlü Türkler)” adlı kitapta yer aldı. Aradan 2 yıl 3 ay geçti.

i) ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisi’ne atfedilen iddiaları bugüne dek ABD makamları
ne yalanladı ne de iddia sahipleri hakkında herhangi bir işlem yaptı.

ii) RTE’nin kurduğu komisyon 2 yıl 3 aydır bir sonuca ulaşamadı.

İii) İşin en garabet tarafı; RTE’nin yetkisi olmasına karşın, hesapların var olmadığını
2 yıl 3 aydır İsviçre’deki Bankacılık Sistemine onaylatmamasıdır. Hâlbuki böyle bir iddia Deniz Baykal aleyhine ortaya atıldığında Baykal hem kendisinin hem de yakınlarının herhangi bir hesabının olmadığını İsviçre Bankacılık Sistemi’ne resmen onaylatmıştı.

***
Eğer CHP:

a) Yandaşları dışında 2. turda öbür partilere gönül verenlerden de oy alabilecek
bir aday bulur ve onun olumlu niteliklerini Örgüt üzerinden tüm Türkiye’ye
doğru tanıtırsa,

b) “Namusuna sahip çık” türü basit ama anlamlı bir sloganla RTE hakkında
yukarıda sıraladığım “Yolsuzluk İddiaları”nı lime lime ederek halka anlatabilirse Cumhurbaşkanı seçilmesine sekte vurabilir.

(YURT Gazetesi, 8.5.14, http://www.yurtgazetesi.com.tr/yazarlar/chp–ve-cumhurbaskani-secimi-makale,7902.html)