Etiket arşivi: Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan

Nihat GENÇ : KOMUTA GÖREVİNİ DEVREDİYORUM

KOMUTA GÖREVİNİ DEVREDİYORUM

Nihat Genç
Odatv.com, 29.07.2016
Komuta görevini devrediyorum
Her biri başka yere savrulmuş bu entelektüel arkadaşların en uzağına düşen Nihat Genç’tir,
basılı ilk kitabımdan beri yatağımı ayrı serdim, kendime bambaşka bir dünya aradım.
Bir… Nihayet Yüksek Askeri Şura toplanıyor ve yeni komuta kademesi belirlenecek..
Darbenin ilk gününden beri üstüme aldığım ‘komutayı’ yeni komuta kademesine devretme zamanı geldi. Bu sütunlarda sürdürdüğüm ‘komuta’ görevini layıkıyla yerine getirmeye çalıştım, bugün, badire kısmen atlatıldı ve komuta görevimi alnımın akıyla bitiriyorum. Tarihin yazıldığı bu felaket günlerinde, askerliğini çavuş olarak yapmış Türk halkının bağrından çıkmış bir yazar olarak komuta görevini anıyla şanıyla yerine getirmeye çalıştım.
Generallerin ve hiyerarşik kadronun birbir düştüğü bu günlerde, her bireyi asker Türk Milleti’nin bir ferdi olarak, ortada kimsecikler kalmayınca bir ‘çavuş yazar’ olarak
sizlerle kabus dolu iyi kötü günler geçirdik. Hepsi ülkemin bekası ve selameti içindi.
Komutayı yeni arkadaşlara devrederken milletimin huzurunda birkaç şey söylememe izin verin.
Bir daha böyle helikopter savaş uçağı bomba birbirinize girmeyin, kırıcı olmayın.
İyi insanlar olun.
Ordunun size emanet ettiği silahları halkınıza çevirmek ne ayıp şey, bir daha olmasın.
Amerika’dan emir almak, Meclisi bombalamak, bir daha görmeyeyim,
bir daha sizi Amerika işbirliği içinde görürsem bu kez kalemle değil kazıkla gelirim.

10-12 yaşlarında çocuklara mehdi Mesih gibi laflar öğretmek, olacak şey değil, bir daha yapan olursa, yazı çiziyi bırakır, ağzını burnunu dağıtır her birinizi meczup Mesih yaparım.
Komuta görevinde bana yardımcı olan ODA TV alnının akıyla çıktı, ODA TV’den hiç kimseyi ihraç etmek zorunda kalmadım. Yaverlerim Fethi Yılmaz ve Caner Taşpınar binlerce haber telaşı içinde yazılarımın (direktiflerimin) tashihinde kaş göz yaracak büyük hatalar yapmayıp hışmımdan şimdilik kurtuldular. Komutanlarımdan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan‘ın
geceli gündüzü memleket için dürüst doğru haber telaşı kahramancaydı ve ODA TV’de
halkın huzurunda yapılacak bir törenle yeni rütbelerini takacağım: Or-editörlüğe getirilmişlerdir.
Ayrıca Fethi Yılmaz, Caner Taşpınar, Mert Taşçılar ve Şahin Çakmaklı’yı bir üst rütbeye atadım, onlar artık birer kor-editör! Darbe sonrası komuta merkezi ODA TV karargahına hızla
intikal eden asker kökenli yazarlarımızın sevk ve hareket ve kabiliyetleri takdire şayandır.
Sevgili halkım!
Görevime son verdiğim bugün birkaç önemli hususu daha belirtmeme izin verin.
Ulusal Kanal’ı derhal Digitürk’e alın. Ayrıca, Dumankaya ve Boydak gibi bugüne kadar ‘himmetle’ ünlenmiş holdingler devrin değiştiğini gördüler ve özür ilanları veriyorlar, özrü ve ağlamayı bırakın, Ulusal Kanal’a beş katlı bir bina verin, yetmez, sınırlı personellerinin maaşları için sürekli bir gelir (akar) olabilecek otuz-kırk evin kirasını hemen bağlayın, beni oraya getirmeyin.. Ayrıca, biz ne bok yedik diye ağlaşan cemaate yakın kurum kuruluş şirketler,
derhal Türkan Saylan’ın vakfından özür dileyin!
Ordudan atılan Balyoz subaylarına da birkaç lafım olacak :
Rica edeceğim; Türk Ordusu bir daha solcuları sosyalistleri marjinalize edecek, tehlike ilan edecek söz – yazı – tutum içinde olmasın, solu – sosyalizmi küçük düşürücü en küçük bir demeç
görürsem, o yeni kurulan orduyu bu kez ben dağıtırım.
Ayrıca halkımız nihayet Türk ordusundan iftira ve kumpasla atılmış onurlu subaylarını tanıma şansına sahip oldu ve bizim ne aklı başında ne düzgün sorumlu konuşan subaylarımız var deyip ekran başında sevinmeye başladı, yetmez, Amiral Cem Gürdeniz gibi entelektüel donanımı görkemli bir insanı hala ekranlarda göremedim, hemen stüdyonuzda ağırlayın. Türkiye halkı
ve özellikle kendini bir bok sanan köşe yazarları ‘bilgi’ ‘donanım’ ‘kültür’ nedir öğrensin!
Gazeteci Müyesser Yıldız, tasfiye sonrası uzun yıllar süren komuta boşluğunda
Türk Ordusu’na komuta etmiş ve büyük ve yararlı hizmetler yapmıştır. Ancak, askeri personel kuralları gereği, boyu ve kilosu ‘komutanlık’ için elverişli değildir. Lütfen askeri personel yasasını değiştirin ve 1.50 boyunda 40 kilo ağırlığında insanların da ‘general’ rütbesine girebilmelerini sağlayın.
İki…  
Sevgili halkım, görevimi yeni komuta kademesine devrettiğim bugün,
birkaç ‘özel’ hissiyatımı da sunmama izin verin..
Zaman Gazetesi yazarı Ahmet Turan Alkan’ı on yedi yaşımdan beri tanırım, beyefendi, kültürlü, nükteci ve sosyal ilişkilerinde çok geniş bir insandır. Bu kadar görgülü bir insanın uzun yıllar cemaat tv’lerinde çalışıp uyanmaması beni kalbimden yaralamış ve düşündürtmüştür. Bu değerli insanın bu derin gafletinden çıkarttığım ders şudur : İnsan ne kadar kültürlü olursa olsun, kendini ‘bir kalıp’ içine dökmeye başlayınca, zaman içinde o kalıptaki insanlardan biri oluveriyor. İnsan beyni eski çocukluk anılarını budar ve yeni çevre koşullarına göre kendini biçimlendirir. İnsan beyni bir kütüphane dolusu kitap okuyunca ‘tamamlanmış’ olmaz,
insan beyni yapım süreci yapım taşları hayat ve olaylar karşısında duruşlarıyla inşa olur.
Yani dış dünyaya verdiğiniz tepkiler devirdiğiniz kütüphaneden daha değerlidir.
Ülkemizin yaşadığı olağanüstü siyasi olaylar yazarların stres ve kaygı durumlarını bozmuş ve öfkelerini frenleme yetisini ellerinden almıştır. Ve bu fren boşalmasıyla, kimlik ve kişiliğinizde yapısal bir ‘kayma’ meydana gelir, argoda ‘kayış koparttı’ denir. Dikkat edin travmalar karşısında kayış kopartan bu arkadaşların üstelik beslenme ve maaş durumları da fena değildi.
Buradan sesleniyorum; ey yazarlar, yazıp çizdiğiniz dergi gazete ekran ve ideolojik mekanların tarikat ve patron yapılarına dikkat edin, o yapılar sizi de bir gün kendi karanlık yapısına dönüştürür, bunca bilginiz bunca hayatınız heba olur, fren tutmaz kayış kopar. Ahmet Turan Alkan’a hayatının bundan sonrasında ‘insan kalbini inceleme’ cezası veriyorum.
Bir insanın otuz yıl alicenap ve yüce kalpli yazılar yazıp, içinde yaşadığı kalpsiz ve vahşi saldırganları göremeyişi, entelektüel hayatımız için azap vericidir, bu feci insanlık manzarasından yandaş medyanın çok bilmiş entelektüel yazarlarının da ders çıkartacağını umuyorum.
Sevgili okuyucu, benim için çok zor olacak, vicdanım için hayati önemde birkaç cümle söylemek istiyorum, cemaat tv’lerinden tanıdığınız Mümtazer Türköne’yi de 17 yaşımdan beri tanırım, uzun yıllar süren arkadaşlığımız vardır, ta ki Ergenekon operasyonları başlayıncaya kadar. Ellerini kelepçeli görmek dayanılır bir hissiyat değil. Cemaat sözcülüğünü neden üstlendi, neden cemaat adına tehditler savurmaya başladı, öfkesini neden bir muamma tarikatın emrine verdi, ve kendisini çok yakından tanıyan onbinlerce eski arkadaşını neden utandırdı, anlaşılır şey değil? İnsanların tarihin hangi süreçlerinde hangi tarikat ve cemaat ve ideolojik yapılar içinde nasıl bir ‘kişilik’ geliştirdikleri uzun uzun yazılacak romanların konusudur, düşünün Mümtazer Türköne kelepçeyle götürülürken en yakın arkadaşı AKP grup başkanvekili Naci Bostancı’dır ve mesela bir arkadaşları da Taha Akyol’dur ve tuhaflığa bakın bir arkadaşları da benim..
Bu nasıl rüzgardır bu nasıl savruluştur, Stefan Zweig’in muhteşem analizci otobiyografik kalemi olmadan anlamak kolay değildir. Buralarda neler oldu da hayat birini nereye birini nerelere sürükledi?
Bir tarih felsefesi babında şunu söyleyebilirim : Darbe gecesi meclise atılan bombalardan bir şarapnel parçası iki kilometre öteye Bahçeli Yedinci Caddeye kadar geldi, yorumuma geçiyorum. bu arkadaşlar 12 Eylül günlerinde Kenan Evren’in patlattığı darbenin bugüne kadar gelen ‘şarapnel’ parçalarıdır.. Büyük toplumsal travmalar, ne kadar kitap okursanız okuyun atlatmanız ve normal bir hayata geçmeniz ve sağlıklı düşünmenizi sabote eder.
‘Ağır travmalara’ rağmen öfke duygusunu taraftarlık duygusunu cepheleşme düşmanlık duygusunu nötralize edemezseniz ibretlik olursunuz. Ağır travma demek ağır hastalık demektir.
Her biri başka yere savrulmuş bu entelektüel arkadaşların en uzağına düşen Nihat Genç’tir,
basılı ilk kitabımdan beri yatağımı ayrı serdim, kendime bambaşka bir dünya aradım.
Şöyle oldu efendim :
Kardeş savaşı ve 12 Eylül’ü her bir arkadaşımın yorumu farklıydı, benim 12 Eylül tahlilim şuydu, bu kardeş savaşının asıl sebebi: sosyal eşitsizlik ve bölüşümün adaletsizliğidir.
O halde bundan sonraki siyasi hayatıma sosyal eşitliksizliğin karşısında bir yer bulmalıyım diyerek uzun ve umutsuz bir yola kitaplarımla merhaba dedim. Ancak yüzlerce arkadaşım önce karınlarını doyurmak, bir yere kapağı atmak, önce taraf olmak, önce, kendilerine yakın ideolojik mekanları yeniden şenlendirmek, kendilerine yakın fikirlerin dozunu ve haklılığını daha da bağırarak hayatlarına devam ettiler.
Kardeşlerim; sağcılık madde bağımlılığı gibi bir şeydir, maaşı vardır, işsiz kalmazsın, adamını tutarlar karnın aç kalmaz, ancak, dünyaya karşı tavrını sosyal eşitsizliklere göre konuşlandıran insanların karşısına dünyanın başka bir boyutu açılır, marjinalize edilirsiniz, kovulursunuz, küçümsenir dalga geçirilirsiniz. Sosyal eşitsizliği ideal edinen bir insan önce kendi ekmeğini kendi kazanacak, kimseye muhtaç olmayacak, kendi yeteneklerini geliştirip bir meslek sahibi olacak ve direnecek! Beyninizi bir kütüphane dolusu kitap tamamlamaz, beyninizi, eyvallahsız kimseye ağbi demeyen açlık yoklukla ağır bedeller ödeyen, ambargolara sansüre görmezden gelmelere karşı direnen tek kişilik gücünüz tamamlar. Beynini kendi imkan kendi gücü kendi bilekleriyle takviye edemeyen insanlar, başkalarının yer ve mekanlarında başka patron ve şeyhlerin elinde, istedikleri kadar okumuş bilgili olsunlar, o beyni rezil rüsvay kul köle ibretlik hale getirirler!
Kardeşlerim: aç işsiz sahipsiz ve sesinizi kimse duymuyor olabilir, olacak, hayatın bütün bu ağır travmalarından korkmayın, çünkü insan denen şey çok güçlüdür. Doğruya doğru insanlar atom bombasından daha güçlüdür. En çıkışsız en umutsuz günlerde ‘Allah büyüktür’ diyemeyen insanlar onun bunun elinde oyuncak olur.. Bir şeyhe bir lidere bu denli körü körüne inanmış insanlar ‘Allah büyüktür’ diyemez.. Sırtını Allah’a değil bir şeyhe bir patrona bir lidere teslim edenler bu ibreti alem kepazelikten kurtulmaları mümkün değildir.
Çünkü Allah çok büyüktür!
Bundan henüz birkaç hafta önce ya da birkaç yıl önce bir halk olarak ne diyorduk? Bu kadar aleni pislik, bu kadar aleni ajanlık, bu kadar aleni iftira, Allahım, elimizden de bir şey gelmiyor, Allah’ım görmüyor musun, diye isyan içinde değil miydik?
İşte Allah’ın sopası indi göklerden!
Ötelerin aynasını Allah mahşerden topraklarımıza indirdi!
Artık aynalar her şeyi gösteriyor herkesi gösteriyor, çırılçıplak anadan üryan hepimiz yapıp ettiklerimizle o mahşeri aynanın içindeyiz!
O büyük aynaların sahibi Allah, şimdi, tepeleye tepeleye dövüyor ajanları yalancıları, evire çevire dönüyor: üstelik Kur’an Meali yazmış aydınları!
İlkokul ikinci sınıf terk rahmetli annemin en büyük öğüdüdür ve bu öğüt Anadolu’nun bayrağıdır:
‘Oğlum Allah büyüktür demeyenden korkacaksın!”
En umutsuz günlerde bu ajanlar orduyu tasfiye ederken bu ajanlar arkadaşlarımı içeri tıkarken, en çıkışsız işgal günlerinde, annemin duasına sarıldım:
Allah büyüktür. Allah büyüktür. Ve bize bu günleri göstermiştir.
Holding sahibi oldum, benim arkamda Amerika var, benim yüzlerce ekranım var,
emniyet yargı hukuk ordu hepsi benim, demeyeceksin.
Ben padişah oldum, ben yüz milyar servet sahibi oldum, demeyeceksin.
Bir ağaç yaprağı kadar ince, bir ot parçası kadar, bir can taşıdığımızı, bu üç günlük dünyada unutmayacaksın.. Bütün dünyanın güya sırrına ermiş, bütün hakikatları güya çözmüş, bütün doğruları kasama doldurmuşum, gibi, kibirli küstahlıkla konuşmayacaksın…
Allah büyüktür! Allah insanı çok fena eder!
Hakkı yenen iftira edilen kardeşlerim, uzun yıllar sizlere bir pire bir bit kadar dahi değer vermediler, ve bu bit bu pire bu kuru ot parçasının da Bektaşi felsefesiyle bir nefes bir can taşıdığını hangi servetlerin güçlerin rüyasına düşmüşlerse çoktan unuttular…
Bir kuru ot’un taşıdığı canı nefesi ve onu da Allah’ın yarattığını kitaplarından sildiler?
İstediğin kadar kitap oku, istediğin kadar servet sahibi ol, o kuru ot’a can veren Allah’a sökmez, tek bir insanın kalbine bütün servetleriniz bütün silahlarıyla toplanıp gelse, sökmez.
Sökmedi, tarih yazıldı, gördünüz işte!
Çünkü biz, göklerin altında da üstünde de semasını binlerce yıldır Allah Büyüktür diye diye dönen Anadolu’nun çocuklarıyız.
————
Türk yoktur diyenler, Türklüğü ayaklar altına alanlar, 36’ya bölenler,
T.C.’yi silenler, andımızı ve milli bayramları engelleyenler şimdi nerede ?

CHP ve Cumhurbaşkanı Seçimi


CHP ve Cumhurbaşkanı Seçimi

portresi

 

 

Cüneyt ÜLSEVER, PhD

 

 

Muhakkak ki CHP öncelikle; Cumhurbaşkanlığı için 2. turda öbür muhalif partilere
gönül verenlerden, hatta daha önce AKP’ye oy verdiği halde artık RTE’den
rahatsız olanlardan da oy alacak bir aday bulmak zorundadır. Bunu yapamaz ise Ağustos sonrası CHP yönetiminin ayakta kalması çok zor olur.

             ***

Ancak, CHP’nin Türkiye’de ilk kez halk oylaması ile seçilecek Cumhurbaşkanlığı yarışında şu noktaları da dikkate alması gerekir:

1) Bu kez millet genel seçimlerin aksine bir parti programına (vaatlere) değil,
bir kişiye oy verecektir. Hali hazırda geçerli Anayasa gereği seçilecek Cumhurbaşkanının, doğrudan yaptırım gücü yoktur. Seçilecek kişi çok güçlü
(ama 1. ama 2. turda oyların %50’sinin üzerinde bir oy oranına tek başına sahip olacak) ama yetkisiz olacaktır. Yetkisiz olduğu için programın anlamı olmayacaktır.

2) Genel ve Yerel Seçimlerin aksine Örgüt ilk kez kendisinden olmayan,
hatta tanımadığı bir kişinin propagandasını yapmak zorunda kalacaktır. Örneğin,
belki de Edirne Örgütü, yaşamında hiç Edirne’yi görmemiş, salt medya üzerinden tanıdığı bir Hakkârili adayın peşinden koşmak, O’nu Edirnelilere benimsetmek
zorunda kalacaktır.

3) Cumhurbaşkanlığı seçiminin bugün itibari ile finansmanı yoktur. Genel Merkez dışında İl ve İlçe Örgütleri, kendilerini doğrudan etkilemeyen bir seçim için
para harcamak zorunda kalacaktır.

4) Adayın bir programı (vaatleri) olamayacağına göre, yalnızca ve yalnızca nitelikleri
ön plana çıkacaktır. Kitlelere adayın dünya görgüsü, entelektüel düzeyi, hoşgörü üstünlüğü, kucaklayıcı özellikleri, sempatik tavırları, cana yakınlığı, gerektiğinde de pederşahi olabileceği vb. gibi nitelikleri anlatılacaktır ama sanırım geniş kitleleri
en çok devletin namusunu emanet edeceği kişinin kendi namusu ilgilendirir.

Kitlelere, rakibe oranla CHP adayının ne denli daha namuslu olduğu anlatılacaktır.
İster istemez bu seçimde kara propaganda (karşı tarafı kötüleme) ön plana geçecektir.
***
1991 seçimlerini Süleyman Demirel bir tek kelime ile kazandı: Hanedan!
Rahmetli Turgut Özal’ın bütün ailesini yolsuzlukla suçladı, başka hiçbir kavrama
itibar etmedi, yalnızca ve yalnızca “hanedan” söcüğünü yere göğe kazıdı ve
sonuca ulaştı.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimini CHP şöyle bir sloganla taçlandırabilir:

“Namusuna sahip çık!”

***

  • Eski Bakanların TBMM’de hayasızca yalan söyledikleri
    gün ışığına çıkmaya başladı. 

CHP fezlekeler hakkında halkı sürekli bilgilendirmeyi ve uyarmayı doğal ki, ilke edinmeli ama benim kendimce önemli bir uyarım var:

Ağustos ayında yolsuzlukla suçlanan eski bakanlar aday olmayacak,
büyük olasılıkla AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan olacak!

Çok sıkışırsa RTE topu onların üzerine atar, “zaten ben anında istifalarını aldım” diyerek sıyırmaya çalışır.

Ağustos seçimlerine giden dönemde hedefte yalnızca bir ad olmalıdır: RTE!
Fezlekelerde suçlanan Bakanlar yalnızca bu amaca yönelik ara duraklardır.

***

Zaten RTE hali hazırda CHP’ye çok önemli kozlar vermiş durumda :

1) 17 Aralık günü Bilal oğlanla yaptığı “sıfırlama” konuşması! (Bu konuşma gerçektir, dublaj olma olasılığı sıfırdır, zaten böyle olduğunu kanıtlamak RTE’ye düşer.)

2) Eski Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın (mealen) “Ne yaptı isem Başbakan’ın bilgisi içinde yaptım” sözü çok önemlidir, çünkü yol göstericidir.

CHP İstanbul’da artık rezalete dönen inşaat projelerini lime lime etmek zorundadır. Bunun için CHP’den uzman bir ekip Çevre Bakanlığı ve İBB’deki inşaat izinlerini
teker teker irdelemek durumundadır. “Medya Havuzları” ile “İnşaat Havuzları” arasında doğrudan bağlantı vardır. Bağlantı, RTE üzerinden kurulmaktadır.

3) Wikileaks Belgelerinde yer alan “RTE’nin İsviçre’de 8 ayrı hesabı olduğuna ilişkin iddia!”

Bu savlar Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın Şubat 2012’de yayınladığı
“Sızıntı (Wikileaks’de Ünlü Türkler)” adlı kitapta yer aldı. Aradan 2 yıl 3 ay geçti.

i) ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisi’ne atfedilen iddiaları bugüne dek ABD makamları
ne yalanladı ne de iddia sahipleri hakkında herhangi bir işlem yaptı.

ii) RTE’nin kurduğu komisyon 2 yıl 3 aydır bir sonuca ulaşamadı.

İii) İşin en garabet tarafı; RTE’nin yetkisi olmasına karşın, hesapların var olmadığını
2 yıl 3 aydır İsviçre’deki Bankacılık Sistemine onaylatmamasıdır. Hâlbuki böyle bir iddia Deniz Baykal aleyhine ortaya atıldığında Baykal hem kendisinin hem de yakınlarının herhangi bir hesabının olmadığını İsviçre Bankacılık Sistemi’ne resmen onaylatmıştı.

***
Eğer CHP:

a) Yandaşları dışında 2. turda öbür partilere gönül verenlerden de oy alabilecek
bir aday bulur ve onun olumlu niteliklerini Örgüt üzerinden tüm Türkiye’ye
doğru tanıtırsa,

b) “Namusuna sahip çık” türü basit ama anlamlı bir sloganla RTE hakkında
yukarıda sıraladığım “Yolsuzluk İddiaları”nı lime lime ederek halka anlatabilirse Cumhurbaşkanı seçilmesine sekte vurabilir.

(YURT Gazetesi, 8.5.14, http://www.yurtgazetesi.com.tr/yazarlar/chp–ve-cumhurbaskani-secimi-makale,7902.html)