Etiket arşivi: NARSİSİSTİK KİŞİLİK.

Rusya’da Koronavirüs Aşısının ‘Onaylanması’ Üzerine

Olaylar ve Görüşler

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimi (Mülkiye)

Cumhuriyet, 14 Ağustos 2020
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/rusyada-koronavirus-asisinin-onaylanmasi-uzerine-prof-dr-ahmet-saltik-1758280

Rusya Devlet Başkanı Putin; Rusya Sağlık Bakanlığı, Gamaley Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü tarafından geliştirilen koronavirüs aşısının tescil edildiğini açıkladı. Rusya böylece koronavirüs aşısını tescil eden ilk ülke oldu. Sputnik Türkiye’nin aktardığı habere göre, hükümet yetkilileriyle bir toplantıda Putin, “Bildiğim kadarıyla, bu sabah dünyada bir ilk olarak yeni tip koronavirüse karşı geliştirilen aşı tescillendi.”

Putin, “Yine de aşının oldukça etkili olduğunu, kararlı bir bağışıklık oluşturduğunu biliyorum. Yineliyorum: Aşı gerekli tüm denemelerden geçti” dedi. (https://www.birgun.net/haber/putin-duyurdu-koronaviruse-karsi-gelistirilen-ilk-asi-tescil-edildi-311533 11.08.2020)

ÜÇ TEMEL ADIM

Sevindirici bir gelişmedir kuşkusuz, ilk bakışta. Rusya’nın bu aşıyı geliştirip üretebilmesi için gerekli sağlık insangücüne ve teknik donanıma sahip olduğunu biliyoruz.. Başta BSL4 düzeyinde viroloji AR-GE laboratuvarı ve yetkin virolog – epidemiyolog – halk sağlığı uzmanı bilimsel takım (ekip). Ancak ülkenin Sağlık Bakanlığınca aşının onanıp ruhsatlandırılması yetmez. Mutlaka, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ya da yetkilendirdiği (akredite ettiği) uluslararası kaynak (referans) laboratuvarlarca da sonuçların test edilip onanması gerekir. 3 temel adım bu süreçte irdelenecektir:

GLP (Good Laboratory Practice): İyi Laboratuvar Uygulamaları
GMP (Good Manufacturing Practice): İyi Üretim Uygulamaları
GCP (Good Clinical Practice): İyi Klinik Uygulamalar.

Bu ana koşulların / standartların alt adımları da var elbette. Ruhsat almadan önce 3. aşamaya (faza) gelinmiş olması, yani birkaç on bin gönüllü insan üzerinde aşının denenmiş olması gerek.
Ek olarak 2 büyük sınav söz konusu ayrıca:

  1. Etkinlik: Yeterince koruyucu olacak; süre ve koruma düzeyi bakımından.
  2. Güvenilirlik: İstenmeyen / yan etki ve komplikasyonlar son derece sınırlı olacak maliyet / yarar irdelemelerinde. Çünkü milyarlarca sağlıklı insana uygulanacak hasta ilaçlarından farklı olarak.

Söz konusu aşının 2’li bir bağışık yanıt oluşturduğu belirtiliyor:

  1. Hücresel bağışıklık ki görece daha uzun süre kalıcıdır (T hücreleri)
  2. Hümoral bağışıklık; antikor üretimi.. (IgG ve IgM proteinleri)

Aşının bu yeteneklerini yayımlanacak bilimsel makalelerde göreceğiz dileriz. Öte yandan, “kalıcı” bağışıklık sağlandığını söylemek çok zor hatta olanaksız bu aşamada çünkü salgın daha 7-8 aylık “bebek” yaşında! Bu sonuca varabilmek için zaman boyutu çok kısa. Ancak bağışık yanıtın olsa olsa birkaç hafta, dahası 1-2 ay koruyucu düzeyde sürdüğünü söyleyebilirsiniz şimdilik, hepsi o denli!

Aşı örnekleri uluslararası yetkili kaynak (referans) laboratuvarlarda DSÖ gözetiminde test edilip onaylanmadan ölçüsüz bir iyimserlik yanlıştır. Doğru olan ise bilimsel özenliliktir (ihtiyatlılık; scientific precautionary principle).

Rusya’yı, başlangıç da olsa, bu doğrulanması gereken, doğrulanmasını dilediğimiz başarısından dolayı bilim emekçilerini ve onları destekleyen Rus devletini kutluyoruz.. İnsanlığın pek çok açıdan böylesine başarı öyküsü ve gerçekleşen büyük adımlara öyle çok gereksinimi var ki..
***
Öte yandan R.T. Erdoğan’ın, DSÖ verileriyle aşı geliştirme yolunda dünyada 3. ülkeyiz bağlamında sözleri çok acı vericidir. Bu içerik gerçek dışıdır, gerçekleşmesi olanağı da yoktur yukarıda belirtilen nedenlerle.

  • Ancak neden Erdoğan böylesine pervasızca yanıltılmaktadır çevresince?
  • Narsisistik kişilik danışmanlara yeter etik gerekçe, hukuksal güvence, meşru kalkan olabilir mi?
  • Bu uğurda bir ülke, bir halk feda edilebilir mi ve nereye dek?!!

ÜRKÜTÜCÜ OLGU

Kaldı ki R.T. Erdoğan’ın böylesi bir kısırdöngüyü algılayıp (?), dikkate alıp, doğrudan bilgi edinme kaynaklarını açık tutma yükümü yok mudur? Bu olgu ürküntü vericidir ülkemizin bekası için.

DSÖ kaynaklarında, 165 noktada aşı geliştirme çabası sürdüğü, 5 ülkede 3. aşamaya (faza) gelindiği geçen hafta açıklanmıştı.

İngiltere, Astra-Zeneca ile yürütülen aşı çalışmasıyla ilgili 20 Temmuz’da yayımlanan makalede 2. faz sonuçlarının umut verici olduğu ve istenen bağışıklığı sağladığı duyuruldu.

CanSino: Çin merkezli bir başka aşı çalışması olan Cansino da viral vektör türünde aşı geliştiriyor. Çin ordusunda 3. faz denemelerine başlanan aşının da daha önceki fazlardaki etkisi The Lancet dergisinde incelenmişti.

Sinovac: Eski bir yöntem olan “inaktif virüs” tekniğine göre hazırlanan bu aşıda, enfekte etme özelliğini yitirmiş olan virüs insana verilerek, vücudun hastalığa bağışıklık kazanması hedefleniyor. Haziran’da 1. ve 2. fazda kritik bir yan etki gözlemlenmediğini açıklayan şirket, 3. faz çalışmasını Brezilya’da sürdüreceğini duyurdu. Bu yöntemin dezavantajı, üretiminin uzun ve maliyetli olması. Zayıflatılmış ya da öldürülmüş virüs ile üretilen aşılarda bu virüslerin çoğaltılması için milyarlarca yumurta gerekli.

Sinopharm: Çin merkezli bir başka aşı çalışmasında da “inaktif virüs” yöntemi kullanıyor. Şirket 3. faz çalışmalarını Abu Dabi’de yürütüyor.

Moderna: ABD’de geliştirilen bu aşı, daha önceki aşılardan farklı olarak virüsün kendisinin değil, genetik materyalinin (RNA) vücuda şırınga edilerek bağışıklık oluşturmayı amaçlıyor. Üretimde büyük avantajlar sağlayacak bu yöntemin başarılı olursa, aşı teknolojisinde çığır açabileceği öngörülüyor. Moderna da 3. faz çalışmalarına geçtiğini duyurdu.

BEDELİ ÖDEYENLER AYNI

Görüldüğü gibi Türkiye ilk 3’te yok!

BSL4 düzeyinde Viroloji laboratuvarı yok! Refik Saydam Ulusal Referans Laboratuvarındaki BSL3 donanımlı.

Türkiye’nin mazlum – alınteri ulusal kaynakları 18 yıl boyunca talan edilmeyip, net 2 Tr $ servet yurt dışına aktarılmayıp, 0.5 Tr $ salt betona gömülmese idi; AKP iktidarı ve Türkiye bugün tıkanmazdı.. Geçelim BSL4 düzeyinde viroloji Ar-Ge laboratuvarı için yaklaşık 1+ milyar $ yatırım yapmayı; koronavirüs salgınını bastırarak sönümlendirmek için köktenci önlem olan 14 gün tam kapatmayı (lockdown) bile finanse edecek yaklaşık 50 milyar $ kaynağı, Tek Adam İktidarı bulamamaktadır!..
***
Salgın, yine ekonomik kulvardaki isyan ettiren çaresizliklerin ürünü irrasyonel popülist seçimlerle, alaturka açılım – saçılımlarla sürmekte ve kahrolası bedel; CEO sanrısıyla (hezeyanıyla), ne yazık ki bir anonim şirket gibi yönetilmeye zorlanan ülkemizde, masum binlerce insanımızın önlenebilecek iken ÖNLENEMEYEN biçimde kurban edilmesiyle ödenmekte!

21. yüzyılın şafağında bir insanlık suçu klasiği daha; sürüleştirilen yığınlar hiçbir şey algılayamazken..

Sevgi, saygı, kaygı ve tükenmeyen UMUT ile.

Ağbaba’dan Erdoğan’a CHP’den sert yanıt ve SGK NEREYE SÜRÜKLENİYOR

Erdoğan’a CHP’den sert yanıt:
Hangi emekli vatandaşımız insani düzeyde yaşamını sürdürmektedir?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın emeklilerle ilgili yaptığı açıklamalara gösterdiği tepkide, emeklilerin %90’ının açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşadığını belirterek, “Türkiye uluslararası araştırmalara göre 37 ülkeyi kapsayan ‘en iyi emeklilik’ araştırmasında en kötü notu alan 3’üncü ülke oldu. Şimdi Cumhurbaşkanına sormamız gerekir; Hangi emekli vatandaşımız insani düzeyde yaşamını sürdürmektedir?”

(AS : Bizim kapsamlı makalemiz yazının altındadır.
SOSYAL_GUVENLIK_SISTEMİ_ve_AKP=ERDOGAN’in_URKUNC_YANILGISI_ya_da_OZGOREVI)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Topkapı kampüsünde düzenlenen Fatih, Silivri, Topkapı ve Zeytinburnu sosyal güvenlik merkezleri toplu açılış törenine katıldı. Konuşması sırasında sık sık Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğulu’nu hedef alan Erdoğan,

Sosyal güvenlik sistemimizi yeniden inşa ettik. İşçi, memur için ayrı verilen hizmeti tek çatı altında topladık. Sosyal güvenlik sistemimizin bütçe üzerindeki yükü de azalttık. E-devlet uygulamalarıyla da kağut üzerinden yürütülen pek çok hizmeti elektronik ortama taşıdık. Emekli maaşlarını insani düzeyde hayat sürülebilecek seviyeye çıkardık. Hiçbir emekli maaşının bin liranın altında kalmamasını sağladık. Bayramlarda biner lira ikramiye vermeye başladık. Emekli maaşını 4 kat artırdık, kesintilerini kaldırdık.” dedi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerine Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’dan tepki geldi. Ağbaba, tepkisini yazılı olarak paylaştı.

İşte Ağbaba’nın Erdoğan’ın sözlerine verdiği karşılık:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün yaptığı açıklamada emekliler ile ilgili yaptığı açıklamanın gerçeklik ile yakından uzaktan bir ilgisinin olmadığını kendisi de çok iyi bilmektedir. Erdoğan yaptığı bu açıklamanın ne bilimsel verilerce ile ne de ülkenin resmi verilerince herhangi bir karşılığının olmadığını en başta yoksulluk ve açlıkla boğuşan emeklilerimiz bilmektedir. Cumhurbaşkanı, ‘Emekli maaşlarını insani düzeyde hayat sürülebilecek seviyeye çıkardık. Hiçbir emekli maaşının bin liranın altında kalmamasını sağladık’ diyor. Peki, gerçekler ne gösteriyor?

  • Türkiye de 847 643 kişinin emekli aylığı 1000 TL veya altında
  • 248 126 kişi 1000 TL ile 1100 TL arasında
  • 220 250 kişi 1100 TL ile 1200 TL arasında
  • 6 850 523 kişi 2000 TL’nin altında aylık almaktadır
    ve açlık sınırı altında yaşamaya çalışmaktadır.

13 MİLYON EMEKLİNİN %90’I AÇLIK SINIRINDA!

  • Açlık sınırının asgari ücretin çokça üstüne çıktığını düşündüğümüzde
  • 13 milyon emeklimizin neredeyse %90’ı açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır.

Şimdi Cumhurbaşkanına sormamız gerekir:

Hangi emekli vatandaşımız insani düzeyde yaşamını sürdürmektedir? Herhangi bir gerçekliğe dayanmayan çizilen bu pembe tablonun gerçeklik ile hiçbir alakası yoktur.

Ayrıca Türkiye uluslararası araştırmalara göre 37 ülkeyi kapsayan ‘en iyi emeklilik’ araştırmasında en kötü notu alan 3’üncü ülke oldu. Türkiye aldığı notla yalnızca Arjantin ve Tayland’ın üstünde yer alabildi.

Bunun yanı sıra Hükümet ve Cumhurbaşkanı emeklilikte yaşa takılan binlerce yurttaşın çözüm istemini ısrarla reddederken ve emekli aylıklarını açlık sınırı altında belirlerken emeklilik çağında çalışmak zorunda kalan işçiler hemen her gün iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor.

  • Emeklilerimiz, yoksulluk ve yasal düzenlemelerle emeklilik hakkının fiilen ortadan kaldırılması yaşlı işçileri güvencesiz çalışma koşullarına itmiş ve
  • güvencesiz işçi havuzunun önemli bir kaynağı haline gelmiştir.

Geçtiğimiz yıldan bugüne emeklilik çağında olup çalışmak zorunda kalan ve iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçi sayısı en az 230’dur.

Sonuç olarak;

  • AKP iktidarları döneminde emeklilerimiz en yoğun hak ihlallerine maruz kalmış açlığa ve sefalete itilmiştir. Erdoğan’ın açıklamalarının emeklilerimiz açısından kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur.

=========================================
Dostlar,

SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ ve AKP = ERDOĞAN’ın ÜRKÜNÇ YANILGISI ya da ÖZGÖREVİ (MİSYONU)

AKP = Erdoğan‘ın İstanbul’daki SGK – Emekliler odaklı konuşması hakkında söylenecek çok şey var. CHP Gn. Bşk. Yrd. Sn. Ağbaba’nın etkili açıklamalarını yukarıda aktardık. TÜRK-İŞ‘in Ekim 2019 verilerine bakalım :

Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu öbür aylık harcamalarının toplam tutarı yoksulluk sınırı6.705,08 TL!

ALIM GÜCÜ GERİLEDİKÇE ENFLASYON DÜŞÜYOR!?

Tuhaf ve aldatıcı bir ironidir.. AKP = RTE bu noktada bilerek – bilmeyerek bir kez daha yanılgı içindedir. Haydi TÜİK’in verilerle oynamalarını bir yana koyalım, enflasyon varsayalım ki gerçekte düşüyor olsa bile, halk yoksullaştırıldığı ve alım gücü düştüğü için fiyatlar genel düzeyi yükselememekte, yükseltilememektedir. Şirketler türlü pazarlama yöntemleri ile “tüketimi” sürdürmek için çabalamaktadır. 

AKP = RTE’nin bu bağlamda 2. yanılgısı, yüksek faizin enflasyon nedeni olduğudur. Çok yazıldı ama AKP = RTE takıntısını (!?) aşamıyor. Oysa tam tersi geçerli ve bu temel bir iktisat kuralı.. Ne demeli; narsisistik kişilik hiçbir engel tanımıyor; klasik bilimsel gerçekleri bile!

  • DÖRT KİŞİLİK AİLENİN AÇLIK SINIRI 2.058 TL, YOKSULLUK SINIRI 6.705 TL
  • BİR ÇALIŞANIN AYLIK YAŞAM MALİYETİ TUTARI 2.526TL
  • ANCAK MUTFAK ENFLASYONU YILLIK ORTALAMA %19,26 ORANINDA…TÜRK-İŞ 32 yıldır her ay bu verileri yayınlamakta. 2019 Ekim ayı sonucuna göre:
  • 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 2.058,46 TL,
  • Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 6.705,08 TL,
  • Evli olmayan-çocuksuz bir çalışanın yaşama maliyeti ise aylık 2.526,14 TL olarak hesaplandı. (http://www.turkis.org.tr/EKIM-2019-ACLIK-VE-YOKSULLUK-SINIRI–d305750, 17.11.19)
  • Bu verilere göre 13 MİLYON EMEKLİNİN %90’ı AÇLIK SINIRINDA!

Ama Saray çevresindeki iktidar seçkinleri hem “oldukça dolgun” aylıklar almakta hem de birkaç görevden ayrı ayrı ücret sağlamaktalar. Bunları zaman zaman basında görüyoruz ve utanma belası ile üzerlerindeki çok sayıdaki “arpalık” tan 1-2’sini göstermelik olarak bırakıyorlar kamuoyu tepkisini azaltmak için.. Bursa ve Ordu Bld. Başkanları, RTÜK Bşk. yalnızca birer örnek. İstanbul’da 34 yaşında ve 44 kayyımlık görevi üstlenen AKP’li “harika genç” i basın gündeme taşımış ve biz de sitemizde aktarmıştık..

“THY Basın Müşaviri Yahya Üstün 40 (kırk!) kayyum şirketinde yönetim kurulu üyesi. Üstün zekalı dememin sebebi bu. Her babayiğit 40 şirketle ilgilenemez. 10 parmağında on marifeti geçtik tam 40 ayak olur. İşte belgeleri…” (https://gazetemanifesto.com/2019/bilalin-80-okul-arkadasindan-biri-40-sirkette-yoneticilik-yapiyor-310435/, erişim 17.11.19)

Bu yalnızca bir örnek.. Çok sayıda başkaları da var.. Öte yandan bu ülkede yıllarca bekleyip olarak atanamadıkları için yaşamlarının baharında özekıyan (intihar eden) öğretmenler var.. Kendini yakan işsiz gençler var.. Geçim sıkıntısı, borçlar – hacizler yüzünden ailece topluca özekıyan (intihar eden) aileler var. İşsizlik %14’ü, işsiz sayısı 7 milyonu aşmış durumda. Üniversite bitirmişlerin 1/3’ü işsiz!

Kimi kez da Sarayın iktidar seçkinleri, bu “sefalet” tablosu basında sergilendikçe iyice çirkinleşmekte ve “…çooook yetkin – donanımlı…” olduklarını belirterek halkı aşağılayan açıklamalarla yanıt vermekte (!) ve aldıkları ücretlerin “az bile” olduğunu vurgulamakta.

İtibardan tasarruf olmaz” sözü, Erdoğan’ın dır ve uygarlık tarihinde hak ettiği yeri almıştır. Kuşku yok, bu söz, sahibini de tarihte hak ettiği yere oturtmuştur, oturtacaktır.

Söz gelimi Katar’dan “gelen – yollanan – takdim edilen” (!?) süper lüks uçak 400 – 450 milyon $ değerindedir ve ABD Başkanlık uçağına denk ya da üstünde donanımlıdır. Sanırız Saray’ın 13. ya da 14. uçağıdır. Bir cankurtaran (ambulans) helikopter yaklaşık 10 milyon dolardır. Buna göre 400-450 milyon $ ile 40-45 cankurtaran (ambulans) helikopter alınabilir ve ülke genelinde koşullara göre (nüfus, iklim, ulaşım, donanımlı sağlık merkezleri..) dağıtılabilir. Van’ın mezrasında karadan sağlık ekibinin erişememesi nedeniyle ölen Muharrem bebeğin dramı belleklerdedir.

Şimdi soralım   : Muharrem bebeğin ölümünün gerçek nedeni nedir? Katil kimdir, kimlerdir, hangi politikalar ve bu politikaları güdenlerdir? Valilik neden yargılama izni vermemiştir?

Dinci iktidarlar halka “sözde dinsel değerleri” adeta damardan vererek uyuştururlar. Örn. Muharrem bebeğin ölümü “kaderdir, Allah’tandır..”!? Oysa Muharrem bebek hava cankurtaranı ile sağlık kurumuna zamanında yetiştirilebilseydi kurtulacaktı büyük olasılıkla. Bu durumda
soralım :

  • Tek bir hava cankurtaranı “kaderi, Allah’ın iradesini” değiştirmeye yetmekte midir?!
  • Bir hava cankurtaranı olunca “kader, Allah’ın iradesi” hükümsüz mü kalmaktadır!?

AKP’li CB Erdoğan’ın sözleri yanlışlarla doludur.. 

Örneğin Genel Sağlık Sigortasının (GSS) Anayasaya göre zorunlu olduğunu ve 30 yılı aşkın süre kendinden önceki iktidarların bunu yap(a)madığını söylemektedir. 2 önemli yanlış var burada :
1. GSS, Anayasanın (1982) 56. maddesi son tümcesi (cümlesi) uyarınca “zorunlu” değil “isteğe bağlı” bırakılmıştır. Bu tümce aynen şöyledir :

  • “Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir. “

Görüldüğü gibi Anayasa GSS’nı buyurmamakta, kurulabilmesi için seçenek sunmaktadır. AKP öncesi iktidarlar, yerinde çekincelerle Türkiye’de GSS’nin koşullarının bulunmadığını saptayarak bu seçeneği kullan(a)mamışlardır. AKP iktidarı ise, kökü dışarıda “Health Transformation” (Sağlıkta Dönüşüm) politikasını (ve başkalarını da..) uygulamak üzere iktidar olduklarından, gözü kara atılmışlardır. Ne var ki; Türkiye’de gerçek anlamda GSS yoktur, bu ekonomik güç – yapı – bunalım ile de olanaksızdır.

SGK verilerine göre 9 milyon prim yükümlüsü, 5502 s. SGK yasası uyarınca, SGK tarafından “yoksul” olarak tanınmış (damgalanmış!) olup primleri Hazine tarafından ödenmektedir.

İşsizlik olağanüstü yüksektir ve bu insanlar da SGK’ya prim öde(yeme)mektedir, onaylanan 9 milyon yoksulun yalnızca bir bölümüdür bu insanlar.

Ortalama gelir düzeyi düşük olduğundan (2018’de 9 bin $ dolayında; son 6-7 yıldır sürekli düşüyor!), prim matrahı yetersizdir.

Milyonlarca yükümlü primlerini ödeyememekte, sıklıkla “prim affı” çıkarılarak ödemeler zamana yayılmaktadır.. SGK’nin, “2018 Yılı Faaliyet Raporu”na göre, prim ve prime ilişkin borçlarını ödeyemeyen milyonlarca yurttaş, borçlarını yapılandırmak için başvurdu. Bu kapsamda 8 056 447 yurttaşın borcu yapılandırıldı. Yapılandırılmaya gidilen toplam prim borcu tutarı 157 milyar TL. Bu tutarın yalnızca 37 milyar TL’si tahsil edilebildi.

GSS, AKP = RTE‘nin buyurduğu gibi sağlık hizmeti kapsamını genişletmeyip tersine 2008’den bu yana sürekli daraltmakta, cepten harcamalara insanları zorlamakta ve hizmet satın aldığı sağlık kurumlarına geri ödeme bedellerini enflasyon karşısında yıllardır artır(a)mamaktadır. Bu durum kamu sağlık kurumlarını iflasa sürüklerken, özel sektörde yasa dışı bedeller alınıyor.

Özel sağlık kuruluşlarından ağız – diş sağlığı hizmeti 2008’den bu yana SGK tarafından tanınmamıştır. Öte yandan kamuda bu hizmetler çok yetersizdir. Modern diş implantı sağaltımı kamuda da SGK tarafından ödenmemektedir.

Oysa CB, yardımcıları, Bakanlar, TBMM üyeleri, AYM – Yargıtay – Danıştay – Sayıştay üyeleri, 4 yıldızlı general – amiraller ile eş – çocukları – bakmakla yükümlü oldukları açısından hiçbir SGK sınırlaması yoktur.. Bu kişilerin yurt dışı dahil tüm giderleri ödenmektedir. Giderek genişleyen bu ayrımcılık niyedir? Anayasanın yasalar önünde eşitlik maddesi (md. 10) neden ayaklar altındadır!?

  • Nitekim GSS, apaçık finansal yoğun bakımdadır.
  • Kurgusu gereği esas olarak prim = ek vergiler ve sınırlı (marjinal) genel bütçe (merkezi yönetim bütçesi) desteği ile dönmeleri gerekirken, Türkiye’de durum tersinedir. Örn. 2019 için SGK’ya merkezi yönetim bütçesinden 185 milyar TL aktarım öngörülmüştür. Bu rakam 2019 genel bütçesinin neredeyse 1/5’i olup olağanüstü yüksek bir orandır; üstelik toplam 385 milyar TL olarak öngörülen 2019 mali yılı SGK bütçesinin yarısına yakındır!AKP = RTE‘nin sıklıkla eleştirdiği, CHP Gn. Bşk. K. Kılıçdaroğlu’nun SSK Gn. Md. olduğu dönemde verilen SSK açıklarının güncel SGK açıkları ile rakamsal karşılaştırması olanaksızdır. Günümüzde bütçenin 1/5’i SGK’ya aktarılmaktadır; bu durum gerçekte SGK’nın örtük – saklanan iflasıdır!Üstelik 18. yılına giren AKP döneminde tek 1 yerli aşı üretilemediği gibi, ilaçta dışa bağımlılık azalmamaktadır. 2018 SGK sağlık giderinin %30’u ilaç gideridir; bu rakam ABD’de %11, OECD’de %17 dolayındadır. İlaç ve tıbbi teknoloji hovardaca kullanılmaktadır.

Sosyal devletlerde merkezi bütçeden sosyal güvenlik kurumlarına akçalı (mali) destek olağan ve gereklidir. Ancak Türkiye’de SGK havuzu primlerle = ek vergilerle değil, genel bütçe desteği ile “ancak” doldurulabilmektedir.

GSS rejimi pahalıdır, zengin ülkeler bile başedememektedir, sağlık giderleri şişirilmekte ve yerli – yabancı yandaş şirketlerin kasalarına yüzlerce milyar $ ulusal servet aktarılmaktadır. Üstelik halkın sağlık düzeyinde de harcanan kaynaklarla uyumlu iyileşme olmaksızın = Tam vahşi sömürü!

  • AKP iktidarı, bilerek / bilmeyerek bu küresel soygun tasarımına (projesine) destek vermektedir; alettir, taşerondur!

1982 Anayasası md. 56 / son tümcede dile getirilen içerik 2. önemli yanlıştır :

1982 Anayasasının 56. maddesinin son tümcesinde GSS kurulması seçenekli bırakılırken, GSS için gerekçenin “.. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için..” denmektedir. Bu tümce bilimsel olarak eksiktir – yanlıştır. Çünkü GSS, uluslararası yazında (literatürde) “bir finansman rejimi” olarak bilinir. “.. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için..” GSS tek başına yetmez; yeterli sağlık hizmetinin ülke genelinde halkın erişebileceği biçimde coğrafyaya bölge ve nüfus temelli olarak dağıtılması gereklidir.

1980’lerin ortalarında Alman Sosyal Güvenlik Kurumu, kadim Bismarck’ın Alman halkına armağanı, dünyanın ilk sosyal güvenlik sistemi (1881) Krankenkasse iflasın eşiğine sürüklenmişti. Temel neden sağaltım ağırlıklı ve parça başı ödeme idi. İkisi de düzeltildi:

1. İlk 1 yılda tüm bebekler belirlenen sayıda hekime getirilecekler.
2. Tüm gebeler bu süre içinde belirlenen sayıda hekime gelecekler.
3. 45 yaş üstü herkes yılda 1 kez hekime gelecekler.

Böylelikle Alman sosyal güvenlik kurumu, son derece yerinde, insancıl, bilimsel – akılcı yaklaşımla iflastan kurtarıldı. İzlenen yol, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE ÖNCELİK VEREREK sağaltım giderlerini azaltmaktı.. Moneter değil insancıl, bilimsel – akılcı idi.

Oysa AKP = RTE‘nin övündüğü SGK’sı hep ama hep, insancıl olmayan, bilimsel – akılcı olmayan moneter (parasal) önlemlerle ayakta kalmaya çabalıyor. Açıkları büyüdükçe, bu sorunun gerçek nedenlerine inmeksizin; İLGİLİ ÇEVRELERE RANT AKTARIMININ KESİNTİYE UĞRAMAMASI GEREKTİĞİNDEN olsa gerek, hep geriödemelerini kısarak, hizmet kapsamını daraltarak insanların ceplerine ve Hazine’ye yükleniyor..

  • Halkın sağlık hizmetlerine erişememesi, Hazine’nin dev aktarımları (transferleri) ile yerli – yabancı sermayeye ulusal kaynak aktarımı ASLA kesintiye uğratılmıyor..
  • Ne pahasına olursa olsun.. Kapitalizmin tunç yasaları dayatıyor AKP’ye; maksimum kâr ve sermaye birikimi sürdürülecek.. Ne pahasına olursa olsun.. Peki AKP buna neden mahkum?

Tüm bunların iç yüzünü – ardalanını AKP = Erdoğan biliyor, anlayabiliyor ve kavrayabiliyor mu acaba?? Küresel güçler (Emperyalizm) sorunun yanıtını “evet” olarak vermiştir ki, bu iktidar hala sürmektedir. Ne beis, Erdoğan “biliyor, anlayabiliyor ve kavrayabiliyor” olmasa bile çevresi kuşatılmıştır ve en iyimser senaryo ile “kandırılması sistematik olarak sürdürülmektedir”!

Nitekim emeklilikte yaşa takılan 2 milyona yakın insan ve ailelerine önceki gün İstanbul’da meydan okurken gerçekte ülkemizin ulusal çıkarlarını, geleceğini, bütçe dengelerini… falan mı kolluyor acaba??

  • Şehir hastaneleri = TALAN! denklemini yıllardır kuruyor, seslendiriyor, yazıyor, haykırıyoruz.. Sonunda göl bitti galiba.. 17+ yıldır yüzlerce milyar dolar ulusal serveti yandaş yerli – yabancı şirketlere misyonu gereği aktaran bir iktidar, YOKSULLUK İÇİNDE – AÇLIK SINIRINDA 2 milyon emekliye ve 10 milyona varan ailelerine haklarını vermeyi çok görüyor ve bunu akılcılık – ülkenin çıkarı adına savunuyor, bir de “seçim yitirme pahasına da olsa..” diye gürlüyor öyle mi!

Usta politikacı, önceki TBMM başkanlarından Hüsamettin Cindoruk, bir TV programında,

  • “.. bu kadar rahat yalan söyleyen bir politikacı görmedim…” demişti.

AKP = Erdoğan‘ın İstanbul konuşmasında faiz ödemelerinin azaltıldığı da belirtiliyor. Son 2 yılın bütçesindeki rakamlara bakmak yeter sanırız :

2018 bütçe gideri 763 (599’u – %88 vergi!), gelir 697, Açık 66, Faiz 71,6 (%26↑); yatırım 68,8; Sağlık Bak. 37,6; DİB 7,8 (151 bin pers.); SGK 133,5 (2016’da 108); Emn.+Jand. 40,1; Mrk. Yön. borcu 2017 sonu 871,6 milyar (%15↑) TL

2018’de bütçeden ayrılan ödenek Faiz 71,6 milyar TL. Bütçenin 10’da 1’i ve önceki yıla göre
artış %26. Bir de anapara ödemesi var bu borçların.. 2018 bütçesinde her 10 TL’den 1’i devletin borcuna giderken, bu rakam Sağlık Bakanlığı bütçesini 2’ye katlıyor ve toplam yatırımlardan daha fazla. SGK’na baktığımızda; bütçenin 1/5’ine yakın bölümü SGK’ya aktarılıyor ve bu rakam 133,5 milyar TL olup, 2017’deki aktarım tutarı olan 108 milyar TL’ye göre 1/4 artış anlamına geliyor. Enflasyonun çok üstünde, bütçe büyümesinin çok üstünde..

2019 bütçesi daha feci durumda, açık 80,6 milyar TL ile kalmadı, 125 milyar TL’ye çıkarıldı geçen ay. Ayrıca 80 milyar TL’yi aşan TCMB kârı ve yedek akçesi de bütçeye aktarıldı. Durum böylesine dehşet verici iken, CB’nın “örtülü ödenek” harcaması olağanüstü artıyor! Niçin?!

2019 Bütçe Giderleri 961 milyar TL
Faiz Giderleri 117,3 milyar TL
Bütçe Gelirleri 880,4 milyar TL
Vergi Gelirleri 765,5 milyar TL
Bütçe Açığı -80,6 milyar TL
Faiz Dışı Fazla 36,7 milyar TL

2019 bütçesinde AKP hükümetinin faiz ödemesi 117,3 milyar TL olup 961 milyar TL’lik bütçenin 1/8’i.. 2018’de bu oran 1/10 ve ödenen tutar 71,6 milyar TL idi; %50 artış var ödenecek faizde. Sağlık Bakanlığı bütçesi 47 milyar TL, faiz gideri bunun 2,5 katı.. Bir de FAİZ DIŞI FAZLA adı altında zihinlere kurulan tuzak var.. Bu, BORÇ ANA PARASI demek.. Açıkçası bütçeden, her şeyden önce BORÇ FAİZLERİ ödeniyor. Sonra kalan bölüm FAİZ DIŞI adını alıyor. Bu bölümden yemeden – içmeden tasarruf yapıp “fazlalık” vermek gerek ki borçların ana parasını ödemek olanaklı olabilsin. Buna da tuzaklı bir adlandırma ile FAİZ DIŞI FAZLA deniyor ki yurdum insanı, hatta ortalama okumuşu bile anlamasın!
****
Yalan öylesine bulaşıcı ki; önceki ÇSGB J. Sarıeroğlu şunları söylemişti basına (5.7.18) :

-“..Vatandaşlarımızdan, SGK ile sözleşmeli / protokollü sağlık hizmeti sunucuları, verdikleri bu hizmetler (Kanser tedavisi, cerrahisi, ilacı) nedeniyle hiçbir şekilde ek ücret almayacak, vatandaşları ceplerinden hiçbir ücret ödemeyecek. Düzenleme öncesi kanser cerrahisi için yılda 240 milyon TL ödüyorken söz konusu düzenleme ile bu ödemeyi yılda yaklaşık 750 milyon TL’ye çıkartarak kanser hastalarımızın tedavilerini tümüyle ücretsiz hale getirdik. Hem kanser hem de öbür tüm hastalıkların tedavisine ve önlenmesine ilişkin, yine maliyet gözetmeksizin iyileştirmeler hızla ve artarak devam edecek.” [2019’da 10-11 milyar TL kısıntı planlanıyor!?]

Sorumuz : Türkiye’de her yıl ~175 bin yeni kanser tanısı konuyor. Hasta havuzunda 400+ bin kanserli var. 750 milyon TL / ~500 bin hasta desek.. Kanserli hasta başına 1500 TL / yıl düşüyor. Bu rakam ile «kanser hastalarımızın tedavilerini tümüyle ücretsiz hale getirdik» denebilir mi??

  • Siyaset etiği – dürüstlük – halkı aldatmama… yükümü kimler için??

Soruyoruz : 4 s. CBK ile SGK neden Sayıştay denetimi dışına alındı!??

Bereket Anayasa’nın 160. maddesi bu girişme izin vermiyor, Ama niyet ne, niçin?

Sonuç             : SGK finansal yoğun bakımda! Ne yapmalı???

• Türkiye, Batı dayatması ile çok pahalı olan GSS (Genel Sağlık Sigortası) finansman
sistemini yürütmeye çabalıyor.. Önemli açıklar veriyor ve merkezi yönetim bütçesinden
ciddi aktarım zorunlu oluyor; bu aktarımlar önemli bütçe açığı yaratsa da -ki yaratıyor- !
• Özetle S G K  f i n a n s a l  y o ğ u n  b a k ı m d a ..
Adil, dolayısıyla etik olmayan birçok yönü var.. Sürdürülebilir gözükmüyor..
• Yüz milyarlarca Dolar ulusal servet yandaş yerli – yabancı sermayenin kasasına aktarılıyor,
harcamalar hızla artmayı sürdürüyor ama halkın sağlık düzeyi göstergeleri dev harcama ile orantılı iyileşmiyor.. Genellikle 60-90. sıralardayız sağlık ölçütlerinde.. Niçin, nasıl, kim sorumlu bundan?
• SGK sistemi büyük bir karabasan! Çünkü Devlet; halkın sırtında sopalı tahsildar!?

Yineleyelim : GSS halkın sağlık sigortası değil, sermayenin kârının sigortasıdır!

  • SGK, stratejik bir  toplumsal güvence kurumudur. Mutlaka bilimsel akılcılıkla yönetilmelidir.
  • Şehir hastaneleri talanı bütünüyle ve hemen durdurulmalıdır!
  • AKP’nin gayrımili politikaları artık sürdürülemez sınıra dayanmıştır.
  • AKP = Erdoğan ezberlerini bozmak zorundadırlar.
  • Bu aymaz ve kökü dışarıda politikaları sürdürmek artık Türkiye için bir BEKA SORUNUDUR!
  • Sitemizde, gerek SGK ve açmazları gerek ŞEHİR HASTANELERİ TALANI… konularında çok sayıda belgesel yazı vardır. Bunlar özenle okunmalı ve yanlış yol terk edilmelidir.
  • AKP = ERDOĞAN bu yıkıcı politikalarını sürdürürlerse, Türkiye için somut ve kritik BEKA SORUNU daha da ağırlaşacaktır. Böylesi bir sorunsal, her durumda Türkiye’nin yararına çözülür, AKP tasfiye edilir ancak ülkemize bedeli çooook ağır olur. Onlarca yıl belimizi doğrultamayız.
  • AKP içindeki yurtsever sağduyulu vekiller, uzmanlar, üyeler, danışmanlar bu vahim gidişi durdurmak zorundadırlar ve bunu yapabilirler. Türkiye 1 kişinin yönetimine terk edilemez!
  • Türkiye ekonomisi çökme riski ile yüz yüze! Lütfen aşağıdaki yazımızı okuyunuz.
  • AKP = ERDOĞAN TÜRKİYE’yi MORATORYUMA MI SÜRÜKLÜYOR?
  • AKP’liler Erdoğan’ı malvarlığını açıklamaya zorlamalıdır. ABD sopa göstererek ima ediyor. Erdoğan neden gürleyerek “..müddei iddiasını ispatla mükelleftir..” diyemiyor, neden??

Çare; Devleti sermayeden kurtarıp sağlıkta piyasacılıktan – özelleştirmeden vazgeçip, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETİ ODAKLI, Ulusal, Kamucu Sağlık Sistemine geçiş..

Sevgi ve saygı ile. 17 Kasım 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Bu makalemizin pdf’si : SOSYAL_GUVENLIK_SISTEMİ_ve_AKP=ERDOGAN’in_URKUNC_YANILGISI_ya_da_OZGOREVI

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİNİN 7188 SAYILI KANUN -YARGI REFORMU STRATEJİ BELGESİ- KONUSUNDA HAZIRLADIĞI BROŞÜR ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİNİN 7188 SAYILI KANUN -YARGI REFORMU STRATEJİ BELGESİ- KONUSUNDA HAZIRLADIĞI BROŞÜR ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

Mahmut ESEN
(E) Mülkiye Başmüfettişi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin ilk paketindeki yasa değişikliği gerektiren kimi hususlar, 17.10.2019 gün ve 7188 sayı ile yasalaşmıştır.
Bu konularda avukatları bilgilendirmek için TBB tarafından bir broşür hazırlanmıştır. Konuya ilişkin “önemli iyileştirmeler ve gelişmeler sağlandığına” vurgu yapılan bu broşür tarafımdan incelenmiş, dikkatimi özellikle çeken kimi konular, kamuoyunu bilgilendirme bağlamında aşağıda özetle belirtilmiştir.

1- Dava sayısını azaltmasının yanı sıra, “avukatlara on binlerce yeni iş olanağı sağlayacağı” gerekçesiyle hızlı (seri) muhakeme usulünün gelmiş olmasının TBB tarafından coşku ile savunulduğu, meslek mensuplarının çıkarları ile birlikte toplumun çıkarlarının gözetilmesinin göz ardı edildiği görülmektedir.
Oysa yasa ile getirilmiş olan basit muhakeme usulünde; asliye cezalık suçların büyük bölümünde, avukatının da huzurunda şüphelinin, C. Savcısınca teklif edilecek olan seri muhakeme usulü uygulanmasını kabul etmesi halinde, C. Savcısı suç için belirlenmiş cezanın yarısı oranında yaptırım belirleyerek iddianame düzenleyecek, gerekirse suçu erteleme kapsamına alabilecektir. İddianameyi kabul eden Asliye Ceza Mahkemesince basit yargılama usulü uygulanacak ve itiraz olmaması durumunda, dava hakkında duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden karar verilebilecektir.
Bu usulün uygulanması ile, suç işleyenler hakkında, bu suçlar TCK’da öngörülmüş cezaların yarısı oranında ceza verilebilecektir.
Bu usul ile suç işleyenlerin korundukları, bu durumda kamu düzeninin olumsuz etkileneceği açıktır.

2– Yürürlükte olan yasada bir yıl olan, Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde iki yıla çıkarılması önerilen ertelemenin üst sınırı, genel kurul kararı ile yeni yasada üç yıla çıkarılmıştır.
Bu yolla, uzlaştırma ve ön ödeme kapsamındaki suçlar dışında, Cumhuriyet savcısı, üst sınırı 3 yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı, yeterli kuşkunun varlığına karşın kamu davasının açılmasının 5 yıl süreyle ertelenmesine karar verebilecektir.
Erteleme süresi içinde kasıtlı bir suç işlenmediği takdirde, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilecektir.

CMK’nın ilk biçiminde bulunmayan ve daha sonra 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı yasayla 1 yıl olarak getirilmiş olan erteleme sınırının 3 yıla çıkarılması, C. Savcısına verilmiş geniş takdir yetkisi sonucu olarak, suçluların büyük bölümü -ne yazık ki- cezasız kalacaktır.

Artan suçlular nedeniyle ceza vermede, verilen cezaların tam olarak infaz edilmeleri konularında toplum olarak güçlük çekmeye başladığımız anlaşılmaktadır.

3-15 yıl kıdemi bulunan avukatlara, haklarında kimi suçlardan dolayı soruşturma / kovuşturma açılmamış olması koşulu ile hususi damgalı pasaport (yeşil pasaport) verilebilecek olması durumunun, TBB tarafından büyük bir başarı gibi avukatlara sunulduğu anlaşılmaktadır.
Ancak avukatlarımıza yeşil pasaport verilmesinde geç kalınmıştır. Çünkü Almanya başta olmak üzere AB ülkelerinin resmi görevle gelmeyen yeşil pasaport sahiplerine yönelik denetimlerini sıklaştırdıkları (sağlık sigortası, dönüş bileti, nakit para veya geçerli kredi kartı sorulduğu, aksi halde girişlerine izin verilmediğine) ilişkin haberler basında yer almaya başlamıştır. (https://t24.com.tr/yazarlar/zeynel-lule/ab-nin-yesil-pasaport-sikintisi,23886)

Selam ve saygılarımla. 28.10.2019
===================================
Dostlar,

7188 Sayılı “Yargı Reformu” Yasası Yüzeysel Bir Adımdır; O Denli!

7188 sayılı yasa kapsamında getirilen yeni düzenlemeler yüzeyseldir, dolayısıyla “REFORM” olma savı yerinde değildir. “Reform” nitelemesi aşkın ve duygusal bir değerlendirmedir.
AKP yönetiminde eylemli olarak ya da baskıcı mevzuatla yitirilmiş kimi haklar, kısık sesle sanki bir ölçüde (kısmen) geri verilmektedir..

Bu düzenlemeler, Türkiye’ye, çoktan ve derin biçimde yitirdiği “hukuk devleti” olma nitemini asla geri kazandıramayacaktır. Bu bağlamda sayısız olumsuz örnek verilebilir. Her şeyden önce “ucube TEK ADAM REJİMİ” utandırıcıdır ve siyasal kuramda (teoride) yeri olmayan, kendine özgü (nev-i şahsına münhasır) anomalili bir rejimdir ve daha 1. yılında ciddi biçimde tıkanmış, Türkiye’yi çok yönlü soluksuz bırakmıştır.

Demokratik Cumhuriyet‘in temel koşulu 3 ana erke ve bunların ayrılığı ile karşılıklı denge -denet (check and balance) sistemine dayalı olmasıdır.

Cumhuriyetimizin 96. yılını kutladığımız bu günde öncelikli sorunumuz, rejimin hızla normalleştirilmesi ve parlamenter sisteme yeniden dönülmesidir. Böylesi köktenci bir değişim, hiç kuşkusuz AKP = Erdoğan‘ın da ciddi biçimde yararına olacaktır.
***
Öte yandan, 7188 sayılı yasa ile ceza ve ceza muhakemesi yargısına getirilen değişiklikler, suçların etkin yaptırım görmesini de ciddi biçimde engelleyebilecektir. Bu olgu, toplumda adalet duygusunu zedeleyebilir ve zincirleme sorunlara yol açabilir..
C. Savcısına tanınan erteleme, uzlaşma…. yetkileri aşkındır ve istismara açık olabilir.

En önemlisi ise, AKP = Erdoğan‘ın baskıcı – ayrıştırıcı – ötekileştirici – kendini her şeyin üstünde gören olağanüstü kibirli kişiliğinin (narsisistik kişilik yapısı) yarattığı iklimde, olabildiğine siyasallaşmış, yandaş kadrolarla doldurulmuş yargı sisteminde, 7188 s. yasanın muradının ne ölçüde yaşama geçirilebileceğidir. Öte yandan bu düzenlemeler olsa olsa çok sınırlı ve iyi niyetli görünen başlangıç düzenlemelerinden öte bir beklentiyi de hak etmemektedir gerçekçi olmak gerekirse.

Söz gelimi Hukuk eğitimi (ve Tıp) ABD’de, 4 yıllık herhangi bir lisans eğitiminden sonra alınabilmektedir. Hukuk mesleklerinde çalışacakların entellektüel ve profesyonel olgunlaşması son derece önemsenmektedir. Yargıçlık kürsüleri hemen hemen tümüyle ek olarak lisansüstü derece ile elde edilebilmektedir. Ülkemizde Hukuk lisans eğitiminin ciddi sorunları vardır. Gereksinilen insangücü planlaması başta, eğitim standartlarının yükseltilmesi kaçınılmazdır.

Hızla çeşitlenen ve kapsam kazanan yaşam alanlarına karşılık düşen hukuksal düzenlemeler karşısında 4 yıllık lisans eğitimi, temel bilgi – beceriyi edinmede bile son derece yetersiz kalmaktadır ve giderek uzmanlaşma zorunlulaşmaktadır. Tıpta, diş hekimliğinde, mühendislikte olduğu gibi hukuk profesyonellerinin de uzmanlık dallarına ayrılması hızla planlanmalıdır. Pratisyen hekimlikte yaşanan zorluklar, “pratisyen hukukçu – avukat – savcı” bir ölçüde yargıçlar için de geçerlidir.

Son olarak; TBB’nin -Başkan Feyzioğlu’nun- 7188 s. yasayı değerlendirirken sıklıkla “avukatlara çok sayıda ek iş olanaklarının çıkacağını” öne çıkarması, bu hizmetleri kullanmak zorunda kalacakların durumu bakımından rahatsız edici etik kaygılar uyandırmaktadır..

Sevgi ve saygı ile. 29 Ekim 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
AÜHF Öğrencisi, Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yargi_Reformu_Neler_Getirdi_2019

İŞ BANKASI ÇALIŞANLARINDAN DUYURU

📢 “İŞ BANKASI ÇALIŞANLARINDAN DUYURU”

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Biz iş Bankası Çalışanları olarak, Erdoğan’ın İş Bankasındaki Atatürk’ün hisselerine el koyulması konusundaki bütün gerçeği biliyoruz. Bu gerçekleri ülkemin her bireyi de bilmeli.

TÜRKİYE İŞ BANKASI AŞ GERÇEKLERİ

“İş Bankasına karşı, ağzının suyunu akıtanlara ithaf olunur,,
Bildiklerimiz, Bilmediklerimiz .!!!

-İş Bankası’nın % 40.12’si Banka çalışanlarına ait olan Munzam sandık vakfına aittir.
Ülkemizde ve dünyada bu büyüklükte , çalışanlarının ortak olduğu başka bir kuruluş yoktur.

YANİ İŞ BANKASININ PATRONU YOKTUR, DEĞİŞEBİLEN PROFESYONEL GENEL MÜDÜRLERİ VARDIR.

İş Bankası’nın % 28.09’u bu Bankanın kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ait olup, bu thisseleri de Atatürk adına Cumhuriyet Halk Partisi temsil etmekte, Temettü gelirlerini de Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu‘na bağışlamaktadır.
CHP iş bankasından 1 kuruş gelir alamamaktadır.

– İş Bankasının % 31.79’u da Halka açık hisselerdir. Yani borsadaki iş C, İş B , İş A gibi hisseler.

– İş Bankasının bugünkü piyasa değeri ; 25.700.569.000 TL (Yirmibeş milyar yediyüz milyon beşyüz altmışdokuzbin TL). Ülkesini harami gibi soyup soğana çevirenlerin, soymaya yeni kaynaklar arayışına girmelerinden dolayı, CHP bahanesiyle saldırmalarının asıl altında yatan gerçek bu paradır.

– İş Bankasının Yönetim kurulu 11 kişiden oluşmaktadır, 7 üye bankanın kendi içinde bankanın çalışanlarından, (yani alaylı) oluşmakta, 4 üye de CHP’li temsilcilerdir.

-İŞ BANKASINDA KARARLAR 6 ÜYENİN OYUYLA KABUL GÖRMEKTEDİR. Dolayısıyla CHP’li üyeler isteseler de tek başlarına İş Bankasında siyasal karar alamazlar ve Banka buna izin vermez.

– İş Bankasındaki şu andaki CHP Temsilcileri;

Murat Karayalçın; eski DPT uzmanı, Ankara Belediye Başkanlığı yapmış, SBF Mezunu, deneyimli siyasetçi.

Müslim Sarı; Milletvekili, Uzman Ekonomist, SBF Mezunu.

Rahmi Aşkın Türeli; Maliyeci, SBF mezunu, Ekonomist.

Özcal Korkmaz; İktisatçı, Hesap Uzmanı, Maliyeci

Bu temsilci sıfatlarını niye yazdım; salt İmam Hatip Okulu Mezunu diye bu görevlere atanmadıklarını anlatmak için, TÜBİTAK başkanlığında olduğu gibi..

– İş Bankası tüm çeklerinde “ATATÜRK” logosunu kullanan tek bankadır.

Kaynak : T. İş Bankası Çalışanları..
========================================

Dostlar;

ERDOĞAN’ın İŞ BANKASI GÜNDEM OYUNU..

Erdoğan’ın olağanüstü sıkışık – gergin – sinirli – kaygılı ve de bitkin.. olduğu son derece açık..
Sivas konuşmasında (7.2.19) patlıcan – domates – biber – patates fiyatlarındaki katlanılmaz artışları alaya aldı ve akıllara seza biçimde Suriye – Güneydoğu Anadolu operasyonlarının ekonomik maliyetine bağladı! Önceki günlerde de marketlerin hizaya çekileceği söylendi..

Ölçüsüz ve irrasyonel bir hamaset ile halkın vatan – yurtseverlik duyguları sömürülüyor gene.. Meydanda haremlik – selamlık erkek ve kadınlar ayrı ve ellerde bayraklar..
İnanılmaz sayıda çok çocuk da meydana doldurulmuş..

Yaşam pahalılığı bir yangın gibi yoksulu – dar gelirliyi kavuruyor ama iktidar acı gerçeklere gözünü – kulağını kapamış. İnsanlar ağır – kaldıramadıkları sorunlarda çaresiz kalınca, örn. kanser olduğunu öğrenen bir hasta, sorunu yadsıma (inkâr, denial) tepkisi verir. O gerçek öylesine teslim alıcıdır ki; kimi insanlar en azından ilk anda yüzleşme güç ve cesareti gösteremez, onu yadsırlar bir süre. Ancak bu tepki sürdürülemez, çıplak gerçek kabul edilmek zorunda kalınır sıklıkla bir çökkünlükle..

Ne var ki, bir de narsisistik kişilik sahibi iseniz, hele hele sizin hatanız sonucu ise o tablo, bu “kabul” kolay kolay gelmez.. Her türlü akıl dışı savunma yapılır ve sorumluluk kabul edilmez.

Günümüzde gelinen yer ne yazık ki burasıdır. Halkın dikkatinin, toplumun gündeminin sürekli değiştirilerek “gerçekliğinden koparılması” zorunludur demokratik olmayan toplumlarda! Ancak yaşamın acı gerçekleri, bu tür manevraları yapmaya artık eskisi gibi elverişli değil.

Çünkü evde tencere kaynatılamıyor!.. Mahzuni’nin deyimiyle Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana..
Tokat’taki kadının hafta içinde geçici iş kurası çekilirken haklı isyanı ve feryadı kulaklardan – gözlerden uzun süre silinmeyecektir:

  • Açım aç, çocuklar doymuyor!

Erdoğan / AKP, İŞ BANKASI gündem oyunu ile hem anamuhalefet CHP’yi yersiz meşgul edip yormak hem de halkı bir kez daha somut gerçekliğinden kopararak adeta “sosyal şizofren” yapmak istemektedir!

Sosyal şizofren zavallı bir “kitle”den sorgulayan – akılcı davranış (rational choice) beklenemez.. Başta milliyetçi – dinsel, hamasi telkinlerle, sürü psikolojisi ilkeleriyle illüzyonlarla, sanrılarla (hallüsinasyonlarla) telkin – kumanda altına alınarak yönlendirilebilir, adeta “felç” olurlar. Ellerine tutuşturulmuş bayraklarla atılan histerik çığlıklar, gerçekte acı sona yaklaşıldığının yürek yakan tamtamları gibidir.
****
Anımsatalım, Anayasa md. 134 / 2 :

  • Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatler saklı olup kendilerine tahsis edilir.

Dolayısıyla İŞ Bankası’ndaki Atatürk hisselerine yasa çıkartarak “el koymak”, hukuk içinde olanaklı değildir.

Ortada bir vasiyetname vardır ve her vasiyetname gibi, hukuka aykırı olmadığı sürece dokunulmazdır. Atatürk’ün vasiyetnamesinin 1938’den bu yana, “hukuk dışı” olduğuna ilişkin herhangi bir sav ileri sürül(e)memiştir. Zamanaşımı süreleri de çoktaaaan dolmuştur. Üstelik bu vasiyet, Cumhuriyetin kurucusuna aittir, şu ya da bu kişiye değil. Ülkemizin geleceği için yaşamsal önemde araştırma – inceleme – yayın – eğitim yapmak üzere Atatürk’ün kendisinin kurduğu 2 stratejik Kuruma, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu‘na dönüktür. 12 Eylülcüler Mustafa Kemal Paşa’nın, bilerek ve tasarlayarak Devlet dışında birer bağımsız “Dernek” olarak yapılandırdığı bu 2 saygın kurumu Devlet dairesine dönüştürerek ve Anayasaya koyarak kendilerince daha da pekiştirmiş oldular.

Öte yandan Anayasa md. 35 ise Mülkiyet hakkını çok net olarak tanımlamaktadır :

  • Mülkiyet hakkı
    Madde 35 – Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Dolayısıyla, Mustafa Kemal Paşa da Mülkiyet ve miras hakkına sahiptir ve bu “evrensel” haklarını kullanmıştır Vasiyetnamesi ile.. Her şeyini Ulusuna bıraktığı gibi, sermayesini sağlayarak kurdurduğu İŞ Bankası hisselerini de 2 ulusal derneğe sürekli gelir olarak bırakıp bir kez daha ileri görüşlülüğünü ve ulus sevgisini kanıtlamıştır.

Dolayısıyla İŞ Bankası’ndaki Atatürk’ün bu paylarının “Hazine’ye aktarılması” herhangi bir “hukuksal” yolla olanaklı değildir. Anayasa değişikliğine gidilecek olursa, bu kez AİHS ve İHEB çiğnenmiş olacaktır.. Bu adımlar da elbette uluslararası yaptırımla karşılaşabilir..

Geçiniz efendim geçiniz…
Erdoğan tükeniyor..
Dün Sivas’ta üniversiteyi kendilerinin getirdiğini söyledi meydanlarda.. Oysa Sivas Cumhuriyet Üniversitesi 1975’te kuruldu.. 44 yıl oldu.. Erdoğan önceki seçim kampanyasında İsparta’da da benzer yanıltma girişiminde bulunmuştu.. İster bilerek, “halkı aptal yerine koyarak”, ister gerçekte.. Yinelenen bu “olgu”, sağlıklı bir insan için söz konusu edilemeyecek bir durum..

Yazık Türkiye’ye, çoook yazık..

Fakat geçecek, geçiyor.. dayanmak – direnmek ve halka, yaşadıklarının ardındaki gerçekleri anlayacağı dille aktararak neden – sonuç ilişkilerini kurabilmesi için desteğe devam..

Sevgi ve saygı ile. 09 Şubat 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Erdoğan’ın milisleri!

Erdoğan’ın milisleri!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)
Cumhurbaşkanı’nın dünürü Orhan Uzuner’in liderliğinde kurulan grubun amacı ‘darbe girişiminde halkı kısa sürede sokağa dökmek’ Grubun ocak ayındaki ilk toplantısında Uzuner, gerekli cihazları aldıklarını dile getirerek, “En küçük cihazımız düdük. Arabamda megafon var. Gerektiği zaman kullanacağımız silah var. Böyle hazırlıkları yapmamız lazım” ifadelerini kullandı. Uzuner, “Liderimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan etrafında kenetlendik” dedi.

[Haber görseli]

15 Temmuz darbe girişimini eniştesi Ziya İlgen’den öğrenen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dünürü Orhan Uzuner, “benzer bir darbe girişimi ya da kalkışma anında” halkı çok kısa sürede sokağa dökebilmek için geniş bir iletişim ağı kuruyor. “Kardeş Kal Türkiye” adını taşıyan grup Uzuner liderliğinde, anlık iletişim için WhatsApp grupları oluşturuyor, her ilçede telsiz sistemleri kuruyor, radyo yayını yapabilmek için şirket kuruyor. Grup, Sağlık Bakanlığı sertifikalı ilkyardım, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü sertifikalı insansız hava aracı – drone kullanım eğitimleri alıyor.

“Kardeş Kal Türkiye” grubu, 15 Temmuz darbe girişimin ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dünürü, Bilal Erdoğan’ın kayınpederi Orhan Uzuner’in liderliğinde kuruldu. Katılımcılar, fikir babaları Orhan Uzuner’i görüyor.

En kısa sürede sokak

Grubun kuruluşunun temel amacı, “yeni bir darbe girişiminde, kalkışmalarda, halkı en kısa sürede sokağa dökmek” için iletişim altyapısı kurmak olarak açıklandı.

Bu amaçla, atılan ilk adım, popüler anlık mesajlaşma uygulaması olan WhatsApp için atıldı. “Kardeş Kal Türkiye” içinde yer alan herkes, bir WhatsApp grubuna dahil ediliyor. Gruba girmesi kabul edilen tüm katılımcılardan da kendi WhatsApp grubunu kurması isteniyor. WhatsApp grupları birbirlerinden habersiz. Ancak Uzuner, tüm grupları kontrolü altında tutuyor.

Uzuner, grubun çeşitli toplantılarında, söz konusu WhatsApp gruplarında siyasi değerlendirmelerin paylaşılmaması talimatını veriyor. Sadece grup yöneticilerinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ilgili bilgileri paylabileceğini belirtiyor. Grubun çalışmaları arasında telsiz sistemlerinin kurulması da var. Bu kapsamda Uzuner, her ilçede 3 telsizcinin seçilmesi talimatını verdi. Telsiz sorumlularının kim olacağını ise doğrudan Uzuner belirliyor.

“Kardeş Kal Türkiye” grubu ayrıca “telsiz haberleşme” sistemi gibi çalışan ancak akıllı cep telefonları üzerinden iletişimi sağlayan uygulamalara da sahip. Grubun üyeleri “Zello” adı ile bilinen uygulamaya davet ediliyor. Kabul edilen üyeler aralarında telsiz ile haberleşebiliyor. Uygulamanın şu an için 300 üyesi var. Uygulamanın giriş şifresi ise “1071.”

Radyo kurulacak

Grubun bir internet radyosu kuruldu. Amacı, öncelikli olarak Uzuner’in paylaşımlarını yaygınlaştırmak, grubun faaliyetlerini duyurmak. Ancak “15 Temmuz’u unutturmamaya çalışan” bir yayın içeriğine sahip. Radyo için bir şirket kuruldu. Şirket, elindeki radyo lisansı ile karasal frekans alımı için de girişimde bulundu.

Drone eğitimi

Grup, üyelerine 4 başlık altında eğitim veriyor. Sağlık Bakanlığı sertifikasının dağıtıldığı “ilkyardım” eğitimi veriliyor. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafından 36 saat süreli insansız hava aracı – drone eğitimi de veriliyor. Ayrıca kurulacak telsiz ağı için de, telsiz lisans sınavına uygun bir kurs veriliyor. Üyeler kurslar aracılığı ile, haberleşme ve bilgi güvenliği konusunda da bilgilendiriliyor.

Olası darbe girişimi sırasında, elektrik ve internetin kesilmesi halinde, halkı sokağa dökmek için grubun geliştirmeyi planladığı sistemlerden biri de hoparlör ve siren sistemi. Sistemin, evlerde, binalarda, arabalarda bile kurulması amaçlanıyor. Ayrıca tüm üyeler, el megafonları temini için teşvik ediliyor.

Açık ‘silahlanın’ çağrısı

“Kardeş Kal Türkiye” grubunun Ocak ayı başında düzenlediği daha dar kapsamlı, ilk toplantısında Uzuner, grubun amacı, çalışma stratejisi ve iletişim yöntemlerini paylaştı.
Uzuner, söze “Ne yapsalar da bölünmeyiz, hep birlikte Türkiye’yiz” ifadeleri ile başlıyor. Uzuner konuşmasında, “Liderimiz ve özgürlüğün simgesi olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan etrafında kenetlendik. Ona bir zayiat gelmesini istemiyoruz” dedi. Grup olarak lazım olan cihazları aldıklarını dile getiren Uzuner, “En küçük cihazımız düdük. Arabamda megafon var. Gerektiği zaman kullanacağımız silah var. Böyle hazırlıkları yapmamız lazım” ifadelerini kullandı.

Uzuner konuşmasında bir akşam Ankara’dan yeni bir kımıldanmaya ilişkin bilgi geldiğini söyledi. Uzuner, “Arkdaşları aradım yok. Emniyet Müdürü’nü aradım, ‘öyle bir bilgi yok’ dedi. Sonra Allaha şükür durum müspet” dedi.

‘Evet’ için de varlar

Erdoğan’ın dünürü Uzuner’in henüz dar kapsamlı bu çalışması, darbe girişiminde halkı sokağa dökmek amacıyla planlarını yaparken, İstanbul’da çok sayıda toplantı da düzenledi. Başta WhatsApp grupları olmak üzere tüm iletişim yöntemleri, anayasa referandumunda evet sonucunun alınması için kullanılıyor. Uzuner toplantılarda bu yönde mesajlar veriyor, “evet” videoları çekiliyor.
========================================
Dostlar,

Ne demeli?
“Şükür Allah’a bu günleri de gördük…” mü demeli??

Tarihte milis güçleri – paramiliter silahlı güçler oluşturan faşist liderleri ve
kanlı iç savaşlarla faşizm bataklığına sürüklenen ülkeleri mi anımsamalı??

Yoksa, dünyada ve Türkiye’de halkın arasına çekinmeden giren, halkın sevgilisi olmuş politik önderleri mi anımsamalı?? Mustafa Kemal ATATÜRK gibi, Başbakan Bülent Ecevit (Halkçı Ecevit!) gibi, Cumhurbaşkanı ve Başbakan Süleyman Demirel gibi, başlangıç dönemlerinde Venezuela Başkanı Hugo Chavez, ABD Başkanları A. Lincoln, Bill Clinton ve B. Obama, Nehru, M. Gandhi, N. Mandela, Mao gibi… Erdoğan kaç koruma ile geziyor? 500 mü, 1000 mi, daha çok mu? Niçin? Erdoğan’ın güvenlik harcamaları ne düzeyde; resmi ve örtülü ödenekten? Bu doğal ve adil mi? Dünürün öncü olduğu hazırlıklar nereden – nasıl finanse ediliyor? Saydamlık var mı? Erdoğan ve Başbakan Yıldırım’ın tarihte görülmemiş muazzam rakamlara ulaşan örtülü ödenek harcamaları nasıl açıklanabilir? Buna kim sınır koyacak?

Halkın vergisi halka karşı silahlanan milislere kullanılabilir mi?

Bu politik kişiliklerin farklı patolojik yorumlamalarla paranoid bozukluklara (kuşkuculuk hastalığı) yakalandıkları, yaşamlarının zehir olduğunu, ülkelerini de cehenneme çevirdiklerini tarihten çok sayıda örnekle görüyoruz. Ya çok yanlışlar yapıyor halkı kendilerine düşman ediyor (kendi düşmanlarının yaratıyor!) bundan korkuyorlar ya da narsisistik kişilik başta olmak üzere megalomanik hezeyanlarla psikolojik açmazlara sürükleniyorlar..
Her 2 durumda da gerek kendileri gerek çevreleri ve ülke ağır bedeller ödüyor..
Sanrılar (hezeyanlar) çevreye bulaştırılıyor.. “Kardeş Kal Türkiye” (!?) milisleri kuruluyor.

Türkiye’yi kardeş tutmanın yolu, yandaşları kaynağı belirsiz paralarla silahlandırmak mıdır?? Bu ne denli tehlikeli, sevgisiz, barışsız, hukuksuz, demokrasisiz, insanlık dışı hoyrat yoldur??

Son olarak OHAL altında inletilen bir ülkede, akıl dışı bir halkoylamasına sürüklenirken,
bu tür haberler neden basına özellikle servis edilir? Haziran 2015 genel seçimlerini yitiren AKP, terör ve sabotajlarla halkı sindirerek seçimleri Kasım 2015’te yineletmiş ve 4,5 milyon dolayında ek oy (!?) ile %40’lara inen oylarını 9 puan artırarak (!?) gene tek başına iktidar olmuştu! Benzer senaryolar yinelenecek mi midir 16 Nisan 2017 halkoylaması sürecinde??
Bu yöntemler faşizmin klasik yöntemleri değil de nedir?

“Kardeş kal Türkiye” sötlemi kanlı tezgahların algı yönetimi midir bir bakıma??

Bir de sıkıkla gündeme getiriliyor : Devletin tepe yöneticilerinin yıllık resmi sağlık raporu alması ve bunların basına açıklanması.. Ne çok gerekli değil mi? Türkiye neden yap(a)maz?!

Sevgi ve saygı ile. 20 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

SONER YALÇIN: İşte budur

İşte budur

Satır içi resim 1
SONER YALÇIN
SÖZCÜ, 12.01.2017
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
​“Bizim Mahalle”de Deniz Baykal rüzgarı esiyor!
Herkesin dilinde Meclis Genel Kurulu’nda anayasa değişikliği üzerine yaptığı konuşma var.
Öve öve bitiremiyorlar.
Konuşma o kadar etkili oldu ki; Milliyet’ten Serpil Çevikcan, Başbakan Binali Yıldırım‘a “Deniz Bey’in konuşmasını nasıl buldunuz?” diye sordu. Cevabı, “İyi bir hatiptir ama bu sefer orta seviyede buldum.” oldu.
Aynı fikirdeyim!
Geçmiş yıllarla kıyaslandığında Baykal’ın hitabeti öyle gümbür gümbür değildi!
O halde…
“Bizim Mahalle”, yaşamı boyunca yaptığı diğer tüm konuşmaların aksine sesini neredeyse
hiç yükseltmeyen/ bağırmayan Baykal’ın konuşmasından neden çok etkilendi?
Sanırım şundan:
IŞİD, PKK ve FETÖ terörü dört bir yanımızı kuşattı. Ülkemiz kan deryasına döndü.
Kanlı Ortadoğu coğrafyasına çekiliyoruz.
Şehit cenazelerini artık kurumuş gözyaşlarımızla takip ediyoruz.
Dolar-Euro almış başını gidiyor. İflaslar, icralar kapıda.
Toplumsal huzursuzluk had safhada. Herkes kendini köşeye sıkıştırılmış hissediyor.
Herkes mutsuz. Herkes karamsar.
Böylesine zorlu siyasal atmosferde insanlar kendini çaresiz hissediyor.
Güç birliği yapmamız… İş birliği yapmamız… Uzlaşmamız…
Ve ortak akılla sorunlarımızı giderme yollarını bulmamız gerekirken, kendini daha güçlü yapmak isteyen “biri” ısrarla buna karşı çıkıyor. “Hayır” diyor, “Anayasa değişikliği
mutlaka yapılacak!” Sanki sorunların kaynağı, Anayasa! Alakası yok.
“Biri” olmadık bir zamanda, gereksiz, anlamsız dayatmayla toplumu yine ayrıştırıyor;
insanları yine ikiye bölüyor; çatıştırıyor. Haklı olarak soruyor insanlar;
* “bunca derdin/sorunun arasında bu Anayasa dayatmasına ne gerek var?”
Üstelik… Bu dayatma siyasal belirsizliğe yol açıyor; ve o da ekonomiyi felç ediyor.
Türkiye’yi dünyaya “hasta adam” olarak gösteriyor.
İşte… Saray, ülkenin-halkın ruhundan bu kadar uzaklaşmışken, Baykal’ın sağduyuya, vicdanlara hitap eden sözleri herkese iyi geldi. Baykal belki de politik yaşamında ilk kez polemik yapmayan bir üslubu benimsedi: Suçlamadı. Küçümsemedi. Hakaret etmedi.
Halkın beklentisini dile getirdi.
– Bu köşede yaptığım gibi- CHP’nin bu herkesi “kucaklayıcı” tavrının çok etkili olduğunu/olacağını düşünüyorum. Baksanıza… Serinkanlı olmasıyla tanıdığımız Sağlık Bakanı Recep Akdağ sinir küpüne dönüştü.
Başbakan Yıldırım’ın güleceği “Binali” yerine “Cin Ali” sözü, AKP milletvekillerinin
CHP’li Mustafa Balbay’ı linç etmesine sebep olacaktı! Bu gerginliğin sebebi var.
Keza. TBMM önünde basın açıklaması yapmak isteyen bir avuç avukata, polisin bu soğuk havada tazyikli suyla müdahalesi de şunu gösteriyor: AKP Meclis Grubu, bu Anayasa değişikliğini içine sindirebilmiş değil! Sertliğinin öfkesinin sebebi bu.
Binali Yıldırım’ın mecliste muhalif kulisine gidip Kılıçdaroğlu ve CHP’lilerle sohbet etmesi, “heyecanlı” AKP milletvekillerine “sakin olun” mesajı vermektir! Tüm bunlar Baykal’ın içten samimi uyarılarının hedefini bulduğunu gösteriyor. AKP huzurlu değil.
MHP’nin zaten huzurlu olmadığını biliyorduk. Nasıl olsunlar:
AKP Hükümeti’nin; hemen şimdi terörle, dövizle ve hatta Kıbrıs için mücadele etmesi gerekirken, sırf “biri istedi” diye tüm gücünü bu dayatmaya harcaması samimi-dürüst
hangi politikacıyı huzursuz etmez?
Meclis’te ya da referandumda sağduyuya / vicdana seslenen politik tavır sergilenirse,
sandıktan “birinin” hiç beklemediği sonuç çıkabilir. İnsanların yüreklerine seslenerek Baykal bunun ilk adımını attı. Toplumsal uzlaşmanın, Saray’da değil sokakta olacağı ortaya çıktı.
Yani… “Bizim Mahalle”yi “Karşı Mahalle” ile birleştirme zamanı geldi.
Halk Partisi çok zaman kaybetti; halkıyla barışma zamanı geldi. Kırgınlıkları-kızgınlıkları bir tarafa bırakalım; sadece kimi MHP’liler değil, kimi AKP’liler de “padişahlık” isteyen Anayasa dayatmasına karşı!
Evet. Baykal’ın gösterdiği gibi usta işi siyasi manevralara ihtiyaç var.
Mevzubahis olan vatan’dır…
Halka bunu anlatmak sadece bir-iki partinin değil ülkesini düşünen herkesin sorumluluğu dahilindedir.
==========================================
Dostlar,
Çıkmadık canda ümit vardır..

Türkiye’miz “Saray”denip durulan öznenin inanılmaz inat ve hırsını aşmak için deyim yerinde ise çırpınıyor.. Alttan alınıyor olmuyor, üstten alınıyor olmuyor.. Saray sakini “Mutlak Sultanlık” dayatmasından vazgeç(e)miyor.. Yapıp – ettikleri ile kendini neredeyse dönüşümsüz biçimde bağladı. İktidardan edilme ve Yargılanma temel korkusu.. Yabana atılır gibi değil bu korku. Makamın büyüleyici çekiciliğini gölgede bırakacak boyutta..

Bu tablonun temel yol verici etmenlerinden başta geleni NARSİSİSTİK KİŞİLİK.. Az buz değil, tıbbi olarak son derece ciddi bir sorun ve handikap. Hem Türkiye için hem de Erdoğan için. Tedavisi son derece zor, olanaksız gibi.. Bir meslektaşımız (Dr. Mustafa Altıoklar) Tayyip bey için “Narsisistik kişilik bozukluğu” nitemini (sıfatını) kullanmış ve TCK 299’dan (TCK
md. 299/1 : “Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”)
Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile ceza almıştı AİHM’nin karşıt kararları nedeniyle TCK’nın bu hükmünün fiilen geçersizleşmesine karşın. Savcıya göre gerekçe ise “bozukluk” sözcüğü idi. Biz o zaman bu sitede, 40 yılı bulan hekimlik birikimimiz ve tıp öğretim üyeliği yetkimizle yazmış ve bu tablonun uluslararası adının DSM V’te tam olarak “Narcissistic personality disorder” olduğunu “disorder” sözcüğünün Türkçeye “bozukluk” olarak çevirisinin yerleştiğini.. açıklamıştık. Bkz. NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU ve ERDOĞAN ve Erdoğan’ın akıl sağlığı..)

Dava savcısının iddianamesinde savladığı gibi “bozukluk” sözcüğü günlük dildeki anlamında olmayıp; tıbbi – teknik bir terim olarak hakaret – aşağılama anlamı yoktur. “Personality disorder” kavramının Türkçemizde yerleşik çevirisi “kişilik bozukluğudur” ve bu tanı konan hiç kimse aşağılanıp hakaret edilmiş değildir. Hiç kimse bu bağlamda hakaret davası da açmış değildir. Dahası, “kişilik bozuklukları” Psikyatride geniş bir aile olup salt narsisistik tipten ibaret de değildir. İlginç biçimde mahkeme de savcının istemine katılarak mahkumiyete hükmetmiştir. Oysa davada örn. Türk Tabipleri Birliği’nden veya Türk Psikiyatri Derneği’nden bilirkişilik raporu / uzman görüşü alınsa idi böylesine yanlış ve hukuk literatürüne geçerek bizleri mahçup eden adaletsiz bir karar çıkmazdı..

Diyeceğimiz odur ki; Erdoğan’ın iknası ve kaygı korkularının aşılamasa bile hafifletilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda kendisine kendisinden başka anlamlı yardım edecek kimse yoktur. Kapsamlı bir pisikiyatrik – psikoterepötik (nesnel algı ve realistik – makul davranış odaklı)  destek işe yarayabilir.. “Desensitizasyon, realizasyon, yüzleşme..” gibi teknikler kullanılabilir. Ancak bu girişim aylar alabilir. Oysa Türkiye’nin çok sıkıştırıldığını, adeta kamçılandığını görüyoruz. TBMM sabahlara dek çalıştırılarak, kadın muhalefet vekilleri dahil tekme – tokat dövülerek, anlaşılmaz (gerçekte anlaşılır!) muazzam bir acelecilik dayatması sahnede!??
Bu dönemde başta aile büyükleri olmak üzere kıdemli danışmanların, Erdoğan’ın itibar ettiği “akillerin” nesnel olarak devreye girmesi zorunludur. Doruğa varan gerilim sürdürülemez.
Gün bu gündür, Erdoğan’ı çevreleyen ilk halkada bulunanların yaşamsal sorumluluğu var. Hekimlerinin de.. Özellikle hekimlerinin Erdoğan’a yardım etmesi bir vatan sorumluluğudur
etik ve profesyonel yükümlerden de önce..
Yoksa göz göre göre ülkemiz, kaçınılmaz olarak Erdoğan ile birlikte bir “yangına – yokoluşa” sürükleniyor, sürüklendi.. Hala yapılabilecek birşey var :
* Erdoğan TV’lere çıkıp ya da danışmanları eliyle yazılı açıklama ile, bir yığın uygun gerekçeyle ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ dayatmasını geri çekmelidir.. Hemen, bu gün, birkaç saat içinde..
Hatadan dönmek erdemdir. (Tecavüzcü affı tasarısında olduğu gibi; doğruydu o adım..)Bunun kendisi ve Türkiye için atılabilecek en doğru – yerinde – yararlı hatta kaçınılmaz ve 
acil tek adım ve stratejik karar olduğu konusunda ne yapıp edip ikna edilmelidir.

* AKP’li – MHP’li vekiller militanca bir müritlik – mücahitlik – fedailik yarışı ile gerçekte Erdoğan’a, partilerine ve Türkiye’ye ağır zarar veriyor! Bu gerçeği artık görmelidirler.


Neredesin eyyy sağduyu, neredesin eyyy teenni, neredesin eyy vicdan ve hukuk; neredesiniz?

Biraz daha gecikirseniz siz de bir işe yaramayacak ve defterden silineceksiniz..
Türkiye Cumhuriyeti, avuçlarımızdan kayıp gidecek bir yıldız gibi; karanlıklara, bilinmezliğe..

Sevgi ve saygı ile. 12 Ocak 2017, Ankara

 

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Yazının pdf örneği için lütfen tıklayınız :
SARAY’DA_TUTSAK_ERDOGAN’A_YARDIM_ETMELI