Etiket arşivi: Cüneyt ÜLSEVER

Hiç işleri bakanı

Hiç işleri bakanı

Yılmaz Özdil
Yılmaz Özdil

SÖZCÜ, 13 Ekim 2015

Hüseyin Çapkın, polisti. İstanbul’a gelmeden önce, Mersin, Antalya, Gaziantep, Adana,
Bursa, İzmir gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı, mesleki tecrübesi zirvedeydi.
*
Celalettin Cerrah, polisti, İstanbul’a gelmeden önce emniyet müdürlüğü yapmıştı ama, hiç büyükşehirde görev yapmamıştı. Sorumluluğunu üstlendiği şehirler en fazla 250 bin nüfusluydu. Maalesef, İstanbul Emniyet Müdürü’yken, sinagoglar, banka, konsolosluk havaya uçtu, Hrant vuruldu.
*
Geriye doğru gidersek… Hasan Özdemir, polisti, İstanbul’a gelmeden önce Ankara, Samsun, Mersin, İzmir gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Kazım Abanoz, polisti, İstanbul’a gelmeden önce Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı’ydı. Ramazan Er, polisti, Diyarbakır, Adana, Ankara gibi, kalabalık büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Kemal Yazıcıoğlu, polisti, İzmir emniyet müdürlüğü yapmıştı. Orhan Taşanlar, polisti, İzmir ve Ankara’da emniyet müdürlüğü yapmıştı. Necdet Menzir, polisti, Diyarbakır ve Kocaeli gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Mehmet Ağar, polisti, Ankara’da emniyet müdürlüğü yapmıştı.
*
Hamdi Ardalı, polisti. İstanbul’a gelmeden önce emniyet müdürlüğü yapmıştı ama, hiç büyükşehirde görev yapmamıştı. Sorumluluğunu üstlendiği şehirler en fazla 400 bin nüfusluydu. İstanbul Emniyet Müdürü’yken, ne Çetin Emeç kaldı, ne Turan Dursun, ne Hiram Abas, hepsini vurdular İstanbul’da… Dolandırıcılık, uyuşturucu, suç patladı. Hamdi Ardalı hac’dayken, İstanbul Adliyesi bile tarandı.
*
Ve şimdi, Selami Altınok.
Polis değil. Vali bile sayılamaz.
Çünkü, alt tarafı bir senedir valilik yaptığı Aksaray’dan başka valiliği yok. İstanbul’un Aksaray semtinin nüfusu, valilik yaptığı Aksaray şehrinden daha kalabalık… İstanbul’da hiç görev yapmadı. Görev yaptığı Anadolu ilçelerinin en büyüğü, 60 bin kişi filan.
*
Yukardaki kariyerleri ve neticelerini tekrar incelemenizi rica ederim. İstanbul’u üniversite olarak kabul edersek… İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Bursa gibi büyükşehirler, lisedir. Liseyi bitirmeden, üniversiteye geçemezsin. Büyükşehir tecrübesi olmayan emniyet müdürleri, kontrol edemez, kaçınılmaz olarak, İstanbul’da faciaya yol açar. Polis olmayan emniyet müdürü ise, resmen intihardır.
*
Selami Altınok’u küçümsemek manasında söylemiyorum… Bizzat kendisi “tanımaya çalışıyorum, farklı bir teşkilat, fazla ilgilenmediğim bir teşkilat, öğrenmeye gayret ediyorum” diyor. Daha ne desin?
*
Yanılmak umuduyla… Ama maalesef, yanılmayacağımdan emin olarak yazıyorum. Malum şahısların koltuğunu ve çocuklarını korumak için, 17 milyon insanın emniyeti, güvenliği, hayatı riske atıldı.
* * *
Buraya kadar okuduğunuz yazıyı… Selami Altınok’u İstanbul emniyet müdürlüğü koltuğuna oturttukları gün yazmıştım.
*
İstanbul’daki sadece 19 aylık görev süresi içinde, maalesef… Burakcan Karamanoğlu karanlık şekilde öldürüldü. Dolmabahçe Sarayı’na iki defa silahlı saldırı yapıldı. Çeçenistanlı kadın canlı bomba Sultanahmet’te patladı. Özbek din adamı Buhari, suikastla öldürüldü. Tacikistanlı muhalif lider Kuvatov, suikastla öldürüldü. ABD Başkonsolosluğu silahlı saldırıya uğradı. Sultanbeyli’deki Fatih Karakolu bombalandı. İstanbul’un göbeğindeki İstanbul Adliyesi basıldı, savcı Selim Kiraz rehin alındı, şehit edildi.
*
Bu büyük başarılarından (!) ötürü, ödüllendirildi. İçişleri Bakanı yapıldı. Ankara’nın göbeğinde, Türkiye tarihinin en ağır terör saldırısı meydana geldi, 97 insanımız katledildi.
*
Çünkü… “Hiç” işleri bakanıdır.
O’nun gibi tecrübesiz-yetersiz birini, hotantu kabilesinde bile emniyet müdürü yapmazlar,
çadır devletlerinde bile içişleri bakanı yapmazlar. İnsanlık tarihi defalarca kanıtlamıştır ki, liyakat hayatidir. Dolayısıyla… Testi kırıldıktan sonra Selami Altınok’u istifaya çağırmak hikayedir. Selami Altınok gibilerini, özel uçağıyla getirip, makamlardan makamlara oturtanın, istifa etmesi gerekir!
*****

LEVENT AĞABEY

Hani derler ya… Sen bizi güldürdün.
Allah da seni güldürsün. Yarın.

============================

Dostlar,

Ne ekleyelim ki kalem ustası Yılmaz Özdil‘in bu yazısınıa..
Çiçeği burnunda İçişleri Bakanı Selami Altınok hakkında dün Cüneyt Ülsever‘in yazısına da sitemizde yer verdik.. Her zamanki gibi altında da bizim yorumlarımız – katkılarımız var…
Bakılmasını, okunmasını dileriz.. (http://ahmetsaltik.net/2015/10/13/suruc-katliami-ile-ankara-katliami-arasindaki-fark/)

Bay RTE bu gün buyurmuşlar ki,
“Her olayda istifa mekanizmasını çalıştırmak doğru değil.”

  • 15-20  Kasım 2003 : İstanbul’da dinci teröristler çifte bımbalı saldırı yaptı, 57 kişi öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • 22 Temmuz 2004 : Hızlandırılmış tren Sakarya Pamukova’da raydan çıktı, 41 kişi öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • 25 Ağustos 2009 : İstanbul’da yaz ortasında sel felaketi yaşandı, 31 kişi boğularak öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • 17 Mayıs 2010 : Zongulda’da Devlete ait maden ocağında (Karadon) grizu patladı,
    30 işçi öldü, İSTİFA EDEN OLMADI
  • 11 Mayıs 2013 : Hatay Reyhanlı’da Dinci IŞİD Teröristleri 2 bombalı araç patlattı,
    52 kişi öldü, İSTİFA EDEN OLMADI
  • 13 Mayıs 2014 : Manisa Soma’daki maden faciasında 301 işçi yer altında yanarak öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI (AKP’nin iktidar olduğu Kasım 2002 – Eylül 2015 arasında 12 yıl 10 ayda, kayda girebilen toplam 16058 işçi iş cinayetlerinde kurban oldu…)
  • 6-7 Ekim 2014 : Diyarbakır’da Hizbullah PKK’ya ateş açtı, İSTİFA EDEN OLMADI
  • 20 Temmuz 2015 : Şanlıurfa Suruç’ta IŞİD bomba patlattı, 34 kişi öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • 10 Ekim 2015 : Ankara’da 2 canlı bomba patlarıldı, 97 insanımız öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • PKK ve türevleri ile çatışmalarda Asker – polis – korucu – sivil yurttaş yitiğimizin sayısını
    bilen var mı??

Toparlayabildiğimiz bunlar.. (SÖZCÜ, 13.10.12 günlü haberinden de yararlanarak..)
Peki, hangi durumda bir devlet yöneticisi, bir politkacı istifa eder??
Bay RTE buyurmuşlar ki; “Her olayda istifa mekanizmasını çalıştırmak doğru değil.”
Bunca kanlı olayda AKP iktidarında hiçbir bürokrat ya da politik sorumlu istifa etmedi.

İSTFA MEKANİZMASI ne zaman çalıştırılabilir Bay RTE?
Kafanızdaki rakam, ölü sayısı kaçtır bir Bakanın istifası için?
Hükümetin istifası için?
Sizin istifanız için??
Binler, onbinler mi telef olmalıdır istifa denen onurlu davranışı akıl edip gerekeni yapasınız??
Toplamda bakarsanız o da olmuştur..
Salt 16058 işçi ölümü var 13 yıllık tek başına iktidarınızda.
Ve AKP iktidarı olarak bu işçi cinayetlerine “fıtratında var”, “güzel öldüler..” türünden açıklamalar getiren bir tiynettesiniz Başbakan ve Çalışma Bakanı düzeyinde!?..
Soma felaketinde Bakanlık müfetişlerinin Savcıyta ifade vermesine izin vermeyenn
Çalışma Bakanı da sizin takımınızdan..

İnsanlık tarihi sizi KAP KARA yazacak, kıp kırmızı yazacak..
Bunca zulüm Türkiye tarihinde görülmedi..
İntikamsa, Cumhuriyet’ten fazlasıyla alındı!

Prof. Yaşar Nuri Öztürk
‘ün vurguladığı gibi, 1071’den bu yana 1000 yılın zulmüdür bu.

Ve yine Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün isyanı ile,

  • Ben Tanrı olsam, ilk işim bu milletin belasını vermek olurdu…

    Bunu yaşıyoruz.. Sonu nereye varacak dersiniz eyyy AKP’liler ve Bay RTE???
    Bundan size hayırlı bir sonuç, selamaetli bir menzil çıkar mı??
    Bir kez daha düşünün, vicdanınızın –kaldıysa kırıntılarının– isyanını duyabiliyor musunuz??

    Sevgi ve saygı ile.
    14 Ekim 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Suruç katliamı ile Ankara katliamı arasındaki fark

Suruç katliamı ile Ankara katliamı arasındaki fark

Cüneyt Ülsever

 11.10.2015, ODATV

Bir zamanlar ekranlarda Yasemin Yalçın’ın“İnce İnce Yasemince” adlı çok komik bir televizyon dizisi oynardı. Adeta tiryakisi olmuştum. Dizideki skeçlerden birisinde İlyas İlbey “İtilmiş”i, Yasemin Yalçın da onun karısı “Kakılmış”ı canlandırırdı. İşsiz “İtilmiş”,
devamlı çalıştırdığı karısını her fırsatta döverdi ama o da en az “Kakılmış” kadar
gariban bir tipti.


Türkiye Cumhuriyeti de her fırsatta vatandaşlarına kıyasıya dayak atıyor ama
o da en az vatandaşı kadar gariban!

Cumartesi günü Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti kendi vatandaşına tarihin en büyük dayaklarından birisini attı!

Tarihimizin en büyük terör olayını kim tertiplemiş olursa olsun, sorumlusu Hükümettir
ve zaafı tespit edilmesi beklenmeden İçişleri Bakanı’nın istifa etmesi gerekir.
Her ülkede gurur ve haysiyet sahibi Bakan böyle yapar!
***
Dünyanın her yerinde vatandaşların güvenliği önce Hükümet’e, sonra İç İşleri Bakanı’na
emanet edilir. Bakan vatandaşın güvenliğini temin etmek sorumluluğunu yüklendiği için
o makama oturmuştur. Bu sorumluluğu yerine getiremeyen Bakan“zaaf araştırması” yapılmadan sadece ve sadece kendisine verilen emaneti taşıyamadığı için istifa eder.
***
Selami Altınok! Seni o makama getirenler; eğer istifa edersen kendi zaaflarını kabul etmiş duruma düşecekleri için istifa etmemeni isterler. İstifa etmezsen sen tarihte “Kara Cumartesi”nin Bakanı olarak yerini alacak ve “Kara Bakan” olarak anılacaksın.
Hâlbuki “emaneti taşıyamadığı için istifa eden Bakan” olabilsen, seni gururlu ve haysiyetli adam olarak anacaklar. Tercih senin!
***
Türkiye Cumhuriyeti hızla kendi kazdığı kuyuya düşüyor. İçine düştüğümüz acınası durum Ortadoğu’da “İtilmiş ve Kakılmış Ülke” olarak yerimizi almış olmamız yüzündendir!
“İtilmiş ve Kakılmış Ülke” olmamızın ise başlıca nedeni:

RTE’nin kişisel hırsları ve dünyayı okumaktaki aczidir!

Artık Ortadoğu’da hiçbir ülke Türkiye ile ne istihbarat ne de güvenlik tedbiri paylaşıyor!
Bakmayın NATO’nun oymalarına! Onlar:
i)Rusya’nın Ortadoğu satrancına aktif katılımı ve
ii) mülteci akımı karşısında sırtımızı sıvazlıyorlar ve bizimle “Alavere Dalavere Türk Mehmet Nöbete!” oyununu oynuyorlar.
***
Cumartesi günkü saldırıyı kimin yaptığını bilemem ama şu olgulardan eminim:

1) Bu çapta bir saldırı çok büyük çaplı ve çok insanlı bir plan ve uygulama devreye sokulmadan gerçekleştirilemez.
2) Ardında hangi taşeron terör örgütü olursa olsun, arka planda muhakkak
bir veya birkaç devlet aygıtı var.
3) Bu devlet aygıtı Ortadoğu’da açık çıkarları olan bir devlet veya devletler.
Kim/kimler olduğunu bulmaya çalışırken komşulardan başlamakta yarar var.
4) Ortadoğu’da taraflar yeniden paylaşım için sınırlarla oynayarak
yeniden yeni düzen kuruyorlar.
5) Ancak yeniden paylaşımda Türkiye’ye yer yok!
6) “Yeni düzen” aktörleri arasında RTE de yok. Belki Esad’a bile RTE’den daha çok
gereksinim duyuluyor. (RTE bunu çok iyi biliyor ve belki de önlemlerini şimdiden alıyor.)
7) Yeni düzende yeri olmayan Türkiye ile kimse istihbarat paylaşmıyor.
(Bkz: Tolga Tanış’ın Hürriyet’teki son yazısı.)
8) Türkiye bir zamanlar Şam’da namaz kılma üzerine gündüz düşleri kurarken,
şimdi Suriye’ye havadan bile karışamıyor.
9) Türkiye’nin istediği gibi sınırında “uçuşa kapalı bölge” kuruldu ama bu bölge yalnızca Türkiye’ye kapalı!
11) Türkiye’yi Ortadoğu’da yalnızca ABD, Rusya, İran, S. Arabistan terk etmedi;
IŞİD ve Nusra türü örgütler de terk etti.
11) Ortadoğu’da Kürdistan kurma hayali kuranlarBatı ülkelerinde Türkiye’den
daha çok güvenilir statüde.
12) Türkiye’nin Ortadoğu’da tek rolü Suriyeli mültecilerin olanak olduğunca Avrupa’ya gitmesini önlemek, başka bir deyişle Suriye’den kaçan mültecileri Türkiye’de tutmaktır.
***
Uzmanlar “Suruç Katliamı” ile “Ankara Katliamı” arasında büyük benzerlik buluyorlar.
Ancak bana göre arada önemli bir fark da var :

  • PKK saldırıları Suruç Katliamı’nın hemen ardından başladı. 
  • Ankara Katliamı ise PKK’nın ateşkes ilanının hemen ardından geldi!

==================================

Dostlar,

Sayın Cüneyt Ülsever‘in ne denli öngörülü bir yazar  – araştırmacı olduğunu iyi biliyoruz.
Ülkemizin yüzakı sanal medya ortamlarından ODATV‘de yazılarını sürdürüyor.

Dr. Ülsever çok donanımlı bir yazar.. Lise eğitimini Robert Kolej’de tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi‘nde iktisat okumaya başladı. Ardından Johns Hopkins ve Columbia Üniversitesi‘nde eğitimini sürdürdü. Harvard‘da insan kaynakları doktorası yaptı.

Çok sayıda yapıt (eser) verdi..

  • Kara Dul / Teneke Evin Torunu  / Kendini Arayan Türkiye
  • 21. Yüzyılda Küreselleşme ve Türkiye Perspektifi / Neden Liberalim?
  • Kendini Arayan Dünya / 21.Yüzyılda İnsan Yönetimi
  • Hacı / Bütün İnsan / Topal Devrimci Cinayeti / Hisarüstü Cinayetleri
  • İtirafçı / Ayna Paramparça / Azrailin Aynası / Efendi ve Köle

gibi 15 kitap..

Suruç katliamı ile Ankara katliamı arasındaki fark..

Başlıklı bu yazısını önemsiyoruz..
Soru sorabilmek zor zenaattir.. Akılcı ve yerinde, sorunu çözebilecek anahtar nitelikli soru..
Her soru aynı zamanda bir sayıltıdır (hipotez), sınaması gerekir.
Doğrulanırsa sorunu çözmeye katkı sağlar.. İlginç olarak doğrulanmazsa da..

Sayın Ülever, son 3 ayda, AKP – RTE’nin belirleyici sorumluluğu ile Türkiye’ye giydirilmeye çalışılan kanlı deli gömleğinin ardalanı (background) irdelemesi içinde 12 ciddi soru getirmiştir. Her soru, karanlığı aydınlatmaya dönük potansiyel anahtardır; özenle yabıtklanmalıdır..

*****
Günün birinde A. Einstein‘e sorarlar :

Önünüze bir sorun (problem) konsa ve 60 dakika içinde çöz(e)mezseniz kelleniz vurulacak olsa nasıl bir yol izlerdiniz??

Yanıt çook öğreticidir :

– Önce o sorunu doğuran güçlüğü açıklayabilecek bir soru / sayıltı (hipotez) sormaya / kurmaya / bulmaya.. çabalardım. 60 dakikanın 55’ini buna ayırırdım. Kalan 5 dakikada da, o hipotezi sınar ve sorunu çok büyük olasılıkla çözerdim…

İşte böyle “Kara Bakan” Selami Altınok..
Ankara katliamının ilk 5 dakikası içinde isitifa edecektin..
Hadi 5 saat de kabulümüz..
Hatırın için 5 gün de.. Bu gün 4. gün.. Yarın son gün olsun..
Türkiye’yi düşünmüyorsanız kendinize bir hayrınız olsun..
İstifa etmemeniz için üzerinizde baskı varsa, onu da açıklayarak bunu yaparsanız, gecikmeyi de unutabiliriz..

Sevgi ve saygı ile.
13.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

 

AKP’nin seçim öncesi son dakikada ne yapacağını buldum!

AKP’nin seçim öncesi
son dakikada ne yapacağını buldum!

portresi

 

Cüneyt Ülsever
Odatv.com, 17.05.2015

 

 

Siyasal partiler seçimlerden hemen önce ceplerinden tavşan çıkarmayı
çok severler. Rakiplere son dakika golü atmaya bayılırlar.
CHP böyle bir girişimi olacağını önden açıkça beyan etti.
Ben de “AKP ne yapacak?” diye merak ediyordum.

***

Sanki yanıtı buldum. Önce iki habere göz atalım:

ABD Özel Kuvvetleri, terör örgütü Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Suriye’deki petrol ve doğalgaz operasyonlarından sorumlu komutanı
Ebu Sayyaf’ı ülkenin doğusunda önceki gece komandoların da dâhil olduğu nokta operasyonunda öldürdü. Operasyon,
ABD Başkanı Barack Obama’nın emriyle yapıldı. Ebu Sayyaf’ın Ümmü Sayyaf adlı eşi ise baskında sağ
ele geçirildi ve
Irak’ta bilinmeyen bir yere götürüldü.”
(Hürriyet web-17.05.2015)

AP’ye konuşan adını vermeyen bir ABD savunma yetkilisi de operasyona Amerikan Delta komandolarını taşıyan V-22 Osprey ve Blackhawk helikopterlerinin katıldığını söyledi. Bu görev gücü, Irak’tan Suriye’deki operasyon bölgesine uçtu. Deyr ez Zur vilayetindeki Al Omar petrol sahasında çok katlı bir bina olan hedefe ulaşıldığında Amerikan güçleri,
IŞİD militanlarının sert direnişiyle karşılaştı. Hatta bazı yerlerde göğüs göğüse çatışmalar yaşandı.”
(ibid)

24 saat içinde şu gelişme de oldu:

Türkiye sınırını ihlal eden Suriye’ye ait helikopter, Adana’dan kalkan
F-16’lardan atılan iki füze ile düşürüldü. Başbakan Ahmet Davutoğlu ve
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Suriye tarafından İHA olduğu
iddia edilen hava aracının, bir Suriye helikopteri olduğunu doğruladı.”
(Radikal web-17.05.2015)

Başbakan Ahmet Davutoğlu konu ile ilgili olarak şu açıklamayı yaptı:

İlk anda puslu hava olduğu için Suriye hava aracı olarak tespit ediliyor, daha sonra helikopter olduğu anlaşılıyor. Yaklaşık 7 mil kadar içeriye girip Türk sınırını ihlal edince önce uyarılıyor. Daha sonra ihlal devam edince de bildiğiniz gibi Suriye olayları başladıktan sonra verdiğimiz talimatla oluşmuş angajman kuralları var. Kim olursa olsun, hangi gerekçeyle olursa olsun sınırımız ihlal edilmişse kesinlikle mukabelede bulunulur. Mukabelede bulunuyor jetlerimiz ve daha sonra Suriye sınırları içine o helikopter düşüyor.” (ibid)

***

Çoktandır dünya basınında ABD-Türkiye-Suudi Arabistan’ın ortaklaşa bir “Suriye Harekâtı”na girişeceği dile getiriliyordu. “Eğit-Donat” programları ile Türkiye’nin de dâhil olduğu, Suriye’ye komşu kimi ülkelerde Esad Muhaliflerine askeri eğitim verileceği, ardından bu kişilerin askeri malzeme ile donatılarak Suriye’ye geri gönderileceği yazılıyordu.

Ancak, Türkiye ile Suudi Arabistan Esad’ın düşürülmesine odaklanmak isterken, ABD’nin İŞİD’in berhava edilmesine odaklanmak istediği de vurgulanıyordu.

Bazı kişiler bu görüş ayrılığından hareketle “ABD’ye karşı Türkiye ile Suudi Arabistan ittifak mı yapacaklar?” diye sorguluyordu.

En son gelen haberler ise bu görüş ayrılığına karşın ittifakın sürdürüleceği
ve Suriye’ye her durumda müttefiklerin saldıracağını iddia ediyordu.

***

Irak’ta yaşanan acı deneyimden sonra ABD’nin artık yabancı ülkelerde
kara harekâtı yapmayacağı kuvvetle telaffuz edilirken, dün Başkan Obama’nın emri ile ABD Özel Kuvvetleri Suriye’nin doğusuna girdi ve yukarıda alıntılandığı gibi IŞİD komutanlarından Ebu Sayyaf öldürüldü. Ayrıca 12 IŞİD militanının da öldürüldüğü iddia ediliyor. ABD kendisinin
hiç zayiat vermediğini beyan ediyor.

Öte yanda TSK sınır ihlali yapan bir Suriye helikopterini vuruyor.
7 mil sınırlarımızdan içeri giren helikopter önce uyarılıyor, uyarıları dikkate almayınca vuruluyor. Görgü tanıklarına göre üçe bölünüp Suriye tarafına düşüyor.

***

24 saat içinde cereyan eden her iki olay bana “Suriye Meselesi’nde
yeni bir dönem mi başlıyor?”
 diye sordurdu.

ABD’nin uluslararası hiçbir örgütten (örnek BM, NATO) izin almadan başlattığı karada vur-kaç taarruzu (Esad Hükümeti’nden izin alınıp alınmadığı, kendilerine haber verilip verilmediği şu satırlar yazılırken
henüz belli değildi.) diğer müttefiklere de cevaz verir.

Bundan böyle Türkiye’nin Suriye’de vur-kaç taktikli kara harekâtına girişmesi için önünde bir engel kalmamıştır.

(Sınırlarımız dibinde yapılan Süleyman Şah Türbesi operasyonundan
çok farklı olarak Suriye’nin iyice içine giren, çok daha derin,
çok daha kapsamlı operasyonlardan söz ediyorum.)

Türkiye Suriye’de Esad Ordularından zulüm gören Suriyeli muhalifleri korumak ve kollamak adına Suriye’de kara harekâtına girişirse artık ABD (dolayısı ile Batı) Türkiye’ye bir itirazda, ikazda bulun(a)mayacaktır.

Biz Özgür Suriye Ordusuna (ÖSO) sahip çıkmak, Türkmenlere korumak, Esad’dan zulüm gören insanlara insani yardımda bulunmak için Suriye’ye giriyoruz”, iddiası artık Esad’ı iyice zora sokmak için birer gerekçedir.

Nitekim Odatv’nin görüntülü haberine göre “Siirt’te esnaf ziyaretine çıkan AKP milletvekili adayı Yasin Aktay, vatandaşların tepkisi ile karşılaşıyor. Vatandaşların AKP’nin IŞİD’e destek verdiği ve MİT-TIR’larıyla IŞİD’e
silah taşındığı şeklindeki sözleri üzerine Yasin Aktay,
“MİT, TIR’larını ÖSO’ya gönderdi”
itirafını ağzından kaçırıyor.”

Böylelikle:

1) MİT’in kamyonlarla Türkmenlere yardım malzemesi göndermediği,

2)AKP Hükümeti’nin komşu ülkedeki muhalefete yalnızca diplomatik yollarla değil, askeri malzeme ile de çoktandır yardımcı olduğu,
bir AKP’li tarafından açık-seçik kabul ediliyor.

(Bu itirafın ardından Adana ve Hatay’daki MİT-TIR’larının durdurulup aranması nedeniyle açılan soruşturmada Tarsus 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan ve sonrasında tutuklanan 4 savcı ve 1 kurmay albayın davalarının seyri nasıl etkilenecek, çok merak ediyorum.)

***

Katiyen Suriye’ye ilan edilecek topyekûn bir savaştan bahsetmiyorum.
Böyle bir savaş bahane edilerek seçimlerin erteleneceği savlarına inanmıyorum.

Ancak, seçimler öncesi Suriye’de zulüm gören muhaliflere ve Türkmenlere sahip çıkmak adına Suriye’ye yapılacak kısa süreli birkaç kara harekâtı
bir “kahraman Başkomutan” (Cumhurbaşkanı RTE) yaratabilir!

Malum, muhafazakâr / milliyetçi Türk milleti hem askere kızar,
hem de onun “başarılarına” meftun olur!

=================================

Dostlar,

Değerli araştırmacı – dikkatli, çözümleyici (analizci) yazar
Sayın Dr. Cüneyt ÜLSEVER oldukça önemli bir makale kaleme almış.

Elbette dikkate almaya değer..

AKP Siirt milletvekili adayı sosyoloji profesörü Yasin Aktay ile bir TV programında birlikte olmuştuk. Konya Selçuk Üniversitesinde görevli idi ama Ankara’da, statüsünün ne olduğunu bir türlü anlayamadığımız bir “Stratejik Araştırmalar Enstitüsü”nde görevlendirilmişti??.. Son derece rahat, çalışmalarını sürdürüyordu. Beyaz TV’de Türban’ı konuşuyorduk ve yandaşı bir avukatla canhıraş biçimde türbanı savunuyordu. Biz de Denizli eski DSP milletvekillerinden Hasan Erçelebi ile din sömürgenliğini anlatıyorduk.

Biz, Türban’ın Seyyid Kutup projesi ile 1968’lerde şeriatçılığın üssü Mısır / Kahire El Ezher Üniversitesi’nde ABD güdümünde pişirildiğini, İslamın siyasallaştırılmasının simgesi olduğunu… anlattıkça karşılık verememenin çaresizliğiyle sinirleniyor ve ses tonu yükseliyordu…
(Türban Sorunu; Av. Mustafa Karaman, Prof. Yasin Aktay, Hasan Erçelebi ve biz;
Sağduyu Prog., Beyaz TV Ankara 11.11.2010).

Yasin bey AKP’ye danışman oldu… sonra da “sadakatla hizmetinin” karşılığı olarak
yıldızı parla(tıl)dı ve milletvekili adayı yapıldı.. Çok da parlak olmayan zekasıyla yaşamının gafını yaptı ve

“MİT, TIR’larını ÖSO’ya gönderdi” itirafını ağzından kaçırdı.”

Bu çok önemli bir itiraftır.. ve tutuklu asker – savcı sanıklarla süren yargılamayı
doğallıkla etkileyecektir..

Dileriz TSK, “2. bir paralel operasyonuna” uğramaz ve evlatlarını ilahlara yeni kurbanlar vermez!.. Gerekli dersler Balyoz, Ergenekon vd. den çıkarılmıştır ve Genelkurmay Askeri Savcılığı doğrudan kendisi araştırma – soruşturma – inceleme yaparak nesnel sonuçlara ulaşır;
2. bir tasfiye ile TSK’nın iyice çökertilmesine izin vermez.. Bu arada Özel Paşa da dileriz  hızla “iyileşsin” ve görevinin başına dönsün; ülkenin yazgısına şu kritik günlerde sahip çıksın..

Sevgi ve saygı ile.
18 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türkiye dış politikasını da sıfırladı

Türkiye dış politikasını da sıfırladı

portresi

Cüneyt Ülsever

cuneyt.ulsever@yurtgazetesi.com.tr
YURT, 09 Ekim 2014

Ahmet Davutoğlu, hedefin IŞİD değil, doğrudan Esad olduğunu açıkça beyan ediyor. “Suriye Politikası” nedeni ile yedi düvele rezil olmuş Davutoğlu’nun
kibiri nedeni ile rezalette ısrar etmek adına, akıl yoksunu-kin dolu benliği ile
Esad’a taktığını düşünebilirsiniz.

Ama aynı Davutoğlu’nun ABD’den Suriye’de “tampon bölge/güvenli bölge” kurmak için izin isterken ABD’nin buna izni vermeyeceğini bile bile istediğini düşünmek de
yanlış değil. Yine aynı Davutoğlu’nun Rusya, Çin, İran’ın Suriye’yi, hatta Esad’ı Türkiye’ye yedirmeyeceğini de bildiğini varsaymak yanlış olmaz. Ahmet Bey’in
tek başına Suriye’yi işgal etmeye yeltenecek kadar çılgın olmadığı da aşikâr.
Davutoğlu “savaş” kararı verse bile Hükümet’in, hatta Necdet Efendi’nin bile
TSK’yi Suriye ile savaşa sokamayacağı da aşikâr.

Bütün bunları bile bile Davut’un oğlu neden açık seçik,
“Esad’ı vermezseniz biz de IŞİD’e karşı çıkmayız” diyor?

IŞİD’i karşısına almamak için “bahane” mi arıyor?

***

RTE ABD’de ne gördü, ne işitti ise Türkiye 180 derece döndü ve IŞİD’e karşı imiş gibi bir pozisyon aldı. Şimdi Ahmet Efendi “amirinin” sözünü yerine getiriyormuş gibi yapmak zorunda.

Ama gönlü, hatta aklı IŞİD’i karşısına almasına izin vermiyor.

ABD bir şeyler biliyor da “tehdit” ediyorsa, IŞİD de başka şeyler bilip “tehdit” ediyor olabilir mi?

Veya IŞİD’in varlığı Hükümet’in işine mi geliyor?

***

Varsayalım ki; Hükümet “Sünni dostu” IŞİD’i kollamak istiyor,
“Esad’ın dostu” PYD’ye (PKK’nın Suriye kolu) kin biliyor. “Beter olsunlar!” diyor.

Bu politika sürdürülebilir bir politika mı?

Salı gününden beri bizzat yaşıyoruz. Kobani tutuşursa, Türkiye cayır cayır yanar.

Salı günü 14 kişiye mezar kazan nümayişler yurt çapında devam ederse
ortada ne Hükümet kalır ne de Ahmet Davutoğlu!

Türkiye sessiz kalır ve Kobani IŞİD’in eline geçerse “çözüm süreci” bir anda
“içsavaş süreci”ne dönüşür.

Tanıdığımız ama unutmaya yüz tuttuğumuz PKK terörü bütün ülkeye yayılır.

Üstelik bu kez Kürt halkından bugüne dek aldığı desteği misli ile arttırarak ülkeyi yakar/yıkar!

Unutmayalım, Suriye’deki Kürtler bizim Kürtlerimizin kardeşi, akrabası, yakın dostudurlar. Kürt olmayan vatandaşlarımız da onlarla duygusal bağ içindedirler.

Bütün ülkeye yayılmış nümayişler kısa sürede (belki halen) diğer “unsurların”,
başka ülkelerin, IŞİD’in, Nusra’nın, El Kaide’nin vb. ilgi alanına girer!

Maazallah, Kürt milliyetçileri ile Türk milliyetçileri karşı karşıya gelir.

Prof. Dr. Ahmet Bey bütün bunları bilmez mi, hesap edemez mi?
Tabii ki bilir, tabii ki hesap eder!

***

Türk dış politikası Cumhuriyet tarihinin en sefil dönemini yaşıyor.
Politika artık yanlış bile değil. Politika yok!

Ne yapacağını bilmeyen bir Hükümet ile karşı karşıyayız!

RTE-AD ikilisinin ideolojik bağnazlıkla ülkeyi sürükledikleri “Sünni İmparatorluğu Rüyası” şimdi “Sünni İmparatorluğu Kâbusu”na dönüştü.

Ayrıca, 17-25 Aralık (2013) sürecinde RTE’ye dank etti ki, her an her yerde dinleniyor.

Yaptığı her şey satır satır takip ediliyor. Yabancılar her türlü “fiili”ne aşina.
Gizli yaptığını zannettiği her şey birer birer arşivlenmiş.

Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık!

İddia ediyorum; T.C. Hükümetlerinden hiçbirisi bu kadar aciz kalmamıştı.

Bu kadar köşeye sıkışmamıştı.

Bu kadar boşluğa düşmemişti.

Batılı gazeteler RTE ve AD ile açıkça alay ediyorlar.

İtibar seviyeleri bu kadar düşmüş vaziyette!

***

Türkiye bindi bir alamete, gidiyor kıyamete!

Sonun sonu! Erdoğan’ın ipini Arınç mı çekecek?


ARŞİVİMİZDEN…

***28 Mayıs 2013 günü bu köşede yazdığım yazının başlığı “Sonun Başlangıcı/ Başlangıcın Sonu” idi. O yazıda 10.12.2002 tarihinde Beyaz Saray Oval Ofis’te dönemin ABD Başkanı (oğul) Bush tarafından “ABD’nin Ortadoğu taşeronluğuna” atanan Recep Tayyip Erdoğan’ın 16.05.2013 günü yine Beyaz Saray Oval Ofis’te bu kez ABD Başkanı Obama tarafından bu görevden azil edildiğini, dolayısı ile dünyadaki işlevini tamamen yitirdiğini, RTE için artık “Sonun Başlangıcı/Başlangıcın Sonu”nun başladığını yazmıştım.

Ağustos 2012 tarihinde Obama, RTE ile telefonda konuşurken, elinde sallandırdığı beyzbol sopası ile çekilmiş resmi Beyaz Saray tarafından dünyaya servis edildiğinde Don Kişot ve Sancho Panza’sı hariç herkes eski Başkanlardan Theodore Roosevelt’in ABD dış politikasına yıllardır yön veren (Big Steak Ideology) “Büyük Sopa İdeolojisi”ni hatırlamıştı.

“Speak softly and carry a big stick; you will go far.”

(Eğer yumuşak konuşur ama aynı zamanda elinde büyük bir sopa taşırsan her daim ileri gidersin!)

***

Ne RTE ne AD bu mesajı alamadı!

Halbuki, Obama bir sağa bir sola yalpalayan, kimi zaman munis bir kedi, kimi zaman başına buyruk bir tazı postuna bürünen; bunun içindir ki öngörülemeyen/ tahmin edilemeyen/ kendi hayal dünyasında yaşayan/tahammülsüz ve nihayetinde “güvenirliliği”ni tamamen yitiren RTE’yi “sopa” ile Ağustos 2012’de son kez uyarmıştı. RTE mesajı almayınca Mayıs 2013’de toptan reddedildi ve “onurlu yalnızlığı”na terk edildi.

RTE bu kez mesajı aldı ama artık vakit çok geçti!

Çaresizlik hiddet/şiddet doğurur, çaresizlik akli melekeleri dumura uğratır, çaresizlik yalnızlığı arttırır, çaresizlik içi boş kibri körükler, çaresizlik paranoyayı kışkırtır, çaresizlik eninde sonunda otoriterlik kılıfı ile örtülmeye çalışılır!

“Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur!”

Çaresizliğin çaresiz tepkilerinin hepsini Haziran 2013’den beri RTE’de izliyoruz!

***

Çaresiz RTE Haziran’da “Gezi Nümayişleri”ni hiç okuyamadı. Sadece paranoyak, hiddet dolu, akıldan nasibini alamayan tepkiler verdi.

Bu tepkiler çaresizliğine çaresizlik, yalnızlığına yalnızlık kattı!

“İki ayyaş” sözü RTE’nin kendi elleri ile kendisini gömmeye başlamasının ilk sembol sözü oldu.

“Öğrenci evlerinde fuhuş yapılıyor!” minvalli sözü ve bu sözünü inatla savunması ise RTE’nin kendi ipi ile kendisini astığı günü simgeleyecektir!

***

Bülent Arınç ve Yalçın Akdoğan ilk önce “zırva tevil götürmez” prensibini aşmaya çalıştılar, RTE’yi kuyudan almaya kalktılar. Yalaka bakanlar birer emir eri olarak tevile tevil kattılar. Bazı bürokrat/akademisyen/köşe yazarları kendi şahsiyetlerini yerle bir ederek son çare RTE’ye el atmaya çalıştılar.

Nafile! Kimse RTE’yi kuyudan çıkaramadı.

***

Eninde sonunda da ipi bizzat RTE’nin kendi “sadık bendeleri” çekti.

İşte bu satış anı tarihi bir andır.

Basında Mehmet Barlas, Nazlı Ilıcak Erdoğan’ı fena sattılar.

Siyasette ise RTE’yi Bülent Arınç sattı!

Bu satışlar çok ama çok önemlidir.

Son dönemde yalakalığın simge isimleri haline gelmiş, sürekli itibar satarak para kazanan her dönemin adamları Mehmet Barlas ve Nazlı Ilıcak da RTE’yi terk edince “sonun sonuna” iyice yaklaştığımıza inandım.

Ancak Bülent Arınç isyan bayrağını çekince “sonun sonu”na ulaştığımıza hükmettim.

***

Mehmet Barlas ve Nazlı Ilıcak “doğru haber veren kaynaklardan” haber almadan 11 yıllık efendilerini, veli nimetlerini satmazlar. Tabii ki onların tiyneti “batan gemiyi ilk terk eden fareler” olmaya müsaittir. Ama “tiyo” almadan katiyen bu işi yapmazlar!

***

Ancak Bülent Arınç’ın çıkışı çok daha önemlidir.

Arınç; RTE tevilini tevil ettikten ve kendisini yedi düvele rezil ettikten sonra tam 48 saat düşündü ve yurda geri dönüşü beklemeden özel bir basın toplantısı ile 40 yıllık dava arkadaşını sattı!

Bu kez “kol kırılır yen içinde kalır” demedi.
Benim bildiğim Arınç bu 48 saat içinde belirli “mihraklarla” enine boyuna “meşveret” yapmadan böyle bir çıkışı katiyen yapmaz.

Yalaka gazeteciler “tevilin tevilinin teviline” boşuna kalkmasınlar.
“Sonun sonu” geldi!

=========================

Teşekkürler Cüneyt Ülsever…

Sevgi ve saygıyla.
7.9.2014, Denizli

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

CHP ve Cumhurbaşkanı Seçimi


CHP ve Cumhurbaşkanı Seçimi

portresi

 

 

Cüneyt ÜLSEVER, PhD

 

 

Muhakkak ki CHP öncelikle; Cumhurbaşkanlığı için 2. turda öbür muhalif partilere
gönül verenlerden, hatta daha önce AKP’ye oy verdiği halde artık RTE’den
rahatsız olanlardan da oy alacak bir aday bulmak zorundadır. Bunu yapamaz ise Ağustos sonrası CHP yönetiminin ayakta kalması çok zor olur.

             ***

Ancak, CHP’nin Türkiye’de ilk kez halk oylaması ile seçilecek Cumhurbaşkanlığı yarışında şu noktaları da dikkate alması gerekir:

1) Bu kez millet genel seçimlerin aksine bir parti programına (vaatlere) değil,
bir kişiye oy verecektir. Hali hazırda geçerli Anayasa gereği seçilecek Cumhurbaşkanının, doğrudan yaptırım gücü yoktur. Seçilecek kişi çok güçlü
(ama 1. ama 2. turda oyların %50’sinin üzerinde bir oy oranına tek başına sahip olacak) ama yetkisiz olacaktır. Yetkisiz olduğu için programın anlamı olmayacaktır.

2) Genel ve Yerel Seçimlerin aksine Örgüt ilk kez kendisinden olmayan,
hatta tanımadığı bir kişinin propagandasını yapmak zorunda kalacaktır. Örneğin,
belki de Edirne Örgütü, yaşamında hiç Edirne’yi görmemiş, salt medya üzerinden tanıdığı bir Hakkârili adayın peşinden koşmak, O’nu Edirnelilere benimsetmek
zorunda kalacaktır.

3) Cumhurbaşkanlığı seçiminin bugün itibari ile finansmanı yoktur. Genel Merkez dışında İl ve İlçe Örgütleri, kendilerini doğrudan etkilemeyen bir seçim için
para harcamak zorunda kalacaktır.

4) Adayın bir programı (vaatleri) olamayacağına göre, yalnızca ve yalnızca nitelikleri
ön plana çıkacaktır. Kitlelere adayın dünya görgüsü, entelektüel düzeyi, hoşgörü üstünlüğü, kucaklayıcı özellikleri, sempatik tavırları, cana yakınlığı, gerektiğinde de pederşahi olabileceği vb. gibi nitelikleri anlatılacaktır ama sanırım geniş kitleleri
en çok devletin namusunu emanet edeceği kişinin kendi namusu ilgilendirir.

Kitlelere, rakibe oranla CHP adayının ne denli daha namuslu olduğu anlatılacaktır.
İster istemez bu seçimde kara propaganda (karşı tarafı kötüleme) ön plana geçecektir.
***
1991 seçimlerini Süleyman Demirel bir tek kelime ile kazandı: Hanedan!
Rahmetli Turgut Özal’ın bütün ailesini yolsuzlukla suçladı, başka hiçbir kavrama
itibar etmedi, yalnızca ve yalnızca “hanedan” söcüğünü yere göğe kazıdı ve
sonuca ulaştı.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimini CHP şöyle bir sloganla taçlandırabilir:

“Namusuna sahip çık!”

***

  • Eski Bakanların TBMM’de hayasızca yalan söyledikleri
    gün ışığına çıkmaya başladı. 

CHP fezlekeler hakkında halkı sürekli bilgilendirmeyi ve uyarmayı doğal ki, ilke edinmeli ama benim kendimce önemli bir uyarım var:

Ağustos ayında yolsuzlukla suçlanan eski bakanlar aday olmayacak,
büyük olasılıkla AKP’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan olacak!

Çok sıkışırsa RTE topu onların üzerine atar, “zaten ben anında istifalarını aldım” diyerek sıyırmaya çalışır.

Ağustos seçimlerine giden dönemde hedefte yalnızca bir ad olmalıdır: RTE!
Fezlekelerde suçlanan Bakanlar yalnızca bu amaca yönelik ara duraklardır.

***

Zaten RTE hali hazırda CHP’ye çok önemli kozlar vermiş durumda :

1) 17 Aralık günü Bilal oğlanla yaptığı “sıfırlama” konuşması! (Bu konuşma gerçektir, dublaj olma olasılığı sıfırdır, zaten böyle olduğunu kanıtlamak RTE’ye düşer.)

2) Eski Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın (mealen) “Ne yaptı isem Başbakan’ın bilgisi içinde yaptım” sözü çok önemlidir, çünkü yol göstericidir.

CHP İstanbul’da artık rezalete dönen inşaat projelerini lime lime etmek zorundadır. Bunun için CHP’den uzman bir ekip Çevre Bakanlığı ve İBB’deki inşaat izinlerini
teker teker irdelemek durumundadır. “Medya Havuzları” ile “İnşaat Havuzları” arasında doğrudan bağlantı vardır. Bağlantı, RTE üzerinden kurulmaktadır.

3) Wikileaks Belgelerinde yer alan “RTE’nin İsviçre’de 8 ayrı hesabı olduğuna ilişkin iddia!”

Bu savlar Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın Şubat 2012’de yayınladığı
“Sızıntı (Wikileaks’de Ünlü Türkler)” adlı kitapta yer aldı. Aradan 2 yıl 3 ay geçti.

i) ABD’nin Türkiye’deki Büyükelçisi’ne atfedilen iddiaları bugüne dek ABD makamları
ne yalanladı ne de iddia sahipleri hakkında herhangi bir işlem yaptı.

ii) RTE’nin kurduğu komisyon 2 yıl 3 aydır bir sonuca ulaşamadı.

İii) İşin en garabet tarafı; RTE’nin yetkisi olmasına karşın, hesapların var olmadığını
2 yıl 3 aydır İsviçre’deki Bankacılık Sistemine onaylatmamasıdır. Hâlbuki böyle bir iddia Deniz Baykal aleyhine ortaya atıldığında Baykal hem kendisinin hem de yakınlarının herhangi bir hesabının olmadığını İsviçre Bankacılık Sistemi’ne resmen onaylatmıştı.

***
Eğer CHP:

a) Yandaşları dışında 2. turda öbür partilere gönül verenlerden de oy alabilecek
bir aday bulur ve onun olumlu niteliklerini Örgüt üzerinden tüm Türkiye’ye
doğru tanıtırsa,

b) “Namusuna sahip çık” türü basit ama anlamlı bir sloganla RTE hakkında
yukarıda sıraladığım “Yolsuzluk İddiaları”nı lime lime ederek halka anlatabilirse Cumhurbaşkanı seçilmesine sekte vurabilir.

(YURT Gazetesi, 8.5.14, http://www.yurtgazetesi.com.tr/yazarlar/chp–ve-cumhurbaskani-secimi-makale,7902.html)

Cüneyt ÜLSEVER : Merdan Yanardağ üzerinden Ergenekon Davası!


Dostlar,

Sayın Cüneyt Ülsever‘in aşağıdaki yazısı üzerinde düşünmeye değer..

Ergenekon Davası‘na bakan özel yetkili İstanbul 13. ağır Ceza Mahkemesi
5 Ağustos 2013 günü gökten zembille yağdırırcasına onlarca yıl ağır hapis cezalarına, müebbetlere, ağırlaştırılmış müebbete, 2 kez müebbete.. hükmederken; tutuksuz yargılanan sanıklardan hapis cezası verdikleri hakkında yakalama kararı çıkarmaktan da geri durmadı. Oysa hükmünün Yargıtay’da onanmasını bekleyebilirdi.. Onanmazsa kendisine dönecek, kendisi direnecek
ya da uyacak; son sözü Yargıtay Ceza Genel Kurulu söyleyecekti.
Hüküm kesinleşene dek de bu kişiler hapse konulmayacaktı. Nereye kaçacaklar? Bu güne dek hangisi kaçtı? Hangi delili karartacaklar? Hüküm verilmedi mi? Yargılama tutuksuz yapılmadı mı bu kişiler açısından?? Yurt dışına çıkış yasağı, adli denetim önlemleri yetmez miydi? Yaşları 70’i geçmiş insanları hüküm kesinleşmeden hapse atma eyleminin adı “yargıçlık, yargılama” mıdır??

Ellerindeki dava sonlandığında kendiliğinden tasfiye olacak olan bu mahkeme, kararından öylesine emin olsa gerek ki, hükmü onanmazsa insanların haksız yere hapis yatmaları olasılığını gözetme gereği duymamakta.

Acaba Yargıtay temyiz aşamasında tutuksuz yargılama kararı verir mi?
Hangi Yargıtay? Yeniden yapılandırılırken 160 üyeye bir çırpıda kavuşan Yeni Yargıtay mı??

Balyoz davası temyizinde sanık ve savunmanlarının savunma süreleri kısıtlanmazken bir de baktık ki YAŞ toplandı, hala tutuklu ama hükümsüz paşalar emekli edildi..

Sanırız, hatta korkarız; VİCDAN, ADALET, İNSAF, HAKKANİYET..
gibi sözcükleri devr-i AKP‘de sözlüklerden ve dillerden düşürmek gerekecek.

Yerlerine neler konduğunu hadi biz söylemeyelim;
TCK’dan eylemimize uyan bir madde bulmak çok da zor olmasa gerek..

Ne acı ki, ülkemizde hiç kimse hukuk devleti güvencesinde değil!

Çok yazık, çok..

Hukuksal çözümü bilerek olanakszılaştırılan bu davada tek çare “AF” olarak mı adreslenmektedir? Anayasa md. 10 uyarınca hiç ayırım yap(a)madan mı?
İmralı sakinini hedefleyerek mi?

Bu ne lanetli senaryodur, nerede ve kimlerce yazılmıştır?

Ama zamanla mutlaka çözüme kavuşturulacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
Tokat, 8.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Merdan Yanardağ üzerinden Ergenekon Davası!

Merdan Yanardağ üzerinden Ergenekon Davası!

Cüneyt ÜLSEVER

Önce önemli bir not:

Gayet açıktır ki bu ülke değerli olan insanına değer vermiyor, değersiz olanı ise
baş tacı ediyor.

TRT prodüktörü Servet Somuncuoğlu’nu çok genç yaşta ve en verimli çağında kayıp ettik. Ancak o esasen köküne kadar bir araştırmacı idi. Bu değerli insanın ölümü ile ilgili haberi sadece Yeniçağ ve Cumhuriyet’te görebilmek içimi kanattı.
O benliğini insanı insan yapan “merak güdüsü”nü besleyen araştırmacılığa adamıştı. Kanaatlerini masa başında değil, bizzat yaptığı araştırmalarla oluşturma terbiyesine sahipti. Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk kültür tarihinin izlerini yaptığı kapsamlı araştırmalar ile takip etti.

550 sayfalık “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” adlı eseriyle Türk kültür tarihi alanında çığır açtı. Türk milletinin atalarının hüküm sürdüğü 6 ülkeyi 4 yıl boyunca dolaştı. 150 bin km yol kat etti. 138 gün, 65 ayrı alanda saha çalışması yaptı.

Değerli dostum Servet Somuncuğlu’na Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine sabır dilerim!

***

Aynı gün bir başka dostum Merdan Yanardağ da Ergenekon Davası’nda hüküm yedi. Meğerse 1 yılı aşkın süredir Yurt Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği’mi yapan Yanardağ, lideri dâhil organizasyon yapısı tarif edilemeyen “Ergenekon Terör Örgütü”nün basından sorumlu üyesiymiş! Bizi engin hoşgörülü,
yüksek düzeyde sabırlı tavrı ve beyefendi görünümü ile örgüt adına oyalayarak kullanıyormuş ama bu durumdan yılların gazetecileri ne Ayşenur’un, ne Mustafa’nın, ne Yaşar ne de Haluk Hocaların, ne İdris’in, ne Cevher’in, ne Atilla’nın, ne de
yayın yönetmenlerinin haberi varmış!

Mahkeme hepimizin uyanmasına vesile oldu.

Merdan Yanardağ beni, Hürriyet’ten kovulduktan sonra, kurulmakta olan Yurt Gazetesi’ne davet ettiğinde çok şaşırmıştım. Değme “sahibinin sesi”
üfürük liberal-demokratlar beni Hürriyet’ten savmak için ne dümbelekler çevirdiler ama sosyalist Merdan bana gazetesinde yer verdi!

Tanıştığımızda anlatmıştı. Tuncay Özkan ile Kanaltürk’te birlikte çalıştığı için
5 yıl önce gözaltına alınmış ve ifade vermişti. 5 yıl boyunca bu insan ne kaçtı,
ne delil kararttı. Yalnızca gazetecilik yaptı ama ceza yemekten kurtulamadığı gibi hakkında “yakalama” emri çıktı!

Mahkeme, Yargıtay kararını beklemek yerine bir gazeteciyi daha içeri atmak hevesinde!

Bakalım ne olacak?

***

Neydi Merdan Yanardağ’ın suçları?

1) Kitap yazarak, “Cemaat” hakkında benim bazı görüşlerine katılmadığım olumsuz saptamalarda bulunmuştu. Mahkeme tıpkı Hanefi Avcı’ya yaptığı gibi
Merdan Yanardağ’dan da intikam almak istiyor.

Ancak  Bediüzzaman Said Nursi öğrencilerinin oluşturduğu Risale-i Nur Forum’a göre:

“İntikam” kelimesinin dilimize geçmiş manası “öç almak” olduğu halde, Allah (CC) için kullanıldığında ise ‘dilediğini suçuna denk bir ceza ile cezalandırmak suretiyle adaleti sağlamak’ manasına gelmektedir.”

Bu anlamda Allah’tan başka “gerçek” intikam sahibi yoktur.

İnsanoğlu intikam ile sadece öç alır!

2) Muhalif Yurt Gazetesi’ni çıkarmış, hiç reklam yapmadan, doğru dürüst reklam alamadan muazzam bir başarı ile gazetenin tirajını 70 binlere çıkarmış,
Yurt’u ciddi bir muhalefet gazetesi haline getirmiştir.

Yanardağ’a verilen ceza ve yakalama emri Ergenekon Davası kararlarını
büyük ölçüde yönlendiren ruh halinin bir özetidir:

1) Senin hakkında iddialarda bulunan herkesten intikam al!

2) Sana ciddi muhalefet yapan herkesi susturmaya çalış!

***

Nitekim Ergenekon Davası’na bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanlığını yaptığı sırada görevden alınan Hâkim Köksal Şengün kararlarla ilgili diyor ki:

“1) Dosyadaki hiçbir sanık hakkında eylemlerle bağlantı kurulmadı.

2) Deliller eşliğinde suçlama getirilmedi.” (odatv-07.08.2013)

Yukarıdaki 2 saptama hukukta “hükmün” temel yol göstericisidir.

  • Suç
    i) somut eylemlere bağlanmadan,
    ii) somut eylemlere de delil getirilmeden “hukuki hüküm” oluşamaz!

Mahkeme büyük ölçüde tek başına delil oluşturamayan

i) telefon dinlemelerine ve
ii) gizli tanık ifadelerine dayanarak “hüküm” değil, “kanaat” oluşturmuştur.

***

Nitekim İngiliz Times Gazetesi mahkeme kararlarını “Erdoğan’ın düşmanları cezalandırıldı” başlığıyla verdi. Gazete davayı “İslamî eğilimli Türk Hükümeti‘nin ülkenin laik tabakasını tasfiye etme girişimi olarak” görüyor.

Öte yanda, Salı günü iddia ettiğim gibi beraber yola çıktıkları “Ergenekon Davası”nda ABD ile RTE bu kararlar yüzünden de kapışacaklar gibi!

Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, Ergenekon Davası’nda verilen cezalar hakkında yorum yapmak için temyiz kararını bekleyeceklerini ve
sürecin takipçisi olduklarını” açıklıyor. Ancak hemen devam ediyor:

“1) İstanbul’daki özel mahkeme tarafından açıklanan karar ve cezaların sertliğiyle ilgili medya haberlerini takip ediyoruz.

2) Çok sayıda Türk vatandaşının,

dava sürecinin
i) uzunluğu,
ii) şeffaflık eksikliği,
iii) mahkeme kararı ve cezaların verilme şekli bağlamında

ciddi kaygılar dile getirdiğini” de (biliyoruz). (Çeşitli gazeteler)

***

Sanırım, RTE’nin Batı’da zaten muazzam irtifa kaybetmiş itibarına
bir sille de bu dava kararları vuracak!

63 AKİL ADAMA KRİTİK SORULAR..

Dostlar,

Sayın Cüneyt Ülsever 3 ay önce  63-2 Akil adama birtakım sorular yöneltti..
Acı mizah da katarak..

Bildiğimiz ölçüde Sayın Ülsever “adam yerine konup” (!) muhteremlerce (63-2 Akil!) yanıtlanmadı.

Ama bu akil / sakiller bize göre yanıtlarını raporları ile verdiler..

Sayın Ülsever’in anlayacağı dille : “Al sana yanıt!” (!) dediler..

Aşağıda sorular..
Hazır AKİLLER RAPORU haşmetlü Başvekilimize sunulduktan sonra..

Onun da altında 83 milyonluk Türkiye’ye “al sana” yanıtı..

Son söz de Hz. Ali‘den olsun.. (yazının en sonunda..)

Sevgi ve saygı ile.
11.7.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================

63 AKİL ADAMA KRİTİK SORULAR..

Akilli adamlara ilk dilekçemi geçen Pazar günü verdim. Şu ana dek cevap alamadım ama hiçbir kırgınlığım yok. Dilekçe ellerine ulaşalı ancak 48 saat oldu. Daha vakitleri çok. Beni münafık addetseler de T.C. vatandaşı olarak ciddiye alıp, dilekçeme
cevap vereceklerinden eminim.

Dedem “akıllı adam buldun mu aklını bandıra bandıra kullan!” derdi.

Ben de dedemin nasihatini tutup, aklıma gelen soruları “63 akilli adam”a sormaya devam ediyorum. Hangisi cevap verirse versin, fark etmez! Bazıları başkan falan oldular ama onlar eşit seviyede akıllılar! Hatta bu soruları dilekçeme ekleyip,
toptan cevap da verebilirler.

Aklıma takılanlar şunlar:

***

Bugüne dek ben “barış süreci” hakkında çok az bilgi sahibi olabildim.

Bildiklerim şöyle:

1)Sürece destek verenler iyi, süreci şüphe ile karşılayanlar kötü insanlar!

2)Ülkeye barışın gelmesi için ateşkes lazım.
Ateşkesin olması için de PKK’lıların sınırdan dışarı çıkması gerekiyor.

a)PKK’lıların sınırdan çıkması için Meclis kararı alınmayacak. Ancak, son anda
“barış süreci” ile ilgili olarak TBMM’de Araştırma Komisyonu kurulmasına karar verildi. Anayasa’nın 98. maddesi ise Meclis araştırması, belli bir konuda bilgi edinilmek için yapılan incelemeden ibarettir” diyerek sadece “bilgi edinmeye” izin veriyor.

b)Sınırdan çıkışa yasal düzenleme yapılmayacak ama PKK’lılar Başbakan’ın
son kararına göre silahlarını gömerlerse ellerini kollarını sallayarak
sınırdan çıkabilecekler. Hiç suç işlememişler doğrudan köylerine gidecekler.

Bildiğim kadarı ile salt Başbakan’ın “olur” parafı ile PKK’lıların silahlı-silahsız sınırdan çıkmaları hukuka uygun değildir!

***

Münafıklık ettiğim “barış süreci” ile ilgili bilgim bu kadar!

Sağa sola sordum, fazlasını bilen yok!

Açıkçası neye münafıklık ettiğimi bile doğru dürüst bilmiyorum.

***

Sayın Akıllılar! Lütfen, “barış süreci”ni halka detaylı olarak anlatınız.
Vatandaş olarak A’dan Z’ye neler planlandığını bilmek istiyoruz.
Siz de bilmiyorsanız Başbakan’a sorun. O size anlatsın, siz de bize anlatın!

Türkiye tarihinin en önemli süreçlerinden birisine girmişken devletlûlarımız muhakkak ki bir plan hazırlamışlar, ona uygun strateji geliştirmişler, taktik detaylara girmişlerdir.

Biz ise sadece PKK’nın silah bırakması ihtimali konusunda yarım yamalak
bilgiye sahibiz. Silah bırakma karşılığı PKK ne alacak, hiç bilmiyoruz!

Bizim belki de “barış süreci”ni ayakta alkışlayan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry kadar bilgiye sahip olmamıza gerek yok ama bari ana başlıkları açıklayın.

Ana başlıkları bile açıklayamazsanız, merak ettiğimiz şu konularda hiç olmazsa
tüyo verin:

1)30 yıldır savaşan PKK hiçbir şey almadan silah bırakacak kadar enayi mi?

2)PKK’lıların sınırdan çıkışı hukuka uygun olmazsa guguka mı uygun olacak?

3) Eğer sınırdan çıkış guguka uygun olacaksa, siz hukuka saygılı akıllı adamlar
buna itiraz edecek misiniz? Pazar günkü dilekçemde belirttiğim gibi Başbakan’ı uyaracak mısınız? Sizi yine de iplemezse “akilli adamlık”tan istifa edecek misiniz?

4)Genel af çıkacak mı, çıkmayacak mı?

5)Apo dışarı çıkacak mı, çıkmayacak mı?

6)Hangi isim altında olursa olsun, “özerklik”ten anladığınız nedir?
Hangi özerklik şartları kırmızı çizginizdir? Hangi noktada beyninizin tası atar?

7)Başkanlık Sistemi barış sürecinin bir parçası mıdır?
Eğer parçası ise“olmaz böyle pazarlık!” deyip, akillilikten vaz mı geçeceksiniz?

Kestane kebap! Acele cevap!

Lütfen:

1)“Genel af / özerklik / başkanlık sistemi falan bizi aşar,
biz sadece Başbakan’ın izin verdiği kadar barış isteriz.”
 demeyiniz.

2) “Biz halkın değil, Başbakan’ın akillisiyiz, halktan akıl alıp Başbakan’a vermeyiz,
sadece Başbakan’dan akıl alıp halka veririz!”
de demeyiniz!

Dr. Cüneyt Ülsever
(9.4.13, Yurt Gazetesi, 
Odatv.com)

=======================================

AKİLLER RAPORUNUN ANA MADDELERİ..

Yerel parlamentolar olmalı, Eyalet sistemi olmalı..

Anadilde eğitim istenmekte!

“Lozan’dan günümüze kadar Kürt halkı kandırıldı, kandırılmaya çalışıldı.
Artık kandırılmak istemiyoruz. Kürtlerden ziyade Türkler ikna edilmeli.” denmekte.

“Öcalan’ın serbest bırakılması” istenmekte!
(metinde Öcalan 7 kez geçiyor)

Genel af istenmekte..

PKK 7 kez metinde geçmekte ve
PKK ve silahlı güçler muhatap alınmalı… denilmekte

Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması istenmekte..

“İttihat ve Terakki’den bu yana Kürt sorunu Kürtleri zabt u rabt altına alma sorunudur. Her seferinde Kürdistan‘a yeni fetihler düzenledi.” denilmekte.
(Temmuz 2013)

===============================================

  • “Akıl aya, bilim yıldızlara; bunları kullanma becerisi de güneşe benzer!.. 
     Kullanma becerisi edinmediğiniz akıl ve bilim, size yıldızlar kadar uzaktır…”

    Hz. Ali

Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi!


Dostlar,

Sayın Dr. Cüneyt Ülsever’den çok başarılı bir siyasal irdelemeyi paylaşmak istiyoruz.

YURT Gazetesindeki köşesinde bu gün ve önceki gün 2 bölüm olarak kaleme aldığı

  • “Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi! “

RTE ve Ahmet Davutoğlu’nun hazin megalomanik sanrılarının (hezeyanlarının ) öyküsü.

Gene klasik..
Wilfredo Pareto’nun temelini attığı “Elitlerin Yükselişi ve Çöküşü” kuramı ile uyumlu.

Paul Kennedy de benzer bir kurama sahip;

The Rise and Fall of the Great Powers..(Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşü..)

RTE örneğinde temel sorumlu etmen ise, yazdığı kalın kitaptaki tezi Stratejik Derinlik ile derin bir ironi sergileyen Ahmet Davutoğlu’nun stratejik sığlığı!

Tarihin cilvesi işte.. İhtiraslarınız boyunuzu fersah fersah aşınca..

Sevgi ve saygı ile.
27.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi! (I)

Bir yükseliş ve çöküş hikayesi! (I)

Cüneyt ÜLSEVER
(25.6.13, YURT Gazetesi)
http://www.yurtgazetesi.com.tr/bir-yukselis-ve-cokus-hikayesi-i-makale,4890.html

Bugün ve perşembe günü art arda iki yazı ile RTE’nin Batı indinde yükseliş ve çöküşünü irdeleyeceğim.

***

Galiba siyasette doğru zamanda doğru yerde olmak çok önemli. 2002’de
Erdoğan siyaseten doğru yerdeydi.

2002’de ABD ve AB, kendisine karşı yükselen İslamcı siyasete set çekecek
bir alternatif İslamcı siyaset arıyordu.

2002’de başını Çevik Bir’in çektiği askeri vesayet de içeride İslamcı Erbakan hareketini bölmek için alternatif bir İslamcı lider arıyordu.

El-Kaide 11 Eylül 2001’de dünyayı alt üst eden bir saldırı ile New York’ta
dehşet saçmış, bu evrende yaşayan herkes, ilk anda aklı almasa da,
dünyanın en büyük gücü ABD’nin “vurulabileceğini” görmüştü.

Türkiye belki de Müslümanların çoğunlukta olduğu tek “demokratik” ülke idi.

Ancak, başında Müslüman çoğunluğu Batı’ya karşı kışkırtan rahmetli Erbakan vardı.

Süratle siyasal İslam “ehlileştirilmeliydi.”

***

Alternatif, RTE ve onun kurduğu AKP oldu!

RTE İslamcı ama “pragmatik/faydacı” idi”!

Eğer, Batı “laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi”yi benimserse, RTE ve AKP
hem anti-kapitalist, hem anti-demokratik siyasi İslam’ın alternatifi olabilirdi.

***

RTE, bir Milli Görüşçü olarak anti-kapitalist/anti-emperyalist bir siyasi gelenekten geliyordu.

Ancak, aynı zamanda muazzam bir “faydacı” idi.

Erbakan Hoca’sının başına gelenlerin neden geldiğini kısa sürede çözdü.

İktidar olmanın en gerçekçi yolu aynı zamanda hem idealist (İslamcı) hem faydacı (Kapitalist/Batıcı) olmak idi.

Kısacası “yeni Özal” olması gerekiyordu. (Allah var, bu konuda beni de 2004 sonuna dek aldatabildi.)

RTE Özal’ın daha İslamcı sürümünü oynarsa ABD ve AB onun iktidarını açıkça desteklerdi. Nitekim desteklediler de!

***

RTE, hükümet olduğu halde askerle iktidar mücadelesi vermek zorunda kalınca,
2002-7 arası ABD ve AB’den büyük destek gördü. 1 Mart Tezkeresi’nin (2003) “cezası” TSK’ya kesildiği için TSK’nın yeniden tasarlanması gerektiğine karar veren ABD, AKP’ye desteğini misliyle artırdı. (Bkz: Ergenekon, Balyoz vb. davalar)

2007’ye dek AKP, ABD ve AB’nin Ortadoğu’da taşeronu olarak Batı’ya hizmet verdi. Batı da onun Türkiye’de yolunu açarak RTE’ye hizmet verdi.

SSCB etkisi dışında kalmış İslam coğrafyasında en batıda Fas’tan en doğuda Pakistan’a dek RTE “laiklikte ısrarlı olmayan demokrat” ama yine de “güçlü inanç sahibi” olarak “örnek lider” konumuna geçti. Müslümanlar için El-Kaide türü savaşçılara ve diktatörlere karşı alternatif olmaya başladı.

Müslümanlar pekâlâ anti-emperyalist olmadan da dinlerini yaşayabilirlerdi! Hem de refahı artırarak! RTE’nin bu uğurda en önemli eseri başta Mısır’da olmak üzere Müslüman Kardeşlerin ehlileştirilmesidir!

***

Kanımca pragmatist/faydacı RTE hayatının en büyük hatasını Ahmet Davutoğlu’nu (AD) Dış İşleri Bakanı olarak yaptı.

AD de Bakan olmak uğruna faydacılığı seçti, “çok kutuplu dış politika” idealini çöpe attı ve ABD’nin “tek kutuplu dış politikası”na U-dönüşü yaptı ama özünde o RTE’den entelektüel derinliği çok daha fazla olan, yıllarını bir ideolojinin akademik etüdüne adamış bir “idealist” idi.

AD yıllarca “yeni Osmanlı” hayali ile yaşamıştı. Bu uğurda çok büyük irfanlar edinmişti.

“Tıpkı Britanya’nın eski kolonileri ile yaptığı gibi Türkiye de bir milletler birliğine dönüşebilir… Bana hatırlattı ki, Britanya, eski kolonileri ile bir ortak refah bölgesine sahip. Neden Türkiye liderliğini Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da yeniden inşa etmesin?” (Jackson Diehl’in Ahmet Davutoğlu ile yaptığı söyleşi- Washington Post, 5 Aralık 2010)

Bazıları onu gelmiş geçmiş en büyük dışişleri bakanı ilan ettiler ama ben başından beri AD’nin güçlü hayal dünyasının Türkiye’nin başına bela olacağını iddia ettim.
Nitekim belki Türkiye’nin değil ama öninde sonunda RTE’nin başına bela oldu!

***

AD, RTE’ye bir süre sonra “faydacı” siyaseti bıraktırdı ve ona “Yeni-Osmanlı sultanı” olarak Ortadoğu’da Batı’nın vazgeçemeyeceği “lider” rüyaları gördürmeye başladı.

Görevini ilahi güçten alan ve Sünni dünyayı kurtarmakla mükellef lider!

Bu rüya da 2011-13 arasında RTE’nin sonunun başlangıcını/başlangıcının sonunu hazırladı!

(Perşembe, 27.6.13, devam edeceğim.)

===================================================

Bir Yükseliş ve Çöküş Hikayesi! (II)

cuneyt ulsever

Cüneyt ÜLSEVER
(25.6.13, YURT Gazetesi)
http://www.yurtgazetesi.com.tr/yazarlar/bir-yukselis-ve-cokus-hikayesi-ii-makale,4910.html

Salı (25.6.13) günü yazdım. 11 Eylül 2001 ertesi ABD ve AB kendisine karşı yükselen anti-emperyalist ve anti-demokratik İslamcı siyasete set çekecek, onu “ehlileştirecek” bir alternatif ararken karşılarında İslamcı ama “pragmatik/faydacı” RTE’yi buldular.
RTE Batı karşıtı Erbakan Hoca’nın başına gelenlerden yeteri kadar ders almıştı.

RTE 2003-7 arası ABD’nin İslam dünyasına biçtiği “laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi” modeli için ideal lider oldu.

Ancak RTE, Ahmet Davutoğlu’nu (AD) Dışişleri Bakanı yaparak bence “çöküşünü” perçinleyen en büyük hatayı yaptı. AD, RTE’den entelektüel derinliği çok daha fazla olan, yıllarını bir ideolojinin akademik etüdüne adamış bir “idealist” idi.
Yıllarca “yeni Osmanlı” hayali ile yaşamıştı. Bu uğurda çok büyük irfanlar edinmişti.
***

2003-7 arası ABD’nin büyük desteği ile ülkedeki tek siyasi rakibi TSK’yı
devre dışı bırakan AKP, 2007-11 arası kendi iktidarını inşa etti.
2011 genel seçimlerinde kazanılan muhteşem zafer ise RTE’yi içeride “otokrasi”ye sürüklerken, dışarıya karşı da “bana her halükârda muhtaçlar” düşüncesini inşa etti.
2011-13 arası AD, RTE’yi dış politikada “faydacı” yaklaşımdan oldukça uzaklaştırdı. O’nu Yeni Osmanlı’yı “Balkanlardaki eski Osmanlı topraklarında, Ortadoğu’da ve
Orta Asya’da yeniden inşa edebileceğine” ikna etti.

  • Yeni Osmanlı’nın yeni sultanı da pekâlâ RTE olabilirdi.

Nitekim “van minits” çıkışı RTE’yi Ortadoğu sokaklarının hamisi yaptı!
Ancak her çıkışın bir de inişi vardır.
***

Bu köşede çok yazdım. Uzun uzun tekrar etmeyeceğim. Özetle “faydacı” siyasetten “racon kesen” siyasete dönüşen 2011-13 süreci RTE-AD ikilisini Ortadoğu’ya
ayar verme gayretine düşürdü. Kuzey Irak’ta ve önemle Suriye’de başlarına buyruk hareket etmeye başladılar. ABD’nin bahşettiği “Ortadoğu taşeronluğu” görevini “Sünni İmparatorluğu” kâbusuna dönüştürmeye çalıştılar. Üstelik Ortadoğu’da
“Rusya gerçeği” yokmuş gibi davrandılar.

AD’nin “ideolojik saplantı” ile sarhoşlamış aklı Suriye’nin Rusya için ne kadar önemli olduğuna bir türlü akıl erdiremedi. ABD’yi nerede ise Rusya ile karşı karşıya getirdi. ABD, RTE’yi defalarca uyardı. Obama dünya televizyonları önünde AD’yi parmak işareti ile lokantada masasına komi çağırır gibi çağırarak, RTE ile telefon görüşmesinin “beyzbol sopalı” fotoğrafını Beyaz Saray’ın web sitesinde yayınlayarak ikiliyi “haddini” bilmeye defalarca davet etti ama netice alamadı. RTE’nin kibre boğulmuş benliği artık uyarılara kulak asmıyordu. Sonunda Obama, mayıs ayında tenzil-i rütbe ile taşeonluk görevine son verdi!
***RTE bu durumu Türk kamuoyundan saklama gayretleri ile “cambaza bak!” oyununa soyunurken “2 ayyaş” O’nu içeride de ketenpereye getirdi.
Kendi kazdığı kuyuya kendi düştü.
***RTE “Sünni İmparatorluğu kurma” gayretleri içinde Nusayri Esad’ı “canavar” seviyesine indirerek Suriye’de bir Sünni kalkışması yaratmaya kalkışırken,
Friederich Nietzsche’nin uyarısını hiç dikkate almıyordu.

Nietzsche canavarla uğraşanlar için şöyle demişti:
“Her kim ki canavarla savaşıyorsa süreç içinde kendisinin de canavarlaşmamasına dikkat etmelidir. Cehennem çukurunun içine bakarken onun da size baktığını unutmayın.”
Gezi Parkı’ndaki çınar ağacı “diktatör Esad”ın yerine “diktatör RTE”yi,
“halkına zulmeden Esed” yerine “halkına zulmeden Teyyip”i yarattı!Kendisi gibi yaşamak istemeyenlere karşı takındığı zalim tavır Batı’da RTE’ye “
kendi başına buyruk” sıfatı yanında “yeni diktatör” sıfatını da ekledi.
“Laik hayat tarzı”nı yaşamak isteyen Türkiye’nin % 50’si, gençlerin etrafında kenetlenerek ABD’nin Ortadoğu’ya biçtiği bir donu da paçavraya çevirdiler.Bir avuç çapulcu “laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi”yi de çöp tenekesine attılar.
***

Bundan böyle RTE zihinlerde “yeni diktatör” olarak yaşamaya mahkûmdur.

“Canım Ortadoğu halkı anti-emperyalist siyasete cevaz vermesin de varsın olsun
İslami hayat tarzını yaşasın/birbirine dayatsın, bizim için fark etmez!” safsatası da RTE’nin “tarihi misyonu” ile birlikte tedavülden kalkmıştır.

Bu dersi de dünyaya, Atatürk’ün cumhuriyeti kendilerine emanet ettiği
Türk gençliği
vermiştir!

Cüneyt Ülsever,
Yurt Gazetesi, 27.06.2013