Etiket arşivi: Türkiye Varlık Fonu

6 Haziran, 6 Kanun!

6 Haziran haftası, 6 Kanun teklifi, TBMM’nin yalnızca yasama gündemi. Komisyonlar ve Genel Kurul çalışması, iç içe ve üst üste. Sakıncalı yönleri ve doğuracağı sonuçlar bakımından hepsi önemli: Ülkeyi, toplumu, adaleti, sağlığı, piyasaları ilgilendiren düzenlemeler… Dördü torba tarzında olan önerilerin ortak paydası, TBMM dışında hazırlanmış olması.

Avukatlık Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (328 sıra sy./5 madde-Adalet Komisyonu): İki yıl önce baroların bölünmesini öngören yasa ile kurulan 2. (paralel) ve ana barolara göre çok küçük barolara ayrıcalık tanıyan yasa önerisi, hukukçuları ayrıştırmayı derinleştirme ve hukuk inancını zedeleme vb. birçok riski beraberinde getirecek.

Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (336 sıra sy.lı31 madde/ Çevre -tali- ve İmar -asli- Komisyonlar):

Stockholm Bildirgesi’nin 50. yılında Türkiye’nin çevresel ve ülkesel yağmasının ivme kazandığı bir sırada, kod niteliğinde çevre yasası bir yana, yürürlüktekiler de, torba yasalarla daha belirsiz hale getiriliyor. Maden ruhsatları ve orman kırımları ile ülkenin yağmalandığı, termik santral ve HES’lerle doğal alanların kuşatıldığı, tarihsel ve kültürel değerlerin yok edildiği, kamu makamlarının sürekli çevre suçu işlediği bir ortamda, çevre alanında, birbiriyle ilgisiz birçok yasa tek bir torbaya tıkıştırılarak çevresel bilgi kirliliği yaratılıyor.

Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4471 sıra sy.- 40 madde/ Dijital Mecralar -tali- ve Adalet -asıl- K.): Basın ve sosyal medya özgürlükleri üzerinden demokratik toplumu baskılamayı amaçlayan torba önerinin sakıncalarına “Ya resmi dezenformasyon?” yazısı ile dikkat çektim.

Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4484 – 24 madde/ Adalet K.): Hâkim ve savcı yardımcılığı öngören yasa önerisi, sınavlar için nesnelliği ve saydamlığı sağlayıcı ölçütler öngörmemekte ve birçok konuyu yönetmeliklere bırakmakta.

İstanbul Finans Merkezi Kanunu Teklifi (2/ 4478-12 madde –Plan ve Bütçe K.) : Merkez, Türkiye Varlık Fonu tarafından kurulacak özel hukuk hükümlerine bağlı şirketçe kanun kapsamında verilen görev ve yetkiler çerçevesinde yönetilecek. Yönetici şirket, bağımsız alan ve bölümlerin kiralanması dâhil, umumi hizmetlere ayrılmış alanlara dair yönetim faaliyetlerini 20 yıl süreyle gerçekleştirecek. Merkezdeki birçok iş ve işlem, harçlar dâhil birçok vergiden muaf (bağışık) tutuluyor. Mecburi (zorunlu) Türkçe kullanımına tabi (bağlı) olmama, sözleşmelerde hukuk seçimi serbestliği ve yabancı uyruklu istihdamı konusunda istisnai (ayrıksı) değerlendirilme gibi ayrıcalıklar tanınıyor. Parselasyon, kentsel tasarım projeleri gibi işlemleri yaptırma ve onaylama yetkisi, İBB’ye değil, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na veriliyor. Merkez alanı içerisindeki (içindeki) BDDK ve SPK mülklerinin tapu kaydı, kurulacak özel şirkete geçirilecek. Özetle, bir tür mali özerk alan ve serbest bölge kurulacak.

Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4485-14 madde/ Plan ve Bütçe K.): Sağlık çalışanlarının çalışma hayatına (yaşamına) ve emeklilik dönemlerine ilişkin sayısal yükseltmeler öneriliyor. Aile hekimliği eğitim sürecindeki uygulama 2029 yılına uzatılıyor. Sözleşmeli personel statüsüne geçiş kolaylaştırılıyor.

MUHALEFET BİLİNCİ

“Şu gerekçelerle Anayasa’ya aykırı ve AYM’nin konuyla ilgili şu kararlarına aykırı :
Yasanın etki analizi yok; yasalaşması, şu sakıncaları yaratacak; bu konuda CHP’nin hazırladığı yasa önerilerini gündeme alın vb.” itiraz ve öneriler, AKP-MHP vekillerince yalnızca el işareti ile reddediyor. 6 Haziran haftasının yasama gündemini oluşturan 6 yasa önerisi, belki de 6 virgül değişikliği yapılmadan yasalaşacak. Buna karşın, CHP-HDP-İYİ Parti, olumlu yönde düzeltici önerilerinde sonuna kadar (dek) dayanışma içinde olabilmeli. Dayanışmacı demokratik muhalefet, gelecek kuşaklara karşı tarihsel bir sorumluluk.
===================================================
Dostlar,

İç acıtan (hazin) görünüme Sn. Kaboğlu, çok kıdemli bir Anayasa hukukçusu ve Parlamenter olarak ayna tutuyor. Usuma (aklıma) bir soru üşüştü :

  • Antik Yunan Meclislerinde acaba, bu süreçler daha mı demokratik ve yurtseverdi??

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 11.06.22

Dr. Ahmet SALTIK

PARAYA EGEMEN OLMAK 

PARAYA EGEMEN OLMAK 

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
BİRGÜN PAZAR 2021-2
17 Ocak 2021

AKP’nin iktidara egemen olmasının 19. yılındayız.

Bunun ilk beş yılında gerek Cumhurbaşkanı A. N. Sezer’in (bazı yasaları Meclis’e iade etmesi veya AYM’ye bizzat başvurusu) gerekse anamuhalefetin AYM’ye sıkça gitmesi üzerinden bir denetim düzeneği çalışmaktaydı. Diğer denetim kurumları da henüz tasfiye edilememiş veya tamamen edilgenleştirilememişti.

2007 sonrasındaki A. Gül’ün döneminde Cumhurbaşkanlığı anayasal denetimi gözeten bir kurum olarak çalışmadı.  Ancak, Erdoğan da henüz yürütmenin tümüne egemen olamamıştı; 2014’ten itibaren kendi Cumhurbaşkanlığıyla bu yol açılmış oldu. 2017 Anayasası ve Temmuz 2018’de yeni anayasanın mevzuata yansıtılması sonucunda, merkezileştirilmiş ve kişiselleştirilmiş uygulama araçları da artık yürütmenin emrine sunulmuş oldu.

“DEVLET BENİM” DÖNEMİ

2014’ten itibaren başlayan “Devlet benim” dönemi, 2018 dönüşümüyle birlikte artık perçinlenmişti. Cumhurbaşkanı zaten kamu alanında önemli gördüğü bütün para trafiğini, ihale düzenini, imar kararlarını, şirketlere/vakıflara/derneklere kamu varlıkları transferlerini tepeden yönetiyordu. 2018’den itibaren yeni olan, yürütmenin başının artık kamu yönetimini tam tekeline alması, Maliye Bakanlığına Hazine’yi de katarak paranın tam kontrolünün sağlanabileceği bir alan oluşturması ve başına da damadını getirmesiydi.

Bununla da yetinmiyor, Ağustos 2016’da  oluşturulmuş ama atıl kalmış Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) yönetim yapısını 2018’de -dünyada benzeri bulunmayan bir biçimde- değiştiriyor, başkanlığına kendisini, vekilliğine de damadını getiriyordu. Adeta bir “kamu iktisadi holdingi” niteliğindeki bu fonun yönetiminden damadının Kasım 2020’de istifasının da birşeyi değiştirmesi beklenmemeli. Çünkü Cumhurbaşkanı, kendisi dahil TVF’nun YK üyelerini, Fonun kurabileceği diğer şirketlerin ve alt fonların yönetimlerini; Fon bünyesine katılan KİT ve diğer kamusal kuruluşların yöneticilerinin tek belirleyicisi konumundadır.

Esasen, Temmuz 2018’de çıkardığı Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (CBK) ile kendini tüm kamu kurumlarında kariyer ve özlük haklarının tek belirleyicisi olarak tanımlayan Cumhurbaşkanının gözetiminden kaçacak hiçbir makam ve işlem kalmamış gibidir. Bu arada son torba yasalara sıkıştırılmış maddelerle yeni yetkilerle donatılmayı da ihmal etmemekte, malvarlıklarını dondurma yetkisi, ormanları ve kıyıları imara açma yetkisi gibi inanılmaz boyutlarda yeni yetkilere sahip olmaktadır. Bu arada polise ve MİT’e TSK’nın her türlü silah donanımına istediği zaman erişebilme yetkisinin tanınması da, herhalde süper güçlü olduğu kadar süper zaaflı ve iktidarını yitirmeyi bir tehdit olarak algılayan bir yürütmenin güvenlik ihtiyacına karşılık gelmektedir. 

MALİYE-HAZİNE-TVF ÜÇGENİ: DAHA NE OLSUN?

Kamu ekonomisinin kapsamı yalnızca merkezi yönetim bütçesinin temsil ettiği alanla sınırlı değildir. Daha geniş ölçekte “Genel Devlet” denilen çerçeve bulunur. Genel Devlet kapsamı içine giren kurumlar/bütçeler şöyledir:

  • Merkezi Yönetim Bütçesi
  • Mahalli İdareler
  • Bütçe Dışı Fonlar
  • İşsizlik Sigortası Fonu
  • Sosyal Güvenlik Kuruluşları
  • Genel Sağlık Sigortası ve
  • Döner Sermayeler.

Önce Merkezi Yönetim Bütçesini ele alalım. Bütçenin birçok harcama kalemi katılaşmıştır; üzerinde kolayca oynanamaz. Örneğin bütçenin yaklaşık yüzde 24’ünü oluşturan personel ödeneklerine personel için devletin prim giderleri de eklenirse personelin bütçedeki payı yüzde 28’e varır. İkinci büyük harcama kalemi yüzde 40 boyutundaki “cari transferlerdir” ve büyük bölümü SGK’na transferlerden oluşur. Cari transferler içinde sosyal yardımlar, tarımsal desteklemeler gibi transferler de bulunur ama bunlar hem küçük boyutlu hem de tepeden baskılandıkları için esnek sayılamazlar. Buna karşılık yandaş vakıflara/derneklere yapılan ve ayrıntıları gösterilmeyen transferler her türlü esnekliğe ve şaibeye açıktır ama bunların boyutu da bütçenin yüzde birini geçmez. 2021 Bütçesinin yüzde 13,3’ünü bulacak faiz transferleri de hem artan hem esnekliği azalan kalemlerdendir. Görüldüğü gibi bu üç kalemin toplamı yüzde 81’i bulmaktadır.

Bütçenin “esnek” sayılabilecek yani ödenekleri sınırlandırılabilecek ve ihale düzenekleriyle kısmen istismara konu olabilecek kalemleri ikilidir: Yatırım harcamaları ile mal ve hizmet alımları. Bu iki kalemin bütçedeki birlikte payı 2020’de yüzde 15,8; 2021’de yüzde 14,3’tür. (2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 64, t. I:42). Bütçe açıkları büyüdükçe üzerlerinde ödenek azaltma baskısı yapılan kalemlerdir bunlar aynı zamanda.

Bir başka açıdan, Merkezi Yönetim Bütçesi üzerinden yandaş şirketlere ve siyasal alana rant aktarma olanakları sınırlıdır. Bu sınırlar birkaç biçimde aşılır: (i) Bütçe satın almaları ve yatırımları üzerinden beslenecek büyük şirket sayısı asgari düzeye düşürülür (bir milyon liranın altındaki küçük ihalelerde kuşkusuz binlercesi olacaktır); (ii) Yıllara sari büyük yatırımlar Yap-İşlet-Devret ve Kamu Özel İşbirliği modelleriyle merkezi bütçe ve Genel Devlet dışına çıkarılır; (iii) Şirketlerin ilgisi diğer Genel Devlet kurumlarına ve KİT’lere uzanır; TVF kurulur; (iv) Kentsel/ kırsal imar ve taşınmaz rantları daha büyük hacimlerde kullanılır. (v) Milli Emlak ve Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi geniş kamusal taşınmaz patrimuanına sahip kurumlar özel olarak izlenir/yönetilir.

Genel Devlet içinde Merkezi Yönetim Bütçesi’nden sonra gelen en önemli bütçeler yerel yönetim bütçeleridir. İktidar bloğu, İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin gibi çok önemli büyükşehir belediyeleri elinden kaçırmış olmanın sancılarını yaşamaktadır. İBB’nde AKP dönemi yolsuzluklarına ilişkin soruşturmaların haberleştirilmesine dahi yasak getirilmesi bununla ilgilidir. Ama iktidarın asıl aşması gereken şey, tıkanmış büyük rant kanallarının yeniden açılabilmesidir. Bunun yolu, yerel yönetimlerin imar yetkilerinin kısmen merkezi yönetime (Cumhurbaşkanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ gibi) aktarılmasında bulunmaktadır. Kayyım ataması yoluyla belediyelere doğrudan el koyma tehdidi de elden bırakılmış değildir.

Merkezi ve yerel yönetim bütçeleri dışındaki Genel Devlet kurumlarının/ bütçelerinin Merkezi Yönetim Bütçesi ile doğrudan/dolaylı ilişkileri vardır.  Bunlar daha çok (karşılıklı) transferler biçimini alır.

Genel devletin toplam büyüklüğü nedir? Merkezi Yönetim Bütçesi’nin GSYH’ya oranla büyüklüğü 2020’de %25 iken 2021 öngörüsü %23,8’dir. “Genel Devlet”in GSYH’ya oranı 2020’de %38,6 iken 2021 öngörüsü %36,3’tür. (2021 Yılı Programı, s. 56-57, tablo I: 39, 40). Demek ki, Merkezi Yönetim Bütçesi dışında önemli bir kamu ekonomisi alanı bulunmaktadır ve yürütmenin dikkatini sadece merkezi bütçeyle sınırlaması beklenmemelidir.

Genel Devlet dışında Kamu Kesimi Genel Dengesi’ne ulaşmak için KİT’lerin de hesaba katılması gerekmektedir. Bunların sayısı çok azalmış ve artık birikimli bilançoları 2019-2022 için olumsuz sonuç veriyor olmakla birlikte, önemli işlem hacimlerine ve yatırım büyüklüklerine sahiplerdir. KİT’lerin önemli bölümünün TVF içine aktarıldığını, TVF’ninse “Genel Devlet” içinde bile gösterilmediğini ayrıca hesaba katmak gerekir. 

TÜRKİYE VARLIK FONU: FARKI NEREDE?

TVF, dünya örneklerine bakıldığında, kuruluşu bakımından bir anomalidir. Dolayısıyla, işleyişinin de bir anomali olması kaçınılmazdır. TVF, kamusal varlıklardan (cari fazlalardan veya hidrokarbür kaynaklarından) elde edilen dönemsel gelir fazlalarının biriktirilmesi ve işletilmesi esasına değil de, gelir fazlaları olmayan bir takım kamu kurumlarının bir sepette toplanıp onların aktifleri üzerinden borçlanma tarzı finansman olanakları yaratılmasına dayandığından, akıntıya karşı kurulmuş bir yapıdır.

Bünyesine katılan kuruluşların birbirine benzemezliğine bakıldığında da elmalarla armutların toplandığı bir yamalı bohçadır. Finansal şirketlerin ve özellikle de kamu bankalarının da bu yapıda yer alması, Fona ilişkin her türlü bilanço, sermaye, kâr, ciro büyüklüğü  ve diğer değer takdirlerini anlamsız veya tartışılır kılmaktadır. Ağustos 2016’da kurulan TVF’nun aktif büyüklüğü, Hazine Müsteşarı Osman Çelik’e göre  (25 Şubat 2017 demeci) 160 milyar dolar, öz kaynak büyüklüğü de 35 milyar dolardır. TVF’nun şimdiki Genel Müdürü Zafer Sönmez’e göre (Bloomberg söyleşisi, 1.12.2020) ise, TVF’nun bilanço büyüklüğü 245 milyar dolarken, “kabaca atfedilen bir 33 milyar dolarlık da sermaye büyüklüğü söz konusudur”. 2019 yılı itibariyle “Fonun 26 milyar dolarlık bir toplam satış hasılatı bulunurken, 8-9 milyar TL’lik kabaca net kârı bulunmaktadır”.  Şimdi en yetkili yöneticinin bile “kabaca” ifadesi arkasına sığınarak konuşabilmesindeki tuhaflığa dikkati çekelim. Kârın TL cinsinden verilmesine de dikkat edilmeli; çünkü sonuçta bu, 2019 itibariyle, 1,5 milyar dolarlık bir kâr yakıştırmasından ibarettir ve eğer bilanço büyüklüğü gerçekten 245 milyar dolarsa anlamsız bir büyüklüktür.

TVF, bir borçlanma fonudur. 6741 sayılı Yasanın 4/3. maddesine göre “Finansman sağlanırken Türkiye Varlık Fonu portföyü üzerinde teminat, rehin, kefalet ve ipotek tesis edilebilir”. Oysa Fonun finansman sağlayabilmek için bünyesinde topladığı kamusal varlıkları teminat olarak göstermek durumunda kalması, bir ülke zaafiyetidir. Zaafiyettir çünkü, Hazine halen hiçbir teminat göstermeden borçlanabilmektedir. Üstelik teminata rağmen TVF’nin bazı dış borçlanma girişimlerinin başarısız olması, ders alınması gereken bir durumdur.

Ama ders alınmayacağı anlaşılmaktadır. İlk bono ihracı denemesindeki fiyaskoya rağmen TVF’nin 18-24 aydabir bono ihraç etmesinin; BİST’in yüzde 10’luk hissesinin Katar şirketine satılmasıyla yetinilmeyip iki yıl içinde TVF payı yüzde 51’e düşene kadar halka arz edilmesinin; değer oluştuktan sonra TPAO ve BOTAŞ’ın halka arzının planlanması (Bloomberg söyleşisi), TVF’nin hangi mantıkla kaynak sağlamak peşinde olduğunu göstermektedir. Ama bunlar Özelleştirme İdaresi’nin yapamayacağı şeyler değildi.

Peki bu Fon gerçekte neden kuruldu? Birkaç ilave neden sayabiliriz:

Birincisi, bu yazının başlığındaki ana gerekçedir. Yürütmenin başı, hiçbir büyük para ve varlık hareketinin kendi kontrolü dışında gerçekleşmesini istememektedir. Fon bünyesindeki şirketlerin kullanılabilir nakit varlıkları fazla olmayabilir; ama bunlar, bazıları uluslararası olan, devasa ihalelere girişmekte, önemli taşınmaz varlıklara sahip olabilmektedirler.

İkincisi, TVF yönetimi, iktidara yakın bazı şirketlerin fonlanmasında, iktidarın peşinde olduğu bazı özel projelerin finansmanında (İstanbul Finans Merkezi, Kanal İstanbul gibi), gerektiğinde dış borçlanmaya dahi giderek kaynak yaratmak istemektedir. Mustafa Sönmez (13 Ocak 2021, Al Monitor), batık durumdaki İstanbul Finans Merkezi projesinin üstlenici üç inşaat firmasından Fon tarafından “yükümlülük” satın alınarak kurtarılmasının altını çizmektedir.

Üçüncüsü, Fon bünyesindeki şirketlerin çoğu bakımından geçerli olan Sayıştay denetimi, Varlık Fonu Yönetimi AŞ (kısaca Şirket) ve onun kuracağı şirketler ve alt fonlar bakımından geçerli değildir. Bunlar bağımsız denetime tabidir. Gerçi bu denetimin raporlarının TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülerek denetlenmesi (6741 sayılı Yasa/m.6) öngörülmüştür. Ama bu görüşmeler biçimseldir; raporlar yeterli ayrıntıya sahip değildir; üstelik, bu raporlar bile zamanında iletilmemektedir. TBMM’nin denetim hakkı hukuken ve fiilen elinden alınmaktadır. Demek ki yürütme, denetimsiz mali/ekonomik yapılara önemli bir ihtiyaç duymaktadır.

Bunlar o denli önemli ihtiyaçlar olmalıdır ki, yürütmenin başı kendi kendini TVF başkanı olarak atamak konusunda herhangi bir hukuki sakatlık veya etik sorun görmemektedir. 6741’in 2/7. maddesindeki tanım şöyledir: “… yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile genel müdür Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile genel müdürün ekonomi, finans, hukuk, maliye ve bankacılık alanlarından en az birinde beş yıldan az olmamak üzere tecrübe sahibi olmaları aranır“. Gerçi yürütmenin başının böyle bir tecrübeye sahip olmadığını iddia etmek bugün artık cüret işidir.

SONUÇ

AKP döneminin ayırdedici bir özelliği, kamu kaynaklarının kullanımında bürokrasinin rolünün asgariye indirilmesidir. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde, Özal dönemi dahil, bu denli siyasetçi merkezli bir rant dağıtım mekanizması kurulabilmiş değildi. Siyasetin merkezinde de çoklu bir oligarşiden ziyade, monarşiye daha yakın bir güç merkezileşmesi bulunmaktadır.

Böylesine süper yetkili bir “başkan” figürü bugünkü dünyada -emsal alınabilecek ülkelerde- hiçbir fâniye nasip olmuş gözükmüyor. Bu, Türkiye’nin tarihsel olarak 1,5 yüzyıldır edindiği tüm anayasal/yönetsel birikimin tarihin çöp sepetine atıldığı bir sürece işaret etmektedir. Cumhuriyet döneminin kurucu değerleri de -anayasada varlığını koruyan hükümlere rağmen- fiilen ilga edilmiş durumdadır.

Ama bu durumun sürdürülebilir olduğunu sanmak da bir gaflettir.

Bütçe Hakkı

Bütçe Hakkı

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Önümüzdeki pazartesi TBMM’de bütçe görüşmeleri başlıyor. Şu haber klişesiyle duyuruldu: “12 gün sürecek bütçe maratonu 10 Aralık’ta başlıyor”. Parlamentoda bütçe mesaisi, galiba artık sahici bir maraton olmaktansa, heveskârların gücü yettiği kadar koştuğu, gösterisel bir “jogging”dir.
***
Oysa bütçe dediğiniz, parlamentoculuğun, anayasacılığın, yurttaş haklarının tarihinde, kurucu değer taşıyan bir ‘şey’ değil miydi? Vergi gelirlerine kim nasıl tasarruf edecek? Merkezî otorite ile ‘derebeyleri’ arasındaki güç mücadelesinin önemli bir kalemiydi bu. Amerikan bağımsızlık savaşının sloganıydı: No taxation without representation, temsil yoksa vergilendirme de yok. Yasama hakkının özü sayılır: royal law’ın yani kraliyetin / egemenliğin hakkının-hukukunun eş anlamlısı: budget law, bütçe hakkı-hukuku. Demokrasinin ve parlamentoculuğun tarihsel gelişme seyrinde ilk adım, vergi koyma yetkisinde söz hakkı olmuş; ikinci adım, gelirlerin kullanımında, kaynak tahsis tercihlerinde söz hakkı.[1]***

Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki TBMM’lerinin ‘en özerk’ mebusu (Orhan Kemal’in babası, diye bildiğimiz) Abdülkadir Kemali Öğütçü’nün amasız-fakatsız has bir demokratik cumhuriyet uğruna yürüttüğü muhalefetin aslî konularından biri, bütçe hakkıdır. 1921 Mart’ında yeni konan vergileri eleştirirken, “(devlette) yeni bir teşkilât yaptınız mı, biliniz ki, memleketin başına bir müstebit ve bir zalim daha gelmiştir,” der. 1924 Ağustos’unda, “bizzat Reisicumhur Hazretlerine ayda on beş bin lira aylık vermeye bu fakir milletin tahammülü var mıdır?” diye sorar, 1924 Kasım’ında “bütçe israfları”nı sorgular. 1924 Aralık’ında bir yazısında, sözün özünü söyler: egemenliğin üç kuvvetinden birinin “milletin gelir ve giderleri üzerinde kayıtsız şartsız egemenliği” olduğunu vurgular. Evet, sözün özü budur: milletin temsilcileri aracılığıyla gelirler-giderler üzerinde karar, söz ve denetim sahibi olması, kısaca bütçe hakkı, şu meşhur milli egemenliğin kurucu ilkelerindendir.
***
Adnan Menderes, Demokrat Parti’nin muhalefet döneminde, yani liberal-demokrat donunda görünürken, bütçe hakkının da heyecanlı müdafiidir. 1948 Bütçesi görüşmelerinde, bütçe hakkını ihlâl eden uygulamaları yeren şu veciz sözlerini aktarayım:

“Vergi olarak toplanan paraların herhangi hizmet ve ihtiyaçlara ayrıldığını bir bakışta görebilmek ve hükümet ve bürokrasinin güttüğü politikayı bütçe denen belgede kolayca takip edebilmek… … öteden beri alışılmış itiyatların bir sonucu olarak bütçede görülen her bir kısmın mutlaka bir zaruretin ifadesi ve bir hükme dayanır olduğu zihniyeti… şuna buna yardım ve ihsanlarda bulunabilmek, yeni yeni kadrolar ihdası ile iktidar ve yetki sahalarını genişletmek eğilimleri…”[3]

Oysa, “Milletten alınan paraların, millet adına murakabesi esastır,” O’na göre.
Demirel’in de, –yine liberal-demokrat suretinde göründüğü anlarda–, “Bütçe hakkı demokrasinin en muhteşem kurumudur” dediği zikredilir.

11 Aralık 2000’de, Anavatan Partili –aslında Demirel ‘kökenli’– Maliye Bakanı Sümer Oral, bütçeyi sunuş konuşmasında, bütçelerin, “hukuki, sosyal, iktisadi, mali ve siyasi boyutları itibariyle ülkenin ve insanlarının geleceğe hazırlanmasında etkin bir role sahip” olduğunu söylemiş, “bütçe hakkı” ve “bilmek hakkını” vurgulamış. “Toplumun, ödediği verginin nasıl kullanıldığına haklı olarak büyük duyarlılık gösterdiğini” söyleyerek, “toplumun bilme hakkına özen göstereceklerini” taahhüt etmiş.
***
“Eski Türkiye”de, bütçe hakkının iyi kötü bir itibarı varken bile, neoliberal rejim bütün dünyada olduğu gibi bütçe hakkını ihlâl hatta ilga etmeye başlamıştı. Anavatan Partisi iktidarlarında “verimlilik-etkinlik” gerekçesiyle kurulan bütçe dışı fonlar, bütçe kaynaklarının denetiminde kibar tabiriyle “belirsizliğe kapı açmıştı. Bu çeşit bütçe (yani denetim [4]) dışı ‘açılımların’ 1994 ve 2001 krizlerindeki rolünü herkes teslim ediyor. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları altında, 2001 krizi sonrası rejime bağlı olarak parlamentonun bütçeye müdahale yolları önceleri yine ‘teknokratik’ akılla kısıtlanırken, sonra ek olarak denetim dışına çıkan yeni yan yollar da açılmaya başladı. Bunun zirvesi herhalde, 2016 Ağustos’unda ihdas edilen Türkiye Varlık Fonu’dur.

Sonuçta hesap vermezlik, gitgide kurumlaştı, kurumlaşıyor. Piyasanın hikmetine bağlılık, “devletin yüksek menfaatlerine” bağlılıkla beraber, ekonominin ‘sırrına’ teslimiyet, devlet sırrına teslimiyetle beraber, bütçe hakkının hükmünü folklorik bir ritüele indiriyor. Anayasasızlaşma sürecinin oldukça ‘maddî’ bir unsuru…
***
Daha 2016 yılı bütçe kanun tasarısı görüşülürken konuşulanlar, kaybedilmiş bir hakkın ardından yakılan ağıtlara benziyordu. CHP adına Mehmet Bekaroğlu’nun ‘tane tane’ söyledikleri, mesela: “Değerli arkadaşlarım, ‘bütçe hakkı’ dediğimiz, milletin bize emanet ettiği en temel, en kutsal hakkımızdır. Eğer bütçe hakkını hakkıyla kullanamıyorsa, bu parlamentonun hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Maalesef, bu bütçe, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkını gasbeden bir bütçedir. ‘Bütçe hakkı’ deyip geçmeyin. Şu, diyoruz ya, ‘tüyü bitmemiş yetim hakkı’, işte bütçe hakkı tam da budur. Hani dindarız ya, hani ‘medeniyet’ diyoruz ya, hani ‘millî-yerli’ diyoruz ya, hani ‘Dicle’nin kenarında bir kuzuyu kurt kaparsa’ diyoruz ya, işte bütçe hakkı bu.” Hükümete müzahir diyebileceğimiz bir tanığımız da var. MHP Grubu adına konuşan Samsun milletvekili Erhan Usta’nın söyledikleri: “2015 yılı için merkezî yönetim bütçesinde bu parlamentodan alınan ödeneğin 33 milyar TL üzerinde harcama yapılmıştır. Bu, parlamentonun bütçe hakkının ihlâli anlamına gelmektedir.”
***
Dava, müşterek varlıklarımız olarak yeniden tanımlanacak kamusal kaynakları, tümüyle kamusal’ı, devletin kıskacından kurtarmaktır aslında. Mülga bütçe hakkını yine de hâlâ ciddiye almak, işte bu iddia için, bu ufuk için kıymetli. Mesela Su Hakkı kampanyasını yürütenlerin, İSKİ bütçesini itinayla sorgulayışları, bunun için muhterem. Bütçe hakkı, doğrudan doğruya, hak sahibi olma hakkımızla ilgili, değil mi?

Ekşi sözlük’te “Benim vergilerimle bla bla…” diye bir entry var. “Bizim vergilerimizle… ne hakla!” sorusunun sadece bir şaka, sadece bir naiflik alâmeti olması, nasıl bir zillet…

Üç hafta önce kaybettiğimiz Kürşat Bumin, yurttaşlık ‘işini’ pek az kimse kadar ciddiye alırdı. Bir zamanlar vergi dairelerinin alnında yazan “İradesi ile kendini vergilendiren halk, millettir” düsturunun ‘sahihliğini’ sorgulamakla birlikte, asıl bu ilkenin ciddiye alınmazlığından yakınan bir yazı yazmıştı.[5] “Millet”in bir tarifi olarak, “iradesi ile kendini vergilendiren halk” denir mi?

Peki, vergilerinin niçin, nasıl, nereye harcandığını bilme hakkını, sorgulama olanağını, buna ilişkin merakını yitirmiş bir nüfusa ne denir?
—————————————–
[1] Osmanlı’nın son devrinde bütçe hakkının gelişimi hakkında bkz. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/528498
[2] Merâl Demirel’in çalışması: Tam Bir Muhalif: Abdülkadir Kemali Bey. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2006. Aktardığım sözler şu sayfalardan: s. 131, 166, 173, 177.
[3] Süleyman İnan: Muhalefette Adnan Menderes. Kendi yayını, Denizli 2003, s. 212, 215.
[4] Denetim demişken… İktisadiyata dair bir gaf işlemememi sağlayan denetimi için Refet Gürkaynak’a teşekkür borçluyum. Onun şu notunu da icazetine güvenerek iliştiriyorum: “Bağımsız merkez bankaları-bağımsız para politikası için büyük bir baskı, -haklı olarak-, varken kimse bağımsız maliye politikasından bahsetmiyor çünkü maliye politikası bağımsız olursa, orada karar yetkisini kullanan fiilen hükümet olur. Hükümetin karar verdiği vergileri bağımsız bir kurumun denetleyip toplaması mümkün ama vergiye bağımsız olarak karar vermek o karar alıcıyı hükümet haline getirir. Bu da bütçe hakkının bir cephesi.”
[5] https://www.yenisafak.com/yazarlar/kursatbumin/iradesi-ile-kendisi-vergilendiren-halk-millettir-15425
====================================
Dostlar,

TBMM’nin BÜTÇE YETKİSİ (!) ve CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET REJİMİ AÇMAZI

Önce Anayasanın Bütçe ile ilgili 3 maddesini paylaşalım :

Anayasa md. 87 – (Değişik: 21/1/2017-6771/5 md.)
Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bütçe (ve kesinhesap) kanun tekliflerini görüşmek ve kabul etmek;

Anayasa md. 160 – Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir.

Bütçe ve kesinhesap
Anayasa md. 
161 – (3. ve 4. fıkralar) Cumhurbaşkanı bütçe kanun teklifini, malî yılbaşından en az yetmişbeş gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Bütçe teklifi Bütçe Komisyonunda görüşülür. Komisyonun ellibeş gün içinde kabul edeceği metin Genel Kurulda görüşülür ve malî yılbaşına kadar karara bağlanır.
Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulamaması halinde, geçici bütçe kanunu çıkarılır. Geçici bütçe kanununun da çıkarılamaması durumunda, yeni bütçe kanunu kabul edilinceye kadar bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak uygulanır.
****
21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun (TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASINDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN) ile yapılan Anayasa değişiklikleri, 29976
RG’de 11 Şubat 2017’de yayımlandı, 16 Nisan 2017’de yapılan halkoylaması ile onaylandı ve 24 Haziran 2018 günü genel seçimlerle birlikte yapılan cumhurbaşkanı seçimi ardından AKP’li CB Erdoğan’ın 09 Temmuz 2018 günü yapılan “cülus” (tahta çıkma!) töreni ardından bütünüyle yürürlüğe girdi.

TBMM, birçok işlevini, yetkisini yitirdiği gibi, Bütçe yapma veya hükümetin bütçe önerisini reddederek hükümeti düşürme erkini de yitirdi.

  • Malum Cumhurbaşkanına soru bile sorulamıyor Yüce Mecliste.. üstelik olağanüstü yetkilerine karşılık.. 

Son değişikliği ile Anayasa md. 161 uyarınca, Yüce Meclis, partili Cumhurbaşkanınca kendisine sunulan Bütçe Kanunu Teklifini süresi içinde yasalaştır(a)mazsa, “Geçici bütçe kanunu” çıkarmak zorundadır. Bunu da yap(a)mazsa, ne gam, partili CB Erdoğan, “yeniden değerleme oranına göre artırarak” bütçesini 2019’da da uygulayabilecektir! Bu orani ise Damat Maliye ve Hazine Bakanı / Sekreteri Albayrak belirleyecek.

Majestelerine hiçbir engel söz konusu değildir ve olamaz da!

Zaten Bütçe Plan Komisyonundan başlayarak çoğunluk AKP’de olduğundan, sıkışıldığında MHP hazır ve sadık yedek güç olduğundan, kimsenin Erdoğan’dan gelen bütçeye laf etmek haddi  bulunmadığından… gerisi laf-ı güzaftır (boş sözdür). Aynen RTE’nin istediği, gibi bütçe TBMM’den “biçimsel” olarak onanıp geçirilecektir.

Yüce Meclis’in içi boşaltılmıştır.

  • Erdoğan, bu durumda, 1215’te 64 maddelik Magna Carta ile (bir tür anayasa!) başta bütçe – vergi salma yetkisi sınırlanan İngiltere Kralından daha çok yetkili, ya da “daha çok kral” dır!

Adına “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilerek halkın aklıyla alay edilerek kabul ettirilen ve dünyada örneği olmayan “ucube” rejim işte böyle bir şeydir.

Gün geçtikçe boyası ve de foyası daha da dökülmektedir, dökülecektir..

Necip milletimiz çıplak gerçeği algıladığında korkarız ki, Türkiye mahv-ü perişan biçimde karanlık – koyu bir mutlakiyet (faşizm!) ve ekonomik çöküntü içinde bulacaktır kendini..

Sevgi ve saygı ile. 08 Aralık 2018, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com