Etiket arşivi: atatürk

Tıp-Sağlık Sosyolojisi / Medical-Health Sociology

 

Sevgili AÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı Asistanlarımız ve Tıp Öğrencilerimiz..

Fakültemizde değişik zamanlarda veregeldiğimiz
SAĞLIK SOSYOLOJİSİ – TIBBİ SOSYOLOJİ
derslerimizin yansılarını güncelleyerek sizlere sunmak istiyoruz.

1. Sosyoloji bilim alanını tanıma
2. Toplumsal Etmenlerin Sağlığa Etkileri
3. Sağlık ve Ekin (Kültür) Etkileşimi
4. Kişi ve toplumun sağlığını geliştirmede Sosyoloji’den yararlanma.

Gibi amaçlarla bu konu Tıp ve Sağlık Çalışanları için önem taşımaktadır.

Saglik_Sosyolojisi

Hekimler ve öbür sağlık çalışanları bu dersle;

1.Toplum içinde yaşayan, bir başka deyimle “toplumsallaşmış” bir varlık olarak insanın sağlığının, içinde yaşadığı toplumca nasıl ve ne yollarla etkilendiğini işlemek.

2.Toplumsal (sosyal) çevrenin insan ve toplum sağlığına etkilerine ilişkin
örnekler üzerinde tartışmak.

3.İnsanın, kurduğu toplumsal yapı, “sosyal sistem” bütünlüğü içinde sağlığının yerini irdelemek.

4. Sağlığın evrensel tanımında yer alan “.. bedensel, ruhsal ve t o p l u m s a l  bakımlardan tam bir iyilik durumu..” olgusunun anlamını işlemek.

5. Sağlığın; toplumsal, ekonomik ve ekinsel (kültürel) belirteçlerini (determinantlarını) vurgulamak.

6. Öğren(i)cide, insan ve toplum sağlığının, içinde yaşanılan toplumsal yapıdan ayrı düşünülemeyeceği bilincini yerleştirmek.

7. Dersin sonunda öğrenci; tıp ve sağlık bilimlerinin (biyomedikal bilimler) özünde sosyal içerikli uğraş alanları, disiplinler olduğunu kavramış ve meslek değerlerini
bu doğrultuda oluşturmaya yönelmiş olacaklardır.

Bu sunu; SAĞLIK ANTROPOLOJİSİ sunumumuzla birlikte okunmalıdır. (http://ahmetsaltik.net/2014/03/04/saglik-antropolojisi-tibbi-medikal-antropoloji/)

138 yansıdan oluşan vasıl içeriğin yararlı olmasını dileriz..
Okumak için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız..

Saglik_Sosyolojisi

Ek olarak 12 sayfalık metin dosyasına da erişilebilir :

Saglik_Sosyolojisi’ne_Giris 

Sevgi ve saygı ile.
11 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

ARŞİVİMİZDEN….

Dostlar,

23 Aralık 2010’da 5+ yıl önce kaleme aldığımız

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ? 

başlıklı makalemizi 12.5 2012, 09.12.13 ve 21.09.014’te 3 kez öne çekerek sunmuşuz.
bir kez daha yineleme gereği duyuyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
10.02.2016, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltk@gmail.com

=====================================================

Dostlar,

Güncel tartışmalar bağlamında, bu sitede 12 Mayıs 2012’de yayımladığımız,
23 Aralık 2010’da kaleme aldığımız makalemizi yeniden paylaşmak istiyoruz..

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

Bir de, Şeyh Sait‘in İstanbul’da yayımlanan İKDAM Gazetesi’ne 07 Mart 1920’de yazdığı çok önemli bir mektup söz konusu..

Bu mektubunda Şeyh Sait, geçmişin kanlı bedellerini – tuzaklarını unutmadıklarını,

  • Kürtlerin Ermenilerin ve emperyalistlerin oyununa gelerek
    Osmanlı yönetimine isyan etmeyeceğini
    … vurgulamakta.

Mektubun önemli bir bölümü aşağıda..

Günümüz Kürt önderlerinin dikkatle okumalarında sayısız yarar var..

Kürt kardeşlerimizin kanı – canı ve gözyaşı üzerinden Kürtçülük yaparak siyaset eyleyen ve Kürt ve Türk’ü birbirine kırdıran sefil siyaset esnafına bir yararı yok elbette.

Fakat, ırkçılık yapmayan ve bölücü emperyalist Batı’ya taşeron politikalara alet olmak istemeyen Kürt kökenli yurttaşlarımızın aydınlanması içindir ibretle doludur..
Kürt kökenli aydınlarımızın ise bu bağlamda öncü aydınlatıcı rol üstlenmeleri,
namus borçlarıdır.

Thomas_Jefferson_Bir_Ulus_Yarattik

Sevgi ve saygı ile.
9.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

“İkinci Dil” Üzerinden Yapılmak İstenen Gerçekte Nedir ?

portremiz_SALTIK_ Ahmet

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
Dil Derneği Üyesi
23.12.10, Ankara

Son günlerde Güneydoğu bölgemizde kimi genç politikacılar, haklı gerilim doğuran sözler etmeye, tuhaf demeçler vermeye, yandaşlarına “ilginç” kararlar aldırmaya başladılar. Neyin savunulabilir olduğunu ve neler söylenerek neler yapılabileceğini sınamak için taktik amaçlı zemin arıyorlar sanırız. Ancak altını çizelim ki; Kuzey Irak’ta bu yapay “nation building” süreci, dıştan dayatmayla sağlanan elverişli ortamda gerçekleştirilmek ve bağımsız bir kukla Kürt devletine dönüşmek üzeredir.

Ülkemizin, Anayasadaki “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” niteliklerini
henüz tümüyle yaşama geçiremediği, hatta kimi bakımlardan AKP iktidarı döneminde geriletildiği acı bir olgudur.

Fakat ekonomide ve toplumsal yapıda, Büyük Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda

  • “Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.”

yönlü girişimlerle bu temel sorunu aşarak, yine Atatürk’ün özlemiyle “Ayrıcalıksız sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olacağız.” hedefine dönük bir ulus-devlet yaratmayı sürdürmek varken; sonu belirsiz etnik köken, mezhep vb. ayrılıkları körükleme sorumsuzluğu, kendi dilini ve bağımsız yaşama direncini koruyarak tarihin derinliklerinden 21. yy’a dek ulaşan 80 milyon nüfuslu koca ülkeye yakışmıyor.

E. Büyükelçi Deniz Bölükbaşı; AKP damgalı “açılım ve çok dilliliğin arkasında ABD’nin olduğunu” öne sürmekte ve “5 Kasım 2007’deki Beyaz Saray görüşmesi tutanakları açıklanırsa Demokratik açılımın arkasında ABD’nin olduğu net olarak görülecektir.” demektedir. Buna göre Başbakan R.T. Erdoğan, ABD Başkanıyla etnik açılımın
3 temele dayanmasında uzlaşmıştır :

1. Etnik kimlik
2. Yönetim hakkı
3. Dil dayatması !

Washington’a giden Kürt heyetlerinin kulağına Ankara-Washington uzlaşmasının içeriği fısıldanmış olmalı ki; AKP açılım projesinin uygulandığı süreçte Kürtler bu 3 dayatmayı gündeme getirmişlerdir.

Son olarak Kürdistan parlamentosu niteliğindeki Demokratik Toplum Kongresi’nde alınan kararla; demokratik açılım gerekçesiyle ayrı bayrak, öz savunma direnişi, demokratik özerk Kürdistan’da resmi dil Kürtçe ve Türkçe tasarımlarını
ileri sürmüşlerdir..

Bölükbaşı’nın söylemini doğrulayan demeç Beyaz Saray’dan gelmiştir. Başkan Obama, -Hürriyet’in sorularını yanıtlarken- PKK ile savaşımdaki birlikteliğe değinirken AKP’nin inatla sürdürdüğü, bugüne dek içeriği anlaşılmayan Milli Birlik Projesi adındaki “açılımı” övmüş, “Açılım sürerse PKK’nin çekiciliği kalmaz” demiştir. Gerçekte Başkan Obama; Kürtlerin sorunun çözümünde doyurucu bulmadıkları öneriler / ödünler “sürdürülür ve genişletilirse, PKK’nin gücünün zayıflayacağını” söyleyebilmiştir!

  • Bizler, tüm Anadolu halkı olarak Homeros’un, Hipokrat’ın, Tales’in, Diyojen’in, Yunus’un, Hacıbektaşı Veli’nin, Mevlana’nın, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ların, İbni Haldun’un… Kurtuluş Savaşımızda ve sonrasında
    bir potada kaynaşan görkemli harmanıyız.

Büyük Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk Milleti denir.” diyerek hepimizi emperyalizme karşı birleşmeye çağırmıştır.

Çağdaş toplumdan ne anlamak gerekir ?

Her şeyden önce çağdaş bir ulus ve ona dayalı bir “ulus devlet” yaratmaktır.
Ancak ulus yaratma, kan ya da soy bağına dayalı ilkel bir ırkçı anlayışı şiddetle dışlar. Kaldı ki, günümüzde tüm farklı etnik kökenler, -başta evlilik olmak üzere- birlikte yaşamın ürünü olarak öylesine kaynaşmışlardır ki, genetik olarak saf bir ırk ya da etnisiteden
söz etme olanağı bilimsel olarak kalmamıştır.

Denebilir ki; etnisiteler tarihsel, sosyal bir hatıraya indirgenmiştir..

Türkiye’mizde Türk ve Kürt -ve öbür- yurttaşlar arasında bu kaynaşma çok daha ileri aşamadadır.

Bu sayededir ki, 40 bine varan yurttaşını yitiren, çok ağır bir bedel ödeyen halkımız,
hâlâ “Kürt kardeşlerine” karşı intikam ya da şiddet dürtüsüne yenilmemektedir, yenilmemelidir de..

Ancak bu sosyal psikolojik eşiğin daha çok zorlanmaması gerektiği de
açık bir tarihsel gerçekliktir.

Çünkü çağdaş ulus hümanisttir. Eşitlik ve özgürlük üzerine kurulur.
Kalkınmacıdır; kalkınmayı planlı bir ekonomiyle yurdun her yanına dengeli biçimde dağıtmayı, sosyal adaleti amaçlar. Tekil / Üniter yapı içinde ve çağdaş değerler ışığında; bireylerin kendilerini, dinsel inançlarını dile getirme olanağı sağlar. Amaç,
tüm yurttaşların özgürce mutlu olarak yaşayacakları bir ortamın yaratılmasıdır;

Nazım Hikmet’in özlemi gibi :

  • Bir ağaç gibi tek başına ve özgür, bir orman gibi bir arada ve kardeşçe..

“Dünyada barış, yurtta barış” Atatürk’ten bize ve tüm insanlığa temel öğüttür..

Elbette etnik kümeler, böylesine uygarlıklar beşiği bir Türkiye’de kendilerini özgürce dile getirecektir. Türkülerini söyleyecekler, ağıtlarını yakacaklar, kültürlerini yaşatacak ve geliştireceklerdir. Yürürlükteki yasal düzenlemeler ve yaygın olarak benimsenen uygulamalar buna elvermektedir.

Türkçe dışında herhangi bir dilin konuşulması, yazılması, öğretilmesi, bu dilde yayın yapılmasına… yaşam alanlarında kullanımına engel yoktur. Hatta TRT, Kürtçe yayın yapan bir kanal kurmuştur. Çağdaş kültür; kökü bu topraklarda olan, bu topraklarda yaşayan tüm kültür değerlerinin laiklik ilkesi ışığında aklın ve bilimin süzgecinden geçirilerek, ortaklaşa oluşturacağımız bir yaşam biçimdir.

Büyük Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” derken bu harmana işaret etmektedir.

Tüm bunların beşiği ise bağımsız bir devlettir; ülkesiyle ve ulusuyla bölünmez vatandır. Ne var ki,

“Çift dil dayatması” yalnız değildir. Yukarıda da değindiğimiz üzere 3’lü bir salvo ile karşı karşıyayız :

Etnik kimlik – yönetim hakkı – dil dayatması !
Herkesin, 21. yy’ın şu çıplak gerçeklerini çok iyi kavraması gerekmektedir :

1.Emperyalizm “divida et impera” atasözüyle kültüründe, genetik kodlarında yer alan “böl ve yönet” oyununu türlü yöntemlerle acımasızca ve
son derece sinsi olarak sürdürmektedir. Kürt kardeşlerimiz bu olguyu görüyorlar mı? Soralım : Bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme hizmet edebilirler mi?

20. yy. başında 20+ devletten o yüzyıl sonunda 100+ devlete, 21. yy. sonunda ise 1000 devletçiğe ulaşma planı neyin nesidir? Halkları özgürleştirme midir, karakol / istasyon / kukla devletçikler yaratarak sömürgeciliği sürdürmek midir ? Ve bu atomizasyon politikasının temel aracı nedir? Emperyalizm, dağın başındaki 3,5 etnisiteye özgürlük / devlet kurma aşkı ile yanarken (!);

AB neyin nesidir? 27 farklı millet (etnisite değil!) neden ekonomik işbirliği ile yetinmeyip var gücüyle siyasal bir birlik kurmak için çırpınmaktadır? Kendi içlerindeki çatışmaları dondurup (konsolide edip) “Birlik” gücüyle dışa dönük emperyal sömürgen politikaları sürdürmek için değil midir?

Emperyalizm ile işbirliği yaparak özgürlük savaşı vermenin tarihte tek bir örneği var mıdır? AB neden İngiltere, Fransa, Belçika, İspanya gibi üyelerinde çok milletli, çok resmi dilli federal devlet modeli dayat(a)mamaktadır? Gücü bizlere mi yetmektedir? Haritalarını yayınladıkları “Büyük Kürdistan” ın sınırları gerçekten doğal, tarihsel, demografik verilere mi dayalıdır; yoksa uzaydan hiperspektral imza tekniğiyle çizilen iştah kabartan petro-coğrafya mıdır?

2. “Ulus devlet” kavramı, 20. yy’ın en parlak sosyal bilim buluşudur. Etnisitelerin birbirine karıştığı ve her birine ayrı coğrafyaların ayrılmasının olanaksız olduğu bir aşamada, “birlikte yaşama” vazgeçilmez bir zorunluk olmuştur. Bu amaçla, tanımlı bir coğrafyada, örneğin Türkiye’de -ki Türklerin diyarı, Türklerin yurdu anlamında TURCHIA adını Batılılar 800 yıl önce koymuşlardır- çoğunlukta olanın dilinin “resmi dil” kabul edildiği bir uzlaşma oluşmuştur. Kürt kardeşlerimiz bin yıldır bu coğrafyada Türkçe’yi resmi dil olarak konuşmaktadırlar ve Lozan’a göre azınlık da değillerdir.

3.En büyük ulus devlet ABD olmak üzere, güçlü büyük emperyalist devletler Ulus Devlettir.

Örn. ABD’de neredeyse 50 faklı millet (etnisite değil!) önce bağımsız devletçikler biçiminde örgütlenmişler, 18. yy’da uzun süren kanlı savaşlardan sonra “Birleşik Devlet” e dönüşmüşlerdir. Yaygın konuşulan dil İngilizce’yi de tek resmi dil olarak kabul etmişlerdir. Amerikan mucizesinin altında yatan budur. İngiltere de öyledir.
Küçücük adada ve İrlanda’da 4 etnisite, çoğunluğun dilini-bayrağını resmi dil ve bayrak edinmiş, birlikte yaşamaktadırlar. Örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir..

4.Çıplak olarak görülmelidir ki; emperyalizm kendi içinde ULUS DEVLET’e ve onun kurumlarına en başta resmi dil olmak üzere son derece katı biçimde sarılmakta iken, bizim gibi ülkelerde tam da tersine zoraki, yapay “millet inşa etme” (nation building) süreciyle yeni postmodern sömürgeler elde etme kanlı oyunu içindedir. Oysa ULUS DEVLET, dağınık, küçük nüfuslu, güçsüz etnisitelerin emperyalizme karşı başlıca kalkanıdır. Rus devrimci V.İ. Lenin’in ünlü ve çok yerinde uyarısı belleklerden silinmiş değildir : Bütün ülkelerin ezilen halkları, birleşiniz..

5. Emperyalizmin ülkemize dönük ertelenmiş Sevr takıntısı, açık açık haritalarla, AB dayatmalarıyla gözümüze gözümüze sokulmaktadır. Tarihte, emperyalist kışkırtmalarla ortak vatan yoldaşlarını arkadan vuran kimi halkların acı öyküleri henüz çok tazedir.

Herkese ama herkese, Said-i Kürdî’nin İkdam gazetesinde (22 Şubat 1336,
7 Mart 1920, sayı: 8273) yer alan Kürtleri uyarıcı makalesine göz atmalarını
ısrarla salık veririz. (Kısa bir alıntı dip not olarak verilmektedir ..)

Anımsamak gerekir ki; resmi dili 1’den çok olan tekil (üniter) ulus devlet örneği yeryüzünde yok gibidir. İsviçre örneği belki de bir ayrıktır (istisnadır) ve Avrupa’nın ortasındaki bu kendine özgü ülke AB üyesi de olmadığı gibi, kendisini bölüp parçalama heveslisi de yoktur. Dilbirliği bozulunca parçalanma olmaktadır.

Öneriler                           :

Günümüzde İnsan Hakları ne yazık ki, tüm dünyada geçerli kılınamamıştır.
Dahası, giderek özü boşaltılmaktadır ve kendisini “Küreselleşme” diye zihinlere -retorik- tuzak kurarak sunan yeni emperyalizm, insan haklarının en büyük engeli hatta düşmanı durumuna gelmiştir.

ABD Dışişleri Bakanı H. Kissinger açıkça itiraf ederek,

  • “Küreselleşme, Amerikan hegemonyasının öteki adıdır.” diyebilmiştir.

Dünya ağır bir sömürü, işsizlik, yoksullaştırma, sağlıksızlaştırma, sosyal güvencesizlik, eğitimsizlik, adaletsizlik soğuk ve sıcak çatışma, korku.. ortamına sürüklenmiştir.

Oysa Atatürkçülük = Kemalizm, “Yurtta barış, dünyada barış!”ı yüce bir erek olarak öğütlemektedir.

Anayasamızın 2. maddesinde yer alan ve Cumhuriyetimizin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek olan 6 temel niteliğinin hakkıyla uygulanması hepimizin yararınadır ve yeterlidir :

1. insan haklarına saygılı,
2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
3. demokratik,
4. laik
5. s o s y a l bir
6. hukuk Devletidir.

Türk vatandaşı olan Kürt yurttaşların anadillerini unutmamalarını sağlayacak her türlü kolaylıkları uygulamak Devletin görevleri arasındadır. Kasaba, köy adları anadille söylenebilir, nüfus daireleri dileyen yurttaşın ad değiştirme isteğini kabul edebilir.
Bu istemler üzerinden Türkiye’nin tekil (üniter) yapısına zarar verecek ve ülkeyi eyalet düzenine sokup parçalayacak, eşdeğer deyimle “özerk-yerinden yönetim” istemlerine yol açacak bir gidişi tartışmanın hiç kimseye somut, uzun erimli bir yararı olamaz.

Sorun; etnik ya da dinsel inanç temelli ayrışma ve çatışma ile çözümlenemez.Yaşayageldiğimiz yıkım süreci göstermiştir ki; devletimiz, milletimiz, vatanımız ve çağdaşlaşma kazanımlarımız, ancak Atatürk Devrimi temelinde yaşatılabilir. Atatürk Devrimi, Türkiye için herhangi bir seçenek değil, tek seçenektir. Atatürk önderliğindeki kurucu irade, Türk Devrimi’nin deneyimlerine göre Cumhuriyet’imizin temel niteliklerini 1937’de Anayasa’nın en başına koymuştur.
İnsan haklarının ülkemizde ve dünyada yaşama geçirilmesinde 6 Ok’u denenmiş, başarmış evrensel bir model olarak görmeli ve ısrarla sahiplenmeliyiz :

“Türkiye Devleti;

1. Cumhuriyetçi,
2. Milliyetçi,
3. Halkçı,
4. Devletçi,
5. Laik ve
6. Devrimcidir.”

Batı’dan devşirme emperyalist ezberleri bırakarak, ulusal devrim sürecimizde ürettiğimiz ve dünyaya model bu temel stratejik formülü, yeniden Anayasamıza koymak koşuldur. Atatürk Devrimi temelinde Cumhuriyeti ve toplumumuzu yeniden örgütlemek amacıyla aşağıdaki ilkelere dayalı yeni bir
Anayasa yapılabilir :

– Bağımsız ve güçlü devlet,
– Etkin hükümet,
– Hızlı adalet,
– Örgütlü halk,
– Özgür ve eşit yurttaş,
– Planlı, halkçı, karma ekonomi,
– Bölgelerarası denge,
– Çalışan ve üreten Türkiye.

Bunun için ise “aklın ve bilimin egemen kılınması” gereklidir. Tıpkı Atatürk’ün bize bıraktığı tinsel (manevi) kalıt gibi : “Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilimdir.” Kemalizm’in = Atatürkçülüğün gerçek özü bu ilkedir ve yalnız Türkiye’yi değil, tüm insanlığı kurtaracak, insan haklarının gerçek anlamda yaşanmasını sağlayacak evrensel bir ilkedir. Dolayısıyla başta ülkemizde, “her-ke-si” -özellikle siyasal iktidarı- akla ve bilime, ülkenin temeli olan sosyal adalete ivedilikle davet ederiz. Dış dayatmalı “açılım” tuzağını, özellikle Kürt kardeşlerimiz ayrımsamalıdır.

* Demokrasiyi cumhuriyet düşmanlığı için,
* İnsan haklarını bölücülük için ve
* Küreselleşmeyi ulus devleti tasfiye etmek için.. kullanan çevrelere alet olmamak gerekir..

Çare; bir bütün olarak insan haklarının ülkemizde yaşayan herkese hiçbir etnik-dinsel vb. ayrım yapmadan uygulanmasında, demokratik standartların yükseltilmesindedir. Temel hedefimiz bu olmalıdır. Birleşerek emperyalizme karşı güç birliği yapmak yerine, onun sinsi tuzaklarına bilerek ya da bilmeyerek düşmek çağdaşlık ve ilericilik olarak kabul edilemez; tarih de bağışlamaz.

TEKEL işçilerinin yaman kış ortasında 78 gün çadırlarda sergilediği şanlı direnişi anımsayalım :

Orada Türk, Kürt, PKK’lı, Bingöl’lü, İzmir’li, dahası kadın-erkek ayrımı var mıydı? Hayır! Ortak özellik emekçi olmaktı. Tüm öbür aidiyetler ikincil kalmıştı. Bu sayede güçlüydüler ve başardılar. Çok öğretici değil midir? Ortak özelliğimiz TÜRKİYE CUMHURİYETİ YURTTAŞLIĞI değil midir? Uluslararası arenada onurlu ve başı dik, bağımsız bir ülkenin eşit, özgür, 1. sınıf yurttaşı olmak; ABD’de 50 ayrı millet için büyük şereftir de ülkemizde başka bir şey midir? Hızla kendimize gelmeliyiz!

“Türk-Kürt kardeş tir, ayıran kalleştir.”
söylemi, tarihsel ortak sağduyumuzdan imbiklenen görkemli bir reçetedir.

================================
Çok önemli dipnot                     :

Şeyh Saitin 7 Mart 1920 tarihli kritik makalesi :

İkdam Ceride-i Muteberesine!

Evvelki günkü gazeteler, Paris’de Şerif Paşa ile Ermeni heyet-i murahhasası reisi Boğos Nubar Paşa arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir anlaşma yapıldığını yazarak, Kürt kamuoyuna açıklamada bulunuyorlardı. 4.5 yy’dan beri
İslam birliğinin özverili ve cesur koruyucu ve yandaşları olarak yaşamış ve dinsel töreye sadakati yaşam amacı bilmiş olan Kürtler; henüz beş yüz bine varan şehitlerinin kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının anılarını acılarla anarken; İslamiyetin zararına olarak, tarihsel ve yaşamsal düşmanlarıyla anlaşma imzalamak yoluyla; salabet-i diniyeleri hilafında iftirak-cûyane âmâl takib edemezler. Binaenaleyh, Kürd vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne muğayir hareket eden zevatı da tanımazlar.. Ve yegane emelleri de; vahdet-i dinî ve millîlerini muhafaza olduğundan, keyfiyyatın izahına delalet buyurulmasını muhterem gazetenizden istirham ediyoruz.”

  • Ayrıca 1925 isyanının nedeni özerklik istemi değil, şeriattır :

Şeyh Sait İsyanı ile ilgili davanın savcısı Ahmet Süreya Örgeevren’in “Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklál Mahkemesi” (Temel Yayınları, 2002) adlı kitabında söz konusu dava sanıklarının ifadeleri ve itirafları yer alıyor. Şeyh Sait verdiği ifadelerde Kürtlerin özerkliğine kesinlikle değinMEmekte, isyanın nedeni olarak şeriatı göstermektedir
(s. 187-191). Şeyh Sait’in ifadesine göre isyanın nedeni şeriat uygulanmasına
son verilmesi ve medreselerin kapatılmasıdır.

TAHSİN YÜCEL’İ YİTİRDİK.. Mustafa Koç ve Kamer Genç’i de!

TAHSİN YÜCEL’İ YİTİRDİK..
Mustafa Koç ve Kamer Genç’i de!

DİLCİ, YAZINCI KİMLİĞİ VE DÜŞÜNCELERİYLE
ÖZGÜN BİR KİMLİK:

PROF. DR. TAHSİN YÜCEL

Son kitaplarından biri İNSAN YAZDIĞI ŞEYDİR adıyla çıktı.
Elbistan’ın Ötegeçe köyünde doğan, çocukluğu büyük acılar ve yoksunluklar içinde geçen, parasız yatılı sınavlarında başarılı olarak Galatasaray Lisesinde okuyan; İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazanan, hem okuyup
hem çalışarak yaşama atılan bir Cumhuriyet aydını
Yazdığı şeylerin ötesinde görkemli armağanlar bırakarak göçtü bu dünyadan.

Fransız dili ve edebiyatı üzerine çalışmalarıyla önde gelen bilimcilerdendi;
çağdaş dilbilim etkinliklerinin yurdumuza taşınmasında da çabaları büyüktü.
Roman, öykü, deneme-eleştiri, anlatı, incelemelerinin yanı sıra dünya yazınından Türkçeye çevirdiği yapıtlarla, ödülleriyle ekin tarihimize yazıldı.

Prof. Yücel, salt kalem ustası değildi. Dik duruşlu bir devrimciydi;
Aydınlanma yolunu ışıklandırmak için çabalayan bir öğretmendi.

  • Atatürk’e, laik Cumhuriyeti çağdaş dünya ile yarıştıracak Devrimlere
    inancı tamdı.

Dil Devrimine hem inanmış hem çok emek vermişti.
Birçok yapıtını, yüzlerce yabancı sözcüğe Türkçe karşılık bularak yazmıştı.
Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun yönetim kurulunda,
bilimsel etkinliklerinde başı çekenlerdendi.
Atatürk devrimlerine, Dil Devrimine düşmanlık yapanlarla savaşımı
hiç elden bırakmadı.

Prof. Yücel düşüncelerinden, deneyim ve birikiminden yararlandığımız bir düşünürdü; hocamızdı. İnce şakalarıyla bulunduğu ortamı ısıtan güler yüzlü abimiz, dostumuzdu.

Ailesinin acısını paylaşıyoruz. Bilim ve sanat dünyamızın başı sağ olsun!

O’nu unutmayacak, her zaman saygı ve özlemle anacağız.

Dil Derneği Yönetim Kurulu adına Başkan
Sevgi Özel

====================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği’nin Sayın Genel Başkanı Sevgi Özel hanımefendinin Dil Derneği web sitesinde yazdıklarını yukarıya aktardık.

Elbette biz de paylaşıyoruz..
22 Ocak 2016 günü Türkiye 3  önemli ve değerli insanını yitirdi..

Biri ödünsüz Devrimci – Dilbilimci Prof. Tahsin Yücel idi..
Öbürü yiğit ve yurtsever parlamaenter Kamer Genç idi..
Sonki de Türkiye’nin laik sermaye kesiminin öncülerinden Vehbi Koç’un torunu Mustafa Vehbi Koç idi.. Atatürkçü duruşundan hiç ödün vermemişti merhum Koç..

Böyle insanlar kolay yetişmiyor Türkiye’nin çoraklaştırılmış – dincileştirilmiş
ya da daha doğru bir nitelemeyle dincileştirilerek çoraklaştırılmış iklimi
nde..

Dolayısıyla bu insanların yaşamda nelerin kavgasını verdiklerini, neden böylesi bir bedel gerektiren seçimde bulunduklarını ve onları başarıya taşıyan eylem haritasını
iyi anlamak ve dersler çıkarmak gerekiyor. Genç kuşaklara rol modeli olarak sunmak gerekiyor..

Ülkemizin “milli” olmaktan birkaç onyıldır çıkarıldığı eğitim sistemini ivedilikle yeniden Laik – Bilimsel – Akılcı – Karma – Uygulamalı – Eleştirel dizgeye oturtmak gerekiyor..

Vehbi Koç Vakfı‘nın, aynı zamanda bir Ankara Üniversitesi dostu olduğunu,
bu Üniversitenin bir akademsyeni olarak yakından biliyoruz..
Ankara Maltepe’deki Vehbi Koç öğrenci yırdu ne çok öğrenciye yuva olmuştur.
Tıp Fakültemizin Göz Hastalıkları Anabilim Dalı – Vehbi Koç Göz Hastanesi
Koç Vakfı’nın hep gözdesi olmuş ve sürekli maddi destek almıştır. Bu anlamlı katkılarla, adı geçen Anabilim Dalımız ve Göz Hastanesi ülkemizin en önde gelen bilimsel sağlık kuruluşlarından biri olmuştur..

*****
Kamer Genç… Tuncelili hemşehrimizdi..
TBMM’de yiğit Atatürkçü savaşımı, orada uğradığı akıl almaz baskı ve şiddeti unutamıyoruz.. Aylığının önemli bir bölümünü uzun yıllar çok sayıda yoksul Tuncelili gence burs verişini de..

Ülkemiz bu güzel insanlara çok şey borçlu..
Bir gerçek daha var ki, dün yitirdiğimiz bu 3 güzel insan, aynı zamanda
Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatları idiler, Cumuriyet’in ürünüydüler ve böyle olduğunun ayırdındaydılar.. O yüzdeb vargüçleriyle ürettiler ve Cumhuriyet’e kol kanat gerdiler..

Saygın anılarıını ve yapıtlarını yaşatarak izleyen kuşaklara aktarmak bütün toplum olarak borcumuzdur.. Dileriz bu kişilerin yaşam ve ürünleriyle ilgili olarak Kültür Bakanlığı yapıtlar üretir.. Kitap, film, DVD vb. yapıtlar ortaya konmasını teşvik eder ve bu kültür – gelenek yaşatılarak sürdürülür, gelecek kuşakları da besler..

Sevgi ve saygı ile.
23 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

HIZLI NÜFUS ARTIŞI SORUNU / The CHAOS of HUGE POPULATION GROWTH


Sevgili AÜTF Dönem 2 öğrencilerimiz
,
Site okuru dostlarımız. 

  • DÜNYADA ve TÜRKİYE’de NÜFUS SORUNLARI ve POLİTİKALARI

konulu AÜTF Dönem 2 dersi sunumu yansılarını paylaşmak isteriz.

Güncellenmiş dosyayı ilgi ve bilginize sunuyoruz.
Çok emekli ve kapsamlı bir dosyadır (119 yansı).

  • Gereksiz, dengesiz ve hızlı, akıl dışı ve sürdürülemez
    hızlı nüfus artışı ülkemiz ve dünya için en önemli sorunların başında gelmektedir.

Türkiye, 35-40 yıl sürecek bir DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ DÖNEMİNDEDİR.
Bu dönemde yapılması gereken, genç nüfusun niteliğinin iyileştirilmesidir.
Bu da sağlık ve eğitim yatırımları ile olur.

Nüfusun “hızlı” yaşlanması sorunu yoktur, akut gündem bu değildir.

İvedi olan 2 adım vardır :

1. Hızlı nüfus artışını teşvikten, “en az 3-5 çocuk doğurun” demekten
hemen vazgeçmek. Her ailenin 1 çocukla yetinmesini önermek..

2. Eldeki çooooook genç nüfusun niceliğini (sayısını) değil niteliğini (kalitesini) geliştirmek.. Yaşamsal sorun budur.. Genç nüfusu 21. yy’da acımasız küresel rekabete hazırlamak..
Yabancı diller ve İLETİŞİM öğretmek, geçerli meslekler edindirmek, özgüven kazandırmak,
istihdamı geliştirmek, yurttaşların sosyalleşmesini sağlamak (karma eğitim başta!)..

Ülkemizin öncelikleri bunlar, Demografi politikaları bakımından..
Bir ULUSAL DEMOGRAFİ KURULTAYI toplamak ve nüfus politikalarını güncellemek..

Ayrıca, kürtaj istemiyorsanız etkin ve yaygın aile planlaması hizmetlerini topluma
mutlaka vereceksiniz.. Özellikle de Doğu ve Güneydoğu’da!

Vurgulayalım ki; Anayasa’nın 41. maddesi açık ve net olarak devlete bu görevi yüklüyor.
Siyasal tercihiniz ne olursa olsun :

Anayasa_madde_41

 

 

 

 

 

 

 

 

Oldukça kapsamlı ve doyurucu bir dosya sunuyoruz.
Okunup okutulması, paylaşılması, politikacılara da ulaştırılması dileğiyle..
Umarız, hala Türkiye’de nüfus artışını bilim ve akıl dışı biçimde savunan tepe yöneticiler de, danışmanları da okusun ve yararlansınlar. Ülkemizi yıkımlara sürüklemesinler..

Lütfen tıklar mısınız erişkeyi (linki) ?

Nufus_sorunlari_ ve_ politikalari

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Bu yansılarda sayın Prof. Ercan’dan çok yararlandık, teşekkür borçluyuz.

EĞİTİM İŞ : CUMHURİYETİMİZİN 92. YILI KUTLU OLSUN!

EĞİTİM İŞ :

CUMHURİYETİMİZİN 92. YILI KUTLU OLSUN!

CUMHURİYETİMİZİN 92. YILI KUTLU OLSUN

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun
92. yıl dönümünü, Cumhuriyetin öneminin bilinci ve kurucusuna duyduğumuz
saygı ve sevgiyle kutluyoruz.

Ulusumuzun Atatürk’ün çevresinde kenetlenmesiyle yürütülen Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması ve ardından ülkemizi karanlıktan kurtararak aydınlığa çıkaran Cumhuriyet’in kurulması, tarihin ender kaydettiği bir başarıdır. Ulusumuz, Kurtuluş Savaşıyla düşmandan, Cumhuriyet’le çağdışılıktan kurtulmuş; hanedan egemenliği yerine halk egemenliği, teokrasinin yerine laiklik, dikta rejimi yerine de demokrasi uygulamaya konulmuştur.

Ancak bugün demokrasiyi amaç değil, kendi ümmetçi anlayışlarını gerçekleştirmek için
araç olarak gören zihniyet işbaşındadır. Bu zihniyet emperyalist güçlerin de desteğiyle,
Lozan Andlaşmasıyla elde edilen kazanımları pervasızca yok etmeye çalışmaktadır.
İçinde bulunduğumuz dönem, siyasal iktidarın faşizan politikalarının, her türlü haksızlığın
ve hukuksuzluğun yaşandığı, yargının ve adaletin çöktüğü bir dönem olarak tarihe geçmiştir.

Cumhuriyetin temel nitelikleri tartışmaya açılmakta; üniter devlet yapısı hedef alınmakta; başta Öğretim Birliği ilkesi olmak üzere Devrim Yasaları çiğnenmekte; Atatürk ilke
ve devrimleri
doğrultusunda oluşturulan çağdaş bilim ve eğitim hedefi terk edilmekte;
Türkiye bir karanlığa doğru sürüklenmektedir.

Ülkemiz başta Ortadoğu’da Suriye olmak üzere her taraftan ateş çemberiyle kuşatılmıştır. Komşularımızla sıfır sorun diye yola çıkan siyasal iktidar, emperyalist güçler ve onların dünyayı paylaşma hırslarının adeta taşeronluğunu yaparak ülkemizi büyük bir savaşın eşiğine getirmiştir. 1 Kasım 1922’de Saltanatı kaldıran Türk Ulusu, 1 Kasım 2015 seçimlerinde de
tek parti iktidarı ve başkanlık sistemiyle padişahlık rejimine özlem duyanları
tarihin çöp sepetine atacaktır.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk,

“Türkiye Cumhuriyeti her manası ile büyük Türk milletinin
öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyen yaşayacaktır.”

diyerek Cumhuriyet’e her koşulda sahip çıkılması ve Cumhuriyet’in yeni başarılarla geleceğe taşınması konusundaki sorumluluklarımızı anımsatmaktadır. İşte bu nedenle bu gün,
içeride ülkemizin sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarında karşı devrimi büyük oranda gerçekleştirmiş olan AKP’ye, dışarıda emperyalist güçlere karşı Cumhuriyet’in devrimci
ve aydınlanmacı ruhunu ilk günkü coşkuyla sürdürmek zorundayız. Bu, Atatürk ve dava arkadaşlarına, bağımsızlık uğruna büyük bedeller ödeyen ulusumuza karşı borcumuzdur.

Atatürk’ün ve O’nun kurduğu Cumhuriyetin eğitim çalışanları olarak biz her türlü tehlikenin farkındayız. Yetiştirdiğimiz Türk gençliğini de bu konuda uyanık tutmak
asli görevlerimizden biridir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Eğitim-İş olarak, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü
saygıyla anıyor, tüm ulusumuzun 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyoruz.

EĞİTİM İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU

logo

 

 

 

 

 
========================

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM İŞ‘e teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile.
29 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
EĞİTİM İŞ Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Emre Kongar : T.C. Olmasaydı…

T.C. Olmasaydı…

portresi_resmi

 

Emre KONGAR
Cumhuriyet, 29.10.14

 

Cumhuriyet’in 91’inci yılı kutladığımız bu günlerde
AKP iktidarının 
Cumhuriyet’le hesaplaşması tüm hızıyla sürüyor:

Bu hesaplaşma, son zamanlarda simgeler üzerine kaymış ve böylece
iyice görünür olmuş, açığa çıkmıştır…


İktidarın en önemli siyasal eylemlerinden biri, pek çok kurumun başındaki
T.C. yani Türkiye Cumhuriyeti ibaresinin kaldırılmasıdır…


T.C.’nin kaldırılmasına ek olarak, Atatürk anıtlarına çelenk konmasının ve
ulusal bayramlardaki törenlerin sınırlanması, kısıtlanması, kimi durumlarda yasaklanması,
hep bu çerçevedeki eylemlerdir.

***

Her ideolojinin, her devletin simgeleri vardır…

Genellikle ideolojiler ve devletler arasındaki çekişmeler, kavgalar ve savaşlar
bu simgeler üzerinden görünür hale gelir.


Ülkemizde yaşanan bayrak indirme”, “bayrak çekme” krizleri böyle siyasal çatışmaların ideolojik ve simgesel olarak dışavurumudur

“Türban” olayının uzun süre bir türlü aşılamamasının nedeni, kadının başını belli bir biçimde örtmesinin bireysel özgürlük olarak değil, siyasal bir simge olarak
“siyasal İslamın” bir göstergesi niteliğiyle kullanılmasından kaynaklanmıştır.

***

En bilinen siyasal ve ideolojik simge bayraktır…
Arkasından kurucu kahraman olarak lider portreleri gelir.
Elbette bu simgeler, tarihten ve siyasetten süzülmüşlerdir…
Genellikle tarihsel olaylardan, inançtan, etnik kökenden ve bağımsızlık savaşlarından kaynaklanan kimi değerlere dayanarak oluşturulmuşlardır.

***

Bizim çağdaş toplumumuzun, devletimizin 3 simgesi vardır:

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin T.C.
biçimindeki kısaltması,
2. Ay yıldızlı kırmızı beyaz 
bayrağımız ve
3. Kurucu liderimiz
Mustafa Kemal Atatürk.


Bu üç simge bir anlamda, birbirine bağlı, birbirini oluşturan kavram ve varlıkları
temsil eder.

***

T.C.’lere karşı tavır koyan zihniyete, çok basit sorular sorularak yaptıkları yanlışın,
kendi bindikleri dalı kesmek
olduğu açıklanabilir:


Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı siz
şahsen nerede, ne iş yapıyor olurdunuz?

T.C. olmasıydı, bu makamları rüyanızda bile görebilir miydiniz?
T.C. olmasaydı, bu servetlere kavuşmayı hayal bile edebilir miydiniz?

***

Yazımı annemin şu sözüyle bitirmek istiyorum:

“Ne oldum dememeli, ne olacağım
demeli!”

===============================

Dostlar,

Geçen yıl bu gün, Cumhuriyetimiz 91. yılını bitirir 92. yaşına basarken yer verdiğimiz
Üstad Sayın Prof. Dr. Emre KONGAR‘ın önemli yazısını yeniden paylaşmayı
yararlı görüyoruz..

Bizim çağdaş toplumumuzun, devletimizin 3 simgesi vardır:

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin T.C.
biçimindeki kısaltması,
2. Ay yıldızlı kırmızı beyaz 
bayrağımız ve
3. Kurucu liderimiz
Mustafa Kemal Atatürk.

Bu 3 olgu, 80 milyon Türk yurttaşının KIRMIZI ÇİZGİSİ – KUTSALI olmalıdır.
Ülkemizi – devletimizi sonsuza dek yaşatmanın sacayağıdır bu 3 temel değer..
Böyle bilinmesi, böyle anlaşılması, içselleştirilmesi ve sürgit yaşanması gerekir..

Türkiye Cummhuriyeti’nin 92. yaşı (yılı) kutlu, mutlu ve şanlı olsun!

Tüm güçlüklere karşın göğsümüz – gönlümüz sevinç, kıvanç ve kararlılık doludur.

Batı emperyalizminin maşası siyasal kadroların özellikle son 13 yılda ülkemizi sürükledikleri sefil bataklıktan mutlaka çıkılacak, sorumlularından hukuksal hesabı kesin olarak sorulacak,
bu alçak ve hainler tasfiye edilecekler ve kadim Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek
bağımsız- onurlu – başı dik… yaşatılacaktır..

Yerin 7 kat dibinden, 7 kat arş-ı alaya dek meşru olan bu hakkımızı üm evrene haykırıyoruz!

Cumhuriyet_sonsuza_dek_yasayacakSevgi ve saygı ile.
29 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ÇETİN ALTAN ve DEĞİŞİM

 

ÇETİN ALTAN ve DEĞİŞİM     

portresi

 

 

 

 

Prof. Coşkun Özdemir
coskunoz@superonline.com, 23.10.2015
https://profcoskunozdemir.wordpress.com/2015/10/23/cetin-altan/ 

Türkiye büyük bii savunan, o yıllarda emekçinin topluma ağırlığını koyduğuna inanan ve inandıran bir aydın, bir yazar. Ama bu ülke bu toplum, bu iktidarlar Sola – Soldaki gelişmelere  uzun süre tahammül edemezdi. Meclis’te Nazım Hikmet Türkiye’nin en büyük şairidir.” dediği için nr yazarını yitirdi. 50’li – 60’lı yılların büyük Aydınlanmacısı, militan solcusu, sosyalisti, emekçi dostu.

Mecliste “Nazım Hikmet Türkiye’nin büyük şairidir” dediği için neredeyse O’nu linç edeceklerdi.. Çetin Altan‘ın büyük övgü ile andığı ve çok sayıda ülke aydınının umut bağladığı 27 Mayıs’tan sonra gelen askeri darbeler Solu bastırmayı ve cezalandırmayı hiç ihmal etmemiştir. 60’lardan başlayarak Ülke büyük savrulmalar içinde kalmış, 12 Mart’ın yarattığı ağır havayı 70’li yılların kaosu, onun ardından 12 Eylül faşizmi izlemiştir. Çetin Altan çok sayıdaki, Solcu ile birlikte hapiste kalmış ve yine çok sayıdaki Solcu gibi yaşadığı bu olayların etkisi altında kalan Altan, tartışılmaz üstün yeteneklerini farklı bir üslupta kullandığı bir döneme adım atmıştır. Bence, Türkiye’de O’nun yaşam öyküsünden çıkarılacak çok dersler vardır.

O’nu baştan beri izleyenler arasındayım.

cetin_altan

Benim kuşağım, Sola, Sosyalizme bel bağlamış, gönül vermiş olanlar O’nu büyük bir hayranlıkla okumuş ve alkışlamışlardır. Demokrat Parti zorbalığına karşı yaptığı muhalefet, Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili olarak verdiği mücadele, köşe yazıları siyasal ve düşünce tarihimizin unutulmaz sayfaları arasında yer alır. Ama bu topluma önde gelen katkısı, toplumsal bilinci uyandırması, milli gelir, milli gelir dağılımı, hak ederek kazanma, çağdaşlık, gelişme, ilerleme, emek – sermaye ilişkisi, sınıfsal bakış açısı ve Türk toplumunun yabancısı olduğu kavramları o çarpıcı üslubu ve nefis Türkçesi ile ve tutarlı bir şekilde gündeme getirmesi olmuştur.

27 Mayıs’ın ardından yazdıkları ile toplumdaki sağlıksızlığın, bozukluk ve eşitsizliklerin analizini yapmaya ve nedenlerini ortaya koymaya çalışıyordu.

“Hiçbir zaman bu memlekette meseleler açıkça konuşulmadı. Buna neden menfaat yarışçılarının işlerini bozacak prensiplere hınzırca cephe almaları ve avantacıların aleyhine olan düşüncelerin katakulliye getirilip memleket aleyhindeymiş gibi gösterilmesidir. Köy Enstitülerinin komünist yuvası olduğu iddiası da bu aşağılık oyunların sonucudur. Komünizm tehlikesi okuyan köylüden değil, cahil köylüyü dolandıran ve servet yapan zümreden gelir. Ben bizdeki oportünistler ve kapkaççılar kadar görgüsüz, bencil, fikir düşmanı ve hain bir zümrenin medeni geçinen hiçbir memlekette var olabileceğini zannetmiyorum. Herkes açıktan geçinmek, topluma verdiğinden daha çoğunu toplumdan almak istiyor. Böyle bir demokrasi yeni ihtilal tohumları ekmekten başka hiçbir işe yaramaz. Şimdi neden şeriatçılar “din elden gidiyor” vaveylasını evirip çevirip usul usul yaymaya çalışıyor? Anadolu’da müthiş safça görünen ve müthiş ucuz bir oyun oynanıyor.

İki ayrı dünya arasında ilk köprüyü kurmaya kalkan tek devlet adamı yine Atatürk olmuştur. Türk Rönesansı O’nunla başlamış ve güçlendikçe de büyük tepkilerle boyuna yerle bir edilmek istenmiştir.”

İşte bu büyük yazardan bugüne de ışık tutan alıntılar.

Çetin Altan’ın bu yazıları, elinden kültür ve sanat ödülünü aldığı Recep Tayyip Erdoğan ile AKP’ye ve Atatürk karşıtı oğullarına armağan edilmeli diye düşünmüşümdür.

Çetin Altan ve yakın dostluk ettiği İlhan Selçuk devrimcilerin  gözünde o yılların idolleridir. İlhan Selçuk hapse girdi işkence gördü ama O’nun Devrimci çizgisinde hiçbir sapma olmadı. Ne  yazık, bu iki büyük yazar ilerleyen yıllarda  ayrı düştüler. Ne kadar hazindir, Çetin Altan İlhan Selçuk’u uzun süren hastane günlerinde aramadığı gibi, ölümünden sonra da tek satır yazmadı. Oysa sevgili İlhan, Cumhuriyet‘te O’nun aleyhinde yazılar yayınlanmasını  stememiştir.

Evet, Çetin Altan hapishane deneyiminden sonra yavaş yavaş bir değişime uğramış, siyasetten çekilmiş ve o büyük birikimi ve dil ustalığı ile deneme tipi yazılar yazmaya ve fanteziler oluşturmaya başlamış bunu sürdürmüştür. Verdiği soylu mücadelenin ardından belki de uğradığı büyük düş kırıklığını, umutsuzluğunu ustalıklı bir şekilde gizlediğini düşünebiliriz. O artık davayı, sınıfsal bakış açısını terk etmiş, emekçiyi – sömürüyü unutmuştur.

Böyle bir Devrimcinin “Ben zenginleri severim, benim memurum işini bilir, demiryolları komünistliktir” diyen köşe dönme felsefesinin yaratıcısı ÖZAL’a destek vermesi bence dünyanın en büyük paradokslarından biri sayılmalıdır. Tayyip Erdoğan’ın elinden Ertuğrul Günay’ın beraberliğinde aldığı kültür – sanat ödülü de öyle.

En şaşırtıcı ve inanılmaz olan,

Atatürk bir ümmet toplumundan bir ulus yaratmış olan devlet adamıdır. Cumhuriyetçilik bir kişiye ait bir devlete köle olmaktan kurtulmak demektir. Cumhuriyetlerde devletin ayrıca bir sahibi yoktur. Devletin sahibi vatandaşların hepsidir. Böylesine bir aşamayı yapmış bir insandır Atatürk. Osmanlı köleliği ile övünerek, padişahları bile tanımadan O’nu abartmaya kalkanlar Cumhuriyeti de Atatürkü de
hiç anlamamış olanlardır.

Bu  satırların sahibinin, bana, birlikte olduğumuz bir sofrada ”Atatürk otuz bin kişiyi öldürtmekten başka ne yapmıştır?” demiş olmasına kolay inanılmaz. İnanmamak belki daha doğru. Siz okuyucular öyle yapın derim, inanmayın. Bu işin içinde bir patoloji var. Belki O’nu o sofrada dinleyen benimle birlikte 7 kişinin kulaklarındadır bu patoloji. İşitsel bir halüsinasyondur bu. Çünkü yukarıda Atatürk’le ilgili satırların sahibi ile bana sofrada söylenenleri  aynı insan söylemiş olamaz. Amansız Kemalizm karşıtı Ahmet – Mehmet Altan kardeşler için bir şey söylemeyeceğim. Onlarla ilgili zaten düşlediğim hiç bir şey olmadı.

Son kitabımda (Urfa’dan Harvard’a) Çetin Altan’ı anarken şöyle demiştim :

“Kimbilir belki o güzel akıcı Türkçesi ile şöyle dobra dobra gerçek bir yaşam öyküsü ile birlikte yaşamının açık yürekli bir muhasebesini yapıp geriye bırakmak isteyecektir..
diye düşünüyorum.

Türk toplumuna bu toplumdaki değişim dinamiklerini, toplumcu mücadele verenlerin
nasıl oradan oraya savrulduklarını ve acılar çektiklerini Türk Solu’nun nasıl darmadağın edildiğini en iyi anlatacak
insanlardan biridir Çetin Altan. 65 yıllık iktidarların sicilini çıkaracak, onu bütün açıklığı ile meydana koyacak düşünür ve yazarlara çok ihtiyaç var.”

Bitirirken şunu söyleyeceğim :

Ben 86 yaşındaki bir Cumhuriyetçi, bir Aydınlanmacı olarak çok sayıda düş kırıklığı yaşadım, İktidarlarla olaylarla, dostluk ettiğim insanlarla ilgili. Ama kişilerle ilgili bana en büyük acı veren düş kırıklığım Çetin Altan olmuştur. O gerçekleri gümbür gümbür inançla haykıran Devrimciden yoksun kalmış olmaktır.

O’nu, o Devrimci, Aydınlanmacı kişiliği ile anacağız ve özleyeceğiz. TV ekranlarında O’nun hakkında konuşan dostların da böyle yaptıklarına tanık oldum. O’ndaki değişimden söz etmediler. Kişiliklerin yanı sıra değişimlere yol açan ülke, toplum koşullarını zaten  her vesile ile konuşup tartışıyoruz. Işıklar içinde yatsın.

======================================

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Coşkun Özdemir, bizim İstanbul Tıp Fakültesi’nden Nöroloji hocamızıdır. Sonraki yıllarda ise kimi ortak çalışmalarda aynı masanın çevresinde olma onurunu yaşamışızdır. Urfa’dan çıkarak, Dünyanın en ünlü ilk birkaç üniversitesi arasında yer alan Harvard’a dek uzanan başarılı özyaşam öyküsü, son derece başarılı hekimlik – parlak öğretim üyeliği yıllarına ek, alçakgönüllü bir kişilikle bezenmiştir. İlerleyen yaşına karşın (halen 86’da!) toplumsal ve mesleksel savaşımını bırakmamıştır. Bir Silivri ziyaretimizde birlikte oluşumuzu unutamayız. Yazılarını bir web sitesinde toplamış olması çok sevindiricidir. Bu hazineden yararlanılmasını öneririz.. (https://profcoskunozdemir.wordpress.com)

Coşkun hoca, biz de dahil, bir rol modeli, idoldür binlerce İstanbul Tıp mezunu hekim için!.. Ulusal Kanal’da katıldığımız programların hemen ardından kutlama telefonu edenlerin başında O gelir tüm değerbilirliği ve inceliğiyle. Emeklilik sonrasnda son derece nitelikli emeğini – yılların birikimini Kas Hastalarına adamış, KAS-DER‘i (Kas Hastalıkları Derneği) kurarak Yeşilköy’de belediyeden kiralanan mütevazi binada bu ağır hastalara karşılıksız hekimlik hizmeti vermektedir. (İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu binanın kira sözleşmesinin sonuna doğru her yıl boşaltma için Çin işkencesini sürdürüyor. Ama koca koca binaların İstanbul’da AKP’li belediyelere satın alınarak, Bay RTE’nin oğlu Bilal oğlanın vakfı TÜRGEV’e özgülendiğini (tahsis edildiğini) okuyoruz basında!?.. )

O (Coşkun hoca), gerçekten, Nobel ödüllü yüzakımız Saygın Prof. Dr. Aziz Sancar gibi -ki O’nun da hocası olmuştur!- geldiği yeri Cumhuriyet‘e, onun kurumlarına ve eğitim sistemine borçlu olduğunu bir an bile aklından çıkarmamıştır. Dolayısıyla, Çetin Altan hakkında yazdıkları da hiç kuşku yok, virgülüne dek doğrudur.. Bizim klavyemiz bir türlü Çetin Altan hakkında birşeyler yazmaya yönelmiyor nedense.. O’nun hakkında yazan Coşkun hocayı yazdık üstelik..

İz bırakan bir olguyu paylaşmak isteriz ki; 1970’ler ortasında İstanbul Tıbbiyesi öğrencisi iken Çetin Altan’ın “BEN MİLLETVEKİLİ İKEN” adlı kitabını okumuştuk. Erken 20’li yaşlarda idik ve çok etkilenmiştik. 27 Mayıs Devrimcileri “Göreli (Nispi) Temsil ve Ulusal Artık (Milli Bakiye)” seçim sistemi getirmişler, 1 oy bile telef olmaksızın temsilde adaleti sağlamışlardı. Bu sayede TİP (Türkiye İşçi Partisi) 1965 genel seçimlerinde 15 milletvekilliği kazanarak TBMM’ ye girmişti. Çetin Altan da TİP milletvekili idi ve o Meclis, 1968’e dek son derece renkli olmuştu. Altan, TBMM konuşmalarına yer veriyor, orada yedikleri dayaklaradan, gördükleri baskılardan usta kalemiyle (1978 Türk Dil Kurumu ödülü sahibidir) söz ediyordu. Gözünün birinde önemli görme yetisi azalması olmuştu Demirel’in AP’li vekillerinin saldırısı ile.. Dokunulmazlığı kaldırılmıştı (sonra geri verildi..).

…. Başkaca yazmak istemiyoruz Çetin Altan hakkında.. Tüm olumlu devrimci – aydınlanmacı katkılarını şükranla karşılıyoruz.. Tosuncuklarına gelince.. onmaz Atatürk düşmanlığı tutum ve davranışları midemizi bulandırıyor.. Hele küçüğünün “..bir kadın memesine vatanı satarım..” sözleri.. Çetin Altan “dönmese” idi, 2 oğlu böyle mi yetişirdi acaba??

Sevgi ve saygı ile.
25 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dağlıca ve Aktütün kırımları bize ne anlatıyor ? / What says Daglica & Aktutun massacres to us?

Dostlar,

20 Haziran 2012 tarihli yazımızı, PKK’nın Dağlıca baskınının ardından yazmıştık.

Bu gün, 3 yıl sonra benzer bir baskın daha ve ilk bilgilere göre 16 şehit daha!

AKP’yi suçluyoruz, haklıyız; ama bu karakol daha önce feci vurgun yemiş..

Onu gereğince tahkim etmek gerekmez miydi?
Bu yapılmadı ise sorumluları kimler??

Yüreğimiz yangın yeri olarak soruyoruz..

Ve bu 3 yıl önceki yazımızı öne bu güne çekerek yeniden yayımlıyoruz..

O zaman “muhasebe zamanı”.. demiştik..
İyice anlaşılsın (!) diye İngilizcesini de yazmıştık..

  • AKP damgalı seçim hükümeti derhal istifa etmeli ve öbür 3 parti ortaklığında olağanüstü geçiş / seçim hükümeti kurulmalıdır.

Makaleyi okumak için lütfen tıklar mısınız??

Daglica_ve_Aktutun_Sinir_Karakolu_Baskinlari_Tarih_Laboratuvari_4.10.08_ve_20.6.12


Sevgi, saygı ve kahreden bir acıyla.
06.09.2015, Datça


Dr. Ahmet SALTIK

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

======================================

Lütfen tıklar mısınız??

Daglica_ve_Aktutun_Sinir_Karakolu_Baskinlari_Tarih_Laboratuvari_4.10.08_ve_20.6.12

Sevgi ve saygı ile.
20.06.2012, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

30 Ağustos Zafer Bayramı ve Mustafa Kemal Atatürk’ü Anlamak..

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Cezmi Eraslan‘ın

“30 Ağustos Zafer Bayramı ve Mustafa Kemal Atatürk’ü Anlamak..”

Başlıklı kapsamlı (dolu dolu 9 sayfa) makalesini paylaşmak istiyoruz..

Kendisine emeği ve paylaşımı için teşekkür ediyoruz.

Cezmi_Eraslan

  • Atatürk, Türk İstiklal Harbi‘nin en son ve önemli aşaması olan
    Büyük Taarruz ile ilgili olarak yaptığı konuşmalarda pek çok önemli hususun altını çizmiştir. Gerek askeri harekât hakkında söyledikleri, gerekse savaş ve toplum hayatı üzerine yaptığı değerlendirmeler,
    O’nu anlamak hususunda büyük önem taşımaktadır. 
    Bu makalede O’nun tek adam değil ekip adamı olduğunu gösteren anlayışını değerlendirmeye çalıştık..”

şeklinde bir giriş yapılmakta.

Devamında..

Atatürk ve Türk Milleti’nin ilk tercihi savaş değil barıştır:

Sakarya Meydan Muharebesinden sonra her zaman olduğu gibi durumu
Meclise arz ederken belirttiği düşmanı ülkeden kovuncaya kadar taarruza devam etmek kararının gerçekleştirilebilmesi için şartları hazırlamak gerekti. Zira “ordumuzun
o günkü hâli, vaziyeti, şeraiti ve vesaiti hemen uzun mesafeler üzerinde seri hareket icrasına müsait bulunmuyordu”. Her şeyden önce bu sahadaki eksiklikler tamamlanmalıydı.

Eksiklikleri tamamlamak için milletin elindeki imkânların sonuna kadar ordu emrinde kullanılması gerekecekti. Bu hazırlıkların tamamlanması hemen cephe hareketinin başlamasıyla neticelenmedi. Evet, harp sahasında düşmanı yenecek noktaya gelinmişti. Ancak bu toplanan birikimin de tüketilmesi demekti. Dolayısıyla en son barışçı çare kullanılmadan girişilecek bir savaşın cinayet olacağına inanan Gazi Mustafa Kemal, hedefe önce kan dökmeden ulaşmak yolunu bir vazife olarak denedi. Bunun için ‘en kıymetli arkadaşlarımızdan hüsnü tetkikine ve isabet-i nazarına fevkalade ehemmiyet ve itimat ettiğimiz mühim ricali hükümetimizden
Fethi Beyefendi Hazretlerini Londra’ya kadar göndermiştik.’ Fethi Bey, İngiltere ve
öbür büyük devletlerin merkezlerindeki sorumlu ve yetkili devlet adamlarıyla her türlü görüşme, müzakere ve sulh yapmak için tam yetkili idi…”

Ve şöyle bağlıyor :

“Yeni Türk devletinin kurulmasının ve Türk milletinin bu topraklar üzerinde ilelebet hür yaşamasının yolunu sonuna kadar açan Büyük Taarruzun isimsiz kahramanlarının;
bu topraklarda olduğu kadar kalblerimizde yatan şehidlerimizin hâl diliyle gelecek nesillere verdiği mesajı Hamdullah Suphi’nin bu törendeki konuşmasının şu kısmı ile aktarmak istiyorum:

  • ‘Bu toprakların içinde zerre zerre parıltılarla örtülü, bembeyaz genç dişleri arasından
    istiklâl şehidleri bir şey sayıklıyorlar: ‘Ey Türk milleti, senin için!
    Diyar diyar, iklim iklim, bütün o boğuşmalar, o mücahedeler ve bu ölüm,
    ey Türk milleti senin için, senin için.’ (Tanrıöver, 2000; s.104).

Türk milletinin bir bütün halinde, ilini töresini terk etmeden bağımsız yaşaması yolunda can verenlerin emanetine layık olabilecek nesiller yetiştirmek için hem milli mücadeleyi hem de
ona yön ve şekil veren lideri layıkıyla anlamak ve anlatmak gerektiği açıktır.

Prof. Dr. Cezmi Eraslan
Atatürk Araştırma Merkezi Önceki Başkanı

Makalenin tümünü okumak için lütfen tıklar mısınız??

30_Agustos_Zafer_Bayrami_Ataturk’u_Anlamak_Prof_Cezmi_Eraslan

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ 30 Ağustos 2015

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com

Hüseyin Avni Güler’in Saygın Anısına : 27 Mayıs Devrimi’ne neden ve nasıl katıldım ?


Hüseyin Avni Güler’in Saygın Anısına :

27 Mayıs Devrimi’ne neden ve nasıl katıldım ?

Portresi_Elbistan'in_sesi

(1925 – 1 Mayıs 2013)

Dostlar,

Sayın Hüseyin Avni Güler, Emekli Hava Pilot Kurmay Albay idi ve 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin öncü çekirdek kadrosunda yer almıştı. 12 Eylül 1980 sonrasında
Kasım 1983’te yapılan ilk seçimde – CHP de öbür partiler gibi kapatıldığından-
CHP yerine Necdet Calp başkanlığında yeni kurulan, kendisinin de kurucu olduğu-
Halkçı Parti‘nin İstanbul milletvekili seçilmişti (TBMM 17. Dönem, Kasım 1983 –
Kasım 1987).

19 Mayıs 1989’da, rahmetli Prof. Dr. Muammer Aksoy ve arkadaşları ile birlikte davranarak harman yürekli 50 yiğit, ADD’yi (Atatürkçü Düşünce Derneği) kurmuşlardı.
1993’te ADD Edirne Şubesini kurarak biz de Aydınlanma savaşımına (mücadelesine)
eylemli ve etkin olarak katıldıktan sonra, ADD çalışmalarında kendisiyle yer yer birlikte olma onurunu yaşadık.

2010 yazından sonra ADD Bilim – Danışma Kurulu’nda (BDK) 3 yıl birlikte çalıştık.
85 yaşında idi ilk ADD BDK toplantısına onur verdiğinde (2010).
Toplantılarda ağırbaşlılığıyla dinler, hiç söz kesmez hatta söz verilmedikçe de konuşmazdı.
Söz aldığında da engin deneyimi ve birikimi ile, ölçüsüz yurtseverliği ile son derece yürekli değerlendirmeler yapar ve cesur öneriler sunardı. Zerrece korkusu ve çekincesi yoktu.
Siyasal iktidarın son yıllarda Atatürk karşıtı olarak yapıp ettiklerinden ciddi biçimde rahatsızdı ve bunların bir bölümünü açıkça vatana ihanet ile bir tutuyordu.

27 Mayıs Demokratik Devrim Derneğini kurdu (1990) ve yıllarca tüm giderlerini üstlenerek 2011’e dek yaşattı. Son olarak 27 Mayıs 2012’de 27 Mayıs Devrim Şehitlerini mütevazi mezarlarında O’nun başkanlığında bir avuç sayılabilecek yurtseverle ziyaret etmiştik.
(Ali Nejat Ölçen, MBK Üyesi Suphi Karaman’ın oğlu Suay Karaman, Erdal Tüt, biz. vd.)

3 yıl kadar öncesinde de, ADD – BDK toplantısından çıktığımızda, 23 Nisan 2012 günü Ulus’ta 1. BMM önünde TGB’li gençlerin öncülüğünde yapılan kitlesel basın açıklamasına ve iktidarın yasakladığı Atatürk’ün GENÇLİĞE HİTABESİ‘ni okuma protestosuna katılmıştık.
87 yaşında idi.. bir süre ayakta kaldı, bize yorulduğunu belirtti ama ayrılmak da istemiyordu.
İlk Meclisin dış bahçe duvarında bir yeri (ıslak ve çamurlu) temizleyerek oturmasını sağlamıştık… Sonra da bir taksi ile evine geçirmiştik. Bu etkinlikte E. Alb. Sayın Cemil Denk de bulunmuşlardı.

Web sitemizde yer alan 27 Mayıs 1960 İhtilali – Devrimi 54 Yaşında!
başlıklı yazımıza da bakılmasını dileriz.

Sayın Güler ile 2007’de yapılan bir söyleşi metni aşağıdadır..
27 Mayıs Devrimi sonrası Yassıada Mahkemesi kararı ve MBK onay ile idam edilen
– Başbakan Adnan Menderes
– Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu
– Maliye Bakanı Hasan Polatkan‘ı “demokrasi kahraman” ilan ederek 27 Mayıs Devrimi’ne kinlerini kusanlar ibretle okumalı merhum E. Alb. Hüseyin Avni Güler’in çarpıcı sözlerini.

Sevgi ve saygı ile.
27.5.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com

================================================

27 Mayıs Devrimi’ne neden ve nasıl katıldım ?

E. Hv. Pl. Alb. Hüseyin Avni Güler

Atatürk bir gün İsmet Paşa’ya demişti ki:

  • “Biz İstiklâl Mahkemesi’nde imamlar astık. Şu şu rezaletleri yok muydu?
    Vardı. Bütün rezaletleri unutuldu; ama asıldıkları unutulmuyor.”

Bizim de kusurlarımız unutulmuyor. Bugün 60 yaşından küçük insanlar
Yassıada davaları hakkında bir şey bilmiyor, dava dosyaları yayımlanmadı.
Belki bu ikaz, yetkilileri uyandırır.

27 Mayıs 1960’tan 6 Ocak 1961 tarihine kadar ülkeyi Milli Birlik Komitesi (MBK) yönetti.
6 Ocak’tan başlayarak Kurucu Meclis (Temsilciler Meclisi + Milli Birlik Komitesi) yönetti ülkeyi.

Şayet Yassıada davalarından sonra infaz edilen üç idam kararının onayı MBK’ya
değil de, Kurucu Meclis’e verilseydi, söz konusu üç idam infaz edilmeyebilirdi.
Biz 27 Mayısçılar da “kansız bir ihtilal” diye daha övünçlü bir devrimden
söz ederdik.

Ben 27 Mayıs 1960 Devrimi örgütüne 1958 yılında girdim.
Sekiz yıllık evli idim, rütbem üç yıllık yüzbaşı idi.

Beni 27 Mayıs gizli örgütüne iten birkaç olayı anlatmak istiyorum :

1) 1958 yılında Lübnan’da Müslüman Araplarla Hıristiyan Araplar arasında savaş çıkmıştı. Celal Bayar ve Menderes yönetimi, Lübnan’a silah ve cephane yardımına karar vermişti.
Ben Ankara Etimesgut 12. Hava Üs Komutanlığı’nda Uçucu Seyrüseferci Yüzbaşı olarak görevliydim. Üssümüz, C-47 Bakata uçakları ile görev yapıyordu.

Ben Lübnan’a yedi sefer (sorti) uçtum. Her uçuştan önce uçağımız kapalı sandıklarla yükleniyor, ilk yüklemelerde o zamanki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu meydana geliyor,
uçağın yüklenişine nezaret ediyordu. Kapalı ve büyük sandıklardaki yükümüzün ne olduğunun biz bile farkında değildik; çünkü bilgilendirilmedik.

1958 yılında Kıbrıs İngilizlerin elindeydi. Uçağımız Kıbrıs üzerinden geçerken İngiliz jetlerine parola veriyor ve gidip Beyrut Havaalanı’na iniyorduk. Uçuşk ekibine birer sandviç ve kola veriyorlardı, uçağımız yakıt ikmali yaptıktan sonra o gece üssümüze geri dönüyorduk.
Sonra Beyrut Havaalanı Müslüman Arapların eline geçtiği sırada alana indiğinde bir uçağımız enterne edildi. Uçuş ekibi tutuklandı. Rahmetli (sonra başka bir görevde düşerek şehit olmuştu) Bnb. Rıza Kalaycıoğlu ve ekibi, iki ülkenin anlaşması sonucu ülkeye getirildi.

Bu olaydan sonra Celal Bayar ve Menderes’in milliyetçi, mukaddesatçı ve Müslüman yönetimi tarafından Lübnan’da Müslümanlara değil de Hıristiyanlara Türkiye’den 85 uçak dolusu
silah ve cephane götürdüğümüzü ve bilmeden onların günahına alet olduğumuzu da öğrendik.
O silahları mermileri kullanan Hıristiyan Araplar belki de binlerce Müslüman öldürmüşlerdir. Beni oyunlarına alet eden o kimselere ben şimdi lanet ediyorum; ama ben, “anıtmezar”larda yatan o kimselerin bu durumunu milletime arz ediyor ve yalan söyleyerek ne mal olduklarını açıkladığım için pişmanlık duymuyorum.

Sonradan bu olayın Meclis’ten geçmediğini, hatta Bakanlar Kurulu’nun kararı bile olmadığını öğrenmiş bulunuyorum. Gene bu olayın gerçek olup olmadığını öğrenmek isteyenler için,
bu görevi yapan havacı arkadaşlardan sağ olanların adlarını veriyorum:

Hv. Plt. Kd. Alb. Ahmet Özsungur, Havacı Uçucu Seyrüseferci Kd. Alb. Nevzat Balaban ve Abdül Aksal. Daha detaylı bilgi isteyenler, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na başvurabilirler.

2) Gene Celal Bayar – Adnan Menderes yönetiminin, son yıllarının dış ülkelerden kredi (borç!) alınamadığı için, 1950 seçimlerinden sonra İsmet Paşa’nın Hazine’de biriktirdiği 128 (yüz yirmi sekiz) ton altının çoğunu dışarıya rehin vererek kredi alması meselesi… Bu olayın da Meclis’ten ve Hükümet’ten geçmiş olması gerekir; ancak o günlerin tanığı olanlar ve basında yazıldığını hatırlaması gerekenler bilgi vermediler.

Gene yükümüzün ne olduğunu bilmeden Londra’ya 2 (iki) tondan fazla altın götürdüğümüzü
ve uçaklar dışında gemilerle, trenle ve tırlarla 100 (yüz) ton kadar altının dış ülkelere rehin gönderildiğini biliyorum.

27 Mayıs’ta Maliye Bakanımız büyük insan Kemal Kurdaş, yaklaşık 96 (doksan altı) ton altını geri getirtti. Sayın Kurdaş, tasarruf bonoları çıkararak memur ve işçilerden alınan paralarla bu görevi başardı.

3) Aynı mukaddesatçı, Müslüman Bayar – Menderes ekibi, Cezayir’de Frasızlara karşı bağımsızlık savaşı veren Müslümanları değil de Fransızları desteklemişti.

Böylece halka dindar olduklarını her fırsatta söyleyerek onları bugünkü iktidar gibi aldatan
bu insanlara, devletin parası ile anıtmezarlar yapılıyor. Bütün Türkiye düşmanları,
şimdiki yöneticilerin seçim kazanması için çalışıyorlar.

Ey geçmiştekiler ve şimdikiler!
Allah aşkına siz kimden yanasınız?
(http://www.turksolu.org/142/guler142.htm, 11.6.2007)