Etiket arşivi: TEK ADAM REJİMİ

Hekimler demokrasiye ve bilime çağırıyor

26.05.2023, BİRGÜN

Türkiye tarihinde bir ilki ve pek çok yönden en kritik seçimi önümüzdeki Pazar günü yapacağız. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu. Şakası yok, Türkiye bir yol ayrımına geldi. Seçim, iktidarın tüm devlet olanaklarını istediği gibi kendi kampanyası için kullanmasından tutun seçmen sayısının açıklanamayan artışına kadar pek çok antidemokratik özellikler taşıyor. Bu da yetmiyor, cami imamları silahlanma çağrıları yapıyor.

  • Bunlara hiç bakmadan oylarımızı eksiksiz kullanmamız ve sandıklara sahip çıkmamız gerekiyor.

Neleri oylayacağımıza bakalım. Zenginlik mi, yoksulluk mu? Emeğe saygı mı, sadaka kültürü mü? Adalet mi, hukukun ayaklar altına alınması mı? Demokrasi mi, otoriterleşme mi? Cumhuriyet mi, tek adam rejimi mi? Kadınlara, çocuklara korkmadan eşit yaşayacakları ülke mi, “bir kereden bir şey olmaz” diyenler mi? Sağlık mı, hastalık mı? Barış içinde bir arada yaşam mı, çatışma mı? Laiklik mi, dinbazlık mı? Eğitimde fırsat eşitliği mi, paran kadar eğitim mi? Liyakat mı, adam kayırma mı? Doğanın korunması mı, ranta kurban gitmesi mi? Depreme dayanıklı kentler mi, enkaz altında kalmak mı? Şeffaflık mı, yolsuzluk mu? Bilim mi, şarlatanlık mı? Gerçek mi, yalan mı?

Daha çok var. Burada durup, tüm bunları gören yerden hekimlerin çağrısına bakalım.

UMUT VEREN DURUŞ

Bu hafta içinde ülkenin yüz akı uzmanlık dernekleri, TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu ve 28 uzmanlık derneği tarihsel bir açıklama yayımladılar. Açıklamada hekimler sağlıklı yaşamın koşullarını sıralıyorlar: Bilimi kılavuz edinen bir siyaset, düşünce özgürlüğü, demokratik toplum, gelir başta olmak üzere eşitlikçi bir toplumsal hayat. COVID-19 salgınının ortaya çıkardığı, bilimsel düşünce ve yaklaşımın toplumların geleceği için hava kadar, su kadar yaşamsal olduğu gerçeği hatırlatılıyor. Bilimsel ve tıbbi gelişmelerin ancak özgürlüklerin olduğu ortamda mümkün olduğu belirtiliyor.

  • Totaliter ülkelerde bireysel ve toplumsal sağlığın da kötü olduğu vurgulanıyor.

Bunlardan hareketle hekimler mesleklerinin gereğini ilan ediyor:

  • “Biz uzmanlık dernekleri olarak; bilimin ve tıbbi gelişmenin ön koşulu olan özgürlükten ve sağlıklı işleyen çoğulcu bir demokrasiden yana taraf olduğumuzu beyan ediyoruz.”
  • Kadın bilim insanlarının ve hekimlerin başarılarına değinerek kadınların tarihsel kazanımlarının ellerinden alınmasına itiraz ediyorlar:
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana taraf olduğumuzu, bilimin ve tıbbın geleceğinden kadınların kovulmasına izin vermeyeceğimizi beyan ediyoruz.”

Dahası var. Hekimler kişisel ve toplumsal erdemlere, eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye sahip çıktıklarını vurgulayıp herkesi insan olmanın gereğini yerine getirmeye çağırıyor. Bu ülkenin insanları hekimleriyle ne denli övünse azdır. Böylesine baskıcı bir dönemde bu onurlu duruşları tüm dünyaya örnek teşkil edecek (oluşturacak) niteliktedir. Devlet hastanelerinden bir türlü alınamayan randevuları parayla alıp pazarlayanların peydahlandığı bozuk sağlık sistemimizi düşününce, bu uzmanlık derneklerimizin duruşu başka bir yerdedir. Ülkemizin geleceği için umut vermektedir.

Şimdi sıra halkımızda. Unutmayalım, oyumuzu bu ülkenin çocuklarına, gençlerine, kurduna kuşuna, ağacına çiçeğine yaşanabilir bir ülke bırakmak için vereceğiz.

KIVRAK ZEKÂ

Hekimler bilime, doğruya çağrı yapadursun, Türkiye bu seçimlere meydanlarda gösterilen montajlanmış videolar ve rakip siyasal parti adına üretilen sahte broşürlerle gidiyor. Üstelik Cumhurbaşkanı, mitinglerinde gösterdiği, seçimdeki rakibini terörle ilişkili gösteren videoların montaj olduğunuiyelik bir video” olarak tanımlıyor. Oysa Türkiye’nin ihtiyacı bu değil. Gençlerin kıvrak zekâsını doğrudan, bilimden, ahlaktan yana kullanmasını ve ülkeyi yönetenlerin bunu teşvik etmesini bekliyoruz. Mümkündür; çünkü aklını iyilik, doğruluk, güzellik için kullanan gençlerimiz var, onlarla gurur duyuyoruz.

Seçime giderken gereken en önemli şeyi büyük şairimiz Can Yücel yazmış zaten:

Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.

ADD’den 28 Mayıs Seçiminde Oy Kullanma Çağrısı


BASINA VE KAMUOYUNA 

YÜCE TÜRK ULUSU!

Yarın, 28 Mayıs 2023 Pazar günü sandığa gidip oy kullanacağız.

Oylarımızla yeni Cumhurbaşkanımız’ın kim olacağını belirlemekten öte; “eğitimden sağlığa, ekonomiden dış politikaya, kadın ve çocuk haklarından iç barışa, demokrasiden hukuk devletine her alanda ciddi krizler yaratan TEK ADAM REJİMİ Mİ, yoksa barış, huzur ve refaha ulaşma yolunu açacak DEMOKRATİK HUKUK DÜZENİ Mİ ?” sorusuna yanıt vereceğiz.

Yarın kullanacağımız oylar; “uygar dünyanın onurlu üyesi LAİK CUMHURİYET olmaya devam mı edelim, yoksa Batı Emperyalizminin öksesinde Orta Doğu bataklığında debelenen bir TEOKRATİK DEVLET olmaya mı yürüyelim ?” sorusunu yanıtlayacak.

Büyük çoğunluğuyla Atatürk aydınlığına, O’nun aklı ve bilim yoluna gönülden bağlı olduğunu bildiğimiz aziz milletimizin yarın DEĞİŞİM diyeceğine inanıyoruz.

Gün yalnızca oy kullanma günü değil, çevremizin de sandığa gitmesini sağlama, son oy sayılana dek sandıkları bırakmama ve ıslak imzalı tutanaklara sahip çıkma günüdür.

Ancak o zaman “Askıda ekmek”, “Askıda fatura” utancı son bulacak,

  • HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK!

Gelin, yarın akşamı bir düğün akşamı yapalım.

HAYDİ!

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

pdf biçimi : ŞUBELERE-BASIN AÇIKLAMASI

MUHARREM İNCE’YE AÇIK MEKTUP

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com
26 Mart 2023

Muharrem Bey,

14 Mayıs 2023 günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday oldunuz. Genel Başkanı olduğunuz Memleket Partisini de milletvekili seçimlerine sokacaksınız. Size dostlarınız tarafından yapılan çeşitli uyarılara ve ricalara karşın bu kararınızdan dönmeyeceğinizi ilan ediyorsunuz. Eğer seçimlere girmekten vazgeçerseniz, bunda da pazarlık yoluyla önemli bir kazanım elde etmek istediğiniz anlaşılıyor.

Konuşmalarınızda çok yüksekten atmanıza karşın, dışarıdan nasıl görüldüğünüzü size bildirmek istedim. Hırsınıza mağlup oluyorsunuz. Bu seçimlerde önemli bir varlık gösteremeyeceksiniz. Altı siyasal parti başkanının, iki Büyükşehir Belediye başkanının aday olduğu, HDP’nin destek verdiği bu seçimde sizin ve partinizin dişe dokunur bir varlık göstermesi olanaksızdır.

Eskiden üyesi olduğunuz, ekmeğini yediğiniz CHP’den ayrılıp ayrı bir parti kuranların hepsi sizin gibi yüksekten atmalarına karşın, siyasal partiler mezarlığında yerlerini aldı. Halen çabalamakta olan bazılarının gideceği yer de orasıdır. Bu size ders olmalıydı.

Siyasette kararlı olmanın, etkili söz söylemenin kimi getirileri vardır. Ancak bunlar bir kadroya ve programa dayandığı sürece bir işe yarayabilir. Yoksa sırf kişisel ihtiraslarını doyurmak için yapılacak ataklar, saman alevi gibi yanıp sönmeye mahkûmdur. Türk siyaset yelpazesinde sosyalistler, sosyal demokratalar, çeşit çeşit milliyetçiler, merkez sağcılar, liberaller, şeriatçılar örgütlüdürler. Bunların bir kesiminin ortak paydası da Atatürkçülüktür. Siyaset meydanında bir boşluk yoktur ki bunu doldurmak için ortaya atılmış olasınız.

CHP Genel Başkanlığına aday olduğunuz zaman adınızı anmadan, “O’nu Hiç Gözüm Tutmamıştı” diye yazmıştım. Geçmişteki tanışıklığımızdan doğan bir nedenle. (Ulusal Eğitim Derneği’ne üye olduğunuz halde ödenti vermemek için bu dernekten istifa etmiştiniz.) Kemal Kılıçdaroğlu, ısrarlarınıza dayanamayarak sizi Cumhurbaşkanı adayı ilan ettiğinde, Tek Adam Rejimine karşı olan herkes gibi size oy verdim. Kazanamamak sizin kusurunuz değildi. Türkiye’nin sosyolojisi henüz buna hazır değildi. Ama Kılıçdaroğlu birkaç yıldır taş üstüne taş koyarak Millet İttifakını kurdu. Tek başına girse kazanılamayacak bir seçimde CHP’yi olası bir iktidarın en güçlü ögesi durumuna getirdi.

  • Milyonlarca insan 14 Mayıs’ta daha adil, daha demokrat, daha dürüst bir Türkiye’ye gözlerimizi açmaya hazırlanırken,
  • Salt tavan yapan egonuzu doyurmak için bu İttifaka çomak sokmak, aklın alacağı iş değil.
  • İktidar tirollerimnin size yağdırdığı övgüler sizin için bir ders olmalı değil mi?

Koskoca CHP’nin, ortaklarıyla ve dışarıdan desteklerle alacağı oyları siz hangi zeminden, hangi kadro ve programla alacaksınız? Tümüyle hayal dünyasında geziniyorsunuz. “Makron gibi 3. yol olacağım.” diyorsunuz. Evet dünyada bunların örnekleri var ama bu sakat bir siyasettir. Kurumların çürümüşlüğünden, kitlelerin umutsuzluğundan ortaya çıkar. Türk toplumu ise bir süreden beri çaresiz (umarsız) olmadığını anladı ve iktidarı devralmak için çözümler üretti.

Sayın İnce,

  • Biz hissediyoruz ve biliyoruz ki, gerçek amacınız, seçimleri kaybettirerek CHP’den ve Kılıçdaroğlu’ndan intikam almaktır.
  • Amacınıza ulaştığınız takdirde bütün devrimci, demokrat, özgürlükçü kamuoyu sizi sonsuza dek lanetle anacaktır.

Şu sıralarda yanınızda bulunan devşirme bir kesimin size olan bağlılığına güvenmeyin. Herhangi bir siyasal geçmişi olmayan, bir ideolojisi bile bulunmayan bu kesim, yitirdiğinizi anladığı anda sizi yalnız bırakacaktır. Bunların genç olduğunu söyleyerek sanki bu durum başlı başına bir meziyetmiş gibi konuşuyorsunuz. Onlar hangi gençlik akımından geliyorlar ve neyi temsil ediyorlar? Siyasal tarihimizde bir Genç Parti de oldu. Bir seçimde %7.5 gibi oy bile aldı. Şimdi bu partinin yandaşları nerede?

Zararın neresinden dönülse kârdır” atasözünü anımsayarak Cumhurbaşkanlığı
ve Kılıçdaroğlu’nun önünü kesme sevdasından vazgeçseniz iyi olur.

Bu tutumunuz, seçim sonuçları açıklandığında düşeceğiniz durumdan sizin için daha az hasarlı olacaktır.

DEPREM BÖLGESİNDE SAĞLIK HİZMETLERİ ve İLGİLİ SORUNLAR

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Hekim, Hukukçu/Sağlık Hukuku Uzm., Siyaset Bilimci

Deprem Bölgesinde sağlık hizmetlerinin, olası bulaşıcı salgın hastalıkların durumu..

Afeti izleyerek halka hızla yardım edilemedi, acil arama-kurtarma çabası 1-2 gün gecikti. Afet sonrası temel gereksinimlerin başında barınma – beslenme geliyor ama bölgede kışlık çadırlar –ideal olanı konteynır konutlar– kurulamadı. AFAD’ın yaraşır olmayan (liyakatsiz) ve bilgisiz ellerde oluşundan dolayı afet iyi yönetilemedi, bunun sorumlusu doğrudan Erdoğan, çünkü TEK ADAM REJİMİ dayatmakta.

Bölge halkı zaten 1,5 yıldır süregelen ağır ekonomik bunalım yüzünden çok kırılgan. Bunun, ciddi zedelenebilirliğin de (handikapın) payı ile deprem sonrası eklenen ağır koşullar ve stres yüzünden bölge insanının bağışıklık sistemi – direnci zayıf. Başta kolera olmak üzere tifo, dizanteri, uyuz, bitlenme, kızamık, grip, zatürre… hastalıklarına karşı yeterince korunaklı değil. Bu hastalıklar ve benzerleri artış göstererek tehlike oluşturabilir. Sağlık Bakanlığı veri açıklamıyor, “salgın yok” diyor.

Kızılay geriye çekildi, AFAD öne çıkarıldı ama AFAD da çok yetersiz kaldı. AFAD’ın 2023 bütçesi 8 milyar TL (Sayıştay denetimi bulanık!), DİB’nın 36 milyar TL!

Bölgede epey gecikmeli kurulan çadırlar ve saha mutfakları izledik.

ASKER NEDEN SAHADAN ÇEKİLDİ?

Deprem 06 Şubat 2023’te gece yarısı saat 04:17’de meydana geldi. TSK’nin devreye sokulması gecikti. Duyumlara göre İçişleri, Milli Savunma ve Turizm Bakanı acil toplandı ve Hulusi Akar askerlerin devreye girmesi konusunda talimat verdi. Sabah ezanından sonra Erdoğan’ın uyanmış olacağı düşüncesiyle kendisine geç haber verildiği, Erdoğan’ın buna çok sinirlendiği, bu üç Bakanı haşladığı, sahaya sürülen askerlerin geri çekilmesi talimatı verdiği gibi söylemler sosyal medyada dolaştı. Sınırlı da olsa sahaya erken sürülen askerlerin geri çekildiği de. Burada Erdoğan’ın paranoyası (patolojik kuşku), bir “Asker korkusu” söz konusu.

Eğer EMASYA, DAFYA Protokolü iptal edilmemiş olsa idi, bölgede acil arama-kurtarma, barınma-beslenme sorunu, acil sağlık hizmetleri hızla yoluna konabilirdi. TSK’nin bu konuda çok büyük deneyimi ve bilgisi var. “Tek adam yönetimi”, Silahlı Kuvvetleri de paramparça etti. 3 Kuvvet Komutanı Genel Kurmay Başkanından talimat alamıyor, doğrudan Milli Savunma Bakanına bağlı. Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlandı. Genelkurmay Başkanlığı, neredeyse içi boşaltılmış bir makam durumuna getirildi Anayasa’nın 117. maddesi açıkça çiğnenerek…

Silahlı Kuvvetlerin sağlık altyapısı, GATA, 42 askeri hastane Sağlık Bakanlığı’na devredilerek dağıtılmasa idi (15 Temmuz 2016 CIA-FETÖ darbe girişimi bahanesiyle), “Askeri Sahra Sağlık Hizmetleri” hızla ve etkinlikle depremzedelere ulaştırılabilirdi. Bu tıpta uzmanlık alanı salt Gülhane Askeri tıp Akademisi’nde vardı, yalnızca orada bu uzmanlık eğitimi verilirdi. Askeri sağlık hizmetleri sistemi savaşlarda, deprem, salgın, kıtlık, yangın, toprak kayması (heyelan), büyük endüstriyel kazalar, sabotaj.. gibi olağan dışı durumlarda afetzedelere acil sağlık hizmetlerinin nasıl verileceğinde uzmanlaşmışlardır. Bizim tıp uzmanlık alanımız olan “Halk Sağlığı”nın bir yan dalı olan ve bu alanda uzmanlaşmış hekimlerin öncülüğünde askeri sahra sağlık hizmetleri geçmişte başarıyla ve hızla verilirdi. Bu tıpta uzmanlık eğitimi artık yapılmıyor. Erdoğan iktidarının / AKP=RTE rejiminin hastalıklı kuşkuları – korkuları – kaygıları (paranoya) temelinde, batı Emperyalizmi ile işbirliği yaparak eli – kolu bağlı bir TSK, hem Erdoğan’ın hayali idi hem de Batı Emperyalizminin dayatması idi.

ÜNİVERSİTELERDE EĞİTİM YÜZ YÜZE SÜRMELİ

Cumhuriyetin bütün kazanımlarını bu iktidar haraç-mezat sattı. Günümüzde nitelikli insangücü kritik önemde. Bu yüzden üniversitelerde yüz yüze eğitim sürdürülmeli. Azgın özelleştirmeler sonucu Kamu kurumu da kalmadı ülkemizde! İktidar öylesine çaresiz ki, KYK (Kredi Yurtlar Kurumu) yurtları boşaltıldı yaklaşık 800 bin yatak için. Üniversite öğrencileri devlet yurtlarından apar topar çıkarıldı. Hiç düşünülmez mi, bu gençler nerede kalacak? 2. Dünya Paylaşım Savaşında bile, Almanlar Fransa’yı işgal ettiğinde, Fransız hükümeti üniversitelerde eğitimi durdurmadı. İşgal altında bile, savaşta bile yükseköğretimde kesinti yapılmadı. Ülkemizde üniversitelerde eğitim-öğretim yüz yüze sürdürülmeli. Kovit-19 salgınında epey süre uzaktan eğitim yapıldı, faturası ağır, giderimi (telafisi) çok çok güç. Öğrencilerin ruh sağlığı bozulabilir. “Tek adam rejimi”nin en tehlikeli yanı bu, AKP=RTE yönetiminin  buyruğu mutlak, tartışılamıyor; Güçler Ayrılığına dayalı denge-denet sistemi yok!

ERDOĞAN YARI TANRI GİBİ

“Cumhurbaşkanlığı Kabinesi toplandı..” deniyor. Gerçekte Kabinedeki insanlar Bakan değil, “Erdoğan’ın sekreteri” konumundalar. Çünkü Anayasanın 8. maddesi, “Yürütme yetkisi ve görevi Cumhurbaşkanı tarafından kullanılır ve yerine getirilir.” diyor. “Cumhurbaşkanlığınca” bile denmiyor bir Kurum tanımlanmasıyla, salt 1 kişi adresleniyor. Yürütme yetkisi Bakanlarda değil, Tek Adam Erdoğan’da. Parlamenter rejim olsa idi, bu Bakanlar TBMM’ye karşı sorumlu olurdu ve gerektiğinde gensoru ile düşürülebilirdi. Gensoru 2017’de Anayasa değişikliği ile kaldırıldı, AKP/RTE iktidarınca hiç hesap da verilmediği için, Erdoğan deprem bölgesinde 10 ilde OHAL ilan ederek, Yarı Tanrı olmakta neredeyse, imparator gücüne erişmekte. Çünkü OHAL CBK (Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi) AYM denetimi dışında (AY m. 148/1).

Dolayısıyla, depremin ilerleyen günlerinde bile depremzedelere yeterince sağlık hizmeti ve temel yaşam desteği sağlanamadı. Ölümler, hastalanmalar, engellilikler arttı ne yazık ki, çoğu önlenebilirdi oysa..

YÜZ BİN DOLAYINDA ÖLÜM BEKLENİYOR!

Dünya Sağlık Örgütü’nün kestirdiği ölü sayısı yüz bin dolayında.

TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) her yıl Haziran ayı son haftasında ölüm istatistiklerini yayınlaması gerekiyor. Ancak 2021 ve 2022’de yayınla(ya)madı. 2023 Haziran ayında yayınlar mı, hiç sanmıyoruz. 2. hafta sonunda ölüm sayısı kırk bini, yaralı sayısı 110 bini aştı.

İktidar, ölüm sayılarının sınırlı tutulması için büyük çaba içinde. Bunlar sorgulanmalı.

AFAD’ın tam yıkılmış olarak açıkladığı 6500 bina var. Bu binalar çok katlı, ortalama 5 katlı dersek, 32 bin beş yüz kat yapar. Her katta “en az” ortalama 2 daire olsa 65 bin daire yapar. Her dairede “en az” ortalama 3 kişi olsa, 195 bin kişi yapar. Göçüntü (enkaz) altından çıkarılan 108 bin yaralı deniyor, 40 bin de ölüm var, toplam 148 bin. Demek ki en iyimser kestirimle enkaz altında 47 bin insanımız var. Ancak bu kestirim çok daha yüksek de olabilir..

HATAY ÖLÜ KOKUYOR!

Ceset toplamaları çok yetersiz. Hatay’dan bir meslektaşımız birkaç gün önce ses kaydı gönderdi :

  • Hatay ölü kokuyor! diyor ısrarla yineleyerek..

Bölgeye morg hizmeti götürülmesi gerekir(di). Kimi uzak yayla dağ köylerinde kurtların açıkta kalmış ölü bedenlerini yediği bilgileri geldi ne yazık ki.

Sahipsiz cenazelerden DNA örnekleri alınmalı, kimliklendirme için gerekli çaba gösterilmeli. Fotoğraf, parmak izi, avuç içi izi, yakındaki insanlara gösterme.. Yakınlarını yitiren – bulamayan insanlarımız da DNA örneği için kan, mukozal sürüntü.. vermeli. Bu bilgiler, uygun yazılımla bilgisayar ortamında eşleştirmede kullanılmalı ve sahipsiz cesetlerin yakınları bulunmalıdır.

AKP ile “SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” ve GERİLEME BAŞLADI

Türkiye’de AKP iktidarıyla 20+ YILINI GEÇİRDİ! 3 Kasım 2002 – 19 Şubat 2023.. Haziran 2003’te “SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” diye bir program başlatıldı. Bu programın kökü dışarıda, ne yerli, ne de milli! Dünya Bankası ve IMF dayatması. Özgün adı “Health Transformation”.

Bu vahşi neo-liberal küreselleşme dayatması “Sağlıkta Dönüşüm” projesi ile AKP iktidarı, sağlıkta kamudan özel sektöre geçti hızla ve büyük ölçüde. Hastanelerin % 40’ı özel sektörün elinde (yaklaşık 600/1500). Toplam hastane yatak sayısı 255 bin, özel sektörün yatak sayısı 50+ bin; her 5 yataktan 1’i özel sektörün elinde. Yoğun bakım yatak oranı, kamuya göre özel sektörde toplam içinde daha yüksek.

14 Şubat 2023 günü göçüntü (enkaz) altından 9. günde çıkarılan bir kadın insanımızın ağzından dökülen sözler dehşet vericiydi :

  • “Beni özel hastaneye götürmeyin, param yok!!”

20+ yıllık kökü dışarıda AKP/RTE sağlık politikasının acı özeti bu çığlıkta yatıyor.

İktidar hem deprem yıkıntısının (enkazının) altında kaldı, hem sağlık alanında sınıfta kaldı. Çünkü sağlık sektöründe kamunun olanakları çok sınırlandırılmış durumda. Devletin sağlıkta özelleştirmeden artık vazgeçmesi gerekiyor; TEK TIP – TEK SAĞLIK! Sağlık hizmetlerini bölgede kamu eliyle Basamaklı olarak hızla örgütlemek gerekiyor. Afette sağlık hizmetlerini yönetmek üzere Halk Sağlığı Uzmanları yetkindirler, alanın eğitimini almışlardır, bu uzman hekimler yetkilendirilmelidir.
***

G-20 ülkelerinin önceki yıl S. Arabistan toplantısı sonuç bildirgesinde “ARDIŞIK AFETLER  YALNIZCA ZAMAN SORUNU!” uyarısı yapılmıştı. Gerekleri yapılmalı. Oysa AKP/RTE bu gerçekliğe
çok yabancı. 20+ yıldır tek  başına iktidardalar, artık yorulduk, usandık, ilk seçimde (en geç 18 Haziran 2023!) bu kadrolardan kurtulmak gerekiyor..

AKP / RTE İKTİDARININ SEÇİMLERİ ERTELEME DAYATMASI

Anayasa gereği en geç 18 Haziran 2023’te yapılması zorunlu seçimler ile ilgili olarak :

Anayasa m.78 gereği; “Savaş sebebi dışında seçimlerin geriye bırakılması” olanaksız! Hukukçu şapkamızla, Anayasanın ilgili maddelerine dayanarak sürece değinmeliyiz. TBMM’nin savaş ilanı yanı sıra (AY m.92/1), bunun, seçimlerin yapılmasını olanaksız kılması koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekiyor. Dolayısıyla seçimler “bu koşullarda” ertelenemez, tersi Anayasa’nın açık çiğnemi (ihlali) olur ve Yüce Divan’da yargılanma sonucu doğurur.

Eğer dolaylı yoldan, gerçekte olmayan “mücbir neden(force majeure) zorlaması ile seçimler ertelenirse (salt TBMM kararı ile; Erdoğan ve YSK’nın hiçbir yetkisi yok!), Anayasa açıkça çiğnenmiş olmakla kalmaz. Bu, Anayasa’nın değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi bile önerilemeyecek 2. maddede (ilk 3 madde) sayılan demokratik devlet ilkesinin hülle (hukuka karşı hile) ile değiştirilmesi demek olup, apaçık sivil darbe olacaktır. Anayasayı çiğnem (ihlal) suçunun yaptırımı TCK’nun 309. maddesinde belirtilmiştir, bakılmasını öneririz.

O yüzden “BİZE 1 YIL DAHA SÜRE..” GİBİ SAÇMALIKLARIN BİR YANA BIRAKILMASI gerekir. Birçok insan, Erdoğan ekrana çıktığında artık TV’yi kapatıyor, bu bir gerçek.

Sonuç olarak                                         :

Sağlık hizmetleri basamaklı olarak sürdürülmeli, özellikle bulaşıcı hastalıkların salgın boyutuna erişmemesi için izlem-kayıt-bildirim (sürveyans) süreci, erken uyarı – alarm dizgesi (sistemi)  işletilmelidir. Aşılama, çevre hijyeni, su-gıda güvenliği, barınma, atık denetimi, psiko-sosyal destek, mental sağlık hizmeti özenle ve bilimsel olarak yürütülmelidir. İnsan cesetleri sanıldığının tersine ciddi çevre sorunu yaratmaz. Arama-kurtarma çalışması modern-duyarlı araçlarla birkaç gün daha sürdürülmelidir. Bulaşıcı hastalık salgını riski beklenenden büyüktür : Afet bölgesinde etkilenen insan sayısı ciddidir, 13+ milyon! Ayrıca bölge ciddi göç verdi, yardım amaçlı ciddi nüfus aldı, demografik hareketlilik çok yüksek. Bunlar salgın için ek risk etmenleridir. Bölgeden göç önlenmeli, özellikle Hatay’da demografik yapı titizlikle korunmalıdır.

Afet yönetimi
siyasete alet edilmemeli, bilimsel akılcılığın gereklerinden asla ayrılmamalı, saydam olunmalıdır. İmar affı artık unutulmalı, yeni arazi kullanım planı ulusal ölçekte yapılmalıdır. TBMM’de araştırma komisyonu kurulmalıdır.

  • Afet ve sonuçlarından sorumlu herkes, mutlaka yargıda hesap vermeli; sorumlu siyasetçiler ayrıca sandıkta hesap vermelidir.

Yıkımın olumsuz etkileri uzun yıllar sürecektir, SERVET VERGİSİ alınmalıdır.

Bölgede tarım-hayvancılık özellikle desteklenmelidir.
Bu ağır yıkımlar asla kader değildir. Ulusal dayanışmamız örnek düzeydedir ve sürdürülmelidir, tüm halkımızı kutluyoruz! Bu sınavı da başaracağız, umutla!

2023 Seçimleri : Cumhuriyetimizin 100. Yıl Sınavı

Dostlar,

17 Ocak 2023 günü akşam 19:00’da (TSİ), Avusturya’dan yayın yapan DÜZGÜN TV‘de Sn. Serdar Altun‘un konuğu olduk.

Sn. Altun bize bir dizi sorular yöneltti..

Öncelikle, Cumhuriyetimizin 100. yılına girmesi nedeniyle Cumhuriyet kavramının tanım ve anlamını, ülkemizde Cumhuriyet’in ilanı ve Kurtuluş sürecini izleyen Kuruluş sürecini özetlememizi istedi. 22 dakika sürdü bu “özet”lememiz !…

Ardından, 3 Kasım 2002 seçimiyle iktidar olan, %34 oyla TBMM’de vekillerin %67’sine sahip olan AKP’nin… 21. yıla giren tek başına iktidarının giderek TEK ADAM REJİMİNE / ŞAHSIM DEVLETİNE yozlaşmasının öyküsünü ve bu iktidarın vaad ettikleri ile yaptıklarının irdelenmesini rica etti.

Bu bölümde Erdoğan’ın 2004-2006’lı yıllarda TV’lerde, 30’u aşkın kez dile getirdiği

  • “Biz BOP eşbaşkanıyız, bu görevi yerine getiriyoruz…”

hazin itirafını / meydan okumasını” açıkladık. BOP haritası, ABD’nin resmi Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde E. Alb. Ralph Peters imzasıyla yayınlandı (Haziran 2006) : http://www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899

Web sitemizde (www.ahmetsaltik.net) bu konuda epey yazı var, biz de yazdık ve hatta PP (power point) yansılarıyla verdiğimiz konferansların yansılarını (slaytlarını) paylaştık.. BOP, Cide ADD Şb. 03.07.2004, Ahmet SALTIK

BOP, Türkiye dahil 22 ülkeyi bölerek küçültüyor.. Türkiye Başbakanı R.T. Erdoğan, ülkemizi ve ulusumuzu bölen ABD hain planında Bush ile eşbaşkan! …
Son olarak yaklaşan 2023 genel seçimleri (Milletvekili) ve Cumhurbaşkanlığı seçimini değerlendirmemizi istedi. Seçim güvenliği için önerilerimizi, Erdoğan’ın 3. kez Cumhurbaşkanlığına adaylığının olanak dışı olduğunu, Anayasal olarak yolun kapalı bulunduğunu, tek seçeneğin TBMM’nin erken seçim kararı alması olduğunu açıkladık. Bu da 360 oy ile olabiliyor.

1,5 saat süren kapsamlı değerlendirmelerimizi izlemek için yukarıdaki görselin tıklanması gerekiyor.. İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile. 18 Ocak 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

 

Yeni anayasa taslağına bakış

DR. BİRGİ TUNA
KAMU YÖNETİMİ BİLİM UZMANI

26 Kasım 2022, Cumhuriyet

28 Kasım’da Ankara Bilkent Otel’de, Altılı Masa‘nın anayasa taslağı açıklanacak. Baştan yeni anayasa yazmak yerine anayasanın 100 kadar maddesinde değişiklik yapılmış.

12 Eylül Anayasası’nın üç önemli açığı, bugün yaşadığımız “tek adam” rejiminin doğmasından sorumludur. İlk ve en önemli açığı, Cumhuriyet Senatosu’nu ortadan kaldırmış olmasıdır. İkincisi Anayasa Mahkemesi (AYM) üyelerinin atamaları için cumhurbaşkanına tercih hakkı tanımış olmasıdır. Üçüncü açığı ise o günkü adıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSK) yapısıyla oynanması ve adalet bakanının kurul kararlarında etkili olmasının sağlanmasıdır.

TASLAK NE SÖYLÜYOR?

HSK’nin, Hâkimler Kurulu (HK) ve Savcılar Kurulu (SK) olarak ikiye bölünmesi, HK’ye, adalet bakanı ve yardımcısının katılımının olmaması, bakan ve yardımcısının SK’de yer alması öngörülmüş. Kulağa gayet (oldukça) hoş geliyor ve eleştirdiğimiz soruna çözüm olmuş gibi duruyor. Ancak HK ve SK üyelerinin atanma yetkilerinin Meclis’e verilmesi, Meclis’te yapılacak seçimlerin “kısıtlı belirleyicilerin inisiyatifine” bırakılmaması, çoklu aday arasından seçim yapılması kuralı getirilmesi, yargının siyasallaşmasının önüne nasıl geçecek? Kendini bilgi ve deneyim olarak bu kurullara layık görenler tanıtımlarını kime, nasıl yapacaklar?

AYM üyelerinin atanmasına ilişkin cumhurbaşkanının yetkileri kısıtlanmak zorundadır. Cumhurbaşkanının atama yetkisi, göreve başlatma işlemi ile sınırlı olmalıdır. Ancak HK ile SK’de olduğu gibi AYM üyelerinin de Meclis tarafından seçilmesi ne kadar doğru olacaktır?

Türk hukukuna yıllarca hizmet etmiş ve belli bir kıdeme gelmiş hâkimler bu kurullarla seçilmek için nasıl bir yol izleyecektir? Kurul üyeliği mi siyasetin kapısını aralayacaktır? Yoksa siyaset mi kurul üyeliği yolunu açacaktır? Altılı Masa komisyonunda bu yöntemi öneren ve kabul ettiren kim?

Özetle yargı ile ilgili düzenlemeler, sızan biçimiyle bir süre sonra yargının siyasallaşması sorununa çözüm olmayacağı endişesi uyandırıyor.

CUMHURİYET SENATOSU

12 Eylül sonrası hazırlanan anayasada, Cumhuriyet Senatosu’nun ortadan kaldırılması Türk demokrasisine vurulmuş en büyük darbedir. Eğer Cumhuriyet Senatosu varlığını sürdürseydi, AKP’nin referanduma (halkoylamasına) götürerek gerçekleştirdiği anayasa değişiklikleri bu denli kolay yaşama geçmeyecekti.

1961 Anayasası’na göre Cumhuriyet Senatosu seçimleri genel seçimlerden bağımsızdı. 150 sandalyenin üçte biri her iki yılda bir seçimle değişirdi. Birçok ülkede uygulanan ve demokraside sürekliliği sağlamaya yönelik örnek bir uygulamaydı.

Demokratik olmayan ve eleştirilen bir yönü “tabii senatörlük” ve “Cumhurbaşkanınca atanan 15 kontenjan senatörü”nün bulunmasıydı. Bu garipliği dışında Cumhuriyet Senatosu, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi açısından güvenlik kilidi görevini görmekteydi. Bu kilit 12 Eylül Anayasası ile kırılınca, sonucunu hep birlikte yaşıyoruz. Bu kilidin akademik çevrelerce neden gündeme getirilmediği anlaşılır değil.

28 Kasım, hepimiz için heyecanla beklenen bir gün olacak. Ancak gelen ilk veriler ışığında, tek adam rejiminin yarattığı bunalımı canlı yaşamaktayken umarım önümüze çıkarılacak anayasa paketine bu kez de biz “Yetmez ama evet” demek zorunda kalmayız!

Kürtler, sosyalistler ve Altılı Masa… SEÇİMLERDE TUTUMUMUZ NE OLMALI?

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com

Haziran 2023’te yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimleri, bir süredir ülkede bir heyecan dalgasına neden oldu. Her seçim bir mücadele ve çekişmeye vesile olur fakat bu seferki bundan öncekilerden çok farklı.

Önümüzdeki seçimlerde Türkiye’nin geleceği oylanacak..

Bu mücadeleyi umursamayanlar ve çekimser kalanlar, büyük bir sorumsuzluğun vebalini de yüklenmiş olacaklar.

MUHALEFET KAZANAMAZSA

Seçimi bugün iktidarda bulunan ve Recep Tayyip Erdoğan‘ın temsil ettiği Cumhur İttifakı‘nın kazanması durumunda seçmenler, bir çeşit monarşi sayılan tek adam rejimine onay vermiş sayılacak. Türkiye’nin üzerindeki karanlık daha da koyulaşacak. Büyük yaralar almış bulunan hukuk sistemi berhava olacak. Hak ve özgürlükler tümüyle ortadan kaldırılacak. Din ve inanç özgürlüğünden eser kalmayacak. Devleti tümden tarikatlar ele geçirecek. Erdoğan’ın 20 yıldır önce sureti haktan görünerek son dönemlerde açıktan açığa savunmakta olduğu siyasal İslam, devletin ve toplumun bütün hücrelerine zerk edilmeye devam edilecek.

Bu sistemin dünya ve Türkiye halkının beklentilerine aykırı olduğu baştan belliydi. Erdoğan 20 yıllık iktidarını, çeşitli ekonomik ve sosyal önlemlerle yoksulları kendine bağlayarak sağladı. Ama su, ekonomi değirmeninin oluğunu eskisi kadar doldurmuyor. İktidarın şimdiki bütün çırpınışları, ne yapıp edip, oy yitiğini durdurmak ve yitirdiği oyları geri kazanmaya yöneliktir.

ERDOĞAN, İKTİDARI BIRAKIR MI?

Bir süredir, birçoğumuzda seçimleri yitirse de Erdoğan’ın allem edip, kallem edip iktidarı bırakmayacağı inancı var. Bu kötü beklenti nedensiz değildir. Çünkü Erdoğan, her ne denli seçimler sonucunda iktidara gelmişse de, demokrasiye saygılı biri olmadığını birçok vesile ile gösterdi. Kürtlerin kazandığı belediyelerin nerdeyse tümünün yöneticilerini görevden alıp yerlerine partisinden kayyum ataması bunun en önemli kanıtıdır. İstanbul Büyükşehir Belediye seçimleri muhalefet tarafından kazanılınca seçimleri Yüksek Seçim Kurulu kararıyla yeniletmesi de bu tutumun örneklerindendir.

  • O’nun, muhalefet belediyelerini kıskaç altına aldığı,
    onları çalıştırmamak için her yolu denediğini de görüyoruz.

Edoğan’ın seçim sonuçlarına saygı göstermesinin tek koşulu, İstanbul’da yapılan ikinci seçim gibi büyük bir yenilgi almasıdır.

Erdoğan’ın seçim zamanına kadar da yapabileceği birçok şey vardır: Çeşitli tertiplerle muhalefet bloğunu bölüp birbirine düşürmesi, çeşitli çıkarlar sağlayarak bunların en zayıf olanları yanına çekmesi, savaş çıkarıp seçimlere bir fatih olarak girmesi bunlardandır.

AÇIK VE NET BİR PROGRAM GEREKİR

Bütün bu olasılıkları akılda tutarak vakit geçirmeden muhalefetin açık, anlaşılır ve kitleleri çekecek bir programa göre seçime hazırlanması gerekir. Bu programın can alıcı maddeleri, halkın nasıl ekonomik refaha ulaştırılacağı, 1923’ten beri deneye yanıla oluşturulan kurumların yerli yerine nasıl oturtulacağıdır.

Muhalefet, partizanlıktan çok çekmiş olan halkın önünde;
– TRT, Anayasa Mahkemesinin, Yüksek Seçim Kurulunun bağımsızlığını,
–  üniversitelerin özerkliğini iade edebilecek mi?
– Kürt sorununu nasıl çözecek?
– Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkileri nasıl düzenleyecek?
– Komşularımızla bozulan ilişkileri nasıl düzeltecek?
– Sağlık ve Eğitim sistemini çağdaş temellere ve halk kitlelerinin çıkarlarına uygun olarak nasıl yeniden düzenleyecek?

Artık anlamış olmalıyız ki; yalnız AKP’nin kurduğu sistem değil, onun iktidara gelmesinden önce var olan sistem de iflas etmiştir. Zaten AKP’ye iktidar kapılarını açan da Kenan Evren, Özal, Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz’la temsil edilen o sistemdi.

  • Halkın huzur içinde kardeşçe yaşayabilmesi için radikal (köktenci) önlemlere gereksinim var.

Muhalefetin gövdesini oluşturan Altılı Masa bunları gerçekleştirecek bir anlayışa ve cesarete sahip mi?

Günümüzün en önemli siyasi sorusu budur.

2023 seçimlerini yitirse de AKP ve MHP’nin boş oturmayacağı kesindir.
AKP’nin yarım önlemlerle iktidarı ağzına burnuna bulaştıran yönetimin elinden hükümeti yeniden ele geçirmesi zor olmaz.
Bu nedenle, alınacak önlemlerin geniş yığınlara ve demokrat aydınlara bir “Oh!” dedirtmesi koşuldur.
Sermaye grupları arasında gidip gelen bir iktidar halkta bu rahatlığı yaratmaz.

ANAHTAR HDP’NİN ELİNDE

Kılıçdaroğlu’nun iktidar bloğuna karşı oluşturulmasına önderlik ettiği Millet İttifakı, Türkiye’de iktidar mücadelesinin getirdiği bir zorunluluk olmakla birlikte Kürt aydınları ve emekçilerini temsil eden HDP’nin ve Türk sosyalist solunun bunun dışında kalması bir olumsuzluktur. HDP’nin yüzde on gibi büyük sayılacak bir seçmen kitlesine sahip olmasına karşın bu İttifaka alınmamış olması, gelecek seçimlerin en büyük handikapıdır. HDP’nin dışarıda bırakılmasının nedeni, Türk milliyetçiliğini temsil etme iddiasındaki İYİ Parti’nin zaaflarıdır. HDP ile özellikle İYİ Parti’yi aynı masada görmek mümkün görünmüyor.

HDP’nin ve seçmeninin her koşulda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayını destekleyeceği varsayılıyor. Ben de, daha kötüsünün iktidarını engellemek için, Kürt laik ve demokrat seçmeninin içine sinmeyerek de olsa, öyle davranmasını önermiştim. Ne var ki HDP, kendi oylarının çantada keklik sayılmaması gerektiğini, ortak aday ve ilkelerde anlaşmazlarsa kimseyi desteklemek zorunda olmadıklarını ilan ediyor. HDP oyları olmadan muhalefet için iktidar çantada keklik değildir.

Kürt sorununu yok sayan bir Türk milliyetçiliği, Türkiye’nin huzura kavuşmasının önünde en büyük engeldir. Ne var ki, iktidar on yıllardır süren savaşı hem içerde, hem dışarda sürdürmekte ısrarlı ve bundan siyasal kazanç elde etme çabası içinde. Bu siyasal yapının iktidardan uzaklaşması, HDP’nin göstereceği basiretle de Kürtler üzerindeki baskı azalma eğilimi gösterecektir.

Ülkeye barış, ezilen Türk ve Kürt emekçilerinin birlikte mücadele ettiği ve kazandığı bir halk iktidarıyla gelecektir.

Önümüzde daha uzun ve dikenli bir yol olduğunu unutmayalım.

Emekçileri aydınlatmaya devam edelim. (Tükenmez, Sonbahar 2022)

100 YIL SONRA SALTANAT’IN KALDIRILMASININ ANLAMI

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net            profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

Saltanatın / padişahlığın kaldırılması, Büyük Millet Meclisi’nin 1 Kasım 1922’de kabul ettiği 308 sayılı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hukuku hâkimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair” adlı kararnamesi ile gerçekleşmiştir. Saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı İmparatorluğu resmen sona ermiştir.. 1299…. 1 Kasım 1922.. 623 yıllık Osmanlı devleti tarihe karışmıştır.

Kararnamenin ilanından sonra sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında 4 Kasım 1922 günü son toplantısını yapan Osmanlı kabinesi istifasını son padişaha sunmuştur. 5 Kasım 1922de Ankara hükümetinin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa (Bele), tüm bakanlık müsteşarlarını Divanyolu’nda toplayarak tüm çalışmalarına son vermelerini tebliğ etmiştir. 7 Kasım 1922’de Babıali’deki başbakanlık ofisi resmen boşaltılmış ve Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’nin yayını durdurulmuştur.
***
Şu sözler, son (36.) Osmanlı Padişahı Halife-Sultan VI. Mehmet Vahdettin’in :

  • “Koşullar ne denli ağır olursa olsun kabul edelim. İngiltere’nin doğudaki bize dost politikası değişmemiştir. Daha sonra bağış ve iyiliklerini kazanabiliriz.”

Ardından, Paris Konferansı’nda Vahdettin’in Sadrazamı ve damadı Ferit Paşa, İzmir için İngiliz işgalini önerir. Buna karşılık, ekonomik, parasal, hukuksal bağımsızlık.. gibi en yaşamsal istemlerden vazgeçer. Hatta, Bakanlıklarda İngiliz Müsteşar bulunması, illerde vali yardımcılığı görevini İngiliz konsolosların yapması ve Osmanlı maliyesinin tümüyle İngilizlerin denetimine bırakılması bile Vahdettin tarafından önerilir. Yeter ki, son (36.) Osmanlı Padişahı “Halife-Sultan” VI. Mehmet Vahdettin, içi boşaltılmış – göstermelik  taht ve tacından geri kalmasın. Ülke parçalanmış, açıkça sömürgeleşmiş, ulus tutsaklaşmış ve vatan toprakları bir avuç kalmış olsa da..

Ülkeyi böylesine satan, vatan haini bir Osmanlı saltanatının işbaşında daha çok tutulmasının ulusa hiçbir yararı olmadığı ortadayken, Lozan Barış Görüşmelerine bağlaşıklarca (İtilaf Devletleri) taraf olarak çağrılınca, Mustafa Kemal Paşa’nın sabrı taşar. Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca emperyalistlerle işbirliği yaparak ülkeyi arkadan hançerleyen Osmanlı Saltanat kadrosunun artık ulusa daha çok ihanetine katlanılamazdı. Mustafa Kemal Paşa ve Türk ulusu “ya bağımsızlık ya ölüm” ilkesiyle şanlı Kurtuluş Savaşı’nı verirken, Vahdettin ve tayfası düşmanla açık işbirliği içindeydiler. Yıllarca savaş alanlarında kan, can ve gözyaşıyla kazanılan ulusal bağımsızlığın ve utkunun Lozan Konferansı’nda masada tehlikeye atılmaması gerekiyordu.

İşte bu gerekçelerle, 1 Kasım 1922’de Saltanat ve Hilafet (Halifelik) birbirinden ayrılarak Saltanatın kaldırılması, TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın şu kararlı sözlerinin ardından oybirliği ile kabul edildi :

  • “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.
  • Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardı.
  • Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir.
    Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir.
  • Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir.
  • Bu behemehal olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır…
  • Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir.”

İşgalci İngiliz dostlarının (!), kendisinin istemini izleyen gün Malaya zırhlısıyla 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan Malta’ya kaçırdıkları son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in (Osmanlı tarihinde hiçbir padişahın düşmana sığınmak gibi davranışı görülmemiştir!) Halifeliği de kaldırıldı ve yerine Abdülmecit Efendi seçildi. Böylece ulus yönetiminin demokratikleşmesi ve Cumhuriyet rejiminin yerleşmesi için çok önemli bir adım daha atılmış oldu.

  • Kimi aymazların dediği gibi Mustafa Kemal Paşa diktatör olsaydı,
    kendisine önerilen Halife-Padişah makamını kabul ederdi
    .
  • Oysa O, “en büyük yapıtım” dediği Cumhuriyet’in,
    TBMM istenciyle seçilen demokrat, çağdaş Cumhurbaşkanı olmayı yeğlemiştir.

Böylelikle; Padişahın tebası-kulu olan insanımız, Cumhuriyetin yurttaşı olma yolunda çok önemli bir kazanım sağlamıştır. Egemenliğin kaynağı, gökyüzünden yeryüzüne indirilerek Anadolu Aydınlanma Devrimi’nin en önemli adımı atılarak, Türkiye’nin çağdaş dünyada kendine yaraşır yeri pekiştirilmiştir.
***
1 Kasım 1928’de ise Latin harflerinden oluşan yeni Türk abecesi (alfabesi) kabul edilmiştir. Hard Devrimimizi de içten kutluyoruz 94 yıl sonra.. (Bu akşam, bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği‘nin  bir anma ve ödül toplantısı olacak Ankara Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız :
DİL DERNEĞİ; HARF DEVRİMİ’NİN 94. YILI | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

Türk Ulusuna; Anayasamızın 2. maddesinde, “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” 6 temel niteliği tanımlı –insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti– olan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetimizde sonsuza dek onurlu bir yaşam diliyoruz..

Cumhuriyetimiz, 99 yılda kendisine kol – kanat gerecek aydın kadroları – kuşakları yetiştirmiştir.

Ayrıca 1 Kasım 1922’den bu yana tarihin köprülerinin altında çooook sular akmıştır.. Küresel toplum insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, çevreci, hukuk devletine evrilmektedir.

Çağımız İNSAN HAKLARI ÇAĞIDIR.. 

Türkiye’de de hiç kimse ama hiç kimse suları tersine akıtmaya ya da tarihin tekerleğini değil tersine çevirmek, çomak sokmaya bile kalkışmamalı, dahası yeltenmemelidir. Herkes haddini bilmelidir. Despotik – teokratik rejimlerin sonu gelmiştir; doğrudan demokrasi yakındır.

AKP=RTE iktidarı / TEK ADAM REJİMİ, Millet – UlusdeğilÜmmet – tebaapeşinde koşmayı bırakmalıdır, boşuna döner avare kasnak ve kendini tüketir.. Ülkemiz sınırlı kaynaklarını boşa tüketiyor, enerjisini yersiz kullanıyor. Oysa 21. yy’da uluslararası toplum ile küresel rekabet öylesine zor, öylesine güç, öylesine bilimsel – akılcı yönetim ve toplumsal düzen istiyor ki… anlatmak kolay değil.. Biatçı ümmet sürüsü değil özgür yurttaşlar!

  • 100. yılda AKP = Erdoğan köktenci bir politik muhasebe yapmalı ülkenin – ulusun geleceğini tehlikeye atacak en küçük bir girişimden bile mutlak olarak, AR-TIK sakınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti yüzbinlerce şehit-gazi kanı ile kurulmuştur!

Ar-tık; insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti saldırısı bitmelidir.

  • Saltanat – Halifelik tarihin çöplüğünde tükenip bitmiştir.
  • Egemenlik, bağsız – koşulsuz Ulusundur!
  • Demokratik Cumhuriyet fazilettir (erdemdir) ve özellikle kimsesizlerin kimsesidir!

Bu tartışılmaz gerçekleri içinize sindirmeli ve tek başına iktidarınızın 20. yılı biterken, rotanızı doğru belirlemelisiniz.. Hem siz, hem ülke yoruldu hem de Cumhuriyetçilerin sabrı tükeniyor..

Sevgi ve saygı ile.
01 Kasım 2022, Ankara

UKRAYNA BUNALIMI HAKKINDA ADD BİLİM ve DANIŞMA KURULU GÖRÜŞÜ

UKRAYNA BUNALIMI HAKKINDA
ADD BİLİM ve DANIŞMA KURULU GÖRÜŞÜ

https://www.add.org.tr/makaleler/

Rusya tarafından 24 Şubat 2022 sabahı başlatılmak zorunda kalınan Ukrayna’ya dönük askeri harekat, küresel ve bölgesel ölçekte Ülkemizi de içeren ciddi potansiyel tehditler taşımaktadır. Türkiye bir dizi önlemi zamanında ve bilimsel akılcılıkla sergilemek zorundadır. Dış politikada duygusallığa ve sürgit dostluklara yer yoktur, belirleyici olan ülkemizin ve ulusumuzun güvenliği ve çıkarlarıdır. Çıkarlar, uluslararası hukuka uygun, karşılıklı adalet ve hakkaniyet çerçevesinde gözetilmelidir. Ayrıca Dış Politika girişimleri kararlarının olabildiğince ulusal tabanda geniş uzlaşma ile alınması ve geleneksel ilkelerin korunması gereklidir. Köklü devletler uzun erimli (vadeli) dış politika seçeneklerine sahiptir, siyasal iktidarlar değişse bile bu politikaların özü değişmez. Türkiye için bu ilkelerin başında, “YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ” gelir.

Türk Dış Politikasının ilkeleri Mustafa Kemal ATATÜRK döneminde belirlenmiş ve son 20 yıl dışında, yüz yıla yakın zamandır uygulanagelmektedir. Bu sayededir ki Türkiye Cumhuriyeti,
tüm zorluklara – engellere karşın 99. yaşına sıcak savaşlara girmeden ulaşmış ve kurucu uluslararası anlaşmaları koruyabilmiştir. Bunların başında, Atatürk önderliğinde öncü kurucu kadroların armağanı olan Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923) ve Montreaux Boğazlar Sözleşmesi (1936) gelmektedir.
***
Uluslararası ölçeğe tırmanan Ukrayna bunalımının yönetiminde Türkiye’nin izlemesi gereken ilkeler şöyledir:

  1. Muhalefetin etkili çabasıyla TBMM, Ukrayna sorununu görüşmek ve politika belirlemek üzere 120 imzayla ivedilikle göreve çağrılmalı;[1] gizli-özel oturumlarda konu görüşülerek, ulusal uzlaşma temelli politikalar üretilmelidir. Sorun, tek kişi yönetimine asla bırakılamayacak ölçüde ciddi ve karmaşıktır. Anayasanın 92. maddesinin ilk fıkrasında salt (münhasıran) TBMM’ye verilen yetki gerektiğinde kullanılmalı, md. 92/2’nin koşulları iktidar tarafından zorlanmamalıdır. Tarihimizde TBMM’de alınmayan kararların çok acı sonuçları vardır. Enver Paşa Osmanlı Devletini 1. Dünya Savaşına sokmuş, DP hükümeti TBMM kararı olmaksızın Kore Savaşına 1 tugay asker göndermiştir. Kurtuluş Savaşını yöneten TBMM, bu bunalımda da mutlak söz ve karar sahibi olarak meşru yetkisini kullanmalıdır.
  2. K. ATATÜRK’ün son derece yerinde nitelemesiyle “.. bizi mahvetmek isteyen Emperyalizm”, kaynağı ne olursa olsun karşıt olduğumuz, insanlık düşmanı bir ideolojidir. Türkiye ne ABD ne Rus emperyalizminin yanında olamaz! 2. Dünya paylaşım savaşı öncesi ve sırasında 2. Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün büyük başarıyla yürüttüğü tarafsızlık politikası, Türkiye’yi bu yıkıcı serüvenden koruyabilmiştir. Ülkemiz, ısrarlı ve tutarlı biçimde “aktif bir tarafsızlık politikası” izlemelidir.
  3. Ukrayna sorununun iktidar tarafından iç politikaya alet edilmesine ve hele hele Cumhurbaşkanı ve genel seçimi erteleme amaçlı kullanılmasına, koşulları tam oluşmadan (Anayasa m.119) OHAL ilanına kesinlikle izin verilmemelidir.
  4. Rus askeri harekatı ve öncesindeki uluslararası topludurumun (konjektürün) de bir ölçüde payı olmakla birlikte, gerçekte AKP iktidarınca izlenen son derece yanlış ekonomi politikaları sonucu ülkemizde yaşanmakta olan ve katlanılmaz boyutlara ulaşan hiperenflasyon – yoksulluk – işsizlik – yaşam pahalılığı sorunlarını çözmeye, etkilerini hafifletmeye dönük kapsamlı sosyal devlet politikaları aksatılmadan sürdürülmelidir. Dış politika, ağır iç sorunlara şal yapılmamalıdır.
  5. Türkiye, çok ağır ekonomik ve siyasal bunalımla hatta rejim bunalımıyla yüz yüzedir. Merkez Bankası rezervleri negatiftir, ağır dış borç yükü söz konusudur. Bunalım petrol fiyatlarını hızla yükseltmiştir. Bir askeri operasyonu, çatışmayı kaldırabilecek ekonomik güçten büyük ölçüde yoksundur. CDS primi çok yükselmiş (600+!), yeni borçlanma olanakları çok sınırlıdır. Bu bakımlardan da AKTİF bir tarafsızlık politikası tek seçenektir. NATO’nun peşinde uydulaşarak serüvenler, emperyalizmin emellerine hizmet etme asla kabul edilemez ve Türkiye’nin tarihsel saygınlığı ile bağdaşmaz. Ekonomik bağımsızlığı olmayanların, ulusal çıkarlarını korumaları çok zordur. Bugünleri görenler boş yere “tam bağımsız Türkiye” demediler.
  6. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ülkemiz ve hatta dünya barışı için ne denli yaşamsal olduğu Ukrayna bunalımında bir kez daha kanıtlanmıştır. 19-21. maddeleri özellikle, titizlikle gözetilmelidir. ABD tarafından esnetilmesi istemlerine ödün verilmemeli, Karadeniz bir barış denizi olarak kalmalıdır. Rusya’nın ABD – NATO tarafından son olarak Ukrayna ve Karadeniz’den çevrelenmesine Rusya’nın kesinlikle izin vermeyeceği akılda tutulmalıdır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yaşamsal önemini bir ortak basın açıklamasıyla kamuoyuna duyuran saygın ve yurtsever 104 emekli amiral hakkında açılan yersiz ve haksız dava düşürülmeli ve bu komutanlardan açık özür dilenmelidir. İstanbul Kanalı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni dolanma (by pass) amaçlı olup, aynı ölçüde sakıncalıdır. ABD, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nı çıkarları yönünde yorumlamaya ve esnetmeye çalışıyor. Oyuna gelmemeliyiz. Öte yandan BM etkili bir örgüt olmamakta, özellikle küresel bunalımlarda zayıf ve yetersiz kalmaktadır.
  7. Ukrayna sorunun en önemli nedenlerinden biri, bu ülkede uluslaşmanın gerçekleştirilememiş, ulus devlet güvencesinin kazanılamamış olmasıdır. Karmaşık demografik – etnik yapısıyla 44 milyon nüfuslu ve 633 bin km2 toprakları olan Ukrayna’da, 2014 Soros’çu turuncu darbe ile Batı yanlısı NATO’cu iktidar kurulmuştur. Ancak son aşamada Batı Ukrayna’yı yalnız bırakmıştır. Bu noktada M.K. Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene!” çağrısı ile Türkiye’nin Anadolu’da ve Trakya’da uluslaşması ve hızla ulus devlete evrilmesi çabasının ne denli yaşamsal olduğu açıkça görülmelidir. Dolayısıyla hiçbir gerekçe ile ulus bütünlüğü – birliği zedelenmemeli, iç politikada Ulusu kutuplaştırıcı politikalardan kesinlikle kaçınılmalı ve uluslaşma sürdürülmelidir.
  8. ABD, Türkiye’ye artık “stratejik müttefik” gözüyle bakmıyor. Bölgemizde yeni arayışlar içinde. Suriye ve Irak’ın kuzeyinde karakol devletler kurarak bu ülkeleri bölmüş, Türkiye’yi de bölmeye açıkça çaba göstermektedir. 2006’da yayınlanan ve Türkiye dahil 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) (!), ABD Dışişleri Bakanı C. Rice tarafından resmen ilan edilmiş; Plan, ABD Armed Forces Journal’de E. Alb. R. Peters imzalı yayınlanmıştır (Haziran 2006)!
  9. NATO’nun varlık nedeni kalmamıştır. SSCB 1991’de çökmüş, Varşova Paktı 1993’te dağılmıştır. Ancak NATO genişlemeyi sürdürmüş ve 5 atak ile Rusya’yı adeta Batı’dan kuşatmıştır. Ukrayna da NATO’nun saldırgan genişleme politikasıyla NATO üyesi yapılırsa, Rusya adeta nefes alamaz duruma düşürülecektir. Rusya kezlerce bu itirazını dile getirmiş ancak 2014’te Ukrayna’da darbe yapılarak ABD yanlısı iktidar kurulmuştur. Rusya, ulusal güvenliğinin açıkça tehdit edildiğini, bu duruma izin veremeyeceğini, beka sorunu sayacağını bildirmiştir. Varlık nedenini yitiren NATO, konumunu pekiştirmek için saldırgan yayılma politikasıyla doğrudan doğruya küresel barış için açık bir tehdit örgütü konumuna sürüklenmiştir. Bu bağlamda Rusya’nın askeri harekatı, görüşmeye çağrı çabalarının, Ukrayna’nın NATO’ya alınmayacağı güvencesi verilmesi istemlerinin reddi ve doğrudan Ukrayna’nın NATO üyesi olmayacağını açıklamaktan kaçınması sonunda, bir tür öz savunma zorunluğu olarak kaçınılmaz olmuştur. Hızla ve en az yitikle sonlanması içten dileğimizdir. M. K. ATATÜRK’e göre “Savaş eğer ulusun yaşamı tehlikeye düşmemişse, cinayettir.” Rusya’nın bu bağlamda tümüyle haksız olduğunu savlamak çok güçtür. Ancak yineleyelim; biz ADD olarak, nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşıyız.
  10. Ülkelerin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü temel bir ilke olmakla birlikte, Rusya için NATO ve Avrupalı müttefiklerince tek yanlı olarak düşmanca kötüye kullanılması kabul edilemez. “Karşılıklılık” uluslararası hukukun en temel ilkelerindendir. Hızla bir ateşkes istemi, ne yazık ki, Rusya açısından, acil hedeflerine erişmediği sürece boşlukta kalacaktır. Nitekim harekatın 2. gününde Rusya, silahlı çatışmaya ara vererek görüşme çağrısında bulunmuş ancak olumlu yanıt alamadığı için operasyonu sürdürmek zorunda kalmıştır. İnsani hedefler özenle korunmaktadır.
  11. Askeri harekat uzadıkça Türkiye, önümüzdeki kısa erimde bu 2 ülkeden dışalımını yaptığı
    başta buğday olmak üzere tahıl ürünlerini sağlamada sorunlar yaşayabilir, hatta açlık ve kıtlıkla yüzleşebilir! Seçenek politikalar geliştirilmesi ve gerekli önlemlerin zamanında alınması zorunludur. Her iki ülkeyle çok yönlü ilişkiler içindeyiz. Turizm en önemli kalemlerden. Rusya ülkemizde nükleer güç santralı inşa etmekte (Mersin). Türkiye’ye S-400 hava savunma sistemleri sattı. Oysa ABD, bedeli ödenen F-35 savaş uçaklarını vermemekte. AB, açıkça uluslararası anlaşmaları çiğneyerek Güney Kıbrıs Rum Yönetimini AB’ye aldı. ABD, Dedeğaç’ta yeni askeri üs kurdu. Suriye ve Irak’ta birkaç üs edindi. Türkiye içten ve dıştan kuşatılmakta. Bu gerçeklerden çıkarılacak önemli dersler vardır. Küresel dengeler özenle gözetilerek Bölge merkezli barışçıl işbirlikleri öne çıkarılmalıdır.
  12. Dışişleri Bakanlığı deneyimi ve kıdemli uzmanlarından mutlaka yararlanılmalıdır. Liyakatsiz, siyasal tercih temelli atamaların bedeli çok ağır ve telafisi olanaksız olabilir. Kamuoyu yanıltılmamalıdır. Ancak İktidarın niteliği, sicili ve yapageldikleri, uzmanlığa, demokratik – katılımcı karar süreçlerine gerekli önemi vermemesi kaygımızı büyütmektedir. Bu dönemin sıkıntısız geçirilmesi beklenemez. Tek adam rejimi” başlı başına Ulusal güvenlik sorunudur ve özellikle kritik dönemlerde ülkemizin Batılı emperyal güçlerce kolaylıkla yönlendirilmesi (manuple edilmesi) için kurgulanmıştır. Parlamenter demokratik rejime ülkemiz hızla dönmek durumundadır. Bilim ve dijital dönüşüm çağını (Endüstri 5.0) asla ıskalayanayız. Bölgesel ve küresel sorunlar kuşkusuz hep olacaktır. Atatürkçü Düşünce Sistemi, çıkış yollarını hala içermektedir. Ülkemizi sıcak silahlı çatışmalara çekecek oyunlardan ve kışkırtmalardan uzak kalmalıyız. Ulusal kaynaklar kalkınmaya adanmalıdır.
  13. Çağımızda bir hegemonya değişim süreci yaşanmaktadır. Tek kutuplu emperyal Batı egemenliği zayıflamakta ve Avrasya ağırlığı büyümektedir. Türkiye güncel – dönemsel küresel gelişmeleri dikkatle izleyerek tam bağımsızlığını korumalı ya da karşılıklı bağımlılık ekseninde çıkarlarını savunmalıdır. Batı’nın süregelen Yeşil Kuşak kuşatmasıyla yalnızlaştırma, sarma politikasına Rusya direnmektedir. Bu emperyal stratejiye karşı Rusya ile ortak direnme hattı örülmesi gereklidir.
  14. Küresel haberlerin farklı kaynaklardan izlenmesi, yeterli güncel – güvenilir istihbarat üretimi, basın özgürlüğü… dezenformasyon ve algı yönetiminden sakınabilmek için demokratik zorunluktur. Dış politikada uzun erimli ve seçenekli ulusal planlarımız, hedeflerimiz olmalıdır. Kimi devletlerin, uluslararası kuruluşların, bölgesel birliklerin güncel gelişmeleri kendi çıkarları için kullanarak sonraki süreçleri biçimlendirme amacıyla yapabileceği kışkırtıcı (provokatif) eylemler ve bilgi kirliliğinden sakınılmalıdır. Haklılığınızın arkasına güç koyamazsanız, sonuç almak zordur. Uluslararası hukuk güçlüler hukukudur, güven kalmamıştır. Bu bağlamda iç kamuoyu desteği vazgeçilmez olup, güven sarsılmadan olabildiğince saydam davranılmalı, halkın bilgi edinme hakkı korunmalıdır.
  15. Donetsk ve Luhansk bölgelerinde Rusya yanlılarının yerel bağımsızlık ilanı ve Rusya tarafından hemen tanınması uluslararası hukuk bakımından sancılı bir durumdur. Ulusların kendi yazgılarını belirlemeleri BM İkiz Sözleşmelerinde kabul görmüş olmakla birlikte, bağlı olunan devletten ayrılmada halk oylamasının ülke genelinde yapılması zorunludur. Sıcak silahlı çatışma ortamında taktik nedenlerle böylesi bir yol izlenmiş olsa da uluslararası hukukun gerekleri yerine getirilmelidir.
  16. Çağımızda ne yazık ki Demokrasiler geriledi, zayıfladı; güçlülerin, nitelikli olmayan tek adamların yönetimleri sürüyor. Halkın seçtikleri değil, sermayenin güdümünde kişilerin iradesi baskın oldu. Yeni insan tipi yaratıldı. Bireyin çıkarı öne geçti. Ulus, ulus devlet, ulusal birlik değerleri aşındırıldı. Ne gibi güncel tehditler yaşamakta oldukları ve gelecekte yaşayacaklarının ayrımında olmayan tüketici, sorumsuz, hedonist.. yığınlar oluştu. Uzun erimde ülkemizde ve Dünyada Demokrasi ve barış kültürü geliştirilmeli, uluslararası toplum kalıcı barış ve gönenç için çaba göstermelidir. Ulusumuzun güvenliğini ve geleceğini küresel egemenlerin insafına bırakamayız.
  • Ana hedefimiz; Atatürk’ün Ulus egemenliği, tam bağımsızlık ve “yurtta barış, dünyada barış” devrimci ilkeleri temelinde çağdaş uygarlık düzeyini bilimsel akılcılıkla aşmak olacaktır.

Kurullar adına Prof. Dr. Ahmet SALTIK, ADD Bilim Kurulu Bşk. Yrd. 26 Şubat 2022, Ankara

Katılanlar : Prof. Dr. Ali Ercan, Prof. Dr. Özer Ozankaya, Prof. Dr. Lütfü Çakmakçı, Prof. Dr. Tahir Baştaymaz, Av. Önay Alpago, Eğitimci Emine Hekimoğlu, Doç. Dr. Mehmet Balyemez, Eğitimci Mustafa Gazalcı, Dr. Onur Öymen, Prof. Dr. Gönül Balkır, Müh. Güngör Berk, Müh. Safa Yenice (Gn. Bşk. Yrd.)

[1] Anayasa md. 93/3 : Meclis Başkanı da doğrudan doğruya veya üyelerin beşte birinin yazılı istemi üzerine, Meclisi toplantıya çağırır.

UĞURLAR OLSUN

Suay Karaman

28 yıldır olduğu gibi bu yıl da 29. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda başta Uğur Mumcu olmak üzere yitirdiğimiz tüm yurtsever aydınlarımızı içimiz burkularak, sevgiyle ve saygıyla bir kez daha anıyoruz. Anılarının yolumuza ışık saçtığının bilincindeyiz. Uğur Mumcu, ilke ve değerleri için yaşayan tartışmasız bir Kemalist, yurtsever bir devrimciydi.

Bu gün (24 Ocak 2022) yurdumuzun birçok yerinde Uğur Mumcu’yu anma toplantıları yapılmaktadır. Bu anma toplantılarında amaç salt Uğur Mumcu’yu anmak değil, anlamak da olmalıdır. Uğur Mumcu’yu anladığımız zaman, ülkemiz üzerinde oynanan emperyalist oyunları görmek ve daha iyi anlamak mümkün olacaktır.

  • Bugün her yönden sıkıntıya sokulmuş ülkemizde Uğur Mumcu’yu anlamak, Kemalist ilke ve devrimleri özümseyerek, tam bağımsızlığa sarılıp, emperyalizme karşı direnmektir.

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletine sahip çıkmaktır. Aydınlanma karşıtı hareketlere, ortaçağ artıklarına isyan etmektir, başkaldırmaktır. İşte Uğur Mumcu’yu anlamak böyle tanımlanır.

Ancak toplum olarak Uğur Mumcu’yu yeterince anlayamadık. 3 Kasım 1970’te Devrim Gazetesi’ nde yazdığı “Namus Borcu” adlı yazısını anlayabilseydik

  • “Biz sapına kadar Kemalist ve sapına kadar 27 Mayısçıyız. Atatürk’ü ve 27 Mayıs Devrimini savunmak, devrimci aydının namus borcudur. Atatürkçü ve 27 Mayısçı olmayan bir devrimciyle alışverişimiz yoktur.”

sözleri karşısında Atatürk’e saldıranlara, heykellerini parçalayanlara ve 27 Mayıs Devrimi’ni yok sayanlara, aynı sertlikle karşılık verirdik.

Uğur Mumcu’yu yeterince anlayabilseydik, 27 Haziran 1975 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı “Kanıksamak” adlı yazısındaki

  • “Demokratik bir toplum için en büyük tehlike, yolsuzluklara, karanlık cinayetlere ve haksızlıklara karşı kamuoyunun duyarlılığını yitirmesidir. Yaşadığımız olaylar demokrasimiz için bir utanç sayfasının kanlı satırlarıdır. Unutmayalım ki bazı insanlar cinayetlere, haksızlıklara ve yolsuzluklara susarak da katılmış olurlar”

sözleri karşısında, bugünkü suskunluğumuza ve tepkisizliğimize son verirdik.

16 Nisan 2017 tarihindeki halk oylamasında mühürsüz oyların geçerli sayılması sonucunda açıkça bir sahtecilikle ülkemizin rejimi değiştirilmiştir.

Muhalefetin de kabullendiği bu oylama sonucunda, ülkemizde tek adam rejiminin önü açılmıştır. Yaşadığımız günler, cumhuriyet tarihimizin en kritik ve en karanlık dönemleridir. Cumhuriyetin temel ilkelerine, demokratik ve laik devlet düzenine, hukuku çiğneyip, anayasaya karşı olduğunu açıkça beyan eden bir siyasal kadro, ülkemizi ortaçağ karanlığına sürüklemektedir.

Uğur Mumcu’nun yıllar önce söylediği imam hatip mezunlarının subay, emniyet müdürü, kaymakam, vali, savcı, hâkim olduğu günleri yaşamaktayız.

  • Devlet yönetimi imam hatipliler tarafından ele geçirilmiştir.

Ancak her şeye karşın Uğur Mumcu’nun 23 Şubat 1977’de Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı “Vur, Öldür, Yaşatma” adlı yazısındaki umut dolu söylemlerin, bize gelecekteki aydınlık günleri müjdelediğini de unutmamalıyız.

  • “Gün gelecek, bütün bunların hesabı sorulacaktır. Gün gelecek, akıttıkları kan gölünde boğulacaklardır. Göreceksiniz, bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün. Ama bu hesap sorulacaktır. Bir gün mutlaka sorulacaktır. Yarın, öbür gün, ama mutlaka sorulacaktır”

“Devri sabık yaratmayacağız” diyenlerin aksine, yapılan tüm yolsuzluklardan, talandan, hukuksuzluklardan hesap sorulacağı bilinmelidir. Uğur Mumcu’yu ve öldürülen tüm yurtsever aydınlarımızı anmanın ötesinde anlamak için, çok emek harcamalı ve bilinçli şekilde örgütlenmeliyiz.

Umutsuzluğa yer yoktur, büyük önderimiz Atatürk’ün bize sunduğu aydınlık yola yeniden gireceğimiz günler gelecektir. İşte bu yüzden hepimize büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir.

Uğurlar olsun aydınlık günlere…