Etiket arşivi: KEMALİST

Yenilginin ve değişimin anatomisi

Merdan Yanardağ

Merdan Yanardağ
Siyaset 06.08.2023, BİRGÜN

Değişim tartışmaları, muhalefet alanında bütün tuhaflıkları ile sürüyor. Üstelik öznesi ve nesnesi CHP olan bu tartışma, sanki adil ve demokratik bir seçim yapılmış da kaybedilmiş gibi yürütülüyor. Tuhaflığı da yüzeyselliği de bu yanından kaynaklanıyor.

Oysa yapılması gereken şey:

  • Seçimlerin hangi koşullarda gerçekleştiğini ortaya koyarak
    iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini sorgulamaktır.

Çünkü, ancak böyle bir tartışma yapıldığı ve siyasal hamle geliştirildiği takdirde, gelecekte gidilecek seçimlerde de aynı şeylerin olmasını, hile ve kara propagandayı önleyebiliriz. İktidarın meşruiyetini (yasallığını değil) tartışalım demek bu anlama gelir. Ancak, bu an ne yazık ki kaçırılmış görünüyor. Devrimci bir perspektif olmadan değişim de olmuyor.

Durum böyle olunca, gerçekte daha yüksek olduğunu tahmin ettiğimiz, % 48’lik çok önemli bir muhalefet ve direniş potansiyeli de değersizleştiriliyor. Gericilik ve faşizm karşıtı bu büyük toplumsal güç dağıtılıyor. Dahası içine kapanarak umutsuzluk ve karamsarlıkla siyasal mücadele alanından çekiliyor. En büyük kayıp ve tehlike bu durumdur.

Diğer taraftan, CHP’de bir değişim ve yenilenme tartışması kaçınılmazdır.

Hiç kimse hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edemez… Ülkenin en gelişkin ve dinamik kesimlerinin derin bir yenilmişlik duygusu ile siyasetten ve örgütten kopması karşısında, bu kesimleri yeniden kazanacak ve ayağa kaldıracak dürüst ve serinkanlı bir seçim değerlendirmesinin yapılması gerekiyor. Bu sorumluluk seçimin üzerinden neredeyse 2,5 ay geçmesine karşın yerine getirilmiş değil. Birgün gazetesi, devrimci bir yaklaşımla bu tartışmayı yapıyor.

CHP genel merkezinin hâlâ üzerinde tartışabileceğimiz, katkıda bulunabileceğimiz yazılı bir seçim değerlendirmesi yok. Ortada, kamuoyu ve toplumla paylaşılan anlamlı bir metin olmayınca seçim değerlendirmeleri ve değişim tartışması da ister istemez medya üzerinden yürütülüyor. Konu dalgalanmaya bırakılmış durumda. Oysa konuya ilişkin olarak yapılan ve bazılarının kesintisiz 12 saat sürdüğü belirtilen toplantılarda ortaya çıkan sonuçlar bile, bir rapor haline getirilebilirdi.

Dolayısıyla; kamuoyunda kişilere sıkıştırılmış, verimsiz, çerçevesi belirlenmemiş ve ideolojik-politik bir zeminden yoksun tartışmalar devam ediyor. Bir disiplini olamayan bu tartışmalardan anlamlı bir sonuç çıkması mümkün görünmüyor. Yönü ve kapsamı belli olmayan, genel başkanın değişimine indirgenmiş böyle bir tartışmanın partiyi paralize (felç) ederek önümüzdeki yerel seçimlerin de yitirilmesine yol açacağını söylemek, sanırım yanlış olmaz.

  • Bu tartışmayı başlatanlar, değişimin ideolojik oylumu, siyasal ve tarihsel yönü, felsefi ve teorik arka planına ilişkin hiçbir şey söylemiş değil.

Bunu konuda ortaya yazılı bir metin, ciddiye alınacak teorik (kuramsal) bir çalışma da konulamamış durumda. Bu nedenle; partideki sağa kayışı tersine çevirecek halkçı, yurtsever, kamucu, laik ve cumhuriyetçi bir perspektifle hareketi/örgütü yeniden inşa edecek bir irade ve inisiyatif de gelişemiyor. Bugün yaşanan krizin asıl kaynağı budur.

Kazanılacak seçim, büyük hatalar yapıldığı için kaybedildi.

Dahası, kaybetmek için adeta özel bir çaba gösterildi. Dolayısıyla; seçim yenilgisinin tek nedeni adil ve demokratik olmayan koşullar, hile ve iftiraya dayalı kampanya değildir. Bu yenilginin muhalefetin (daha çok CHP’nin) izlediği politikalardan da kaynaklanan çok önemli nedenleri var. Ancak bunların hiçbiri derinliğine ele alınmıyor. Siyasal İslam eleştirisi yapılmadı, başta laiklik olmak üzere cumhuriyetin ilerici ve demokratik değerleri savunulmadı. Cumhuriyeti kurduğu için neredeyse özür dileyecek bir partinin, bu kompleksle seçimleri alması çok zordu.

Oysa bir rejim tartışmasının yapıldığı, ülkenin yönünün yeniden çizilmeye çalışıldığı bir tarihsel dönemeçte, “normal bir seçim” yapılması mümkün değildi. Zaten olmadı da…
***
Nihayet ortaya yazılı bir metin çıktı. Ekrem İmamoğlu, hafta sonu gazetesi Oksijen’de “Türkiye İçin Yeniden” başlıklı bir yazı yayımladı. Ben yazıya biraz geç ulaştım, Çünkü haftalık olduğu için dergi sayılıyor, idarenin izni ile abone olmak gerekiyor. Neyse ki Tele1’den arkadaşlar yazıyı gönderdi ve gecikmeli olsa da tam metni okuyabildim.

Öncelikle belirteyim; ortaya yazılı bir metin konulmasını, bütün eksikliklerine karşın önemli buluyorum. Yazının ideolojik ve siyasal bir derinliği olmasa da bir tartışmanın yürütülmesi için ipuçları veriyor. İlk ipucu da yazının yayımlandığı gazete. Yazının liberal beyaz Türklerin gazetesi denilen Oksijen’de çıkmış olması, İmamoğlu’nun ekibinin bazı temel tercihlerini de ortaya koyuyor. Zaten, söz konusu yazı, demode liberal tezlerin arka arkaya sıralandığı (ağırlıklı olarak) bir metin olmuş. Yazı, bıktırıcı bir ezbere ve yaşam tarafından defalarca (kezlerce) yanlışlanmış görüşlere dayanıyor. Bu görüşlerin ilerici ve yenilikçi olduğu ise tam bir şehir efsanesidir.

Yazıda, CHP’nin sağa savrulduğuna ilişkin tek bir eleştiri ya da tespit (saptama) bulunmuyor. Artık gına getiren bir liberal yaklaşımla CHP’nin Kemalist, vesayetçi, devletçi ve seçkin bir parti olduğuna ilişkin ideolojik ön kabul, örtük şekilde benimseniyor. Buna karşılık; AKP’nin inşa etmeye çalıştığı, en hafif deyimiyle, dinci-faşizan totaliter rejime ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmıyor.

  • İslamo-faşist bir düzenin kurulmasının büyük bir hızla sürdürüldüğünden yazının haberinin olmadığı anlaşılıyor.

Bu durumda; CHP’nin emekçi tabanlı, sol eksenli, cumhuriyetçi ve yurtsever bir parti olmaktan çok daha da sağa çekileceği bir sürecin yolu da açılıyor. Yazının yarattığı bu izlenimin çok sayıda kanıtı bulunuyor. Oysa bu liberal tezleri Avrupa solu/sosyal demokrasisi terk edeli neredeyse 20 yıl oluyor.

Kalpaksız Kuvayı Milliyeci

Büyükelçi Korkmaz Haktanır'ın Anısına Saygı-Daver Darende - Telgrafhane SanatDAVER DARENDE
Emekli Diplomat

Cumhuriyet, 24 Ocak 2023

24 Ocak, onurlu yaşamını ülkesi için feda eden kalpaksız Kuvayı Milliyeci Uğur Mumcu’yu yitirdiğimiz hüzün dolu gündür. Bugünü asla unutmayacağız, unutturmayacağız.

  • Uğur Mumcu Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusuydu.

Bu topraklarda bir sömürge aydını gibi dolaşanlara, karşıdevrimcilere, siyaseti kendi çıkarları için kullananlara karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün anısını yücelterek kalemiyle savaştı.

Yurdunun sorunlarını kendine dert edinmiş gerçek bir yurtseverdi.

‘İNANÇ IŞIĞI’

Değerli yazar Ali Sirmen bir yazısında Uğur Mumcu için şöyle demişti:

  • “Gerçekten eğer toplum Uğur Mumcu gibi olabilseydi veya O’nun uyarılarından
    gerekli dersleri çıkarmayı başarabilseydi, bugün içinde bulunduğumuz duruma düşmezdi.”

    (Cumhuriyet, 25 Ocak 2008)

Uğur Mumcu, Kuvayı Milliye ruhunun aramızda soluk alan inançlı temsilcisiydi.
Bugün yaşamda olsaydı, Lozan’ın intikamını almak isteyenlere karşı amansız mücadelesini sürdürür, ülkemizin bugün “Mütareke” döneminden daha ciddi bir durumda olduğunu halkımıza anlatırdı.

Türkiye, son derece ciddi ve tehlikeli bir süreçten geçiyor

Uğur Mumcu, yıllar önce ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehlikeyi gördü ve halkımızı uyardı. Şimdi O’nun yıllar önce yazdıklarına kulak verelim:

  • “Ortadoğu siyasetinde kimin kiminle ne zaman dost, ne zaman düşman olacağı bilinmez. Çünkü Ortadoğu kum ve petrolden oluşan bir cehennemdir.”
    (Cumhuriyet, 22 Haziran 1991)
  • “ABD, Türkiye topraklarını öteden beri Ortadoğu’ya müdahalesi için bir üs olarak kullanmak istiyor. Dün böyleydi, bugün de böyle. Herhalde yarın da böyle olacaktır.”
    (Cumhuriyet, 22 Haziran 1991)
  • “Türkiye, dış siyasetinde ABD markalı mayınlarla döşenmiş bir mayın tarlasına doğru
    hızla sürükleniyor.” (Cumhuriyet, 26 Temmuz 1992)

Şimdi aramızda olmayan, değerli yazar Oktay Akbal bir yazısında şöyle demişti:

  • “Sevgili Uğur Mumcu, bir yıldız gibi geldin geçtin Türk tarihinden.
    Ardında inanç ışıkları bırakarak…”

GERÇEK KEMALİST

Aydınlanmanın simgesi, direncin anıtı Uğur Mumcu Türkiye üzerine oynanan kirli oyunları önceden gören, emperyalizmin çevirdiği dolapları belgeleriyle ortaya çıkaran gerçek bir Kemalist idi.

Bizlere inanç ışıklarını bırakan Uğur Mumcu’yu, O’nun çok sevdiği Sabahattin Ali’nin unutulmaz dizeleriyle saygı ve artan bir özlemle anıyorum.

Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye 
Göğsümde şimdi O’nun aşkı yatıyor..

Emperyalizm ve İslamcılık

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
05 Eylül 2022, Cumhuriyet

Siyaset bilimci Samuel Huntington, “Medeniyetler Çatışması” adlı eserinde, Batı uygarlığıyla Doğu’daki İslam uygarlığı arasındaki çatışmalara dikkat çektiğinde, bu tezi ilk eleştiren kişilerden birisi felsefeci ve dil bilimci Noam Chomsky olmuştu.

Chomsky, Huntington’ın iddia ettiği gibi Batı ile Doğu arasında bu bağlamda bir çatışmanın olmadığını, başta ABD olmak üzere Batı’nın, emperyalizmin bir sonucu olarak nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu birçok ülkede İslamcı hareketleri desteklediğini, aksine ulusalcı ve laik yönetimlere ve hareketlere karşı mücadele ettiğini vurgulamıştı.
***
Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Afganistan, Pakistan, Mısır, Türkiye, Suriye, Libya gibi ülkelerdeki İslamcı, köktendinci, teokratik yönetimler veya hareketler, ABD tarafından yıllarca desteklenmiştir.

Suudi Arabistan, petrol ve savunma sanayi alanında, ABD’nin en büyük ticari ortaklarından birisidir. ABD’nin bu ülkede birçok askeri üssü bulunmaktadır.

Pakistan’daki İslamcı hareketler, ABD destekli Ziya ül Hak diktatörlüğü döneminde gelişmiştir. Afganistan’daki İslamcı, şeriatçı güçler, Pakistan’da korunmuş ve kollanmıştır.

Afganistan’daki El Kaide ve Taliban hareketi, ABD’nin 1980’li yıllardan itibaren (AS: başlayarak) İslamcı, köktendinci hareketlere verdiği desteğin sonucunda doğmuştur.

ABD, Taliban ile çatışma haline girdiği yıllarda bile, Irak’ı işgal ettiği dönemde Irak’a gönderdiği asker sayısından, on binlerce daha az sayıda askerini Afganistan’a göndermiştir ve yıllar sonra da bütün askerlerini geri çekmiştir.

ABD’nin, Afganistan’daki İslamcı, köktendinci hareketlerle yıllarca yaptığı işbirliğini hazmedemeyenler, görünüşleri gerçeklik sananlar, ABD’nin Afganistan’dan yenilerek çekildiği hurafesine sarılmışlardır, Huntington’ın tezlerinin çerez malzemesi konumuna düşmüşlerdir.

Suriye’de ve Libya’da, ABD’nin, “Arap Baharı” adı altında desteklediği İslamcı ve köktendinci hareketler, Arap kâbusuyla sonuçlanmıştır; Libya ve Suriye’de çıkan iç savaşta, yüz binlerce insan yaşamını yitirmiştir; iki ülke de bölünmüş ve parçalanmıştır.

Türkiye’de, Kenan Evren’in öncülüğündeki 12 Eylül askeri darbesi, ABD tarafından desteklenmiştir; bu darbeden sonra, sosyalist, komünist, sosyal demokrat, demokratik solcu, Atatürkçü, Kemalist hareketlerin etkisiz hale getirilmesinin ve bölünüp parçalanmasının bir sonucu olarak Türkiye’de, RP, AKP ve Fethullah Gülen hareketi üzerinden, İslamcı, köktendinci siyasetçiler iktidara gelmiştir.

Atatürk devrimlerinin ve ilkelerinin, sosyal demokrasiyle bağdaşmadığını savunarak CHP’yi bölmek ve parçalamak operasyonunun arkasında da ABD emperyalizmi vardır. Cehaletin ve bilgisizliğin sonucunda, emperyalizmin bu oyununa alet olanlar, bu nedenle çok dikkatli olmalıdırlar!
***
AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın desteğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı yapılan ve Erdoğan tarafından yıllardır korunup kollanan İsmail Kahraman adlı şahsın, Türkiye’deki kentlerin, Mustafa Kemal Atatürk tarafından, emperyalist güçlerin işgalinden kurtarılmasının kutlanmasına karşı olduğunu açıklamasına, bu nedenlerle şaşırmamak gerekir.

Bu zat birkaç yıl önce de laiklik ilkesinin anayasada olmasına karşı olduğunu ilan etmişti!

Aynı zat 1960’lı yıllarda, ABD’nin 6. Filosu’nu protesto eden vatansever solculara saldıran faşist ve dinci örgütlenmeye liderlik etmişti!

  • İsmail Kahraman geçmişte de emperyalizmin uşağı idi,
    bugün de emperyalizmin uşağıdır!

Yine Erdoğan tarafından Cumhurbaşkanlığı protokolünde ağırlanan ve “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen Kadir Mısıroğlu ne ise İsmail Kahraman da odur!
***

  • MHP de Türkiye’de kurulan bu emperyalist mekanizmanın parçasıdır.

MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş, ABD’de askeri okullarda eğitim almıştır, ABD ve CIA ile her zaman yakın ilişkiler içinde olmuştur.

MHP 1970’lerde CIA destekli “Kontrgerilla” hareketinin bir parçası olduğu gibi, AKP’ye verdiği destekle, bugün de ABD’nin hizmetinde hareket etmeye devam etmektedir!

Emperyalizme karşı gerçek bir mücadelenin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin kurulmasıyla verilebileceğini kavrayamayanlar, büyük bir tarihsel yanılgı içine düşmüşlerdir!

Vatansever olduğunu iddia edenler, dogmatik uykularından uyanmadıkları sürece, Türkiye’nin yaşanan kâbustan kurtulması olanaksızdır!

UĞURLAR OLSUN

Suay Karaman

28 yıldır olduğu gibi bu yıl da 29. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda başta Uğur Mumcu olmak üzere yitirdiğimiz tüm yurtsever aydınlarımızı içimiz burkularak, sevgiyle ve saygıyla bir kez daha anıyoruz. Anılarının yolumuza ışık saçtığının bilincindeyiz. Uğur Mumcu, ilke ve değerleri için yaşayan tartışmasız bir Kemalist, yurtsever bir devrimciydi.

Bu gün (24 Ocak 2022) yurdumuzun birçok yerinde Uğur Mumcu’yu anma toplantıları yapılmaktadır. Bu anma toplantılarında amaç salt Uğur Mumcu’yu anmak değil, anlamak da olmalıdır. Uğur Mumcu’yu anladığımız zaman, ülkemiz üzerinde oynanan emperyalist oyunları görmek ve daha iyi anlamak mümkün olacaktır.

  • Bugün her yönden sıkıntıya sokulmuş ülkemizde Uğur Mumcu’yu anlamak, Kemalist ilke ve devrimleri özümseyerek, tam bağımsızlığa sarılıp, emperyalizme karşı direnmektir.

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletine sahip çıkmaktır. Aydınlanma karşıtı hareketlere, ortaçağ artıklarına isyan etmektir, başkaldırmaktır. İşte Uğur Mumcu’yu anlamak böyle tanımlanır.

Ancak toplum olarak Uğur Mumcu’yu yeterince anlayamadık. 3 Kasım 1970’te Devrim Gazetesi’ nde yazdığı “Namus Borcu” adlı yazısını anlayabilseydik

  • “Biz sapına kadar Kemalist ve sapına kadar 27 Mayısçıyız. Atatürk’ü ve 27 Mayıs Devrimini savunmak, devrimci aydının namus borcudur. Atatürkçü ve 27 Mayısçı olmayan bir devrimciyle alışverişimiz yoktur.”

sözleri karşısında Atatürk’e saldıranlara, heykellerini parçalayanlara ve 27 Mayıs Devrimi’ni yok sayanlara, aynı sertlikle karşılık verirdik.

Uğur Mumcu’yu yeterince anlayabilseydik, 27 Haziran 1975 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı “Kanıksamak” adlı yazısındaki

  • “Demokratik bir toplum için en büyük tehlike, yolsuzluklara, karanlık cinayetlere ve haksızlıklara karşı kamuoyunun duyarlılığını yitirmesidir. Yaşadığımız olaylar demokrasimiz için bir utanç sayfasının kanlı satırlarıdır. Unutmayalım ki bazı insanlar cinayetlere, haksızlıklara ve yolsuzluklara susarak da katılmış olurlar”

sözleri karşısında, bugünkü suskunluğumuza ve tepkisizliğimize son verirdik.

16 Nisan 2017 tarihindeki halk oylamasında mühürsüz oyların geçerli sayılması sonucunda açıkça bir sahtecilikle ülkemizin rejimi değiştirilmiştir.

Muhalefetin de kabullendiği bu oylama sonucunda, ülkemizde tek adam rejiminin önü açılmıştır. Yaşadığımız günler, cumhuriyet tarihimizin en kritik ve en karanlık dönemleridir. Cumhuriyetin temel ilkelerine, demokratik ve laik devlet düzenine, hukuku çiğneyip, anayasaya karşı olduğunu açıkça beyan eden bir siyasal kadro, ülkemizi ortaçağ karanlığına sürüklemektedir.

Uğur Mumcu’nun yıllar önce söylediği imam hatip mezunlarının subay, emniyet müdürü, kaymakam, vali, savcı, hâkim olduğu günleri yaşamaktayız.

  • Devlet yönetimi imam hatipliler tarafından ele geçirilmiştir.

Ancak her şeye karşın Uğur Mumcu’nun 23 Şubat 1977’de Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı “Vur, Öldür, Yaşatma” adlı yazısındaki umut dolu söylemlerin, bize gelecekteki aydınlık günleri müjdelediğini de unutmamalıyız.

  • “Gün gelecek, bütün bunların hesabı sorulacaktır. Gün gelecek, akıttıkları kan gölünde boğulacaklardır. Göreceksiniz, bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün. Ama bu hesap sorulacaktır. Bir gün mutlaka sorulacaktır. Yarın, öbür gün, ama mutlaka sorulacaktır”

“Devri sabık yaratmayacağız” diyenlerin aksine, yapılan tüm yolsuzluklardan, talandan, hukuksuzluklardan hesap sorulacağı bilinmelidir. Uğur Mumcu’yu ve öldürülen tüm yurtsever aydınlarımızı anmanın ötesinde anlamak için, çok emek harcamalı ve bilinçli şekilde örgütlenmeliyiz.

Umutsuzluğa yer yoktur, büyük önderimiz Atatürk’ün bize sunduğu aydınlık yola yeniden gireceğimiz günler gelecektir. İşte bu yüzden hepimize büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir.

Uğurlar olsun aydınlık günlere…

TARİKAT YURDU FACİASI

TARİKAT YURDU FACİASI

Yavuz Alogan  yalogan@gmail.com
https://www.veryansintv.com/tarikat-yurdu-faciasi 16.01.2022

Tarikat yurdu faciası

Enes Kara kardeşimizin şüpheli ölümü bana ilk gençlik çağımızın kimlik arayışıyla geçen zor günlerini hatırlattı. Ortaokul öğrencisiyken odamın duvarında uzaya çıkan Amerikalı astronotların resimleri asılıydı. Lise 1. sınıftayken resimler yerlerini Marx-Engels ve Lenin’in fotoğraflarına bıraktı. Bunun üzerine sert Kemalist ve kararlı antikomünist babamla aramda şiddetli bir çatışma oldu. Evi terk ettim.

O zamanlar bize ıssız bir orman gibi görünen günümüzün Botanik Parkı’nda ve arkadaşımın Adalet Partisi milletvekili olan babasının Şevrole marka arabasının arka koltuğunda birkaç gece geçirdim. Çok romantik bir durumdu. Kendimi İvan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar romanındaki Yevgeniy Bazarov gibi hissediyordum. Kız arkadaşım bana yiyecek getiriyordu. Arkadaşlarla aramızdaki derin siyasî tartışmalar yeni bir anlam kazanmıştı.

İntihar etmek gibi bir düşünce aklımın köşesinden bile geçmedi. Steinbeck, Zola, Dostoyevski okuyan, tiyatro meraklısı akıllı çocuklardık. Diskoteğe de giderdik, TİP’in mitinglerine de…
Ailelerimiz hödük değildi. Bizi adam yerine koyup komünizmin ne kadar zararlı bir fikir olduğunu güzel güzel anlatırlardı. Aramızda empati vardı. Bizim görüşlerimize saygı duyarlardı. Tartışma bazen felsefî boyutlar kazanırdı:

  • “Evladım, komünizmin kaideleri mükemmel olsa dahi tatbiki kâbil değildir, insan tabiatıyla tezat teşkil eden bir fikirler manzumesidir.”

Biz 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ortamında yetiştiğimiz için öyleydik. Bugünkü gençlik karşıdevrimci düşüncelerin hâkim olduğu gerici bir iklimde yaşadığı için böyle. Tarikat cemaat kıskacında intihar eden Enes Kara kardeşimiz bu iklimin kurbanlarından yalnızca biridir. Çocuk arkasında acı dolu bir çığlık bırakarak gitti. Son sözlerini söyleyerek hayata veda eden oğlunun hatırasına karşı mensup olduğu tarikatı savunan babanın sözlerini okuduğumda burnumun direği sızladı.

Adam hiçbir şeyin farkında değil; oğlunu tanımıyor, derdini bilmiyor, pedagojiden anlamıyor. Oğlunu tarikat ortamı değil ateizm öldürmüş: “Benim cemaatten hiçbir şikâyetim yok. Keşke çocuğum cemaatçi olsaydı. İslâmiyeti kalben kabul etseydi, zaten bizim dinimiz intiharı yasaklamıştır. Çocuğum maalesef bunu kalben kabul etmemiş. Ateist arkadaşlarından etkilenmiş. Telefon bağımlılığı da vardı.”

Telefon bağımlılığı varmış!

Tarikatlarla bütünleşmiş bir eğitim sisteminin içinde sıkışıp kalan, dersane-okul-aile baskısının dayattığı kimliğin altında bunalan fakat bu çemberin dışında rengârenk bir dünyanın varlığını da derinden hisseden, isyan kültürü olmadığı için sürekli ezilen bir gençliğin geleceği yoktur.

Dolayısıyla ülkenin de geleceği yoktur.

Kız arkadaşlarıyla gezeceği, kitap okuyacağı, müzik dinleyeceği, kendi gençlik kültürünü yaratacağı çağda zeki bir çocuğu tarikat ortamında günde beş vakit namaz, arada risaleler, ardından Fizik-Kimya-Biyoloji arasına sıkıştırırsanız ya onu aptallaştırırsınız ya da intihara sürüklersiniz.

Tarikatlar Millî Eğitim’den ayıklanmadıkça, cemaatlerin eğitim kurumları kapatılmadıkça, bir Devrim Kanunu olan Tevhid-i Tedrisat uygulanmadıkça bu ülkenin geleceği yoktur.
Millî Eğitim’de uygulanacak reform programını yeniden keşfetmeye ya da yeni baştan yazmaya gerek yok. Program yerli yerinde duruyor:

“Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanacaktır. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulacaktır; temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak devam edebileceği Kuran kurslarının Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve denetiminde faaliyet göstermeleri için gerekli idarî ve yasal düzenlemeler yapılacaktır.”

  • Asgari program budur!
  • Siyasal toplum bu programa kayıtsız kaldığı gibi, bu programı 1997 yılında zamanın siyasal iktidarına kabul ettiren ve günümüzde 80 yaş dolayında olan askerlerin cezaevinde tutulması gerçeğine de sırtını dönmüştür. Görmezden, duymazdan, anlamazlıktan geliyorlar.

Enes Kara’nın ölümü üzerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediklerine bakın:

  • “Gençlerimizle ilgili canımızı yakan olgular söz konusu olunca, paylaşacağımız içeriklerde hepimiz sorumlu davranmak zorundayız. Bana kızanları anlıyorum ama etik sebeplerden dolayı paylaşım yapmayacağım. Zamanı gelince gereken yapılacaktır.”

Laiklikle ilgili değil de “etik”le ilgili sebepler. Öyle mi?
Bu kafayla gereğinin yapılacağı zaman hiçbir zaman gelmeyecek.

CHP yönetimi, “Çocukları bütün dünya nasıl yetiştiriyorsa öyle yetiştirmek varken bir ortaçağ zihniyetine yönelmenin, bunu kurumsallaştırmaya çalışmanın ne bu Cumhuriyet’e ne bu millete faydası var; ne de Anayasa’ya uygunluğu var,” diyen kendi milletvekiline sahip çıkamadı. Oysa milletvekili yerden göre kadar haklıydı.

Sayın Saray “Bre gafil, asıl çağdışı olan sensin, senin bu faşist zihniyetin…” diyerek Özgür Özel’e saldırdı. Kılıçdaroğlu bu saldırıya karşılık verecek yerde, isim vermeden kendi milletvekilini eleştirdi:

  • “Siyaset, inanç ve kimlik alanlarına asla girmemeli.”

Lafa bakar mısınız?

İnanç ve kimlik alanı yalnızca siyaset alanına değil; ekonomiye, kışlaya, okula girmiş, hepsini harıl harıl biçimlendirmeye koyulmuşken, siyasal lider olarak dolaşan biri böyle bir sözü söyledikten sonra geceleri nasıl uyuyabilir?

CHP’nin millî eğitimden sorumlu milletvekili Yıldırım Kaya, bir süre önce “Millî Eğitim Bakanlığı tarikatlar tarafından paylaşıldı” diyerek gerçeği dile getirmişti. Dün sosyal medyada ilginç bir paylaşım yaptı:

“Genel başkanımızın bir huyu var, ben yaptım diye anlatmaz. Umreye gittiğini, peygamber soyundan geldiğini de kimse bilmez.”

Meğer peygamber soyundan geliyormuş! CHP’nin imamı!… Ana muhalefet partisinin “sosyal demokrat” başkanı, peygamber soyundan gelen Dersimli Seyyid Kemal! “Allah’ın izniyle” iktidara geldiğinde “Kul Hakkı” yedirmeyecek!

Böyle aptalca laflar edince tarikat ve cemaatlerden oy alacaklarını sanıyorlar. Bu nasıl bir korkaklık, nasıl bir zavallılıktır! Ülkenin millî eğitimi mezheplerin, cemaatlerin paylaşım alanına dönüşmüş.
Türkiye’de siyasî parti faaliyetleri boş sözlerle sürdürülen bir tür şarlatanlığa, seçmen dalkavukluğuna indirgenmiştir.

  • Faaliyet hâlinde olan 2,6 milyon tarikat üyesinin 84 milyonun geleceğini belirlemesine izin verilemez.

Toplum, Enes Kara kardeşimiz gibi intihar ediyor ya da karanlık eller tarafından yedinci kattan aşağıya itiliyor.

Üstelik arkasında düzgün cümlelerle derdini anlatabildiği bir ses ve görüntü kaydı bile bırakamadan…

Türban ilköğretimde; Kılıçdaroğlu ne kadar övünse azdır!


Türban ilköğretimde; Kılıçdaroğlu ne kadar övünse azdır!

portresi

 

İSMET ÖZÇELİK
AYDINLIK, 26.9.14

 

Açıklama Bülent Arınç’tan geldi. Üniversite, kamu derken türban ortaokul ve liseye kadar indi. İlk açıklamaya göre ilkokula kadar iniyordu. Ama sonra bir düzeltme yapıldı.

Hükümet IŞİD konusunda sıkışınca, IŞİD’e verilenler sorgulanmaya başlayınca gündem değiştirme ihtiyacı ortaya çıktı. Bu karambolda türbanda son noktaya gelindi. Bir taşla iki kuş vurma denemesi yapıldı.

IŞİD’le yapılan “diplomatik” görüşmede, “Türkiye’de türbanın ortaokul ve liselerde serbest bırakılması” da var mıydı bilmiyorum ama, ortada bir “katakulli” olduğu kesin!

ZAVALLI CHP

Yolu Kılıçdaroğlu açtı. Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen üniversitede türbana destek verdi. Hatta “Üniversitede türban sorununu biz çözdük..” bile dedi.
AKP kamuda türban konusunda geri çekilmişken Kılıçdaroğlu yeniden gündeme getirdi. AKP de fırsatı kaçırmadı, atılan pası gole çevirdi. Türban kamuda da serbestleşti. Türbanlı memurlarımız, hakimlerimiz, hatta öğretmenimiz oldu.

Şimdi de ortaokul ve liselerde türban serbest. Kılıçdaroğlu’ndan hiç ses yok. Beyefendi ne kadar övünse azdır. AKP’nin elindeki bir kozu daha aldı (!)
Artık AKP’nin elinde fazla bir koz kalmadı. Kılıçdaroğlu 2015 seçimlerine hazır!

CHP’NİN YASAKLARI

Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’nin yasakları var. Örneğin türbana karşı çıkmak yasak. Bir milletvekili bu konuda açıklama yapmaya kalkınca hemen uyarılıyor.
Anayasa Mahkemesi’nin kararı hatırlatılınca da “Ama biliyorsun partinin bu konudaki tavrı belli…” diyerek susmasını isteniyor.

Açılım” konusunda da aynı. Yasak var. Anayasaya açıkça aykırı “Yeni PKK yasası”na karşı çıkmak bile adeta suç. Yasa anayasaya aykırı. Ama CHP yönetiminin politikalarına uygun. Tabi AKP de bu durumdan memnun.

AKP kulislerinde sık sık “Allah her iktidara CHP ve MHP gibi muhalefet nasip etsin” denmesi de her şeyi açıklıyor.

MİLLETVEKİLLERİNİN HALİ

CHP milletvekillerinin durumu içler acısı. 2015 seçimlerine kilitlenmiş durumdalar. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum onların umurunda bile değil. “Ceylan derisi koltuk” uğruna “değerlerinden”(!) vazgeçenleri ibretle izliyoruz.

Düne kadar eleştirdikleri duruma bugün sessiz kalıyorlar. PKK’nın okul yakmasına bile “Bu işlere beni karıştırmayın” diyenler bulunuyor. “Türban 10 yaşına kadar düştü, ne diyorsun?” sorusu karşısında “Acaba genel başkanla ters düşer miyim?” endişesi yaşayanlar var.

Halk CHP’den umudunu kesiyor. Ama bunlar umutlu. CHP 2011 seçimlerinde 135 milletvekili çıkarmıştı. Şimdi 70-80 milletvekilini paylaşma derdine düşmüşler.
Yakında herkes birbirine düşerse sürpriz olmayacak.

Pastanın ciddi bir şekilde küçüleceğinin farkındalar. CHP’ye verilen “mecburi” ya da “kerhen oy”un sonuna gelindiğinin bilincindeler..!

İKİ TARAFIN DA PATRONU AYNI OLUNCA!

AKP ile CHP yönetimi arasındaki uyum dikkatlerden kaçmıyor. Bütün kritik konularda aynı tavrı sergiliyorlar. ABD taleplerinin yerine getirilmesinde birbirleriyle yarışıyorlar. MHP Genel Başkanı Bahçeli için de durum aynı. “Yandaş muhalefet” deyimi ilk kez Kılıçdaroğlu ve Bahçeli döneminde gündeme geldi.

CHP ve MHP seçmeni de gelişmeleri tartışıyor. Özellikle “ABD koalisyonuna hemen girelim” ve “ortaokul-lisede türban serbestisi” sonrasında CHP’de yönetim daha çok sorgulanır oldu. Yapılan dost toplantılarında CHP’lilerin boynu bükük. Ama öfkeleri büyük!

İktidarın da muhalefet yönetiminin de “patronu” aynı olunca fazla söze gerek kalmıyor.

“Gizli” görüşmeler partileri ne hale getiriyor!

===========================================

Dostlar,

İçimiz acıyarak paylaşıyoruz…

Laiklik_tehlikededir_diyemem

CHP’nin bir an önce kendine gelmesi gerek!..

CHP’nin kendisine getirilmesi gerek..

CHP’ye üye olup çalışmak ve partiyi KEMALİST rotaya yeniden oturtmak gerek..

Birşeyler yapmak gerek..

Birşeyler yapmak gerek..

Sevgi ve saygı ile.
29.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net