Etiket arşivi: Oktay Akbal

Kalpaksız Kuvayı Milliyeci

Büyükelçi Korkmaz Haktanır'ın Anısına Saygı-Daver Darende - Telgrafhane SanatDAVER DARENDE
Emekli Diplomat

Cumhuriyet, 24 Ocak 2023

24 Ocak, onurlu yaşamını ülkesi için feda eden kalpaksız Kuvayı Milliyeci Uğur Mumcu’yu yitirdiğimiz hüzün dolu gündür. Bugünü asla unutmayacağız, unutturmayacağız.

  • Uğur Mumcu Atatürk devrimlerinin yılmaz savunucusuydu.

Bu topraklarda bir sömürge aydını gibi dolaşanlara, karşıdevrimcilere, siyaseti kendi çıkarları için kullananlara karşı Mustafa Kemal Atatürk’ün anısını yücelterek kalemiyle savaştı.

Yurdunun sorunlarını kendine dert edinmiş gerçek bir yurtseverdi.

‘İNANÇ IŞIĞI’

Değerli yazar Ali Sirmen bir yazısında Uğur Mumcu için şöyle demişti:

  • “Gerçekten eğer toplum Uğur Mumcu gibi olabilseydi veya O’nun uyarılarından
    gerekli dersleri çıkarmayı başarabilseydi, bugün içinde bulunduğumuz duruma düşmezdi.”

    (Cumhuriyet, 25 Ocak 2008)

Uğur Mumcu, Kuvayı Milliye ruhunun aramızda soluk alan inançlı temsilcisiydi.
Bugün yaşamda olsaydı, Lozan’ın intikamını almak isteyenlere karşı amansız mücadelesini sürdürür, ülkemizin bugün “Mütareke” döneminden daha ciddi bir durumda olduğunu halkımıza anlatırdı.

Türkiye, son derece ciddi ve tehlikeli bir süreçten geçiyor

Uğur Mumcu, yıllar önce ülkemizin karşı karşıya kaldığı tehlikeyi gördü ve halkımızı uyardı. Şimdi O’nun yıllar önce yazdıklarına kulak verelim:

  • “Ortadoğu siyasetinde kimin kiminle ne zaman dost, ne zaman düşman olacağı bilinmez. Çünkü Ortadoğu kum ve petrolden oluşan bir cehennemdir.”
    (Cumhuriyet, 22 Haziran 1991)
  • “ABD, Türkiye topraklarını öteden beri Ortadoğu’ya müdahalesi için bir üs olarak kullanmak istiyor. Dün böyleydi, bugün de böyle. Herhalde yarın da böyle olacaktır.”
    (Cumhuriyet, 22 Haziran 1991)
  • “Türkiye, dış siyasetinde ABD markalı mayınlarla döşenmiş bir mayın tarlasına doğru
    hızla sürükleniyor.” (Cumhuriyet, 26 Temmuz 1992)

Şimdi aramızda olmayan, değerli yazar Oktay Akbal bir yazısında şöyle demişti:

  • “Sevgili Uğur Mumcu, bir yıldız gibi geldin geçtin Türk tarihinden.
    Ardında inanç ışıkları bırakarak…”

GERÇEK KEMALİST

Aydınlanmanın simgesi, direncin anıtı Uğur Mumcu Türkiye üzerine oynanan kirli oyunları önceden gören, emperyalizmin çevirdiği dolapları belgeleriyle ortaya çıkaran gerçek bir Kemalist idi.

Bizlere inanç ışıklarını bırakan Uğur Mumcu’yu, O’nun çok sevdiği Sabahattin Ali’nin unutulmaz dizeleriyle saygı ve artan bir özlemle anıyorum.

Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye 
Göğsümde şimdi O’nun aşkı yatıyor..

ATATÜRK BİR GÜN GELECEK…


ATATÜRK BİR GÜN GELECEK…

portresijpg
Prof.Dr. Kemal Arı

(-Çünkü O bir beden dDeğil;
Türk Ulusu’nun özü, insanlığın ortak değerler bütünüdür)…

 

Ünlü Türk bilgesi Oktay Akbal’ın kitaplarından birinin adıdır;
Atatürk Bir Gün Gelecek” sözü…

Ancak bu sözü bana söyleten; bu kitap olmadı şu anda. Bilinç altımda bu etkili olmuş olabilir; ancak, Atatürkün tam da bugünlerde bizler için ne gerekli olduğunu kafamın içinde döndürken, birden bu sözün, ünlü edebiyatçının kitabının adı olduğunu anımsadım son anda…

Yıllar önceydi. Kitabı anımsamışken hemen bu kitabı zaten Ankara’da üniversitedeki yaşamımın daha ilk yılında, Zafer Çarşı’sındaki kitapçılardan birinden alıp,
bir solukta okuduğumu anımsıyorum.
Bu yalnızca bir anı; benim yaşamıma ilişkin bir kesit.
Ancak; yürekten inanarak yineliyorum:

“Atatürk Bir Gün Gelecek!”…

“Gelecek” sözcüğünde bir inanış var; sözcüğün istek hali,
zaten bu inanışa vurgu yapıyor. Daha radikal bir adım atayım, sözü değiştirerek:

“Atatürk bir gün gelmeli…”

Hatta, daha da katı bir adıma dönüştüreyim, izninizle:
“Mutlaka gelmeli, mutlaka!”
Yoksa; “Yandı gülüm keten helva!”
“Keten helva” deyimi, katır kutur yediğimiz helvadan öte; bizim geleceğimizi, özgürlüklerimizi, var oluş nedenlerimizi anlatan bir algıya vurgu yapmak için
bir benzetiş…

Çünkü özgürlük, keten helvadan da değerli bir şey… Özgürlüklerimiz; bizi değerli kılan aydınlanma değerlerimiz; nefes aldığımız, içimize doldurduğumuz özgürlüğümüzü
bize sağlayan cumhuriyetimiz; cumhuriyetimizi ayakta tutan laiklik, onu da tamamlayan ulusal egemenliğimiz, ulusçuluğumuz; ulus olmanın gereği olarak birey ve yurttaş olma kimliğimiz…

Fark ettiniz mi? Nasıl da hepsi bir biriyle ilgili…Birini çek bunların içinden, al,
öteki yana koy; öteki hepsinin, yani bütün öteki kavramların havada kaldığını göreceksiniz… Anlamsız, içi boşaltılmış, kaba-sapa, kof, ne olduğu anlaşılmaz kavramlar haline geliveriyor…

Evet, gerçekten anlamsızlaşıyor… Bütün bunların toplamı ne anlama geliyor?Atatürkçülük demek değil mi bunlar? Neymiş, “Atatürkçülük çağ dışı bir ideoloji” imiş…Atatürkçülüğü biz; dar, kalıplaşmış, donmuş bir ideoloji olarak değil,
bir çağdaşlaşma ideolojisi olarak anlıyoruz.

Öncelikli olarak Atatürkçülük namuslu olmaktır. Çalmamak, çırpmamak;
devleti dolandırmamak; yetimin ve kul olanın hakkını yememek;
kendini paraya pula değil, ilkelere ve ideallere adamış olmaktır.
Şu son günlerde bunlara o denli gereksinimimiz var ki!
Bütün mal varlığını ulusuna armağan ederken söylediği şu söze bakar mısınız?

  • “Bütün mal varlığım, ulusuma verdiğim basit bir armağanımdır. Ancak en değerli armağanım olarak, günü geldiğinde ben ona canımı vereceğim!”

Ne görkemli bir söz değil mi?

Bugünlerde kendini öksüz, sahipsiz; ortada kalmış; sığınacak bir damı,
tutunacak bir dalı olmayan kişiler olarak hissetmiyor muyuz?

Hukuk, güvenlik, adalet; devlet, hukuk, özgürlük; hak, eşitlik; yasaların üstünlüğü, kuvvetlerin ayrılığı…

Bunlara ne kadar gereksinimimiz varmış meğer?

Yediğimiz ekmek, içtiğimiz su; aldığımız ve verdiğimiz soluk kadar ne kadar değerli şeylermiş bunlar!

Evet; artık görüyoruz…

Atatürk bu ulus için ekmek kadar, su kadar, aldığımız nefes kadar; özgürlüklerimiz, barışımız, güvenliğimiz; hukukumuz ve bizi var eden bütün değerlerimizin toplamıymış meğer…

O artık, yalnız etten ve kemikten yaratılmış bir varlık değildir. O bir ideal, ülkü; varlığımızı anlamlı kılan yaşam ilkelerimiz; insanlık değerlerimizmiş…

Ulusal bütünlüğümüz; çağdaş dünyaya yürüyüşümüz; birlik ve bütünlüğümüzmüş…
Ve biz onla ancak nefes alıp verebiliyormuşuz. O, azıcık aramızdan uzaklaşır gibi olsa; büyük bunalımlar, felaketler, yıkılış ve çözülüşler, hemen yanıbaşımızdan içimize doğru sızıveriyormuş… O yoksa, biz Ortaçağ, Ortadoğu’nun karanlıkları; despotizmi, diktalarıymışız. O varsa, karanlıktan sıyrılmanın heyecanı, aydınlığa görkemli bir yürüyüş, Ergenekon’daki kayalıklar arasından sıyrılıp çıkışmış…

Aydınlığa yürüyüşmüş…Bunu anlamayanlar var hala aramızda.
Var, doğru…
Akıl ve iz’andan yoksunsa insan, bunu anlamamak doğal.
Ama bu ülkenin her yurtsever kişiliği bu değerlere ve kavramlara değer verir.
Bayrağını ve yurdunu seven kişilerin bu değerlerle bir sorunu olamaz. Olmamalı…
Demokrasi mi diyoruz; özgürlüklerimiz önemlidir, biz bunda anlam buluyoruz ancak
diye mi söylüyoruz; o zaman Atatürk içimizde

O, bir bedeni simgelemiyor ki!
O insanlığın ortak değerleriyle Ortaçağın karanlıkları arasında çırpınan Türk Ulusu’na aydınlanmanın gür ışıklarını serpiştiren bir Aydınlanma önderidir.

Aydınlanma kültürüne gereksinimiz var mı?

Kesinlikle…
Onlarda bir çözülüş varsa derhal bu çözülüşü ortadan kaldıracak refleksi göstermeliyiz.
O nedenle Atatürk bir gün mutlaka gelecek… Çünkü karanlıkların içinde ne denli çırpınacağız… Bir çırpınırız, iki çırpınırız; ondan sonra bu çırpınışların çare olmadığını, bir karanlıkta boğulup gitmek olduğunu nasılsa aklımız bize bir yerlerden fısıldar.
Fısıldıyor da. O nedenle yineliyorum:

  • Atatürk; yani insanlığın ortak değerleri ve kültürü bir gün mutlaka gelecek…Gelmek zorunda…

Çünkü kurtuluşumuzun, özgürlüklerimizin tek güvencesi O…
O bir beden değil; Türk Ulusu’nun özü, insanlığın ortak değerler bütünüdür… (28.02.2914)

BİR YAYIN KENDİNİ NEDEN OKUTUR?


BİR YAYIN KENDİNİ NEDEN OKUTUR?

Zeki_Sarihan_portresiZeki Sarıhan

1975 yılı yazında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarı Oktay Akbal yazılarından birini TÖB-DER Fatsa Şubesi Haftalık Haber Bülteni’ne ayırmıştı. Bu yazıya şimdi ulaşamıyorum ama metin aşağı yukarı aklımda.
Şöyle diyordu Oktay Akbal:

 

Biz gazete köşe yazarlarına postadan her gün birçok yayın gelir. Bunların bir kısmını hiç açmadan atarız. Bir kısmını şöyle bir karıştırıp bırakırız. Fakat bunların içinden biri var ki her satırını okumadan bırakamıyorum. TÖB-DER Fatsa Şubesi
Haftalık Haber Bülteni. Teksir makinesiyle çoğaltılmış, bazı yerleri zor okunan
bu dört sayfalık bültende…

Akbal, bültenin ele aldığı konuları ve bunların sunuluşunu anlattıktan sonra TÖB-DER’li öğretmenlerin Fatsa’da devrimci bir kale kurduklarını belirterek okuyucularından
bu kaleye dikkat etmelerini ve destek vermelerini istiyordu. Elde bir koleksiyonu olsaydı, 1977’de Fikri Sönmez’in Belediye Başkanlığı ile sonuçlanan Fatsa’daki sosyal uyanışın 1974-1976 dönemini bu bültende görmek olanaklı olabilir.

Bültenin yazıları yazı makinesinde önce mumlu kâğıda yazılıyor, sonra bunlar teksir makinesinde belleğimde kaldığına göre 700 dolayında basılıyor, Fatsa’da görev yapan öğretmenlere, TÖB-DER’in birçok şubesine ve bu arada kimi köşe yazarlarına gönderiliyordu.

Bekir Yerli’nin Şube başkanı olduğu dönemde 3 Kasım 1974’te yayımına başlayan
bu bülten, 1 veya 7 Haziran 1975’te yapılan şube kongresine dek düzenli olarak 30 veya 31 sayı yayımlandı. Sonra Gülsüm Özakın’ın başkanlığı döneminde Ahmet Özdemir’in sorumluluğunda da bir süre daha yayımını sürdürdü.

Oktay Akbal, bu bülteni niçin son dizesine dek okumaktan kendini alamıyordu? Nedenleri benim de yayımcılık yaşamımda baştan beri gözettiğim ilkeler olmuştur: Olayları yerel düzeyde veya meslek düzeyinde ele alıp bundan genel düşünceler çıkarmak, sözü dolandırmadan, herkesin anlayacağı biçimde anlatmak, ezilenlerden, emekçilerden yana olmak… Öyle bir yazı yazınız ki, sizden başka hiç kimse bu yazıyı yazmamış veya yazamayacak olsun! Herkesin bildiğini ve yazdığını yinelemenin
ne anlamı var?

Bir yayını okutan, renkli kapağı, basıldığı kâğıdın kalitesi değil, içinde özgün yazıların bulunmasıdır.

(Bu bültenin hiçbir sayısı bende yoktu! Bir konferans için 2002’de Edirne’ye gittiğimde, eskiden Fatsa’da öğretmenlik yapmış olan Öğretmen Ali İhsan Gider’e rastladım. Bültenin bütün sayılarının kendisinde olduğunu söyledi. Rica ettim bana gönderdi.
Bir hazine gibi sakladığım bülten koleksiyonu, bir taşınmadan sonra yer yarılıp içine girdi ve yana yakıla aradıysam da bulamadım! Öğretmen Dünyası Yazı Kurulu’nda çalıştığımız sırada Şahver Karasüleymanoğlu, evlerindeki kitap kolilerini karıştırırken
bu bültenden birkaç örnek bulduğunu belirterek bana getirdi. Bültenler, düzenli olarak o tarihlerde eşi Aydın Karasüleymanoğlu’nun yönetimindeki Evrim dergisine gönderilmiş)

—————————————————————————
TÖB-DER FATSA ŞUBESİ HAFTALIK HABER BÜLTENİ Sayı 26, 28 Nisan 1975. Sahibi Bekir Yerli, sorumlusu Zeki Sarıhan, TÖB-DER-Fatsa, Yıllığı 25, altı aylığı 12.5 lira, sayısı 50 Kuruş.
————————————————————
Birinci sayfasını gördüğünüz bu sayıdaki yazıların başlıkları şöyle:

Birinci sayfa

Öğretmenler diyor ki: “YETİŞTİRDİĞİMİZ NESİLLER EZİLENLERDEN YANA OLACAK”

23 Nisan Böyle mi Kutlanmalı?: EMPERYALİST HÂKİMİYETE HAYIR!
HALKIN EGEMENLİĞİNİ İSTİYORUZ

Tayfun İçli (Kumru’da öğretmen) UYANIŞ (Şiir)

İkinci sayfa

Köy Çocukları Anlatıyor:

Hisarbey Köyünden 5. Sınıf öğrencisi Recep Öztürk: NEDEN BENİM AYAĞIMDA KARA LASTİK, ŞEHİR ÇOCUKLARINDA İSKARPİN VAR ANLAYAMADIM GİTTİ!

Hisarbey İlkokulu 5. Sınıf öğrencisi İbrahim Öztürk: RİCA EDERİM, OKULUMUZUN BÜYÜK İŞLERİNE SİZ BAKIN

Çömlekli İlkokulu öğrencisi Rekabi Yaz: ZENGİNLER ETİ KÖPEKLERİNE YEDİRİYORLAR, BİZ ETİ KENDİMİZE BULAMIYORUZ

Çömlekli Köyünden 5. Sınıf öğrencisi Ahmet Top: ZENGİNLER FAKİRLERİN PANCAR ÇORBASINA AĞZINI SÜRMEZ

Üçüncü sayfa

Hurşit ve Huriye Külekçi (Örencik I. İlkokulu Öğretmenleri: KÖY ÖĞRETMENLERİNİN DE KÖYLÜ ÖĞRENCİLERİN DE DURUMLARI ÇOK KÖTÜ

Dördüncü sayfa

Bahtiyarlar Köyünden Demirciler Hüsnü Dal, Mustafa Dal: İŞTE BİZİM HAYATIMIZ

Öğretmenler Fatsa’yı devrimci bir kale yaparlar da Amerikancı hükümetler hiç buna seyirci kalır mı?

Bültenin sorumlusu olan Zeki Sarıhan, 1975 yılı sonbaharında Boğzlayan’a sürüldü. 1976’da TÖB-DER arandı ve teksir makinasına el konuldu. 12 Eylül yönetimi, 1980’de Fatsa’yı darmadağın (tarumar) etmiş olmasına karşın 1986’da bile hâlâ hıncını alma peşindeydi. Dil yarası gibi sınıfsal acı kolay kapanmaz! Zeki ve Şenal Sarıhanlar Ankara’dan, Gülsüm ve Selahattin Özakınlar İstanbul’dan, Bekir Yerli, sürgüne gönderildiği Gaziantep’ten “mevcutlu olarak” getirtilerek Fatsa’da devrimci öğrenciler yetiştirdikleri gerekçesiyle yargılandılar ve Ünye Ağır Ceza Mahkemesi, enine boyuna konuyu düşünerek “Zaman aşımı” gerekçesiyle takipsizlik kararı vermeyi tercih etti. Ahmet Özdemir zaten Fatsa Dev-Yol davasından hükümlüydü.

(24.2.2014)Formun Üstü

Formun Altı

Displaying TÖB-DER FATSA ŞUBESİ.jpg

 

TÖB-DER FATSA ŞUBESİ.jpg

Doğu Perinçek : Halkı horozlar uyandırmaz

Halkı horozlar uyandırmaz

Doğu Perinçek
Aydınlık, 30 Eylül 2012

Merakla izliyorum Osman Özbek generalimizi.

23 Eylül 2012 Pazar günü Ulusal Kanal beyazcamından “Milletimiz artık uyanmalı” diye alışılan çağrısını yaptı.

Halkı kim uyandırır ?

Millet, çağrılarla uyanmaz Sayın Komutanım.

Millet uyandırılır.

Millet, örgütle uyandırılır, Partiyle uyandırılır.
Şöyle bir dünya tarihine bakalım, kendi tarihimize bakalım. Kendiliğinden uyanmış bir millet var mı? Bireysel çağrılarla yerinden doğrulan bir halk görülmüş mü?
“Uyan Yâr” diye Yukarı Fırat havzasında olağanüstü bir maya vardır. En güzel Zülküf Altan söyler.

Sevgiliyi karşı yamaçlardan veya balkonunun altından “Uyan yâr” diye seslenerek uyandırabiliriz. O yâri hatta horozlar bizden önce uyandırmış da olabilir.
Ancak halkı horozlar uyandırmıyor; örgütler uyandırıyor; siyasal partiler uyandırıyor.

Uyandırmak nedir?

Çünkü halk için uyanmak, bir işe uyanmaktır, hayatı değiştirmeye kolları sıvamaktır.
O nedenle halk, ancak o işe önderlik edecek örgütün çağrısına ikna olur. Tarihte bütün uyanışlar, yedi iklimde böyle olmuştur.

Uyan çağrısı, hayatı değiştirelim çağrısıdır, uygulamaya yönelik bir çağrıdır.
O zaman o uygulamanın aracını millete göstereceksiniz.
Yani Arşimet gibi bir manivelanız olacak ki, dünyayı yerinden kaldırasınız.
O kaldıracı, o örgütü göstermeden, halkı uyandıramazsınız.
Halk, toplumun siyasal iktidar mevzisinden değiştirildiğini biliyor.
Halkı bugün, “sivil toplum kuruluşu” diye adlandırılan dernekle, cemiyetle iktidar mücadelesine seferber edemezsiniz.

O nedenle biricik uyandırma aracı, siyasal partidir.

Bunu en iyi askerlerin anlaması gerekir.

Mangalar, takımlar, bölükler, taburlar, alaylar, tugaylar, tümenler halinde örgütlenmeyen ve piyade, topçu, istihkâm, levazım, hava ve deniz kuvveti diye sınıflandırılmayan bir ordu, nasıl savaşamazsa, halk da örgütlenerek siyasal mücadeleye seferber edilir.

Halkı harekete geçirecek olan işte o örgüttür; daha doğrusu partidir.
Önüme hangi örgütle hangi kişi koyuyorsunuz?

E. Tümg. Osman Özbek, sevdiğim, saydığım, mert, cesur, birikimli bir aydınımızdır.
Elinde demir asa, ayağında demir çarık gitmediği yer kalmadı.

Banu Avar da öyledir.

Gider ve millete “uyanın” derler.

Millet ise, içinden “Peki uyandım, benim önüme hangi teşkilâtla, hangi görevi ve hangi işi koyuyorsun” diye kendi kendine konuşur ve coşkulu söylevi alkışlar.
Yalnız E. Tümg. Osman Özbek değil, konferanstan konferansa koşan nice aydınlarımız var.

Sonra bu milletin büyük yazarları var.

Hepsi tek at tek mızrak uyan çağrıları yapıyor ve nerdeyse her gün “Bu millet niçin uyanmıyor” diye yazıklanıyorlar.

Peki sen niye örgütlü değilsin?

Örneğin çok sevdiğim, çok değer verdiğim Oktay Akbal ağabeyim, Bekir Coşkun, milletin uyanmayışından en çok acı çeken yazarlarımızdandır.

Millete uyan çağrısı yapan aydınlarımız, haklarını yememek gerekir, “örgütlenin” nasihatinde de bulunuyorlar. Hep aklıma gelmiştir.

Onların konuşmalarını dinleyen, yazılarını okuyan insanlar, içlerinden “Peki sen niye örgütlü değilsin” diye sormuyor mu?

Yani partileşmek, ayak takımına gereklidir de Oktay Akbal ve Bekir Coşkun’a gerekli değil midir?

Halka örgütlenin öğüdü verenler, kendilerini bu öğüdün üstünde mi görüyorlar?
Halkı örgütleyenler önce kimi örgütledi?

Milleti uyandıranlara, halkı örgütleyenlere bakalım, önce kendilerini örgütlediler ve o örgütle halkı uyandırıp örgütlediler ve harekete geçirdiler.

Halkın öncüsü, halkı örgütlemeye kendisinden başlar.
Namık Kemal ve arkadaşları, Belgrat Ormanlarında Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni (ilk adı
İttifakı Hamiyyet) kurmasalardı, milleti kim, nasıl uyandıracaktı ve örgütleyecekti?
O genç devrimciler Askeri Tıbbiye’nin bodrumunda İttihat Terakki’yi kurmasalardı, 1908 Hürriyet Devrimi’ni kim, hangi milletle yapacaktı?

Mustafa Kemal Paşa, niçin Müdafaai Hukuk Teşkilâtına katıldı?

Çünkü milleti uyandırmanın çağrılarla olmayacağını biliyordu.

Sivas Kongresi’nden sonra yapılan Heyeti Temsiliye toplantısının 13 gün süren müzâkere tutanakları, İstiklâl Savaşı’nın başarı sırlarını verir.
Orada Mustafa Kemal Paşa, kurulan Millî Teşkilâtın iktidar hedefli bir siyasal parti olduğunu ısrarla vurgular
(Bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 5, s. 163 vd, 182 vd, 197 vd, 212 vd, 242 vd, 250 vd, 273 vd, 291 vd, 300 vd).

Milleti o Teşkilât uyandırmış, örgütlemiş ve seferber etmiştir.

Aydın tanımı

Partili olmak, yalnız uyandırma yeteneği değil, aynı zamanda aydın tanımıdır.
Mustafa Kemal Harbiye sıralarından başlayarak İhtilâl örgütü üyesiydi.
Vatan ve Hürriyet, İttihat ve Terakki, Müdafai Hukuk, Cumhuriyet Halk Fırkası içinde örgütlü mücadele, Atatürk’ün genç zabitlikten son nefesine kadar siyasal hayatının özetidir.

Ve kendi parti üyeliğini, Cumhurbaşkanlığından daha önemli gördüğünü de ifade etmiştir.
Partili olmak, hayata müdahale için biricik konumdur.

Bu nedenle Lenin ve Gramsci aydını, sınıfların öncü kesiminde yer alma eylemiyle, partili olmakla tanımlamışlardır.

Uyandırma Servisi

Fikret Otyam, gazetecilerin piri, bu toprakların ressamı ve Partili.

Prof. Dr. Özdemir Nutku, tiyatromuzun kıdemlisi ve teorisyeni, hem Shakespeare’i Türkçeye kazandırdı, hem Partili.

İrfan Yalçın, Türk romanının ustalarından ve Partili.

E. Tuğg. Servet Cömert, E. Korg. Yaşar Müjdeci E. Kur. Alb. Cemalettin Korkut ve E. Tuğg. Noyan Umruk; vatan görevine Partide devam ediyorlar.

Hayati Asılyazıcı, tiyatro eleştirmenlerimizin kıdemlisi ve Partili.

Osman Şahin, sonsuza yürüyen hikâyeci ve Partili.

Sarper Özsan, müziğimizin ustalarından Parti üyesi.
Levent Kırca, tiyatromuzun ustası ve yüz akı. “Kararım karardır” diyor.

Hüseyin Haydar, zor günlerin usta şairi ve Partili.

Ve Öner As’ın pusulası:

Değerli Başkanım,

1962-65 senelerinde tam 36 ay askerlik yaptım.
19 Mayıs günü Partimize katılarak,bundan böyle ASKERLİĞİME, PARTİMİZDE devam kararı aldım. Kadıköy Şubesi askerliğimi kabul ettiler,
Çok mutluyum. Saygılarımı kabul etmenizi rica ederim. Öner AS

Türkiye halkını Uyandırma Servisi, İşçi Partisi’dir.

Konuk Yazar Oktay Akbal : Haziran’da İlhan Selçuk’la / Going through with İlhan Selçuk in June 2012

ilhan_selcuk’la_haziran’da_Cumhuriyet_21.06.2012