Etiket arşivi: Dostoyevski

TARİKAT YURDU FACİASI

TARİKAT YURDU FACİASI

Yavuz Alogan  yalogan@gmail.com
https://www.veryansintv.com/tarikat-yurdu-faciasi 16.01.2022

Tarikat yurdu faciası

Enes Kara kardeşimizin şüpheli ölümü bana ilk gençlik çağımızın kimlik arayışıyla geçen zor günlerini hatırlattı. Ortaokul öğrencisiyken odamın duvarında uzaya çıkan Amerikalı astronotların resimleri asılıydı. Lise 1. sınıftayken resimler yerlerini Marx-Engels ve Lenin’in fotoğraflarına bıraktı. Bunun üzerine sert Kemalist ve kararlı antikomünist babamla aramda şiddetli bir çatışma oldu. Evi terk ettim.

O zamanlar bize ıssız bir orman gibi görünen günümüzün Botanik Parkı’nda ve arkadaşımın Adalet Partisi milletvekili olan babasının Şevrole marka arabasının arka koltuğunda birkaç gece geçirdim. Çok romantik bir durumdu. Kendimi İvan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar romanındaki Yevgeniy Bazarov gibi hissediyordum. Kız arkadaşım bana yiyecek getiriyordu. Arkadaşlarla aramızdaki derin siyasî tartışmalar yeni bir anlam kazanmıştı.

İntihar etmek gibi bir düşünce aklımın köşesinden bile geçmedi. Steinbeck, Zola, Dostoyevski okuyan, tiyatro meraklısı akıllı çocuklardık. Diskoteğe de giderdik, TİP’in mitinglerine de…
Ailelerimiz hödük değildi. Bizi adam yerine koyup komünizmin ne kadar zararlı bir fikir olduğunu güzel güzel anlatırlardı. Aramızda empati vardı. Bizim görüşlerimize saygı duyarlardı. Tartışma bazen felsefî boyutlar kazanırdı:

  • “Evladım, komünizmin kaideleri mükemmel olsa dahi tatbiki kâbil değildir, insan tabiatıyla tezat teşkil eden bir fikirler manzumesidir.”

Biz 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ortamında yetiştiğimiz için öyleydik. Bugünkü gençlik karşıdevrimci düşüncelerin hâkim olduğu gerici bir iklimde yaşadığı için böyle. Tarikat cemaat kıskacında intihar eden Enes Kara kardeşimiz bu iklimin kurbanlarından yalnızca biridir. Çocuk arkasında acı dolu bir çığlık bırakarak gitti. Son sözlerini söyleyerek hayata veda eden oğlunun hatırasına karşı mensup olduğu tarikatı savunan babanın sözlerini okuduğumda burnumun direği sızladı.

Adam hiçbir şeyin farkında değil; oğlunu tanımıyor, derdini bilmiyor, pedagojiden anlamıyor. Oğlunu tarikat ortamı değil ateizm öldürmüş: “Benim cemaatten hiçbir şikâyetim yok. Keşke çocuğum cemaatçi olsaydı. İslâmiyeti kalben kabul etseydi, zaten bizim dinimiz intiharı yasaklamıştır. Çocuğum maalesef bunu kalben kabul etmemiş. Ateist arkadaşlarından etkilenmiş. Telefon bağımlılığı da vardı.”

Telefon bağımlılığı varmış!

Tarikatlarla bütünleşmiş bir eğitim sisteminin içinde sıkışıp kalan, dersane-okul-aile baskısının dayattığı kimliğin altında bunalan fakat bu çemberin dışında rengârenk bir dünyanın varlığını da derinden hisseden, isyan kültürü olmadığı için sürekli ezilen bir gençliğin geleceği yoktur.

Dolayısıyla ülkenin de geleceği yoktur.

Kız arkadaşlarıyla gezeceği, kitap okuyacağı, müzik dinleyeceği, kendi gençlik kültürünü yaratacağı çağda zeki bir çocuğu tarikat ortamında günde beş vakit namaz, arada risaleler, ardından Fizik-Kimya-Biyoloji arasına sıkıştırırsanız ya onu aptallaştırırsınız ya da intihara sürüklersiniz.

Tarikatlar Millî Eğitim’den ayıklanmadıkça, cemaatlerin eğitim kurumları kapatılmadıkça, bir Devrim Kanunu olan Tevhid-i Tedrisat uygulanmadıkça bu ülkenin geleceği yoktur.
Millî Eğitim’de uygulanacak reform programını yeniden keşfetmeye ya da yeni baştan yazmaya gerek yok. Program yerli yerinde duruyor:

“Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanacaktır. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulacaktır; temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak devam edebileceği Kuran kurslarının Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve denetiminde faaliyet göstermeleri için gerekli idarî ve yasal düzenlemeler yapılacaktır.”

  • Asgari program budur!
  • Siyasal toplum bu programa kayıtsız kaldığı gibi, bu programı 1997 yılında zamanın siyasal iktidarına kabul ettiren ve günümüzde 80 yaş dolayında olan askerlerin cezaevinde tutulması gerçeğine de sırtını dönmüştür. Görmezden, duymazdan, anlamazlıktan geliyorlar.

Enes Kara’nın ölümü üzerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediklerine bakın:

  • “Gençlerimizle ilgili canımızı yakan olgular söz konusu olunca, paylaşacağımız içeriklerde hepimiz sorumlu davranmak zorundayız. Bana kızanları anlıyorum ama etik sebeplerden dolayı paylaşım yapmayacağım. Zamanı gelince gereken yapılacaktır.”

Laiklikle ilgili değil de “etik”le ilgili sebepler. Öyle mi?
Bu kafayla gereğinin yapılacağı zaman hiçbir zaman gelmeyecek.

CHP yönetimi, “Çocukları bütün dünya nasıl yetiştiriyorsa öyle yetiştirmek varken bir ortaçağ zihniyetine yönelmenin, bunu kurumsallaştırmaya çalışmanın ne bu Cumhuriyet’e ne bu millete faydası var; ne de Anayasa’ya uygunluğu var,” diyen kendi milletvekiline sahip çıkamadı. Oysa milletvekili yerden göre kadar haklıydı.

Sayın Saray “Bre gafil, asıl çağdışı olan sensin, senin bu faşist zihniyetin…” diyerek Özgür Özel’e saldırdı. Kılıçdaroğlu bu saldırıya karşılık verecek yerde, isim vermeden kendi milletvekilini eleştirdi:

  • “Siyaset, inanç ve kimlik alanlarına asla girmemeli.”

Lafa bakar mısınız?

İnanç ve kimlik alanı yalnızca siyaset alanına değil; ekonomiye, kışlaya, okula girmiş, hepsini harıl harıl biçimlendirmeye koyulmuşken, siyasal lider olarak dolaşan biri böyle bir sözü söyledikten sonra geceleri nasıl uyuyabilir?

CHP’nin millî eğitimden sorumlu milletvekili Yıldırım Kaya, bir süre önce “Millî Eğitim Bakanlığı tarikatlar tarafından paylaşıldı” diyerek gerçeği dile getirmişti. Dün sosyal medyada ilginç bir paylaşım yaptı:

“Genel başkanımızın bir huyu var, ben yaptım diye anlatmaz. Umreye gittiğini, peygamber soyundan geldiğini de kimse bilmez.”

Meğer peygamber soyundan geliyormuş! CHP’nin imamı!… Ana muhalefet partisinin “sosyal demokrat” başkanı, peygamber soyundan gelen Dersimli Seyyid Kemal! “Allah’ın izniyle” iktidara geldiğinde “Kul Hakkı” yedirmeyecek!

Böyle aptalca laflar edince tarikat ve cemaatlerden oy alacaklarını sanıyorlar. Bu nasıl bir korkaklık, nasıl bir zavallılıktır! Ülkenin millî eğitimi mezheplerin, cemaatlerin paylaşım alanına dönüşmüş.
Türkiye’de siyasî parti faaliyetleri boş sözlerle sürdürülen bir tür şarlatanlığa, seçmen dalkavukluğuna indirgenmiştir.

  • Faaliyet hâlinde olan 2,6 milyon tarikat üyesinin 84 milyonun geleceğini belirlemesine izin verilemez.

Toplum, Enes Kara kardeşimiz gibi intihar ediyor ya da karanlık eller tarafından yedinci kattan aşağıya itiliyor.

Üstelik arkasında düzgün cümlelerle derdini anlatabildiği bir ses ve görüntü kaydı bile bırakamadan…

Prof. Onur Hamzaoğlu hürriyetine kavuşmalıdır!

Prof. Onur Hamzaoğlu hürriyetine kavuşmalıdır!

Selçuk Erez
(Prof. Dr., İstanbul Tabip Odası önceki başkanı)
Cumhuriyet, 14.6.18
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Demokrasilerde halk, isteklerini yönetime yalnızca istidalar (AS: dilekçeler) yazarak iletmez: Yola çıkıp sloganlarla, pankartlarla yürümek, Gezi’de görüldüğü gibi bir yerde dikilip durmak da demokratik isteklerin açığa vurulması için kullanılagelmiş olan yöntemlerdir. Antikapitalist Müslüman Hareketi’nin yeryüzü sofraları da etkin bir istek, bir düşünce açıklama yoluydu. 
Ülkede baskılara direnen basın kuruluşları azalmışsa, aksaklıklar konusunda düşünce açıklamak için sokağa çıkanın başı gözü yarılmaktaysa başka eylem yolları ön plana geçer: Tiyatro bu konuda yararlanılmış olan çok değerli bir ortam olagelmiştir. 
Haldun Taner bu amaçla kabare tiyatrosu formunu kullanmıştı. Taner, ilk kabare tiyatrosu denemesini 1962’de gerçekleştirmiş, demokrasinin eksikliklerini ve gününün yöneticilerinin yetersizliklerini bu yoldan eleştirmişti. Taner’in bu konuda söyledikleri önemliydi: 
“Bizde politik-hiciv tiyatrosunun eksik olduğunu görüyordum. Bizim halkımız da buna yatkındı. Oynadığımız oyunun adı ‘Bu Şehr-i Stanbul ki ’62’ idi. Metnini ben yazdım, rejisini ben yaptım, hatta takdimciliğini dahi ben üzerime aldım.” 
Geçen yıl çok sayıda akademisyen geçerli bir gerekçe gösterilmeden üniversitelerden uzaklaştırıldığında ve memleketin en üst düzeyde bilgili insanları olan öğretim üyelerinin barışı yeğlemeleri suç sayıldığında İstanbul Tabip Odası insan hakları, düşünce özgürlüğü ve akademik özerkliğin güvence altına alınması isteklerini duyurmak için tiyatroya sığınmıştı. 
Görevlerinden uzaklaştırılmış akademisyenler ve İstanbul Tabip Odası, Taner’in Dostoyevski’nin bir öyküsünden esinlenerek yazmış olduğu Timsah” oyununu sahneleyerek bu tutumu İstanbul’da, İzmir’de ve Eskişehir’de eleştirmişti. 
Ancak bunca yazılana, çizilene karşın hata düzeltilmemiş, sürdürülmüştür: 
Yayınlarıyla, yetiştirdiği öğretim üyeleri ve öğrencilerle, Kocaeli Üniversitesi’nde yapmış olduğu araştırmalarla bilime çok önemli katkılarda bulunmuş ve Dilovası’ndaki çevre felaketini gün ışığına çıkarmış olan Prof. Onur Hamzaoğlu, barışı yeğleyen açıklamayı imzaladığı için üniversitesinden uzaklaştırılmış, Halkların Demokratik Kongresi Eş Sözcüsü olarak açıkladığı düşünceleri nedeniyle de tutuklanmıştır. 
Geçen hafta, İstanbul Tabip Odası üyeleri ve Barış Akademisyenleri, sona ereceği umulan bu yanlış gidişin sürdürülmesi konusundaki eleştirisini Prof. Onur Hamzaoğlu’nu konu edinen bir oyun ile açıkladılar. Oyun, Genco Erkal’ın danışmanlığında ve Gülsüm Soydan’ın yönetiminde bir okuma tiyatrosu biçiminde sunuldu.. 
* Prof. Onur Hamzaoğlu gibi çok önemli bir bilim insanının yerinin hapishane değil üniversitedeki kürsüsü olduğu gerçeği 12 Haziran’da kalabalık izleyici kitlesinin katılmasıyla kuvvetle vurgulandı. Basına etkin bir şekilde yansıyan bu isteğin gerçekleşeceği günlerin uzak olmadığına inanıyoruz.
======================================
Dostlar,
Meslek büyüğümüz – hocamız Prof. Dr. Selçuk Erez’in kaleme aldığı bu makale için kendisine teşekkür ederek yayınlıyor ve içeriğini bütünüyle paylaşıyoruz.Geçtiğimiz ay, bizim de içinde olduğumuz 24 Halk Sağlığı Profesörü bir basın açıklaması – çağrı yaparak, uzmanlık alanı Halk Sağlığı olan meslektaşımız Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun tutuksuz yargılanmasını istemiştik..

Sevgili Onur, 17 Şubat’tan bu yana Sincan cezaevinde tutulmaktadır ve hakkında herhangi bir hüküm kurulmamıştır. Bu dönemde, hastalanan annesini ziyaret etmesine bile izin verilmemiş ve ancak cenazesine katılabilmiştir. Ergenekon – Balyoz vb. FETÖ tuzağı (kumpası) davalarda gördüğümüz acımasızlık sürdürülmektedir. Bunlar insanlık adına utanç vericidir ve yapılmamalıdır. Adalet, gün olur herkese -gerek değil- elzem olur; akıldan çıkarılmamalıdır.
Prof. Hamzaoğlu’nun bütün görüşlerine katılmadığımızı daha önce de belirtmiştik. Ancak Dr. Hamzaoğlu’nun yazıp – söylediklerinin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu düşünüyoruz ve bu eksende kendisini özgürce dile getirmesinin en temel insan haklarından biri olduğu inancındayız. Sevgili kardeşimiz Onur Hamzaoğlu için bu sitede daha önce de aynı bağlamda yazılara yer verilmiştir. Birkaçının erişkesi aşağıda.. Okunmasını ve gereğinin yapılmasını diliyoruz..
– http://ahmetsaltik.net/2018/05/14/ttb-baskanlarindan-cagri-prof-dr-onur-hamzaogluna-ozgurluk/
– http://ahmetsaltik.net/2013/10/03/prof-onur-hamzaoglundan-dik-durus-aynaya-bakamazdim/
– http://ahmetsaltik.net/2018/02/23/onur-hoca-ile-timsah/
– http://ahmetsaltik.net/2018/05/22/elbette-kazanacagiz/
Sevgi ve saygı ile. 15 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com